İstanbul'da Gündelik Hayat

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 362

EKREM IŞIN

EKREM
IŞIN

İstanbul' da
1

İSTANBUL'DA
GÜNDEUK
HAYAT
Gündelik
Hayat
ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT
insan, Kültür ve Mekan ilişkileri üzerine Toplumsal Tarih Denemeleri

Ekrem ışın (d. ı 955, Ankara} Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Edebiyatı Bölümünü bi­
tirdi. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Romanlannda Do.�u-Batı Sorunu başlıklı tez çalışmasıyla
girdiği kültür tarihi araştırmalarını, 1977-ı984 ytllan arasında yaptığı edebiyat merkezli in­
celemelerle sürdürdü. Bu yazılan, Milliyet Sanat, Oluşum. Tan, Sanat Olayı. Çağdaş Eleştiri
ve özgür insan dergilerinde yayınlandı. ı 984 'ten itibaren 'İstanbul' konulu toplumsal tarih
araşarmalanna yöneldi ve başta Tarih ve Toplum, Sanat Dünyamız. Gergedan, Çağdaş Şehir,
Arredamento-Dekorasyon vs. gibi dergilerde yayımlanan incelemelerini 1995'te !stanbu/'da
Gündelik Hayat Tarih, Kültür ve Mekan //işkı1eri üzenne Toplumsa/ Tanlı Deneme/en· baş­
lığıyla kitaplaştırdı. Dünden Bugüne lstanbul Ansik/opedisı'ni hazırlayan ekipte yer alan ya­
zar, uluslararası tasavvuf tarihi araştırmalarında proje danışmanlığı yapmakta, Thierry Zar­
cone ve Arthur F. Buhler ile birlikte /oumal efthe History efSefism 'in ortak editörlüğünü yü­
rütmektedir.
EKREM IŞIN

İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


Tanlı, Kültür ve Mekan ilişkileri
üzen'ne Toplumsal Tanlı Deneme/en·

omo
İSTANBUL
Yapı Kredi Yayınlan
Tarih - 7
Toplumsal Tarih Araşarmalan Dizisi - 3

lstanbul'da Gündelik Hayatı Ekrem Işın

Dizi Editörü: Ekrem ışın

Tasanın: Nahide Dikel


Baskı: Promat

ı. Baskı: iletişim Yayınlan. ı 995


YKY'de 1. Baskı. lstanbtıl. Eylül 1999
lSBN 975-08-0054-0

©Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık TicareL ve Sanayi A.Ş.. 111•)•1

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi /\ S


Yapı Kredi Plaza E Blok Manolya Sokak ı. Leve nt 80620 l·ııııııl•ııl
Telefon. (0-212) 280 65 55 (pbx) Faks. (0-212) 27<1 !"' '"'
http://wwv.•.ykykultur.com.tr
http://www.shop.superonline.com/yky
e-posta: ykkultur@ykykultur.com.ır
Annem Hawa ve babam Nezih Cansel'e
İÇİNDEKİLER

önsöz• 9
ikinci Baskı için Not• 13

BİRİNCİ BÖLÜM
Mitos ve ütopya Arasında Gündelik Hayat

lstanbul'da Modernleşme öncesi Gündelik Hayat• ı 7

1 9 . Yüzyılda Modern1eşme ve Gündelik Hayat• 73

İKİNCİ BÖLÜM

insan, Kültür ve Mek<'in

Tanzimat, Kadın ve Gündelik Hayat• 107

Tanzimat Ailesi ve Modern Adab-ı Muaşeret• ı ı 9

Ahmed Midhat Efendi ve Gündelik Hayatın Pratik Bilgisi: Adab-ı Muaşeret• 135

Abdullah Cevdet'in Cumhuriyet Adab-ı Muaşereti• 153

Namık Kemal'in Uygarlık Görüntüleri• ı 71

Modernleşmenin Edebiyatı: Servet-i Pünun üzerine Notlar• 175

İstanbul 1 9 1 2• 181

Modernleşme Çağında Osmanlı Meslekleri• 193

Türk Kültüründe Doğa Kavramının Evrimi ve İstanbul Bahçeleri• 203

Hamam'dan Banyo'ya Peştemal'dan Mayo'ya Türk Deniz Kültürü• 211

Dört Ayaklı Belediye ya da İstanbul Köpekleri• 219


Bir Boğaziçi Tanzimatçısı: Şirket-i Hayriyye• 227

Küçük Musluk Tarihi• 245

Ölüm Kültürü üzerine Çeşitlemeler: Mezartaşlannda Biçim ve Başlıklar• 259

Toplumsal Mekanlar Olarak Hamamlar• 267

lstanbul'un Tannsız Tapınaklan: Kahvehaneler• 273

Semai Kahvelerinde insan ve Kültür• 281

lstanbul'un Sohbet Mekanlan Tarihine Giriş: Kahvehaneler• 291

lstanbul'un Mistik Tarihinde Mevlevihaneler• 299

Dizin• 347

Resim Kaynaklan • 361


ÖN SÖZ

lstanbul'un gündelik hayat sarkacı, tarih boyunca Osmanlı dünyasının iki karşıt kutbu arasın­

da salındı: Mitos ve ütopya. Kimi zaman durma noktasına gelip yaşanmış altın çağların sonunu

haber veren, kimi zaman da temposunu hızlandırarak insan hayatına yeni ufuklar açan bu top­
lumsal salınım, şehrin kimliğini Doğu'nun mitosu ile Batı'nın ütopyası arasındaki kültürel deprem

kuşağı üzerinde belirledi. Bu kimlik, pek çok farklı kültürün kader oıtaklığı yaptığı imparatorluk

coğrafyasının zenginliğiyle beslenmiş ve lstanbul'un künyesini dünya uygarlık kütüğüne nakşet­


miştir.
Mitos, İstanbul için tarihsel bir derinlik vı! kökleri geçmişe uzanan insan tecrübesidir. Bütün

yeryüzü imparatorluklarında olduğu gibi lstanbul'da da bu yaratıcı tecrübe, dinler ve ırkların kay­
naştığı kozmopolit bir kültür dokusu içinde şekillendi. Mitos, şehir hayatını düzenleyen koruyucu

bir yasa, manevi içeriğini kamu vicdanında bulan bir değerler terazisi, iyi ile kötü, güzel ile çirkin

arasındaki etik ve estetik ölçütleri belirleyen bir mihenk taşı olduğu sürece bu tecrübeyi, gündelik
hayatın temel dinamiği yapmayı başarabilmiştir.
Şehrin mitosu, Roma'nın küllerinden doğdu. Askeri üstünlük ve toplumsal güven duygusuna

dayanan bu arkaik dünya tasarımı, Constantinus'un siyasi ütopyasıyla birleşince, şehrin yıldızı

bütün bir Ortaçağ boyunca parladı. Zamanın labirentini bin yılda adımlayabilen Bizans lstanbul ·u,

kendi kendine yetebilmenin tarihsel sınırına göz kamaştırıcı saray törenleri, sonu gelmez teoloji
tartışmaları ve sefalet ile ihtişamın kışkırttığı ayaklanmalarla ulaşmıştı. Aydınlığın alacakaranlığa

dönüştüğü bu kaçınılmaz yol ayrımında şehrin Osmanlılar'a bıraktığı miras, yıkılan mitosun gün­
delik hayat üzerine çökmüş tarihsel enkazından başka birşey değildi. lstanbul'un gündelik hayatı­

nı canlandıran şehrin yeni sakinleri, kaldırdıkları enkazın altında parlayan imparatorluk mitosuna
sahip çıktılar. Fatih Sultan Mehmed, yalnızca adı Konstantinopolis olan bu şehri değil, aynı za­

manda İstanbul mitosunu fetheden kişi olarak da tarihe geçti.

Osmanlı lstanbul'u, bugün kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğumuz toplumsal kim-

ÔNSÔZ 9
lik hazinemizin, göz kamaştırıcı mücevherlerinden birisidir. Üzerine ölü toprağı serdiğimiz bu hazi­

neyi, tarih boyunca yağmalayan haramiler kadar, onun değerini insan hayatıyla tartan isimsiz

kahramanlar da bu şehrin ikliminde yaşadılar. !skenderiye'den Tahtakale'ye kahve getiren Mısır

tüccarı; çıktığı Hac yolculuğunda önce Eyüb Sultan'ı ziyaret eden Özbek dervişi; Cevahir Bedeste­
ni'ni elmas, akik ve zümrüt ışıltısına dönüştüren Ermeni kuyumcu; paranın sihirli gücünü keşfe­
den Yahudi sarraf; gençliğini kahvehane peykeleri ve arnavut kaldırımlarında yaşayan tulumbacı;

Süleymaniye hücrelerinden kadılık makamına uzanan ilim merdivenlerini adımlayan medreseli;

başını ibret taşında bırakan Yeniçeri çorbacısı ve şeriat kılıcının gölgesinde demlenen Bektaşi, İs­

tanbul mitosunu besleyip büyüten kültür iklimini ortaklaşa oluşturdular. Sonuçta insanlık, birara­
da yaşamayı bu iklimde öğrendi.

lstanbul'un mitos çağı ilk büyük sarsıntıyı 1 8. yüzyılda geçirdi. Geleceğin ufkundaki ütopyayı

haber veren farklı duygu ve düşünceler, kendi hayat tarzlarını bu yüzyılda İstanbul kimliğine kat­

tılar. Artık gündelik hayatın kültür dokusunda, karşıt zihniyet dünyalarını temsil eden çift kişilikli
bir toplumsal hayalet kol geziyordu. Bu hayalet, mitosun güvenlik dünyasına sığınanlar için ger­

çekten ürkütücüydü. Nitekim siyasi otoritenin koruyucu kanatları altında güçlenen ütopya, bu ko­
lektif korkuyu doğrulayacak şekilde mitosun hayat sahasına müdahale ediyor ve sonuçta geçmiş

zamanın değerler terazisi, gündelik hayatın şaşmaz doğrularını sürekli yanlış tartıyordu. Yanlış he­

sap 1 730'da istanbul'a ağır bir fatura ödetti. Kamu vicdanında yara alan adalet duygusunu sar­
mak isteyenler, ütopyanın Sa'dabad'daki görkemli sembollerini yıkarken hiç kuşkusuz mitosun yi­

tik cennetine kavuşabileceklerini hayal ediyorlardı. Ama cennetin kapıları bir daha açılmamak

üzere kapanmış ve gündelik hayatın şehir ölçeğindeki ayrışma süreci başlamıştı. Bundan böyle mi­
tos kendi tarihini, istanbul'un karanlıkta kalan yüzünde sessiz ve derinden derine hissedilen psi­

ko-sosyal sarsıntılar halinde yaşayacaktı.


19. yüzyıl, istanbul'un ütopya çağıdır. Şehrin dizginlerini ele alan bu sihirli güç, toplumsal ha­

yallere yeryüzü cennetini müjdeleyen bir uygarlık dini olarak sahneye çıktı. inançlı havarileri, gö­

zü dönmüş meczupları ve hevesli müritleri vardı. Olimpos'un zirvesinde, tanrıya yakın bir yerde

olduğuna ilişkin hurafeler ise, bu cemaat içinde hep canlı kaldı.

Ütopya, lstanbul'un gündelik hayatını yeniden yapılandırmak amacıyla şehrin sosyo-kültürel

dokusu içinde şekillendirilmeye çalışılan bir gelecek tasarımıdır. Geçmiş zamanın cenderesinden
kurtulma ve mitosun günahlarından arınma teması, bu tasarımın özünü oluşturmuştur. 1 9. yüzyıl

boyunca toplumsal bir komplekse dönüşen bu arınma duygusu , geçmişin günahlarını gündelik ha­

yatın hafızasından silerek ütopyaya yeni bir yaşam alanı hazırlar. Bu amaçla gelenekler sandıkla­

ra kaldırılarak unutulmaya terkedilir. Mitosun yıkılan putları şehir çarşılarına yığıldığında, artık İs­

tanbul dünyanın en büyük bitpazarıdır. Bu pazarda müşteri bulamayan geleneksel zihniyet dün­

yası, bütün bir toplumsal yaşam üslubunu tarihin derinliklerine gömerken, geride bıraktığı mitosun

10 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


içi boşaltılmış sembolleri, bugün artık birer turistik eşya olarak bu nostalji panayırında varlıklarını
sürdürebilmektedirler.
istanbul'un gündelik hayat sahnesine yerleşen ütopya, kendisi kültür üretmediği halde bir

başka zaman ve coğrafyada üretilmiş konfeksiyon tipi yaşam anlayışlarını toplumsal tüketime su­
nan bir pazarlama mekanizması olarak çalıştı. Bunun sonucunda hayatın modernleşmesi üzerine

açılan her türlü tartışma, söz konusu mekanizmanın temel işleyiş biçimiyle çelişmeyecek bir rek­

lam kampanyası şeklinde gelişti. Sonuçta gündelik hayatın verimli toprakları üzerinde, devlet rica­

linin Avrupa rüyalarına uygun modernleşme projeleri hazırlayan aydınlar, taklit edilebilir bir dün­

yanın dekorlarını inşa ettiler. Zayıf payandalarla desteklenen bu fantastik dünyanın insanı, kendi­
sini bir başka kimliğe göre tanımlama zorunluluğunu hisseden ve dekorlaştırılan hayatın içinde sü­
rekli olarak kültürel göçebeliği yaşayan tedirgin bir varlığa dönüştü. Kuşkusuz ütopyanın lstan­

bul'a ödettiği en ağır fatura, mitosun kültürel norm esnekliğini kırarak şehrin başlıca özelliği olan,

farklı hayat tarzlarını üsluplaştırma becerisini ortadan kaldırmasıdır. Nitekim toplumsal repliklerin

standartlaşması, hayatın bireysel planda taklide dayalı olarak karikatürleşmesi ve her yeni kültür

girdisinin bu imparatorluk potasında erimeden kendi egemenliğini şehir ölçeğinde ilan etmesi, İs­

tanbul 'un parçalanmış dokusundan günümüze uzanan en çarpıcı görüntülerdir. Diğer yandan

ütopya, gündelik hayatın teknik açıdan projelendirilmesi fikrini lstanbul'a kazandırmıştır. Hayatın

içinden geçen buharlı gemiler ve tramvaylar, zamanın temposunu hızlandırmışlar, havagazı ve


elektrik insanın sırtındaki geleneksel külfeti, m�dern nimetlere dönüştürmüştür. Buna karşın İs­

tanbul'un ödediği bedel, gündelik hayatın teknik açıdan pratikleşmesi ile kültürel açıdan yabancı­

laşması arasında kaybolup giden kimliği olmuştur.

Gündelik hayat, en genel hatlarıyla sıradan insanın tarihidir. Bu isimsiz kahramanın hayatını
şekillendiren her türlü oluşum, toplumsal tarih araştırmalarının ilgi alanına girer. Amaç, insan mer­

kezli değişimin boyutlarını, toplumun net bir görüntüsünü elde edinceye kadar detaylandırarak çö­
zümlemektir. Geçmişle siyasi hesaplaşma temeli üzerinde gelişen klasik tarihçiliğimizin rağbet gös­

termediği bu anlayış, genellikle popüler yazı türlerine konu olmuştur. Nitekim 1 920'li yıllardan iti­

baren özellikle edebiyatçılar arasında yaygınlaşan bu popüler yazı türü, günümüz "İstanbul nostal­

jisi"nin de gündelik hayata bakış perspektifini belirlemiştir. Aralarında Ahmed Rasim, Musahipza­

de Celfü, O. Cemal Kaygılı, E. Ekrem Talu, S. Muhtar Alus gibi gazeteci ve edebiyatçıların, A. Refik
Alıınay, R.Ekrem Koçu, R. Ahmed Sevengil ve Haluk Y. Şehsuvaroğlu gibi araştırmacıların bulun­

duğu bir grup yazar tarafından kaleme alınan bu popüler İstanbul yazıları, bir bakıma resmi tarih­
çiliğe gizli bir tepki şeklinde gelişmiş, Cumhuriyet modernleşmesinin geleneksel Osmanlı kültürüne

yöııcllliği sert eleştirilere karşı oldukça abartılı ve duygusal bir üslupla geçmiş zamamn restorasyo­

ıı uııu gündeme getirmiştir. Günümüzde basmakalıp üretilen ve kötü birer taklit olmaktan ileriye gi­
demeyen "nostalji edebiyatı"nın kaynağı, bu yazarlar tarafından şekillendirilen lstanbul imajıdır.

ÖNSÖZ 11
Bu kitabı oluşturan yazılar. İstanbul'un gündelik hayatını toplumsal tarih açısından inceleme­
yi amaçlayan kapsamlı bir tarih araştırmasının yan ürünleri olarak 1 985- 1 993 yıllan arasında ka­

leme alınmışlardır. Birinci bölümde. !stanbul'un klasik ve modern dönemlerinin gündelik hayat
açısından sosyal topografyasının belirlenmesi ve şehir fizyonomisini şekillendiren dinamiklerin
sergilenmesi ana temayı oluşturmaktadır. Bu amaçla gündelik hayatın mahalle ölceğinden şehir

ölçeğine uzanan bir dizi kurucu öğesi. birbirleriyle olan sosyo-kültürel ilişkileri açısından ele alın­
mış. tarihsel bütünleşmeyi sağlayan geleneksel kurumlar ile çözülmeyi gerçekleştiren modern ku­

rumların belirledikleri yaşam alanları üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde ise Tanzimat sonrası
İstanbul ön plana çıkartılarak gündelik hayatın insan. kültür ve mekan ilişkileri düzleminde top­
lumsal görüntüsünün çizilmesine çalışılmışur. İnsanı gündelik hayatla bütünleştiren toplumsal me­

kanizmaların işleyiş biçimleri, modernleşme idolojisinin sunduğu standart yaşam kalıplarına uyum
ya da uyumsuzluk gibi bir dizi sorun. bu bölümün tartışma zeminini oluşturmaktadır.
Sonuç olarak şu söylenebilir: Bu çalışma. İstanbul'un yalnızca Beyoğlu ve eğlence kültürün­

den ibaret bir panayır yeri olmadığını göstermek ve nostalji edebiyatıyla fetişleştirilen bu fantistik

dünyanın. aslında kaybedilen toplumsal kimliğin soru işaretleriyle dolu tarihine. nesnel bir açıkla­

ma getirmek amacını hedeflemektedir. Ortaya konan sorunların bilimsel araştırmalarla çözümlen­

mesi, kuşkusuz bu çalışmanın da en büyük ödülü olacaktır.

1995

12 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


İKİNCİ BASKI İÇİN NOT

Yeni bir çağın eşiğindeyiz. Eğer bu eşiği tökezlemeden aşmak istiyorsak, yalnızca üzerinde

yaşadığımız coğrafyaya değil, ama bizi kuşatan bütün bir kültür mirasına nüfuz edebilme cesare­

tini kendimizde bulmamız gerekecek. Bu heyecan verici keşif, hatıraları bozkır hayatına uzanan
bir geçmişten başlayarak bugüne düğümlenen maceralı bir tarihin serinkanlı muhasebesiyle

mümkündür. öte yandan şu soru vazgeçilmez önemini hata korumakta: Bu muhasebeyi yap­

makla yükümlü olan kimdir? Kuşkusuz hepimiz; ama en çok da günümüz tarihçisinin kendisi.
Yeni tarihçi tipini şekillendiren bu kültür toprağı, artık eskisi gibi geçmişe yolculuk yapan klasik

araştırmacıların ayak izlerini barındırmıyortkucağını geleceğin içindeki geçmişi keşfedebilecek


toplumsal hafızaya da açıyor. işte günümüz tarihçisi, artık bu hafızayı bütün ayrıntılarıyla ait bu­

lunduğu medeniyetin kütüğüne kaydeden kişi olmaya adaydır.

Zaman, tarihin ruhudur. Yüzyılımızın başında Osmanlı lmparatorluğu 'nu enkaza çeviren siya­
si depremin üst üste yığdığı karmaşık olayların cansız bedenlerini terkeden bu ruh, beklenmedik

bir anda geriye dönüp bizi yeni bir çağın arefesinde benzer sorunlarla karşı karşıya bıraktı. Sanki

bilgi çağına eski zaman dekorları arasından geçerek giriyoruz. Bu aşina olduğumuz dekorlar önün­

de efendi-köle diyaloğunu artık ezberlediğimiz repliklerle sürdürenler, toplumsal yaşama arzumu­

zu kendi siyasi projeleri içinde acemi figüranlara oynatmaya çalışıyorlar. Başarıya duyduğumuz
açlık, örselenmiş milli kimliğimiz ve medeniyetin kapısında beklemekten yorgun düşmüş idealleri­

miz, bir bakıma bizi bu acemi figüranların sahnelediği trajik oyuna ortak ediyor. Oysa ruhumuzu

bu kadim trajedinin zevksizliğinden kurtaracak yeni hayallere ihtiyacımız var. Bu hayaller tama­
men bize ait olmalı ve yalnızca bizi anlatmalı.

İstanbul, belki de tarih boyunca kurduğumuz en renkli hayaldi. Her nesil bu hayali kendinden

sonrakilere aktarmayı adeta görev bildi; ama biraz bozarak, biraz renk katarak veya bir hayli ken­
disi olmaktan çıkartarak. Şimdi önünde durup seyrettiğimiz İstanbul, şairin 'hayal şehir'inden çok

iKiNCi BASK! iÇiN NOT 13


uzaklarda. Ama en azından biliyoruz ki, bizden uzaklaşan bir gün mutlaka bize dönecektir. Peki

'biz' kimiz?
Bu kitabın yazarı, 'biz'in ait bulunduğu medeniyet dairesi içinde 'asli unsur' olduğuna inan­

makta. Postmodernizmin 'öteki' kavramı etrafında inşa etmeye çalıştığı kurmaca tarihe ise, 'asl1
unsur'u görmezden geldiği o kör noktada kendi kendini çürütecek bir siyasi kimlik projesi olarak

bakıyor. Fakat ortada bir gerçek var. 'Biz' ve 'öteki' kavramları etrafında parçalanmış, dahası kar­

şı karşıya getirilmiş bir ideolojik zemin üzerinde bilim ahlakına uygun tarih yazımı gerçekten

mümkün mü? Diğer taraftan günümüz tarihçisi, sıradan insanın 'ben kimim' sorusuna, aldatmaca­
nın ötesinde verebileceği dürüst bir cevaba gerçekten sahip mi?

/stanbuf'da Gündelik Hayat, bir imparatorluk şehrinin tarihçiye armağan ettiği zengin imkan­
lar çerçevesinde, bu karmaşık kimlik sorununa kök salmış ilginç hikayeyi, farklı odaklardan kuşa­

tarak dile getirmeye çalışıyor. Kitabın ikinci baskısına 6 adet yeni metin eklendi ve ayrınca ilk bas­
kıda yer almayan görsel malzemelerle zenginleştirildi. Bu haliyle kitap, aradığı dürüst cevaba bir

adım daha yaklaşmış oldu.

Ağustos 1999

14 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


BİRİNCİ BÖLÜM

Mitos ve ütopya Arasında Gündelik Hayat


İSTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESİ
GÜNDELİK HAYAT

Bütün tarihsel şehirlerin dayandıkları te­ tanımaya çalışnkları, geleneksel kültür varlıkla­
meller, İstanbul için de geçerlidir: Efsane, zen­ rını ortaya koyarak gündelik hayatı inşa etme­
ginlik, karmaşa, yücelik duygusu . . . Fakat İs­ ye başladıkları bir tarih kesitidir. Bu kesiti, Ku­
tanbul, bu genel kuralı bozar ve i mparatorluk ruluş Dönemi olarak adlandırıyoruz. Diğer
şehirleri için çizilmiş klasik sınırların ötesine taraftan 1 520- 1 703 yılları arasındaki yaklaşık
geçer. Onun tarihi içinde, diğer şehirlerin t1ırihi, iki yüzyıllık dönem ise, İstanbul ·u İstanbul ya­
kültürü, yaşam üslubu ve hepsinden önemlisi pan, ona kişilik ve ruh veren insan enerjisinin,
gündelik hayat dediğimiz insan serüveninden gücü yettiği her alanda kendi sıııırlarıııı zorladı­
bir parça vardır. Bu açıdan İstanbul, bir dünya ğı ve aştığı bir dönemdir. Şehir, tarihsel siluetini
sahnesidir. Hiçbir büyük devlet adamı, sanatçı, bu dönemde kazanır ve canlandırdığı imge, bü­
tüccar, gezgin ya da sıradan insan yoktur ki bu tün zamanlar için bir değerlendirme ölçütü olur.
sahnede rol almasın veya en azından bu sah­ Bu tarihsel sürece de Klasik Dönem demekteyiz.
nedekileri izlemeye can atmasın. İşte bu yüz­ 1 8. yüzyıl başlarından 20. yüzyılın ilk çeyreği­
den İstanbul üzerine düşünürken, çoğul bir ne uzanan son dönem ise, lstanbul'un yarattığı
söylemin kapısından gireriz. Çünkü onun uy­ geleneksel imgeye yabancılaştığı , dolayısıyla
garlığı değil, uygarlıkları; tarihi değil, tarihleri; kendini ifade edebilecek yeni sözcükler aradığı,
yaşam üslubu değil, üslupları vardır. zamana karşı tarih içinde yapılmış bir koşudur.
!stanbul'un gündelik hayatı, birbirini izle­ Genellikle Tanzimat sonrası için kullanılan
yen ve temelde birbirinden farklı üç ayrı döne­ ··modernleşme"' deyimini, bu dönem için uygun
min ürünüdür. 1453 - 1 520 yılları arasındaki bi­ görüyoruz. Bu çalışmada yalnızca ilk iki dönem,
rinci dönem, şehrin yeni sakinlerinin çevrelerini ana hatlanyla ele alınmıştır.

ISTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESi GÜNDELİK HAYAT 17


A) Kuruluş Dönemi ( 1453-1520 ) Gündelik hayatın maddi ve manevi formlarını
bu bünyede yeni kurallarla düzenleye n iki
Ortaçağı kaplayan tarihi boyunca kale- önemli etkenden sözedilebilir: Yönetici kadro-
kent özelliğini koruyan Bizans İstanbul'u, fet- nun idari açıdan aldığı stratejik kararlar ve tica-
hin hemen ardından temposu giderek artan bir ret hacminin iktisadi potansiyel içindeki yeri.
hızla Osmanlı kimliğine uygun bir yönetim Bütün Ortaçağ şehirlerinin yaşam koşullarını
merkezi konumuna yükselmeye başlar. Hıristi- yönlendiren bu iki etken, İstanbul ölçeğinde
yan Doğu 'nun mirası ile İslami geleneklerin nüfus yapısından kültürel kimliğe, imar ve is-
kaynaştığı bu coğrafi noktada oluşan yeni kim- kan hareketlerinden ticari organizasyonlara
lik, kuruluş dönemi süresince Akdeniz ile Bal- kadar geniş bir toplumsal yelpazede gündelik
kanları içine alan geniş kültür haritasının bü- hayatı inşa etmişlerdir.
tün hayat şekillerini bünyesinde toplamıştır. lstanbul'un fetih sonrası nüfus yapısı, Bi-

18 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT



Hartmann Schedel'in 1493 tanhli Welt-chronik'inde yer alan ağaç oyma tekniğ(yle basılmış Bizans dönemi
lstanbul gravürü. Kale-kentin sur kapılarında Bizans monogramları ve Samaçya civarında üç ye/değirmeni
görülmekte. Fetıhten sonra yerine Fatih Camii'nin inşa edileceği Havariler Kilisesi'nin yan kanatlarım örten
çatılar ise çökmüş durumda.

zans'ın Hıristiyan cemaatler mirasına Müslü­ farklı inanç gelenekleri içinde şekillendirmiştir.
man kesimin katılımıyla karmaşıklaşan bir gö­ Böylece gündelik hayatın manevi yönünü
rüntü sergiler. Ancak bu yapı, Bizans dönemi oluşturan kültürel dinamikler, mezhebe dayalı
gözönüne alındığında temel bir noktada farklı­ küçük örgütlenmelerin şer'i hükümlerine bağ­
lık göstermektedir. Palaiologoslar idaresindeki lanmakla beraber, daha genel planda kendileri­
İstanbul nüfusunun din birliği ilkesine oturan, ni Hıristiyan ya da Müslüman cemaatlerinin
ama diğer yandan da parçalanmış mezhep ay­ kurucu güçleri olarak ifade ederler.
rılıklarına dayalı karakteristik bölünmesi, ıı. Bizans'ın nüfus yapısı yeterince kesinlik
Mehmed zaman ı nda mezhepler üstü bir din ku­ kazanamamış bir konudur. ı Fakat, Akdeniz ile
tuplaşmasına bırakır yerini. Gündelik hayatı bi­ Balkanlar'a yayılmış bu im paratorluğun Os­
rinci derecede etkileyen bu dini kutuplaşma, manlı istanbulu'na bıraktığı nüfus bileşimi,
nüfus yapısını Hıristiyanlık ile islamiyet'in coğrafi bölgeler dikkate al ı narak saptanabilir.

ISTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESi GÜNDELiK HAYAT 19


Çoğunluğu oluşturan Ortodoks Rum ahalinin Ticaretle uğraşan Hıristiyanlar'ın iskanı da ay­
yanısıra Latinler, Venedik ve Cenevizliler'den nı yöntem çerçevesinde uygulanmıştır. Belli bir
oluşan İtalyan ticaret kolonileri temsilcileri, sanat dalında ustalaşmış Rumlar şehrin ticaret
Anadolu kökenli Ermeniler, paralı ordunun da­ bölgelerine yerleştirilirken, diğerleri çevre köy­
yanağı sayılan Germen ve Balkan kavimleri, lere dağıtılmışlardır.6
Yahudiler, Suriyeli Araplar ve az sayıda ticaret­ Kalifiye nüfusun iskanına paralel olarak
le uğraşan Türk, bu nüfus kompozisyonunun asıl çoğunluğu oluşturan Müslüman ve Hıristi­
temel renkleridir. Şehir, Türkler'in eline geçti­ yan ahalinin ayrı mahalleler kuracak şekilde
ğinde, bu kompozisyonun nicelik yönünden ol­ yerleştirilmeleri, istanbul'un gündelik hayatına
dukça düşük bir düzeyde kaldığı görülmekte­ damgasını vuran mahalle kültürünün doğması­
dir. Bu dönemde toplam nüfusun 50-80.000 na yol açar. Müslüman mahallelerinin yanında
arasında bulunduğu genellikle kabul edilen bir Hıristiyan ve Yahudi mahallelerinin kurulması,
görüştür.2 Kanuni dönemine kadar devam etmiş, ı 6. yüz­
Fethin ardından şehrin iskanı sorunu, Os­ yılın ikinci yarısından sonra gayrimüslimlere
manlılar' ın daha önce Anadolu ve Rumeli'de yeni mahalleler kurdurulmayıp, şehir içinde
uyguladıkları nüfus politikası doğrultusunda uygun bölgelere göç ettirilmişlerdir.7
çözümlenir.3 Gündelik hayatın temel öğesi olan Şehir surlarının ve Bizans'tan kalma bina­
nüfus dengesini Müslümanlar lehine ayarlama­ ların onarımıyla başlayan imar hareketleri, s sur
nın yanısıra, başlangıçta İstanbul 'un farklı dini içindeki mahallelerin oluşum sürecini de hız­
cemaatlerden sürgün yoluyla iskan edilmiş ka­ landırmıştır. Kurulan ilk mahalleler, dini, kültü­
lifiye bir nüfusu barındırması düşünülmüş ve rel ya da etnik kimliğe sahip cemaat tipi örgüt­
böylece şehrin iktisadi düzenini çöküntüden lenmelerin iskan edildikleri küçük ölçekli yerle­
kurtaracak zenaat erbabı ile idaıi ve dini açıdan şim birimleri olarak dikkati çekmektedirler. öte
söz sahibi ailelerin öncelikle yerleştirilmeleri yandan Müslüman mahallesinin merkezinde
planlanmıştır. Ne var ki bu uygulama ilk aşa­ cami/mescid yer alır. Hem dini, hem de idari
mada, zengin tüccarların Anadolu ve Rume­ yönden cemaat yaşantısını düzenleyen bu
li'deki ticaıi etkinliklerini kolayca bırakmalarını merkezler, 9 muhasaraya katılan devlet ricali
sağlayamadığından, kadılıklara gönderilen tarafından inşa ettirilmişler ve yeni kurulan
emirlerle bu zümre zorunlu sürgüne tabi tutul­ mahalleler de, isimlerini bu kişilerden almışlar­
muş, İstanbul'a getirilenler şehrin ticaret bölge­ dır. ıı. Mehmed döneminde mahalle kuran rical
lerinde inşa edilen çarşı ve hanların çevresinde arasında Bali Süleyman Ağa, Hacı İlyas Ağa,
iskan edilmişlerdir.4 Zenaatkar zümrenin çevre Seyyid Hasarı Ağa, Çakır Ağa ve Ali Fakih gibi
vilayetlerden toplanıp şehre yerleştirilmeleri isimlerin yanısıra, ulema sınıfı ve tasavvuf
daha sonraki yıllarda da sürmüş, özellikle Mı­ zümresi de ilk mahallelerin kuruluşunda rol oy­
sır'ın fethinden sonra buradaki mimar, taşçı, namışlardır. Şeyh Ebu'l-Vefa, Şeyh Akşemsed­
demirci, dülger, kılıççı ve ipek bükücü ustalann din ve Şeyh Mahmud Resmi gibi din adamları­
istanbul'a nakledilmeleriyle, Mısır'daki mevcut nın isimlerini taşıyan mahalleler, şehirdeki ilk
50 kadar sanat kolu sönmeye yüz tutmuştur.5 Müslüman yerleşim birimleri arasında sayılır-

20 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


!ar. Diğer yandan cami/mescid merkezli mahal­
leler tipik bir özellik göstermekle birlikte, türbe,
hamam, çeşme ve mektep gibi yapılann etra­
fında da yerleşim bölgeleri kurulmuştur.1 o Bu­
na paralel olarak Hıristiyan ve Yahudi cemaat­
lerin mahalleleri de kilise ile sinagoglar çevre­
sinde şekillenmişler, kültürel örgütlenmelerini
büyük ölçüde bu dini merkezlerin etkisi altında
gerçekleştirmişlerdir.
Gündelik hayata mahalle ölçeğinde katılan
!stanbul halkının göç ettirildikleri bölgelerden
getirdikleri yerel kültürler, şehrin manevi doku­
sunu dil, duygu, düşünce ve yaşam üslubu yö­
nünden zenginleştirmiştir. Osmanlı kültür mo­
zayiğini oluşturan bu renkli geleneklerin to­
pografık dağılımı, lstanbul'da iskan edilen ce­
maatlerin gündelik hayata geçirdikleri toplum­
sal kimliklerini belgelemesi açısından dikkati
çeker. Evliya Çelebi'ye göre üsküb halkı Üs­
küblü mahallesine; Yenişehir halkı Yenimahal­
le 'ye; Mora Rumlan Fenerkapısı' na; Selanik
Yahudileri Tekfur Sarayı ile Çıfıt Kapıs ı ' na ;
Cn'steforo Buondelmontı"nin 15. yüzyıl başlanna ait Liber insularum
Anadolu'daki Aksaray halkı Aksaray maha'1e­ archipelagi'sindeki Bizans lstanbulu. 1204 latin istilas111111 yıkıcı
sine; Akka, Gazze ve Ramle halkı Tahtaka­ etkilerini üzerinden a t a mayan şehrin, Jetilı öncesi tarihi
topogr'!fj;ası.
le'ye; Balat çingeneleri Balat'a; Arnavutlar Si­
livrikapısı'na; Safed Yahudileri Hasköy'e; Ana­
dolu Türkleri üsküdar'a; Tokat ve Sivas Erme­ med Paşa'nın girişimleriyle, kişisel mülklerin
nileri Sulumanastır ' a ; Manisalılar Macuncu mukataa kapsamına alınıp vergilendirilmeleri
Mahallesi 'ne; Eğirdir ve Emekderliler Eğrika­ sonucu geçerliliğini kaybetmiş ve bir kısım halk
p ı 'ya; Bursalılar Eyüb Sultan'a; Tireliler Ve­ bu uygulamadan zarar görerek geldikleri yöre­
ra 'ya; Çarşamba ovası halkı Çarşamba semtine; lere dönmüşlerdir. I 2
Gelibolu halkı Tersane'ye; İzmirliler Büyük Ga­ istanbul'un mahalle çekirdeği etraf111da şe­
lata'ya; Frenkler Küçük Galata'ya; Sinop ve killenen yerleşim bölgelerini ana hatlarıyla be­
Samsun halkı da Tophane'ye yerleştirilmişler­ lirlemek gerekirse, Müslüman halk Fatih, ı 3
dir. ı ı Bu arada Anadolu ve Rumeli halkını is­ Aksaray, ı 4 Tophane, ı s Cibali, 16 Ayasofya, ı 7
ıanbul 'a çekmek için başlangıçta planlanan Çarşamba, ı s Eyüb, ı 9 Salıpazarı-Kabataş,20 Ku­
arazi ve binaların mülk olarak verilmesi kuralı, ruçeşme,2 ı Rumelihisan,22 Baltalimanı23 ve
l\unı Mchmed Paşa ve Nişancı Karaman! Meh- Üsküdar'da24 iskan edilmişlerdir. Gayrimüslim

ISTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESi GÜNDELiK HAYAT 21


Kral Ferdinand'111 1492 tarihlıJermanıyla lspanya'dan kovulan Sefaradlar, il. Bayezid döneminde lsranbul'un yerli Yahudi
nijfusuna katılarak gündelik hayarta erkin bir cemaat meydana getirdiler. 16. yüzyılda sarrq/lık ve hekimlik gibi meslekler,
Yahudılenn tekelinde idi.

cemaate gelince; Rumlar Haliç'in güney sahili Langa,35 Yenikapı36 ve Balat'ta37 yerleşmiştir.
boyunca Fener,25 Cibali ve Ayakapısı'nda,26 Bütün bu iskan bölgeleri, birisi sur içindeki is-
Marmara sahilinde Yedikule'de,27 Balat. Has- tanbul kadılığı olmak üzere bilô.d-ı selô.se deni-
köy, Ortaköy ve Topkapı'da Ermeni ve Yahudi- len Eyüb, Galata ve Üsküdar kadılıklarına idari
ler'le birlikte bulunurlar. Boğaziçi'nde ise Rum yönden bağlanmışlardır.38
yerleşimi daha çok Arnavutköy'de yoğunlaş- Kuruluş dönemindeki gündelik hayatın to-
mıştır. Yahudi cemaatinin iskan edildiği semtler pografık sınırlarını mahalle yerleşimleriyle be-
ise Bahçekapı ve Yıldız Hamamı çevresi,28 Ba- lirledikten sonra. bu mekansal dağılımı şehir
lat,29 Ayvansaray ,3o Hasköy,3t Ortaköy ve ölçeğinde bütünleştiren bağlantı noktalarını
Kuruçeşme'dir. Ermeni nüfus başta Suluma- saptayabiliriz. Başlıca iki nokta dikkat çekicidir.
nastır32 olmak üzere Kumkapı,33 Topkapı,34 Bunlardan ilki, gündelik hayatı sosyal tabaka-

22 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


!aşmaya paralel bir yaşam üslupları yelpazesi­ da kurduğu iktisadi bütünlük sonucu çevresin­
ne dönüştüren iktisadi kurumlar; diğeri de ma­ deki Zeyrek, Fatih, Aksaray, Çarşamba, Atikali
nevi kültür zemini üzerinde işlevsellik kazanan ve Kocamustafapaşa'nın yoğun nüfus bölgele­
dini kurumlardır. lstanbul'da birinci tür kurum­ rine dönüşmesini hızlandırır. Esnaf ve zenaat­
laşma biçiminin şehir hayanndaki somut sem­ k.3.r tabakanın yerleştiği bu merkezler, şehir ha­
bolleri çarşı ve hanlar; ikincisininki de cami ve yatının maddi yönünü ayakta tutan temel da­
tekkelerdir. 1 6. yüzyıl ortalarına kadar sıradan yanak noktalandır. lstanbul'un gündelik haya­
bir istanbullu'nun gündelik hayan, bu sembol­ tını şekillendiren iktisadi dinamikler, bu mer­
lerin sınırladığı yaşam alanı içinde geçer. kezlerdeki lonca tipi örgütlenmelerin deneti­
Göç ettirme yöntemiyle oluşturulan şehrin minde kaldıkları sürece, maddi ve manevi kül­
iskan sahaları, gündelik hayatın ihtiyaçlarını türün dolaşımını şehir dokusuna dengeli biçim­
karşılayacak şekilde, 1 5 . yüzyılın sonlarından de aktarabilmişlerdir.
başlayarak Haliç'teki liman kesiminden Beya­ Çarşı kompleksinin merkezinde bedesten
zıt'taki ticaret merkezine doğru bir gelişme gös­ bulunur. 1 456'da Çakırağa Mahallesi'nde ya­
termiştir. Beyazıt'ta odaklaşan çarşı ticareti, pımı kararlaştırılan ilk bedesten,39 1 5 kubbenin
Edirnekapı gümrüğü ile Haliç kapanları arasın- örttüğü kapalı bir mekanda 1 2 6 sandık (dük-

Kapalı Çarşı, şehniı Orcaçağ kalıncısı karmaşık sokak dokusuna göre şekillenmiş mıl?Yarür bir cı'carer labirenci idi. !sra11bul'ıı11
refah ve kırlık dönemleniıe damgas1111 vuran ikcisadf dalgalanmalar. gündelik hayara bu mektinda11ya11s?Yordıı.

ISTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESi GÜNDELİK HAYAT 23


nın kesişme noktasında yer almasından kay­
naklanmaktaydı. Bunun sonucunda, bölgedeki
ticari trafiğin yoğunluğu nedeniyle iç pazar tü­
ketimini karşılamada yetersiz kalan ilk bedes­
tenin yanına bir ikincisini yapmak zorunlu ha­
le gelmiştir. inşası 1 4 73 'ten önceye tarihlendi­
rilen Sandal Bedesteni, yarattığı iktisadi potan­
siyel nedeniyle Beyazıt çarşı kompleksinin, şe­
hir hayatındaki yerini almasında dinamik bir
rol oynamıştır. 42 Aynı şekilde Galata Bedesteni
de,43 bir liman şehri özelliği taşıyan Galata'run
antrepoları ile iç kesim arasındaki ticari bağlan­
tıyı sağlamıştır. Söz konusu bu üç bedestenin
yanısıra, vakıf geliri temin etmek amacıyla
şehrin çeşitli yerlerinde kurulan irili ufaklı ma­
halle çarşıları da vardır. Bunların başlıcaları,
Balıkpazarı Çarşısı; Dikilitaş Çarşısı;44 Cibali'de­
ki Debbağlar Çarşısı; Bakırcılar Çarşısı;45 Ace­
mioğlanlar Çarşısı;46 Darphane Çarşısı; Tahta­
kale'de Harratlar Çarşısı; Yedikule'de Kirişhane
Çarşısı; Saraçhanebaşı'nda Saraçlar Çarşısı;47
ile Haliç'te U nkaparu ve Odunkapanı çarşıları­
dır.
Esnaf ve ze naatkar meslek gruplarının
Ticari hayat111 kozmosu, Kapalı Çarşı'nın etrqfındaki irili efaklı
hanlardan oluşmuştu. Doğulu ve Batılı tüccarlann uzak d(yarlardan yerleştikleri han ve kervansaraylar da, istan­
getirdik/en· haberler, bir rjSane atmoşfen· içinde bu hanlardayaşandı. bul' daki ticari merkezlerin oluşumunda en az
çarşılar kadar belirleyici bir öneme sahiptirler.
Çarşı ile han arasındaki organik ilişki bir bakı­
kan) ve 1 4 küçük sergi yerini kapsıyordu. 40 ma, pazar ile onu besleyen iktisadi kültür ara­
Bölgenin Bizans döneminde de bir ticaret mer- sındaki ilişkidir. Farklı cemaatlere mensup es­
kezi olma özelliği taşıdığı4 ı ve Forum Konstan­ naf gruplarının birbirlerine aktardıkları meslek
tinos ile Forum Tauri arasındaki kesimin esnaf kültürü için elverişli bir ortam sağlayan hanlar,
loncaları tarafından işgal edildiği dikkate alınır­ aynı zamanda istanbul'un dış dünyaya açılan
sa, Osmanlılar'ın yer seçimi konusunda topog­ kapıları sayılabilirler. Nitekim bu kapılardan gi­
rafık geleneğe uydukları açıkça ortaya çıkar. ren Doğu ve Batı kökenli meslek kültürü, deği­
Nitekim bu bölgenin önemi, Balkanlar üzerin­ şik lonca pratiklerini temsil eden kozmopolit
den Avrupa'ya uzanan kara ticareti ile, Akde­ tüccar zümresine, gündelik hayat içinde ayrıca­
niz'in Haliç'te noktalanan deniz ticareti yolları- lıklı bir statü kazandırmıştır. Kuşkusuz bu ayrı-

24 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


calık yalnızca maddi güce dayanmaz. Kuruluş
döneminin nüfus yapısı içinde, kültürel köken
açısından en evrensel grubu oluşturan tüccar
zümres i ni n önemi, halk ile Saray arasındaki
ara tabakayı temsil etmesinden ve dolayısıyla
yönetici kadronun, gündelik hayattaki iktisadi­
siyasi dalgalanmalan gözlemleyebildiği bir top­
lum aynası işlevine sahip bulunmasından ileri
gelmektedir.
i ktisadi organizmanın kültür hücreleri ola­
rak nitelendirebileceğimiz İstanbul hanları,
şehrin ticaret bölgelerini üç ayrı eksen üzerinde Osmanlı taşra hanları, lstanbul merkezli kültürün imparatorluk
coğref.yasına nefuz edebilmesini kolaylaştıran başlıca bağlantı
kuşatırlar. Birincisi Beyazıt-Aksaray, ikincisi
noktalarıydı. Sosyo-kültüre/ iletişim ağının bu temel kurumlan,
Beyazıt-Sultanhamamı ve üçüncüsü de Haliç yüzyıllar boyunca lstanbul ile taşra vilayetleri arasındaki bilgi,
boyunca uzanan Eminönü-Unkapanı kıyı şeri­ inanç ve tecrübe akışını sağlayarak Osmanlı hayat tarz1111 inşa
ettiler.
dini içine alır. Liman kes imindeki en önemli
han, Bizans 'tan kalma Balkapanı Hanı'dır. Fe­
tihten önce Venedik ticaret kolonisinin başlıca nındaki Bodrum Kervansarayı ,5 ı pamuk ve
merkezleri arasında yer alan bu bölge, ıı. Meh­ kumaş ithalatçılarının yerleştikleri52 tipik bir

med'in 1 454 kapitülasyonu ile tanıdığı kolay­ meslek hanıdır. Bunun yakınında da Kürkçü
lıklar sayesinde bir süre daha eski canlılığını Hanı ile birlikte, 36 ı dükkanlık bir kapas iteye

korumuştur. Bölgedeki ticari yapıların çevre­ sahip Han-ı Sultani (Bey Kervansarayı) var­
sinde ise bir azınlık yerleşiminin bulundu!J.ı ke­ dır.53 Oivanyolu üzerinde ise Süleyman Paşa
sindir. Örneğin Balıkpazarı ile Odunkapısı ara­ Odaları Hanı54 ve ı 5. yüzyıl sonlarından itiba­

sını işgal eden Venedik Loncası Mahallesi, şeh­ ren yabancı elçilerin ikamet ettikleri Elçi Hanı55

rin dış ticaretini ellerinde tutan yabancı tüccar bulunur.

gruplarının Haliç'teki ağırlıklannı göstermekte­ Fetihten sonra esnaf-tüccar zümresinin ör­

dir. Diğer yandan liman ile bedesten arasında gütlenme şekli lonca tipi korporasyonlara da­
han, çarşı ve depolardan oluşan bir ticari me­ yanmakta ve farklı dini cemaatlere mensup bu
kanlar kuşağının bulunduğu, vakfiye kayıtla­ gruplar aras ında yapısal bir bütünlük göze
rından anlaşılmaktadır. Sur-içi'nin kozmopolit çarpmaktadır. N itekim göç ettirilerek bedesten
yerleşimlerinden Tahtakale, bu kuşağın merke­ ve çevres ine yerleştirilen Müslüman es naf,

zi durumundadır. Kürkçü Hanı;48 Katırcı Ha­ Anadolu kökenli fütüvvet geleneklerini şehir

nı49 ve Yemiş Kapanı Haııı,5o bu merkezin çev­ ortamına uyarlayabilmişler. diğer azınlık grup­
res inde yer almışlardır. Haliç 'ten bedestene ları da mevcut lonca düzenine ayak uydurmuş­

doğru açılan yol şebekesinin ve bedesten çev­ lardır. 56 Böylece Bizans mirası lonca gelenekle­
resinin hanlar açısından yoğun bir ticari doku­ riyle Anadolu kökenli esnaf teşkilatının ortak
yu barındırdığını söyleyebiliriz. Bedesten yakı- bir zemin üzerinde kaynaşmaları sonucu , gün-

ISTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESi GÜNDELiK HAYAT 25


delik hayat iktisadi açıdan kararlı bir dengeye katılmasını kolaylaştırmaktadır. Sonuçta sivil
sahip olabilmiştir. Esnaf-tüccar sınıfın gündelik hayatlarını dini kurallar gereği ayn mahalleler­
hayat içindeki toplumsal statülerine gelince: Bu de s ürdürmek zorunda kalan bir Rum toptancı
statüyü belirleyen iki farklı etken dikkati çek­ ile bir Müslüman zenaatki\r, iş hayatında aynı
mektedir. Birincisi dini kökenli olup, esnaf mekanı paylaşabilmektedirler. Esnaf ve tüccar
gruplarını bağlı bulundukları cemaate göre sı­ nüfusa yalnızca meslek türü açısından uygula­
nıflandırmakta ve böylece herhangi bir esnaf nan bu ayrım nedeniyle, bedesten ve çevresin­
grubunun sivil hayatı, kendisine ayrılmış ma­ deki hanlarda mevcut işyerleri belirli loncalar
halle sınırlarıyla çevrili kalmaktadır. ikinci et­ tarafından işgal edilmiş, dolayısıyla merkezi
ken ise bütünüyle pratik nedenlerden kaynak­ otoritenin iktisadi hayatı denetlemesi pratik
lanmakta ve dolayısıyla esnaf gruplan bağlı ol­ açıdan kolaylaşmıştır. 5 7
dukları dini cemaatlere bakılmaksızın, yalnızca Gündelik hayatın temel ihtiyaçlarını karşı­
temsil ettikleri mesleklere göre sınıflandırılmak­ layan esnaf-tüccar zümre, başlıca iki ana sek­
tadır. Bundan dolayı bir esnaf grubunun yal­ törde etkinlik göstermekteydiler. Bunlardan ls­
nızca mesleki kariyeri, onun diğer dini cemaat­ tanbul'un iaşesi için gerekli gıda ve yakacağın
lere mensup gruplarla birarada gündelik hayata temini başlı başına bir sektör olarak gelişmiştir.

Kapalı Çarşı esnqfi, tan'kat dddbı vefatüvvet geleneklenjleyetişen insan tipıiıi bünyesinde banndınyordu. Gündelik hayatın bu
dışa dönük kültür üreticis(fetihten itibaren şehnlı değerler sistemini dengede tutan bir terazi işlevini üstlendi.

26 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


HerbinJarkil bir kültürün temsilcisi olan S'1Y.)'ar satıcılar. Bu insanlar mahalle hayatına yalnızca ticaretin gündelik kaygılarla
smırlı küçük dünyasını değil, bunu bütünüyle aşan yerel değerleniı büyük dünyasını da kazandırdı/ar. Dar sokaklann ve ahşap
evlerin bu tanıdık ziyaretçi/en; lstanbul mahallesıiıin ortaya zengin bir hayat üslubu çıkar.masında önemli rol oynamışlardır.

Deniz ticaretini ellerinde tutan azınlıklar, bu gerçekleştirdikleri dini cemaat oluşturma rolü-
alanda egemen durumdaydılar. Kara yoluyla nü, şehrin bütünsel dokusunda külliye camileri
getirilen hububat Edirnekapı'da, deniz yoluyla üstlenirle r. Külliye, her şeyden önce şehre
getirilen hububat ise Eminönü' ndeki kapanda damgasını vuran kültürün egemen sembolü-
toplanıp, çoğunluğunu Rumlar'ın oluşturduğu dür. Bu sembol ana hatlarıyla kamu hizmetleri-
aracılarla perakendeci esnafa dağıtılıyordu. So- ni bünyesinde toparlayan bir toplumsal örgüt-
ğan , sarmısak, yumurta ve tavuk gibi gıda lenme modeline göre şekillenmiştir. Cami, kül-
maddeleri İzmit' ten, koyun ve sığır Trak- liyenin merkezinde yer alır ve cemaatin belirli
ya'dan, yakacak odun ise Istranca' din temin zamanlarda toplandığı bir çeşitJorum işlevini
edilmekteydi. ikinci önemli sektör ise giyim- üstlenir. Saray yönetimi ile halk arasında bir
kuşam ve mefruşat dallarında odaklanmıştı. iletişim odağı durumundaki bu mekanlar, şehir
1 489 vakfiyesine göre bedestende, bu sektörü hayatını ilgilendiren kararları n cemaate duyu-
temsil eden 23 terlikçi, 4 4 takkeci, 50 terzi ve rularak tepkisinin ölçüldüğü yerlerdir. Böylece
çuhacı vardı. Bu ticaret kolunun hammadde ih- cami, dini ve dünyevi sorunların lslam şeriatı-
tiyacını azınlık tüccarları sağlar ve başta doku- na uygun olarak çözümlendiği bir toplumsal
ma ürünleri olmak üzere çeşitli ev araç-gereçle- kurum niteliği kazanmakta, gündelik hayatın
ri de büyük ölçüde Müslüman zenaatkarlar ta- kamu düzenini Saray adına kontrol altında tut-
rafından imal edilirdi. Gemi taşımacılığında maktadır. Genel anlamda külliyeler, bünyele-
Rumlar'ın, değerli madenleri işlemede ise Er- rindeki çeşitli kurumlar aracılığıyla eğitim ve
meni ve Yahudiler' in belirli bir üstünlükleri sağlık hizmetlerini yürüterek. bürokrasiye yö-
vardı. netici yetiştirerek sözkonusu kontrol mekaniz-
Gündelik hayatın şehir ölçeğindeki bir di- masının işlemesini sağlamışlardır. Yap ı mına
ğer önemli semboller grubu da cami ve tekke- ! 4 63'te başlanan Fatih Camii ve tmareti,58 şe-
lerdir. Yerel mescidlerin mahalle birimlerinde hir hayatında bu tür bir belirleyicilik rolünü oy-

ISTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESİ GÜNDELİK HAYAT 27


Fatih Camii ve Küll{yesi, şehir hayatının devlet tarefından düzenlenmesine yöne/ık ilk büyük toplumsal prqjeydı: ibadet, eğitim,
sağlık, ticaret, konaklama ve toplumsa/ yardımlaşma iht{yaçlannın birlikte inşa ettık/eri cemaat yaşantısı, devletin güvenlik
dünyasıyla bu minıan· kompleksin çatısı altında bütünleşti.

nayan ilk büyük külliyedir. Hagion Apostolon özellikle bu son çarşı, İstanbul saraç esnafının
Kilisesi'nin yerine inşa edilen bu külliye, Sahn- topluca bulundukları bir merkezdi. 6 ı is tan-
ı Seman Medreseleri ile bunlara öğrenci (daniş- b u l ' u n i k i n c i b ü y ü k külliye s i , yap ı m ı n a
mend) yetiştirecek Tetimme Medreseleri'nden 1 5 0 ı 'de başlanıp 1 5 05 ' te bitirilen Bayezid
oluşan bir eğitim kompleksine sahiptir. Ayrıca Külliyesi'dir. Fatih Külliyesi örneğinde görülen
bir kütüphane ve ulemaya ayrılan konutlar da toplumsal ve kültürel semboliz m , bu yapı
bu kompleksi tamamlar. ilmiye sınıfının gün- kompleksiyle güçlenerek sürer. il. Bayezid'in
delik hayat içinde güçlenmesine yol açan bu sadrazamlarından Davud Paşa'nın 1 4 85 'te
medrese teşkilatı,59 ayrıca Fatih ve Beyazıt'ın yaptırdığı ve kendi adıyla anılan Davud Paşa
birer ulema semtine dönüşmesini de hızlandır- Külliyesi62 ile Sadrazam Mahmud Paşa 'nın
mıştır. Diğer yandan külliye, halkın sağlık ve yaptırdığı Mahmud Paşa Külliyesi63 bu döne-
gıda ihtiyaçlarını karşılayan kamusal bir öne- min şehir hayatını kültürel açıdan etkileyen di-
me de sahiptir. Daruşşifa, tabhane, kervansa- ğer önemli toplumsal kurumlarıdır.
ray ve hamamdanöo oluşan kamuya açık hiz- Camilerde toplanan cemaat, şehir hayatını
met birimlerine vakıf geliri sağlayan 280 dük- idari ve hukuki açıdan düzenleyen ehl-i sünnet
kanlık Sultan Hanı, Hızırçelebi Odaları ve Sa- dogmalarını medrese ulemasından öğrenmek-
raçlar Çarşısı ile maddi destek sağlanmıştı. te, fakat gündelik hayatın insan ilişkileri, mes-

