Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 33

10-C

Sonsuza Kadar Cumhuriyet!


İçindekiler

İstanbul'un Görkemli Mirası: Sultanahmet Camii ...................................................................................2


Sirkeci’nin Mimari Harikası: Paylaşılamayan Sanasaryan Han..................................................4
Boğazın Koruyucusu.........................................................................................................................................................6
Boğazın Sembolü: Ortaköy Cami............................................................................................................................7
Türk Müzeciliğinin Doğuşunun Hikâyesi: İstanbul Arkeoloji Müzeleri.................................9
Son Hamam Cağaloğlu....................................................................................................................................................11
Kültürel Birlik ve Mühendislik Mükemmeliyetinin Sembolü........................................................12
Boğaz’ın İncisi..........................................................................................................................................................................13
Caferağa Medresesi..........................................................................................................................................................14
Süslü ve Estetik İmajın Gözdesi: Aynalıkavak Kasrı............................................................................15
Çininin İstanbul Hâli: Çinili Camii...........................................................................................................................16
İki Avlulu Silahhane: Maçka Silahhanesi........................................................................................................17
Osmanlı’nın Yok Oluş Döneminin En Ünlü Sarayı..................................................................................18
Muhabbet Bahçesinin İncisi.....................................................................................................................................20
Osmanlı’nın Yadigarı: Topkapı Sarayı................................................................................................................21
İstanbul’un İhtişamı...........................................................................................................................................................22
İstanbul’un İlk Göz Ağrısı: Kavafyan..................................................................................................................24
Türk Tarihinin İlk Rokoko Eseri..............................................................................................................................25
Osmanlı’nın Son Tanıklarından: Hüseyin Avni Paşa Köşkü.........................................................26
ÖN SÖZ
Oğuzlar’ın Kayı boyuna mensup olan ve kısa bir sürede 400 çadırlık bir
boydan bir devlete, ardından 3 kıtaya hükmedip imparatorluğa dönüşen,
hakimiyetini kıtalara kadar taşımakla kalmayıp bu varlığını çağlar arası
sürdüren Osmanlı İmparatorluğu, gerisinde birçok tarihî ve kültürel eser
bırakmıştır. En geniş sınırlara sahip olmasıyla içinde birçok farklı kültürden
ve etnik kökenden insan bulunduran imparatorluk, çok yönlü bir gelişim
göstermiştir. Uzun yüzyıllar boyunca herkesin almaya çalışıp bir türlü
başarılı olamadığı, iki kıtayı birbirine bağlayan İstanbul’u fethetmesiyle
beraber İslam dünyasına öncülük eden Osmanlı İmparatorluğu,
beraberinde İstanbul’da birçok mimari eser bırakmıştır. İstanbul’u baş tacı
edip bir yandan da bayındır hâle getiren imparatorluk, bu konuda çok
büyük başarılar göstermiştir. Bu eserlerin birçoğunun İstanbul’da
bulunmasının en büyük nedenlerinden biri de hâlihazırda Anadolu’nun
beylikler tarafından bayındır hâline getirilmiş olmasıdır. Tanzimat
Fermanı’nın yayınlanmasıyla beraber artan Batı hareketlerinin Osmanlı’yı
toplumsal ve kültürel noktalarda etkilemesi, Osmanlı tarzı mimarinin yerini
Batı tarzı mimariye vermesine neden olmuştur. Bu sayede İstanbul,
Osmanlı Dönemi’nde birçok farklı ve yenilikçi tarzda eserlere ev sahipliği
yapmıştır. Çağının ilerisinde düşünen ve çalışan mimarları sayesinde
bugünlere kadar uzanan ve kendisinden söz ettiren bu değerli eserleri
dergimizde topladık. Dergimizde Osmanlı’nın her döneminden farklı
özelliklerde mimari yapılar bulunmaktadır. 10-C sınıfı olarak hazırladığımız
bu dergide her bir arkadaşımızın yazısı bulunmakla birlikte bu eserler
özenle seçilmiştir. Dergimize öncü olan tarih öğretmenimiz Ahmet Deniz
Hoca’mıza sevgilerimizi göndermekle beraber, değerli okuyucularımıza iyi
okumalar dileriz.

-Rüya Gürbüz
-Ekinsu Kılıç
İstanbul'un Görkemli Mirası:
Sultanahmet Camii
İstanbul'un tarih kokan sokakları arasında yükselen Sultanahmet Camii,
Türk kültürünün ve tarihinin eşsiz yansımalarından biridir. Aynı zamanda “Mavi
Cami” olarak da bilinen mimari, zengin tarihi ile Türkiye'nin en önemli dinî ve
turistik mekânları arasında yer alır.

Bu yapıtın Türk kültüründeki önemi geleneksel İslam mimarisinin yanında,


komşusu Ayasofya’da bırakılan Bizans dokunuşlarına da dayanır. Ayrıca klasik
dönemin son büyük camisi olarak da nitelendirilir.

Sultanahmet Camii'nin tarihi, 17. yüzyılda Osmanlı Padişahı I. Ahmet


tarafından inşa edilmesine dayanır. Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa tarafından
tasarlanan bu muazzam yapı, Osmanlı İmparatorluğu'nun zirvesinde inşa
edilmiş ve zaman içinde kendi başına bir kültürel miras hâline gelmiştir.

Sultanahmet Camii, Osmanlı mimarisinin klasik özelliklerini bünyesinde


barındırırken aynı zamanda döneminin estetik ve sanatsal anlayışını da
yansıtarak benzersiz bir kimliğe sahiptir.

Cami, adını Osmanlı Padişahı I. Ahmet'ten alır ve "Sultanahmet Camii" olarak


bilinir. Ahmet, tahta geçmesinin ardından kısa sürede birçok önemli mimari
projeye imza atmıştır ancak Sultanahmet Camii, onun hükümdarlığı döneminin
en büyük ve anlamlı yapılarından biri olarak öne çıkar. Tarih boyunca birçok
olaya tanıklık eden cami, günümüzde hâlâ aktif bir ibadet yeridir. Aynı zamanda
turistlerin ve ziyaretçilerin ilgisini çeken bir simge olarak İstanbul'un kültürel
dokusunu zenginleştiren bir yapı olarak varlığını sürdürmektedir. Sultanahmet
Camii'nin tarihi Osmanlı İmparatorluğu'nun zirvesinde bulunan I. Ahmet'in
saltanatı döneminde başlar. 17. yüzyılın başlarına gelindiğinde, İstanbul'un tarihi
yarımadası üzerinde bir cami inşa etme fikri Osmanlı İmparatorluğu'nun
hükümdarı tarafından benimsendi. (kaynakça 3) I. Ahmet, bu büyük projeyi
hayata geçirmeye karar verdi ve 1609 yılında inşaatın temellerini attı.

2
İnşaata başlanmadan önce, aydın bir padişah olan I. Ahmet, mimari projenin
detayları üzerinde titizlikle çalıştı. Bu projeyi gerçekleştirmek için Mimar Sedefkâr
Mehmet Ağa'yı görevlendirdi. Mimar, camiyi tasarlarken Osmanlı mimarisinin
geleneksel özelliklerini korurken, "boyutta büyüklük, heybet ve ihtişam" kavramlarını
iyi yansıtmıştır. Ancak, inşaat süreci bir dizi zorluğa ve engellemeye maruz kalır.
İnşaatta kullanılacak olan malzemelerin taşınması, finansman sorunları ve teknik
zorluklar projenin tamamlanmasını geciktirir. Bu zorluklara rağmen I. Ahmet'in azmi ve
inançlılığıyla proje devam eder.

Sultanahmet Camii'nin kubbesi, minaresi ve iç dekorasyonu zamanla tamamlandı.


1616 yılında ibadete açılan cami, I. Ahmet'in saltanatının ve Osmanlı İmparatorluğu'nun
mimari mirasının bir simgesi haline geldi. Cami dış cephesi, altı minaresi ve muazzam
kubbeleri ile göz kamaştırır. İznik çinileri ve yarı değerli taşlarla süslenmiş iç mekan
ise estetik bir şölen sunar. Mavi Camii, ziyaretçilerine hem dini bir atmosferde ibadet
etme hem de eşsiz bir mimari şaheseri keşfetme fırsatı sunar.

Sultanahmet Camii, günümüzde hâlâ faal bir ibadet yeridir ve İslam dünyası için
büyük bir öneme sahiptir. Aynı zamanda Türkiye'nin en çok ziyaret edilen turistik
yerlerinden biri olan cami, her yıl milyonlarca turisti ağırlayarak kültürel etkileşimi
teşvik eder.

Maya Nil Erten

3
Sirkeci’nin Mimari Harikası:
Paylaşılamayan Sanasaryan Han

Sanasaryan Han, 19. yüzyılda Osmanlı Dönemi’nde inşa edilen tarihî bir
yapıdır. Günümüzde Sirkeci’de bulunan, İstanbul’da oldukça bilinen bu yapı
geçmişten günümüze kadar birçok olaya tanıklık etmiş ve zaman ile şehrin
önemli simgelerinden biri olmuştur. Mimari ve tarihî özellikleri ile öne çıkan bu
yapı, zamanla birçok kez restorasyona uğramış, hakkında davalar bile açılmıştır.
Halk arasında genel olarak “Sanasaryan Han” yerine “Sansaryan Han” olarak da
bilinir.

