Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 9

2.

KİTAP
CONSTANTİNUS'UN KENTİ
KURULUŞ
Diocletianus'un (285-305) Dörtlü Yö- netim'le (Tetrarkia) Doğu idari bölgesini yaratmasından sonra, Nikomedia (İzmit),
Thessalonike (Selanik) ve Antiokheia'da (Antakya) üç imparatorluk ikametgâhı ku- rulmuştu. Başka bir deyişle Diocletianus,
imparatorluk başkentini Doğu'ya taşımayı Constantinus'tan önce düşünmüştü. Onun seçimi, Marmara Denizi'nin kuzey kıyılarındaki
küçük Nikomedia körfezinin doğu ucunda, tahttan çekilene değin yaşa- dığı kentti. Yaşadığı dönemde bile, impa- ratorun
Nikomedia'daki sarayı, onun bu- rasını Roma'ya yeğlediğinin bir kanıtı ola- rak görülmüştü.13. yüzyılın sonlarında, Roma
İmparatorluğu'nun jeopolitik ger- çekleri, imparatorları daha gelişmiş yöne- tim sistemlerinin yanı sıra ikametleri için daha güvenli
yerler seçmeye zorlamış gö- rünüyor. Bu bağlamda imparatorluk ika- metgâhının bir dönemde Roma'dan Mila- no ve Ravenna gibi
başka kuzey İtalya kentlerine nakledilmiş olduğu da anım- sanmalıdır. Boğaz üzerinde yeni kurulan kent, I. Constantinus'un
hükümdarlık dö- neminde imparatorluğun yeni yönetim ör- gütlenmesi içinde Roma'dan hemen sonra geliyor ve Doğu vilayetlerinin
(Praefectu- ra) merkezi olarak ilan ediliyordu. Ba- tı'daki topraklara saldıran barbarlar yü- zünden şiddetle sarsılan imparatorluk,
Doğu'yu elinde tutmaya devam etti. Ya- kındoğu, imparatorluğun en zengin ve bereketli bölgesiydi. 2. ve 3. yüzyıl Roma Anadolu'sunda yapılan
arkeolojik araştır- malar, yörenin kentsel yaşamı ve kültürü- nün olağanüstü gelişmişliğini ortaya çıkar- maya yeterlidir.
Bir bakıma, Romalılar'ın, kültürlerinin kaynaklandığı Etrüsk ve Yunan kültürleri- nin yeşerdiği topraklara geri döndükleri söylenebilir. 'Caesar'
Aurelius Flavius Va- lerius Constantius'un oğlu olan Constan- tinus, Doğu'da, Diocletianus'un Nikome- dia'daki sarayında yetişmişti. Bizantion,
Constantinus'un Doğu Roma İmparatoru Licinius'u 324'te önce Trakya'daki Adri- anopolis'te, sonra da Hrisopolis'te yen- mesinden sonra, Roma
İmparatorlu- ğu'nun başkenti olarak benimsenmişti. Bu zaferin hemen ardından Constantinus tek imparator olarak başkenti Bizantion'a taşı-
maya karar verdi, 313'teki Milano Ferma- nı Hıristiyanlara yasal statü sağlamıştı, ama Constantinus'un Hıristiyanlığa eğili- mi Romalılar'ın hiç
hoşuna gitmiyordu. İmparator, Roma'ya 326'da yaptığı son başarısız ziyaretten sonra Doğu'ya çekildi ve bir daha Roma'ya geri dönmedi. O bir
"Doğu Romalı"ydı ve Doğu'da kalma ka- rarında belki de Hıristiyanlık önemli bir rol oynamıştı. Constantinus, yeni başken-

tin kurulmasının "Tanrı'nın emri❞ oldu- ğunu söylüyordu. Hıristiyanlığın yükselişi- ne tanık olan Roma İmparatorluğu'nun doğusu,
büyük olasılıkla bu dini resmen kabul eden Constantinus için daha güven- li bir bölgeydi. İmparatorun da katıldığı ünlü Nikaia
Konsili 325'te toplandı. Erte- si yıl imparatorun annesi Helena Kutsal Topraklar'a hacca gitti. Kudüs'te Kutsal Kabir de aynı sıralarda
bulunmuş ve Constantinus onun üstüne büyük bir ba- zilika yapılmasını emretmişti. Yeni bir baş- langıcın tam zamanıydı ve yeni
Hıristiyan- lık başkentinin, Constantinus'un kenti Konstantinopolis'in kurulması bu başlan- gıç için olağanüstü önemliydi. Roma İm-
paratorluğu resmen olmasa da fiilen Batı ve Doğu olmak üzere ikiye ayrılmış, Ro- ma Batı'nın, Konstantinopolis de Do- ğu'nun
başkenti olmuştu. Bu ayrılık Bü- yük Teodosius (379-395) tarafindan res- mileştirilmiş olmakla birlikte 7. yüzyıla değin asıl güç
merkezi hep Doğu'da kaldı.
Yeni başkentin kurulması ve yeniden inşa edilmesi, tarihin en önemli kararların- dan biridir. Konstantinopolis tek bir ada- mın
iradesinin ürünüdür. Başından beri
bir imparatorluk başkenti vizyonuna uy- gun olarak tasarlanmıştı. Her ne kadar II. Teodosius Surları 5. yüzyıl başında kentin büyümesi ve nüfus
artışının bir so- nucu olarak tanımlansa da, izleyen yüzyıl- larda Constantinus Surları'nın çizgisi yer- leşim alanının aşağı yukarı doğal sınırlarını
oluşturmuştur. Türk döneminde kent nü- fusu çok arttığında bile Constantinus Sur- ları'nın vaktiyle belirlediği alan dışında da- ha çok yeşil
alanlar ya da sık olmayan bir yapılaşma vardı. Konstantinopolis'in doğal sınırlarına kurucusunun sezgisiyle vardığı söylenebilir. Nüfusun ve
yapıların hızla arttığı yeni başkentte çok sayıda mimara, ustaya ve işçiye gereksinim vardı. Mimar bulmak zordu, kölelerin kent dışına çık-
malarına izin verilmiyordu ve yapı malze- mesi her zaman yetersizdi.2
Milvio Köprüsü Çarpışması'ndan (312) Doğu'ya egemen olunmasına değin (324) I. Constantinus Roma'da da, arala- rında San
Giovanni in Laterano Bazilikası, Praefectura (sonradan Aziz Cosmas ve Damianos Kilisesi), Constantinus Hama- mi, Zafer Takı,
Janus Quadrifon Takı, mezarlar ve başka anıtlar da bulunan çok sayıda kilise ve kamu yapısı inşa etmişti. Constantinus, yapıcı bir
hükümdar olarak Roma'da da, Konstantinopolis'te olduğu kadar üretkendir. Ama, Krautheimer'in belirttiği gibi, "bir Roma
imparatorundan geleneksel olarak beklenen de kamu mi- marlığına damgasını vurmasıydı.”3
Büyük Teodosius dönemine değin im- paratorlar uzak sınırlardaki savaşlara bile katılıyorlardı. Konstantinopolis'te 330- 337
arasında dört yıldan fazla kalan I. Constantinus dışında, Konstantinianai ya da Konstantianai Hamamı'nın yapımına başlayan ve
Ayasofya'yı resmen açan II. Constantius, 23 yıllık egemenliği içinde Konstantinopolis'te iki yıldan az yaşamış- ti. Iulianus (361-363)
kısa süren hüküm-

darlık döneminde kentte kaldığı beş ay içinde Portus Novus'un yapımına başla- mış, Valens ise (364-378) 14 yıllık ege- menliğinde
kentte yalnızca iki yıl geçirmiş ve kente en son geldiğinde hüküm süren genel huzursuzluktan ötürü gelmesiyle gitmesi bir
olmuştur.4 Bu nedenle suke- meri ve Tauri Forumu'ndaki büyük ha- vuz, vali (praefectus) Clearchus tarafindan bitirilmiştir.
Görüldüğü gibi çok sayıda önemli anıtla hayallerini gerçekleştirmeye çalışan Constantinus'un dışında bütün ar- dılları, sınırlarda
etkinlik göstermiş ve Konstantinopolis'in kentsel gelişimini va- lilerinin eline bırakmıştır. Gene de Dag- ron'un belirttiği gibi, II.
Constantius'un egemenliğinin sonunda Constantinus'un Roma'yla boy ölçüşen bir başkent hayali
her şeye rağmen gerçekleşebilmişti. Büyük Teodosius Got sorununu çözdükten sonra 380'de Konstantinopolis'e gelmiş ve 387'ye
kadar gerekli bazı seferlerin dışın- da kentte kalmıştı. İki buçuk yıl daha başkentte yaşayan Teodosius Milano'ya dönmüş ve orada
ölmüştür. Teodosius ve ardılları Constantinus'un hayallerini daha da genişleterek kenti en geniş fiziksel si- nırlarına ulaştırmışlardır.
Konstantinopo- lis'in kuruluşundan sonra Roma'nın ca- put mundi kalıp kalmadığı tartışılabilir. 324-330 arasında yeni kenti inşa
etmek için yoğun bir çaba harcanmış ve impara- torluk gücünün merkezi yeni başkente taşınmıştır.

