3. part

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 7

3.

Kitap
TEODOSIOS SURLARI1

UYGAR YAŞAM SİMGESİ OLARAK SURLAR


Tümel bir kent vizyonu olarak Kons- tantinopolis bin yıl süren yaşamını surlara borçludur. Bunları yaptıran imparator Hi- ristiyan
olsa da, kentin Geç Antik Çağ'ın en büyük savunma sistemi olan ve günü- müze ulaşan bu kara surları, Roma görke- minin ve
pagan geleneğin göstergeleridir. Ortaçağ dünyasında efsaneleşmiş geçil- mezlikleriyle bilinen bu surlar Konstanti- nopolis'in
Hıristiyan mitosunun bir parça- sıdır. Kara surları Avar, Arap ve Bulgar sal- dırılarını bozguna uğratmış, kenti fethet- meye
girişenleri ürkütmüş, aynı zamanda, bu Roma imparatorları kentinin ele geçiri- lemeyeceğinin bir simgesi olarak, bin yıl Bizans
İmparatorluğu'nun yıkılamayan gücünün göstergesi ve Hıristiyan Bizans'a atfedilen en değerli pagan miras olarak kalmıştır.
II. Teodosios Surları önceden de oldu- ğu gibi hâlâ kentin fiziksel, simgesel ve ta- rihsel çeperlerini belirler. Konstantinopolis
halkının günlük yaşam güvencesinin iki bileşeni, surların gücü ve kutsal ikonların etkisine olan inançlarıydı. Önce Doğu Roma,
ardından da Bizans İmparatorluğu, kuruluşundan başlayarak sayıları giderek artan düşman halklar ve devletler tarafın- dan tehdit
edilmişti. Doğu Roma impara- torları, bozkır göçerlerinin saldırılarından
o denli korkuyorlardı ki, 507-511 arasın- da, surlara ek olarak I. Anastasios (491- 518), kara surlarının yaklaşık 65 km dışın- da,
Marmara kıyısındaki Selimbria (Silivri) ile Karadeniz'deki Derkoz (Terkos) Gö- lü'nden 70 km'lik bir alanı kapsayacak uzun suru inşa
ettirmişti.2 Saldırganlar birçok kez kent kapılarına dayanmış, kent çevresini yerle bir etmiş, hatta bir keresin- de de kenti ele
geçirmiştir. Yine de surlar kentin bin yıllık tarihinin temel dayanağı ve ölümsüzlüğünün simgeleri olarak kaldı. Çin Seddi göçerlerin
istilasına karşı dura- mamış, Mezopotamya ve İran'daki hiçbir büyük savunma sistemi kentlerin yok ol- malarını engelleyememişti.
Konstantino- polis ise, sınırlı sayıdaki askeriyle Hun- lar'dan Avarlar'a, Araplar'a, Bulgarlar'a, Vikingler'e ve Türkler'e kadar, güçlü
filo- lara ve daha kalabalık ordulara karşı kendi- ni savunabildi.
En basit askeri savunma araçları olma- larına karşın Konstantinopolis surları ta- rihte eşi olmayan bir performans sergile- mişlerdir.
Kent surlarının yapımında bü- yük boyut, doğru tasarım ve topografya- nın olanakları temel öğelerdir. Bizanti- on'dan ortaçağ
Bizansı'na kadar bu kente

egemen olan politik güç bir deniz devleti olmuştur ve deniz denetim altında oldu- ğu sürece hiçbir ordu bu kenti açlığa mahkûm edip
teslim olmalarını sağlaya- mamıştır. Oysa Türk döneminde Osman- lı başkenti 19. yüzyıla değin tehditle kar- şılaşmamıştı.
Türkler'in bu savunma sis- temine gereksinimleri olmadı. Fetihten hemen sonra bu savunma sisteminin kul- lanılmaz olması, Bizans
kentinin surlarla olan ilişkisinin özelliğini göstermeye ye- ter. Teodosios Surları'nın inşasından ön- ce kent Constantinus ve II.
Constantinus döneminde kurucunun öngördüğü şekil- de gelişmiştir. Valens kendi adıyla anılan sukemerini tamamlayarak, I.
Teodosius da Augusteion ile limanlar arasında kalan Strategion'u yeniden inşa ederek kenti zenginleştirmişlerdir.3 I. Teodosius
ayrıca 393'te Tauri Forumu'nu yaptırmış, 403'te de Arkadios Forumu'nu tamamla- mıştır. 4. yüzyılın sonunda nüfusun daha da
artmasıyla Haliç ve Marmara kıyıların- da yeni mahalleler kurulmuştur. Kent surları dışında kalan Sykai ve Blahernai mahalleleri ise
artan Hun ve Germen sal- dırılarına karşı savunması zor bölgelerdi. Constantinus surları dışında, özellikle de Marmara kıyılarında
soyluların büyük arazileri vardı. Ayios Mokios gibi bazı ki- liselerle bir dizi manastır da kent surları dışındaydı. Kentte kurulan ilk
manastir olan ve Suriyeli bir keşişin 382'de Psa- mathion'da (Samatya) kurduğu Dalma- tou Manastiri sur dışındaydı.4 Sonunda
Blahernai mahallesini de içine alarak sur içi alanı yüzde 40 genişletecek yeni bir savunma sistemi kurulması zorunlu hale gelmişti.
5. yüzyılın ilk yarısında Romalılar, iki başkentin, hem Roma, hem de Konstanti- nopolis'in surlarını aynı sırada yeniden in- şa
ederek güçlendirmişlerdi. Roma'da 272-279 arasında Aurelianus ile Probus yeni surlar inşa ettirmişlerdi. 309-312 ara- sında
Maxentius tarafından onarılarak yükseltilen bu surlar 402-403'te Got sal-
dırılarına karşı yeniden onarılarak yükselti- lirken, Teodosios Surları da 410-442 ara- sinda Hun saldırılarına karşı tamamlan- mıştır.
Aurelianus Surları 18 km uzunlu- ğundayken Teodosios Surları 19 km uzunluğundaydı ve 1400 hektarlık bir ala- nı çevreliyordu.
Bu kapsamlı savunma sisteminin inşaatı 410'dan 442'ye kadar sürdü. İlk bölümü, II. Teodosios'un çocukluğu sırasında Pra- efectus Antemios
tarafından yapılmış, ama bu bölüm, 447 depreminde kısmen yıkıl- dığı için, yine II. Teodosios'un hüküm- darlığı sırasında, Praefectus
Konstantinos tarafından onarılmış ve ikinci bir savunma sistemi inşa edilmiştir. İkinci surların çok çabuk yapıldığı, Teodosios Surları üzerin-
deki şu yazıttan anlaşılır: "Teodosios'un emriyle, konstantinus (dönemin praefec- tus praetorio'su) bu surları iki aydan az bir zaman içinde
başarıyla yapmıştır."5 A. Grabar'ın sözleriyle:
On yıllar boyunca etkin bir biçimde sürdürü- len bu büyük girişim, inşaat alanının her kolunda uzmanlaşmış ustalar için bir meslek okulu işlevi
görmüştür. Burada edindikleri beceriler onları başka mimarlık işlerinde, özellikle de 6. yüzyıl içinde kentin her yanında inşa edilen büyük to-
nozlu kiliselerin yapımında, hayranlık uyandıra- cak kadar yetkin kılmıştır.6
KARA SURLARI VE ÇEVRESİ
Teodosios sur sisteminin planını, ken- tin nüfus artışından çok, arazinin doğal yapısı ve savunma zorunlulukları belirle- miştir. Yukarıda da
belirtildiği gibi, Cons-