Han, ilk olarak Mıgırdiç Sanasaryan tarafından satın alınmış ve ismini ondan
almıştır. Mıgırdiç Sanasaryan, Erzurumlu Ermeni bir tüccardır. Kendisi Han’ı 1889
yılında Çerkez İsmailpaşazade İhsan Bey’den 19.000 Osmanlı altını karşılığında
satın almıştır. Sanasaryan Han’ın yapılışının ana amacı ise Erzurum’da bulunan
ve 1881 yılında açılan Sanasaryan Koleji’nin ihtiyaç ve harcamalarını gidermekti.
Sanasaryan Koleji (Ermeni Kız Yatılı Okulu), zamanında Erzurum Kongresine ev
sahipliği yapmıştır ve uzun yıllar boyunca içerisinde eğitim verilmiştir. 1924
yılında, bina büyük bir yangın geçirerek bütün ahşap kısımlarını kaybetmiş, bu
yangının ardından bina satın alınarak devlete kazanılmıştır. 1926 yılında onarılıp
hizmete tekrardan açılmış ve zaman içerisinde Gazi İlkokulu, Güzel Sanatlar
Lisesi ve Sosyal Bilimler lisesi olarak birçok farklı amaç adı altında hizmet
vermiştir. 1960’ta “Atatürk ve Erzurum Kongresi Müzesi” olarak kullanılmış,
günümüzde ise 2011-2013 yılları arasında TBMM tarafından yapılan restorasyon
sayesinde “Kongre Binası Atatürk Resim Heykel Müzesi ve Galerisi Müdürlüğü”
olarak hizmet vermektedir. Her Gün açık ve girişi ücretsiz olan bu bina hâlâ
turistler tarafından büyük ilgi görmektedir.

Yıllar boyunca birçok kez restore edilen ve farklı kurum, birey ve işletmeler
tarafından satın alınan bu han, aynı zamanda oldukça farklı amaçlar için de
kullanılmıştır. 1915-1920 yılları arasında devlet tarafından Sanasaryan Han’a el
konulmuştur ve bina gelirlerinin kullanım hakkı bundan önce Erzurum’daki
Sanasaryan Kolejindeyken bu gelir 1920'den 1928 yılına kadar patrikhaneye
verilmiştir. (Patrikhane , Ortodoks Kilisesi'nin başında bulunan başpapaz patriğin
makamı ve onun bulunduğu yerdir.)

4
Sanasaryan Han aynı zamanda uzun bir süre İstanbul Emniyet Müdürlüğü
tarafından da kullanılmıştır. 1935 yılından itibaren İstanbul Emniyet Müdürlüğü
tarafından uzun bir süre kullanılan bina bu süre içerisinde birçok tatsız olaylar ile de
gündeme gelmiştir. İçerisindeki dik tabuta benzeyen hücrelerden dolayı ozamanlarda
yapıya “tabutluk” adı da verilmiştir. İçerisinde bulunan kişinin oturmasına izin
vermeyen ve ayakta durmalarını sağlayarak onlara işkence yapılmasına yol açan bu
hücreler dışında pek çok farklı işkence yöntemleri ile de bina bu zamanlarda
bilinmiştir. Falaka başta olmak üzere dayak, askı ve elektrik cezaları bina içerisinde
oyıllarda görülmüştür. Binanın üst kat pencerelerinden aşağı atılarak öldürülen, ancak
emniyetçe "kendini aşağıya attı" meşhur yalanıyla geçiştirilen insan ölümleri de sıkça
dikkat çeken bir durum olmuştur.

Uzun yıllar İstanbul Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılan ve işkence vakaları ile
hafızalara kazınan Sansaryan Han ile ilgili önemli bir yargı kararı çıkmıştır. Anayasa
Mahkemesi 1930 yılında el konulan hanın 92 yıl sonra Sansaryan Vakfına iadesine
mahkeme sonucunda karar verilmiştir. Günümüzde ise yapının kiralama ihalesine
çıkarılması ve yapının otel olma ihtimali oldukça göz önündedir. Kiralama sonucunda
5yıldızlı otel olması için çalışmalara başlandığı da şu anda bir tartışma konusu olarak
kalmaktadır.

Sanasaryan Han, 1895 yılında mimar Hovsep Aznavour tarafından inşa edilmiştir.
Bina, Neoklasik tarzda yapılmıştır. (Neoklasik mimari form olarak ışık gölge oyunu
yerine duvarları vurgular, her duvar bölgesine de ayrı bir mimari kimlik vermeyi tercih
eden bir mimari tarzdır.) Han, Sirkeci’de Hamidiye Caddesi ve Mimar Kemalettin
Sokağı’nın kesiştiği parselde bulunur ve 5kat, bir bodrum kat olmak üzere 6kattan
oluşmaktadır. Başta kagir olarak yapılmış olan bu yapı, büyük bir iç avluya sahiptir ve
hem mimarisi hem de ilginç geçmişteki detayları ile günümüzde bile birçok turistin
hanı görmek istemesine yol açmıştır.

Damla Erkin

5
Boğazın Koruyucusu
Literatürde “Boğazkesen Hisarı“ olarak da adlandırılan Rumeli Hisarı, adını aldığı
İstanbul'un Sarıyer ilçesinde, Boğaz’ın üzerinde yer almaktadır. Fatih Sultan Mehmet,
İstanbul'un fethinden önce, Anadolu yakasında Anadolu Hisarı'nın bulunduğu yerin
tam karşısına, Karadeniz'den gelebilecek saldırıları önlemek amacıyla Boğaz'ın en dar
yerinde 698 metrekarelik bir yapı inşa ettirmiştir.

Kalenin toplam alanı otuz dönümdür. Doksan günden kısa bir sürede tamamlanan
kalenin üç büyük kulesi dünyanın en büyük kale burçlarına ev sahipliği yapmaktadır.
Fatih vakfiyesinde Kulle-i Cedide ve Yenice Hisar'a Rumeli Hisarı adı verilmişken;
Kemalpaşazade, Âşıkpaşazade ve Nişancı'da Boğazkesen Kalesi'nden de
bahsedilmektedir.
İstanbul’un kuşatılmasından önce, Karadeniz'den gelecek yardım ve takviyeleri
önlemek amacıyla Rumeli Hisarı inşa edilmiş ve karşı kıyıdaki eski bir Türk kalesinin
karşısında yer alan Rumeli Hisarı, 1452 yılında dört ayda tamamlanmıştır. Fatih Sultan
Mehmet, kuşatmadan önce İstanbul'un kontrolünü ele geçirmek için bazı önlemler
almıştır. Boğaz'dan geçen gemiler kontrol altına alınmadıkça fethin zorluğu devam
edecekti. Böylece Boğaz'ı kontrol altına alacak bir kale yapılması fikri ortaya atıldı.
Sultan Mehmet Han, 1451 yılında Karaman Seferinden dönüşünde Anadolu Hisarı
bölgesinin bir kısmını geçerken Boğaz'ın durumunu inceledi. O dönemde topların
yeterince etkili olmaması ve top atışlarının yeterli olmaması nedeniyle daha önce inşa
edilen Anadolu Hisarı, Karadeniz'den giren gemileri kontrol etmekte yetersiz
kalıyordu. Sultan Mehmet Han'ın tasarladığı kalenin yapımına Mart 1452'de başlandı ve
amaç İstanbul'un fethine hazırlayıp Boğaz'ın hâkimiyetini sağlamaktı.

15 Nisan 1452, kalenin temelindeki hızlı inşaatın başlangıcı oldu. Beş ila altı bin işçi ve
zanaatkârın katılımıyla inşa edilen kalenin temelindeki işbölümü ve işçilik, emek ve
emeğin tam olarak ortaya çıktığını gösteriyordu. Yoğun çalışmalara rağmen Ağustos
ayında tamamlandı. 1509 İstanbul depreminde ağır hasar gören kale, kısa sürede
onarıldı. 1746 yılında çıkan bir yangınla harap olan kale, III. Selim'in önderliğinde
onarılmıştır. Fatih Sultan Mehmet Han'ın Boğazkesen adını verdiği Hisar'a Yenihisar,
Yenicehisar ve Yenikale verilen isimlerdi. Rumeli Hisarı'nın konumu, zamanla adının
hafızalardan silinmesine neden oldu.

Rumeli Hisarı, zamanının en kısa sürede inşa edilen en büyük yapılarından biridir.
İnşaatı yaklaşık üç ayda tamamlanan Rumeli Hisarı'nın sahip olduğu üç kulesi
dünyanın en büyük kale surlarından biri olarak biliniyor. Rumeli Hisarı'nın hacminin
yaklaşık 57 bin 700 metreküp olduğu tahmin ediliyor. Rumeli Hisarı'nın inşasına
İstanbul'un fethinden yaklaşık bir yıl önce, 15 Nisan 1452'de başlandı. Aciliyetten dolayı
işin bir an önce tamamlanması gerekiyordu, her bölümün sorumluluğu ayrı paşalara
verildi. Fatih Sultan Mehmet Han, Boğaz yakasına karşılık gelen bölümün inşasını
bizzat üstlendi. Rumeli Hisarı'nın kuleleri, adını bazılarının inşasına ilgi duyulan
basamaklardan almıştır. Kalenin inşaatı 31 Ağustos 1452'de tamamlandı. 6
Ecem Sulukan
Boğazın Sembolü: Ortaköy Cami

Ortaköy Cami, diğer adıyla Büyük Mecidiye Camii, İstanbul’un Ortaköy semtinde
bulunan bir camidir . Bu cami, Ortaköy İskele Meydanı’nın kuzey ucunda yer
almaktadır. Daha önce caminin bulunduğu yerde Vezir İbrahim Paşa'nın damadı
Mahmud Ağa tarafından 1721 yılında yaptırılan bir cami bulunmaktaydı, Ortaköy Camii
bu yapının üzerine yapılmıştır. Her ne kadar bu başyapıt geleneksel unsurları içerse
de esas olarak Batı mimarisindeki, özellikle 17. yüzyılda Rönesans'ın şekillendirdiği
Fransız ve İtalyan barok mekan kavramından ve bunun 19. yüzyıldaki tezahüründen
esinlenmiştir.