Constantinus yeni başkentine, çoğun- luğu Balkanlar'dan olmak üzere çok sayı- da insan yerleştirmişti. Kentin nüfusu sü- rekli
artmış ve 5. yüzyılda Konstantinopo- lis, yaklaşık 300 binlik nüfusu ile Ro- ma'dan daha kalabalık bir kent olmuştu.5 Bu nüfusu
beslemek zordu ve her zaman da böyle oldu.6 Constantinus döneminde Mısır, Suriye ve Anadolu'dan ithal edilen buğday, yağ ve
şarap halka ücretsiz olarak dağıtılıyordu. Burckhardt, 332'den sonra ücretsiz yiyecek dağıtımının olağan bir uy- gulamaya
dönüştüğünü ve böylesi büyük bir kentin başka türlü yaşama olanağı ol- madığını belirtir.7 Temel gıda buğdaydı; büyük tahıl
ambarları, 20 halk fırını ve 117 dağıtım merkezi bulunmaktaydı.
Günde 80 bin somun dağıtılıyordu.8 Konstantinopolis artık bir Yunan kentinin (polis) devamı olmaktan çıkmıştı. O kadar büyük boyutlarda
tasarlanmıştı ki, doğal hinterlandı onu hiçbir zaman beslemeye yetemezdi.
Kuruluş aşamasında kentte, Yakındo- ğu'nun Efesos, Antioheia ya da Alek- sandria gibi Helenistik-Roma kentlerinde var olan
gelişmiş bir endüstri yoktu. Fa- kat bir başkent olarak çekiciliği ve kalaba- lık nüfusu kenti büyük bir pazara dönüş- türmüş,
kuruluşunu izleyen yüzyıl içinde hem sanayi üretimi, hem de ticareti, Ak- deniz havzasındaki öbür kentlerle rekabet edebilecek
duruma gelmişti. Böylesi bü- yük boyutlardaki bir kentin ve böylesi hırslı bir vizyonun her zaman onu des- tekleyebilecek bir
imparatorluğa gereksi- nimi olduğu söylenebilir. Mantran kenti, Osmanlı dönemi için "aç bir mide" ola- rak tanımlamıştı; tarihi
boyunca da bes- lenme kentin en temel sorunu oldu. Bü- tün bunlara karşın Bury'nin dediği gibi "Bin yıllık bir tarih, Bizantion'u
başkent olarak seçen Constantinus'un zekâsını onaylamıştır."9
Constantinus'un kurduğu Konstanti- nopolis, Roma ya da Timgad gibi bir Ro- ma kenti, ya da Gerasa, Antakya ve Efesos gibi
Roma kentine dönüştürülen bir Hele- nistik kentti. Janin, "8 Kasım 324'te kuru- luş törenlerine başkanlık eden Plotinus'u izleyenler
bir bilgelik kenti düşlemişlerdi, ama Roma ‘akılcılığı' devasa bir başkent yarattı" der.10 Kentin yapısında Doğulu ve Helenistik öğeler
vardı: bir din, bir felsefe ve bir de lingua franca, yani Yunan dili.

Kurulmasında var olan bu öğeler sonuçta Bizans Devleti'nin Hıristiyan başkentini yaratmıştır. Roma Batılı bir ortaçağ kenti olarak
yaşamını sürdürürken, Konstantino- polis Rönesans'a kadar Doğu Ortodoks Hıristiyanlığı'nın merkezi olmuştur.
Constantinus'un kiliseye tanıdığı ayrı- calıklar, Hıristiyan İmparatorluğu'nun ta- rihinde dinsel kurumların rolünü belirle- miştir. Onun
döneminde, "Konstantino- polis Patrikliği bütün Trakya, Pontus ve Asya piskoposluklarını içine almıştır."11 Din adamları, pagan
rahipler gibi, vergi- den muaf tutulmuşlardı. Kilisenin sonsuz bağış alma hakkı vardı ve pagan tapınaklar- dan sığınma ayrıcalığını
miras almıştı. Kili- se yetkililerini yerel yönetimde kullanma bir imparatorluk politikasıydı. Sonuçta pis- koposlar kentsel yönetimdeki
en etkili kişi- ler oldular.12 Constantinus'un piskoposla- ra sivil mahkemelerdeki davalara bakma hakkı tanımasıyla, sivil ve dinsel
yetkenin ilişkisi vurgulanıyordu. 13 Böylece yönetim hiyerarşisinde sivil ve dinsel eğitim eşit öneme sahip olmuştu. Yine de en
tepede askeri hegemonyanın üstünlüğü vardı.
CONSTANTİNUS'UN SURLARI
Constantinus 330'da yeni başkentini resmen kurmasından sonra yedi yıl daha yaşadı. Yeni başkentte 330-337 arası dö- nem bir imparatorluk
başkenti görünü- ́münün ana hatlarını çizmeye yetti. Fakat bunun tam anlamıyla gerçekleştiği söyle- nemez. Kuruluş evresi II. Constantius dö-
nemini de kapsar Constantinus'un başla- dığı kent surları, Büyük Saray, birçok kili- se, hatta belki mozolesi de oğlu tarafından bitirilmiştir. Bu
ilk Konstantinopolis bütü- nüyle yitip gitmiştir. Yazılı kaynaklardaki tanımları bile dönemin yazarlarına ait de- ğildir. 14 Yeni kent bir anlamda
Roma'nın model olduğu bir imgeye göre biçimlen- dirilmişti. Ortaçağın başlarında bütünüyle yıkılan bir kentin biçimi ancak hayal edile- bilir.
Yeni kentin surları eskisinden yakla- şık 2.5 km (15 stadia) daha batıda inşa
edilmişti. 5.-6. yüzyılda yaşamış olan ta- rihçi Zosimos'tan edinilen bu bilgi kentin geometrisine ilişkin tek güvenilir bilgidir. Ancak eğer yeni
kentin planı, kent alanı- nin topografisi, var olan kent, batıya doğ- ru yönelen Via Egnatia, yeni kentin bo- yutları gibi günümüze ulaşan veriler
çer- çevesinde dikkatlice ele alınırsa, Constan- tinus'un, kentin gelecekteki gelişimine ve temel strüktürüne ilişkin vizyonu konu- sunda bazı
yorumlar yapılabilir. Plan, ön- celiğin Severus kentinin çevresinde ikinci bir kuşak oluşturarak kenti büyütmek ol- duğunu gösterir. Bu,
geometrik olarak, merkezi Bizantion'un batı kapısı ya da Constantinus Forumu olan, çapı 2.5 km'lik (15 stadia) bir çember yayı ile elde
edilmiştir. Constantinus bölgesindeki bü- tün önemli noktaların, bugünkü Cibali, Fatih, Altimermer ve Etyemez'in aşağı yu- karı, merkezi
Constantinus Forumu olan bir daire üzerine düştüklerini gözlemek il- ginçtir. Kuşkusuz geometrik bir öntasarım engebeli bir arazide tam
uygulanamamış, bazı değişikliklere uğramıştır. Eğer o dö- nemin henüz el değmemiş topografyasını bilebilseydik, belki, sondajların da yardı-
mıyla, ilk planı yeniden oluşturabilirdik.
Bu tasarımda, Le Corbusier'nin deyi- miyle, iki "yönlendirici çizgi" var olmuş- tur. Biri Balkanlar'a uzanan Via Egnatia, diğeri de
platonun en yüksek noktalarını birleştiren topografik çizgi. Via Egnatia, Via Triumfalis, Mese adını alarak, Eksoki- onion'daki (bugün
Altımermer) ilk Porta Aurea'da (Altın Kapı) son buluyordu. Da- ha sonraki dönemlerde yolun ikiye ayrıla- rak birinin denize doğru
yönelmesi, Via

Egnatia'nın Marmara kıyılarındaki güzer- gâhıyla açıklanabilir. Haliç'e paralel plato- lar üzerindeki yol, hem araziye, hem de o alan
üzerindeki yapıların tasarımına bağlı olarak şekillenmiştir. Temelde Konstanti- nopolis'in ana yolları iki düz çizgiden olu- şuyordu:
Biri Constantinus Forumu'ndan Filadelfion'a, öbürü de Filadelfion'dan Constantinus Mausoleionu'na. Filadelfi- on, anayol Mese'nin
Porta Aurea'ya ve Constantinus Mausoleionu'na doğru ikiye, ayrıldığı kavşak olmalıdır. Mango'nun önerdiği gibi, Mese'yi dik kesen
ikinci bir aksın varlığı da söz konusu olabilir. Bu da klasik Roma kentlerinin egemen cardo ve decumanus şemasının uygulanmış
olabile- ceğini düşündürür. Domninos ve Macron Embolon (Uzun Çarşı) olarak bilinen iki revaklı yol (stoa) da bu planın bir parçası
olarak algılanabilir. 15 Bu yolla Mese'nin kesiştiği nokta bir olasılıkla Halkun Tetra- pilon'u diye anılan anıtla vurgulanmıştı. Bu şema
çağdaş İstanbul kent planı üze- rindeki yollarda da belirgindir.16
Constantinus'un mezarı için seçilen yer, kentin yeğlenen gelişme yönünü gös- terir. Bu yön yarımadanın Haliç'e paralel en yüksek noktalarını
birleştirir. Bu çizgi- nin üzerinde Marmara Denizi'nin boş uf- kuna değil, güzel ve derin bir koy olan Haliç'e, karşı tepelerin yeşil yamaçlarına,
Asya kıyılarına, uzayıp giden Boğaz'a ve ormanlarına bakan egemen bir konum vardır. Constantinus'un istekleri oğlu, soylular ve devletin ileri
gelenleri tarafin- dan kentin ilk anıtsal gelişimi sırasında gerçekleştirilmiştir. Konstantianai mahal- lesi 4. ve 5. yüzyıl sarayları, hamamları ve
kiliseleriyle doluydu. Eski Bizantion kenti- ne denk düşen birinci bölge ile birlikte burası görkemli bir "yerleşme" (abitato) alanıydı. Türk
döneminde de İstanbul'un bu bölgesi gözde bir yerleşme alanıydı.
Yeni kent içinde Bizantion, anıtları, li- manları, Hippodrom'u ve Sarayburnu'na egemen konumuyla yönetim merkezi ve Kutsal Saray
alanı olarak önemini koru-
muştu. Erken tarihli yazılı kaynakların in- celenmesi ve alanın topografik açıdan de- ğerlendirmesi, Konstantinopolis Surla- rı'nın
yaklaşık biçimine ilişkin genel bir kanı oluşmasını sağlamıştır. Haliç'te sur- lar, Atatürk Köprüsü'nün batısında, bu- gün Cibali'nin
bulunduğu noktadan baş- lar. Buraya yakın bir yerde Petrion (Ciba- li) Kapısı vardı ve surlar kıyıdan tepeye doğru yükselerek,
Sultan Selim Camisi'nin doğusundan geçiyor ve güneye doğru yö- nelerek bugünkü Fatih Camisi'nin batısı- na ulaşıyordu. Buradan
aşağıdaki vadiye (bugün Menderes Bulvarı) iniyor, sonra gene güney yönünde karşı tepeye yüksele- rek, İsakapı Mescidi
yıkıntılarının yakının- da17 Davudpaşa Camisi'nin batı cephesin- den geçiyor ve Rabdos'ta (Etyemez) Mar- mara Denizi'ne
varıyordu. Deniz surlarıy la ilgili çelişkili görüşler vardır. Normal olarak deniz surlarının Bizantion'un kara surlarının iki ucunu
birleştirmesi gerekir. Kentin, Marmara Denizi ve Haliç kıyıları boyunca korunmasız bırakılması kavran- ması zor bir görüştür.
Anlaşılan var olan kaynaklarda gerekli bilgiler eksiktir. Rab- dos kumsalından yürüyerek arkadan ko- laylıkla saldırılabilecek bir sur
sistemi dü- şünülemez.18 Bunların eski kent surlarıyla nasıl birleştirildiği araştırılması gereken bir konudur. Yeni surlar inşa
edilirken, eski kent surlarını ya da temellerini kullanma- mak için hiçbir neden yoktu. Bu yeni sur- ların içinde yaklaşık 700 hektarlık
boş bir alan yeni nüfusu beklemekteydi.