tantinus Surları ile yeni surlar arasındaki alan kent tarihinin hiçbir döneminde tam dolmamıştır. Hora Manastırı ve büyük sarnıçlar
dışında kentin bu bölümünde hiçbir önemli yapı inşa edilmemiştir. As- linda bu yeni surların inşasından sonra da, 12 yönetim bölge
şemasının değişmemesi, eski yerleşim çekirdeğinin çevresinde oluş- turulan bu kuşağın önemli bir yerleşme bölgesi niteliği
taşımadığını gösterir. Ken- tin, Teodosios Surları'yla belirlenen batı sınırları 20. yüzyıla değin geçerliliğini ko- rumuştur. İlginç bir
gözlem de eski kent surlarının büyüklüğü ile varlığının kentin batı yönündeki gelişmesini engellemiş ol- masıdır. Osmanlı dönemi
İstanbul'unun sur dışında Boğaziçi, Haliç'in kuzey kıyı- ları, Üsküdar ve Kadıköy'e uzanan bölge- lerde gelişmiş olmasına karşın,
surlar di- şında batıya doğru çok az gelişmesi yorum bekleyen bir tutumdur.
Surlar imparatorlar tarafindan sürekli onarılmıştır. 8. yüzyılın başlarında kötü durumda olan kara surları, Yeşiller'in Constantinus'u
bile geçtiğini söyleyerek övdükleri III. Leon (717-741) tarafin- dan büyük ölçüde onarılmıştır.

biri olarak, gerçekten de barut öncesi sa- vaş dünyasının en büyük savunma siste- miydi. Topografya içinde görkemli boyut- larıyla
etkili bir mimari oluşturan surların ortaçağ Bizans'ını değerlendirmedeki öne- mi kent yaşamında, içinde barındırdıkları uygar
cennetin güvencesi ve güvenliğinin bir simgesi olmalarıydı. Kentlinin hayalin- de surlar sivil ve askeri kapıları, kuleleri, hendekleri ve
köprüleri, limanları, rıhtım- ları ve iskeleleri, bunların çevresindeki eki- li alanları, duvarlar içindeki manastir ve villaları; düşman
saldırılarının veya impa- ratorların zaferden dönüşlerinin anıları, ya da halkın birlikte çalışarak bir tür imece şeklinde
gerçekleştirdikleri onarımlarla birlikte, Konstantinopolis yaşamının ayrıl- maz öğesi idiler.
Teodosios Surları, kentlilerin bireysel çabalarıyla inşa edilmişti. Codex Theodosi- anus'a göre, surların yapımına katkıda
bulunmayan yurttaş yoktu. "Yıllık arazi vergisinin üçte biri giderlerin karşılanması için kullanılacak, bu miktarın üzerindeki bütün
harcamalar yurttaşlardan kesilecek- ti". Surların onarımın sorumluluğu arhon tou teihon diye bilinen bir yöneticiye aitti.
Kentin tarihi boyunca surlar sürekli tahrip oluyor ve onarılıyordu.9 Surların her bö lümünü, güneyden kuzeye doğru numara- lanmış
bir garnizon bölüğü kontrol edi- yordu.
İki aşamada inşa edilen bu savunma sis- temi beş bölümden oluşuyordu. Ana du- var (mega teihos ya da esoteihos) alt bölü- mü yaklaşık 5 m
kalınlığında olan 10-13 m yüksekliğindeki bir duvardı. Dış duvar (mikron teihos ya da eksoteihos) 1-2 m ka- lınlığında olup, dış terastan 8 m, iç
teras- tan da 3 m yüksekti. İki duvar arasında bulunan teras (peribolos) dış duvardaki as- kerlerin özgürce hareket etmesini sağlaya- cak biçimde
yaklaşık 18-20 m genişliğin deydi. Dış duvardan önce 20 m genişli- ğinde, hendeğe doğru bir insan boyunda olan mazgallı bir başka teras
(parateihon) bulunmaktaydı. Hendek de (tafros, souda) 20 m genişliğindeydi ve definliği 5-7 m arasında değişiyordu. Hendeğin kalın du-

varları vardı ve suyun azlığından ötürü ço- ğu zaman içi boştu, kimi bölümleri ise toprakla doldurulmuştu. Çaprazlama du- varlarla
oluşturulan bölmelerin içinde biri- ken suyun, gereğinde çevre bölgelerde oturanların su gereksinimini karşılamak için kullanıldığı
düşünülebilir. Son Türk saldırısında olduğu gibi10 hendekler çoğu kez boş olmakla birlikte, bir piyadenin si- lahlarıyla birlikte, ateş
altında iç duvara tırmanması olanaksızdı. Böylece, kente denizden saldıran ve yangın çıkaran 4. Haçlı hücumu dışında, bu
etkileyici koru- ma sistemi, ancak Türkler'in son saldırı- sında topların da yardımıyla aşılabilmiştir.
Kara surları, Marmara kıyılarında Mer- mer Kule'den Tekfur Sarayı'na uzanıyor- du. Surların Haliç'e olan uzantısı, Blaher- nai
çevresinde sonradan yenilenen yapılar- la yıkılmıştı. Büyük olasılıkla bu yeni sur- lar, Blahernai mahallesinin eski surlarıyla
birleşiyordu. 447'deki kuvvetli deprem, surların büyük bölümünü harap etmiş ve 57 kulenin yıkılmasına neden olmuştu.
Kentin eteklerine ulaşan Hunlar, ağır taz- minatlar ve haraçlarla kentin dışında tutul- maya çalışılırken, Doğu praefectus praeto-
rio'su Constantinus, üç ay içinde surları onarmıştı. Surların üzerinde 10 büyük ka- pı ile bir dizi hizmet kapısı bulunuyordu; büyük
kapıların her biri iç ve dış surlara açılacak biçimde çift yapılmıştı. Ana du- varlarda kapılar iki yandan güçlü kulelerle desteklenmişti.
Yalnızca törensel giriş ve çıkışlarda kullanılan imparatorluk kapısı Porta Aurea'nın dışındakilerin tümü hal- kın da kullandığı
kapılardı. Yalnızca iç du- varda peribolos'a açılan hizmet kapıları as- keri amaçlarla kullanılıyordu. Hendeklerin üzerinde olağan
köprüler vardı.
Surların, Marmara kıyısındaki kuleden başlayıp 900 m sonra ulaştıkları Porta Aurea, heybetli bir kale görünümündey- di. Batıya
uzanan Via Egnatia bu kapı- dan başlıyordu. İki yanında mermerden iki büyük dikdörtgen kule bulunan kapı,