Büyük Mecidiye Camii’nin mimarı, dönemin ünlü mimarlarından Nigoğos Balyan'ın


olduğu belirtilmiştir fakat yapılan son arşiv araştırmalarında, bu bilgiyi doğrulayacak
hiçbir kayda rastlanmamış, buna karşılık inşaat sürecinde önce Artin Kalfa, ardından
da Hacı Stefan Kalfa'nın görev aldığı tespit edilmiştir. Cami’nin giriş kapısındaki
kitabede Abdülmecid'in tuğrası ile birlikte caminin bitirilişini belirten tarih yer
almaktadır. Ortaköy Camii, statik açıdan oldukça narin yapılardandır ve neoklasik-
barok döneminden kalma bir eserdir.

Denize doğru belirgin biçimde uzanan bir rıhtım üzerindeki Ortaköy Camii,
Tanzimat’tan sonra kendine özgü bir karakter kazanan Osmanlı mimarlığının eski
kent merkezinden uzak en önemli temsilcilerinden biridir. Deniz kenarındaki özel
konumuyla İstanbul'un simge yapılarından biri haline gelmiş olan caminin oturduğu
zemin, statik sorunları beraberinde getirmiştir. Gerek zemin sorunları gerekse
deprem ve yangın etkileri yapının defalarca onarılmasına neden olmuş, özgünlüğünü
zedelemiştir.

Cami, 19. yüzyıl sultan camilerinin tümünde olduğu gibi iki bölümden, asıl ibadet
mekâni olan harim bölümü ile girişin önünde yer alan hünkâr kasrından
oluşmaktadır. Sultanın özel girişi batı kanadındadır. Rıhtıma açılan bu düzenleme,
sultanın deniz yolunu kullandığını göstermektedir. Üç açıklıklı bir portiko ile
vurgulanmış giriş bölümü hünkar kasrının batı kanadının ilk katına açılır. Buradan çift
kollu eğrisel hatlı bir merdivenle hünkar dairesi olarak düzenlenmiş üst ata ulaşılır.
Sultanın ibadeti için özelleşmiş, bir balkon aracılığıyla harime yönelen hünkar locası
burada bulunan hünkar dairesi ile ilişkilidir.

7
Batıdaki padişah girişi dışında her iki bölümün kompozisyonu kuzey-güney
ekseninde simetriktir. Geniş ve yüksek pencereler, Boğaz'ın değişen ışıklarını camiye
taşıyacak şekilde düzenlenmiştir. Merdivenle çıkılabilen yapıda tek şerefeli iki minare
bulunmaktadır. Duvarları beyaz kesme taştan yapılmıştır ve tek kubbenin duvarları
pembe mozaiklerle süslenmektedir. Cami mozaik ve mermerden, minber ise somaki
kaplamalı mermerden ince işçilikle yapılmıştır.

Giriş kapısı haricinde kalan üç cephesinde, iki sıra halinde üç büyük yuvarlak
kemerli pencere bulunmaktadır. Bunlardan kıble cephesinin alt orta penceresinin
yerine bir mihrap yerleştirilmiştir. Kademeli mermer mihrap nişi imparatorluk
tarzındadır. Köşe dolguları girift kabartmalarla, bordürler ise geometrik
kabartmalarla süslenmiştir. Sağda yer alan zarif vaaz kürsüsü mermer ve
somakiden yapılmıştır. Duvarlarda asılı olan "çehâryâr-ı güzîn" levhaları ve
minberde yer alan Kelime-i Tevhid yazısı Sultan Abdülmecid'e, diğerleri ise Ali
Haydar Bey'e aittir.

Statik açıdan oldukça hassas olan yapı, 1862 ve 1866 yıllarında onarılmış, 1894
depreminde ağır hasar görerek 1909 yılında Vakıflar Bakanlığı tarafından yeniden
onarılmıştır. Bu onarım sırasında yıkılan eski yivli minareler, hasar görmeden yivsiz
olarak yeniden inşa edilmiştir. Minarelerin petek ve külah kısımları yenilenerek farklı
yapı kısımları yenilenmiştir. 1960'lı yıllarda Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün başlattığı
tadilat çalışmaları kapsamında binada tekrarlanan çatlaklar nedeniyle zemin
sağlamlaştırıldı ve kubbe yenilendi. Bu tadilat sırasında dini hizmetlere kapatılan
cami, 1969 yılında yeniden ziyarete açıldı. 1984 yılında çıkan büyük yangında kısmen
tahrip olan yapı, 1984 yılında yenilendi. Ortaköy Camii, zamanla orijinal kısımları
çok fazla değişikliğe uğramış olsa da, Boğaziçi'nin en önemli ve değerli mimari
yapılarından biridir.

Mehmet Ali Kirişoğlu

8
Türk Müzeciliğinin Doğuşunun Hikâyesi:
İstanbul Arkeoloji Müzeleri

Ülkemiz; doğal kaynakları, stratejik jeopolitik konumu ve bu topraklarda var


olmuş olan çeşitli medeniyetlerin arkalarında bıraktığı tarihî eserleri bakımından
fazlası ile zengindir. İstanbul Arkeoloji Müzeleri kompleksi ise geçen yıllar boyunca
Osmanlı İmparatorluğu’nun her köşesinden İstanbul’a getirilmiş olan, sayısı bir
milyonu aşan bu önemli tarihî eserleri bünyesinde barındırmaktadır.

Müze kompleksinin tarihçesine bir göz atılırsa, her ne kadar Osmanlı


İmparatorluğu’nda tarihî eser koleksiyonculuğu Fatih Sultan Mehmet’in Dönemi’nden
beri mevcut olsa da müzeciliğin gerçek ve kurumsal anlamda ortaya çıkışı İstanbul
Arkeoloji Müzelerinin ilk kez 1869 yılında kurulmasına dayanır. Müze, bu yılda şimdiki
adı ile değil de, “Müze-i Hûmâyun”, yani “İmparatorluk Müzesi” olarak halka açılmıştır
ve günümüzdeki arkeoloji müzesinin temelini oluşturmuştur..

Müze-i Hûmâyun , İstanbul’un Fethi’nden sonraki ilk süreçte artık kullanılmayan ve


Osmanlı İmparatorluğu tarafından ele geçirilmiş olan silahların depolandığı, daha
sonralarında ise Bizans İmparatorluğu’ndan kalmış olan antik eserlerin de eklendiği
Aya İrini (Ἁγία Εἰρήνη) Kilisesinde açılmıştır. Fethi Ahmet Paşa’nın 1846 yılında
yapmış olduğu düzenleme ile birlikte bir tanesi eski zırh ve silah koleksiyonu, diğeri
ise Helen ve Bizans Dönemleri’ne ait tarihi eserler olmak üzere iki bölüme ayrılması
ve gerçek bir müze statüsüne getirilmesi nedeni ile, Müze-i Hûmâyun Türk
müzeciliğinin başlangıcı olarak kabul görmüştür.

Bu dönemde “Osmanlı Devleti topraklarında yapılan tüm kazılarda bulunan her


eserin sergilenmek üzere İstanbul’a getirilmesi” konulu bir genelge yayımlanmış ve
bunun sonucunda Aya İrini Kilisesinin kapasitesi artık bu kadar eseri barındırmak için
yeterli olmamaya, hatta içerisindeki rutubet nedeniyle tarihî eserler zarar görmeye
başlamıştır. Bunun üzerine Maarif Meclisi “Müzenin gezilmeye uygun olmadığı ve yeni
bir müze binası inşa edilmesini” talep eden bir rapor hazırlar. Yeni baştan bir bina var
etmenin maliyetli olması nedeni ile müze için geçici bir bina arayışına başlanır ve en
nihayetinde bugün hâlâ arkeoloji müze kompleksinin bir parçası olan, Topkapı
Sarayı’nın bir ünitesi olan “Çinili Köşk” seçilir. Erken Osmanlı mimarisinde inşa edilmiş
olan Çinili Köşk, Romanyalı mimar Montrano tarafından yenilenir (çinilerin üzerleri
sıva ile kaplanır, köşkün dışına bir merdiven eklenir) ve iki yıl süren restorasyon
çalışmaları sonucunda daha Avrupai bir biçime getirilir.

9
Aya İrini’de bulunan tarihî eserler zarar görmeden Çinili Köşke taşınır ve müze
1880 yılında faaliyete geçer. Bir yıl sonra ise günümüzde ilk Türk arkeoloğu ve
çağdaş Türk müzeciliğinin kurucusu olarak kabul edilen Osman Hamdi Bey müzeye
müdür olarak atanır.

Osman Hamdi Bey sayesinde Türk müzeciliğinde büyük gelişmeler yaşanmış,


yeni bir çığır açılmıştır. Aynı zamanda 1882 yılında Sultan II. Abdülhamid’in onu
müdür olarak görevlendirmesi ile Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi (Güzel Sanatlar
Okulu) kurulmuştur, okulun Fransız asıllı İstanbullu mimar Alexander Vallaury
tarafından özellikle Çinili Köşk’ün yanına inşa edilmesinin nedeni, derslerin antik
sanat üzerine yoğunlaşması nedeni ile Osman Hamdi Bey’in öğrencilerin müze ile
iç içe olmaları gerektiğini düşünmesidir. Okulun 1917 yılında Cağaloğlu'ndaki yeni
binasına taşınması ile boş kalan mektep binasında Sümer, Asur ve Hititlere ait
tarihi eserler sergilenmeye başlanmış ve yıllar içerisinde bugünkü “Eski Şark
Eserleri Müzesi” hâline gelmiştir.

Aynı Aya İrini ile olduğu gibi İstanbul’a getirilmeye devam edilen tarihî eserler
Çinili Köşk’e sığmaması, üstüne Osman Hamdi Bey’in başında olduğu Sayda
Kazıları’ndan çıkan sayısı 20 kadar olan antik lahitlerin de eklenmesi ile müze için
yeni bir bina yapılması şart olmuştur.