28 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


lek ahlakı ve manevi kişilik oluşturma gibi te­
mel konularında çok daha yaygın bir örgütlen­
meye, yani tarikatlara bağlanmaktaydı. Cami
ve medresenin eğiticilik rolüne karşılık tekke­
ler, gündelik hayatın yaşam biçimlerini farklı
seçenekler halinde cemaate sunarak. lstan­
bul'un Müslüman nüfus unu tarikatlar içinde
örgütleme rolünü üstlenmişlerdir. Tekke şeyh­
leri örgütleyici insan tipini temsil ederler64 ve
manevi otoriteleri altındaki tarikatlar da ideolo­
jik yapılanmalara göre, cami ile sarayın oluş­
turduğu yönetim mekanizması içinde ya da
karşısında bir muhalefet odağı görünümü ka­
zanırlar. Bu açıdan fetihten sonra lstanbul'un
gündelik hayatına giren tarikatların toplumsal,
kültürel ve s iyasi alanlarda gösterdikleri etkin­ Bayezid Camii ve KülliYesı; imparatorluk ticaret yollarının kesişme
noktası sayılan Kapalı Çarşı 'mn yamna kurulmuştu. Şelırı'n yeniden
likler, üzerinde önemle durulmas ı gereken bir
oluşum sürecinde titizlikle uygulanan imaret sistemi111i1 bu klasik
konudur. örneği, /stanbul'a kattığı siluet değerinin ötesinde, manevi hayatı
kuşatan bir üst kimliğıiı de somur !fadesiYdi.
Yapısı itibariyle bir şehir tarikatı kimliğin­
deki Mevlevilik, fetihten hemen s onra istan­
bul'un gündelik hayatını kültürel ve estetik açı­ düzenleyen dervişler, dört kişilik bir mutnb he­
dan etkilemiştir. özellikle üst tabaka yaşantısı­ yetiyle Mevlevi musikisi icra edip Mesnevi
nın estetize edilmesinde Mevleviliğin •olü bü­ okutmuşlardır. 66 Ancak Kalenderhane Zaviyesi
yüktür. imparatorluk sarayında kırsal değerle­ etkinliğini fazla sürdürememiş ve 1 49 1 'de Ga­
rin barınamayacağı ve dahası bu değerlerin yö­ lata'da, Mevleviliğin istanbul'daki ilk büyük ve
netimle bağdaşmayan bir idolojiyi besledikleri köklü dergahı kurulmuştur.67 11. Bayezid döne­
ne denli açık bir gerçekse, Mevleviliğin de bu mi vezirlerinden olan lskender Paşa'nın yaptır­
muhalif değe rlere sahip çıkan tarikatlar karşı­ dığı Galata Mevlevihane'sinin ilk postnişini
sında öncelikli bir konuma geçmesi kaçınılmaz­ Şeyh Semai Mehmed Dede'dir.68 Kuruluş dö­
dı. Bu yüzdendir ki Bizans ' tan kalmış kilise ve nemi boyu nca İstanbul 'daki Mevleviliğin en
manastırlara yerleştirilen tarikat dervişleri ara­ eski merkezi bu dergah olup, yetiştirdiği bilgin
s ı nda Mevleviler ilk sırayı almışlardır. istan­ ve sanatçılarla hem gü ndelik hayatın kültürel
bul'da kurulan ve gösterdiği etkinlik bakımın­ dokusunu zenginleştirmiş, hem de s iyasi aç ı ­
dan bir Mevlevihane sayılabilecek ilk kuruluş, dan rqjizf hareketlerin karşısında saray ı n des­
Vezneciler'deki Akataleptos Manastırı Kilise­ teklediği bir güvenlik öğes i sayılmışt ı r.
si'nden camiye çevrilen Kalenderhane Zaviye­ İstanbul'da kök salan bir diğer önemli tari­
s i ' dir.65 Vakfı.ye kayıtlarından öğrendiğimize kat da Bektaşilik'tir. Gündelik hayatın yaygı n
göre, bir şeyhin idaresi altında sema meclisi değerleriyle bağdaşmamış as ker ve sivil grupla-

ISTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESi GÜNDELİK HAYAT 29


Mevlevilik, Osmanlı hanedanıııdan daha köklü bir aıle geçmişine sahiptı: Horasan 'dan imparatorluk başkentine doğru çıktığı
uzun yolculuk sonunda, şehn·n manevi ikliminde Osmanlılaştı ve Selçuklu mirası Anadolu irfan geleneğini !stanbu/'a bağlayan
ilk önemli kültür halkası oldu.

rı bünyesinde barındıran bu tarikat, şehir yaşa- ortamda oluşan kimlik Hacı Bektaş muridliği ile
mına iki ayrı yoldan girmiştir: Birincisi, kendi- Padişah kulluğu arasında71 bölünmüş bir insan
!erini Tajfe-i Bektdşiyye olarak nitelendiren Ye- tipini yaratmıştır. Şehir hayatındaki siyasi den-
niçeri Ocağı;69 ikincisi de daha çok etkisini sivil gelerin altüst olduğu dönemlerde bu tip ön pla-
halk üzerinde gös teren tarikatın Babagdn ko- na çıkar. Dolayısıyla Yeniçeri, gündelik hayatın
!unun kurduğu tekkelerdir. Yeniçerilerin Bekta- en aktif üyesi ve bir alt-kültür üreticisidir. Bek-
şl tarikatıyla kurdukları organik ilişki, Ocak il- taşlliğin istanbul'da dayandığı kültür tabanı da,
kelerinin zamanla ahilik geleneğinden Bektaşi genel çizgileriyle bu aktif tipin yarattığı küçük
kültürüne doğru kayması sonucu başlamıştır. 70 esnaf tabaka tarafından desteklenen bir sem-
Kuşkusuz bu tür bir kültürel odak değişimi. boller s is temidir. Diğer yandan Bektaşiliğin si-
Bektaşiliğin askeri tabaka içinde güçlenip şehir vil halk üzerindeki etkisi ise büyük ölçüde Ba-
hayatına girmesini kolaylaştırmış ve bu yeni hm Sultan'ın temsil ettiği Babagdn kolu aracılı-

30 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


ğıyla gerçekleşmiştir. Tarikat s ilsilesinde Pir-i bu temel özelliğini koruyarak, Yeniçeriliğin kal­
Sani olarak kabul edilen Balım Sultan 'ın kimli­ dınldığı 1 8 2 6 'ya kadar istanbul'daki73 hetero­
ği, yeterince aydınlatılamamış bir konudur. 12 doks zümreye, bir çeşit güvenlik şemsiyesi işle­
Fakat tarikatı disiplinli bir derviş örgütü haline vi üstlendiği açıktır.
getiren ve böylece, kırsal kes im Aleviliği' nin Tarikat faaliyetleri içinde göze çarpan bir
dağınık konumundan bütünüyle farklı bir şehir diğer grup da Halvetiler'dir. İmparatorluk coğ­
Bektaşiliği yaratan bu ilginç kişinin, lstan­ rafyas ında hızla yaygınlaşan ve lstanbul'da da
bul'da il. Bayezid'le ilişki kurduğu bilinmekte­ çeşitli kollan aracılığıyla gündelik hayata katı­
dir. Balım Sultan'ın koyduğu ilkeler çerçevesin­ lan Halvetilik, il. Bayezid tarafından desteklen­
de bir çeşit ruhban s ınıfı karakteri gösteren şe­ miştir. Çelebi Halife olarak tanınan Cemaleddin
hir Bektaşlliği'nin gündelik hayat içinde saray Halveti, Pir Mehmed Bahaeddin 'den hilafet
tarafından denetlenebilir bir konuma yerleştiril­ alarak tarikatı istanbul'da yaygınlaştırmıştır.74
mesi, tran'ın Şii propagandasına karşı Osmanlı Çelebi Halife ' nin il. Bayezid'i Amasya'da vali
yönetimince alınmış s iyasi boyutlu bir önlem iken tanıdığı ve tahta geçtikten sonra aldığı da­
olarak değerlendirilebilir. Şehir Bektaşlliği'nin, vet üzerine istanbul'a gelip Gül Camii yakının-

lstanbul imparatorlu!Jun merkezi, Mevlevilik ise bu Yeniçerilik ile Bekta şilik, gündelik lı ayara adalet
merkezde kök salan bir imparatorluk tarikatı idi. duygusu ve kamu vicdan1111 ortaklaşa yerlcşrircn
Gündelik h ayatın karma şas1111, estetize edilmiş bir toplumsal kurumlardı. Dervişin eli11deki teber. adalet
yaşam üslubuna dönüştürenler, bu impara torluk duygusunun Yeniçerileşrirdıgi Bektaşiyı; keşkül ise
tan'kat111111 mensup/an arasmdan çıktılar. kamu vıcdan111111 Bektaşileştırdi!Ji Ye11içeriyi sembolize
ediyordu.

ISTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESi GÜNDELiK HAYAT 31


lstanbu/'un gündelik hayatı, 16. yüzyılda Yeniçeri Hakikati arayan dervişlen·n çileliyo/u, mistik hazzın
kimliğine bürünerek güçlene11yeni bir toplumsa/figü­ doruk.lan ile gündelik s(yasetin uçurum/an arasından
rünyükselişine tanık olmuştu. Bu.figür, artık Bizans geçerek lstanbu/'u kuşat{Yordu. Cem Su/tan 'a karşıyü­
surlannı yıkan askeri bir kuvvet değil,Jakat gündelik rüttük/eri iktidar mücadelesıiıde il. Bayezid'i destekle­
hayamı hassas dengelerini altüst edebilecek dıiıamik yen Halvetfler, buyolun sonunda genç padişaha ver­
bir kişiliğin de habercis(ydı: dikleri desteğin mük<ifatını, onun himayes(yle şehrıiı
gündelik hayatma katılarak aldılar.

daki Mustafa Ağa'nın konağında ikamet ettiği kazanmasında kuşkusuz 11. Bayezid ve ı. Selim
tarihi kayıtlardan anlaşılmaktadır. Tarikatın dönemlerinde yaşanan Safevi gerginliğinin pa­
merkezi, Koca Mustafa Paşa Dergahı'dır.75 Es­ yı vardır. Diğer bir neden ise Halvetiliğin kendi
ki bir Bizans yapısı olan Hagios Andreas Ma­ etki gücünü pek çok yan tarikatlara bölerek,
nastırı'nın yerine kurulan bu önemli Halveti katılımı en üst düzeyde tutabilme başarısıdır.
kompleksi, medrese, imaret, hamam, hankah Örneğin Halvetiliğin Çelebi Halife tarafından
ve k ı rk adet derviş hücre s i n i kapsıyordu . temsil edilen Cemaliyye kolu, bu alanda üstün
1 489- ı 4 9 1 yılları arasında tamamlanan tari­ çaba göstermiş ve bu koldan ayrılan tarikatlar,
kat merkezi, 76 bu tarihten itibaren halk ile sa­ genelde istanbul'a özgü bir örgütlenme gerçek­
ray arasındaki önemli bağlantı noktalarından leştirmişlerdir. Çelebi Halife'ye damat olarak,
birisi durumuna gelmiştir. Öyle ki, ı 7. yüzyıla akrabalık çemberine dahil olan Sinaneddin Yu­
kadar, devlet bürokrasisi içindeki kilit noktalar­ suf Efendi 'nin kurduğu Sünbüliyye tarikatı da
da, Halveti şeyhleri ya doğrudan ya da akraba­ bu dönemde gelişen ve bütünüyle istanbul ' a
lık ve müridlik ilişkileriyle dolaylı biçimde söz özgü b i r tarikattır.78 Sünbül Sinan olarak tanı­
sahibi olnıuşlardır. 77 Tarikatın bu ölçüde nüfuz nan Sinaneddin Yusuf'un Fatih ve Ayasofya

32 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


Halveti/iğin önemli kollanndan binsi olan Gülşeniler, Kalenderi dervişleri, bdtıni kültürün diğer rarikatlar
Kanuni döneminde sürekli izlenmiş/erdi. Tarik atın içinde yaygınlaşmasında önemli rol oynamıştı. Gez­
kurucusu lbrahim Gülşeni'miı Saray'a davet edilme­ ginci dervişlik geleneğini sürdüren bu zümre, şehıdeş­
sinin ard111da, bu kuşkucu politikanın derin izleri me ve ilm{ye sın!finın baskısı alt111da reşki/ıit/an dağı­
vardı. larak tasavvefi bıi· neş'e şeklıiıde Bektaşilik ve Mevle­
vilığin bünyesıiıe kacıldılar.

camilerinde vaizlikle görevlendirilmesi, hem kı irşad etmekle görevlendirilmiştir. 79 Kısa sü­


ulema, hem de Saray katındaki nüfuzunu ka­ rede çevresini genişleten Molla ilahi'nin yanın­
nıtlamaktadır. da dönemin ileri gelen tarikat önderlerinden
Halvetiler'in şehir hayatında oynadıkları Şeyh Musliheddin Vefa ve Mevlana Cela!eddin­
siyasi-kültürel denge rolünü, çok daha net çiz­ i Rumi soyundan Abid Çelebi'yi de görmekte­
gilerle ve yaygın biçimde Nakşbendiyye tarika­ yiz. Mevleviliğin Nakşbendilik ile kurduğu iliş­
tı oynamıştır. Sünni akideye dayalı bu Horasan kide, özellikle Abid Çelebi'nin rol aldığı tahmin
kökenli tarikat, Şah İsmail ve Safevi propagan­ edilebilir. Bu yakınlaşma daha sonraki yüzyıl­
dasına karşı il. Mehmed tarafından desteklen­ larda da sürmüş ve Mesnevi okutan Nakşi
miş, il. Bayezid zamanında da Buhara'daki şeyhlerinin idaresi altında Ddrü '/-Mesnevf tipi
Nakşi dergahı ve şeyhlerine önemli ölçüde ma­ kuruluşların açılmasına neden olmuştur. Molla
li destek yapılmıştır. Nakşbendi tarikatının is­ ilalı1'nin halifesi Emir Buhari'ye gelince: ıı. Ba­
tanbul'daki merkezi Zeyrek Medreses i'dir. Tari­ yezid'den yakın ilgi görmüş ve Fatilı'te kendi
katı istanbul'da yayan Molla ilahi bu medrese­ adını da taşıyan dergahı. mescid ve deıviş hüc­
de öğrenim görmüş ve daha sonra burada, hal- relerinin ilavesiyle genişletilmiştir.sa Bu tekke-

İSTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESİ GÜNDELİK HAYAT 33


yi Ayvansaray ve Edirnekapı tekkeleri izler. s ı Mehmed, Akşemseddin aracılığıyla Bayramiy­
lstanbul'da hızla yayılan bu tarikat, bir çeşit ye, ll. Bayezid Halvetiliğin bir kolu olan Gülşe­
devlet kuruluşu gibi çalışmış, Halvetiliğe oranla niyye ve Yavuz Sultan Selim'in Sünbül Si­
daha az parçalanmış ve her dönemde iktidarın nan'ın etkisiyle Halvetiyye tarikatlarına bağ­
yanında yer almıştır. landıkları ileri sürülmüştür. 82 Siyasi açıdan bu
Söz konusu ettiğimiz tarikatlann gündelik tür tasarrufların, heterodoks akımları bastımıa­
hayat içinde halkı organize eden bir araç olarak da, özellikle Hurufilik ve Kalenderilik gibi tari­
işlev gördüğü açıktır. Özellikle kuruluş döne­ katları sindirmede iktidara güç kazandırdığı
minde, padişahların bu aracı en verimli şekilde açıktır. Fakat buna karşın söz konusu akımlar
kullanmaları dikkat çekicidir. 1 4 53- 1 520 yula­ devletin kontrolü altındaki Mevlevilik ve Bek­
rı arasında tahtta bulunan üç padişahtan 11. taşilik gibi tarikatlara sızmışlar ve inanç sis­
temlerini, bu büyük toplumsal örgütler içinde
dini sembolizm aracılığıyla ifade etme başarısı­
nı göstermişlerdir.
istanbul'un fethi, aynı zamanda saltanatın
da fethi olmuştur.83 il Mehmed Kanunname­
si'nde açık ifadesini bulan bu salatanat düşün­
cesi, yönetimin merkezileşmesini öngörmekte­
dir. Halil Paşa'nın idamıyla, yönetimdeki Türk
unsurların yeri devşirmeler tarafından doldu­
rulmuş ve böylece merkezileşen iktidar gücü­
nün çevresinde bir çeşit devşirme aristokrasisi
doğmuştur.84 Gündelik hayatın dizginlerini ele
alan bu grup, bürokratik denetimin tek söz sa­
hibi olarak, Saray ile halk arasında imtiyazlı bir
zümre niteliği kazanmıştır. Böylece, Saray'ın
gündelik hayattan kopuş süreci başlamış; yö­
netim ise kendi içine kapanarak oluşturduğu
kültürel yapılanmanın desteğini, devşirme sı­
nıflarda aramıştır. Diğer yandan Saray hayatı.
bu içe dönük yapılanmanın sonucu, şehir pa­
zarında en önemli tüketici merkez durumuna
gelmiştir. 85
Halkın gündelik hayat içindeki yaşantısına
gelince: Bu konuyu kuruluş dönemi için yete­
!sranbııl'a külrüre/ kimliğini kazandıran ahşap ev mimarisi. halk
arasmda "k{Yamer-i sugra" olarak bilıiıen 1509 depreminden sonra rince aydınlatabilecek belgeler ne yazık ki eli­
yaygmlık kazandı. ŞehırJolk/orunun başlıca kaynaklanndan birisi mizde yoktur. Ancak bu dönemin nüfus ve is­
sayılan bu yapı türü, kendi kozası içinde dünyamnJanfliği düşün­
kan politikaları gözönüne alındığında, çeşitli
cesıiıi barmdırryordu.

34 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


bölgelerden getirilip !stanbul'a yerleştirilmiş et­ mez. Büyümenin göstergesi, lstanbul'un bölge­
nik unsurlann birbirleriyle tam kaynaşamadık­ sel konjonktür içindeki önemini Akdeniz ve
ları, her göçmen grubun kendi yerel adetlerini Balkan şehirlerine kabul ettirme gücünde so­
sürdürmeye çalıştığı ileri sürülebilir. Henüz Os­ mutlaşmaktadır. Bu gücün ortaya çıkışında
manlı mozayiğine özgü kültür yapılanması İs­ kuşkusuz askeri üstünlüğün payı vardır; fakat
tanbul 'da gündelik hayatı kuşatmış değildir. yalnızca bu üstünlüğe dayalı bir açıklama biçi­
Halkın ne tür konutlarda yaşadığını kesin çiz­ mi, istanbul'un çok yönlü potansiyelini değer­
gilerle belirlemek de olanaksızdır. Kıyamet-i lendirmede bizi yanılgıya götürür. 1 6 . yüzyıl
Sugra (Küçük Kıyamet) denilen 1 509 depre­ dünyasında söz sahibi Akdeniz liman şehirleri­
mi86 yalnızca kamu binalarını değil, sivil ko­ nin istanbul'la olan ticari bağlantıları, giderek
nutları da harap etmiş, ı 6. yüzyılın ilk yarısın­ büyüyen bir tüketici pazar yaratmış ve bu pa­
da istanbul'a gelen Batılı gezginler, halkın ço­ zara akan zenginlik, !stanbul'un kalabalık nü­
ğunlukla derme çatma evlerde yaşadıklarını fusu tarafından adeta emilmiştir. Bu durumda
görmüşlerdir. Konut yapımında ahşabın tercih büyümenin coğrafi çapı, ticaretin iktisadi çapı­
edilmesi, bu büyük depremden sonradır. na eşittir. Göz önünde tutulması gereken bir di­
ı 453- ı 520 yılları arasındaki kuruluş dö­ ğer önemli nokta da, İstanbul 'un kendi çevre­
nemi, istanbul'un daha sonraki yüzyıllarda sinde bir dizi uydu şehir oluşturmasıdır. Şehir
zenginleşen gündelik hayatına yön veren te­ merkezinden çıkıp Balkanlar ve Anadolu'ya
mel kurumların şekillendiği bir toplumsal sü­ uzanan ticaret yollarının bu ikincil merkezleri
reçtir. Şehrin bu kısa, fakat karakteristik dö­ istanbul'a bağımlı kıldığı ve istanbul'un da bu
nemden sonra, 20. yüzyıla uzanan zengin tari­ hayat damarlarını sürekli canlı tutabilecek bir
hi içinde geçirdiği klasik ve modern aşamalar. talep potansiyeline sahip bulunduğu kesindir.
söz konusu temel kuıumları zenginıleştirme ya Şehrin 1 6 . yüzyıldan itibaren artan zenginli­
da bıraktıkları boşlukları farklı kültür değerle­ ğinde bu potansiyelin rolü yadsınamaz. Fakat
riyle doldurma yönünden atılmış adımlara ta­ asıl dikkat edilmesi gereken nokta, bu potansi­
nı ki ık ederler. yelin kendi içinde gösterdiği çeşitliliktir. Talep
konusunda ortaya çıkan bu çeşitlilik faktörünü,
istanbul'daki yaşam üsluplarının giderek bir­
B) Klasik Dönem ( 1 520- 1 703) birlerinden bağımsızlaşmasıyla açıklayabiliriz.
Çünkü gelenekten ayrılan her farklı yaşam biçi­
istanbul'un klasik dönemi, ı 6 ve ı 7. yüz­ mi, iktisadi pazara yeni gereksinimlerin ticaıi
yılları kapsar. Bu dönemi tanımlarken, araştır­ meta olarak yığılması demektir. Bu da en azın­
macıların en çok kullandıkları kavramlar, "bü­ dan gündelik hayatın, tüketim ağırlıklı sosyo­
yüme" ve "zenginleşme" olgularına ilişkindir. kültürel zenginliğinin somut bir göstergesidir.
Şehrin büyümesi ve zenginleşmesi, başka bir Nüfus artışı 1 6 . yüzyıl istanbulu'nun baş­
deyişle "dünya kenti" niteliği kazanması. yal­ ta gelen sorunlarından birisidir. Şehrin cazibesi,
nızca kuruluş dönemindeki coğrafi sınırlarının iktisadi olanakları ve henüz iskana açılmamış
ve iktisadi pazarının genişlemesi anlamına gel- boş alanlarının bulunması. ilk planda nüfus ar-

ISTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESİ GÜNDELİK HAYAT 35


na doğru da 700.000'e ulaşmıştı r . 88 Hemen
belirtmek gerekir ki, bu rakam abartılıdır. Şehir,
bütün tarihi boyunca bu toplama ancak 1 9 .
yüzyılda ulaşabilmiş ve gene 20. yüzyılın ilk
çeyreğinde 1 .000.000 sınırını aşmıştır. Söz ko­
nusu 700 . 00 0 'lik insan kalabalığının iaşesi,
barınması ve hatta gündelik hayat içinde belli
bir yaşam standardını tutturabilmesi, çağın tek­
nolojisi ve iktisadi pazar potansiyeli açısından
neredeyse olanaksızdır. Bu nüfus, aynı döne­
min Paris'inden iki, Venedik'inden dört kat da­
ha fazladır. 89 Buna karşın ı 520- 1 535 yıllarını
kapsayan 400.000 kişilik tahmin, vakıf esası­
na dayalı tahrirlerden çıkartılmış bir sonuç­
tur.90 Hane hesabına göre yapılan bu sayıma
göre nüfusun % 5 8 . 3 ' lü k Müslüman kesimi
4 6 . 635 hanede; %4 7. 7'lik Hıristiyan ve Yahu­
di nüfus ise 33.362 hanede ikamet etmekteydi.
1 5 50 yılına ait bir tahmin de Sinan Paşa'nın
özel hekimi Cristobal de Villalon tarafından ya­
pılmıştır. Sinan Paşa'nın evrakı arasında gör­
düğü bir tahrir defterine dayanarak verdiği ha­
ne sayısı 60. 000 Müslüman, 4 0 .000 Hıristi­
yan, 4 .000 Yahudi ve bunlara ek olarak sur dı­
şıııda 1 0.000 sayfiye evidir. l 1 4 .000 hanelik
bu toplam da yaklaşık 550.000 kişilik bir nü­
Topkapı Sarayı birinci avlusunda, ikcidar ile halk arasmdaki ılişk{yi fus yoğunluğu ortaya koymaktadır.9 1 Bu topla­
sağlayan görevliler. 16. yüzyılda nijfiısla oramılı anan cop/umsa/
mı oluşturan nüfusun dini cemaatlere göre ora­
ıhe{yaçlan karşılamak için, Saray bürokrasisine kalabalık bir hizmer
kadrosu eklenmişci. nı ise %57. 7 Müslüman, %42.3 Hıristiyan şek­
l i n de d i r . 92 1 7 . yüzyıl için y a p ı l a n 2 5 0 -
tışını özendirici etkenlerdir. Bu artışta, henüz 300.000'lik bir diğer tahmin ise, daha çok Ev­
hızı kesilmeyen göçmen hareketinin payı var­ liya Çelebi'nin verdiği abartılmış bilgilere karşı
dır. Ancak istanbul'un yerli nüfusunun, bu dö­ öne sürülmüştür. 93
nemde üçe hatta dörde katlanarak artması, ileri Şehrin fiziksel büyümesi, yeni kurulan
sürülen tahmini rakamların kesinlikten yoksun mahalleler aracılığıyla gerçekleşir. Kuruluş dö­
gerçekliklerine dayanmaktadır. ı 4 77'de 1 85- nemindeki mevcut 1 82 mahalle ,94 Kanuni dö­
1 95 .000 olarak tahmin87 edilen nüfus, 1 520- neminde yapılan bir sayıma göre 2 ı 9'a yüksel­
1 535 arasıııda 400.000 ve 1 6 . yüzyıl sonları- nıiştir.95 1 5 4 6 tarihli bu sayım sonucu bize,

36 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


Mahallenin güvenlik dünyası, cemaatyapılanmasınm meydana getirdiği ortak değerler sisteminden başka bırşey değildi.
!stanbul mahallesinin smırları, topogrqfik gerçeklikten çok, kültürel bütünlüğün sağlandığı noktadan başlayıp dağıldığı
noktaya kadar devam eden köklü bir toplumsal aidiYet duygusı{Yla çizilmişti.

yeni yerleşimlerin artış hızındaki deııgeyi gös- istanbul'un mahalle hücrelerinden oluşan bir
termektedir. Yaklaşık bir yüzyıl sonra l 635'te çeşit topografık organizma karakteri gösterdiği,
ise istanbul'daki mahalle sayısı 292 olup, 1 2 bu tür parçalanma ve eklemlenmelerle gündelik
cemaat tarafından paylaşılmaktadır. 96 istan- hayatını sürdürdüğü açıktır. Nitekim, şehrin ta-
bul'a yapılan göçleri kısıtlamak amacıyla alı- rihinde dinamik bir işleve sahip bulunan kimi
nan önlemler, 1 7. yüzyılın ilk yansında başarı- yerleşimlerin, özellikle Haliç ve bedesten çevre-
lı sonuçlar vermiştir. Bunu net bir şekilde ma- sindeki mahallelerin, ikincil yerleşimleri bünye-
halle sayısının artmayıp, kısmen düşmesinde !erine katarak genişledikleri göıiilmektedir.
görmekteyiz. 1 6 72 'de mevcut 253 Müslüman Klasik dönem mahallesi, istanbul'un mül-
ve gayrimüslim mahallesi vardır. Yerleşim bi- ki, beledi ve adli teşkilatının ilk basamağıdır.97
rimlerindeki bu gerileyiş, nüfus yoğunluğunun Nahiye ve kazaları oluşturan bu küçük ölçekli
azalmasına değil, idar'i düzenlemeye bağlanabi- yerleşim birimi, organik bir bütünlüğe ve idar'i
lir. Organik bütünlüğünü sağlayamamış, güçlü açıdan imama bağlı, merkeziyetçi bir yapılan-
bir vakıf desteğinden yoksun kimi küçük yerle- ma modeline göre şekillenmiştir. Orga n i k bü-
şimler, zamanla cemaatlerini kaybederek daha tünlüğün toplumsal çerçevesini dışarıdan din,
büyük mahallelerin sınırları içine alınmışlardır. içeriden ise yerel kültürler çizer. Müslüman ya

İSTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESİ GÜNDELİK HAYAT 37


Mahalle, cemaatleniı en küçük ölçekliyaşam alan{Ydı. Bu içe dönük gündelik hayat kozasını ören toplumsal değer!eı; nimec ve
kü!feti eşic ağırlıkta tarcarak, her cemaatin büı!Yesindeki zenginlik ileJakirliğin birbirini rahacsız eden duygular şeklinde
yaşanmas1111 önlemıŞtı:

38 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


da gayrimüslim mahallelerinin din şemsiyesi
altında kuruluşlarını tamamlamaları, ancak
bünyelerindeki halkın yerel kültürler açısından
da bir bütünlük göstermeleriyle mümkündür.
Nitekim istanbul'un 1 6 . yüzyıldaki tanınmış
mahallelerinden Üsküblü Mahallesi, İslam dini
çerçevesine oturtulmuş göçmen kültürünü tem­
sil eden tipik bir yapısal bütünlük örneğidir.
Şehrin diğer mahallelerinde de aynı temel özel­
likleri görmemiz mümkündür. Klasik dönem
mahallesinin bu yapısal bütünlüğünün bozul­
maması için alınan tedbirler, yaptırım gücü
yüksek uygulamalarla desteklenmiştir. Örneğin
mahalle sakinlerini birbirine kefil yaparak oluş­
turulan güvenlik sistemi, cemaat yapısına uy­
gun solidarist örgütlenmelerin güçlenmesine
yol açmış ve böylece her mahalle sakini, yaşa­
dığı bölgenin kontrolünde önemli bir işlev üst­
lenmiştir. 98 Bu konuda diğer önemli bir gelişme
1 5 78'de mahalle kapılarının yapılmasıdır. Ak­
şam belli bir saatten sonra kapanan bu kapılar,
mahalleye gündelik hayatın içe dönük mekan­
ları özelliği kazandımıışlardır. 1 6. yüzyılda ma­
hallenin güvenliğini sağlayan ve halk arasında
Pazvant da denilen Pasban 'lar, yani ücretli
bekçiler dikkat çekicidir.99 Kolluk görevini yeri­
ne getiren Pasbanlar, idari yönden mahalle
imamlarına bağlıdırlar. imanı ise mülkl, beledi
ve adli yetkilerle donatılmış olup mahallenin en
yüksek idari görevlisidir. Yetki alanları dini ko­
nularla sınırlanmamış, gündelik hayatın temel
konularında tek sorumlu kişi sayılmışlardır. ör­
neğin mahalle sakinlerinin sicillerini tutmak,
ölüm, evlenme ve boşanma olaylarında tek
resmi makanı olarak kendi yetkisini kullan­
mak, ayrıca ahlak zabıtası gibi hareket ederek
mahallenin huzurunu bozanlara karşı gerekirse
ev basmak türünden işlevleri de ü s t l e n m i ş -

ISTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESİ GÜNDELİK HAYAT 39


Haliç 'ıiı başlangıcı Emıiıdnü 'ndeki ticaıi iskeleler, biaini ise Kağıthane mesiresi idı: Şehrin iktisadi üreıim ı!e kültürel tüketim
mekanlarını birleştiren bu doğal liman, canlılığım koruyabildiği sürece çarşılardan sahi/saraylara uzanan estetik bir yaşam
üslubu oluşwrdu.

tir. ı oo imamın Müslüman mahallelerindeki bu di vermekte, bundan başka fakir, dul ve yetim­
çok yönlü görev alanına, Hıristiyan mahallele­ lerin bakımı için yapılan harcamaların kayna­
rinde papazlar, Yahudi mahallelerinde de ha­ ğını oluşturmaktadırlar.
hamlar sahiptirler. Klasik dönem mahallesinde 1 6 . ve 1 7. yüzyıllarda istanbul'un yerle­
kurulan bu tür güvenlik sistemi, yalnızca adli şim bölgelerinin çoğunlukla ticaret ve liman
önlemlere dayanmamakta, iktisadi açıdan da kesiminin etrafında şekillendiği, Galata'dan Pe­
yaşam standardını belli bir düzeyde tutmayı ra'ya doğnı bir diğer iskan alanının gelişmekte
amaçlayan düzenlemeleri kapsamaktadır. Ce­ olduğu ve Boğaziçi köylerinin giderek şehir do­
maat içi dayanışmayı iktisadi güvence altına kusuna katılmaya başladıkları görülmektedir.
alan bu tür düzenlemelerin en tipik örneği, bir istanbul'un doğal limanı Haliç'tir. ı o ı Ticari açı­
çeşit sosyal yardımlaşma sandığı sayılabilecek dan Akdeniz ve Balkanlar' ı n kalbi sayılan bu
A vanz Sandıklan 'nın mahallelerde kunılması­ önemli iktisadi merkez, 1 5 . yüzyılda güney kı­
dır. Hali vakti yerinde kimselerce finanse edilen yıları boyunca yoğun bir nüfus potansiyeline
bu sandıklar, ihtiyaç oranında düşük faizli kre- sahipken, ı 6 . yüzyılda aynı demografik hare-

40 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


ketlilik kuzey kıyısına da yansır. Haliç'in gün­
delik hayattaki önemini artıran başlıca iki et­
kenden söz edilebilir. Birincisi ticari iskelelerin,
depoların ve ulaştırma sektörünün bu bölgede
odaklanmaları, ikincisi de askeri amaçlı tesisle­
rin bu doğal korunakta faaliyet göstermeleridir.
Ticari amaçlı iskelelerin güney kıyısında oluş­
turdukları ve Bahçekapı'dan Balat'a kadar uza­
nan antrepo zinciri bu bölgeyi canlandırırken,
.
kuzey kıyısında da başta Galata olmak üzere
Tophane ve Salıpazarı'na uzanan bir diğer tica­
ri kuşak meydana gelmiştir. Galata'nın hemen
dibindeki Kasımpaşa ise, burada kurulan tersa­
nenin canlandırdığı bir yerleşim bölgesidir. ı 02
il. Mehmed'in Aynalıkavak'ta yaptırdığı basit
tersane ihtiyacı karşılamadığından, büyük bir
tersane inşasına Yavuz Sultan Selim dönemin­
de başlanmış, 1 03 Kanuni döneminde tamam­
lanmıştır. Tersanenin bünyesinde Baruthane
kulesi, yetmiş kaptan mahzeni, kürekhane, ye­
di tane kurşunlu mahzen, Divanhane-i Cedid,
Bambul Zindanı, Cirit Meydanı Kasrı, Şah Kulu /scanbul'un çok kültürlü yapısı, şehir mimarisine olağanüstü
ve Meyit Kapısı bulunmaktaydı. I � Osmanlı sembolik bir ifade kazandınnıştı. Bu karmaşık semboller ağı içinde
Galata Kulesi, tarihi boyunca Orraçağ hatıralarım yaşayan bir
donanmasının teknik ihtiyaçlarını karşılamak Cenevizli olarak kaldı.
için yapılan tersane, zamanla inşa edilen ek bi­
nalarla büyümüş, özellikle bu ek yapılardan ca­ cari kapasitesinin bulunduğunu, bölgedeki
miler, bölgenin gündelik hayatında toplumsal debbağhanelerde sarı sahtiyan ve kırmızı köse­
bir çevrenin oluşmasını sağlamışlardır. ı os Ka­ le imal edildiğini yazmaktadır. 106 Tersane Zin­
sımpaşa'nın İstanbul tarihi içindeki önemi, Ga­ danı ise lstanbul'un siyasi hayatında önemli rol
lata'nın levanten çerçevede ortaya koyduğu alt oynamış bir yerdir. Görgü tanıklarına göre ı 7.
kültürün bir benzerini, tamamen Türkler'e öz­ yüzyılda burada adi suçluların yanısıra, Rus
gü bir şekilde yaratmasıdır. Bu bölge daha son­ esirleri de bulunmaktadır. 107
raki yüzyıllarda İstanbul kabadayılığının önde Kasımpaşa'nın hemen yanındaki Galata,
gelen merkezlerinden birisi olacak ve Türk in­ eski bir Ceneviz kolonisi olmanın ticari avantaj­
sanının, belki de en dışa dönük kişiliğine sahip larını klasik dönem boyunca korumuş, bu alan­
tulumbacı-bahriyeli tipi, Kasımpaşa'nın kültür daki üstünlüğünü siyasi planda perçinleyerek
ortamından beslenecektir. Evliya Çelebi, ı 7 . Pera'nın doğuşunu hazırlamıştır. il. Mehmed'in
yüzyılda Kasımpaşa'nın 3 6 0 dükkanlık bir ti- Cenevizliler'e tanıdığı iktisadi ve toplumsal

İSTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESi GÜNDELİK HAYAT 41


haklarla, ı os fetihten sonra da imtiyazlı bölge rını duyuramamışlardır. Bölgenin en kalabalık
statüsünü sürdüren Galata, tayin edilen bir cemaati Rumlar' dır. 14 77 sayımına göre bölge­
voyvoda idaresinde Bildd-ı Seldse kadılığının de 592 Rum hanesi vardır ve bunun diğer ce­
bir parçası oharak katolik kiliseleri idaresindeki maatlere oranı %39 'dur. ı ı o Rumlar deniz tica­
Magnj/ica Comwıita di Pera adıyla 1 682 'ye retiyle zenginleşerek tarihte Galata Bankerleri
kadar teşkilatını korumuştur. ı 09 Nüfus yapısı olarak bilinen finans kuruluşlarını tekellerine
Hıristiyan cemaatler lehine bir yoğunluk taşı­ almış bir zümredir. Genellikle Galata Kulesi ile
yan Galata'da Müslümanlar · ı n yaşadıkları surlar arasındaki kısımda faaliyet gösteren
Ağacamii, Asmalımescid ve Hacı Mimi gibi ma­ Rumlar'ın ticaret ofisleri, bölgenin maddi zen­
halleler bölgenin kozmopolit yapısını etkileye­ ginliğini artıran iktisadi potansiyeli sürekli de­
bilecek güçte değildirler. Başlangıçta Müslüman netim altında tutmuş, bunun sonucunda zen­
nüfusu artırmak amacıyla buraya yerleştirilen ginleşen Rum aristokrasisi, ofislerini iş bölgesi
Endülüs Araptan da gündelik hayatta ağırlıkla- niteliğindeki Galata'da bırakarak sivil hayatın

Azınlık cemaatleri içinde en kalabalık grubu, Rumlar meydana getiriyordu. Divan-ı Humayün 'da rercümanlık, Galata'da
bankerlik yapan Bizans kökenli aristokrat Fenerlı!er cemaatin üst tabakasını, Anadolu ve Ege adalanndan getirı!en Rumlar da
esnefdeğerleniıe bağlı orta tabakayı temsı! ediyorlardı.

42 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


görkemli sembolleri sayılan konaklarını, Pe­
ra'ya taşımışlardır. 1 7 . yüzyılda Rum finans
çevrelerinin ticari çıkarları, Avrupalı diplomat­
ların siyasi planlarıyla Pera'da bütünleşmiş ve
bu bölge inişli çıkışlı tarihi boyunca lstanbul'un
karşısıııda Avrupalı güçlerin kalesi olarak kal­
mıştır. Galata· nın Hıristiyan nüfusu içinde
Rumlar'dan sonra gelen en kalabalık kesim La­
tin kolonisidir. 1 4 77 sayımıııda, 332 hane ola­
rak gösterilen bu cemaat, Galata'nııı genel nü­
fusunda %22'lik bir paya sahiptir. Avrupa elçi­
liklerinin ı 7. yüzyılda Galata ve Pera'yı işgal Venedik Sarayı, Akdeniz dünyasın111 Galata-Pera bölgesindeki
etmeleriyle, bu cemaatin de sayıca önemli bir egemen sembolüydü. lstanbul'da daimi elçi bulu11durma hakkım
1454'te elde ede11 Ve11edikliler, Balyos de11ilen cemaat temsilcileri
toplama ulaştığı tahmin edilebilir. Katolik kili­ aracılığıyla şehir pazarım, 1797'ye kadar Akde11iz ticaretini11 en
sesinin idaresi altındaki Latinler, mahalle tipi itibarlı müşterısiyaptılar.

örgütlenmeyi andıran cemaat teşkilatlarını kili­


se, manastır ve hastane gibi kurumların etra­
fıııda şekillendiren bu kozmopolit grup, istan­
bul'un gündelik hayatıııa da bu kurumlar aracı­
lığıyla kültürel açıdan damgasıııı vurmuş ve bir
bakıma istanbul'un Avrupa'ya açılan kapısı sa­
yılmıştır. özellikle bu kapıyı aralayan Pera le­
vantenleri Latin cemaatin içindeıf çıkmış ve is­
tanbul'un yerli Rumları'yla kaynaşmış bir züm­
renin üyeleridirler. Ermeni nüfus ise 62 hanedir
ve %4 'lük bir oranla temsil edilirler. Ticaretle
uğraşan Ermeniler de cemaatlerini kilise teşki­
latı etrafıııda kurmuşlardır. Bizans döneminde Galata-Pera 'daki Fra11sız Sarayı. Osma11lı saray teşrjfarında kıdemli
1 436'da inşa edilen Surp Lusavoriç Kilisesi ı ı ı diplomat kabul edile11 Fra11sız elçileri maiyetlerindeki sanatçı ve
araştırmacılarla Pera lıayar111a Avrupa külrürünü raşıdılaı: nansız
Anadolu kökenli Ermenilerin merkezi olup aynı Sarayı ise A vrııpa 'nın Doğu'ya, lsranbul 'un da Ban 'ya açılan
zamanda bir eğitim kurumu stütüsünde görev kapısıydı.

yapmıştır. Galata'nın Müslüman nüfusuna ge-


lince: 535 haneden ibaret bu cemaat, bölgenin kuşatılmış, fakat bu bölge varlığını uzun süre
toplam nüfusu içinde %35 oranında bir yoğun- ko ruyamam ıştır. Kürkçü Kapısı yakıııındaki
luğa sahiptir. Bu nüfus Türk, Arap ve bir kısım Abdi Fakih ve Eski Lonca, iskele Kapısı'ndaki
iranlı' dan oluşan karmaşık bir cemaat görünü- Hacı Hamza ve Karaköy'deki Cami mahalleleri
mündedir. Galata'nııı merkezi sayabileceğimiz belli başlı Müslüman yerleşimleri arasında sayı-
Kuledibi ' nin çevresi, Müslüman yerleşimi ile labilirler. ı ı 2 Söz konusu mahallelerdeki halkın

İSTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESi GÜNDELiK HAYAT 43


Mesireler 16. yüzyıldan itibaren gündelik hayatın başlıca kamu alanlarından birisi olmuşcu. ilk modem/eşme prqjeleri, halkın
gözüne uzaklığı nedeniYle önce bu mekanlarda uygulandı. Söz konusu bu kamu alanlarına Saray tarqfindan yüklenen resmi
kıinlik, 1730 ayaklanmasıyla sivılleşme sürecine girdi ve esneftefemiçlerı· halka açık mesire geleneğıiıi başlattı.

büyük bir bölümü, Kasımpaşa Tersanesi, Top­ 1 5 3 5 ' te inşa e d i l e n ve İstanbul tar i h i n d e
hane gibi askeri tesislerde görevli yöneticiler (ki "Fransız Sarayı" adıyla bilinen yapı, ı. Ahmed
bunlar Galata ' nın Müslüman üst tabakasını döneminde yeniden ele alınmış ve ek binalarla
temsil ederler) , yabancı elçilik kavasları, Mek­ genişletilmiştir. 1 7. yüzyılda Marquis de Noin­
teb-i Sultani hocaları, dervişler ve hamam işle­ tel 'in çabasıyla kültürel etkinliklere de sahne
ten orta tabaka tarafından meydana getirilmiş­ olan elçilik, modern tiyatro sanatının da istan­
tir. Klasik dönem Galatası'nın sakinleri arasın­ bul'da sergilendiği mekanların başında gelir.
da Yahudiler de tek bir mahallede toplanmışlar­ Moliere'nin Dffrit Amoureusxc ve Cocu !magi­
dır. t t3 Galata Yahudileri, köken itibariyle Karay naire adlı oyunları elçiliğin tiyatro salonunda 8
Musevisi olarak kabul edilirler ı t4 ve İspanyol Ocak 1 6 73 'te başarıyla temsil edilmiştir. ı ı s İn­
Yahudileri 'nin göçüyle bölgedeki etkinliklerini giliz elçiliği de 1 596'da Pera sırtlarına taşınır.
zamanla kaybederler. Elçi Edward Barton'un Kasımpaşa'ya nazır ko­
Galata ve Pera'nın gündelik hayat içindeki nağı, bahçe içinde ve oldukça görkemlidir. 1 1 6
siyasi rolü ise, ı 6. yüzyıldan itibaren bölgeye İngiliz elçiliği, Pera'daki yabancı tüccarlar ile si­
yerleşen yabancı elçiliklerin faaliyetleriyle art­ yaset adamlarının buluşup, Levant Company
mıştır. ilk kurulan elçilik Fransızl a r ' ı ndır. üyesi İngiliz diplonıatlanna ı ı 7 Osmanlı pazarı-

44 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


nı açmaya çalıştıkları uluslararası bir merkez­ miş, Palazzo del Commune adıyla bilinen yö­
dir. 1 588'de atanan ve çok iyi Türkçe bilen elçi netim merkezi de, bu küçük ölçekli mekanı ta­
Edward Barton, Hoca Saadeddin gibi dönemin mamlamıştır.
tanınmış bir tarihçisiyle yakın ilişkisi bulunan Galata'nın Haliç iskeleleri boyunca geliştir­
seçkin bir diplomattır. İngiliz tüccar diplomatla­ diği kültürel yapılanma, istanbul'un gündelik
rı geleneğini sürdüren )ohn Sanderson da is­ hayatı açısından önem taşır. Evliya Çelebi'nin
tanbul'a birkaç defa gelmiş, kendisine iyi bir Galata'da geçerli dört ana meslekten birincisi
çevre yapmıştır. ı ı s Elçi Henry Lello'nun ise olarak gösterdiği gemicilik, istanbul'un alt-kül­
1 59 7 'den sonraki faaliyetleri arasında, istan­ tür dinamiklerinden en başta gelenidir. ı 23
bul'da bir Anglikan kilisesi kurma çabaları dik­ Rumlar'ın tekelindeki meyhane işletmeciliği,
kat çekicidir. ı ı 9 Pera'daki elçilik çevresinin gemici nüfusun yoğun olduğu Galata'da yay­
seçkin temsilcilerinden Venedik balyosu da gındır. Bölgenin yerli halkı ile Akdeniz limanla­
Tophane'ye yakın Tomtom Kaptan Soka­ rının kozmopolit denizcilerinin kaynaşma nok­
ğı' ndaki konağında ikamet etmektedir. 1 5 . ve tası, bu meyhanelerdir denebilir. Rum, Yahudi,
18. yüzyıllar arasında Osmanlı siyasetinde ika­ Ceneviz, İspanyol karışımı Akdeniz kozmopoli­
met elçisi olarak ı 20 görev yapan balyoslar, tizmi, İstanbul Yeniçeriliği ile bu mekanlarda
1 64 5 'ten itibaren Haliç'in güneyindeki Vene­ kaynaşmış ve klasik dönemin evrensel sayabi­
dik kolonisini Pera 'ya doğru ç e kmişler ve leceğimiz tek insan tipi, görünüşte olumsuz ka­
1 79 7 ' de Venedik Cumhuriye t i ' n i n ortadan bul edilebilecek bu çevre içinde doğmuştur. Ga­
kalkmasına kadar güçlü bir koloni oluşturmuş­ lata denilince akla ilk önce meyhanelerin gel­
lardır. mesi, Osmanlı yazarlarınca bölgeye bir "işret­
Yerleşim düzeni bakımından tipik bir Ak­ hane-i dünya" gözüyle bakıldığını kanıtlamak­
deniz liman şehri özelliği taşıya'h Galata, to­ tadır. ı 24 Şarap içmek, gizli meyhane açmak ya
pografık konumu itibarıyle gelişimini iki ana da çalgılı toplantı düzenlemek gibi her biri ya­
doğrultuda, Pera ve sur dışına taşarak Haliç kı­ sak kapsamına giren eylemlerin, ı 2s gündelik
yısı boyunca gerçekleştirmiştir. Galata, topog­ hayatın bir parçası olduğu dikkate alınırsa. şa­
rafık açıdan mekan organizasyonunu rasyonel rap içen Yeniçeriler'e göz yumulması iktidar ile
biçimde çözmüş bir yerleşim kabul edilebilir. ı 2 ı alt tabaka arasında çifte standarda dayalı bir
Limandan Pera sırtlarına doğru taraça tipi sedli çeşit anlaşmanın varlığını hissettirmektedir. ı 26
yerleşim özelliği dikkat çeker. Bu ana eksen istanbul'un klasik dönem boyunca gelişe­
doğrultusundaki ulaşım şebekesi merdivenli rek şehir bünyesine katılan alanlan, yalnızca
sokaklarla örülmüş ve limanla olan bağlantı iktisadi ve siyasi açıdan önem taşıyan bölgeler
surlardaki kapılarla sağlanmıştır. ı 22 Başta değildir. Bu dönemde yeşil alanların da işlevsel­
Azapkapısı ve Tophane olmak üzere iki ana is­ leştiğini gömıekteyiz. Bahçe ve mesirelerin tıpkı
kele, Galata'yı ticari yönden diğer Akdeniz li­ ticaret bölgeleri gibi şehir ölçeğinde yeralmaya
man şehirlerine bağlayan önemli çıkış noktala­ başlamaları, giindelik hayatın sivilleşmesi. baş­
rıdır. Bu ticari kuşağın gerisinde Karaköy Mey­ ka bir deyişle istanbul 'un bir askeri garnizon
danı bir gümrük ve ofis alanı olarak şekillen- görünümünden sıyrılıp, eğlence kültürüne da-

ISTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESİ GÜNDELİK HAYAT 45


Cirit oyunu, Orta Asya kökenli kültürün lscanbu/'a güçlü birya11sıması idi. Kolektif eğle11ce ruhu11u i11şa ede11 bu oyu11u11
kwgıısu11da, lsldm(yet ö11cesi bozkır hayatmın atçılık kültürü ile cılıad anlayışı birlikteyer almıştı.

yalı kamu etkinliklerinin sergilenebildiği çoğul­ tir. ı zs Evliya Çelebi'nin verdiği bilgiye göre, böl­
cu bir yapıya kavuşması anlamına gelmektedir. genin doğal güzelliği nedeniyle İstanbul halkı­
Klasik dönemde bu tür kamuya açık alanların nın ilgisini çekmiş ve esnaf teferrüçleri için vaz­
tipik örneği Kağıthane'dir. Asıl şöhreti ni ı 8. geçilmez bir mekan olmuştur. ı 7. yüzyılda Ka­
yüzyılda yapacak olan Kağıthane, 11.Bayezid'in ğıthane Deresi vadisinde beş-altı bin çadır kuru­
burada bir Baruthane inşa ettirmesiyle askeri bir lup eğlenceler düzenlendiği, özellikle kuyumcu
tesis etrafında şekillenmeye başlar. 127 Kağıtha­ ve saraçcı esnafının geleneksel lonca törenlerine
nenin gelişmesi, bu açıdan Kasımpaşa ve Top­ katıldıkları bilinmektedir. 1 29 Kağıthane'de dü­
hane'nin gelişmesine benzemektedir. Kanuni zenlenen esnaf teferrüçleri, yalnızca belli bir
tarafından kargir olarak yeniden yaptırılan söz zümrenin katıldığı eğlence biçimi değildi. Gele­
konusu Baruthane, Cebehane Ocağı'na mensup neğe dayalı bir programı olan ve her lonca teş­
200 neferin istihdam edildiği bir askeri tesis- kilatının kendi hiyerarşisi içinde çıraklıktan us-

46 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


talığa terfi edenleri ödüllendirmek amacıyla dü- vazgeçilmez sportif gösterileri, burada sergilen-
zenlediği bu eğlenceler, gündelik hayata katılan miştir.
kalifiye insana toplumda verilen değerin bir Boğaziçi'nin İstanbul şehir dokusuna katıl-
göstergesidir. 130 öte yandan Kağıthane mesire- ması, 1 7. yüzyıl başından itibaren gerçekleşmiş
si, Saray'a yoğurt ve süt temin eden bir mandı- ve böylece kendi içine kapalı köy topluluklanru
raya da sahiptir. 1 3 1 1 6. yüzyılın gündelik haya- banndıran bu bölge, lstanbul'un önemli bir say-
ta getirdiği kolektif eğlence anlayışının belki de fiyesi durumuna gelmiştir. Başta balıkçılık, ar-
en kapsamlısı kabul edilebilecek Padişah Şen- dından bağ ve bahçe tarımı, Boğaziçi'ni İstanbul
lilelen·, (Sfır-i HumayCın) mekan olarak Atmey- pazarını besleyen üretici kaynaklardan birisi
danı gibi merkezi bir alanda yapılabildiği gibi, yapmaktadır. iç pazarın meyve v� sebze ihtiya-
halkın rağbet ettiği mesirelerde de gerçekleştiril- cını bir ölçüde karşılayan Boğaziçi köylerinde,
miştir. Kanuni'nin şehzadeleri için 1 530'da dü- özellikle tarıma dayalı meslek kolları ön plana
zenlettirdiği ve üç hafta süren sünnet düğünü- çıkmış, avcılık ve balıkçılık da en fazla kalifiye
nün bir bölümü de Kağıthane'de yapılmıştı. 132 iş gücüne sahip alanlar haline gelmiştir.
Bu tarihten sonra Kağıthane bir şenlik yeri ola- Rumeli kıyısı boyunca sıralanan Boğaziçi
rak benimsenmiş, özellikle bu tür eğlencelerin köylerinde söz konusu meslek kollarına men-

Padişah şenlik/en; devlet ile tebaa i/işkisıiıin kamu alamnda sahnclenmis(ydi. lktıdann csceciği.fiırklı külııir
u11surla1111da11 orcak bır eğlence programı çıkartarak, imparatorluk iınq/1111 şehir haya1111da görünebilır kıl(Yordu.

İSTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESi GÜNDELİK HAYAT 47


Topkapı Sarayı 'nın Boğaziçi hayat111a açılan ilk kapısı, Beşiktaş idi. Saray halkı sa.J(fiye kültürünü önce Beşiktaş 'ın
hasbahçeleıinde, ardmdan ha111m sultanlara ait sahi/saraylarda ta111mıştı. Bu mevsimlikyaşam üslubu giderek yerleşik düzen
anlayışım doğurdu ve Dolmabahçe, Çırağan, Yıldız saraylarınm inşasıyla imparatorluğun yönetim merkezi sur-içinden
Boğaziçi'ne kaydı.

sup ve farklı dini cemaatlerin üyesi, karmaşık çarşı üçgeni içindeki kapalı yaşam anlayışını,
bir nüfus yaşamaktadır. Diğer yandan Boğazi­ farklı geleneklere dayalı kültür biçimleriyle
çi köyleri, istanbul'un mesire yerleridir. Klasik kaynaştıran mekanlardır. özel mülkiyete ait
dönem boyunca İstanbul halkının mesirelere bahçeler de en azından üst tabaka için aynı iş­
giderek büyüyen bir rağbet gösterdikleri, başta leve sahiptirler. Klasik dönemin kültürel dola­
Boğaziçi ve Haliç mesirelerinin önceki dönem­ şımında önemli pay sahibi olan bu tür mekan­
dekilere oranla hem sayıca, hem de düzenleniş ların Boğaziçi'ndeki ilk büyük halkası, Fındıklı
yönünden ihtiyaca cevap verebilecek düzeyde sınırları içinde kalan Kabataş 'taki Kara Bali
olmalarından anlamaktayız. En genel anla­ Bahçesi' dir. 1 3 3 Bu mesireyi Beşiktaş Bahçe­
mıyla mesireler, gündelik hayatın dışa dönük si'ne, ı. Ahmed'in sadrazamı Nasuh Paşa tara­
yönünü somutlaştıran ve böylece cami, ev, fından denizi doldurtularak elde edilen Dolma-

48 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


bahçe mesiresi bağlar. ı 34 Beşiktaş ise Boğazi­
çi'nin fetihten sonra en erken gelişmiş bölgele­
rindendir. Sefere çıkacak donanma, Beşiktaş
önlerinde toplanır ve ikmalini yapardı. Bundan
dolayıdır ki semtin gelişme doğrultusu Kaptan
Paşa'nın ikametgahı ve teçhizat depoları çev­
resinde olmuş; daha sonra söz konusu çekir­
dek bölge, Saray'a intikal etmiştir. 1 35 Beşik­
taş'ın nüfus yapısı, Boğaziçi'ndeki dini cema­
atler karmaşasından payını alır. En kalabalık
grup Müslümanlardır; bunları sırasıyla Ermeni
Boğaziçiyalı/an, kara ve deniz kültürünün ortaklaşa şekillendirdik­
ve Yahudiler izler. Müslüman kesim Koca Si­ /en· estetikyaşam üslubuna göre tasarlanmış mekanlardı. Banndır­
nan Paşa Camii etrafında kümelenmiş, ı 36 iç dıklanJarklı etnik unsurlardan oluşan kalabalık hzmet
i kadrosu ise
bu mekdnlan bir diller ve dılıler mozayiğine dönüştürmüştü.
kısımlara doğru ise Ermeniler yerleşmişler­
dir. ı37 Rumeli kıyısının mesireler zinciri, bura­
da Beşiktaş Hasbahçesi ile devam etmektedir.
Bu geniş bahçe, Osmanlı üst tabakasının il .
Bayezid'den sonra rağbet ettiği mesireler ara­
sında sayılır. Zaman zaman elden geçirilerek,
cirit oyunu için burada bir de özel alan yapıl­
mış ve ıv. Mehmed döneminde padişahın da
katıldığı şenliklere sahne olmuştur. ı 3s Beşik­
taş'ın hemen yanındaki Ortakö�se Kanuni
zamanında iskana açılmış, başlangıçtaki yo­
ğun Müslüman nüfusunu koruyamayarak, 1 7.
yüzyıldan itibaren Yahudi cemaatinin istan­
bul'da belli başlı yerleşimlerinden birisi haline
gelmiştir. ı 39 Boğaziçi ' ndeki sivil mimarinin Rumelihisan, asken kültürün sivil hayata n[jfoz edebildiği başlıca te­
mas noktalanndan binsiYdı: iktidar sembolü olan hisar etrqfmda şe­
ı 7 . yüzyıl örneklerini barındıran, fakat hiçbiri­
killenmiş bu Müslüman hayat tarzı, cemaat kültürünü Boğaziçi
si günümüze gelememiş Ortaköy yalıları, Bal­ medeniYetine açan bir kapı işlevıiıi de üstlenmiştı:

tacı Mahmud Paşa, Şekerci Yahudi, Mimar


Mustafa, Safiye Sultan, ishak Yahudi, Ekmek­ !iğin çoğulcu karakterini göstermektedirler. ı 7 .

çizade Ahmed Paşa, Cağaloğlu Mahmud Bey, yüzyılda en kalabalık Rum yerleşimlerinden

Kara Hasanoğlu, Çelebi Kethüda ve Nakkaş birisi de Arnavutköy 'dür. il. Mehmed zama­

Paşa'ya aittirler. 1 40 Diğer tarafta bu üst tabaka nında iskan edilen Arnavutlar'ın bölgedeki

konutlarını kuşatan bir ikinci önemli kültür varlıklarını uzun süre koruyamayarak istan­

çevresi içindeki Rum ve Yahudiler'in işlettikle­ bul 'a çekilmeleri sonucu, Arnavutköy, Rum

ri meyhaneler, Ortaköy'e özgü toplumsal kim- tüccarların gözde sayfiyesi haline gelmiştir.

ISTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESİ GÜNDELİK HAYAT 49


Boğaziçi köylerinin başlıca geçim kaynağı balıkçılıktı. Türk sqfrasmda önemli biryer tutmayan deniz ürünleniuiı tüketıinıiıde
azınlık cemaatlerinıiı öncelikli rolü, bu işle geçıiıen Boğaziçi halkmı iktisadi açıdan ayakta tutmayayet(yordu.

Rumlar'ın tekelindeki bağcılık ve buna paralel E mirgfıne Han'a tahsis edilen Feridun Paşa
peksimet imalatı, ı 4 ı bu küçük sayfiyeyi iktisa­ Bahçesi de Boğaz'ın ünlü bir mesiresidir. ı 4s is­
di açıdan da güçlendirir. Bebek, 1 7. yüzyılda tinye, 1 6 . yüzyıl ortalarından başlayarak ge­
bir mesire yeridir. Adını, 11. Mehmed'in buraya lişmiş, sahip olduğu elverişli koy nedeniyle is­
tayin ettiği Bebek Çelebi'den alan bölge, ı 42 tanbul'un sayılı kalafat yerleri arasına girmiş­
"Bağçe-i Bebek Çelebi" diye bilinen mesiresiyle tir. Halkının büyük bir kısmı Rum ve Müslü­
tanınmıştır. ı 43 Ayrıca Yeniçeri Ağası Hasan man'dır. 3 cami, 7 mescid, ı hamam ve 2 0
Halife ve Deli Hüseyin Paşa'nın bağları, mesi­ dükkandan eydana gelen iskele meydan ı ,
renin sınırlarını genişletmektedirler. Rumelihi­ Mustafa Yahya Efendi, Yeniçeri Efendisi Ko­
sarı halkı, diğer Boğaz kalelerinde olduğu gibi yunzade , Hadım Ali Ağa ve Boşnak İsmail
Müslüman'dır. iskele çevresi çarşı, mescid ve Efendi'ye ait yalılarla kuşatılmıştır. ı 46 Yeniköy
hamandan meydana gelen tipik bir İslam yapı ise, Kanuni döneminde nüfusu Karadenizliler
grubuyla kuşatılmıştır. Yerleşim alanı iskele­ tarafından oluşturulan bir yerleşimdir. Rum
den sırtlara doğru sedlidir. Bu yüzden bağ ve nüfus daha sonraki yüzyıllarda artış kaydeder
bahçe tarımı gelişememiş, dolayısıyla halk ge­ ve peksimetçilikle geçinir. Tarabya, Büyükdere
çim kaynağı olarak balıkçılığa yönelmiştir. ı 44 ve Sarıyer, çoğunlukla Rumların yaşadıkları
Emirgan (Mirgfın) da Rumelihisarı'nın nüfus küçük balıkçı köyleridir. Sarıyer'de çıkan Kes­
açısından bir benzeri Müslüman köyüdür. ı 6 . tane, Çırçır, Hünkar va Şifa suyu nedeniyle
yüzyıldan itibaren devlet ricalinin rağbet ettiği bölge, lstanbul'a uzaklığına rağmen ziyaret
bir sayfiye olup ıv. Murad tarafından İranlı edilen bir mesire olmuştur.

50 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Boğaziçi'nin Anadolu yakası, yerleşim
bölgeleri ve nüfus yoğunluğu açısından Rumeli
yakasıyla kıyaslanamaz. Bunun başlıca nedeni
ulaşıın sorunudur. Kuzeyden güneye doğru sı­
ralayacak olursak 1 7. yüzyılda Beykoz, Erem­
ya Çelebi 'ye göre bir kasabadır. ı 4 7 Halkının ço­
ğu balıkçılıkla geçinen Müslümanlar'dır. lstan­
bul dalyanlarının en eskilerinden birisi de bura­
da kurulmuştur. Diğer önemli bir geçim kayna­
ğı da odunculuktur. iskelesi pek canlı değildir.
Bunun nedeni de çarşısının pek gelişmemiş ol­
masıdır. ı 4B Beykoz'un asıl ö n e m i Boğazi­
çi' ndeki ilk büyük mesire sayılan Tokat Bahçe­
si' nden dolayıdır. ı 49 iskeleden üç çeyrek saat Klasik dönemde cıiit oyunu, hasbahçelerdeyaşanan rqfine kültürün
birparçasıydı. Devlet ricdlıiıin rağbet ettiği bu cihangirlik ruhuna
uzaklıktaki Tokat Sarayı da bu bahçenin içinde dayalı oyun, Saray kökenli resmi eğlence anlayış111 111 da temelini
yer alır. ı5o Kanunl'nin lstanbul'da başlıca din­ oluşturuyordu.

lenme yeri olan bu bahçe, iV. Murad tarafından


genişletilerek av sahası haline getirilmiş ve ay­
rıca padişahın cirit oynamasına elverişli bir
alan olarak yeniden düzenlenmiştir. Beykoz
yakınlarındaki Sultaniye mesiresi de il. Baye­
zid'den itibaren yoğun bir imar faaliyeti sonu­
cu, devlet ricalinin sayfiye köşk!� ile dolmuş­
tur. ı 5 ı Paşabahçe sınırları içindeki İncirliköy ve
Akbaba, önceleri daha çok Beykoz' a bağımlı
kalmış, ancak 1 8 . yüzyıldan sonra gelişme
gösterebilmişlerdir. Padişahların bir başka av­
lanma yeri de Çubuklu'dur. Bostancı kolluğu­
nun denetimindeki Çubuklu Bahçesi, yetiştirdi­
ği sebze ve meyvelerle Saray'ın ihtiyacını kar­
şılamaktadır. ı 52 Diğer taraftan Boğaziçi· nin
Müslüman nüfus açısından e n önemli yerle­
şimlerinden birisi, kuşkusuz Kanlıca'dır. Kamı­
n! döneminin önde gelen devlet adamlarından
iskender Paşa'nın burada Mimar Sinan'a yap­ 17. yüzyıla kadar A nadolıılıisarı 'n111 sosyo kıiltıirc/ ki111/i!Ji11r.
tırdığı cami ile hamamın, 153 hem mimarlık tari­ surlarla çevnli askcrigarnizon lıuyan dcmr._!;llS11u ı•utJJlll,'illi, Zamanla
disiplin ve görev alıldk1111n yerini alan halkın gündelik 11'tVa//
hi içinde, hem de Müslüman cemaatin mahalle
yaşama arzusu, Anadolulıisarı 'nı bir Bo!Jaziçi semıi oturak ıarilı
yaşıntısında önemli rolü vardır. ı 54 Kanlıca, yo- sahnesine çıkardı.

ISTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESi GÜNDELiK HAYAT 51


lstanbu/'un Asya kryısındaki iskelesi Üsküdar idı: Fakat halkın zihnindeyaşayan Üsküdar, bütünüyle manevi bir dünyaya airtı:
Bu düırya Kd'be toprağı olarak kabul ediliyor ve bekçi/igini Karaca Ahmed Sultan ile Aziz Mahmud Hüdai'ninyaptıklarına
inamlryordu.

ğurdu ve körfezi ile ünlüdür. 155 ıv. Mehmed'in nırladığı mesire yerinin önemli payı yadsına­
şeyhülislamı Mehmed Bahaeddin Efendi ' nin maz. Arıcak klasik dönemde, yani 1 6 . ve 1 7.
Kanlıca Körfezi' ndeki yalısından ötürü bu eşsiz yüzyıllarda Göksu daha çok padişahların ge­
doğa parçası halk arasında Bahai Körfezi ola­ zinti yaptığı, eğlence düzenlediği, servi ağaçla­
rak tanınmış, yabancı elçilerin de katıldığı ilk rıyla kaplı bir hasbahçedir. ı 57 Fakat Göksu,
mehtab alemleri burada yapılmıştır. ı 56 Kanlı­ yalnızca bir sayfiye yeri de değildir. istanbul'un
ca'da artan Müslüman nüfus yoğunluğu Ana­ iaşesi için gerekli buğday, buradaki su değir­
doluhisarı'nda devam eder. Evliya Çelebi'nin menlerinde öğütülür ve mavnalarla Unkapa­
'
verdiği bilgiye göre Anadoluhisarı' nın 1 080 ııı na taşınarak depolanır. ı 58 Bahçe ve mesire
hanesi vardır ve bunlar içinde Defterdar Halıcı­ geleneğine bağlı olarak gelişen bir diğer Boğa­
zi\de, Mustafa Paşa, Hoca Çelebi, Kaftancı Ali ziçi köyü de Kandilli'dir. ııı. Murad'ın yaptırdı­
Çelebi ve Emir Paşa'nın yalıları kayda değer ğı bahçe, 1 5 9 bölgenin topografık konumuna
yapılardır. Anadoluhisarı'na rağbetin artmasın­ uyacak şekilde sedler halinde düzenlenmiştir.
da kuşkusuz Göksu ve Küçüksu derelerinin sı- Sedli bahçe düzenlemesi, özellikle Boğaziçi'nde

52 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


yaygın biçimde uygulanmış. sedler asma ve
meyve ağaçlarıyla süslenerek, Boğaz'a açık
kameriyelerin çevresi yeşil bitki örtüsüyle ku­
şatılmıştır. ı 60 Kandilli Bahçesi, kısa sürede
köşklerle donanmış, ı 6 ı Müslümanlar'ın rağbet
ettikleri bir sayfiye yeri haline gelmiştir. Vani­
köy de Kandilli'ye benzer bir sayfıyedir. Adını
Saray hocalarından Vani Mehmed Efendi'nin
burada yaptırdığı yalıdan alan köy, ı 62 Müslü­
man ağırlıklı bir nüfusa sahiptir. 1 7. yüzyılın
tanınmış bir bahçesi de Kulebahçesi'dir. Kanu­
ni zamanında düzenlenmiş ve içine büyükçe
bir köşk yaptırılmıştır. ı 63 lV. Murad'ın düzen­
lettirdiği hasbahçelerden birisi de Ç e ngel­
köy'dedir. Çoğunluğunu Rumlar'ın oluşturdu­
ğu Çengelköy halkı, balıkçılıkla uğraşır. Sayıca
az olan Müslümanlar'ın. sahilde bir camileri
vardır. Kuzguncuk ise bütünüyle bir Rum ve
Yahudi yerleşimidir.
!stanbul'un Asya kapısı Üsküdar. impara­
torluk merkezine idari yönden bağlı bir kadılık­
tır. Fetihten önce. asker ve ulema kökenli bir
\
nüfus yapısına sahipti. B u demo rafık yapı,
klasik dönemin sonuna kadar bütünlüğünü ko­
rumuştur. Üsküdar, lstanbul'un askeri ve ticari Osküdar'ın manevi iklimine damgasım vuran tasavvefzümreleıinılı
faaliyetlerinin kesişme noktasıdır. Doğu seferi­ başında Celvetflergel(yordu. Bursa 'da doğup lstanbu/'da kökleşen bu
tan"kat, imparacorluğun eski başkencılıe ait kültürel dokuyu ddeca
ne çıkan ordu. önce burada konaklıyor ve Do­
Osküdar'a caşımışcı.
ğu 'dan gelen kervanlar, mallarını önce burada
iskeleye indiriyorlardı. Bu yüzdendir ki Asya Mehmed dönemi sonlarında Rum Mehmed Pa-
kökenli kültür, Üsküdar'ın şekillenmesinde bi- şa Camii, Toygar Hamza Mescidi ve Salacak
rinci derecede etken olmuştur. üsküdar'ın geli- mahalleleri yerleşimin asıl yükünü taşımış ve
şimi, Haliçteki iskele çekirdeği etrafında şekil- tahmini 1 0 .000 kişilik bir nüfusu barındırınış-
lenen yerleşimlerin gelişimine benzer. Bu tür lardır. 1 64 1 7. yüzyılda ise Üsküdar. 9.000 lıa-
bir gelişimde dinamik rol iskeleye verilmiş, ti- nelik bir kasaba görünümündedir. 70 Müslü-
cari kuşak ise bu dışa açılma noktasını çevrele- man mahallesine karşı 1 1 mahallede Rum ve
yerek iç kesimlere doğru mahalleleri şekillen- Ermeni. ı mahallede de Yahudi nüfusu yaşa-
dirmiştir. Bu mahelleler arasında en erken orta- makta, bu da bize bölgenin kültür haritası hak-
ya çıkanları. cami merkezli yerleşimlerdir. ll. kında yeterli bir ipucu vermektedir. 1 65 Rum

ISTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESİ GÜNDELİK HAYAT 53


Sül<;yman(ye Camii ve Küll(yesı: lstanbu/'u ıinparator/uk ınerkeziyapan bütün toplumsal değer/enlı ortaklaşa ılışa ettikler/ bir
sembolleryumağı idi. üzerine şehir hayatın111 kurulduğu bu ana taşıyıcı sistem, !stanbul kimliğini evrensel biryörüngeye
oturttu.

Mehmed Paşa Camii 1 4 7 1 'da inşa edilmiş ve tin başta gelen aracılarından Ermeniler ve
çevresi kısa sürede Müslüman nüfus tarafından Araplar, kervan taşımacılığı yapan Azeri kö­
kuşatılmıştır. ı 66 Aynı şekilde iskele civarındaki kenli İranlılar' la birlikte Üsküdar iskelesi çevre­
Mihrimah Sultan Camii 1 6 . yüzyıl ortalarında sinde yoğun bir tüccar kolonisi meydana getir­
buna benzer bir örgütlenmeyi sağlamıştır. ı 67 mişlerdir. Evliya Çelebi, burada 1 1 kervansara­
iskele çevresinde Mihrimah Sultan Camii ile yın bu kalabalık gruba hizmet verdiğini, bun­
başlayan canlılık, Şemsi Paşa Camii ile sü­ lardan Mihrimah Sultan, Orta Valide ve Kösem
rer. ı 6s Celveti tarikatı nın kurucusu Aziz Mah­ Valide kervansaraylarının diğerlerine oranla
mud Hüdai tarafından inşa ettirilen tekke ise, daha lüks olduklarını yazmaktadır. 1 7 1 Kervan­
hem bu tarikatın Üsküdar'daki merkezini, hem sarayları 2 . 600 dükkanlık bir iç pazar ve esnaf
de çevresinde oluşturduğu mahallenin manevi zümrenin başlıca barınaklarından olan hanlar
çekirdeğini oluşturur. 1 69 Üsküdar, iktisadi açı­ tamamlar. Toplumsal hareketlilik yönünden
dan istanbul'a bağımlıdır. Çarşısı, transit ticare­ canlılığını hiç kaybetmeyen Üsküdar iskelesi,
tin odak noktası sayılmakla beraber, uluslara­ sahil boyunca üst tabaka yalıları ve sayfiye sa­
rası mal akışını karşılayamaz. ı 70 Transit ticare- raylarıyla devam eden bir yerleşim zincirine

54 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


bağlanmıştır. Kanuni dönemindeki Üsküdar
Sarayı ve bugünkü Selimiye Kışlası'nın yerinde
olduğu tahmin edilen Kavak Sarayı, Salacak
sahili boyunca sıralanan üst tabaka yalılarıyla
çevrilmiş sayfiye bölgesinin merkezinde yer al­
maktadır. Bu yerleşim kuşağının lstanbul'la
bağlantısı ise Salacak ve Hünkar iskeleleri ile
gerçekleştirilir. ı 12
Sur-içi istanbul'una gelince: Şehrin tarih­
sel silueti, klasik dönemde inşa edilen selatin
camii ve külliyeleriyle iyice belirginleşmiştir. Şehre temel iht(yaç maddelen'ni taşryan deve kervan/an, modem/eş­
me çağında bile kısmen varlığını sürdürmekteydı/ ama son kervan,
Topografik açıdan bu külliyeler, şehrin gelişim !9!4'ün savaş bulutlan şehn'n efkunu kararttığında sur kapılann­
eksenlerini belirlemişler ve çevrelerinde nüfus dan girdi. Oysa lstanbu/'u A vrupa'ya bağlayan Belgrad Kervanı,
yüzyıllar boyunca Yugoslavya, Bulgaristan ve Amavut/uk'u içine
yoğunluğu yüksek mahallelerin oluşumuna yol
alan Balkan coğref.Yasının başlıca ticaret merkez/en'ni imparatorluk
açmışlardır. 1 6 . yüzyılda tamamlanan ilk bü­ başkentine bağlamıştı.

yük külliye, Sultan Selim Camii ve ek binaları­


dır. ı 73 Bu külliyeyi, Mimar Sinan eseri olan dı. ı 76 Eğitim düzeyi zamanına göre oldukça
Ş e hzade ve Süleymaniye külliyeleri izler. yüksekti ve bu yüzden ulema sınıfını besleyen
1 54 4 - 1 54 8 yılları arasınra inşa edilen Şehzade temel kaynak olma özelliğini imparatorluk tari­

Camii imaret, tabhane ve medreseden meyda­ hi boyunca korudu. Süymaniye külliyesi, is­

na gelen kamu binalarıyla sur içini canlandıran tanbul'un gündelik hayatına birkaç yönden et­
bir komplekstir. ı 74 Külliye, nüfus yoğunluğu kide bulunmuştur. Bunlardan en önemlisi,
yüksek bir bölgede inşa edildiği�çin, yer ka­ bünyesindeki tabhane, imaret, bimarhane, ker­
zanmak amacıyla bazı eski dönem yapılarını vansaray, hamam, mektep, oda ve dükkanlar
yıkmak gerekmiş ve bu yüzden il. Mehmed ya­ ile, kamu ihtiyaçlarını sağlık, ticaret ve eğitim
pısı Yeniçeri Kışlaları'nın bir kısmı ortadan kal­ alanlarında karşılayarak, şehrin sosyo-kültürel
dırılarak, Aksaray'da Yeni Odalar adıyla daha dokusunda bütünleştirici bir rol oynamasıdır.
kapsamlı bir şekilde yaptırılmışlardır. Sinan ya­ Diğer bir etki ise, kurulduğu bölgeyi bir ulema
pısı diğer büyük külliye Süleymaniye'dir. ı 7s İs­ semti haline getirmesidir. Süleymaniye külliye­
tanbul'un ana topografik ekseni üzerinde yük­ sinin yapımı sırasında lstanbul'un zenaatkar
selen bu külliye, şehir hayatını birinci derecede loncalarını da yakından ilgilendiren bir etkisin­
etkilemiş yapı grupları arasındadır. Külliyenin den söz edebiliriz. özellikle külliyenin inşasın­

ağırlık noktasında medreseler bulunur. Dört da çalışan pekçok usta, imparatorluğun değişik
büyük medrese yapısını tamamlayan bir tıb bölgelerinden getirilmiş ve bunlar da başta tez­
medresesi ve bir Darü'l-hadis, bu eğitim sitesi­ yini sanatlar olmak üzere pekçok değişik alan­
nin çekirdeğini oluşturmuşlardır. Süleymaniye da meslek bilgilerini istanbul'un kültür ortam ı­
medreselerine, ıı. Mehmed'in yaptırdığı Dahil na aktarmışlardır. ı 7 7 Bu kalifiye işgücünü n ,
Medreseleri'ni bitirenler devam edebiliyorlar- külliye tamamlandıktan sonra ela çeşitli zcnaat-

ISTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESİ GÜNDELİK HAYAT 55


yük ticari akışı kolaylaştırmak amacıyla şehrin
çevresinde ikinci derecede önemli transit mer­
kezleri kurulmuştur. lstanbul'un iaşesinde bi­
rinci sırayı tahıl ticareti almaktadır. Şehrin yıllık
tahıl tüketimi, ihtisap ağaları tarafından belir­
lenmekte ve yükümlü oldukları tahıl cinsi ve
miktarı saptanmaktadır. Buna göre başta buğ­
day olmak üzere diğer tahıl ürünleri, daha çok
istanbul'a yakın bölgelerden getirilmektedir.
Rumeli yakasındaki bütün Trakya'yı içine alan

!stanbul'wı kara surlarını kuşatan bostanlar, şehrin aç miğdesini bölge ve Tuna Prenslikleri ile Anadolu'da Hü-
doyuran başlıca iktisadi üretim alanlarıydı. Gündelik iaşesini davendigar, Karesi, lzmir ve Saruhan başlıca
imparatorlugun uzak-yakın vilayetlerinden saglayabilen şehrin,
kıtlık ve savaş dönemlerıiıde yaşadıgı buhranlar, bir ölçüde bu yeşil tahıl depolarıdır. Bu merkezlere Karadeniz'de
kuşa_ğın varlı_ğıyla atlatılabılmiştı: önemli bir ithalat merkezi olan Kırım da ekle-
nince, lstanbu'un yakın çevresindeki iaşe mer-
kar loncaları içinde istihdam edildikleri ve böy- kezleri ana hatlarıyla ortaya çıkmaktadır. ı 8 ı
lece lstanbul'daki el işçiliğinin kalite yönünden Tahıl ticareti genellikle deniz yoluyla yapılmak-
yükseldiği söylenebilir. İstanbul yapı sanatı, ta ve iki ayrı aşamada gerçekleşmektedir. Bi-
Süleymaniye'den teknik ve malzeme türü ko- rinci aşama, istanbul'a gönderilecek tahılın iç
nularında da çok şey öğrenmiştir. ı 78 Diğer ta- bölgelere nehir yoluyla aktarılmasıdır. Tuna,
raftan 1 7. yüzyılda iki önemli külliye daha Sü- D nyester, Dnyeper, Don, Meriç, Gediz ve Sa-
leymaniye'yi izler: Sultan Ahmed ve Yeni Ca- karya gibi nehirler bu tür taşımacılıkta yararla-
mii külliyeleri. Sultan Ahmed Külliyesi, ı 79 is- nılan doğal yollar olup aynı zamanda nehir ta-
tanbul'un yönetim merkezi olan Ayasofya ve şımacılığının gerektirdiği meslek kollarının da
çevresini, Yeni Camii külliyesi ı 80 ise, ticaret gelişmesini sağlamışlardır. ı 82 ikinci aşamada
merkezi Eminönü'nü dini bir sembol etrafında ise, iç bölgelerden getirilen tahılı istanbul'a gö-
şekillendirmiştir. Özellikle Yeni Cami'nin yapı- türecek gemilerin yanaştığı iskeleler devreye
mı, Bahçekapı'daki Yahudi cemaatinin Balar ve girer. 1 6. ve 1 7. yüzyıllarda bu tür transit tahıl
Hasköy'e yerleştirilmelerini zorunlu kılmıştır. ithalatı yapan iskelelerin başında, Tekirdağ-
istanbul'un gündelik hayatında karşılaşı- Rodosçuk limanı gelmektedir. 1 83 Trakya'daki
lan en önemli sorunlardan birisi, şehrin iaşesi- Lüleburgaz, Babaeski, Uzunköprü, Hayrabolu,
dir. Kendi iç pazarını beslemekte yetersiz kalan Keşan, Malkara ve inecik kasabalarında yetiş-
şehir, gıda ve hammadde açısından dışa ba- tirilen tahıl ürünleri, söz konusu ettiğimiz Te-
ğımlıdır. Bu bağımlılık, merkezden vilayetlere kirdağ-Rodosçuk üzerinden lstanbul'a gönde-
uzanan bir ticari denetim mekanizması kurul- rilmekteydi. ı 84 istanbul'a gelen buğdayın de-
masına yol açmıştır. Her vilayet, başta gıda ve polanıp fırınlara dağıtıldığı yer, Unkapanı'dır.
hammadde olmak üzere istanbul'un yıllık iaşe- Tahıl taşımacılığından önemli kazanç sağla-
sini karşılamakla yükümlü sayılmış ve bu bü- yanlar, toptancı tüccarlardı. Mısır Çarşısı civa-