üç açıklığı olan bir zafer takı gibi tasar- lanmıştı. Kapının üstünde I. Theodosi- us'un, Nike'nin ve kentin talihini temsil eden bir kadın
heykelinin yanı sıra bir grup fil heykeli de vardı. Bu zafer takı surlarla çok iyi bütünleştiğinden, bilim adamları, I. Teodosius
heykeliyle ortada- ki kemerde, II. Teodosios'un yaşamıyla ilgili olması olanaksız bazı olayları nakle- den bu yaldızlı tunç yazıtın
varlığını açıklamakta zorluk çekmektedirler. Ger- çekten de II. Teodosios'un yaptırdığı bir kapıya I. Teodosius'un heykelini dikmek
paradoksal bir durumdur. Yeni surların yapımından önce, bazı yerleşme alanları- nın Marmara yönünde, yani yedinci tepenin
bulunduğu platonun güneydo- ğu yamacında zaten var olduğu ve I. Te- odosius'un kemerinin bu yerleşmelerin batı ucunda bir
Zafer Takı olarak inşa edilmiş bulunduğu ve sonradan da II. Teodosios surlarıyla bütünleşmiş olacağı varsayılabilir.
Porta Aurea, önceden de belirtildiği gi- bi temel olarak imparatorların zafer giriş- leri için kullanılmaktaydı. Roma İmpara- torluğu bu
zafer kutlamaları ve onların anılarıyla yaşamıştır. Teofanes bir zafer alayını şöyle anlatır:
Altın Kapı önündeki düzlükte kıtalar dizilmiş, Hebdomon ya da Blahernai Sarayı'ndan gelecek imparatoru bekliyordu. Alayın
başında birkaç bölü ğe ayrılan ve askerlerce gözaltında tutulan esirler vardı. Arkasından flamalar, silahlar ve başka savas
ganimetleri geliyordu. Sonra harikulade bir beyaz at üzerinde oturan, altın ve incilerle işli uzun peleri ni, başında tacı, sağ elinde
asası, yanında muzaffer kılıcı bulunan imparator geliyordu. Yanında gene bir beyaz at üstünde oğlu ya da o günün "kayser" göz
alan bir başka ışık gibi duruyordu. Sonu gelme yen bir imparatorluk korteji büyük kemerli kapıdan içeri girince sivil yetkililer öne
çıkarak saygılarını sundular ve fatihe altın ve defne yapraklarından ya pılmış bir taç sunarak, karşılığında büyük bir bahşiş aldılar.
Yeşiller ve Maviler de "Bize hükümdarımızı zaferle taçlandırılmış olarak geri veren Tanrı'ya şü kürler olsun! Seni, Romalılar'ın
imparatorunu yü celten Tanrı'ya şükürler olsun! Size, Kutsal Üçlü'ye şükürler olsun, çünkü biz imparatorlarımızın zafer lerini
görebildik! Hoş geldiniz, Zafer kazananlar en yürekli hükümdarlar!" diye haykırdılar. 12
Altın Kapı'dan kuzeye doğru, halk ka- olan Pege (Silivri) Kapısı'na gelmeden pisi önce Ksilokerkos (Belgrat) Kapısı vardı. Silivri Kapı dışındaki
Pege yerleşmesi (bu- gün Balıklı) imparatorun bir konutunun bulunduğu önemli bir tatil yeriydi ve im- paratorun ziyaretleri sırasında Pege Kapı-
sı'nda da tören yapılırdı.13
Bir halk kapısı olan Region Kapısı (Mevlevihane), Küçükçekmece'ye giden yol üzerindeydi. Bundan sonraki kapı, II. Mehmed'in
toplarını doğrulttuğu ve bu nedenle bugün Top Kapısı olarak bilinen Aziz Romanos Kapısı'ydı (adını çevredeki aynı adlı kiliseden
almıştı). Lykos vadisin- deki Pempton Kapısı'ndan sonraki en önemli kapı Harisius (Edirne) Kapı- sı'ydı.14 Mese bu kapıya
Filadelfion'dan başlayıp, Havariyun Kilisesi'ni geçerek va- riyordu. Romanos ile Harisius kapıları ara- sında, surların mesoteihion
olarak bilinen bölümü, kentteki tek akarsu olan Lykos deresinin üzerinden geçiyordu. Zemin düzeyindeki bölümü saldırılara en açık
olan noktaydı. 1453'te imparator ve Ce- neviz komutanı Giustiniani, Türkler'in baskılarına karşı surların bu bölümünü sa-
vunmuşlardır.
Harisius Kapısı kentin en yüksek nok- tasıydı. Surlar, buradan Haliç'e doğru, derin bir vadinin doğu yamacı boyunca uzanıyor ve
saldırıları zorlaştırıyordu. Te- odosios Surları, bugün hâlâ ayakta olan Tekfur Sarayı'nda sona erer, bundan son- ra izlediği yol pek
bilinmez. Son askeri kapı olan Kerkoporta'nın (ya da Ksiloker- kos), kentin Türkler tarafından fethiyle ilişkili bir hikâyesi vardır.
İsaakios Ange- los tarafından inşa edilen bu kapının ya- nında bir de kule vardı. Türkler'le yapılan savaşın son aşamasında,
askerlerin peribo- los'a geçebilmeleri için açılan kapıyı gören bir grup Türk askerinin kapıya hücum ederek peribolos'a girmeleri ve
iç duvara tırmanarak kuleye bayrak dikmeleri, riva- yete göre Bizanslı askerler arasında panik yaratmıştı. 15 Sur sisteminin, kentin
batı
ucundaki noktasında karmaşık bir geçmi- şi vardır. Çeşitli imparatorlar tarafından yeniden yapıldığı ve genişletildiği için Blahernai
mahallesinin 626'daki Avar sal- dırılarına kadar duvarlarla çevrili olduğu düşünülür. Avar tehdidinden sonra He- rakleios, uzun bir
sur inşa ettirmiştir. Bu sur, Monoteihos Blahernon adıyla anılan ve üzerinde üç tane büyük altıgen kule bulunan tek bir duvardı.
Buradaki kapı

Blahernai mahallesine hizmet verdiği için aynı adla anılıyordu. 16 V. Leon (Ermeni), 813'te, mahalleyi Bulgar saldırılarına kar- şı
daha iyi koruyabilmek amacıyla, Herak- leios'un suru önünde bir dış (tampon) bölge oluşturmuştu. Bir yüzyıl sonra iki sur arasındaki
bu bölge, beş büyük kulesi ile Pentapirgion olarak anılmaya başlandı. Manuel I. Komnenos (1143-80), Kom- nenoslar'ın içinde
oturmayı yeğledikleri yeni imparatorluk sarayını (Blahernai Sa- rayı) daha iyi koruyabilmek için surlara ekler yapmıştı. Kentin
kuzeybatısında surlarla korunmuş olan küçük tepe üs- tündeki Komnenos Surları ve değişik bi- çimlerdeki dokuz kulesi insanda
burası- nın ele geçirilemeyeceği duygusunu

uyandırır. Komnenos Surları yaklaşık 400 m ötede İsaakios Angelos Kulesi'yle sona erer. Niketas Honiates'e göre bu kule,
imparator tarafından konut olarak da kul- lanılıyordu. (Osmanlı imparatorluk mi- marisinde de kule benzeri kimi köşklere rastlanır.
Bunların bir örneği Edirne Sara- yı'nda bulunmaktadır.) Kule "yakınların- daki harap kiliselerden ve kentteki başka kamu
yapılarından bu amaç için hunharca sökülen taşlarla yapılmıştı."17 Anemas Kulesi ya da Zindanı olarak anılan kule de surların bu
bölümünde yer alır. Mil- lingen, kulenin Blahernai Sarayı terasının altyapısını ve savunmasının bir bölümünü oluşturduğunu öne
sürer. Sonunda bir zindana dönüştürülmüştür.18 Komnenos Surları'nda üç kapı bulunmaktaydı: Orta- daki ana kapı, adını asker
postalları üre- tenlerden (caligae) alan Kaligaria Kapısı (Eğri Kapı),19 sarayın kullanımına ayrılan kuzeydeki Gyrolimne Kapısı ve
güneyde- ki küçük uğrun kapı. Herakleios surları yanındaki son kapıdan sonra Teofilos ta- rafından yapıldığı sanılan surlar denize
kadar uzanıyordu. Kosmidion'a en yakın olan Ksiloporta (Ayvansaray) Kapısı daha çok saraya hizmet ediyordu.