Böylelikle yine Osman Hamdi Bey’in isteği üzerine mimar Vallaury Batı-Neo klasik
dönem özellikleri taşıyan, Antik Yunan-Roma tapınaklarını andıran görkemli ana binayı
inşa etmiştir. Müze, 13 Haziran 1891 tarihinde açılmıştır, bu tarih günümüzde “Müzeciler
Günü” olarak kutlanmaktadır.

Elif Borucu

10
Son Hamam Cağaloğlu

İstanbul'un en büyük hamamlarından biri olan Cağaloğlu Hamamı, Osmanlı


Dönemi’nde inşa edilen son büyük hamamdır. Bu hamamı 1741 yılında padişah 1.
Mahmut yaptırmıştır ve İstanbul Suriçi’nde bulunmaktadır. Bu hamamın olduğu yerde
eskiden Damat İbrahim Paşa'nın sarayı bulunmaktaydı fakat Paşa’nın Sarayı
yandıktan sonra bu mimari güzelliği içine alan Cağaloğlu Hamamı inşa edildi.

Bu hamamın çizimini Hassa Mimarı Süleyman Ağa yapmış, inşasını ise Abdullah Ağa
üstlenmiştir. Hamam, inşasında barok mimarisinden unsurlar barındırmaktadır. Bunu
sütunlu ve kubbeli yapısına bakarak yorumlamak mümkündür. Soğuk ve sıcak
bölümleri düzenlenirken klasik Osmanlı mimarisinden olmayan özgün yöntemlerin
kullanıldığını görebiliriz. Hamamı kadınlar ve erkekler için farklı çıkışlar olan bir
biçimde alanlara ayırmışlardır.

Cağaloğlu Hamamı’nın asıl kuruluş amacı Ayasofya Küliyesi’ne ve Ayasofya


Camii’ne gelir sağlamaktır . Bu yapının en büyük özelliği ise Sultan 3. Mustafa'nın
şehirde artan su ve odun ihtiyacı getirilecek yasaktan önceki son büyük hamam
olmasıdır. Bu yapıda Osmanlı Dönemi’nden kalan diğer yapılar gibi İstanbul’a bir fark
katmıştır.

Neredeyse 300 yıldır kullanılan bu hamam günümüzde çoğunluğu yabancı olmak


üzere bir sürü yerli ve yabancı vatandaşların ziyaret ettiği bir yerdir. Günümüzde de
sadece insanların gezip gördüğü bir eser değil, diledikleri takdirde eşsiz bir mimari ile
hamam kültürünü ve deneyimini yaşayabilecekleri bir eserdir.

Ata Berk Güven

11
Kültürel Birlik ve Mühendislik
Mükemmeliyetinin Sembolü

Kanunî Sultan Süleyman Köprüsü, İstanbul’u Avrupa’ya bağlayan, Büyükçekmece


ile Mimar Sinan Mahallesi arasında bulunan, neredeyse 500 yıl önce yapılmasına
rağmen günümüze kadar kalan bir mimari mucizedir. Bu köprü, 1566’da Kanunî Sultan
Süleyman tarafından yaptırılması için görevlendirilen Mimar Sinan tarafından inşa
edildi. Kanunî Sultan Süleyman’ın ordusunun Büyükçekmece Gölü’nü daha kolay
geçmesini sağlamak için yapılan bu köprünün inşaatı Sultan'ın ölümünden sonra oğlu
II. Selim’in döneminde bitirilmiştir.

Kanunî Sultan Süleyman, 1520 ve 1566 yılları arasında yaşayan Osmanlı


İmparatorluğu'nun 10. padişahıdır ve Osmanlı tarihinde en uzun hüküm süren
padişahtır. Osmanlı padişahı olduğu dönemde ülkesinin sınırlarını büyük ölçüde
genişletti. Macaristan, İspanya ve İran gibi birçok farklı ülkeye karşı savaşa gitti.
Zigetvar Kuşatması sırasında birliklerini Büyükçekmece Gölü'nden geçirmekte büyük
sıkıntı yaşadı. Bu yüzden bir köprü yapılması emrini verdi. Bu iş, Mimar Sinan'a verildi
ve 1566 yılında projeye başlandı. Maalesef Zigetvar Kuşatması’ndayken Kanunî Sultan
Süleyman hayatını kaybetti ve köprünün yapımı 1567 yılında II. Selim’in Dönemi’nde
tamamlandı.

Mimar Sinan, 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük mimarlarından biri


olarak yaşadı. Mimar Koca Sinan, uzun yıllar Osmanlı sarayının baş mimarı olarak
görev yapmış ve birçok önemli esere imza atmıştır. 1489 doğumlu Sinan, hayatı
boyunca 300'den fazla eser vermiş ve günümüze kadar varlığını sürdüren Osmanlı
İmparatorluğu'nun her yerine damgasını vurmuştur. Camilerden köprülere,
kervansaraylardan türbelere kadar geniş bir yelpazedeki yapılarda mimari dehası ve
estetik anlayışı açıkça görülmektedir. Kanunî Sultan Süleyman Köprüsü'nün inşaatı
sırasında Büyükçekmece Gölü'nün iki yakasını birbirine bağlamanın bir yolunu bulmak
zorunda kaldı. Bunu yapmak için üç yapay adayla birbirine bağlanan dört büyük
köprü parçası döşedi. 28 kemerden oluşan köprü 636 metre uzunluğunda ve 7,17
metre genişliğinde olup yaklaşık 40.000 m³ Kesme taştan yapılmıştır. İlginçtir ki bu
proje, Mimar Sinan'ın imzasını taşıyan ilk proje oldu.

Büyükçekmece Gölü'nün kıyısında yer alan bu muhteşem mimari eser, her gün
önünden geçen bölge sakinleri için bir gurur eseri olarak duruyor. Zarif tasarımı
bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.

Emir
Atabek

12
Boğaz’ın İncisi
Beylerbeyi Sarayı, İstanbul’un Üsküdar ilçesinde bulunmaktadır. Saray yaklaşık
3000 metrekarelik bir alana inşa edilmiştir ve yapıldığı döneme göre oldukça
gelişmiş bir yapıdır. Bu saray Osmanlı’da yazlık olarak kullanılmıştır. Saray, 1863-1865
tarihleri arasında inşa edilmiş, yalnızca 2 yıl sürmüştür. Yapının büyüklüğüne göre
oldukça hızlı inşa edildiği söylenebilir. Beylerbeyi Sarayı, Osmanlı padişahı
Abdülaziz’in talimatı üzerine yapılmıştır. Sarayın yapıldığı bölgede daha önceden de
yazlık vardı ancak çıkan yangından sonra bu yazlık Abdülaziz tarafından
yıktırılmıştır. Padişah genellikle her nisan ayının sonunda buraya gelirmiş. Bu sarayın
mimarisinin ilgi çekici yani ise dış kısmının Batı tarzında yapılması, iç kısmında ise
geleneksel Osmanlı mimarisi kullanılmasıdır. Bu nedenle bu yapı geçmişten
günümüze mimari açıdan insanları hayrete düşürmektedir.

Sarayın mimarisi oldukça gelişmiş bir yapıya sahiptir. Dışında yer alan süslü kolonlar
yapıya güzel bir estetik katmıştır. Sarayın içinde yer alan Osmanlı mimarisi ile birlikte
ortaya heybetli bir yapı çıkmıştır. Saray, deniz kenarındaki rıhtım üzerine inşa
edilmiştir. Bunun sebebi ise padişah Abdülaziz’in denize olan tutkusundan
kaynaklanmaktadır. Saray iki katlıdır ve dikdörtgen bir şekle sahiptir. Sarayın üç tane
giriş kapısı, altı büyük salonu, 24 odası, banyosu ve bir tane hamamı vardır. Sarayın
çatısı ise çatının tamamını dolaşan bir şekilde gizlenmiştir. Yani sarayın aşağısından
bakan birinin çatıyı görmesi imkânsız hâle getirilmiştir. Yapının pencereleri dikdörtgen
şeklinde olup kemerlerle süslenmiştir. Yapının birinci katı tamamen mermerle, ikinci
katı ise mermer benzeri taşlarla döşenmiştir. Bu da yapımı esnasında üzerinde ne
kadar büyük bir uğraşın olduğunun da bir kanıtı niteliğindedir.

Sarayın içi sanat eseri niteliğine sahip olabilecek ahşap oymacılığı, altın nakış işçiliği,
resim ve yazı gibi özel parçalarla süslenmiştir. Sarayın her iki katı da ortada yer alan
büyük bir salonu çevreleyen odalardan oluşmaktadır. Bu da yapının iç tasarımına
güzel bir estetik katmıştır. Zemin katta salon köşelerinde yer alan toplam dört oda
vardır. Zemin kattan üst kata iki kollu geniş bir merdiven ya da servis merdiveninden
çıkılır. Üst katta yer alan büyük salonun diğer adı kabul salonu olarak bilinir. İkinci
katta büyük salondan ayrı olarak iki küçük salon ve deniz tarafına bakan odaları
vardır. Osmanlı Sultanı Abdülaziz, sarayın iç tarafına da özel ilgi göstererek
planlamıştır. Sarayın harem bölümü ise diğer bölgelere göre daha sade olacak şekilde
yapılmıştır. Beylerbeyi Sarayı’nın mimarı “Sakris Baylan”dır. Kendisi Osmanlı
Dönemi’nde yaşamış döneminin önde gelen mimarlarından biridir. Sakris Baylan, 1835
yılında İstanbul’da doğmuştur. Kendisi Ermeni baylan mimarlar ailesinden
gelmektedir. 1843 yılında daha iyi bir eğitim alabilmek için Paris’e gitmiştir. Paris’te
üniversiteden mezun olduktan sonra İstanbul’a dönmüş ve birçok yapı inşa etmiştir.
Bunlara örnek olarak Galatasaray Lisesi’nin binası, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin
binası ve Zeytinburnu Barut Fabrikası örnek verilebilir. Osmanlı padişahı ll. Abdülhamit
tarafından Avrupa’ya sürgün edilen ve 15 yıl sonra İstanbul’a geri dönebilen Sakris
Baylan 1899’da İstanbul’da vefat etti. Mahmud'un yazlık saray olarak yaptırdığı ahşap
saray, 1851'de yaşadığı yangınla zarar gördü. Olay sonrası "uğursuz" olarak kabul edilip
kullanılmayan saray ve Abdülaziz'in emriyle yıkıldı.