Bu surların inşaatı, kapıları ya da biçi- mine ilişkin çok az bilgi vardır. Ardında mezarlıkların bulunduğu Polyandri Kapı- sı'nın Fatih ve Sultan
Selim camilerinin arasında olduğu varsayılır.20 Fatih Külliye- si kabaca, Constantinus'un Mausoleion'u üstüne inşa edilen Havariyun Kilisesi'nin
bulunduğu alana denk düşer. Kapı, kilise ile Mausoleion'u kent merkezine bağlayan ana yolun sonunda olmalıydı. Güneye doğru, önünde ünlü
Eksokionion Sütu- nu'nun bulunduğu21 Porta Aurea'dan ön- ce iki kapı daha vardı. Türk döneminde hâlâ ayakta olan Constantinus dönemi Porta
Aurea'sı 1509'da yıkılmıştır.
Nekropolisler (mezarlık), Constantinus Surları'nın inşasından önce Via Egna- tia'nın Bizantion 'kent kapısının dışında uzanan
bölümünün iki yanında yer alıyor- du. Constantinus'un kentinde Via Egna-
IULIANOS LİMANI
tia, Mese adını aldı. Konstantinopolis'in temel yol yapısını kabaca yeniden kurabil- mek için Bizans ve Türk dönemlerinde in- şa
edilen önemli anıtların belirlediği çizgi- yi izlemek yeterlidir. O dönemden beri yarımadada birlikte bir "Y" oluşturan bir ana cadde
(Mese) ve bir ikincil cadde bu- lunmaktadır. Mese Bizantion agorasından (Severus'un Tetrastoon'u) başlar, Geç Ro- ma döneminin
Tauri Forumu'na (bugün Beyazıt Meydanı) kadar batı yönünde iler- ler, birkaç yüz metre ötede Constantinus dönemi Kapitol'unu
geçtikten sonra ikiye ayrılır. Bir kol Haliç'e paralel uzanan tepe-

yi izleyerek Polyandri Kapısı'nda sona erer. Daha güneydeki öbür yol ise batıya yönelerek Bovis Forumu'na (bugün Aksa- ray
Meydanı) ulaştıktan sonra, yedinci te- peyi tırmanarak kentin ana kapısına, Porta Aurea'ya ulaşır. XV. yüzyıl başında Buon-
delmonti haritasında bu kapı Porta Anti- quissima olarak gösterilmiştir. Kentin ana kapıları farklı nedenlerle açılmış olmalıdır.
Topografik açıdan kuzeydeki yol daha mantıklıdır, ama güneydeki yolun kentin ana kapısına denk düşen Balkanlar'dan ge- len eski
yolla (Via Egnatia) birleştirilmesi öngörülmüş olmalıdır.
CONSTANTİNUS VE ONU İZLEYEN İMPARATORLAR DÖNEMİ
Severus dönemindeki kent alanının üç katı büyüklüğündeki yeni kentte çözül- mesi gereken iki sorun şuydu: Kentin in- sanlara, işlevsel ve
simgesel olarak da anıtlara gereksinimi vardı. Constantinus Roma'nın bütün görkemini yeni başken- te taşımak istiyordu; kısa ömürlü Yeni
Roma (Nea Roma) adı bu isteğinin bir göstergesidir. Burckhardt'ın belirttiği gibi kent, Constantinus'un anısına yaratılmış- tı, bunun için de
kentteki ilk forum Seve- rus kentinin ana kapısı önüne inşa edil- mişti. Yeni Roma'nın resmen adanması, kırk gün boyunca bu forumda pagan
şen- liklerle kutlanmıştı. Konstantinopolis 11 Mayıs 330'da resmi törenlerle kurulmuş ve bu olay her yıl aynı tarihte Encainia22 şenlikleriyle
kutlanmıştır. Kent zenginlik simgesi olan Tihe'nin korumasına altın- daydı. İmparatorluğun bütün ileri gelen- leri kenti donatmaya çağrılmış,
soylular yalnızca kent içinde değil, Boğaz kıyıla- rında da villalar inşa etmeye başlamışlar- dı. İmparatorluğun her köşesinden yeni başkente
heykeller ve başka sanat yapıtları getirilmiş, Constantinus yeni başkentini süsleyebilmek için Roma kentlerini adeta soyup soğana çevirmiş, bu
uygulama ar- dılları tarafından da sürdürülmüştür.
Konstantinopolis'in kuruluşunu anlatan 7. yüzyılın başlarına ait Chronicon Pascha- le, Constantinus'un önemli yapım etkinlik- leri ile simgesel
eylemlerini vurgular:
Roma'dan gelerek Nikomedia'ya yerleşen şanlı İmparator Constantinus, Bizantion'a çeşitli ziya- retlerde bulundu. Bizas kentinin
özgün surlarını yeniledi ve eski surlara bağlanan yeni ekler yaptı ve kente Konstantinopolis adını verdi. Ayrıca Hip- podrom'u da
tamamlayarak, tunç heykeller ve baş- ka süslerle donattı ve Roma'da olduğu gibi impa- ratorun [oyunları] seyredebileceği bir loca
yaptırdı. Bu Hippodrom'un yanına büyük bir saray inşa et tirdi ve sarayı, Hippodrom'un locasına çıkan bir cochlias (dönel merdiven)
ile bu binaya bağladı. Ayrıca çok büyük ve güzel bir forum yaptırarak, ortasına mor Tebai taşından övgüye değer yüksek bir sütun
yerleştirdi. Bu sütunun tepesine Frig ya'dan getirtmiş olduğu bir tunç heykel yerleştire- rek, üstüne başından ışınlar yayılan kendi
başını koydu. Ve Bizanslılar arasında yaygın bir rivayete göre Constantinus, Roma'dan getirttiği Palladi- um'u kendi inşa ettirdiği
forumda, heykelini taşı yan sütunun altına koydurdu; Constantinus ayrıca kansız bir kurban sundu ve yenilediği kentin Ti he'sine
Antusa adını verdi. Aynı imparator sarayın girişi ile forum arasında, heykeller ve mermerlerle bezeli iki güzel revak inşa ettirdi. Ve
bu revakların bulunduğu yere Regia adını verdi. Aynı alanın ya- kınına tonozlu bir bazilika yaptırdı ve dışına dev bir sütun ile
heykeller yerleştirdi ve bu yapıya Se- nato adını verdi.23 Bu yere de Augusteion adını verdi, çünkü Senato'nun karşısına, porfir bir
sütun üstüne kendi annesinin, hanımımız Augusta Hele- na'nın bir heykelini yerleştirmişti. Bunlara ek ola- rak imparator,
Zeuksippos olarak bilinen halk ha- mamını tamamladı ve hamamı sütunlar, çeşitli mermerler ve tunç heykellerle bezedi. Efendimizin
göğe yükselmesinden sonraki 302 yılında ve hü kümdarlığının 25. yılında Constantinus... inşa et tiği bu büyük, harikulade ve mesut
kente Konstan- tinopolis adını verdi... İlk oyunları yönetti ve üstü inciler, değerli taşlarla bezeli tacı takan ilk kişi ol du. Büyük bir
şölen düzenledi ve kutsal buyruğuy la, bu günün, Artemisios'un [Mayıs] 11. gününün, kentin doğum günü olarak kutlanmasını ve
(Hip- podrom'a, Regia'ya ve saraya yakın olan) Zeuksip- pos halk hamamının açılmasını emretti. /Üstü yal- dızla kaplı, elinde gene
yaldızla kaplı kentin Ti he'sini tutarken gösteren, ahşap bir heykelini daha yaptırdı ve bu ahşap heykelin, kentin yıldönümü
kutlamalarında yapılacak oyunlarda, pelerin ve çiz- me giymiş askerlerin eşliğinde getirilmesini, herke