56 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


rında yerleşen bu tüccarlar, özellikle savaş ve
darlık dönemlerinde büyük kazançlar sağla­
mışlardır. Evliya Çelebi'nin yazdığına göre 400
kadar toptancı ofisi vardı ve bunlar malı ucuza
kapatıp piyasaya yüksek fiyatla buğday ve di­
ğer tahıl ürünleri vermekteydiler. 1 85 önce miri
değirmenlerde öğütülen buğday, daha sonra fı­
rınlara dağıtırdı. Miri değirmenler, Yeniçeriler'in
kontolü altındadır. Fırınlar ise, çoğunluğu dev­
let ricalinden Müslümanlar ya da Ermeni ve
Yahudiler tarafından işletilmektedirler. istan­
bul'un fırınları, Has ekmek fırınları ve Harcf
ekmek fırınları olmak üzere ikiye ayrılmakta ve
birinci tip fırınlar daha çok Saray'ın ekmek ihti­
yacını karşılamaktaydılar. 1 86 Bu fırınların yanı
sıra, ekmek çıkarmayıp yalnızca çörek, kata,
kadayıf, simit, gevrek, peksimet, lavaş, çakıl
fodula, gözleme, francala, Halep ve Şam böreği
yapan fırınlar da Eminönü'nde faaliyet göster­
mekteydiler. ı 87 !stanbul'un iaşesi içinde önem­
li bir paya sahip diğer bir gıda maddesi de pi­
rinçtir. Birinci derecede ithal pirinç Mısır'dan
getirtilmekte ı 88 ve yaklaşık 4 0e· kişilik bir tüc­
car zümresi bu alanda faaliyet göstermekte­
dir. ı 89 ikinci derecede önemli pirinç merkezi Fi­ Evliya Çelebi'nin anlattığı esnef alayları, imparatorluğun sahıp
bulunduğu iktisadigiiciin kutsal bir ayine dönüşerek lstanbul
libe'dir. Buradan ithal edilen kalitesi yüksek pi­ sokaklan111 şcnlendirmesiydi. Meslek /oncaları, tarihsel süreç içıiıdc
rinç, İstanbul ve Edirne'ye dağıtılmaktadır. ı 9o bu ayin halkasından koptukça, geleneksel şehıi hayan temellerinden
sarsılmaya başladı.
istanbul'un meyve ve sebze ihtiyacı ise kısmen
kendi bostanlarından sağlanmaktadır. iç pazarı
besleyen bu bostanlar Ortaköy' de enginar, Kanlıca, Ortaköy, Sütlüce, Kasımpaşa ve Üskü­
Maltepe'de lahana ve Langa'da çeşitli sebze dar gibi semtlerde gelişmiş bir sektördür. Peynir
yetiştirilmeye ayrılmıştır. Bunun yanı sıra ise pekçok türde hem İstanbul içinde imal edil­
Trakya'dan üzüm, Bursa'dan kavun, karpuz, mekte, hem de dışarıdan getirtilmektedir. Te­
taze soğan, Ege kıyılarından incir, Karade­ kirdağ ve Limni'den kaşkaval peyniri, Eflak ve
niz'den kiraz ve elma istanbul'un ihtiyacını Boğdan'dan tulum peyniri ve Eğriboz'dan te­
karşılayacak ölçüde getirilmektedir. Peynir ve kerlek peyniri gemilerle taşınarak İstanbul pa­
süt ürünleri de iç pazarda tüketilen ürünler ara­ zarına dağıtılmaktadır. ı 9 ı istanbul'un 1 6 . ve
sındadırlar. Yoğurt imali istanbul'da özellikle ı 7. yüzyıllardaki iaşesi içinde çözümü güç so-

İSTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESİ GÜNDELİK HAYAT 57


nelerde genellikle Acemioğlanları görev almış­
lardır. Salhanelerin çevresindeki başhaneler'de
ise kesilen koyun başları satılmaktadır. Başha­
neler gibi tabakhaneler de salhanelerin çevre­
sinde yerleşmişlerdir. öküz, keçi, sığır ve man­
da derilerinin işlendiği bu merkezler, şehrin
belli başlı debbağ esnafını da istihdam etmişler­
dir. İstanbul pazarına giren tavuk ise, Malkara,
Hayrabolu ve lzmit'ten getirilmekte ve Odun­
kapısı iskelesine indirilmektedir. ı 93 Tavuk ve
yumurtaııın en başta gelen müşterileri Saray ve
üst tabakadır. ı 94 Şehrin iaşesinde yer alan ba­
harat, Mısır'dan Venedikli tüccarlar tarafından
Esnqfahlakı, maddi ve manevi dünyaya ait değerlerin ideal bir
getirilmektedir. ı 95 Diğer mallar ise şöylece sıra­
karışım(Ydı. Bu karışımın kimyasını bozabilecek herhangi bir suç,
devletılı ideal cezas1111 da karşısında buluyordu. ideal cezanın esası, lanabilir: Sarımsak, tzmit'ten; limon, Sakız ve
caydırıcılık ı!kesine dayanmas(Ydı. Buyüzden suç işleyen esnqf dört İstanköy adalarıyla Mersin'den; zeytin, Edre­
duvar arasında değil, teşhir edilmek suretiyle halkın gözü önünde
cezalandırılırdı. mit'ten gemilerle taşınmaktadır. Yakılacak
odun ise lzmit, Yalova ve Gebze gibi yakın böl­
runlardan birisi, kesimlik koyun eti ve diğer gelerden temin edilirdi. Bu bölgelerin dışında,
hayvanların toplanıp şehre getirilebilmesiydi. halkın, kendi ihtiyacı için dağlarda ve orman­
Koyun toplama merkezlerinin başında Trakya larda odun kesmesi serbesti. ı 96 Giyim kuşam
ve civarı vardı. Makedonya, Eflak ve Boğ­ ve mefruşata ilişkin dokuma ürünlerinin ithali
dan'dan en kaliteli koyun cinsleri sağlanırdı. Avrupa'dan yapılmakta ve bu ticarette İstan­
Anadolu'dan ise Karaman ve Türkmen cinsi bul'un azınlık cemaatleri, aracı rolü oynamak­
koyunlar, lstanbul pazarında rağbet gören tür­ taydılar. Rusya'dan kürk, Londra, Venedik ve
lerdi. Klasik dönemde köylerden koyun topla­ Paris'ten ise değerli kumaş türleri yabancılar
ma ve İstanbul· a getirme işi celeb teşkilatına tarafından istanbul'a getirilip, aracı tüccarlara
verilmiştir. Bu teşkilat içinde çoğunluğu top­ satılmaktadır. ı 97
tancı tüccarlardan oluşan "yazılı" ve "gönüllü" Gündelik hayatın iktisadi yükü, esnaf ve
olmak üzere iki ayrı celeb zümresi vardır. ı 92 zenaatkar loncalarının omuzlarındadır. Lonca
Bu zümreler İstanbul 'un zengin tüccarlarından sisteminin gündelik hayat açısından önemini
meydana gelir ve isimleri kadılıklardaki celeb vurgulayabilmek için, şehirdeki asker ve ulema
defterlerine kaydedilirdi. Koyun ve diğer hay­ sınıfı dışında kalan tüm erkek nüfusun, bu ör­
vanların taşınması genellikle kara yoluyla ya­ gütler içinde yer aldıklarını belirtmek gerekir.
pılırdı. Şehrin salhaneleri, fetihten hemen sonra Loncaların manevi temelleri tarikatlar tarafın­
faaliyete geçmişler ve belli bölgelerde toplan­ dan belirlenmiştir. Başka bir deyişle esnaf lon­
mışlardır. ilk büyük salhane Yedikule'de açıl­ caları, tarikatların gündelik hayat pratiğindeki
mış ve bunu Eyüb Salhanesi izlemiştir. Salha- uzantılarıdır. Bu manevi temel üzerinde ahlaki

58 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


değerlerini inşa eden loncaların, aynı zamanda kendisine, başta İstanbul kadısı, Yeniçeri ağası
bu değerleri denetleyip, örgütü yozlaşmaya ve muhtesip gibi görevliler eşlik ederlerdi. Sad­
karşı koruyan birer yönetici kadroları da vardır. razamın narh denetimine, "Kola çıkmak" de­
Lonca yönetiminde söz sahibi olanlar, Şeyh, nirdi ve genellikle bu iş için Paşakapısı'ndan çı­
Nakib, Duacı, Çavuş, Yiğitbaşı ve Kethüda'dır. kılır, Hocapaşa-Bahçekapısı-Unkapanı güzer­
Lonca 'yı Saray' a karşı Kethüda temsil eder. ı 98 gahı izlenerek mevcut mallann kalitelerine ba­
ı 6. yüzyılın sonlarına doğru başgösteren ve et­ kılır, daha sama Zeyrek'ten Beyazıt'a gidilerek
kisini 1 7. yüzyılda da sürdüren fiyat artışları­ Divanyolu'nu takiben Paşakapısı'na geri dönü­
nın, ı 99 İstanbul iç pazarında neden olduğu ikti­ lürdü.200 Sadrazamın başkanlığındaki pazar
sadi dalgalanmalar, esnaf ve narh kontrolünü denetlemeleri genellikle önemli iktisadi kararla­
birinci derecede önemli bir devlet sorunu haline rın alınmasından önce, piyasanın nabzını yok­
getirmişti. Pazarın kontrolü, Sadrazamın gö­ lamak için yapılırdı. Denetimi lstanbul'da asıl
revleri arasındadır. Bu görevi yerine getirirken yürüten görevli Muhtesipti. Sadrazama karşı

Şeyhülislamlar, şehnn gündelik hayatmı dini kurallar llm(ye sm!fı mensupları, Müslüman cemaat içinde ıin
çerçevesinde düzenlemeyetkisine sahipti. Şer'i huku­ t(yazlı bir zümre meydana gerir(yorlardı. Bürokrasıiııiı
ku temsil eden bu zümre. 18. yüzyıla kadar gündelik nüvesini şekillendiren bu medrese çıkışlı kadı-olaı: ba
hayatın ağır temposunu, ellerindekiyetk(ye dayana­ zı köklü ulema ailelerinden gelmekte ve devletyöneıi
rak denetlediler. Ancak bu dönemden itibaren hızla­ mıiıin üst basamaklarındaki seçkinci grubun rcmc/ıiıi
nan tempo, kendi kurallanm yarattı ve şeyhülislam­ oluşrurınaktaydılar.
ların lstanbul'u eskiJetva mecmualarında kaldı.

İSTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESi GÜNDELiK HAYAT 59


Geleneksel bürokras(ye kabul edilen gençler, usta-çırak ı!işkisini paşa konaklanndayaşamışlar, bu mekanlarda ddab ve erkdn
görmüşler, intisap euikleriyöneticilen·n ma(yetinde Osmanlı coğrqfyasını dere tepe dolaşmış birer tecrübe sembolüydü/er.
Bürokras(ye, bu tecrübenin tarih içinde inşa eUiği toplumsal hqfizayön venjordu.

sorumlu olan bu görevli,201 kalitesiz mal satan, lığı, Sultan hocalığı, Süleymaniye müderrisliği
hile yapan esnafı cezanlandırma yetkisine de ve mevleviyet payeli kadılıklar, ulema sınıfın­
sahipti. Cezalar, genellikle para vezası ve so­ dan gelenlerin yükseldikleri stratejik mevkiler­
kak ortasında dayak atma biçiminde yerine ge­ dir. 204 Bu sınıf, kendisine tanınan toplumsal
tirilirdi. 202 ı 7. yüzyılda istanbul'un 15 ihtisap haklardan en iyi şekilde yararlanmış ve 1 6 .
bölgesine ayrıldığını görüyoruz. Bunlar sırasıy­ yüzyıldan itibaren içe dönük bir yapılanmayı
la, Tahtakale, Eksik, Taraklı, Ayasofya, Tavuk gerçekleştirrniştir.205 örneğin, müsadere usulü­
Pazarı, Kadıasker, Langa, Yedikule, Karaman, nün ulemaya uygulanmaması, bu sınıfın elinde
Edirnekapı, Balat, Unkapanı, R.ah-ı Cedld, Ak­ küçümsenmeyecek bir mal birikimine yol aç­
saray ve Cibali'dir.203 Bu bölgeler aynı zaman­ mıştır. Bunun sonucunda 1 6. yüzyıldan itiba­
da esnaf ve zenaatkar zümresinin yoğun ola­ ren belirli ulema aileleri gündelik hayat içinde
rak yaşadıkları semtlerdir. sivrilmişler ve bürokrasiye tamamen hakim ol­
1 6. ve ı 7. yüzyıllarda istanbul'un günde­ muşlardır. Bu dönemde şeyhülislamlık maka­
lik hayatında esnaf ve zenaatkar zümre kadar mına oturan yirmi şeyhülislamdan dördü, bu
güçlü bir diğer sınıf da ilmiyedir. Yönetim ka­ makamdakilerin oğlu ve torunu, beşi ilmiye ri­
tında birinci derecede söz sahibidirler. örneğin, calinin, biri bürokrasinin üst tabakasından dev­
Anadolu ve Rumeli kazaskerliği, İstanbul kadı- let adamının, biri de şeyh çocuğu olup yalnızca

60 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


dokuz kişi halk içinden çıkıp bu makama gele­ ve Sivasller mücadelesi olarak geçen tartışma,
bilmişktir.206 1 6. yüzyılda otuz yıl kadar şey­ her iki zümre arasındaki zihniyet farkını so­
hülislamlık yapan ve bu makamı karizmatik ki­ mutlaştıracak değerdedir. Kadızade Mehmed
şiliğiyle gündelik hayatın içinde adeta sembol­ Efendi ı 631 'de Ayasofya vaizliğine atanmış
leştiren Ebussuud Efendi' dir. Mesleki kariyerini ve bu görevi sırasında şeriatı en katı şekliyle
Kanuni döneminde yapmış,207 verdiği fetvalar­ uygulamak yolunda halkı etkileyici konuşma­
la, gündelik hayatın kültürel ve toplumsal çer­ lar yapmıştır.2 os Kadızade 'nin düşüncelerine
çevesini çizmiştir. 1 7. yüzyılda ise medrese ve karşı çıkan Abdülmecid Sivas! ve Abdülahad
ulema, gündelik hayatın toplumsal açılımlannı Nuri Efendiler ise tarikat ehlinin hoşgörüsünü
kavramaktan uzak bir çizgide kalmış, bu yüz­ dile getirmiş, gündelik hayatın insan yaşamına
den de tasavvuf ileri gelenlerinin eleştirilerine getirdiği yeni olanakları savunmuşlardır. Ara­
hedef olmuştur. Bu dönemde İstanbul halkının larındaki 1 6 maddelik tartışma konuları arasın­
da yakından izlediği, tarihimize Kadızadeliler da özellikle ikisi, gündelik hayatın yeni olu­
şumlarını yorumlamada medrese ve tasavvuf
ehli arasındaki karşıtlığı somutlaştırmaktadır.
Kadızade'ye göre o dönemde istanbul'da kulla­
nılmaya başlayan ve halk arasında hızla yay­
gınlaşan kahve ve tütün, şeriatça haramdır.
Abdülmecid Sivas! Efendi'ye göre ise bu mad­
deleri kullanmak haram değildir. ikinci konu
ise, doğrudan tarikatları ilgilendirmekte ve Ka­
dızade'ye göre zikr esnasında devran ve sema
yapmak günah sayılırken, Abdülmecid Efen­
di'ye göre bu tür dini pratikler "caiz"dir.209
Klasik dönem istanbulu'nda tarikatların
faaliyetleri, gündelik hayatı manevi yönden ta­
mam iyle kuşatmıştır. Mevlevilik, ııı. Mu­
rad'dan gördüğü yakın destek sayesinde örgü­
tünü genişleterek, 1 598'de yeniçeri katibi Mal­
koç Mehmed Efendi'nin Yenikapı'da yaptırdığı
ve istanbul'da Galata Mevlevihanesi'nden son­
ra gelen ikinci büyük dergaha sahip olmuş­
tur.2 1 0 Bu tekke kompleksi bir cami, bir ha­
mam, derviş hücreleri ve seıııahane·den ibaret­

Gündelik hayatın ruhuna sinen daya111şmacı ahlak


tir. 2 1 1 ilk şeyhi Kemal Ahmed Dede Efendi
anlayışı, dervişlerıiı eseriydı: Ayrıca imparatorluğun idi.2 12 Yenikapı Mevlevihanesi'nin istanbul'un
enJazla sryahat eden insan/an, dervişlerdı: Şehre her
gündelik hayatında kültürel ve siyasi açıdan
yeni gelen gönül insanı, gündelik hayata zenginlik
katanJarklı kültür hazine!enni de getinjordu. belirgin bir ağırlığı vardır. Mevlevihane, klasik

İSTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESi GÜNDELiK HAYAT 61


rumak amacıyla Yenikapı Mevlevihanesi'ne sı­
ğınmıştır.2 ı 6 istanbul'da kurulan üçüncü Mev­
levi tekkesi Kasım paşa Mevlevihanesi'dir.2 ı 7
Kurucusu ve ilk şeyhi Galata Mevlevihane­
si'nde de şeyhlik yapmış olan Abdullah Dede
Efendi'dir.2 1 8 Bu dergahı, 1 63 1 'de Derya Kap­
tanı Ohrili Hüseyin Paşa'nın yaptırdığı Beşiktaş
Mevlevihanesi izler.2 ı 9 ilk şeyhi, Mehmed Ha­
kiki Dede Efendi'dir.220
1 6 . ve 1 7. yüzyıllar boyunca lstanbul'daki
tarikat faaliyetleri giderek yoğunlaşmış ve gün­

lstanbu/'daki ılk Mevlevfleniı, Kalenderflik/eyakm ilişki/en· vardı. Di­ delik hayatın kültürel, siyasi ve iktisadi konu­
vane Mehmed Çelebi ve YusefSıiıeçdk gibi mutasavvJf/ar, Kalenderi larında devreye giren baskı gruplarını oluştur­
erkdm ile Mevlevi mistisizmıiıi bütünleştiren isimler olarak gündelik
hayattayer almışlardı. 17. yiizyılda Kalenderfliğıiı tanh sahnesıiıden muşlardır. Halvetilik, bu dönemde istanbul'un
çekilmes{yle şehir kültüründe bıraktığı boşluk ise, Mevlevflik biiırye­ en yaygın tarikatıdır. Yaygınlığını pekçok kola
sindeki Ehl-i beyt aşığı tasavvefzümresi tarefından dolduruldu.
ayrılarak, her sınıf içinde başarıyla örgütlenme­
si sayesinde kazanmıştır. Bu kollardan Gülşe­

dönem boyunca istanbul'daki belli başlı musiki niyye, Kanuni zamanında istanbul'a İbrahim

merkezlerinden birisidir ve bu alanda pekçok Gülşeni tarafından sokulmuş, Çıkrıkçılarba­

bestecinin yetişmesinde öncü bir rol oynamış­ şı'ndaki Atik İbrahim Paşa Camii, tarikatın ya­

tır. örneğin klasik musikinin dehalarından sa­ yılma merkezi olmuştur.221 Gene Kanuni'nin

yılan Itri, Yenikapı Mevlevihanesi'nden yetiş­ saltanat yıllarında Halveti şeyhi ü m mi Si­

miştir. Itri'nin dergahın dördüncü şeyhi el-Hac nan'ın kurduğu, Ahmediyye kolundan ayrılan

Ahmed Dede Efendi'ye ( 1 650- 1 6 7 1 ) intisap Sinaniyye tarikatı, Şehremiııi'ndeki tekkede fa­

ettiğini biliyoruz.2 1 3 Ahmed Dede Efendi' nin aliyete başlamıştır.222 ııı. Murad'ın yakın des­

Bektaşiliğe eğilimi olduğu ve Mevleviliğin rind teğini gören Şeyh Hüsameddin Efendi'nin Fa­

kolunu temsil ettiği, çevresindeki kültürel or­ tih ' teki Nişancı Mehmed Paşa Zaviyes i ' nde

tamdan anlaşılmaktadır. Bu dönemde Mevlevi­ yaygınlaştırdığı Uşşakiyye tarikatı da Halvetili­

haneler, aynı zamanda Saray 'a musiki hocası ğin önemli bir şubesidir. 1 7. yüzyıl başlarında

yetiştiren birer mektep işlevini de üstlenmek­ Halvetiyye'nin Ahmediyye kolundan ayrılan

teydiler. Itri, günlüğü 60 akçeden Enderun'a ve Şeyh Ramazan-ı Mahvi'nin temsil ettiği Ra­

hoca tayin edilmiştir.2 1 4 Siyasi açıdan ise Mev­ mazaniyye tarikatı Koca Mustafa Paşa semtin­

levihaneler gözden düşen devlet ricali için bir de gelişip, İstanbul içinde hızla yaygınlaşmıştır.

çeşit sığınaktır. Dönemin ünlü sadrazamların­ Havetiliğin önemli kollarından birisi de Siva­

dan olup Yenikapı dergahının ikinci şeyhi Do­ siyye tarikatıdır. 1 7. yüzyıl ortalarına doğru İs­

ğani Ahmed Dede'ye intisap eden Sufi Mehmed tanbul' da Şeyh Abdülahad Nuri tarafından

Paşa,2 ı s sert idaresi ve karıştığı bazı yolsuzluk­ temsil edilmiştir.223 Şeyh Karabaş-ı Veli' nin

lar nedeniyle görevden azledilmiş, kendini ko- öncülüğünde gelişen Karabaşiyye ise Halvetili-

62 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Gündelik hayatın toplumsal iletişim agı11da kahveha11eler, kültürel dokuyu mahalleden şehre doğru ge11işlete11 mekanlardı. Söz­
lü kültürü11, sohbet kalıbma döküldüğü bu mekd11/ardaki ah/dk ve s{yaset içenkli dedıkodl!Yll teneffüs etmek, bir bakıma lstan­
bu/'un 11abz1111 tutmak demektı:

ğin istanbul'daki en yaygın koll1'tlndan sayılır. delik hayatı birinci derecede etkileyen kültürel
istanbul'da en çok yaygın olduğu bölge üskü­ oluşumlarla tamamlamak için, eğlence türleri
dar'dır. Bu koldan ayrılan ve 1 7. yüzyıl sonla­ ve mekanlarını dikkate almak gerekir. Bu tür
rında Nasuhi Mehmed Efendi' nin geliştirdiği mekanların ortaya çıkması, 1 6. yüzyıldan iti­
Nasuhiyye tarikatı da Üsküdar Doğancılar'da baren toplum hayatının sivilleşme yönünde
yaygınlaşan önemli bir Halveti koludur. Kadır­ yaptığı büyük aşamayı kanıtlamaktadır. Daha
ga civarındaki Sokullu Mehmed Paşa dergahın­ önce İstanbul halkının cami, çarşı ve tekke üç­
da şeyhlik yapan Niyazi Mısri'nin kurduğu geni içinde sınırlı kalan dini hayat şekli, bu
Mısriyye tarikatı ile Halvetiliğin istanbul'daki yüzyıldan itibaren değişmeye başlamış, insan­
genel çerçevesi tamamlanmaktadır. Halvetilik ların toplanıp doğrudan diyalog kurabilecekleri
kadar önemli bir diğer tarikat da Aziz Mahmud yeni mekanlar açılmıştır. Bu tür mekanların ba­
Hüdai' nin kişiliğinde devlet ricalini etkileyen şında kahvehaneler gelir. ilk kahvehane Tah­
Celvetilik'tir.224 Üsküdar'da gelişmiş ve döne­ takale'de Hakem ve Şems adlı iki Arap tarafın­
min uleması tarafından da rağbet görmüştür. dan l 554- l 555'te açılmıştır.225 Tahtakale 1 6 .
Buraya kadar ana hatlarıyla çizmeye çalış­ yüzyılda istanbul'un belli başlı kozmopolit yer­
tığımız şehir yaşamının genel çerçevesini, gün- lerinden birisidir ve bu açıdan Galata 'yı andırır.

İSTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESİ GÜNDELİK HAYAT 63


lesi' ndeki eğlence biçimleri, başarılı bir şekilde
çizilmiştir. Seyirlik oyunlar ön plandadır. Med­
dah ve kıssahanlar, canbazlar, yılan oynatan­
lar, çeşitli okçuluk gösterisi sunanlar, buradaki
eğlence kültürünün niteliği üzerine fıkir ver­
mektedirler.226 işte ilk İstanbul kahvehaneleri
bu kültürel atmosfer içinde faaliyete geçmişler
ve kısa sürede yaygınlaşmışlardır. Bu kahve­
hanelerin müşterileri kimlerdi? Bu soruya bir­
birleriyle çelişen cevaplar verilmiştir. Tarihçi
Peçev!, ilk müşterilerin devlet ricalinden kimse­
ler olduğunu yazmaktadır.227 Karşıt görüşte
olanlar ise, müşterileri ayaktakımı diye nitele­
mekte,22s daha orta yol izleyenler de müşteri­
leri mahalle sakinleri ya da Müslüman cemaat
olarak genelleştirmektedirler.229 Bu konudaki
yaklaşımlar ne denli farklı olursa olsun, tstan­
bul'daki kahvehanelerin gündelik hayat içinde,
toplumun her kesimene açık birer kültürel ileti­
şim merkezi sayılabilecekleri kesindir.230 Kah­
vehaneler, gündelik hayatın kültürel dolaşımı
Meddahlığ111 efsane isimlerinden KızAhmed. Toplumsal eleştiri ile
içinde toplumsal iletişimin çok yönlü gerçekleş­
mizah111 kesiştiği noktada meddahın gündelik hayatı anlatma görevi
başlar, imparatorluk mozayiğinden devşirdiği hikdye kahraman/an mesini sağlarken , aynı zamanda istanbul'un
ise, kendisıni merakla dinleyen topluluğu meydana getinrdi. ilk kapalı genel eğlence merkezleri de olmuşlar­
dır. Hafız Hüseyin Ayvansarayi'nin ilk kahve­
Fakat bir farkla; Tahtakale'nin nüfusu daha hanelerin açılışına düşürdüğü "Kahvehane ma­
çok Arap, Acem, Hind ve Kuzey Afrikalılar'dan hall-i eğlence" tarih mısraı da bu mekanların
meydana gelmekte, bu etnik karışıma Avrupa eğlence kültürü açısından değerlendirildiğini
ve Uzak Doğu'dan çeşitli mallar getiren deniz­ kanıtlamaktadır.23 ı 1 6 . yüzyılda eğlence kül­
ciler de katılmaktadır. Bölge, her şeyden önce türünü temsil eden meslekler, esnaf loncaları
bir ticaret merkezidir. Bu tür merkezlerde görü­ içinde örgütlenmişler, bunlardan meddahlar
len kültür çeşitliliği Tahtakale 'yi, lstanbul'un gösterilerini kahvehanelerde sergilemişlerdir.
dış dünyaya açılan kapılarından birisi yapmış Tahtakale meddah kahveleri, kendi türleri için­
ve söz konusu zenginlik bölgenin kozmopolit de en eski olanlarıdır.232 Bu tür kahvehaneler,
nüfusu tarafından geliştirilerek, alt kültüre öz­ daha sonraki yüzyıllarda giderek yaygınlaş­
gü bir çeşit yaşam üslubu yaratılmıştır. Bu ya­ mışlar ve meddahların anlattıkları siyasi içerik­
şam üslubunun kökeninde eğlence kültürü ya­ li metaforik hikayeler, özellikle baskı dönemle­
tar. Latifı'nin kaleminden 1 6 . yüzyıl Tahtaka- rinde halkın tek haber kaynağı olmuşlardır.233