Genel olarak bakıldığında bu yapı Osmanlı mimarisini geçmişten günümüze kadar


taşıyan başarılı eserlerden biridir. Günümüzde bir müze olarak kullanılan ve
ziyaretçilere açık olan Beylerbeyi Sarayı’nı isteyen herkes görüp gezebilmektedir.

Aras Nergis 13
Caferağa Medresesi

Caferağa Medresesi, Türkiye'nin İstanbul şehrinde bulunan tarihî bir medresedir.


Fatih ilçesinde, Fındıkzade semtinde yer alır. Caferağa Medresesi, Osmanlı Dönemin’in
önemli mimari yapılarından biridir. Medrese, 1565-1566 yıllarında Babüssaade
ağalarından Cafer Ağa’nın isteği üzerine Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir.
Medrese, Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa'nın damadı olan Cafer Ağa'nın hayır eseri
olarak yapılmıştır. Bu medrese, klasik Osmanlı mimarisinin güzel bir örneğidir ve
Mimar Sinan'ın ustalığını yansıtan detaylara sahiptir.

Caferağa Medresesi, dört eyvanlı bir plana sahiptir ve dört köşede tonozlu
mekanlar bulunmaktadır. Eyvan ise 3 tarafı kapalı, 1 tarafı açık, genellikle cami veya
medreselerde görülen, yerden yüksekte yapılan yapılara denir. Taş işçiliği ve
süslemeleriyle dikkat çeker. Döneminde eğitim amacıyla kullanılan medrese,
günümüzde 15 farklı sanat atölyesi, büyük salonu ve huzur verici avlusuyla, geleneksel
Türk sanatlarının öğretildiği, üretilip sergilendiği ve yerli-yabancı misafirlerini
ağırlayan bir sanat merkezi olarak hizmet vermektedir. Medrese, Osmanlı dönemi
mimarisini anlamak ve keşfetmek isteyenler için önemli bir durak olabilir.

Deniz Köse

14
Süslü ve Estetik İmajın Gözdesi:
Aynalıkavak Kasrı
İstanbul, tarihî zenginlikleri ve kültürel mirasıyla dünya genelinde öne çıkan bir
şehir olarak bilinir. Bu muazzam şehir, Boğaziçi'nin kıyısında yer alan tarihî
yapılarıyla âdeta bir açıkhava müzesini andırır. İstanbul'un bu zengin mirası içinde
öne çıkan yapılarından biri de “Aynalıkavak Kasrı”dır.

Aynalıkavak Kasrı, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine ait bir eser olarak
tarih sahnesine çıkmıştır. Çengelköy semtinde, Boğaziçi'nin göz kamaştırıcı
manzarasına hâkim bir konumda yer alan kasır, Osmanlı mimarisinin ve estetiğinin
izlerini taşır. İstanbul'un fethinden sonra inşa edilen bu kasır, o dönemin ihtişamını ve
güzelliğini günümüze taşıyan bir anıt olarak kabul edilir.

Kasrın mimari tasarımı, Osmanlı saraylarının sadeliğiyle dikkat çeker. Zarif kemerler,
süslü pencere detayları ve bahçesindeki Aynalıkavak ağaçlarıyla çevrili bu tarihî yapı,
görenleri büyüler. Adını etrafındaki Aynalıkavak ağaçlarından alan kasır hem tarihî
hem de doğal güzellikleri bir araya getirerek ziyaretçilere eşsiz bir deneyim sunar.

Saray bütünü içinde yer alan ve Sultan 3. Ahmed (1703-1730) döneminde yaptırıldığı
düşünülen Aynalıkavak Kasrı, Sultan 3. Selim (1789-1807) döneminde büyük bir onarım
görerek yeniden düzenlenmiş ve bugünkü görüntüsünü bu sayede kazanmıştır.

Aynalıkavak Kasrı, sadece mimari zenginliği ile değil, aynı zamanda tarihî ve kültürel
önemiyle de dikkat çeker. İstanbul'un fethinden günümüze kadar pek çok değişime
tanıklık eden kasır, birçok farklı dönemde kullanılmış ve onarılmıştır. Her bir
tuğlasında geçmişin izlerini taşıyan bu kasır, İstanbul'un tarihine dokunmak
isteyenleri çağırır.

Günümüzde Aynalıkavak Kasrı, ziyaretçilere kapılarını açarak İstanbul'un tarihini


keşfetmek isteyenlere ev sahipliği yapmaktadır. Kasır, sadece tarih meraklıları için
değil, aynı zamanda doğal güzelliklerle iç içe vakit geçirmek isteyenler için de harika
bir seçenektir. Bahçesinde yürümek, Boğaziçi'nin muazzam manzarasına karşı
oturmak, ziyaretçilere unutulmaz bir deneyim sunar.

Aynalıkavak Kasrı, İstanbul'un tarihî ve kültürel zenginliklerini keşfetmek isteyenler


için kaçırılmayacak bir durak olarak öne çıkar. Her bir taşı geçmişin hikâyelerini
anlatan bu kasır, ziyaretçilerini tarihî bir yolculuğa davet eder. İstanbul'un tarihini ve
güzelliklerini daha yakından tanımak isteyenler için Aynalıkavak Kasrı, eşsiz
atmosferi ve zengin geçmişi ile öne çıkan bir destinasyondur.

Ege Adal

15
Çininin İstanbul Hâli:
Çinili Camii

Çinili Camii, İstanbul ilinin Üsküdar ilçesinde yer alır. IV. Murad’ın padişahlık
yaptığı dönemde I. Ahmet’in karısı Valide Kösem Sultan tarafından
yaptırılmıştır. Yapımına 1638 yılında başlanmış, 1640 yılında tamamlanmıştır.
Caminin mimarı Koca Kasım Ağa dönemin önemli mimarlarındandır. Camii
Kösem Sultan döneminin en önemli eserlerinden biridir.

Caminin isminden de anlaşılacağı üzere camide birçok çini eseri vardır. Caminin
içinin dört bir yanı çinilerle kaplıdır. Özellikle tavandaki ve caminin
duvarlarındaki çiniler bu camiyi özel kılan parçalardandır. Cami, Osmanlı
mimarisi ile inşa edilmiştir. Caminin avlusunda medrese, şadırvan, sebil, mektep,
çeşme ve çifte hamam inşa edilmiştir. Caminin tek bir minaresi bulunmaktadır.
Zamanla eskiyen camii, 1938 ve 1965 yıllarında yenilenmiştir. 2018 yılında son
kez restore edilip ibadete açık hâle getirilmiştir. Günümüzde de ibadete açıktır.

Caminin girişinde Kur’an-ı Kerim’de Enbiya Sûresi’nin 35. ayetinde geçen “Her
nefis ölümü tadacaktır.” cümlesi yer alır. Camide alt pencerelerin üstünde
“Bismillahirrahmanirrahim” ve “Ayet’el Kürsi” yazılıdır. Üst pencerelerin altında
ise Fetih Suresi yazılıdır. Pencerelerin kapaklarında ise Kaside-i Bürde şiiri
yazmaktadır.

Mehmet Evren Çevik

16
İki Avlulu Silahhane:
Maçka Silahhanesi

Maçka Silahhanesi'nin 1875 yılında başlanan inşaatı 1857 yılında tamamlanmıştır.


Maçka Silahhanesi, İstanbul boğazının Rumeli yakasındadır. Beşiktaş’ın Maçka
semtine yaptırılmıştır. Bina, döneminin en yetenekli mimarlarından biri olan
Seminar-ı Devlet Sakiz Balyan tarafından inşa edilmiştir ve Sultan Abdülaziz
dönemine aittir.

Bina üç katlıdır ve 13x140 metrekarelik bir arsaya inşa edilmiştir. Arsa dikdörtgen
şeklindedir ve neredeyse tamamı silahhane binası ile kaplıdır. Silahhane binasının
içerisinde iki tane avlu bulunmaktadır. Kapının üzerinde Ordu-yi Hümayun’un
armasının bir kabartması bulunmaktadır. Binanın dış yüzü taş ve betondan
yapılmıştır. Sillahhanenin tavanı kırmızı kiremitten yapılmıştır. Silahhane binasının
neoklasik bir tasarımı vardır. Neoklasik tasarım akımı daha çok Avrupa'da ve
Amerika’da görülmüştür. Neoklasik akımın doğuş amacı aşırı komplike ve karışık
tasarımlardan daha sade tasarımlara geçiştir.

Bu Neoklasik akım, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde görülür ve


Batı’dan alınmış bir tarzdır. Örneklerine genellikle Anadolu'nun batı taraflarında
görünür. Buna İstanbul ve İzmir güzel örneklerdir. Bugün bu akımın hayata kalan
örneklerinden biri de Maçka Silahhanesi’dir.

Dönemine kıyasla günümüzde kullanılan yapı teknikleri kullanılmıştır. Osmanlı


döneminde, yani 1857-1924 arasında, Jandarma Kumandanlığı olarak kullanılmıştır.
Cumhuriyetin ilanından sonra ise Nakliye, Topçu, Jandarma Okulu ve İstihkam
olarak görev yapmıştır. 1955 senesinde İstanbul Teknik Üniversitesi bünyesine
dahil olmuştur.