sin beyaz ince mumlar taşımasını ve atlı arabanın en uç dönüş noktasından dolaşarak Stama'ya24 gelmesini ve imparator locasına
dönük durmasını, hüküm süren imparatorun da ayağa kalkarak İmpa- rator Constantinus ile kentin Tihe'sini selamlama- sını
buyurdu. 25
İşte bu tarihten sonra, imparatorun her saraydan çıkışının bir tür Tanrı'nın kendi- ni göstermesi gibi algılandığı bu dünyanın en
törensel kentlerinden biri, eşsiz serüve- nini yaşamaya başladı.
Constantinus Forumu'nda yapılan ve kırk gün süren bu törenlere Parastase- is'te, yeni başkentin kültüründeki ikilemi gözler önüne
serecek biçimde kısaca de- ğinilmiştir:
Constantinus kırk gün boyunca Forum'da onurlandırılmış ve bütün halk, politik örgütler ve kentin ileri gelenleri tarafindan
alkışlanmıştı. Fakat filozof Kanonaris yüksek bir yere çıkarak, herkesin susmasından sonra "Atalarımızı yok eden sizler, şimdi
atalarımızdan üstünmüşsünüz gibi havalar takınmayın" diye bağırmıştı. Constantinus onu ça- ğırtarak azarlamış ve paganizmden
vaz geçmesini söylemişti. Ama o ataları uğruna ölmeye hazır ol- duğunu haykırınca, öbür Gazoi'lere gözdağı ver- mek için
Viglentius revağında boynu vurulmuştur. Forum'daki heykel için pek çok ilahi okunmuştu. Burada hükümet ve vali Olbianus,
muhafizlar (spatharii), yüksek rütbeliler (cubicularii) ve saray mensupları (silentiarii) da, beyaz giysiler içinde, el- lerindeki beyaz
mumlarla eşlik ederek, heykeli şim- di Filadelfion denilen yerde bir arabaya koyarak ge- tirdiler. 26
Constantinus kentinin ve anıtlarının, arkeolojik açıdan sağlıklı kuramsal bir rö- konstrüksiyonunu yapmak olanaksızdır. Kent
tanımları, imparatorun ve dönemin öteki ileri gelenlerinin sayısız yapım etkin- liklerini, yaşamlarını ve törenlerini anlat- makla birlikte
fiziksel içeriği olmayan be- timlemelerdir. Fakat Helenistik, Roma ve Geç Roma dönemleri somut ürünleri, Roma kültürünün,
sanatının ve mimarlı- mü ğının bölgesel çeşitliliğiyle ilgili birçok bilgiye sahibiz. Batı kültürü, Roma dün- yasının anıları ve
imgelemleriyle dolup ta- şar. Roma'nın kendisi, forumları, zafer takları, hamamları, hipodromları, bazili- kaları ve sarayları, yitik
Doğu başkentinin

idealize edilmiş bir rökonstrüksiyonu için birincil kaynaklardır. Bir başka esin kayna- ğı da Yakındoğu Roma kentleridir. Efe- sos, Antioheia ve
Gerasa gibi kentlere ba- karak, birçok Roma kentinin revaklı so- kaklarını, bazilikalarını ve zafer taklarını gözümüzde canlandırabiliriz. Claude
Lorrain gibi bazı Fransız yeni-klasikçi res- samların yapıtlarında, Roma biçimlerinin, Boğaziçi ve Haliç'te yarattığı peyzajın şi- irsi havasından
bir şeyler bulmak olanaklı- dır. Gerçi Claude Lorrain yoğun kentsel çevreyi betimleyen bir ressam değildi, fa- kat resimlerinde
Konstantinopolis'in mi- mari imgesinin bazı öğelerine rastlamak da olasıdır. Batı dünyasının tarihi, Roma kültürünün tekrar tekrar doğuşunu
içer- diğinden, yalnızca yazılı tanımlar aracılı- ğıyla aktarılan anıtsal Constantinus kenti- nin öyküsündeki imgeler bile okuyucuya tanıdık
gelebilir.
Kentin resmen açılışından sonra, anit- sal yapıların inşa edilmeye başladığı dö- nemde imparatorun en büyük sorunu kente
yerleşenlere konut sağlamaktı. Dagron alınan belli başlı önlemleri şöyle sıralar:27 332'den sonra herkese bedava dağıtılan yiyecek,
inşaat yapanları beledi- ye vergilerinden muaf tutma, kendi evle- rini yapanlara 361'e değin bedava ekmek (panes aedium) ve
Anadolu'da mülkleri olana Konstantinopolis'te bir ev yapma zorunluluğu. Anlaşılan Constantinus, ye- ni başkente gelen Roma
soylularına mali- kânelerini inşa edebilmeleri için hazine- den yardımda da bulunmuştu. Nüfus is- tenilen yoğunluğa ulaştıktan sonra
II. Constantius döneminin sonunda bütün bu önlemler askıya alındı.28

CONSTANTİNUS DÖNEMİ YAPILARI VE KENTSEL ÖĞELER


Boğaz üzerindeki bu yeni başkentin hayali bir tasarımı için Roma bize karşılaş- tırabileceğimiz yeterli malzeme sunmakta- dır.
Çünkü aynı iradenin, aynı kültür ve teknolojinin ürünüdür. On yıllık bir süre içinde yeni bir başkent kurmak, yeni bir savunma
sistemi, yeni yollar, revaklar, fo-
rumlar, kamu yapıları, limanlar ve saraylar inşa ederek, bunları imparatorluğun her köşesinden getirilen anıt ve heykellerle
donatmak, dünya tarihinde bir eşine daha rastlanmayan dev bir proje ve çılgın bir gi rişimdi. Çoğu kez Constantinus'un Ro- ma'yı
Hıristiyanlaştırma amaçlarının "bü- tün çabalarına karşın" başarıya ulaşmadığı "ve Boğaz üzerindeki Yeni Roma'nın, Es- ki
Roma'nın henüz hazır olmadığı bir şey, Hıristiyan İmparatorluğu'nun Hıristiyan başkenti olduğu" söylenir.29 Bu düşünce Bizans
başkentinin her zaman bir Hıristi yan imparatorlukla özdeşleştiği yargısına dayanmaktadır. Ama bu yorum, yeni baş- kentin fiziksel
yönlerinin eskisinden daha Hıristiyan olduğunu kanıtlamaz. Eğer Ro- ma bir Roma paganizmasına sahipse, Konstantinopolis de bir
Yunan ve Hele- nistik paganizmasını barındırıyordu.
4. yüzyıl Roma mimarisi, gerek Ba- tı'da, gerek Doğu'da, hem boyut, hem de üslup açısından gelenekseldi. Tinsel açıdan pagan
sayılabilir. İmparator ve im paratorluk kültü her şeyin üzerindeydi ve en önemli yapılar imparator forumları, sarayları ve
mausoleion'larıydı. İmparato run, Roma soyluları için inşa ettirdiği bü- yük malikâneler Roma üslubunda yapıl- mişti ve pagan
kültürünün hazinesi olan Roma'yı aşabilmek için kent Fidias, Prak- siteles, Lisippos ve başka heykelcilerin en ünlü yapıtlarıyla
doldurulmuştu. Yeni di- nin sunabildiği tek nesne Haç'ti. Janin'in sözleriyle: "Eski tanrılara saygının azal- masını telafi etmek
niyetiyle olsa gerek, sayısız haç vardı. Görüntü olarak harika, ama tarihsel yanılgı."30 Böylece kentin öyküsüne, kurucunun, kentsel
boyuttaki büyük simgesel yapısıyla başlanabilir: Bi- zantion'un batı kapısında inşa edilen Constantinus Forumu.
CONSTANTİNUS FORUMU
Konstantinopolis yurttaşları için "Forum”, olağanüstü bir buluşma yeri, anıtsal ve simgesel bir alandı. Eski kentin nekro- polisi üstüne inşa
edilmişti. Anlaşılan eski pagan mezarların üstü toprakla kaplanmış ve üstüne inşaat yapılmıştı.31 Boyutları ke- sin olmamakla birlikte, 6. yüzyıl
Bizans metinlerini yorumlayan bilim adamlarına göre planı oval ya da daireseldi ve iki katlı revaklarla çevriliydi. "Kolonadların altın- daki
büyük nişlerde, çoğunun kaidesinde yazıtlar bulunan atlı heykelleri vardi." Tam ortada Büyük Constantinus'un anit- sal sütunu bulunmaktaydı.
Günümüze ulaşan bu sütun (Çemberlitaş), büyük porfir tamburların üst üste konulmasıyla yapılmıştı. Üstünde Constantinus'un başı bulunan bir
Yunan Apollon Helios (Pho- ebus) heykeli durmaktaydı.32 Batılı yazar- lar "Yeni Roma'nın görünürde ve resmen Hıristiyan" olduğunu
kanıtlamaya büyük özen gösterirler, ama Constantinus, Apol- lon Helios (Phobeus)33 olarak, pagan inançlardan pek arınmış görünmez. Stra-
ub'un belirttiği gibi, Constantinus pagan tebaası için Apollo Helios'tu, Hıristiyanla- ra göre ise İsa'ya yakındı. Sonunda “aziz” oldu. Fakat Yunan
ve Romalı yöneticileri takip eden birisi olarak, yeryüzünün tanrı- sı olduğunu düşünüyordu. Aziz Konstan- tin'e toplumca saygı duyuluyordu.
Ama sıradan insanların yüzyıllardır süren alış- kanlıkları günümüzde de hâlâ devam eden bir fenomendir. Constantinus'un, pagan- lık ve
Hristiyanlığın "Tanrı" yorumlamala- rını kendine özgü bir birleştirmecilikle bir araya getirdiği Hristiyanlık anlayışı, geniş çaplı ilahiyat
tartışmaların konusu olagel- miştir. Straub'un yorumuyla, "Constanti- nus, kişisel olarak, Sol (güneş) kisvesi al- tinda Kurtarıcı Tanrı'yı
canlandırmaya de- vam etti ve böylece, paganlar için de, ör- neğin neoplatonist Tanrı kavramı ile Hris- tiyanların Tanrı kavramını
özdeşleştirmek mümkün oldu."34
Meydanın güneydoğu ve kuzeybatı yanlarında, Regia aksı üzerinde iki kemerli giriş vardır.35 Kedrenos, forumun güney-
batısında, sigma biçimindeki imparatorluk çadırı ve ahırlarını model alan bir nimfa- eum'un varlığından söz eder.36 Kapitol,
Praetorium ve ilk Senato da forumun çev- resinde yer alıyordu.37 Kuzeydoğudaki Senato'nun porfir revakının önünde, pa- gan
kaynaklı çok büyük boyutta Atena ve Tetis heykelleri bulunmaktaydı. "Cons- tantinus, foruma, otuz tanesi kendi siparişi olan çok
sayıda heykel (stelai) yerleştir- mişti."38 Kuruluşundan beri kentin heykel zenginliği dillere destan olmuş, Constan- tinus her taraftan
getirttiği heykellerle
kenti bir antik heykel hazinesine dönüş- türmüştü.39
Yeni başkentte forum kentin yönetim merkeziydi. Kentin vali ve belediye reisi kimliğini taşıyan yöneticisi (praefectus ur- bi) halka
duyuruları buradan yapıyor, hal- ka bedava yemek de bazan buradan dağı- tılıyordu.40 Yeni Roma'nın resmi kutlama törenleri de
forumda kutlanmıştı. Kentin resmen kurulmasıyla 358'deki büyük dep- rem arasındaki dönemde imparatorların zamanlarının
çoğunu Nikomedia'daki Di- ocletianus Sarayı'nda geçirmeleri ilginçtir. Surların ve kamu yapılarının inşaatı nere- deyde yarım yüzyıl,
ilk Konstantinopo- lis'in bütünüyle tamamlanması ise bir yüz- yıl sürmüştü; deniz surları 5. yüzyılın orta- larında vali Kiros tarafından
bitirilmişti. Bütün bu yapıların başlama, bitme, yeni- den yapılma tarihleri ve süreçleri belli de- ğildir.
BÜYÜK SARAY
(MAGNUM PALATIUM)
Constantinus tarafından kurulup yüz- yıllar boyunca genişletilen ve Bizans yazar- ları ve ziyaretçiler tarafından övülen, Ro- ma ve
Bizans imparatorlarının Büyük Sa- ray'ı kentin en büyük efsanelerinden biri- dir. Mimarlık tarihçilerinin, yazılarında kurguladıkları
saray girişleri, pavyonları ve toplantı salonları, yorum olarak gerçeğe uysa da, bunları kanıtlamak olanaksızdır. Dolayısıyla hep
varsayım olarak kalacak- tır.41 Böyle büyük bir kompleksin yüzyıl- lar boyu süren dönüşümü, kısmen rö- konstrüksiyonu olanaklı
kılacak yeni arke- olojik araştırmalar olmaksızın kuramsal olarak kurgulanamaz. Bugün Topkapı Sa- rayı ile karşılaştırırsak, bir
imparatorluk sa- rayı için yer seçimini hatalı bulabiliriz, ama 4. yüzyılın ilk yarısında, Bizantion Akropolisi'nde eski dönemlerden
kalan çok sayıdaki yapı hâlâ kullanılır durum- daydı. Marmara kıyılarında özel bir lima- nın varlığı, bu yerin seçilmesinin nedenle-
rinden biri olabilir, öte yandan sarayın ye-
rini kent yönünde Severus dönemi Hip- podromu ile Zeuksippos Hamamları sınır- lıyordu. Anlaşılan denize böylesi dik inen bir yamaçta büyük
bir kompleks inşa et- menin tek yolu, benzer nitelikteki yerlerde yaygın bir uygulama olan yapay teraslar yaratmaktı. Dolayısıyla saray arazisi
denize doğru üç ana inşaat alanı oluşturacak bi- çimde teraslanmıştır.
Büyük Saray'la ilgili bilgilerimiz, kuru- luşuna ilişkin tek tük belgeler ve tekil öğe- lerin dışında, 8. yüzyıldan sonra yazılmış
kaynaklara dayanır.42 5. yüzyılda, I. Böl- ge'deki saray Magnum Palatium adıyla anılmaktaydı ve bu ad, Porfirogenne- tos'un 10.
yüzyılda yazdığı De Ceremo- nii'de kullanılmıştı. Prokopios, sarayı, im- parator evi anlamına gelen ta Basileus oi- kia adıyla anar.43
Orta Bizans döneminde en yaygın kullanılan adı Mega Palati- on'du. Bury'e göre Constantinus'un sara- yı, Diocletianus'unki gibi
dikdörtgendi ve bir olasılıkla Salona'daki Diocletianus Sa- rayı'ndan daha büyük değildi.44 Bizans imparatorlarının son dönem
Büyük Sarayı sürekli eklerle genişletilmiş ve hiçbir za- man bir tümel tasarım olarak ele alınma- mışsa da, Constantinus
dönemindeki ilk sarayın planı belki daha düzenli bir şema- ya sahipti.
İmparatorluk sarayları içinde en iyi bi- linen, Salona yıkıldıktan sonra yapılan ve en iyi korunmuş olan Spalato'daki Dioc-