64 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


Kahvehane mimarisi ise 1 6. yüzyıldan itibaren özel oyuncu kolları da şenlikler içinde yer al­
her sınıfın kendi zevkine göre bir gelişim çizgi­ maktadırlar. Evliya Çelebi bu alanda faaliyet
si izlemiş, Yeniçeri kahveleri bu konuda alt­ gösteren ı 2 esnaf kolunu saymaktadır: Pehli­
kültürün fantastik iç dekorasyon anlayışını van Parpul Kolu, Ahmed Kolu, Şehir Oğlanı
zenginleştirerek sürdürmüşlerdir.234 Kapucuoğlu Osman Kolu, Servi Kolu, Baba
Klasik dönemde, halk arasında değişik Nazlı Kolu, Zümrüd Kolu, Çelebi Kolu, Akide
özelliklere sahip uyuşturucu maddeler de kulla­ Kolu, Cevahir Kolu, Patakoğlu Kolu, Haşune
nılmaktadır. Yeniçeriler, tarikat mensupları ve Kolu, Samurkaş Kolu.242 Bu şenliklerdeki gös­
gemiciler bu tür maddeleri kullanan zümrelerin teri biçimleri, düzenlenen Nahı! alayları243 ve
başında gelmekte, hatta üst tabaka bile kendi­ sportif etkinlikler, istanbul'un gündelik haya­
sini bu sınıflardan ayrı görmemektedir. Yaygın tındaki kültürel ve iktisadi potansiyelin somut
uyuşturucular maslak, hayranluk, esrar ve göstergeleri olarak değerlendirilebilirler.
berş (afyon) 'dir.235 Evliya Çelebi bize dokuz Klasik dönem, gündelik hayatın hemen
değişik türde keyif verici madde adı saymakta­ her yönüyle geleneksel kalıplar içinde yaşandı­
dır: Hab-ı Uşşaki, Hab-ı Ras!/f, Hab-ı Sefa, ğı, ticaretten kültüre, dinden estetiğe kadar ge­
Hab-ı Şj/a, Kakünç Habı, Hab-ı Cihanbahş, niş bir toplumsal etkinlik alanında, bu kalıpla­
Hab-ı Dilşad, Kısun ve Hab-ı Dilküşa .236 1 6 . rın gerektirdiği normlara uyulduğu bir tarih ke­
yüzyılın sonlarında İngiliz gemiciler tarafından sitidir. İstanbul, bu dönem içinde tarihsel kişili­
lstanbut·a getirilen tütün,237 halk arasında ve ğini kazanmış, gündelik hayatına karışan pek­
üst tabakada yaygınlaşmış ve bunu 1 7. yüzyı­ çok uygarlık ögesinden zengin bir toplum mo­
lın ortalarında enfiye izlemiştir.238 zayiği meydana getirmiştir. 1 8 . yüzyıldan iti­
Padişah şenlikleri, klasik dönemde günde­ baren bu mozayiğin eklem yerlerinden dağıl­
lik hayatın kültür profilini somutlaştırmaları maya başladığı bir geçiş sürecine girilmiş, 1 9 .
açısından dikkate değer toplumsal olaylardır. yüzyılda, özellikle Tanzimat'tan sonra büsbü­
Bütün bir şehir halkını birkaç hafta boyunca bir tün parçalanmıştır. 1 9 . yüzyılda lstanbul'un
kültürel organizasyon etrafında toplayan bu gündelik hayatı, farklı malzeme ve tekniklerle
şenlikler Atmeydanı ve Kağıthane'de yapılmış­ bu parçalanmış, olağanüstü mozayiği yeniden
lardır. İstanbul halkı ilk defa 1 490'da Atmey­ kurma çabalarının tarihidir.
danı'nda düzenlenen bir sünnet ve evlenme
düğünü şenliğine katılmış,239 bunu 1 530 yılın­ lscanbul /çı/ı Şehr-engiz,
daki şenlik izlemiştir. 1 539'da Kanuni'nin şeh­ İstanbul, ı 99 ı , s. 59-93.

zadeleri için düzenlettirdiği sünnet düğünü; At­


meydanı'nda gerçekleştirilmiştir.240 1 582 'de
lll. Murad'ın şehzadesi ııı. Mehmed için yaptır­
dığı şenlik, bu tür kamu eğlenceleri arasında en
görkemli olanıdır.24 ı Bu şenliklere katılan es­
naf loncaları, kendi mesleklerini yansıtan çeşit­
li gösteriler sunarlarken, halkı eğlendirmek için

İSTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESi GÜNDELiK HAYAT 65


1 O Örneğin Kemal Paşa mahallesinin merkezi mescid
Notlar
değil, türbedir. Bkz., lstanbul Vakflan Tahrir Def­
1 Bu konuda bkz., D. )acoby, "La population de Cons­
teri, 1 49, dn/2. Mescid ise daha sonra inşa ettirile­
tantinople a l'epoque Byzantine: un probleme de de­
rek türbeye eklenmiştir. H. Ayvansarayi, Hadika­
mographie urbaine", Byzantio n, XXXI, ( 1 96 1 ) , s.
tii 'l-Cevami, 1, lscanbul, 1 2 8 1 , s. 1 80. Elvanzade
8 1 - 1 09.
Mescidi mahallesi ise bölgedeki hamam nedeniyle
2 Schneider, 1 43S'teki veba salgınının büyük ölçüde
daha çok Azebler Hamamı mahallesi adıyla anılır.
nüfus kaybına yol açtığını söyleyerek, toplam nüfu­
lstanbul Vak!l/arı Tahrir Defl:en·, 1 9 1 , dn/ 1 .
sun 40-50.000 arasında olabileceğini ileri sürer: A.
1 1 Evliya Çelebi, Seyahatname, l , Dersaadet, ı 3 1 4, s .
M. Schneider, " I S. Yüzyılda lstanbul'un Nüfusu"
Belleten, XVl/6 1 , (Ocak 1 952), s. 39. Diğer tarafta� 1 14-1 15.
1 2 Aşıkpaşaziide, bu ters göç olayına dikkat çekmekte­
1 4 77- 1 4 78'de Kadı Muhiddin tarafından yaptınlan
dir: Tevarih-i Al-i Osman, 1 92 . Rum Mehmed Pa­
bir sayıma dayanarak mevcut 1 5 .000 meskün eve,
şa'nın "Mukataa" uygulamasında oynadığı rol hak­
hane başına 5 kişi tahmin edilerek, bunlara manas­
kında bkz., Mehmed Neşri, Kitab-ı Cihdn-niima, ıı,
tır, kilise, dükkan ve hanlarda ikamet edenlerin de
Ankara, 1 957, s. 71 ı .
eklenmesiyle 80.000'e varan bir nüfus toplamı elde
1 3 Fatih semti, Büyük v e Küçük Karaman olmak üzere
edilmiştir. F. Dirimtekin, " 1 453 Muhasarası Esna­
iki kısma ayrılmıştı. Büyük Karaman'da Laren­
sında Bizans'ın Nüfusu", TTOK Belleteni, No: 1 49,
de"den, Küçük Karamanda da Konya'dan gelen
(Haziran 1 95 4 ) , s. 6. Tarihçi Kritovulos'u kaynak
Müslüman nüfus iskan edilmiştir: Tevarih-iAl-i Os­
alan bir diğer incelemede ise, şehrin nüfusu 50-
man. 1 70; Hoca Sadeddin, Tacü 't-Tevarilı, lstan­
60.000 arasında gösterilmektedir. o. Nuri , "lstan­
bul, 1 2 79, s. 5 1 2; Seyahatname. ı, ı 1 4 .
bul 'un Nüfusu (1)", lstanbul Şehremaneti Mecmu­
1 4 Tevarih-i Al-i Osman, 1 73 ; Tdcii 't-Tevarilı, 5 1 7;
ası. No: 6, (Şubat 1 3 4 1 ) , s. 1 32 .
Seyahatname, ı, ı ı 4.
3 Nüfus politikasının gereği olarak uygulanan sürgün
ı 5 Tophane semtinde Sinop v e Samsunlular iskan edil­
yöntemleri için bkz., Ö. L. Barkan. "Osmanlı lmpa­
mişlerdi. Bkz., Seyahatname, ı, ı 1 4 . Buradaki top
ratorluğu'nda Bir iskan ve Kolonizasyon Metodu
dökümhanesi ve Humbaracı kışlası, nüfusun yo­
Olarak Sürgünler", iktisat Fakültesi Mecmuası, Xl
ğunlaşmasına neden olmuştur. E. H. Ayverdi, Fatih
( 1 9 5 1 ) ; xııı ( 1 953); xv ( 1 955).
Devri Sonlannda lsranbul Malıallelen; Şelıniı iska­
4 Tursun Beğ, Tarih-i Ebu 'l-Feth, lstanbul, 1 330. s.
nı ve Nijfusu. Ankara. ı 958, s. 79. Ayrıca daha
60. Müslüman tüccarların lstanbul'a sürgünü konu­
sonra Fındıklı da bu bölgede Tophane ve Kabataş
sunda aynca bkz .. Aşıkpaşazade, Tevarih-i Al-i Os­
gibi tipik bir Müslüman yerleşimi gönünümü kazan­
man, lstanbul, 1332 s. 1 73; lbn-i Kemal. Tevarih-i
mıştır. C. Orhonlu, "Fındıklı Semtinin Tarihi Hakkın­
Al-i Osman (VII. Defter) , Ankara, 1 957.
da Bir Araştırma", Tanlı Dergisi, VIUI O, ( 1 95 4 ) , s.
5 Arap tarihçi lbn lyas'ın bu yorumu için bkz., ö. L.
6 1 -78; vııuı ı - 1 2 , ( 1 955) , s. s t -70.
Barkan - E. H. Ayverdi, lstanbul Vak!flan Tahrir
16 Cibali'nin Müslüman nüfusu, üsküp kökenlidir. Se­
Defteri, lstanbul, 1 970, s. Xlll-XIV.
yahatname. ı, ı 1 4 .
6 Tarih-i Ebu 'l-Feth, s. 1 57; Kritovulos, Tarih-i sul­
1 7 Ayasofya, lstanbul'da kurulan ilk nahiyelerdendir.
tan Mehmed Han-ı Sani, lstanbul. 1 328. s. 83. Mo­
Seyahatname, ı, ı 1 4 .
ra seferinden sonra, 1 458 sonbaharında ise gene
1 8 Çarşambalılar fetihten önce Osmanlı idaresindeki Si­
aynı yöncemle pekçok Rum zenaatkar lstanbul'a
nop ve Samsun·dan göç ettirilen halkla birlikte ls­
yerleştirilmiştir: A. Zakythinos, Les despotat Grec
canbul'a geldiler. E. H. Ayverdi, a.g e., 78, Mahalle
de Morıfe, ı, Paris, ı 932. s. 260'tan nakil, Selahattin
ı 4 74 'te inşa edilen Beyceğiz Mescidi etrafında şe­
Tansel, Osmanlı Kaynaklarına Göre Fatih Sultan
killenmiştir. Hadika, 1, 60; T. öz , !stanbul Camı/en·'
Mehmed'in Siyasi ve Askeri Faaliyeti. Ankara,
1, Ankara, 1 962, s. 36.
1953, s. 155.
19 Sur dışında gelişen bu önemli Müslüman semti, Bur­
7 Osman Ergin, Fatih imareti Vaijijesi. İstanbul,
sa·dan göç ettirilen halkla iskan edilmiştir. Seyahat­
1 945, s. 1 6.
name. ı, ı ı 4 . Bölgenin dini açıdan önemi, Mu­
8 Tiiciziide Cafer Çelebi. Malırüsa-i lsranbul Fetilına­
Humayün döneminde lstanbul kuşatmasına katılan
mesi, lstanbul, 1 33 1 , s. 24.
Eyüb el-Ensari'nin burada gömülü olmasından kay­
9 Osman Ergin, Tiirk{ye'de Şehircıliğin Tanhi fnkişa­
naklanır. 1 49S'da ilk şekliyle yapımı tamamlanan
.fi, lscanbul, 1 936, s. 1 03.

66 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Eyüb Sultan Camii, semtin dini bir merkez etrafında Kömürciyan, a.g. e., 2 1 .
oluşmasını sağlamıştır. Hadika, 1, 243; Fatih Sul­ 3 5 Kritovulos, a.g. e., 1 28; Seyaharname, 1, 1 1 4 .
tan Mehmed fi Va/efıjeleri, Ankara, 1 938, ( 1 O) 3 6 E . H. Ayverdi, a.g. e., 79.
3 1 5- ( 1 7) 3 1 7. 37 A. Refik, Hicri Xf. Asırda /stanbu/ Hayatı, lstan­
20 Kabataş semti, Çizmeciler Tekkesi etrafında geliş­ bul, 1 93 1 , s. 1 0 .
mesi nedeniyle tipik bir örnektir. Hadika, II, 85. 38 1. H. Uzunçarşılı, " lstanbul ve Bilad-ı Selase Denilen
2 1 Kuruçeşme'de yalnızca Tezkireci Osman Efendi Eyyı'.ip, Galata ve Üsküdar Kadılıkları" , !stanbu/
Mescidi etrafında Müslüman mahallesi vardır. E. H. Enstitüsü Dergisi, lll ( 1 957), s. 26.
Ayverdi, a.g. e. . 79. 39 W. Müller-Wiener, Bıldlexikon zur ropographie ıs­
22 E. H. Ayverdi. a.g.e., 79. tanbuls, Tübingen, 1 977, s. 345.
23 Paşmakçı Şücaeddin Mescidi çevresinde Müslüman 40 Bedesran-ı Atik adıyla bilinen bu ticaret merkezinin
yerleşimi vardır. E. H. Ayverdi, a.g. e.. 79. eski bir Bizans yapısı olduğu iddialarına karşı, bina­
24 il. Mehmed döneminde üsküdar'daki Müslüman nın il. Mehmed döneminde inşa edildiği hakkında
ahalinin iskanı için bkz., 1. H. Konyalı, Abideleri ve bkz. Dukas, Bizans Tannı', lstanbul, 1 956, s. 2 1 O;
Kitabeler(yfe Üsküdar ranhi, ı. lstanbul, 1 977, s. Kritovulos, a.g. e., 60; Seyahatname, l, 506; E. Te­
29. kiner, "lstanbul'da Kapalı Çarşı", rTOK Belleteni,
25 Fener Rumlan'nın önemli bir bölümü Mora ' dan göç (Mayıs 1 94 9 ) , s. 6; E. H. Ayverdi, Farın Devri Mi­
ettirilmiştir. Kritovulos, a.g. e., 1 23 - 1 2 5 . Schne­ marisi, lstanbul, 1 953, s. 398-407; G. özdeş, Türk
ider'e göre buradaki Muchliotissa Kilisesi'nin adı Çarşılan, lstanbul, 1 954, s. 3 1 ; G. Goodwin, A His­
Mora'daki Muchlion'dan gelmektedir. Bkz .. Schne­ tory qfthe Ottoman Architecture, Landon, 1 9 7 1 , s.
ider. a.g. m., 42. Trabzon·un alınmasından sonra da 332.
bir miktar Rum nüfus Fener'e yerleştirilmiştir. Bun­ 4 1 Bizans ticaret merkezinin Çemberlitaş etrafında
lar arasında özellikle askeri sınıfa mensup zengin odaklandığını öne süren bir değerlendirme için bkz.,
aileler dikkati çekmektedirler. H. inalcık, "Mehmed R. )anin, Constantinople byzantine, Paris, 1 950, s.
11", /slam Ansiklopedisi, Vll ( 1 988), s. 520. 96-1 00.
26 Eremya Çelebi Kömürciyan, lstanbul ranni, lstan­ 42 Sandal Bedesteni'nin inşa tarihi tartışmalıdır. 11.
bul, 1 988, s. 1 8 ; E. H. Ayverdi, a.g.e .. 77. Mehmed dönemi yapısı olduğuna ilişkin görüşler
2 7 Yedikule Rumlan, ana dilleri Türkçe olan Ortodoks­ vakfiye kayıtlarına dayanır. Bkz., Fatın Mehmed fi
lardır. E. Ç. Kömürciyan, a.g.e .. 2; H. Dernschwam. Va/efıyeleri, Ankara. 1 938. s. 209; Seyahatname, l,
lstanbul ve Anadoluya Seyahar fünlüğü, Ankara, 6 1 7; E. H. Ayverdi, a.g. e. . 404. Diğer yandan bina­
1 988, s. 78. nın 1 5 1 5 yangını sonucu (bkz .. A. M. Schneider,
28 Vakfiyelerde Edirneli Yahudiler Mahallesi olarak ge­ "Braende in Konstantinopel", Byzantinische Ze­
çen bu bölge, daha sonra Şeyh Mehmed Geylani itsclırjft, 4 1 , 1 94 1 . s. 382-403) harap olmasından
Mahallesi içine alınmıştır. E. H. Ayverdi, a.g. e., 1 8 . sonra yeniden inşası dikkate alınarak Kanuni döne­
29 Yahudiler. Balat'ın daha çok sahil kesiminde iskan mi yapısı sayılabileceği de ileri sürülmüştür. W.
edilmişlerdir. iç kısımlara doğru Ermeni ve Rum nü­ Müller-Wiener, Bildlexikon, 346. Yapının tarihçesi
fus yoğunluk kazanır. E. Ç. Kömürciyan, a.g. e., 1 9 . için bkz., M. Cezar, 'l)'pical Commercial Bui/dings
3 0 E. Ç. Kömürciyan. a.g.e., 1 9 ; E. H . Ayverdi, a.g. e., ef the Ottoman C/assica/ Period and the Ottoman
77. Construction System, lstanbul. 1 983, s. 1 78- 1 8 1 .
31 lspanya'dan kovulan Yahudi cemaatinin istan­ 4 3 Seyahatname, l , 432.
bul'da yerleştiği bölgelerin başında Hasköy gelir. 44 A. S. Ülgen, Constantıiıople. Duniıg the Era efMo­
Seyahatname. ı. 4 1 3-4 1 4 ; O Ergin, lstanbul Şehir hammed rhe Conqueror (1453- 1481) , Ankara.
Rehben', lstanbul, 1 934, s. 1 6 1 . 1 939, s. 24, dn/59.
3 2 Schneider, a.g. m., 43; E . H . Ayverdi, a.g. e. . 77. 45 A. S. Ülgen, a.g. e. . 25, dn/62.
Sulumanastır'ın Ermeni halkını Tokat ve Sivas'tan 46 Fatih Mehmed il Va/efıyelen·. 77.
göç ettirilenler oluşturur. Seyaharname, l, 1 1 4 . 4 7 Fatın Mehmed ıı Va/efıyeleri. 75.
3 3 Kumkapı'da Ermeni nüfusunun yoğunlaşması, 48 E. H. Ayverdi. a.g. e., 396; C. Gurlitt. Die Baukwısı
1 64 1 'de Ermeni Patrikhanesi'nin buraya naklinden Konstantinopels, Berlin, 1 908, s. 62; C. Güran.
sonradır. Türk Hanlannın Gelişimi ve !stanbul Han/an Mi­
34 Ermeni çingenelerinin yerleştikleri bölgedir. E. Ç. marisi. Ankara, 1 978, s. 83-85.

lSTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESİ GÜNDELiK HAYAT 67


49 1 592 tarihli bir fermanda adı geçmekte olup Mah­ 63 Hadfka, 1, 1 9 1 ; A. S. Ünver, ··Mahmud Paşa Vakıfta­
mud Paşa camii vakıfları arasında gösterilmektedir. n ve Ekleri" , VakJflarDergisi, iV ( 1 958), s. 65-76.
A. Refik, a.ge., 1 0. 64 Şeyh ve dervişlerin gündelik hayatta oynadıklan ta­
50 Ayasq,6'a Tahrir Deften·. M. Cevdet yazmaları, No: rihsel rol için bkz., Ö. L. Barkan, '"Kolonizatör Türk
64, s. 1 60. Bu yapının Balkapanı Hanı olabileceği­ Dervişleri", VakJflar Dergisi, 11 ( 1 942), s. 279-384.
ne ilişkin bkz., A. S. Ülgen, a.g e. , 29, dn/83. 65 A. Gölpınarlı, Mev/dnddan Sonra Mev/evflik, !stan­
5 1 A. S. Ünver, Fatih 'in Oğlu Bayezid'in Suyolu Hari­ bul, 1 983, s. 33 7.
tası Dolayısıyla 140 Sene önce Jstanbu/, !stanbul, 66 Fatılı Mehmed il Vaijiyelen·, 259-260.
1 945, Lev: 3. 6 7 Hadfka, il, 42; M. Raif, Mir'at-ı lstanbu/, !stanbul,
52 A. Refik, a.g e., s. 40. 1 3 1 4, s. 400; Bandırmalızade A. Münib, Mecmüa-i
53 Fatih Mehmed il Vaifiyeleri, 9 ı; A. S. Ülgen, Tekdyd, !stanbul, 1 308, s. 4.
a.g e., 27, dnl73. 68 Zakir Şükri Efendi, Die lstanbuler Derwischkon­
54 Ayasq,6'a Tahrir Defteri, 1 60. Rumeli Beylerbeyi vente und ihre Scheiche, Freiburg, 1 980; Ş. Akba­
Hadım Süleyman Paşa'nın vakfından olan bu han, tu, "lstanbul Tekkeleri Silsile-i Meşiiyihi (11)", Is/dm
1 489'da "Kervansaray-ı Usera" adıyla tanınıyordu. Meden(yeti, V/ 1 (Ocak 1 9 8 1 ) , s. 83.
iki katlı yapının 52 odası vardı; yıllık geliri ise 69 Tarih -i Selanikf, lstanbul, 1 2 8 1 , s. 345.
1 9 .500 akçeye yakındı. C. White, Three Years in 70 1. H . Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkildtından
Constantinople or Domestic Manners qf ehe Turks, Kapıku/u Ocaklan, ı, Ankara, 1 943, s. 1 48-1 49.
11, London, 1 845, s. 280. 7 1 Hammer, Devlet-i Osman(yye Tarihi, 1 , İstanbul,
55 S. Eyice, "Elçi Hanı", Tanlı Dergisi, No: 24 ( 1 9 70) , 1 329, s. 200.
s. 93- 1 30; Busbecq, Türk Mektupları, lstanbul, 72 ). K. Birge, The Bektashi Order qfDervishes, Lon­
1 939, s. 123. don, 1 937, s. 56.
56 Fütüvvet geleneği, Müslüman esnafın manevi dün­ 73 Bektaşiliğin Balını Sultan'dan sonraki postnişinleri
yasını içten kuşatan bir değerler sistemidir ve yal­ ve Babagan kolunu temsil edenler için bkz., Ahmed
nızca bu zümrenin örgütlenmesinde dini, ahlaki bir Rifat, Mıi"'atü 'l-Makdsıd, lstanbul, 1 293, s. 1 8 7-
rol oynamıştır. Loncalar ise meslek kategorilerine 188.
göre örgütlenmiş birlikler olup, idari açıdan merkezi 74 T. Yazıcı, "Fetih'ten Sonra İstanbul'da ilk Halveti
otoritenin denetimi altındadırlar. S. F. Ülgener, ikti­ Şeyhleri'", lstanbu/ Enstitüsü Dergısi, 11 ( 1 956) , s.
sadi Çözülmenin Ah/dk ve Zihn(yet Düııyası, İstan­ 9 1 ; M. Tahir, Osmanlı Müellj/leri, 1, İstanbul, 1 333,
bul, ı 98 ı , s. 34; "Der Beyan-ı Kanunname-i Osma­ s. 5 1 .
ni'", Belgeler, Xll/ 1 6 ( 1 987), s. 35-40. 75 Koca Mustafa Paşa Dergahı şeyhleri için bkz., Ziikir
5 7 Esnaf loncalarının Bizans döneminde de aynı çarşı­ Şükri Efendi, a.g.e., 2 .
larda etkinlik gösterdikleri bilinmektedir. Enıinö­ 76 Hadfka, 1, 1 62 ; S. Eyice, "lstanbul'daki Koca Mus­
nü'nde tahıl, Ayasofya'da balmumu, Konstantinos tafa Paşa Camii ve Onun Osmanlı-Türk Mimarisin­
Forumu çevresinde de fırıncılar loncası bulunmak­ deki Yeri"', Tanlı Dergısi, V/8 ( 1 953), s. 1 57.
taydı. Bu gelenek Osmanlı döneminde de sürnıüş­ 77 H. ). Kissling, "Osmanlı lmparatorluğu"nda Tarikat­
rür. M. F. Köprülü, Bizans Müesseseleniıin Osman­ lanıı Sosyoloji ve Pedagoji Açısından Rolleri", Tanlı
lı Müesseselerine resin·, İstanbul, ı 98 1 , s. ı 95. ve Toplum, lV/20 ( 1 985), s. 60.
58 T. öz. a.g.e., 56-59. 78 Osmanlı Müellj/leri, 1, 78; T. Yazıcı, a.g. m . , 9 7 -
59 Fatih medreselerinin kuruluş ve eğitim yöntemleri 1 04 .
hakkında bkz., 1. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti­ 79 K. Kufralı, "Molla ilahi ve Kendisinden Sonraki
nin ilm(ye Teşkilatı, Ankara, 1 965, s. ı ı -3 1 . Nakşbendiyye Muhiti", Türk Dili ve Edeb(yatı Der­
60 Çukur Hamam (Irgatlar Hamamı) olarak bilinen bu gısi, 1111 1 -2 ( 1 949). s. 1 2 9- 1 5 1 .
yapı, !stanbul'da inşa edilen ilk hamamlar arasında 8 0 Tarılı-i Nişancı, lstanbul, 1 2 79. s . 1 9 1 .
yer alır. Seyahatname, ı, 330: H. Glück. Die Bdeder 8 1 Edirnekapısı Nakşbendiyye tekkesi için bkz., Zakir
Konstantinopels. Wien, 1 92 1 , s. 6 1 . Şükri Efendi, a.g e., 54.
6 1 M . Çağatay Uluçay, '"İstanbul Saraçhanesi ve Sa­ 82 E. B. Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarılıi, İs­
raçlarına Dair Bir Araştırma·· Tanlı Dergisi, 11115-6 tanbul, 1 964, s. 448.
(Eylül 1 9 5 1 -Mart 1 952) , s. 1 4 7- 1 64 . 83 H. inalcık, Fatih Devn· üzerinde Tetkikler ve Vesi­
62 Hadfka. 1 , 1 04. kalar, Ankara, 1 954 . s. 1 32.