Ömer Meriç

17
Osmanlı’nın Yok Oluş Döneminin
En Ünlü Sarayı

İstanbul topraklarında, Boğaz'ın kıyısında yer alan Dolmabahçe Sarayı, Osmanlı


İmparatorluğu'nun son dönemlerine ait önemli bir anıttır. Saray, Osmanlı
İmparatorluğu'nun son dönemlerinde Tanzimat reformları ve Batılılaşma çabaları
bağlamında yapılmış, mimari zarafeti ve görkemiyle dikkat çekmiştir.

Dolmabahçe Sarayı, 19. yüzyılın ortalarında, Osmanlı padişahları tarafından Topkapı


Sarayı'nın yerine modern bir yerleşim yeri olarak inşa edilmiştir. Bu göz alıcı yapı,
mimarlık tarihindeki Osmanlı Barok tarzının önde gelen örneklerinden biridir. Sarayın
temeli, Sultan Abdülmecid'in emriyle 1843 yılında atılmış ve tamamlanması on yıl
sürmüştür.

Çoğu insan Dolmabahçe Sarayı’nı Mustafa Kemal Atatürk’ün vefat ettiği saray
olmasıyla tanır. Atamız son günlerini Dolmabahçe Sarayı’nda geçirmiş ve sonrasında
maalesef hayata gözlerini yummuştur.

Dolmabahçe Sarayı'nın mimari tasarımı, Osmanlı ve Batı unsurlarını harmanlayarak


eşsiz bir bütünlük oluşturur. Avrupa mimarisinin sarayın mimarisindeki etkileri,
sarayın ana binasının dış cephesindeki detaylardan iç mekânların düzenlenmesine
kadar görülebilir. Neoklasik ögeler, kubbe ve kulelerle birleştirilerek saraya
Osmanlı'nın geleneksel zarafeti ile birlikte Batı'nın estetik anlayışını taşıyan bir
görünüm kazandırılmıştır.

Dolmabahçe Sarayı'nın en dikkat çekici özelliklerinden biri, saray kapısının hemen


ardında yer alan ve Boğaz'a etkileyici bir manzarası bulunan muazzam bir avludur.

Sarayın iç mekanları, ziyaretçilere Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine ait


birçok detayı keşfetme fırsatı sunar. Dolmabahçe Sarayı'nın en görkemli odalarından
biri kristal avize, el dokuması halılar ve sanat eserleriyle süslenmiş olan taht odasıdır.
Bu odada, Osmanlı padişahlarının taç giyme törenleri ve resmî davetleri
gerçekleşmiştir. Sarayın diğer ilgi çekici bölümlerinden biri de padişahın özel
yaşamına ayrılmış olan harem dairesidir. Harem, ziyaretçilere sarayın içindeki günlük
yaşamdan bir kesit sunar. Harem zarif mozaikler, ahşap oymalar ve renkli
pencerelerle bezenmiştir.

18
Dolmabahçe Sarayı'nın bahçeleri, İstanbul Boğazı'nın kıyısında geniş bir alanı
kaplar. Sarayın bahçeleri, düzenli yolları, çiçek bahçeleri, göletleri ve tarihî ağaçlarıyla
ünlüdür. Bahçelerde dolaşmak ziyaretçilere sadece mimari güzellikleri değil, aynı
zamanda nefes kesici bir manzara ve doğanın huzurunu da sunar.

Dolmabahçe Sarayı'nın sadece mimari bir güzellik olmanın ötesinde tarihsel bir
öneme sahip olduğunu belirtmek önemlidir. Saray, Osmanlı İmparatorluğu'nun
çalkantılı dönemlerine tanıklık etmiş ve Türkiye'nin modernleşme sürecine şahit
olmuştur. Tanzimat Fermanı'nın ilanı, Osmanlı Devleti'nin modernleşme çabalarının bir
yansıması olarak bu sarayın duvarları arasında gerçekleşmiştir.

Dolmabahçe Sarayı, mimari zarafeti, tarihî önemi ve Osmanlı İmparatorluğu'nun


son dönemlerine ait zengin detaylarıyla ziyaretçilerine benzersiz bir deneyim sunar.
İstanbul'un tarihini ve kültürünü yansıtan bu saray, günümüzde hem ülkemizden hem
de yurtdışından ziyaretçiler için popüler bir tarihî anıttır.

Can Çizioğlu

19
Muhabbet Bahçesinin İncisi
Kültürel açıdan önemli bir yere sahip olan Ihlamur Kasrı, İstanbul’da Beşiktaş ile
Nişantaşı arasında yer almaktadır. İstanbul’un Beşiktaş ilçesinin popülasyon olarak
yüksek olması Ihlamur Kasrı’nın hem yerli hem de yabancı turistler açısından daha
fazla ilgi görmesine olanak sağlıyor. Ihlamur Vadisi olarak adlandırılan ve aynı
zamanda Ihlamur Kasrı’nın da bulunduğu vadi, Sultan 3. Ahmet Dönemi’nde Hacı
Hüseyin Ağa’ya ait olması sebebiyle kendisinin adıyla anılan bir mesire alanı olarak
bilinmekteydi. Lâkin 19. yüzyılın ortalarında bu vadi Osmanlı Padişahı 1. Abdülhamid
tarafından devlet hazinesine katılmıştır. Günümüzde kasırların yer aldığı bu vadinin ilk
bölümü padişahlara özel has bahçeye dönüştürülmüştür. Yıldız tarafına uzanan 2.
bölümünde ise bazı nişan taşlarına rastlanması sebebiyle Sultan 2. Mahmut’un
döneminde bu bölgede atış yarışmalarının yapıldığı görülür. Ayrıca bu bulunan
taşlarda atış mesafeleri ve atışın yapılma tarihi de yazmaktadır. Bu kasırların 3.
bölümü ise Sultan Abdülmecid döneminde “Muhabbet Bahçesi “ olarak adlandırılmış
ve bu dönemde her zaman özen gösterilmesi gereken bir konu olan ağaçlandırma
çalışmalarına yer verilmiştir.

Osmanlı Dönemi’nden kalan Ihlamur Kasrı güzelliği ve tarihî anlamı ile birçok kişiyi
etkilemeyi başarmış bir yapıdır. Fransız Şair Lamartine’yi de etkilemeyi başarmış ve
şair şu sözleriyle bu kasrı anlatmıştır: “…Binanın karşısındaki bahçede güzel yemiş
ağaçları ile bu vadiye ismini veren büyük ıhlamurlar vardı. Köşke çıkan üç basamaklı
merdivenin önünde yasemin dallarını aşamayan küçük bir fıskiye, tatlı bir şırıltı ile
mermer havuza dökülüyordu. Ihlamur, Padişah’ın en sevdiği köşktür; burada dinlenir
ve mütalaa eder.”

Mimari açısından da oldukça dikkat çekmeyi başaran Ihlamur Kasrı giriş salonu ve
salonun yanındaki iki odasıyla ön plana çıkıyor. 19. yüzyılın Batılı tarza uygun olarak
yapılan ve dönemin mimarisinde oldukça yaygın olan Barok çizgileri kasrın
merdivenlerini süslüyor. Ayrıca hareketli ve ilginç kabartmalar köşkün görünümünü
şekillendiriyor. Köşkün dikdörtgen olması ve kesme taştan inşa edilmesi ile de bu yer
ön plana çıkıyor.

Bu kasrı ziyaret eden yerli, yabancı birçok insan gözlerini bu büyülü atmosferden
alamadıklarını belirtiyor. Hem ıhlamur kokulu bahçelerin verdiği huzur ve ferahlık hem
muazzam mimari yapı tarih severlerin Osmanlı Dönemi’ne ait bu yapıdan çıkarım
yapabilmelerini sağlıyor. Padişahların dinlenmek için veya bazı diplomatik işlerini
konuşmak için var olan bu yapı, cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye Büyük Millet
Meclisi tarafından İstanbul Belediyesi’nin kullanımına verilmiştir. Ihlamur Kasrı
“Tanzimat Müzesi “ olarak adlandırılan herkese açık bir müzeye dönüştürülmüştür .

Ece Esepaşa

20
Osmanlı’nın Yadigarı: Topkapı Sarayı
Tarihî İstanbul Yarımadası’nda bulunan görkemli saray, hiç şüphesiz Osmanlı’dan
günümüze kalan en nadide ve görkemli miraslardan biri. Topkapı Sarayı; ihtişamlı bir
yapı olmakla beraber, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun zengin kültürünü ve
ağızları açık bırakan tarihini, geçen zamanın azizliğine rağmen günümüze taşıyan bir
hazine. Sarayın muazzam avluları, gösterişli adaları ve zengin koleksiyonu,
ziyaretçilere âdeta zamanda yolculuk yaptırarak Osmanlı kültürünün ihtişamını
yaşatıyor.

Osmanlı İmparatorluğu’nun 15. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar olan dönemde
kullanım sağlayan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi, idari ve kültürel merkezi
olarak hizmet veren Topkapı Sarayı, İmparatorluğun zirve döneminde, padişahların
yönetimini sağlamak, devlet işlerini idare etmek, sarayın zengin kültürel hayatına ev
sahipliği yapmak amacıyla kullanılmıştır.

Sarayın her köşesinde tarih kokan duvarlar, geçmişin izlerini günümüze taşımaktadır.
Divan-ı Hümayun’un karar mekanizmalarının izlerini takip etmek, o dönemin siyasi
entrikalarını anlamak için olanak sunarken dönem boyunca saray sakinlerinin
yaşamlarını sürdürdüğü Harem bölümü ise Topkapı Sarayı’nın soğuk taş duvarlardan
ibadet bir yapıdan ziyade bir zamanlar yaşamış asilzadelere ve insanlara ev sahipliği
yapmış bir yuva olduğunu hatırlatıyor. Saray sakinlerinin hikayelerini ve günlük
hayatlarını, bir zamanlar bu çatı altında yaşanan rekabet, aşk ve hüznü daha iyi
anlamamızı sağlıyor. Geçmişte asilzadelere ev sahipliği yapmış, onca zamana rağmen
zarafetini, ruhunu kaybetmeyen bu yapı, Osmanlı’nın ihtişamlı yaşamını daha iyi
benimsememize katkı sağlıyor.