letianus Sarayı ise bir Roma askeri kampı biçimindedir ve birçok bilim adamı önce- leri Constantinus'un sarayının belki de
Spalato'daki saraya benzediğini düşün- müşlerdir: Merkezinde bir mausoleion olan ve dört bölümden oluşan duvarlarla çevrili bir
saray. Ancak bu varsayımı des- tekleyecek hiçbir tanım ya da arkeolojik kanıt yoktur. Constantinus ve II. Cons- tantius
dönemlerinde saray üst terasta bulunuyordu. Burası yaşama alanlarını (Dafne Sarayı), muhafızların (scholae) ya- şama alanı ile
ana girişi (Halke) içeriyor ve belki de Consistorium'a (imparatorun danışma kurulu, yani Meclis Salonu, ayrı- ca Gerçek Haç'ın
saklandığı şapel) bağla- nıyordu. Eusebius'a göre Taht Salo- nu'nun (Augusteus) tavanında, değerli taş kakmalı altın bir haç vardı.
Resmi da- vetler de On Dokuz Akkubia Salonu'nda yapılıyordu.45 Tribunal (mahkeme) açık, büyük bir terasta toplanıyordu.
Augusta- ion'un doğusunda, Senato'ya yakın bir yerde de, gene Constantinus tarafından inşa edilen büyük kabul salonu (Magna
Aula, yani Magnaura Sarayı) bulunmak- taydı. Burası saray törenleri ve elçi kabul- lerinde kullanılıyordu. Büyük Saray'ın güneybatı
bölümü Hippodrom'un bitişi- ğindeydi.46
İkinci terasta büyük bahçeler, II. Te- odosios tarafından yaptırılan bir oyun sa- hası (Tizkanisterion) ve başka dinlence- eğlence
alanları yer alıyordu. Bu terasta bir de yukarı terasa merdivenle bağlanan kapalı bir hippodrom olduğu varsayılır. Deniz kıyısındaki
üçüncü terasta ise aslın- da Büyük Saray'ın bir bölümü olan ve ana cephesi deniz surlarının üzerinde olan II. Teodosios'un
yaptırdığı Bukoleon Sarayı bulunmaktaydı. Bu saray daha sonra Fo- kas'ın (602-610) yaptırdığı büyük koruma duvarlarıyla
çevrilmişti. Bütün bu bilgilere karşın, Constantinus'un imparatorluk sa- rayına ilişkin tek bildiğimiz, kentteki yeri- dir. Çağdaşları için
Constantinus'un sara- yı, "İsa'nın Krallığı"nın bir ön modeliydi.
Roma saray mimarlığının ilginç bir özelliği sarayla Hippodrom'un ilişkisiydi. Bu düzen, Thessalonike (Selanik) ve Anti- oheia
(Antakya) gibi Dörtlü Yönetim'in öbür imparatorluk başkentleri için de ge- çerliydi. Bir anlamda, Constantinus'un genişlettiği
varsayılan Severus Hippodro- mu'nun varlığı, Büyük Saray'ın konumu- nu belirlemişti. Kentte halkın katıldığı en önemli olay, araba
yarışları ve Hippod- rom'da yapılan başka merasimler ya da kutlamalardı. Burası imparatorla halkın buluştuğu "yer" di ve kent halkı
çok önemli bir siyasal unsur olduğu için, Hip- podrom'un bir tür serbest parlamento bi- nası işlevi gördüğü söylenebilir.
Kentin kuruluşu sırasında yapımına başlanan ve izleyen imparatorlar tarafin- dan genişletilen Büyük Saray sonuçta, kentin, Marmara Denizi'ne
bakan yamaç- larında büyük bir alanı kaplayan teraslar üzerine serpiştirilen yapılardan oluşuyor- du. Eski Akropolis'in güneydoğu ucunda- ki bu
büyük yapı kompleksi, kentin anıtsal görünümüne büyük ölçüde katkıda bulu- nuyordu. Fakat Komnenoslar'ın 11. yüz- yılda Ayvansaray'a
çekilmesinden sonra sa- ray bütünüyle yok olmuştur.
DİNİ YAPILAR
Constantinus, bir Hıristiyan imparator- luğu yaratma arzusu ile, ilk büyük Hıristi- yan bazilikalarını Filistin ve Roma'da kur- muştu.
Constantinus'un bir Hıristiyan başkenti yaratmak istemiş olduğu da açık- tır. Krautheimer'in dediği gibi "kendisini 13. havari, İsa'nın
yeryüzündeki vekili ola-