BLAHERNAİ SARAYI VE MAHALLESİ


Ayvansaray
Yarımadadaki platonun yamaçlarındaki sur içi yerleşme, Blahernai (Ayvansaray), Constantinus Surları'nın dışındaydı. Sur- larla
çevrili bu Antik Çağ yerleşmesi bü- yük olasılıkla Haliç'in sonuna kadar de- vam eden Kosmidion Yolu üzerine serpiş- tirilmiş
yerleşmelerden biriydi. 5. yüzyıla değin yönetsel özerkliğe sahip olan Bla- hernai mahallesinde bir kilise, bir hamam,

bir tiyatro, bir saray, bir nimfaion, 167 iki revak vb vardı. Önemini kısmen, Ayasofya'dan sonraki en önemli kilise olan ve içinde
Meryem Ana'nın şalının mi- (mafarion) korunduğu Blahernai Kilise- si'ne (Teotokos ton Blahernon Kilisesi) borçluydu. Bazilikal
planlı olan bu kilise- nin yapımına İmparatoriçe Pulheria başla- mış, I. Leon (457-474) bitirmişti. Kilise 1434'te yandıktan sonra bir
daha yapıl- madı. Çoğu kez imparatorların ziyaret et- tiği, Haliç'e ve bütün kente hâkim güzel manzarasıyla topografik açıdan üstün
ko- numdaki, neredeyse ele geçirilmesi ola- nünü naksız görülen bu alan sonunda buraya a bir saraylarını inşa ettiren
Komnenoslar'ın il- gisini çekmişti.

Blahernai Sarayı bir triclinos, yani bir ana salon ve ona bağlı bir pavyonun bu- apısı lunduğu küçük bir konut olarak kurul- muş,
sonradan üç tane daha triclinos ekle- nerek büyütülmüş ve sonunda Blahernai Kalesi ortaya çıkmıştır. Saray halkı, insan- ların
öldürüldüğü, ayaklanmaların ve her türlü karmaşanın sürdüğü bir kentte böy- lesi korunmalı bir yer bulmanın çekiciliği- ne kapılmış
olmalıdır. İmparatorlar genel- likle saraya deniz yoluyla geliyor, Ksilo- porta Kapısı'nın önündeki rıhtımda iniyor ya da atla Haliç
kıyısını izliyordu. Komne- nos Hanedanı'nın en parlak dönemi olan 12. yüzyılda, sarayın zenginliği ve görke- mi Avrupalı prensleri
hayran bırakmıştır. Aleksios I. Komnenos (1081-1118) Haç- lılar'ın komutanını bu büyük triclinos'un- da kabul etmişti. Blahernai
saray komplek- sinden günümüze ulaşan tek yapı Tekfur Sarayı'dır. Kalenin dışında, duvarlarla çev- rili bağımsız bir yapı olan bu
sarayın çev- redeki kırlara ve Haliç'e bakan engin bir manzarası vardır. Çoğunlukla 13. yüzyılın sonlarına tarihlenen bu üç katlı
yapı, ze- min katında bir arkadla, üst katlarda da kemerli pencerelerle bölünmüş bezemeli cepheleri, doğu ve güney cephelerdeki
çıkma balkonları ve tavanı iki kat yüksekli- ğindeki merkezi salonu ile, Bizans mimar-

lık tarihinin başkentte ayakta kalan tek im- paratorluk konutu örneğidir.
HALİÇ KIYILARI: SURLAR VE LİMANLAR
7.5 km uzunluğunda bir koy olan Ha- liç, antik dünyanın en büyük doğal li- manlarından biriydi. Limanları, iskeleleri, rıhtımları, ticari
alanları; tüccar İtalyan kent devletlerine tanınan imtiyazlar; tica- ret gemileri, Neorion'daki Bizans deniz filosu; Akdeniz ve Karadeniz
kıyılarından gelmiş, gündelik hayatlarında Galata, Hrisopolis ve Bitinya arasında gidip gelen her ulustan, her dili konuşan insanları;
Galata ve Konstantinopolis'teki güçlü ku- leler arasında limana girişi engelleyen zin- cir; gözlem ve savunma amacıyla kullanı- lan
surları ve kapıları; surlar boyunca düş- man gemileriyle yapılan çarpışmalar, Ha- liç kapsamında başkentin tarihi ve yaşa- mının en
önemli özellikleridir. Haliç sur- ları ve dar kıyı şeridine açılan kapılar bu etkinlikler bağlamında ele alınmalıdır.20 Haliç boyundaki
bugün çoğu yıkılmış olan deniz surları, batıda Ksiloporta'dan başlayıp, doğuda Akropolis'in altındaki Sarayburnu'na çok yakın bir
yerde, lima- nın girişindeki Eugenius (Yalı Köşkü) Ka- pısı'nda sona ermekteydi. Bunlar Teodo- sios Surları'nın bir bölümünü
oluşturu- yordu. Bu kapının yanında, Kentenarion adıyla anılan ve Haliç'in düşman gemile- rine karşı kapatılmasını sağlayan
zincirin bağlı olduğu güçlü bir kule vardı. Zinci- rin öbür ucu da karşı kıyıdaki Galata'da bulunan Porta Catena'nın21 yanındaki

Kastellion ton Galatou olarak anılan kale- nin kulesine bağlıydı. Eugenius Kapı- sı'nın özel bir işlevi vardı: İmparatorun gelin adaylarını getiren
gemiler bu kapıya bağlanan Timaseus'a (Scala Timasii) ya- naşıyorlardı. Bu iskeleyi Arkadios yaptır- mıştı. İmparatorlar gelin adaylarını bura-
da karşılar ve onları saraya at üzerinde götürürlerdi.22 Eugenius Kulesi'nin batı- sında Bizantion ve Konstantinopolis kentlerinin limanı
bulunuyordu. Bu li- manların hepsi geçen yüzyıllar içinde dol- durulmuş, yıkılmış ve üstlerine inşaat ya- pılmış olduğu için biçimlerine, surlarla
olan ilişkilerine ya da tam konumlarına ilişkin fiziki ipucu yoktur. Dolayısıyla İs- tanbul'un en karmaşık topografik sorun- ları arasında eski
liman alanı belki de çö- zülmesi en zor olanıdır. Türk döneminin Yalı Köşkü Kapısından Eminönü'ndeki Yeni Cami'ye kadarki 600 m'lik kıyı
şeri- di limanlar, kapılar ve iskelelerle doluydu. Daha büyük, ama iyi korunaklı olmayan Prosforion Limanı'nın ticari bir liman, daha küçük, ama
korunaklı olan Neori- on'un ise tersane olduğu ve belki de Prosforion'un içinde kaldığı kabul edi-
lir.23 Neorion Limanı, Neorion Kapısı'na denk düşer. İlk Yunan kentiyle birlikte kurulan bu eski liman, Severus tarafindan
genişletilmiş ve Konstantinopolis döne- minde hem ticari liman, hem de tersane (eksartesis) işlevi görmüştür. Küreklerin (koparia)
yapıldığı atölyeleri de içeren bu liman imparatorluk donanmasının lima- nıydı. Neorion Kapısı çevresinde 16. yüz- yıla kadar varlık
gösteren bir Yahudi ce- maati yaşamaktaydı. Dolayısıyla Türk dö- neminde bu kapı Yahudi Kapısı (Çifit Ka-