Sadece taşların değil, duvarlarına işlenmiş tarih ve kültürün büyüsüyle de ayakta


duran Topkapı Sarayı; tarihî kalıntıları, miraslarıyla tarih düşkünlerinin ilgisini çekerken
aynı zamanda da mimari hayranlarını, eşsiz yapısı ve mimarisi ile büyülemekte.
Topkapı Sarayı’nın her detayı, Osmanlının zenginliklerini ve büyülü estetiğini
günümüze yansıtarak yediden yetmişe tüm ziyaretçilerini etkisi altında bırakıyor.
“Günümüzde Osmanlı hazinesinin teşhirine ayrılan bu yapıda sergilenen eserler
arasında dört adet taht, Osmanlı hükümdarlık sembolü olan askı ve sorguçlar,
mücevherli kitap kapları, Topkapı hançeri ve kaşıkçı elması en ünlüleridir.” Tarihî bir
hazine olan Topkapı Sarayı, 1985 yılında UNESCO tarafından “Dünya Mirası” ilan
edilmiştir.

Zeynep Gürcalioğlu

21
İstanbul’un İhtişamı

İstanbul, tarihi boyunca stratejik konumu nedeniyle Türkler dahil olmak


üzere pek çok kültüre, topluluğa ev sahibi yapmış ve bu zengin tarihi
dolayısıyla birbirinden farklı birçok yapıya, mimari harikaya ev sahipliği
yapmaktadır. Bu yapıların arasında çok önemli bir yere sahip olan
Süleymaniye Camii, Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamlı, göz alıcı mirasının
bir simgesi olarak ön plana çıkar. Caminin iç mekanı, renkli çinilerle süslenmiş,
özenle işlenmiş mihrap ve minberi ile dikkat çeker. Işığın zarif bir şekilde
içeriye sızdığı caminin içi, Osmanlı Dönemi sanatının en güzel örneklerinden
biridir. 16. yüzyılın ortasında yaptırılan Süleymaniye Camii adını dönemin
sultanı, Sultan Süleyman’dan alır.

Süleymaniye Camii, Osmanlı mimarisinin zirvesini temsil eder. Bu şaheser,


Osmanlı İmparatorluğu’nun zirvesindeki bir dönemin izlerini taşırken Mimarı
olan Mimar Sinan tarafından bir “Başyapıt” olarak öne çıkar. Osmanlı
mimarisinin klasik unsurlarını içeren cami; büyük bir kubbe, ince minareler ve
kocaman, etkileyici bir avlu ile dikkat çeker. Mimar Sinan’ın tasarladığı cami
içerisinde çeşitli çinileri ve geleneksel desenleri ile ziyaretçilerin ilgisini çeker.
Süleymaniye Camii, sadece bir ibadet yeri olmanın ötesinde, Süleymaniye
Camii bir kültür kompleksi konumundadır. Medrese, hastane ve fakirlere
yemek dağıtıp yardım eden dev bir mutfak gibi çeşitli binaları içinde
barındırarak Osmanlı toplumundaki günlük ihtiyaçları karşılamıştır.

Yıllar içinde depremlere ve diğer çeşitli doğal zorluklara rağmen, Süleymaniye


Camii birçok restorasyon sürecinden geçti. Bu restorasyon çalışmaları
geçmişi her ne kadar birebir replike edemese de genel bir izlenim sağlamakta
başarılı olmuştur. Süleymaniye Camii’nin mimarı dönemin baş mimarı Mimar
Sinan'dı. Kendisi 81 camii, 51 mescit, 55 medrese 26 dar-ül kurra, 17 türbe, 17
imarethane, 3 dar-ül şifa (hastane), 5 su yolu, 8 köprü, 20 kervansaray, 36
saray, 8 mahzen ve 48 hamam olmak üzere 375 eser inşa etmiştir. Edirne'de
yaptığı Selimiye ve Süleymaniye Camii, Dünya Kültür Mirası listesindedir.

Süleymaniye Camii'nde kullanılan Mimari Teknikler çağının çok ötesindeydi.


Japonlar’ın, günümüzde depreme karşı en gelişmiş toplumun hâlâ günümüzde
kullandığı yaylı deprem sistemi burada 450 yıl önce kullanılmıştır sadece
bununla kalmayıp su altı sıcaklığı kullanılarak yerden ısıtma sistemi bile
kurulmuştur, bu sistemde hâlâ günümüzde mevcuttur.
Her şeyin yanı sıra minarelerin yapımında 2 tuğlanın arasına kurşun
dökülerek bağlanır bu sayede 22
bina deprem anında enerjiyi sallanarak harcar, bu sistem de Japonlar tarafından
gökdelen yapımında kullanılır. Bu sistemler sayesinde Süleymaniye Camii
kuruluşundan beri hiçbir depremden göz ile görülür bir hasar almamıştır.

Camiinin içindeki kubbe, tasarımı dolayısıyla ezan sesini 2 dakika kadar uzun bir süre
boyunca gür bir şekilde yankılar. Evliya Çelebi, dünya tarihinin en büyük gezgin ve
gözlemcilerinden biri, camiyi “takdire şayan bir eser” olarak değerlendirmiştir. Sonuç
olarak Süleymaniye Camii sadece bir ibadet yeri değil, aynı zamanda Osmanlı
İmparatorluğu’nun uzun ve zengin kültürel mirasını yansıtan bir yapıttır. Cami, 1985
yılında UNESCO tarafından dünya kültürel mirası olarak tanınmıştır ve 2019 yılında
yurtiçi ve yurtdışı 3 milyon ziyaretçi alarak rekor kırmıştır. Ayasofya’nın aksine hiç
ibadete kapatılmamıştır ve yapıldığından beri ibadete açıktır ve namaz saatlerinde
bazen 14 bine kadar misafir ağırlayabilir. Günümüzde hâlâ ayakta duran bu takdire
şayan yapı, tarih ile sanat ve mimarinin buluştuğu bir nokta olarak İstanbul’un silüetini
süslemeye devam etmektedir. Süleymaniye Camii, Osmanlı İmparatorluğu’nun
ihtişamını, gücünü ve zenginliğini günümüze taşıyan bir mirastır.

Onur Vardar

23
İstanbul’un İlk Göz Ağrısı: Kavafyan

Bebek sırtlarında bulunan ve I. Mahmut Dönemi’nde Lale Devri’nden yirmi yıl


sonra ilk olarak bir Rum evi olarak inşa edildiği düşünülen Kavafyan Konağı,
Boğaziçi ve İstanbul’un iç ve dış mimari kültürüne öncülük etmiştir ve
İstanbul’da bulunan en eski konak niteliği taşımaktadır. İlk yapıldığında
Rumların ve onlardan sonra Ermeni bir aile olan Kavafyan ailesinin oturduğu
düşünülse de bazı kaynaklar Rumların hiçbir zaman orada oturmadığını ve
konağın en başından beri Kavafyan ailesi tarafından kullanıldığını yazar.

Kavafyan Konağı, mimari olarak yüzyılların özeti olarak alınabilecek bir


bütünlüğe sahiptir. Üç katlı, merkezi sofa planlı ve sofanın dört bir tarafında
konumlanmış olan odaları içeren Kavafyan Konağı’nın Kuzey-Güney
bölümünde sırasıyla boğaza ve bahçeye bakan eyvanlar, Doğu-Batı bölümünde
ise merdiven ve odalar bulunur.

İlk inşasında içinde setli bahçelerde yer alan haremlik, selamlık, hamam,
arabalık, mutfak, avlu-taşlık, ahır, mağaralı sebil, çeşmeler ve su kuyusunu
barındırırken bu bölümlerden yalnızca harem dairesi günümüze ulaşmıştır.
1980 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün mülkiyetine geçen Kavafyan Konağı
günümüzde restore için ziyarete kapalı durumda. İstanbul gibi büyük ve köklü
bir şehrin ilk konağı olan bu yapı hiç şüphesiz ki Osmanlı ve Türk kültürü için
çok önemli bir yer taşımakta.

Efe Dora Külahlı

24
Türk Tarihinin İlk
Rokoko Eseri
Sultan III. Ahmet çeşmesi mimar Ahmet Ağa tarafından yapılmıştır. Ahmet Ağa,
Sultan III. Ahmet çeşmesi ile birlikte Türk tarihine birçok değerli yapı katmıştır.
Topkapı Sarayı’na girmeden önce harika mimarisiyle hemen dikkatinizi çekecek.
1728 yılında yapılan ve ince detaylarla süslenen çeşme gelen misafirler
tarafından çok beğeniliyor ve ilgi çekiyor. Bu çeşme, 1729 yılında dönemin
sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın önerisiyle padişah III. Ahmet
tarafından yaptırıldı. İlerleyen zamanlarda pek çok İstanbul gezgininin yazılarında
yerini alan bu çeşme, III. Ahmet annesi Emetullah Rabia Gülnuş Sultan adına
yaptırılmıştır. İstanbul Boğazı'ndan gelip geçenlerin ihtiyacını karşılamasını
sağlayan bu çeşmenin 8 adet musluğu vardır. Köşelerdeki musluklar su içmek
için kenarlardaki musluklar su doldurmak için yapılmıştır .