rak görmüş❞ ve 337'de öldüğü zaman ki- lise ve imparatorluk gücünün birbirine nüfuz etme süreci tamamlanmıştı.47 Güç- lü bir
pagan geçmişe sahip olan Roma'da bunu gerçekleştirmek daha zor olabilirdi. Yine de Yeni Roma Hıristiyanlığı kabul et- mede daha
az çekimser ve ruhen daha ha- zır olsa da mimarisi hâlâ biçim açısından Romalı'ydı ve kiliseler, imparatorun yeni dini topluma
kabul ettirmesinde simgesel ve işlevsel açıdan en temel etkinlikler ola- caktı.
Artık resmen tanınmış olan kilisenin temel işlevi pagan kitleyi Hıristiyanlaştır- maktı. Bu da büyük mekânlar gerektiri- yordu. Oysa Pagan
tapınak bir domus dei (Tanrı evi) idi ve içine kimse giremezdi. Büyük kalabalıklar için en uygun görülen mimari mekân modeli, Roma
bazilikasıy- dı. Bir domus ecclesiae'nin avlusu da he- nüz Hıristiyanlığı kabul etmemiş olanlar için uygun toplanma mekânıydı. Mimari- nin
geliştirilmesi liturjinin zenginleşmesi- ne paralel oldu. Kentlerin katedralleri ve piskoposları vardı ve piskoposların, yöne- ticilerin (magistrate)
kürsülerine benze- yen bir kaide üstündeki katedra'sı da, ap- sidin ortasındaydı. Katedrallerle sarayların biçimsel akrabalığı da, devletle kilisenin
birliğinin bir yansıması sayılabilir.
Constantinus döneminde, Hıristiyan bazilika, halkın toplanabileceği dinsel içeriği olan herhangi bir anıtsal toplantı salonu gibi
algılanmaktaydı. İşle- vi, basilica id est dominicum, 'Tanrı'nın evi olan bir toplantı salonu' ya da 'Havarilerin ve Katolik cema- atin
bazilikası' gibi belirgin sıfatlarla açıklanmak zo- rundaydı. Ya da Constantinus'un Golgota üzerin- deki kiliseye verdiği 'bütün
diğerlerinden çok daha güzel bir bazilika' sıfatı, onu herhangi bir amaç için yapılmış herhangi bir toplantı salonuyla eşdeğer kı-
liyordu. 48
Ama Hıristiyan kilisesinin, kitleleri kendine çekebilmesi için bir insan dramı- na gereksinimi vardı. Bu da Kurtarıcı'nın ve din adına
ölen şehitlerin yaşamlarıydı. Böylece ikinci bir dinsel yapı grubu, mar- tirion'lar ortaya çıktı. Pagan dönemin bu bağlamda sunduğu
örnek heroa idi. Önce
anıtsal boyutlarda Kudüs'te, sonra da bü tün Hıristiyanlık dünyasında, azizlerin gö- müldükleri yerlere yapılan basit mezarların
sayısı giderek arttı.
Hıristiyan başkentinin kurucusu ve Roma tarihinin en verimli yapım etkinlik- lerini yürütenlerden biri olan imparatorun yeni başkentte bir kilise
inşa ettirmeye za- manı olmamıştı. Sonradan Havariyun Ki- lisesi'nin eklendiği Mausoleion dışında Constantinus'un kentte herhangi bir kili- se
yaptığına ilişkin güvenilir bir kaynak yoktur.
Geç dönem Bizanslı yazarlar, Cons- tantinus'u büyük ve kutsal bir imparator olarak gösterebilme coşkusu içinde, bir dizi kilisenin
yapımını ona atfetmişler- di,49 ama kesin olarak ona atfedilebilecek tek kilise, bir olasılıkla onun başlattığı ve oğlu tarafından
bitirilen Havariyun Kili- sesi'dir. Constantinus'un antik bir tapına- ğın yerine bir kilise inşa ettirdiği söylenti- leri de vardır. Örneğin
Ayios Mokios Ki- lisesi'nin, hâlâ büyük bir pagan grubun yaşadığı yerdeki Zeus Tapınağı üstüne in- şa ettirildiği söylenirse de50 bu
sav tartış- malıdır.
Constantinus Mausoleion'u, imparato- run zihnindeki pagan-Hıristiyan ayrışması- na ışık tutmaktadır. Öncülleri İskender ve
Augustus gibi o da mezarını başkentte in- şa ederek, burasının bir dünyevi saygı merkezi olmasını istemişti. Tanrılaştırma kavramı,
Constantius'un din görüşüne ya- bancı değildi.51 Constantinus döneminin tek kilisesi olan Havariyun Kilisesi ile Ma- usoleion,
kentin gelecekteki gelişimi için- de simgesel olduğu kadar fiziksel bir önem de taşımaktaydı. İmparatorun daire- sel planlı
Mausoleion'u, kubbeli kütlesel bir silindirik yapı olmalıdır ve Nikolas Me-

sarites'in tanımına göre, Spalato'daki Di- ocletianus'un mezar yapısı gibi büyük ola- sılıkla bir iç kolon dizisine de sahipti. Or- tasında da
Constantinus'un porfirden ya- pılmış lahdi bulunuyordu. On İki Hava- ri'nin lahitleri de bu merkezin çevresin- deydi. Daha sonraki Osmanlı
imparator- luk türbeleri gibi Constantinus Mausole- ion'unun içinde de II. Constantinus'un, annesi Helena'nın ve İmparatoriçe Pulhe- ria'nın
lahitleri vardı.52 II. Constantius ta- rafından Mausoleion'un batısına bitişik, haç planlı olduğu sanılan bir kilise yaptırıl- mıştı. Aziz Andreas,
Aziz Timoteus ve Aziz Luka'nın rölikleri Antioheia'dan bu- raya getirilince imparatorun mezarı da bir Apostoleion'a, yani Havariler'in martiri-
on'una dönüşmüştü.53 Havarilerin lahitle- ri, merkez çevresindeki nişlere yerleştiril- mişti. Zaman içinde bazı başka imparator ve imparatoriçeler
de kilise çevresindeki alana gömüldü. Havariyun Kilisesi daha sonra Iustinianos döneminde aynı adla büyük Roma imparatorlarının Mesih'e
ilişkin imgelemlerinin bir ifadesi olarak ye- niden inşa edilmiştir. Constantinus Ma- usoleion'u Türkler'in fethine kadar ayak- taydı, fakat Fatih
Külliyesi'nin yapımı sıra- sında ortadan kaldırılmıştır.
Aya İrini'nin Constantinus'a atfedil- mesi konusu da hiçbir zaman netlik kaza- namamıştır. Kilise tarihçisi Sokrates'e gö- re, bir
pagan tapınağın yerini alan Aya İrini (Kutsal Barış), Bizantion'daki ilk Hıristiyan kilisesiydi, sonradan Constan- tinus döneminin ilk
piskoposluk kilisesi oldu.54 Hâlâ tartışmalı olmakla birlikte ilk büyük bazilikal planlı kilise olan Aya- sofya (Kutsal Bilgelik), genelde
Constan- tinus dönemi inşaatı olarak kabul edil- mez. Yapı 360'ta II. Constantius tarafin- dan bitirilmiştir. Bu Büyük Kilise (Megale
Ecclesia), Constantinus'un kent tasarımı- nın önemli bir öğesi olarak Regia, Senato ve saray girişiyle birlikte Augusteion'u çevreler
ve dinsel otoritenin kent içindeki merkezini simgeler. İlk Ayasofya, Ro-
Ат
ma'daki Laterano ya da San Pietro gibi bazilikal bir yapıydı.
Constantinus kentinin sınırlarını bu-
günkü İstanbul siluetinde gördüğümüz iki anıt, Iustinianos'un inşa ettiği Ayasofya ile Havariyun Kilisesi yerine yapılan Fatih Camisi
belirler. Dolayısıyla kentin kurucu- su Constantinus, somut kalıntılarla olmasa bile mekânsal işaretlerle hâlâ kentin sınır- larını
belirtmeye devam etmektedir.
REVAKLAR
Revaklar (stoa'lar ya da embolos'lar) başından beri Konstantinopolis'e özellik kazandıran öğelerdir. Yakındoğu'daki Helenistik
kentlere özgü bir temel kent- sel yapı tipi olan bu direkli yollar, kentsel görünümün biçimlenmesini önemli ölçü- de etkilemiş
olmalıdır. Constantinus dö- nemine tarihlenen dört emboloi bilinmek- tedir. Bunlardan iki katlı olan biri Augus- teion ile Tauri Forumu
arasında, bir ikin- cisi de Tauri Forumu'ndan başlayan, Bo- vis Forumu'ndan geçerek Porta Aurea'ya uzanan emboloi idi. İkincisinin
ilk bölü- münün, Regia gibi kusursuz ve zengin bir mimariye sahip olup olmadığını bil- miyoruz. Marmara kıyılarında bulunan öbür
iki emboloi'den biri Akropolis'in ucunda olup, Büyük Saray'a bağlanıyor- du. İkincisi ise, Constantinus'un Büyük Saray'ının en eski
bölümü olan Dafne Sa- rayı'ndan başlayıp, Constantinus Surla- rı'nın son bulduğu Rabdos'ta bitiyordu. Böylece, toplam 3 km
uzunluğundaki bu revaklar neredeyse Marmara kıyılarının tamamı boyunca uzanıyordu. Bu, Cons- tantinus döneminde deniz
surlarının he-

nüz tamamlanmadığına işaret olarak da yorumlanabilir. Emboloi'nin surlarla ilişki- si pek açık değildir. Bu anıtsal revakların, özellikle
de kent içinde olanların zemin katlarında dükkânlar (tabernae) vardı ve heykellerle bezenmişlerdi. İnsanlar mer- divenlerle ikinci
kata çıkar ve yol boyunca gezinti yaparlardı. Emboloi, içindeki kent- sel işlevlerinden öte, zengin bir kentsel atmosfer yaratıyorlardı.
Günümüzün gü- rültülü ve hareketli kalabalık alışveriş merkezlerinden ve mağazaların bulundu- ğu kalabalık sokaklardan,
hayvanlar, atlı- lar ve el arabaları dışında, pek de farklı değillerdi. Sonraki yüzyıllarda bu revakla- rın sayıları artmıştı. Pek çok ticari
ve baş- ka günlük alışveriş bu revaklar altında ya da benzer öğeleri olan forumlarda ve ba- zilikalarda yapıldığından, revak büyük
olasılıkla kentsel görünümün en çok vur- gulanmış mimari öğesiydi. Revaklar tuğ- ladan yapılmış, ahşap çatılı yapılardı ve çoğu kez
yandıkları için sürekli yeniden inşa edilmişlerdi.
KAMU YAPILARI
Konstantinopolis'in en önemli tören alanlarından biri olan Augustaion, bugün artık bütün kentsel dekorundan yoksun olmakla
birlikte, Ayasofya Meydanı olarak günümüze ulaşmıştır. Burası, Bizanti- on'un Agorası ile Severus'un Tetrasto- on'una uzanan
İstanbul'daki en eski kentsel mekândır. Ayasofya'nın, Basilika Sarnıcı'nın (Yerebatan Sarayı), Hippod- rom kalıntılarının, Lausos ve
Antiohos sa- raylarının ve büyük olasılıkla ünlü Zeuk- sippos Hamamları'nın bir bölümü üzeri- ne inşa edilen Ayasofya Hamamı'nın
ko- numları, meydanın yaklaşık boyutlarına ilişkin ipuçları verir. Klasik biçimiyle 150 m'lik bir diyagonali olan dikdörtgen ya da kare
biçimindeki Augustaion, Constanti- nus tarafından yeniden yapılarak annesi Augusta Helena'ya adanmıştı, Ortasında, üzerinde
Helena'nın heykelinin bulundu- ğu anıtsal sütun vardı. Çevresini saran re-
vakların arkasında, kuzeyde belki de Cons- tantinus'un başlattığı Ayasofya, batida Büyük Bazilika, güneyde Regia Revağı, doğuda
Büyük Saray'ın girişi, Senato ve Magnaura Sarayı, Regia'nın arkasında da Zeuksippos Hamamları ile Hippodrom bulunmaktaydı.
Büyük olasılıkla Augusta- ion halka kapalıydı ve yalnızca imparator- luk törenleri için kullanılıyordu.55 Ro- ma'da da olduğu gibi
büyük hamamlar yönetimlerin halkın kullanımına sunduk- ları kamu tesisleriydi. Konstantinopolis hamamlarının, neredeyse Roma
hamam- ları kadar büyük ve görkemli olduklarını biliyoruz. Kentin kuruluşu sırasında, Bi- zantion'da iki de eski hamam vardı. Bun-
lardan biri yapımı Yunan dönemine, hatta Bizas'a uzanan, Strategion yakınlarındaki Ahilleus Hamamı, öbürü de kentin en büyük
hamamı olan Severus'un yaptırdığı Zeuksippos Hamamı. Büyük olasılıkla adını eskiden burada bulunan bir Zeus Tapınağı'ndan
alan Zeuksippos Hamam- ları, Konstantinopolis'in erken dönemin- deki en büyük ve en sık kullanılan hama- mıydı. Constantinus
kentin 330'daki res- mi açılışından önce bu hamamı onarmıştı. Hamamın bakımı, çevresine yapılan dük kânların gelirleriyle
sağlanıyordu. Böylece iki önemli kamu yapısı, Zeuksippos Ha- mamları ile Hippodrom, imparatorluğun lütfunun bir göstergesi
olarak, kentin açı- lış törenleri için hazır edilerek, işlevlerinin kamu için ne denli önemli olduğu vurgu- lanmıştı. Constantinus'un,
çağdaşları ta- rafından da paylaşılan heykel tutkusu ken- dini Zeuksippos Hamamları'nda açıkça gösterir. Hamamda ünlü
filozofların, şair- lerin, hatiplerin ve askerlerin, mermer, tunç ya da başka malzemeden yapılmış 75 heykeli bulunmaktaydı.
Bunlardan Ho- meros heykeli doğalcılığıyla övgü topla- mıştı.56
Constantinus'un kendi hamamları,