pı) olarak bilinir.24 Prosforion Lima- nı'nda kenti Halkedon'a (Scala Chalce- donensis) bağlayan bir iskele vardı. Kara- deniz ve
Halkedon'dan gelen mallar bu- rada indirilirdi. Limanın yakınında bir de Boosforos ya da Bosforos olarak bilinen ve Konstantinos V
Kopronimos (741- 775) döneminde Tauri Forumu'na nakle- dilen bir sığır pazarı, "sığırların Asya'ya gönderilmek üzere gemilere
yüklendiği” bir alan vardı.25
Prosforion, imparatorlukların çevresine rıhtımlar inşa ettikleri gerçek bir ticari li- mandı. Notitia limanda buğday ve yağ için beş
büyük ambar (horrea) yapıldığını yazar.26 İçinde hücrelerin bulunduğu çok büyük ve yüksek dikdörtgen yapılar olan bu
ambarlardan üçünü Constantinus, Va- lens ve I. Teodosius inşa ettirmiştir. Çoğu büyük yangın bu limanlardan başlamış, eski
rıhtım, 462 yangınında bütünüyle yok olmuştur. Rıhtımlar ve iskele (ska- lai)27 liman alanının canlı yaşamına katkı- da bulunan
öğelerdi. Küçük ya da büyük olsun, ister özel olarak, isterse kent tara- findan yaptırılsın, hepsi kent taşımacılığı- na ve ticaretine
hizmet ediyor, büyük ge- milerin bağlanabilecekleri bir alan sağlı- yorlardı.
Limanlarda her zaman büyük bir et- kinlik ve karmaşa olmuştur. Eski fotoğraf- larda gördüğümüz gibi, Haliç kıyılarında- ki Galata, Eminönü ve
Sirkeci 19. yüzyıl- da da aynı canlı liman yaşamını sürdür- müşlerdir. Kentin deniz ticaretinin büyük bölümü Karadeniz yoluyla yapılıyordu.
Lazica'dan (Doğu Karadeniz) deri, esir, mısır, tuz, şarap, Uzakdoğu'dan ipek ve baharat Trabzon yoluyla Prosforion Li- manı'na geliyordu.
Akdeniz ticaret yolu da aynı limanda ve Haliç'in içlerine doğ- ru sıralanmış rıhtım ve iskelelerde sona eriyordu. 12. yüzyıldan sonra İtalyan tüc-
carlarının rekabeti başladı ve İtalyan tüc- carlar sonunda Bizans ticaretini ele geçir- diler.
Prosforion Limanı'nın arkasındaki
Porta Bonu ya da Porta Veteris Rektoris, Ceneviz mahallesine ve Cenevizli tüccar- lara verilen rıhtıma bağlıydı.28 İtalyan ti- caret
kentlerine verilen imtiyazlar Cene- vizler'e de verilmeye başladı. Ceneviz ma- hallesinin batısına, Amalfili ve Pisalı tüc- carlar
yerleşti. Bunları, Aleksios I. Kom- nenos'un verdiği imtiyazlarla, öbürlerin- den çok daha geniş bir alana yayılan Ve- nedikliler
izledi.29 Kıyıda Venedik iskele- leri, Yahudi mahallesine de hizmet veren Yahudi Kapısı'nın rıhtımından başlıyordu; bu kapı İtalyan
belgelerinde Porta Perama olarak geçer.30 Türk döneminin Balık Pa- zarı Kapısı'na (sonradan Yemiş İskelesi) denk düşen Perama
Kapısı (Peramatos) iskeleye dönüştürülerek, Galata ile Kons- tantinopolis arasındaki hattı oluşturmuş- tur. 19. yüzyıla kadar
değişmeden kalan bu iskelenin yerine aynı yönde eski Galata Köprüsü inşa edilmiştir. 6. yüzyılda Pera- ma Kapısı ile Galata
arasında işleyen tek- nelere Transitus Sycarum (Sykai = Galata) ya da Iustinianos'tan ötürü Transitus Jus- tinianorum denilmişti,
çünkü İustinianos, Sykai'de surları, tiyatroyu ve St. Irene Ki- lisesi'ni inşa ettikten sonra bölgeye İusti- nianopolis adını vermiş ve
kent statüsüne yükseltmişti. Erken dönemin balık ve ba- harat pazarları günümüze değin yerlerini korumuşlardır.31 Haliç kıyılarında
Bizans'tan Türk dönemine değin izlenen bu işlev sürekliliği, endüstri dönemi önce- sinde, kentsel işlev dağılımının ne denli doğal
topografyaya bağlı olduğunu gös- termesi açısından ilginç bir olgudur. Emi- nönü'nden Unkapanı'na doğru iki kapı daha vardı:
Zindan Kapı (adını Bizans dö- neminde yakınındaki Ayios İoannes Kili- sesi'nden almıştır) ve Vigla olarak da bili- nen Drungari
Kapısı (Odun Kapısı).32 Venedik imtiyazları bu kapıda sona er- mekteydi.
Genellikle her kapıda aynı adla bir de iskele (scala) bulunmaktaydı. Kıyı boyun- ca surlarla deniz arasında geniş olmayan bir alan
vardı. Burada limanlara ulaşan yolun adı Drungaria Yolu'ydu. Kereste nakliyatı ve depolaması için kullanılan Drungari'deki iskele bu
işlevini aynı adla Türk döneminde de sürdürmüştür. Drungari Kapısı çevresindeki üçüncü rıh- tım alanı Bizans Dönemi'nde Zeugma
olarak da bilinirdi. 12. yüzyılda, Venedik- liler'e verilen bölgede iki kapı daha vardı: Venedikliler tarafından açılan bir tanesi Porta S.
Marco, öbürü de, adını bu kapı yanında yaşayan saray askerlerinin adı olan Hicanati'den alan, Porta tis İkaniti- tus'du. 12. yüzyıldan
sonra, Ragusalılar, Provanslılar, Ankonalılar ve İspanyollar gibi başka Akdenizli tüccarlar ile surların arkasında yaşayan Almanlar,
limanı tam bir Akdeniz ticaret ortamı haline getir- mişlerdi.
Dördüncü ve beşinci tepelerin arasın- daki vadi (bugün Atatürk Bulvarı), Plateia olarak bilinen büyük düzlükteki (bugün Unkapanı) Porta
Platea'da bitiyordu.33 Daha Teodosios Surları yapılmadan önce de, vadi boyunca sukemerine uzanan, ora- dan da Bovis Forumu'na inen ve
Havari- yun Kilisesi'ne giden yolu kesen başka bir yol olduğu açıktır. Sukemerinin ortasında- ki daha büyük kemer açıklığı bu yolun varlığına
işaret edebilir.
Daha batıda yer alan Latinler'in Porta Puteas'ına (Cibali Kapısı) Yunan kaynakla-
rında değinilmemiştir. 34 Ayia Teodosia Kapısı (Aya Kapı) adını, bu bölgede hâlâ ayakta olan Ayia Teodosia Kilisesi'nden (Gül Camisi)
almıştır.35 Bu kilise geçmi şinde trajik bir olaya sahne olmuştu: Ayia Teodosia'nın yortu günü 29 Mayıs'tır. 29 Mayıs 1453'te çoğu kadın olan
kalabalık bir cemaat, azizelerinden yardım istemek ve her zamanki gibi dua etmek için bu kü- çük kiliseye gelmişti. Oysa kent o sabah Türkler'in
eline geçmişti ve bir grup Türk askeri kiliseye baskın yaparak kilisedekileri tutsak etmişlerdir. 36
Bundan sonraki kapı, Petrion mahalle- sine hizmet eden Petri Kapısı'ydı. Bu ma- halle Petrion Kalesi ile Büyük Constanti- nus'tan
önce 230-237 arasında inşa edil- miş olan Ayia Eufemia Kilisesi'yle ünlüy- dü. Bizantion surlarının dışında kalan bu mahallenin de
bağımsız surlarla çevrili ol- duğu sanılır. "Siyasal açıdan uygun olma- yan bazı üst düzey hanımların alıkonul- dukları" büyük
Petrion Manastırı da bura- daydı.37 Batıya doğru, kıyısında bir fene- rin bulunduğu kapıya Porta Fanari (Fener Kapısı) deniyordu.
Haliç'teki bu önemli mahallede, özellikle Türk döneminde Rumlar oturuyordu. Daha batıdaki Kine- gion Kapısı38 diye de bilinen,
İoannes Prodromos Kapısı (Balat Kapısı) adını, bi- tişik tepedeki Ayios Ionnes Prodromos Manastırı'ndan almıştı.39 Timur'un Se-