Sahil yönündeki kitabe III. Ahmet ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından bir
beyit olarak yazılmıştır. Kitabe şunlar yazıyordu:
Osmanlıcası: “Didi Han Ahmet ile bile İbrahim tarihin Suvardı alemi dest-i
Muhammed ile cevadullah” Hicri 1141
Günümüz Türkçesi: “Ahmet Han tarihi İbrahim'le birlikte söyledi Allah'ın cömertliği,
alemi Muhammed eli ile suladı” Miladi 1728 Sultan 3. Ahmet çeşmesinin üstündeki
çok fazla doku ve Osmanlıca yazı bulunmaktadır. Bu çeşme, Türk tarihindeki ilk
rokoko sanatının yansıtan tarihî eserdir. Rokoko sanatı süslemelerde c ve s
kavisini kullanma, ayna ve taşlarla kaplanmış yüzeyler ve beyaz alçı sıvanın
abartılı kullanımıdır. Rokoko sanatı birçok müzenin galerinin tavan kaplamasında
kullanılmıştır.
Türk tarihinde 1757-1808 tarihlerini kapsayan dönemde, süsleme unsurlarında ve
mimaride, Avrupa mimarisinin Barok ve Rokoko üslubu hâkim olmuştur. Avrupa'ya
baktığımızda önce Barok üslubu daha sonra onu Rokoko üslubunun izlediği
görülür.

Ela Ceylan

25
Osmanlı’nın Son
Tanıklarından: Hüseyin
Avni Paşa Köşkü

Hüseyin Avni Paşa Köşkü, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine tanıklık


etmiş, tarihî bir yapıdır. Köşk, Tanzimat Dönemi devlet adamı olan “Hüseyin Avni
Paşa” tarafından yaptırılmıştır. Tanzimat, 19. yüzyılın ortalarında gerçekleşen bir
reform hareketidir ve bu dönemde birçok alanda değişimler yaşanmıştır. Hüseyin
Avni Paşa, Osmanlı Devleti'nde önemli görevlerde bulunan bir devlet adamıydı. Köşk,
19. yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı İmparatorluğu'nun modernleşme çabalarının bir
yansıması olarak inşa edilmiştir. Bu dönemde mimarlık, sanat ve kültürdeki
değişimler, Hüseyin Avni Paşa Köşkü'nün tasarımında da kendini gösterir. Köşk, o
dönemin mimari özelliklerini taşıyan, büyüleyici bir yapıdır. Hüseyin Avni Paşa'nın bu
köşkü inşa etme amacı, döneminin modern yaşam tarzını ve kültürel değişimleri
yansıtmaktır. Köşk, Osmanlı mimarisindeki geleneksel unsurları korurken, aynı
zamanda Avrupa etkilerini de barındıran özgün bir tasarıma sahiptir.

Hüseyin Avni Paşa Köşkü, Osmanlı mimarisinin zarafetini yansıtan bir örnektir.
Yapının dış cephesindeki detaylı işlemeler, o dönemin zanaatkarlarının ustalığını
sergiler. Köşkün iç mekanları, dönemin sanat anlayışını ve estetik zevkini yansıtan
özgün tasarımlarla doludur. Büyük bir bahçe içinde konumlanan köşk, çeşitli
süslemelerle bezeli peyzaj düzenlemelerine sahiptir. Bu, o dönemdeki köşklerin genel
özelliklerinden biridir ve doğayla iç içe bir yaşam tarzını yansıtır. Hüseyin Avni Paşa
Köşkü, mimari zarafeti ve sanatsal detaylarıyla ziyaretçilerine tarihî bir atmosfer
sunar. Bahçe düzenlemesi, köşkün etrafındaki geniş arazide özenle planlanmıştır.
Geleneksel Türk bahçe mimarisinde görülen çeşmeler, havuzlar ve yeşil alanlar, köşkü
çevreleyen manzaranın güzelliğini arttırır. Mimari ve estetik unsurlar, Hüseyin Avni
Paşa Köşkü'nü sadece tarihî bir yapı değil, aynı zamanda bir sanat eseri hâline getirir.

26
Hüseyin Avni Paşa Köşkü, tarih boyunca farklı sosyal ve kültürel
olaylara ev sahipliği yapmıştır. Osmanlı Dönemi’nde, burada düzenlenen
davetler ve toplantılar, önemli devlet meselelerinin tartışıldığı yerler
arasındaydı. Köşk, sadece mimari bir güzellik değil, aynı zamanda
sosyal hayatın merkezi olarak da önemli bir rol oynamıştır. Hüseyin
Avni Paşa Köşkü, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde sosyal ve
kültürel olaylara ev sahipliği yapmış bir mekân olarak öne çıkar. Köşkte
düzenlenen davetler, toplantılar ve etkinlikler, Osmanlı devlet
adamlarının ve aydınlarının buluşma noktası olmuştur. Bu mekan,
sadece mimari bir yapı değil, aynı zamanda Osmanlı sosyal hayatının
merkezi olma özelliğini taşır.

Günümüzde Hüseyin Avni Paşa Köşkü, restore edilmiş ve ziyaretçilere


açılmış durumdadır. Restorasyon çalışmaları, köşkün orijinal
özelliklerini korumayı hedeflemiştir. Ziyaretçiler, burayı gezip tarihi
dokusunu deneyimleyerek, Osmanlı İmparatorluğu'nun geçmişine bir
yolculuk yapabilirler. Köşk, sadece bir mimari eser değil, aynı zamanda
bir kültürel miras olarak da önem taşır. Bu tarihi yapı, geçmişin izlerini
günümüze taşıyarak ziyaretçilere tarihle buluşma fırsatı sunar. Hüseyin
Avni Paşa Köşkü, kültürel zenginliği ve tarihî önemiyle günümüzde de
ayakta duran bir anıttır. Köşk, yerli ve yabancı turistler için önemli bir
cazibe merkezi olup Osmanlı İmparatorluğu'nun kültürel mirasını
yaşatma misyonunu sürdürmektedir.

Muhammed Aksoy

27
Kaynakçalar

Eminönü'nde Gezilecek Yerler: Tarihi ve Kültürel Miras - Seyri İstanbul Haliç Cafe
(seyriistanbulcafe.com)

Uluslararası Disiplinlerarası ve Kültürlerarası Sanat » Makale » İSLAM MİMARİSİNİN


SEMBOLİK ANLATILARI ÜZERİNE BİR DENEME (dergipark.org.tr)

Sultanahmet Camii Tarihi ve Hikayesi (legacyottomanhotel.com)

FATİH SULTAN MEHMED’İN İSTANBUL’U | Büyük İstanbul Tarihi (istanbultarihi.ist)

Klasik Türk Sanatları Vakfı (ktsv.com.tr)

Sultanahmet Camii (Mavi Cami) Tarihi - İstanbul Hakkında Bilgiler (subu.edu.tr)

İSTANBUL ARCHAEOLOGICAL MUSEUMS . (n.d.). T.C. Kültür Ve Turizm Bakanlığı.

Şahin, D. (2021, June 9). İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ .


https://www.academia.edu/49186371/%C4%B0STANBUL_ARKEOLOJ%C4%B0_
M%C3%9CZES%C4%B0

Türkiye’nin lk müzesinin hikâyesini biliyor musunuz? | Turkish Museums

ı̇̇̇̇ . (2021, August 13).


Turkish Museum. https://turkishmuseums.com/blog/detail/turkiye-nin-ilk-muzesinin-hik-yesini-
biliyor- musunuz/10037/1

Büyük M. (e2c0i0d5iy, eO Cctaombeiir -2 V9)ik. ipedi


https://tr.m.wikipedia.org/wiki/B%C3%BCy%C3%BCk_Mecidiye_Camii

ORTAKÖY CAMİİ - TDV İslâm Ansiklopedisi

. (n.d.). TDV İslâm Ansiklopedisi.


https://islamansiklopedisi.org.tr/ortakoy-camii

Tanman, M. B. (2014). Büyük Mecidiye Camii ve Ortaköy .

“Mimarbaşı’nın Şaheseri: Büyükçekmece Köprüsü (Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü) -


Şantiye Dergisi.” Şantiye Dergisi ,

Anasayfa | Cağaloğlu Hamamı. (n.d.). Cağaloğlu Hamamı.


CAĞALOĞLU HAMAMI - TDV İslâm Ansiklopedisi. (n.d.). TDV İslâm
Ansiklopedisi. https://islamansiklopedisi.org.tr/cagaloglu-hamami
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Milli Saraylar Başkanlığı. (n.d.). Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanlığı Milli Saraylar Başkanlığı.

IHLAMUR KASIRLARI | Kültür Portalı. (n.d.). Kültür Portalı.


https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/istanbul/gezilecekyer/ihlamur-kasirlari

Bozdemir, A. (n.d.). Dolmabahçe Sarayı - Hazine Kapısı 2. 360TR.

..:: T.C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI ::.. (n.d.)

Abdülhalim Bey | Milli Saraylar. (n.d.).


https://web.archive.org/web/20210118102118/https://www.millisaraylar.gov.tr/blog
?tag= %20Abd%C3%BClhalim%20Bey

. (n.d.).

https://www.turanakinci.com/portfolio-view/macka-silahhanesi/

. (n.d.).

https://www.egeyapi.com/blog/trend/yuzyillardir-populer-neoklasik-

mimari-nedir

Beylerbeyi Sarayı Nerede? Beylerbeyi Sarayı Tarihi Ve Özellikleri Hakkında Bilgi. (n.d.).
Hürriyet - Haber, Son Dakika Haberler, Güncel Gazete Haberleri.

https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/istanbul/gezilecekyer/beylerbeyi-sarayi

. (n.d.).

İşletme Fakültesi. https://isl.itu.edu.tr/hakkimizda/bina-tarihcesi

World History Encyclopedia. “Kanuni Sultan Süleyman.”


2023, www.worldhistory.org/trans/tr/1-21599/kanuni-sultan-suleyman .

Sakaoğlu, N. (1999). Bu mülkün sultanları: 36 Osmanlı padiş .a hi

Meydan Larousse Ansiklopedisi Cilt 1, Cilt 2, Cilt 9, Cilt 12


(1969)

You might also like