kentin öbür ucunda, Konstantianai ma- hallesinde, Mausoleion'un yanında inşa edilmişti. Daha önceden de belirtildiği gibi, 330'dan
sonra başlatılan bütün bü- yük projeler, eğer tersi belirtilmemişse, Constantinus'a ve II. Constantius'a atfe- dilmelidir. Filadelfion'dan
Havariyun Ki- lisesi'ne uzanan soyluların yerleşim alanı Konstantianai, adını buradaki hamamdan almıştır.
Forum ile Augustaion çevresindeki ka- mu yapılarının çoğu Constantinus tara- fından başlanmış, ya kısmen onun ya da II.
Constantius tarafindan tamamlanmış ya da depremler, yangınlar ve yeniden ya- pımlar nedeniyle yıkılan eski yapıların ye- rine
yenileri yapılmıştır. Gerçekte, Cons- tantinus ve II. Constantius dönemi kenti, yalnızca tarihin sayfalarındadır. Günümü- ze ulaşanlar
sadece Çemberlitaş, yontu portreler ve sikkeler üstündeki imgelerdir.
Konstantinopolis'in kurucusunun ani- sına ilişkin son söz olarak, yaşamını kale- me alan Kaiserialı Eusebios'un, imparato- run
cenaze törenini anlatan satırlarına yer vermek istiyorum.
Mor kumaşlara sarılı altın tabut içindeki bede- ni, kendi adıyla anılan kente getirilmişti. Burada, sarayın anı salonunda ölü hükümdar
son kez halkı- nın önüne çıkıyordu. Sırasıyla bütün maiyetindeki- ler, generaller, senatörler ve imparatorluğun daha alt
kademelerinde olanlar, başında tacı ile morlar içinde yatan hareketsiz insanın önünde eğilerek saygılarını sundular. Etkileyici,
yüksek bir kaide üs- tüne yerleştirilmiş olan altın katafalkın çevresi ya- nan mumlarla çevrilmişti ve Constantinus öylece yatarken,
her kademedeki muhafızları başında gece gündüz nöbet tutuyor, tebaasından erkekler, ka- dınlar ve çocuklar son görevlerini yerine
getirmek için salonu dolduruyordu. Constantius'un içeri gir- mesiyle cenaze töreni başladı. Yeni imparatorun en önde yürüdüğü
cenaze alayı sokaklardan geçerek Havariyun Kilisesi'ne kadar geldi. Burada tören alayında garip ve dramatik bir değişiklik oldu.
Constantius ve askerleri, Roma devletinin resmi görevlileriyle birlikte alaydan ayrıldı. Törendeki gö- revleri bitmişti. Burada kilise
adamları ile Hıristiyan cemaat öne çıkarak din kardeşlerini aldılar. Ölü için dua edildikten sonra, yeni vaftiz edilmiş olan impa- rator,
yaptırdığı anıtmezara gömüldü. On İki Ha- vari'nin anısal stelleriyle çevrili alanın ortasında, On
Üçüncü Havari olarak Constantinus'un lahdi, yüz- yıllar boyunca inananların adak ve dualarını kabul etmek üzere yerini aldı.57
KENTİN YÖNETİMİ
Yeni başkentin önemli bir özelliği yö- netimiydi. Kent yönetiminin başı olan vali ve belediye reisi (praefectus urbi), kentte
imparatordan sonra gelen ikinci kişiydi ve imparatorun yokluğunda onu temsil etme yetkisine sahipti; aynı zamanda birinci se- natör
ve imparatorun danışma kurulu (Consistorium) üyesiydi. Kuruluştan önce kentin baş yöneticisi "arkon"du (arhe- ion). II. Constantius
döneminde eparhos unvanı kullanılmakla birlikte, Roma'da olduğu gibi praefectus urbi olarak da anılmıştır. Yiyecekten, güvenlikten,
inşa- atlardan, ticaretten ve üretimden sorum- luydu, ayrıca pazarda fiyatları denetliyor ve kentte adaleti (asayişi) koruyordu. Kentte
tam bir yargı yetkisine sahipti. Makamı, emrinde çalışan görevlilerin, hatta özel bir cezaevinin bulunduğu Pra- etorium'du. Kentin
eparhos'u her zaman devletin önde gelenleri arasındaydı, hatta bunlardan biri III. Romanos (1028-34) adıyla imparator bile
olmuştu. Kentsel iş- lerden sorumlu olan bir başka görevli de, bölgeleri yöneten curator' du. Her bölge- de bir de mahalleleri
denetleyen, polis ile itfaiyecileri (collegiati) denetleyen vicoma- gistri vardı. Fiziksel ve yönetsel yapı bir- birine sıkı skıya bağlıydı.
Kent yönetim sistemi, bazı uyarlamalarla 12. yüzyıla de- ğin böyle sürdü.58 Roma örnek alınarak, Constantinus Surları içinde kalan
bölge 12 yönetim bölgesine (regio) ayrılmıştı. Sykai XIII., Blahernai de XIV. bölge ol- du.59 Bu yönetsel bölünmeye ilişkin bilgi- ler,
büyük olasılıkla 5. yüzyılın birinci ya- rısında kaleme alınan Notitia Urbis Cons- tantinopolinae'ye dayanmakla birlikte, ge-

nel kanı bu bölünmenin Constantinus dönemine ait olduğudur. Bu bölgelerin kesin sınırları tam olarak bilinmez, Noti- tia yalnızca
bunların birbirlerine göre ko- numlarını tanımlar. Bilim adamları bu bölgelerin sınırlarını uzun uzun tartışmış- lardır, çünkü arkeolojik
buluntuların to- pografik değerlendirmesi ve kentin yapısı- nın tarihsel rökonstrüksiyonu temel ola- rak bunlara dayanır. Sınırların
belirsizliği yoğun yorum hatalarına neden olmuştur. Bölgelerin düzenlenmesi ve büyüklükleri- nin ardındaki nedenleri anlamak
zordur, ama Yunan Bizantion kentinin doğu böl- gesi I. Bölge'yi oluşturur. Burası, içindeki 118 domus ile kentin soylularının
yaşadığı bölgedir.60 II. Bölge, Bizantion'un batı bölümüydü. Ancak bu bölgenin batı sı- nırları, Bizantion'un da sınırları olarak ke-
sin biçimde saptanamamıştır. III. Böl- ge'nin ise Severus'un eski Bizantion'a yaptığı eklemenin ana bölümünü içerdiği düşünülür,
fakat bu bölge denize kadar uzanmaz. Durum öbür bölgeler için de aynıdır. Her ne kadar Notitia, her bölge için, içindeki en önemli
yapılardan da söz ederek net topografik tanımlar verse de, yerinde (in situ) yapılan ilk değerlendir- me ancak on üç yüzyıl sonra,
16. yüzyılda P. Gilles tarafından yapılmıştır. Öte dan, her ne kadar Konstantinopolis hari- tası üzerinde anıtların yerlerini bulmak
arkeologlar için heyecanlı bir bulmacaya benzese de anıtların konumları ve kentin mekânsal niteliğini bu saptamalarla anla- mak
olası değildir. Çünkü anıtlar değişik dönemlerde yapılmıştır. Kent ve anıtların ilişkileri üst üste yığılmış zaman katların- da saklıdır.
Ancak kentin temel öğelerinin genel ve değişmez yapısından söz edilebi- lir: Kıyılar, surlar, ana limanlar ve yaşam- sal işlevlerin
mekânsal dağılımı Türk dö- neminde bile değişmemiştir.61
yan-
Eğer yarımadayı, Sarayburnu merkez olmak üzere, dilimlere ayrılmış bir daire olarak düşünürsek, eşmerkezli dairelerin, kentin ana
caddeleriyle kesişmesiyle (kesiş-
me noktalarında birer forum bulunur) sur içi kentin bölümleri kabaca ortaya çıkar. İlk meydan Augustaion I., II.,IV ve V.,
Constantinus Forumu III., VII. ve VIII., Bovis Forumu da IX., XI. ve XII. bölgele- rin kesişme noktasında yer alır. Önceden de
belirtildiği gibi sur dışındaki Sykai XI- II., Blahernai de XIV. bölgeleri oluşturur. Blahernai mahallesinde eski bir Grek ken- tinin
kalıntısı olabilir. Bu mahalle belki de kent yönetimi içinde özel bir statüye sa- hipti. Constantinus döneminde sur dışında bulunan tek
mahalle, kuzeybatıdaki Bla- hernai idi.62 Sur dışında başka yerleşmeler de var olmuş olabilir, ancak bunların yerle- ri belli değildir.
Constantinus öncesine ait Halkedon, Hrisopolis ve Sykai'den yalnız- ca Sykai ile ilgili bilgi vardır. Kentin yeni yönetim bölünmesi
içinde XIII. bölge olan Sykai yeni surlarla çevrilmişti. Kentin öbür bölgelerine ilişkin bilgi olmaması, Constantinus döneminde
buralarda önem- li etkinliklerin bulunmadığını gösterir. Mango'nun XIV. Bölge olarak öne sürdü- ğü Kosmidion'un (Eyüp), bir başına
mı, yoksa Blahernai ile birlikte mi bir bölge oluşturduğu cevaplanması zor bir sorudur. Ama bugüne değin Blahernai mahallesinin
dışındaki geniş alanlarda arkeolojik açıdan önemli hiçbir buluntu ortaya çıkmamıştır.
PAGAN KENTTEN HIRİSTİYAN KENTE
Roma gibi, Konstantinopolis de bir Hıristiyan kenti olarak bir ortaçağ imgesi-