merkand'daki sarayına İspanya elçisi ola- rak giden Clavijo, Petra (Kesme Kaya) de- nen bu yerde Blahernai Sarayı yakınındaki Teotokos ton
Blahernon Kilisesi'ni ziyaret etmişti.40 Paleologoslar döneminde ünlü olan bu manastir ve kilise 15. yüzyıl başla- rinda hâlâ ayaktaydı. Clavijo,
kilisenin fi- gürlü mozaik bezemelerine ve zengin eş- yalarına hayranlığını belirtmiştir. Mimarlık ve kent tarihçileri için ilginç olan, Clavi- jo'nun
betimlemesinde avlunun, şadırvanı ile bir Türk mescit ya da zaviyesininkiyle hemen hemen aynı olmasıdır. "Binaların önündeki revaklarla
çevrilmiş" bir avluya giren Clavijo, şunları yazar:
Burada serviler ve çok sayıda başka ağaçlar var- dı. Ötede, kilisenin ana girişinin yanında, sekiz mermer sütunun taşıdığı güzel bir
kubbeciğin altın- da bir çeşme vardı ve çeşmenin teknesi beyaz mer- merdendi,41
Kinegion diye bilinen mahallede, olası- lıkla Blahernai Sarayı'na hizmet veren kü- çük bir liman ya da daha doğrusu bir rıh- tım
vardı. Clavijo, Blahernai Sarayı'ndan gelen imparatorun temsilcilerince bu kapı- da karşılanmıştı.42 16. yüzyılın ortalarında burada,
bu küçük limana ait olabilecek üç kemerli bir duvar bulunuyordu.43 Bu rıh- tım belki de deniz surlarının sonuna kadar uzanıyordu.
Kaynaklarda adı geçen Bla- hernai Neorion'u, büyük olasılıkla bu kü- çük imparatorluk tersanesiydi. Burada da gene kentteki
mekânların işlev sürekliliği göze çarpar: 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar küçük balıkçı teknelerin yapımı Ba- lat'ta sürdürülmüştür.
Teodosios bölgesi- nin son yerleşme alanı olan Kinegion ma- hallesi (Balat ve Ayvansaray), küçük Bla- hernai koyuna
bakmaktaydı. Kıyı şeridinin son kapısı ise Koilimene Kapısı'ydı (Kü- çük Ayvansaray Kapısı). Bu kapı büyük olasılıkla imparatorun
Blahernai Sarayı'na denizden gelişlerinde ya da Teotokos ton Blahernon Kilisesi'ni ziyaretlerinde kulla- nılıyordu. Bu kapının
bitişiğindeki mo- dern Ayvansaray mahallesinde kimliği tam olarak saptanamayan bir Bizans kilisesi
(Atik Mustafa Paşa Camisi) bulunmakta- dır. Bu mahallede küçük bir kilise olan Ayios Demetrios Kanabus 19. yüzyılda ye- ni
baştan inşa edilmiş ve 1597-1601 ara- sında Patrikhane olarak kullanılmıştır. İm- paratorluk iskelesinden hemen sonra sur- lar
güneye yönelir, bu köşede kara surları- nın ilk kapısı olan Ksiloporta bulunur. Bu- rada sarayın kullandığı bir iskelenin yanı sıra,
sonraları İustinianos tarafindan taştan yeniden yapılan ahşap bir köprü bulun- maktaydı. Haliç'in iki yakasını bağlayan bu köprünün
başının buralarda bir yerde olduğu bilinmekle birlikte, tam yeri sap- tanamamıştır.
Haliç'in son derece iyi bir liman oldu- ğu üzerinde bütün gözlemciler anlaşırlar. Ana liman Neorion'dan bu büyük koyun içlerine doğru ve kentin
ticaret merkeziyle doğrudan bağlantılı uzun rıhtımlara tica- ret gemileri yanaşır ve yüklerini boşaltır- lardı. Clavijo limanı şöyle anlatır:
Dört bir yandan gelen rüzgârlardan korunmuş güvenli bir liman, buraya giren her gemi aynı za- manda bütün düşman gemilerinin
saldırılarından da korunmuş olur... Su öylesine berrak ve derin ki, en büyük gemiler, hatta silahlı büyük ticaret gemileri bile kent
surlarına yanaşabilir, kıyıya iskele uzatıla- bilir. 44
İspanyol gezginin burada anlattıkları, birkaç onyıl öncesine değin Haliç'te ola- ğan bir manzaraydı. Neorion, Prosforion ve Galata
limanlarıyla Haliç boyunca uza- nan rıhtımlar günümüze değin kente hiz- met vermiştir.
Haçlı dönemine kadar ticari limanlar, kentin büyük rıhtımları ve tersaneleri Ha- liç'te yer alıyordu. Ahrweiler'e göre, son- radan I. Anastasios
tarafından genişletilen ve Notitia'da "Navalia" adıyla45 geçen

tersane I. Constantinus tarafından kurul- muştu. Bunlardan en önemlisi Neorion Limanı'ndakiydi.46 Savaş gemilerinin rıh- timi
Neorion ya da daha teknik bir terim- le eksarthesis olarak anılıyordu.47 Mihael VIII Paleologos (1261-82), 1261'den sonra ilk
filosunu büyük olasılıkla Neori- on'da inşa ettirmişti, ama Cenevizler'le Bizanslılar'ın arasında sık sık çatışma çık- tığından, sonraları
Neorion tersane ola- rak kullanılmıştır. Haliç'te üç başka tersa- ne daha olduğu bilinir. Bunlardan Neori- on'dan sonra en önemli
olanı bugün Ka- sımpaşa diye bilinen bölgedeydi. Türk dönemindeki en önemli tersane de bura- da kurulmuştu.48 Manuel
Komnenos ta- rafından kurulduğu düşünülen bir başka tersane de Blahernai mahallesine bağlı olan Blahernai Neorion'uydu. Daha
az önemli olan bu tersane vadinin dibinde, Blahernai surlarının batısında, Kosmidion yakınlarıydı. 1349-50 arasında kenti yö- neten
Manuel Kantakuzenos, Kosmidion tersanesinde bazı gemiler inşa ettirmiş- tir. 49
MARMARA KIYILARI: SURLAR VE LİMANLAR
Kentin Marmara kıyıları iki farklı özel- lik gösterir. Deniz, Sarayburnu'ndan Yeni- kapı'ya (Lykos Deresi'nin denize dökül- düğü yer)
kadar epeyce derinse de bura- dan Teodosios Surları'nın güney ucuna kadar sığdır. Bütün dönemlerde kıyıya ya- kın, kuleleri olan
tek bir duvar yeterli bir savunma sağlamıştır. Ama kentin bu ya- nında, güneyden esen firtinaların (lodos) yarattığı büyük dalgalar,
kentin savunma- sında surlar kadar etkili olmuştur. Surun eteğinde, temelde kullanılan iri kaya par- çalarının bulunması da
saldıranların önün- de güçlü bir engel oluşturuyordu. Bu alanda, doğal nedenlerden ötürü Teodosi- os Surları'ndan hiçbir parça
kalmamıştır. Günümüze ulaşan surların büyük bölü- mü, Teofilos'un (829-842) eski temeller üstüne yeniden inşa ettirdikleridir.
Kons-
tantinopolis'in tarihinde, Arap saldırıları dışında, Marmara yönünden hiçbir saldın gelmemiştir. Ancak, doğal limanların bu-
lunmamasından ötürü, kente ve saraya hizmet verecek yapay limanlar inşa edil- miştir.
Marmara surlarındaki ilk kapı, Eugeni- us Kapısı'nın batısında, Sarayburnu'ndaki Ayia Barbara (Top) Kapısı'dır. Her ikisi de askeri
azizler olan Ayia Barbara ya da Ayios Demetrios kapılarından (adları, çev redeki aynı adlı kiliselerden gelir) Top Ka- pısı, Mangana
olarak anılan askeri tersa- neye daha yakındı.50 En az kullanılanlar- dan biri olmasına karşın, iki yanındaki mermer kuleleriyle
anıtsal bir yapıydı. Manuel I. Komnenos'un Boğaz girişini, bir ucu bu kapı yanındaki kulelerin birine, öbür ucu da Asya yakasında,
Hrisopo- lis'teki Damalis tepesine yakın küçük ka- yalık bir ada olan Arcla (Kız) Kulesi'ne bağlı bir zincirle kapatmayı düşündüğü
söylenir.51 Türk dönemine tarihlenen bundan sonraki iki kapıdan birincisi olan Değirmen Kapısı'nın yerinde, Severus ta- rafından
hayvan döğüşleri için inşa ettiri- len bir anfitiyatro, Knegion bulunmaktay- dı. Knegion'un yanında, Konstantinos IX Monomahos
(1042-55) tarafindan yaptı- rılan ünlü Mangana Manastırı vardı. Ak- ropolis ile surlar arasında, doğuya bakan ve güneyde Büyük
Saray'la sınırlandırılan

bu geniş düzlük alan, etrafı bağ ve bahçe- lerle çevrili kilise ve manastırlarıyla, tarih boyunca kentin kalabalık merkezlerinden uzak bir yaşam
sürdürmüştür. Türk döne- minde bu alan, Topkapı Sarayı arazisi içi- ne alınmıştır. Türkler tarafından Demir Kapı denilen kapıda Mangana
Manastırı' na bağlı ünlü bir ayazma vardı. Burası ya- kın zamanlara değin Rumlar için kutsal bir hac yeriydi. Kilisenin arkasında I. Basi- leios
(867-886) tarafından inşa ettirilen Mangana Sarayı bulunmaktaydı. Bu böl- genin arkeolojisi, kentin antik topografisi, özellikle de antik
Bizantion surlarına iliş- kin yoğun tartışmalara yol açmaktadır. Constantinus'un ilk sarayı burada, Bizan- tion'un en güneyinde bulunan Severus
ti- yatrosunun kalıntılarıyla sınırlanmıştı.52 Akropolis'in doğu yamaçlarında da erken döneme ait önemli anıtlar bulunuyordu: Arkadios (395-
408) tarafindan inşa edilen ve kentin mücevheri sayılan Arkadianai Kaplıcası, Iustinianos Atriumu diye bili- nen heykellerle bezeli büyük halk
terası ve Meryem Ana'ya adanan en önemli kili- selerden biri olan Teotokos Hodegetria bu mahallenin ünlü yapıtlarıydı. Bu son kilise Aziz
Luka'nın yaptığı söylenen ve
kentin palladium'larından biri sayılıp zor günlerde törenlerde sokaklarda taşınan bir Meryem Ana portresiyle ünlüydü ve kentteki hac
duraklarından biriydi. Bu ikona, 1453'te kenti savunan askerlere güç vermesi için Hora Manastırı'na geti- rilmiş, ama kentin
alınmasından sonra Türkler tarafından yok edilmiştir.53 Türk dönemi İncili Köşk yakınlarında yeni ka- zıların ortaya çıkardığı
kapılardan biri Hodegetria Kapısı olabilir. Büyük olasılık- la bu kapı daha eski bir kapıya denk düşü- yordu.54 Güneydoğuya açılan
bir dizi Türk kapısını saptamak zor olsa da, Top- kapı Sarayı arazisi dışında Sergios ve Bak- hos Kilisesi yakınındaki Çatladı
Kapı'nın, Marmara kıyılarındaki ilk liman olan ve Bukoleon Sarayı'na verdiği hizmetten ötürü Büyük Saray'ın özel limanı sayılan
Bukoleon Limanı'na bağlı olduğu bilinir. Bu limanda, bir aslanın bir boğayı yenme-

sini betimleyen ünlü bir heykel vardı.55 16. yüzyıl ortalarında bu kapıda bir mer- mer aslan heykeli bulunuyordu ve bu kapı Porta
Leonis adıyla anılıyordu.56 Duvarla- rında Bukoleon Sarayı'nın cephesinin iz- lerine rastlanan57 bu liman Büyük Sa- ray'ın özel
limanı olduğu için mermer rıhtımlar, merdivenler ve çeşitli heykeller- le bezenmişti. Adına ilk kez 10. yüzyılda rastlanan Bukoleon'un
ünü büyük olası- lıkla Konstantinos VIII Porfirogenne- tos'un limanı ve sarayı geliştirmesinin ar- dından yayılmıştı. Daha sonraları
Nikefo- ros II. Fokas (963-969) saraya yeni bir villa ekleyerek burada oturmuştu.58 An- cak Patria'ya göre, liman ilk kez II. Te-
odosios tarafindan inşa edilmişti. Dolayı- sıyla 4. yüzyılın sonuna kadar Büyük Sa- ray'ın denizle doğrudan bağlantısı yoktu. Belki
de bugünkü Kumkapı'da bulunan bir sonraki Iulianus Limanı (sonradan So- fia Limanı) bu nedenle yapılmıştı. Yapı- mina İmparator
Iulianus tarafından başla- nan III. Bölge'deki bu liman Notitia'da Portus Novus olarak geçer.59 Limanın İu- lianus mu, yoksa II.
Iustinos (565-578) tarafından mı bitirildiği meçhuldür. Ha- liç'teki eski limanlardan ve Constanti- nus'un yaptırdığı sanılan Lykos
Deresi ağ- zındaki büyük Eleuterius Limanı'ndan sonra inşa edilen Iulianus Limanı, üstün- de anıtsal bir arkad bulunan yarım daire
bir mendirekle korunan büyük bir liman- dı. Dar bir kanalla birbirine bağlanan bir iç, bir de dış limandan oluşuyordu. Ken- tin
kuruluşundan yalnızca otuz yıl sonra inşa edilen liman, büyük olasılıkla, kentte yalnızca beş ay kalan Iulianus'a fazla hiz- met
vermemiş, fakat bütün kentin gerek- sinimlerini uzun süre karşılamıştır. Liman Mısır'dan gelen tahılın boşaltılmasında kullanılıyordu
ve bir de tahıl deposu (Horrea Alexandrini) vardı. Bukoleon Li- manı'nın kurulmasından önce saraya hiz- met verdiği gibi, Severus
bölgesi dışında yeni kurulan yerleşmelerin de gereksinim- lerini karşılıyordu. Liman çevresindeki bu
bölge kentin en moda semtlerinden biriy- di ve burada, Hormisdas Sarayı gibi çok sayıda saray ve kamu yapısı inşa edilmişti.
Gençliğini bu sarayda geçiren Iustinianos, sarayı onararak, Büyük Saray'a dahil et- mişti. Iustinianos ayrıca bu liman ile Te-
odosios, yani eski Eleuterius Limanı ara- sında uzun bir revak yaptırmıştı. Limanı yenileyen ya da bitiren II. Iustinos (565- 578),
karısının adına limana Sofia adını vermiş, I. Tiberios da (578-582) liman yakınına bir saray inşa ettirmiştir. Türk döneminde Kadırga
Limanı olarak anılan bu liman askeri amaçlarla kullanılıyordu; bir de tersanesi vardı.60 Limanın yanında- ki kapı da Sofia Kapısı
(Kadırga Limanı Kapısı) olarak biliniyordu.
Kaynaklar, bu limanla Eleuterius Li- manı arasında üç liman daha olduğunu yazarlar. Bunlar Cesarius, Kontoskalion ve
Heptaskalion Neorionu'ydu. Fiziki ve- ri olmadığından bunların ne yerleri sapta- nabilmekte, ne de kentle olan ilişkileri an-
laşılabilmektedir. Bunlar kent tarihinin hayali öğeleridir. Büyük olasılıkla her üçü de vardı, ama varlıkları ad değişikliğine