ne uygundur. Hıristiyan dininin beşiği olarak Yakındoğu büyük olasılıkla yeni bir inancın gelişmesi için eski Roma'dan daha uygun
bir yerdi, ama kentsel çevrenin fi- ziksel yanları bir anda pagan Roma'dan Hıristiyan görünüşe çevrilemezdi. Erken Hıristiyan
mimarlığı 6. yüzyıla değin Geç Roma özelliklerini yansıtmaya devam et- miştir. Dinsel liturjiye ilişkin öğeler, küçük el sanatlarında
ya da resimde erkenden ye- ni simgeler üretebilmiş olsa bile, siyasal ve ekonomik yaşam canlılığını koruduğu sü- rece kentsel
kavramlar ve mimari imgeler Roma geleneğinden kopamamıştır. 435'te II. Teodosios'un pagan tapınakların yıkıl- masını emrettiği
halde, yoğun bir yıkım söz konusu olmamış, pagan tapınakların değişik amaçlı kullanımı daha çok 6. yüz- yılda başlamıştı.
Constantinus tarafindan resmen redde- dilen Yunan-Roma paganizmasının can çekişmesi birkaç yüzyıl sürmüştür. Hatta
paganizmanın kentin ortak belleğinde, dönüştürülen biçimlerin katmanları ara- sında daha da uzun yaşadığı ileri sürülebi- lir. Büyük
kiliseler kuran, Hıristiyanları kurtaran ve bazan "13. Havari" olarak anılan Constantinus, ancak ölümünden önce vaftiz edilmişti.
Pagan geçmişe ait kutsal kalıntıların hiçbirini yok etmemiştir. Konstantinopolis'te Hıristiyan kiliseler in- şa edilirken, bir yandan da
pagan tapınak- lar onarılıyordu. Roma paganizması yaşa- maya devam etti. İmparator Iulianus Hi- ristiyan karşıtıydı ve bu yüzden
kâfir diye biliniyordu. Birçok Hıristiyanı Hippod- rom'daki öküz biçimindeki dev tunç ka- zan içinde yakacak kadar ileri gitmişti.63
Tinsel dönüşüm büyük olasılıkla eğitimde pagan öğeleri yasaklayan II. Teodosios❜la başlamıştı, ama o zaman bile büyük işler
başaran, kentte çok sevilen ve Hippod- rom'da "Constantinus kenti inşa etti ve Kiros yeniledi" diye haykıran halk tarafin- dan
yüceltilen praefectus praetorio Kiros bir pagandı ve yeni dini yaşamının sonları- na doğru kabul etmişti. Yeni başkent res-
men Roma'dan daha Hıristiyan'dı, fakat tek imparator sistemini yerleştiren Cons- tantinus döneminden beri Hıristiyanlık İtalya'da da
güçlenmeye başlamış ve Va- lens (364-368) ile Valentianus (364-375) arasında olduğu gibi, Doğu'daki impara- torla, Batı'daki
yardımcısı arasındaki siya- sal çekişme, sonuçta dinsel bir düelloya dönüşmüştü. Konstantinopolis ile Roma arasındaki büyük
bölünmenin temelinde, Constantinus'un kendisinin de katıldığı Nikaia Konsili'ndeki Ariusçu öğretinin reddedilmesi yatıyordu.
Constantinus baş- langıçta ruhen Ariusçuluğa daha yakın ol- makla birlikte daha sonra İskenderiyeli Atanasios'un savunduğu
ortodoks Hıristi- yanlığı destekledi; oğulları ise Ariusçuluğu savunuyordu. Constantinus ile oğulları arasındaki çatışma 4. yüzyılın
ikinci yarı- sında da İmparator Valens (Konstantino- polis'te) ile yardımcısı Valentianus (Ro- ma'da) arasında da sürdü. Ariusçu
öğretiyi destekleyen Valens'in ölümünden sonra Büyük Theodosius tarafindan 381'de top- lanan II. Nikaia Konsili'nde Ariusçuluk
yeniden reddedilmiş 64 ve ortodoks öğreti, bütün imparatorluk için tek dinsel öğreti ilan edilmişti. Böylece pagan Roma İmpa-
ratorluğu'nu Hıristiyanlaştırma süreci, devleti tam olarak Hıristiyanlaştırdığı için "Büyük" unvanını kazanan I. Teodosius döneminde
tamamlanmıştır. Aslında aynı zamanda Halife unvanını da taşıyan Os- manlı sultanları gibi, Geç Roma impara- torları da, Tanrı
olarak değilse de İsa'nın yeryüzündeki vekili olarak, geçici ve tinsel güçleri kendilerinde birleştirmişlerdi.
I. Teodosius döneminde Roma İmpa- ratorluğu, Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılmış, hemen ardından da Batı impara- torluğu,
Gotlar'ın baskısıyla çökmüştü. Bu bölünme belki de imparatorluğun Batı

kanadının zayıfladığının fiili bir ön kabu- lüydü. Dünyevi devletin çöküşü, Roma (Katolik) Kilisesi ile sonradan Batı siyasal yaşamına
egemen olan Roma piskoposla- rının (sonradan papalar) güç kazanmasına yol açtı. Olayların bu yönde gelişmesi, başkentin
Doğu'ya kaydırılmasının son derece akıllı bir karar olduğunu gösterir. Bu aynı zamanda yeni dinin kendine özgü özelliklerinin
sanata yansımasına olanak tanırken, bir yandan da Helenistik gelene- ğin altını çizerek Roma özelliklerinin daha iyi
korunabilmesinde etkili olmuştur. I. Teodosius'un hükümdarlığı sırasında Kit- zinger'in belirttiği gibi "İnsan, estetik öl- çütleri ve
standartları saptayan güçlü sa- natsal kişiliğin ya da kişiliklerin, siyasal güç merkezinde etkin olduklarını ve bu döne- min anıtlarına
gerçekten damgalarını vur- duklarını sezer."65 Bu, Teodosius Röne- sansı olarak anılan dönemdir. Teodosius döneminde geçmişin
"altın çağı"na ait bi- çimlerin bilinçli olarak canlandırılmasının en açık kanıtı, başkentte imparatorun yeni forumuna dikilen büyük
zafer sütunudur. Teodosius'un askeri seferlerini en küçük ayrıntısına kadar betimleyen ve sütunu sarmal olarak dolanan
kabartmalarla bezeli bu anıt açıkça Eski Roma'daki Traian ve Marcus Aurelius sütunlarıyla rekabet et- mek üzere biçimlendirilmişti.
Aradan ge- çen 200 yıl içinde böylesi bir başka yapıt daha yapılmamıştı. Belki insan daha da ile- ri giderek, klasik vurgular taşıyan
bu sa- natsal çabanın tümünün, Teodosius'un, Constantinus hanedanından bağımsız, kendi hanedanını kurmaya kararlı ve üslup
açısından geleneklere bağlı "yeni" bir
adam olması gerçeğinden kaynaklandığını
öne sürebilir.66
Got baskısı 4. yüzyılda Doğu'da da artmıştı. İmparator Valens 378'de Adri anopolis'te bozguna uğratılarak öldürül müş ve Germen
saldırıları kent surlarına dayanmıştı. 5. yüzyılda daha da tehlikeli bir tehdit, Balkanlar'ı ele geçiren Hun- lar'dı. Attila'nın
Konstantinopolis'e sal- dırması bekleniyordu, ama Attila Batı Av- rupa ile uğraşıyordu; beklenen olmadı. II. Teodosios'un büyük
surları inşa etme- sinin bir sebebi de bu beklenen saldırıydı. Bury'e göre II. Teodosios'un en önemli üç girişimi, surların inşası,
üniversitenin açılması ve yasaların derlenmesiydi.67 425'te önce Kapitol'de açılan üniversite büyük olasılıkla imparatorun karısı ve
Atinalı bir filozofun kızı olan, iyi eğitim görmüş Atenais-Eudokia'nın desteğiyle kurulmuş, ama sonraları pagan geleneği sürdüren bir
kurum olarak tehlikeli bulu- narak kapatılmıştı. 5. yüzyılın ilk yarısı surların inşasıyla geçmişse, ikinci yarısı da 465 yangını ve
sonuçlarıyla geçmiştir. Haliç'in kıyılarından Mese'ye kadarki yaklaşık 350 hektarlık bir alan, yani kent merkezi yanıp kül olmuştu. Bu
da ticaret merkezinin ve çok sayıda kamu yapısının yeniden inşası anlamına geliyordu. Geriye bakıldığında kuruluştan başlayarak
birbi- rini izleyen yıkım ve yenilenmelerin kent tarihinin belirleyici olguları olduğu söyle nebilir.

You might also like