mi, eski bir limanın yeniden yapılmasına mı, yoksa özgün bir yapım olmasına mı dayanıyordu bilinmez; belki de başka ad- larla
anılıyorlardı. Guilland'a göre hepsi büyük Eleutherius Limanı'nın yeniden inşa edilen bir bölümüydü. 6. ve 7. yüzyıl belgelerinde
Cesarius adıyla anılan liman, aynı noktada sonradan inşa edilen bir li- man da olabilir.61 Guilland Geç Bizans'ta, Kontoskalion ile
Heptaskalion limanları- nın aynı bölgede olduğu ve eski Eleuthe- rius Limanı'nın kısmen onarılmasıyla or- taya çıktığı
kanısındadır.62 Kontoskalion, ordu; Mihael VIII. Paleologos tarafindan Latin
saldırılarına karşı yenilenmişti.63 Buon- delmonti haritasında görülen Condoscali vel Arsena adlı liman burasının bir tersane
olduğunu ima eder. Arkeolojik araştırma- ğunu lar olmadığı için, burasının, Millingen'in, alion Mango'nun ve Müller-Wiener'in savun-
dukları gibi başka bir liman mı olduğu, yoksa Eleuterius çevresindeki Cesarius Li- manı'nın yenilenmiş biçimi ya da yalnızca Sofia
Limanı'nın yeni adı mı olduğu tar- üçü tışmalıdır. Marmara kıyılarında kuvvetli iğine lodostan ötürü liman inşa etmek çok güç-

tü. Sonradan başa geçen imparatorların, yeni limanlar yapmak için eskilerinin alt- yapılarını kullanmış olmaları akla yakın bir
varsayımdır. İoannes VIII Paleologos 1427'de, Marmara'da daha güvenli bir li- man yapmak istediğinde, gene eski Kon- toskalion
Limanı'nı yenilemiş ve yapım için bir grup papaza para ödemişti. Sofia ve Eleuterius arasında ayakta duran du- varlar farklı
dönemlere tarihlenir ve çevre- de çok sayıda liman olduğuna ilişkin hiç- bir ipucu taşımaz.
Marmara kıyılarındaki en büyük ve es- ki liman Eleuterius mahallesindeydi. Kentin kuruluşu sırasında Lykos Deresi ağzına
yapıldığı, buradaki küçük koydan anlaşılır. Burası duvarlarla çevriliydi ve it- hal edilen tahılın ana giriş noktasıydı. 4. yüzyılda
Eleuterius adını taşıyan birinin mermer bir heykeli vardı. Büyük ve etki- leyici olan bu meydandaki rıhtım taştan
yapılmıştı ve çevresinde tahıl depoları bu- lunmaktaydı. Bovis Forumu'nun gelişti- rilmesi ve bir tahıl pazarının kurulması belki de
bu ilişkiden kaynaklanmıştı. 4. yüzyılın sonuna gelindiğinde liman Lykos Deresi'nin taşıdığı çamurlar ve büyük bir olasılıkla Arkadios
Forumu inşaatının dö- küntüleri ve alüvyonlarla dolmuştu. Öte yandan Notitia'da adı geçen Portum Te- uodosiacum da belki eski
limanın yeni- lendikten sonraki adıydı. Kimi yazarlar bu limanın 10. yüzyıla kadar kullanıldığı- nı öne sürerler.64 Bu bölgede 16.
yüzyıla kadar varlık gösteren bir liman P. Gilles tarafından Vlanga Limanı olarak adlandı- rılmıştır. O tarihlerde liman alanının bü-
yük bölümü doldurularak bağ ve bahçeye dönüştürülmüştü.65 Türk döneminin Ye- ni Kapı'sı, adı bilinmeyen bir Bizans ka- pısı
olabilir.
Batıya doğru bir sonraki kapı, aynı za- manda 4. yüzyıl surlarındaki son kapı olan St. Emilianus (Davut Paşa) Kapı- sı'dır. Bu
noktadan sonra başlayan Te- odosios Surları'ndaki öbür üç kapı, kent tarihinde belirli bir öneme sahiptir. Psa- mathion Kapısı,
Constantinus Surları dı- şında en eski yerleşmelere bağlıdır. Bizans dönemine ait, adı bilinmeyen ikinci kapı Narlı Kapı'dır ve ünlü
Ayios İoannes Prodromos Manastırı'na (Studios Manas- tırı) ait, kentin günümüze ulaşan en eski

ve tek bazilikası olan Ayios İoannes Prod- romos Kilisesi'ne (İmrahor Camisi) açılır. İmparatorlar, Vaftizci Yahya'nın şehit edilmesini anmak
için bu manastırı yılda bir kez ziyaret ederlerdi.66 Surlar küçük Mermer Kule'de son bulur. Deniz surları- nın kara surları ile birleştiği noktada
kü- çük bir kale vardı. Mordtmann'a göre bu kale zindan olarak kullanıyordu.67 Burada da imparatorların Pege Kilisesi'ni ziyaret etmek
istediklerinde kullandıkları küçük bir liman vardı. Mermer Kule'ye kadar denizden gelen imparatorlar, bundan sonra manastira atla çıkarlardı.68
Dolayı- sıyla Marmara kıyılarında, sözü edilen se- kiz limandan69 yalnızca dördünün yeri kesin olarak saptanabilmiştir. Bunlardan
ikisinin, yani Kadırga ve Langa'nın tanım lanabilir kalıntılarının Türk dönemine de- ğin ayakta olduğu, P. Gilles'in 16. yüzyı- lın
ortalarındaki tanıklığından anlaşılmak- tadır. Üçüncü liman ise imparatorluğa ait Bukoleon Limanı'ydı. Kapılara bağlı ola- rak,
Buondelmonti haritasında da görül düğü gibi, limanların dışında çok sayıda rıhtım da vardı.

You might also like