68 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


84 1. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşki­ 1 04 Seyahacname, 1, 4 1 7; 1. H. Uzunçarşıtı, Osmanlı
latı, Ankara, 1 945, s. 44. Devletinıiı Merkez ve Bahrıje Teşkilatı, Ankara,
85 Saray hayatının tüketim potansiyeli için bkz. ö. L. 1 948, s. 397.
Barkan, "İstanbul Saraylanna Ait Muhasebe Def­ 105 Bu tür yapılardan Kapıüstü Mescidi ve Divanhane
terleri"', Belgeler, IX/ 1 3 , ( 1 979), s. 1 -380. Mescidi için bkz., Hadik a, il, 1 2 - 1 4 .
86 Hammer, a.g.e., ıv, 28 1 ; M. Cezar, "Osmanlı Dev­ ı 0 6 Seyahacname, ı , 4 1 6-426.
rinde İstanbul Yapılannda Tahribat Yapan Yangın­ ı 07 E. ç. Kömürciyan, a.g.e., 33-34.
lar ve Tabii Afetler", Türk Sanatı Tarıhi Araştır­ 108 V. Mirmiroğlu, Fatıh Sultan Mehmed Devrıiıe Ait
ma ve lncelemelerı·, 1, ( 1 963), s. 382-383. Şehrin Vesikalar, lstanbul, 1 945, s. 53.
yeniden inşa çalışmalan için bkz., z. Orgun, 1509 109 S. Eyice, Galata ve Kulesi, İstanbul, 1 969, s. 1 4 .
(Hicri 9 1 5) Senesinde lsta nbul'u Baştanbaşa 1 1 0 E . H . Ayverdi, a.g. e., 8 1 .
Harap Eden Zelzelede Şehri Tamir için Alınan ı ı 1 E . Ç. Kömürciyan, a.g. e. . 36.
Tedbirler, İstanbul, 1 94 1 . 1 1 2 Bu mahalleler, sur içi İstanbulu'ndaki gibi mescid
8 7 E . H . Ayverdi, Fatih Devri Sonlarında !stanbul çekirdeği etrafında şekitlenmişlerdir. Cemaat oluş­
Mahal/elen·, 82. turan dini yapılar arasında Arap Camii, Mahmud
88 F. Braudet, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, 1, İstan­ Paşa Camii, Yağ Kapanı Camii ve Karaköy Camii
bul, 1 989, s. 232. saytlabilir. Bkz., Seyahatname, ı, 430-43 1 .
89 F. Braudel, a.g. e., s. 1 82 . 1 ı 3 Seyahatname, ı , 4 3 ı .
90 1 52 0 - 1 535 yıllarını kapsayan nüfus verileri için 1 1 4 Galata'nın rıhtımı otan Karaköy, adını Karay Ya­
bkz., ö. L. Barkan, "Essai sur !es donnees statisti­ hudileri"nden atmıştır. Bkz., S. Şişman, " İstanbul
ques des registres de recensement dans l'Empire Karaylan", lstanbul Enstitüsü Dergisi, III ( 1 95 7 ) ,
Ottoman aux xve etıcvıe siecles " , J. E.S.H. O., 11 1 , s. 99.
(Ağustos 1 957). s . 20. 1 15 A. Gatland, lstanbu/'a Ait Günlük Anılar (1672-
91 Schneider, a.g.m., 45. 1673) , il, Ankara, 1 9 73, s. 4.
92 R. Mantran, 17. Yüzyılın ikinci Yarısında !stan­ 1 1 6 E. Ç. Kömürciyan. a.g.e., 38; w. Foster. rlıe rra­
bul, 1, Ankara, 1 986, s. 48. vels qf/ohn Sa nderson in the levant (1584-
93 O. Nuri, ··tstanbul'un Nüfusu (!)"', !stanbul Şehre- 1602) , Landon, 1 93 1 , s. 1 84 ; A. N. Kurat, Türk­
maneti Mecmuası, No, 6, (Şubat 1 3 4 1 ) , s. ı 35. lngiliz Münasebetlerinin Başlangıcı, Ankara,
94 E. H. Ayverdi, a.g. e., 84. 1 953, s. 5 1 .
'/.
95 !stanbul Vak!/ları Tahrir Defte , lstanbul 1 9 70. 1 1 7 T . Reyhanlı, lngiliz Gezgıiılerine Göre 16. Yüzyıl­
96 M. Münir Aktepe, "XVII. Asra Ait İstanbul Kazası da lstanbul 'da Hayat (1582 - 1 599) , Ankara,
Avarız Defteri"', lstanbul Enstitüsü Dergisi, III, 1983, s. 24.
( 1 95 7 ) , s. 1 1 4 . 1 1 8 W. Foster, a.g.e. . 1 -35.
9 7 O. Ergin, Türkiye'de Şehirciliğin Tarihi lnkişefı, 1 1 9 T. Reyhanlı, a.ge., 26; w. Foster, a.g. e., 30 1 .
İstanbul, 1 936, s. 1 03. 120 Tanh-i Raşid, ı , lstanbul. 1 282, s. 1 86; Tarih-i
98 Taşköprizade Ahmed Efendi, Mevzı1atü 'l- Ulı1m, Vas!f, 1, 40.
il, İstanbul, 1 3 1 3 , s. 654; A. Refik. Onuncu Asr-ı 1 2 1 Galata'nın topografık özellikleri için bkz., A. M.
Hicrf'de lstanbul Hayatı (1495-1591) , İstanbul, Schneider - M. ıs. Noınidis, Galata Topograplıisc­
1 93 1 , s. 1 45-1 46. he-Arclıdologisclıer Plan mit Erkautenıdem Tcxı,
99 O. Nuri, Mecelle-i Umı1r- ı Belediyye, ı, İstanbul, lstanbul, 1 944; S. Eyice, '"Galata Hakkında iki Ki­
1 338, s. 965. tap ve Bu Münasebetle Bazı Notlar'·, Tarıh Detgi­
1 00 O. Ergin, Türkiye'de Şehirciliğin Tarihi lnkişijı, si, 111 ( 1 949), s. 2 0 1 - 2 1 9 .
1 20. 122 C. Esad Arseven, Eski Galata ve Binaları. lstan­
1 0 1 Haliç'in tarihsel gelişimi için bkz., s. Eyice, "Ta­ bul, 1 989, s. 5 1 -63.
rihte Haliç", /Tü inşaat Fakültesi Haliç Sempoz­ 1 23 Seyalıamame, 1. 434. Diğer meslekler ise tüccar­
yumu, İstanbul, 1 9 75, s. 263-307. lık. sanatkfülık, nıaragozluk ve kalafatçılıktır.
1 02 S. Abaç, Kasımpaşa 'nın Tarıhçesi, İstanbul 1 935; 1 24 Latifi, Evsij'.ı /scanbul, lstaııbul, 19 77, s. 5 7 .
S. Eyice, "Tarih içinde İstanbul ve Şehrin Gelişme­ 1 25 1 5 73 tarihli şarap yasağı i ç i n bkz . , A. Refik.
si", Atatürk Kor!feransları, Vll , Ankara, 1 980, s. a.g. e., 49.
1 1 7. 1 26 H . Derııschwam, a.g.e., 1 1 9; ) . Thevenot, 1655
1 03 Hammer, a.g.e., lV, 245. 1 656 'da Türkiye, 1 9 78, s. 90.

İSTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESİ GÜNDELİK HAYAT 69


ı 2 7 M. Erdoğan, "Arşiv Vesikalarına Göre lstanbul Ba­ 1 59 Seyahatname, ı. 467; E. Ç. Kömürciyan, a.g. e.,
ruthaneleri " , lstanbul Enstitüsü Dergisi, i l 47; M. Erdoğan, a.g. m . . ı 77-1 78.
( 1 956) , s. 1 1 5- 1 38. ı 60 G. A. Evyapan, Eski Türk Bahçe/en· ve özellikle
1 28 M. Münir Aktepe, "Kağıdhane'ye Dair Bazı Bilgi­ Eski lstanbul Bahçe/en°, Ankara, ı 972, s. 22.
ler", lsmail Hakkı Uzunçarşıl(ya Armağan, An­ 16ı Naima Tarını» ili, lstanbul, ı28 1 , s. ı 60: M. C.
kara, ı 976, s. 338-339. Atasoy, Kandilli'de Tarın. !stanbul, 1 982, s. 1 7-
1 29 Seyahatname, 1, 482-484. 19.
1 30 Musahipzade Celal, Eski lstanbul Yaşayışı, lstan­ 1 6 2 Tarın-i Raşid, 1, 1 34 ; E. Ç. Kömürciyan, a.g. e.,
bul, 1 946; Mecelle-i Umür-ı Beled{)ye, 1, 582. 47.
131 E. Ç. Kömürciyan, a.g.e., 3 ı . 163 Seyahatname, ı, 468; E. Ç. Kömürciyan, a.g. e.,
ı32 Tann-i Peçevi, 1 , lstanbul, ı283, s . ı ss; M . Münir 47; M. Erdoğan, a.g.m., ı 76-1 77.
Aktepe, a.g. m., 340. 1 64 E. H. Ayverdi, a.g.e. . 69-82.
ı 33 M. Erdoğan, "Osmanlı Devrinde lstanbul Bahçele­ 1 65 Seyahatname, ı , 472.
ri", Vak!flar Dergisi, iV (ı 958), s. ı 70. ı 66 T. öz, a.g.e., il, 56.
1 34 Seyahatname, ı, 448; E. Ç. Kömürciyan, a.g. e., ı67 Caminin kitabesi için bkz., Hadika, il, ı 86-ı87;
39; Hadika, il, 69; M. Erdoğan, a.g. m., ı 70. A. Kuran, "Üsküdar'da Mihrimah Sultan Külliye­
1 35 Beşiktaş sahilsarayı için bkz., Ahmed Vasıf Efen­ si", Boğaziçi üniversitesi Dergisi, il ( 1 9 75), s.
di, Mehdsinü'I Asar ve Hakdikü'l-Ahbdr, lstan­ 43-72.
bul, ı 978, s. ı 40- ı 4 ı . 1 68 Hadika, il, ı 9 1 - 1 94.
1 36 Seyahatname, 1, 449; Hadika, il, 9 1 . 169 Seyahatname, 1, 473; Hadika, ı ı , ı 96; Naima Ta­
1 3 7 E . ç . Kömürciyan. a.g. e., 39. rihi, il, l ı 2 ; H. K. Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdayi
1 38 Silahdar Tannı» ı, lstanbul, 1 928, s. 732. ve Celvetıjye Tarılwtı, lstanbul, 1 980, s. 246-248.
1 39 E. Ç. Kömürciyan, a.g. e., 4 1 . ı 70 R. Mantran, a.g. e., ı. 83.
ı 4 0 Seyahatname, ı , 4 5 ı . 1 71 Seyahatname, ı, 4 75; R. Mantran, a.g.e. . ı. 83.
ı 4 ı R. Mantran. a.g. e. . ı . 85. ı 72 E. Ç. Kömürciyan, a.g. e., 49.
ı 42 Hadika, il, 1 24. ı 73 Seyahatname, ı . 1 4 7; Hadika. 1 , 1 4 ; H. Eldem,
ı 4 3 Seyahatname, ı. 452; M. Erdoğan, a.g. m., 1 8 ı ­ Camilerı·miz, lstanbul, ı 932, s. 49; T. öz. a.g. e. .
ı 82 . 1, 1 29 - 1 30; P. Karahasan, "İstanbul Sultan Selim
ı 4 4 Seyahatname, ı . 455-456: E . ç. Kömürciyan, Camii Hakkında'', Sa11at Tanhi Yıllığı, 1 ( 1 964-
a.g. e., 42. 1 965) , s . 1 83- 1 87.
145 Seyahatname, ı. 484; Hadika. il, 1 34 - 1 36. 1 74 Hadika, ı. 1 5; T. öz. a.g.e., ı. 1 3 7- 1 38; A. Saim
ı46 Seyahatname, 1, 457. Ülgen, "Şehzade Camii ve Heyeti", Mimarlık, No:
ı 4 7 E. Ç. Kömürciyan, a.g.e., 46. 5-6 ( 1 952), s. 1 3- ı 6.
148 Seyahat11ame, ı . 494. 1 75 Hadika, 1, 1 6- 1 8; T. öz, a.g. e., 1, 1 3 1 - ı 35; A.
ı 49 C. Rüşdü, "Eski Zamanlarda Türk Bahçeleri'', ik­ Kuran, Mimar Si11a11, lstanbul ı 986, s. 73-90; Ü.
dam, No: 6976 ( ı 3 Temmuz ı 332); M. Erdoğan, Bates, "The Patronge of Sultan Süleyman: The Sü­
a.g. m., ı 79-ı 80; Hadika. il, ı 48 ; S. Hakkı El­ leymaniye Complex in lstanbul", Memoriam A.
dem, Türk Bahçeleri, lstanbul, 1 9 76, s. S. Gabriel, Ankara, 1 9 78, s. 65-76.
ı so A. Galland, a.g. e., 11, 90-9 ı . ı 76 1. H . Uzunçarşılı, Osma11lı Devletinin ilmiye Teş­
ı s ı Hadika, 11 , ı s4. kilatı, Ankara, ı 965, s. 36.
ı 52 M. Erdoğan, a.g.m . . 1 78. 1 77 Süleymaniye inşaatında çalışan Müslüman ve Hı­
ı S3 A. Cabir Yada, Boğaziçi Konuşuyor ve Ka11/ıca ristiyan sengtıraşlann isimleri ve geldikleri bölge­
Tannçesi, lstanbul, (ty) , s. 68. ler için bkz., ö. L. Barkan, Süleymaniye Camii ve
ı s4 Seyahatname, ı, 464; Hadika , il, ı s8 - ı 6 ı ; T. Öz, imareti· inşaatı (1550-1557) , 1, Ankara, ı 9 72, s.
a.g. e .. il, 35; A. Kuran, Mimar Sinan, lstanbul, 1 94-236.
ı 986, s. 34. ı 78 ö. L. Barkan, "Türk Yapı ve Yapı Malzemesi Tari­
ı 5S E. Ç. Kömürciyan, a.g. e., s. 46. hi için Kaynaklar", iktisat Fakültesi Mecmuası,
1 56 Tann-i Raşid, ı. ı 09. xvıı ( 1 960). s. 3-26.
ıs7 M. Erdoğan, a.g. m., 1 78. 1 79 Hadik a, ı, ı 8-20: z. Nayır. Osmanlı Mimarlığın­
ıS8 E. Ç. Kömürciyan, a.g. e., 47. da Sultan Ahmed Külliyesi ve Sonrası (1609-

70 lSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


1690) , İstanbul, 1 975. Mimar Sedefkar Mehmed ve 1640 Tanhli Narh Deften", İstanbul, 1 983, s.
Ağa için bkz., O. Şaik Gökyay, "Risale-i Mimariy­ 19-20.
ye. Mimar Mehmet Ağa ve Eserleri" , fsmaıl Hakkı 201 "Tevkii Abdurrahman Paşa Kanunnamesi", Milli
Uzunçarşılı:ya Armağan, Ankara, 1 976, s. 1 1 3- TetebbularMecmuası, ı ( 1 33 1 ) , s. 504.
2 1 5. 202 ). Thevenot, a.g.e., 1 60- 1 6 1 ; Mecelle-i Umur-ı
1 80 Seyahatname, ı , 302; Hadika, ı , 20-22; T. öz, Belediyye, ı, 63 7.
a.g. e., I , 1 53 - 1 55; A. Saim Ülgen, "Yeni Cami", 203 R. Mantran, "Un document sur 1'Ihtisab de Stam­
Vak!flar Dergisi, il ( 1 94 2 ) , s. 387-397. Mimar boul a la fin du xvıı e siecle", Melanges Louis
Davud Ağa için bkz., A. Refik, "Mimar Davud " , Massignon, Institut Française de Damas, 1 957, s.
Edeb(yat Fakültesi Mecmuası, vııı ( 1 932), s. 1 - 1 2 7- 1 49.
1 6 ; M . Erdoğan, "Mimar Davud Ağa'nın Hayatı 204 t. Ortaylı, " 1 8. Yüzyılda llmiyye Sınıfının Toplum­
ve Eserleri" , Türk(yat Mecmuası, XII ( 1 955) , s. sal Durumu üzerine Bazı Notlar" , ODTÜ Gelişme
1 79-204. Dergisi ( 1 9 7911980), s. 1 55.
1 8 1 R. Mantran, a.ge., l, 1 8 1 ; L. Gücer, " 1 8. Yüzyıl 205 s. Faroqhi, "Social Mobility Among the Ottoman
Ortalarında İstanbul 'un iaşesi için Lüzumlu Hubu­ Ulema in the Late Sixteenth Century", !.J.M.E.S.,
batın Temini Meselesi", iktisat Fakültesi Mecmu­ ( 1 9 73 ) , s. 204-2 1 8 .
ası, x.ı ( 1 949-1950), s. 397-4 1 6 . 206 t. Ortaylı, a.g m., 1 56: Mustakimzii.de Süleyman
1 82 B u tür taşımacılığın merkezleri arasında, Don kıyı­ Saadeddin, Devhdtü'l-Meşayih, İstanbul, (tıpkıba­
ları, Kefe, Kırım, Mangala, Köstence, Kili, Varna, sım), 1 978, s. 46-75.
Akkirman, lbrail, lsmail, Beştepe, Karaman, Sün­ 207 N. Itzkowitz, Ottoman Empire and !slamic 7'radi­
ker, Kızılca, Balçık. Arnavut Galas, Tulça, Kavar­ tion, New York, 1 972, s. 58.
na, Burgaz, Tuzla ve Gelarga gibi yerler vardır. 208 Naima Tarihi, VI, 220.
Bkz., E. Ç. Kömürciyan, a.g e., 1 7. 209 l. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarıhi, illi 1 , Ankara,
1 83 S. Faroqhi, "lstanbul'un iaşesi ve Tekirdağ-Rodos­ 1 9 5 1 , s. 357-358.
çuk Limanı", ODTÜ Gelişme Dergisi, ( 1 9 7 9 - 2 1 0 Naima Tarıhi, ı , 1 86; M. Erdoğan, "Mevlevi Ku­
1 980), s . 139- 1 54 . ruluşları Arasında İstanbul Mevlevihaneleri", Gü­
1 84 F . Faroqhi, a.gm., 1 44 . neydoğu Avrupa Araşurmalan Dergisi, No: 4-5
1 85 Seyahatname, ı, 55 ı. ( 1 97511976), s. 29-32.
1 86 Has fınnlarda çıkanlan ekmek. Harci fırınlarda çı­ 2 1 1 Seyahatname, I, 392; Hadika, ı , 228-230: E. ç.
karılan ekmekten 1 O dirhem tıaha eksiktir. Bkz., Kömürciyan, a.g. e., 2 2 ; T. Öz, a.g.e., l, 1 56 ; M.
A. Refik, Eski /stanbul, İstanbul, 1 93 1 , s. 85. Ziya, Yenikapu Mevlevihdnesi, Diırü'l-Hilii.feti'l­
18 7 E. Ç. Kömürciyan, a.g e., 4 7. Aliyye, 1 329.
1 88 R. Mantran, a.g.e., ı, 1 85 - 1 8 7. 2 1 2 Zakir Şükıi Efendi, a.ge., 3 1 .
1 89 Seyahatname, I, 553. 2 1 3 M . Ziya. a.ge. . 1 04 - 1 08.
1 90 s. Faroqhi, a.g.m., 1 42 . 2 1 4 1. H . Uzunçarşılı "Osmanlılar Zamanında Saraylar­
1 9 1 İstanbul pazarında tüketilen peynir çeşitleri için da Musıki Hayatı", Belleten , XLI/ 1 6 1 (Ocak
bkz., Seyahatname, I, 556. 1 977) , s. 92.
1 92 A. Refik, a.g e., 9 ı . 2 1 5 Hadika, l, 22 ı .
1 93 E . Ç . Kömürciyan, a.g. e . , 1 6; Seyahatname, ı , 2 1 6 Naima Tarihi, ıv, s . 403-409: Osmanzade Tfüb,
569. Hadikatü'l- Vüzera, İstanbul, 1 2 74 , s. 88-89.
1 94 A. Galland, a.g.e., il, 1 45. 2 1 7 Seyahatname, ı, 420: Hadika, ıı, 1 0 - 1 2 : M. Erdo­
1 95 İstanbul pazarına giren baharat Doğu Hint ve Ara- ğan, a.g. m . . 33-34.
bistan kökenlidir. R. Mantran, a.g e., ı, 1 45. 2 1 8 Zakir Şükıi Efendi, a.g. e., 71 .
1 96 A. Refik, a.g e., s. 100. 2 1 9 Seyahatname, l, 450; Hadika, il, 1 04 - 1 09 : E. Ç.
1 97 R. Mantran, a.g. e., ı , 203. Kömürciyan, a.ge., 40; M. Erdoğan. a.g m., 35-38
1 98 Mecelle-! Umur-ı Belediyye, ı, 564. 220 Zakir Şükıi Efendi, a.g.e., 7 1 .
1 99 Ö. L. Barkan, " 1 6. Asrın ikinci Yarısında Türki­ 2 2 1 M. Tahir, Osmanlı Müellifleri, l , 1 9: 1. H . Uzun­
ye'de Fiyat Hareketleri", Belleten , XXXIV/ 1 3 6 çarşılı. Osmanlı Tarihi, ıııı 1 , Ankara, 1 95 1 . s .
(Ekim 1 9 70) . s. 568. 3 4 6 , dnl4.
200 M. S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi 222 t. H. Uzunçarşılı, a.g.e., lll/1, 346, dnl5.

lSTANBUL'DA MODERNLEŞME ÖNCESi GÜNDELiK HAYAT 71


223 S. Vicdani, Tomar-ı Turuk-ı Al(yye'den Halvetıj­ Meddah Kahveleri " , Folklor, No: 3 (Temmuz
ye Silsilenamesi, lstanbul, ı 338, s. ı ı 7. 1 969), s. 7.
224 Naima ranlıi, Vl, 228; !. H. Uzunçarşılı, a.g e., 233 ). Dallaway, Constantinople Ancient and Modem,
111/ 1 , 1 5 1 , dn/ l ; M. K. Yılmaz, a.g. e. . 1 49- 1 82 . London, 1 797, s. 82
2 2 5 ranh-i Peçevi, ı, lstanbul, 1 283, s. 363-364. 234 R. Ekrem Koçu, Yeniçeriler, Istanbul, 1 964, s.
226 Evsqfı lstanbul, s. 5 1 -54; 1 6. yüzyılda Tahtaka­ 297.
le'nin tasviri için aynca bkz .. ). Lewenklaw, Ne­ 235 H. Dernshwham, a.g e., 79-80; Mecmiia-i reva­
uwe Cronica rurkisher Nation , Frankfurt anı nlı, 18.
Mayn, 1 590, s. 4 1 5 ; R. Lubenau, Baschreibung 236 Seyahatname, ı, 509.
der Reisen des Reinhold Lubenau, 1, Konisberg, 237 Mecmüa-i revdrih, 1 8: M. Subhi, "Tütünün Tarihi
1 9 1 2, s. 1 8 . Krş., M. And, Osmanlı Şen/ikleniıde (ll), Servet-! Füniin, C. 4 1 , No: 1046 (9 Haziran
Türk Sanat/an, Ankara, 1982, s. 36-3 7. 1 32 7) , s. 1 2 7 - 1 3 1 ; A. Refik, "Kahve ve Tütün " ,
227 Tarih-i Peçevi, 1, 364. ikdam, N o : 9 6 1 2 (5 Kaniin-ı sani 1 340).
228 R. Osman, "Memleketimizin Tarihinde Mükeyyi­ 238 R. Osman, a.gm., 235; M. Erdoğan, "lstanbul'da
fata Bir Bakış: Kahvehaneler", lstanbu/ Be/edrye Enfiyecilik", Türk Folklor Araştırma/arı, IV/93
Mecmuası, No: 78/6 (Şubat 1 93 1 ) , s. 236. (Nisan 1 9 5 7 ) , s. 1 477- 1 4 78.
229 O. Engin, l'ürkrye'de Şehirciliğin rarıhi lnkişijı, 239 Tdcü't-Tevarih, 111, 270.
lstanbul, 1936, s. 104. 240 rarıh-i Peçevi, ı, 2 1 8.
230 H . Eduard )ocob, Cqffee.- The Epic efa Commodiçy, 2 4 1 M. And, Osmanlı Şen/ık/erinde Türk Sanatları,
London, 1 935; A. S. Ünver, "Türkiye·de Kahve ve Ankara, 1 9 8 2 , s. 1 4 . Şenliğin gösteri programı
Kahvehaneler", Türk Etnogref.ya Dergisi, No: 5 için bkz .. M. And, Kırk Gün Kırk Gece, lstanbul,
( 1 962), s. 39-84. 1 959, s. 29-32.
231 Hafız Hüseyin Ayvansarayi, Mecmüa-i revanlı, ls­ 242 Seyahatname, 1, 645-649.
tanbul, (yay: F. Ç. Derin-V. Çubuk), 1985, s. 429. 243 1. H. Uzunçarşılı, "Nahil ve Nakıl Alayları'', Belle­
232 Evsqfı lstanbul, s. S i ; M. And; "Eski lstanbul ' da ten, xuı 5 7 (Ocak 1 976), s. 55-69.

72 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


19. YÜZYILDA MODERNLEŞME VE
GÜNDELİK HAYAT

Gündelik hayat, bir toplumun zaman ve yerleşim biriminde topumsal yapının prototipi ­
mekan değişkenlerine bağlı olarak kendi i ç ni kuşatabilecekleridir. Gündelik hayatı şehir
bünyesinde geliştirdiği iktisadi, kültürel v e din1 ölçeğinde gözlemlemek, aşırı işlevselleşmenin
pratiklerin birbirleriyle örtüşerek belli bir tarih ortaya çıkarttığı çok katlı kültürel tabakalaşma­
kesitinde somutlaşmasıdır. Bu iki değişkenden nın kimi özgül oluşumları perdelemesi karşısın­
bağımsız bir toplumsal organizasyon var ola­ da, salt görünür olanı tasvir etmek sonucunu
mayacağı gibi, konusu gündeılik hayatın kültü­ doğurur. öte yandan daha dar bir ölçeğin seçi­
rel tabakalaşmasını çözümlemek olan bağımsız mi ise, saf ve bozulmamış bir kültür romantiz­
bir yöntemden de söz edilemez. Yöntemin ha­ mine yol açabilir. Bu sakıncaları giderebilmek
reket noktası, değişkenlerin belli bir toplumun için, gündelik hayatın dar ve geniş ölçekleri
belli bir tarih kesitinde ortaya koyduğu günde­ arasındaki kültürel geçişi sağlayabilen ve top­
lik hayata ilişkin pratikler üzerindeki dolaylı ya lumsal yapının prototipi olma özelliğini koru­
da dolaysız etkilerinin önem sırasına göre sap­ yan bir yerleşim biriminden hareket etmek
tanmasıyla bulunur. Zaman ögesi, en genel an­ yöntemsel açıdan daha tutarlı bir yoldur. Başta
lamda gündelik hayat pratiklerinin bir süreç İstanbul olmak üzere Osmanlı şehirlerindeki
boyunca çözülme ya da bütünleşme doğrultu­ mahalle birimi, zaman ve mekan değişkenleri­
sunda gösterdikleri farklılışmaları ifade eder. ne bağımlı bir yerleşim prototipi özelliklerini
Buna karşılık mekan ögesi , söz konusu farklı­ bünyesinde barındırmaktadır. Bu açıdan ma­
lışmaların gündelik hayat içinde işlevselleşebil­ halle, gündelik hayatın hem dar ölçekli iktisa­
dikleri somut sınırları belirler. Yöntem sorunu­ di, kültürel ve dini pratiklerini içermesi, hem de
nun bir diğer önemli noktası da, zaman ve me­ geniş ölçekli şehir yaşantısının kurucu ögesi ol­
kan değişkenleri nin, gündelik hayatın hangi ması bakımından elverişli bir gözlem alanıdır.

1 9. YÜZYILDA MODERNLEŞME VE GÜNDELİK HAYAT. 73


şıyla da paralellikler göstermektedir. Farklı din,
mezhep ve inanış biçimlerine bağlı aşiret, kabile
ya da etnik insan gruplarının birbirlerinden ayn
mahallelerde iskan edilmeleri ilkesi, bu gelene­
ğin özünü oluşturur. Şehirlerin mahallelere bö­
lünmesi ilk aşamada idari zorunluluğun bir so­
nucu olmaktan çok, dini bütünlüğün korunma­
sına yönelik pratik bir önlem sayılabilir. Bağdat
ve Şam gibi klasik İslam şehirlerinde bu önlem,
mahalleleri birbirinden kalın duvarlarla ayırınak
suretiyle titizlikle uygulanmıştır.
istanbul'da ise bu geleneğe daha hoşgörü­
lü bir anlayışla 1 8 . yüzyıl sonlarına kadar
uyulduğunu görüyoruz. Gündelik hayat, kendi
iç bütünlüğünü mahalle ölçeğinde koruyabildi­
ği sürece bu uygulamalar devam etmiştir. An­
cak 1 9. yüzyılla beraber artan nüfus ve iktisadi
etkenler mahalle'nin sosyo-kültürel çerçevesi­
ni parçalamış, gündelik hayatın geleneksel içe­
riği çokmerkezli bir şehir yaşantısı içinde eri­
meye başlamıştır.

Mahalleler

Merkezinde bodur minareli mescidin bulunduğu gelenekse/ mahalle;


birbiniıeyaslanmış ahşap evler, mescidi kuşatan hazıre, küçük dük­ 1 6. ve 1 8. yüzyıllar arasında İstanbul ma­
kdnlar, çardakli kahvehane ve karşısındaki çeşme ile gündelik haya­ halleleri, gündelik hayatın içe dönük dini kültür
tın içinde kıvnlıp giden sokaktan ibaret, kendi kendineyeterli bırya­
şam alanı idi aracılığıyla yaşandığı kapalı mekanlar olma
özelliğini korumuşlardır. Söz konusu ettiğimiz
Osmanlı Geleneğinde bu klasik dönemde üç büyük tektanrılı d i n ,
Gündelik Hayat İslamiyet, Hıristiyanlık v e Yahudilik, gündelik
hayatın temelde farklı yaşantı mekanlarına bö­
Osmanlı toplumunda gündelik hayatın ma­ lünmesinde etken olurken, aynı dinin değişik
halle ölçeğinde biçimlenmesi, Ortadoğu İslam mezheplerine girmiş insan toplulukları da gün­
geleneğinin bir uzantısıdır. Bu gelenek, toplum­ delik hayat içinde mahalle ölçeğinde daha dar
sal statünün dini ayrıcalıklara göre belirlendiği bir ghetto olgusunun ortaya çıkmasına yol aç­
tarihi dönemlerin izlerini taşır. Diğer yandan bu mışlardır. Bu son duruma örnek olarak İranlı ve
gelenek Ortaçağ Bizans şehir yönetimi anlayı- Hintli Müslümanları gösterebiliriz.

74 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Klasik dönemin mahallesi, homojen bir
yapıya sahipti. Bu yapıyı bozabilecek herhangi
bir dış etkenin varlığına izin verilmezdi. Örne­
ğin istanbul'da beş yıldan az oturmuş olan taş­
ralılar memleketlerine geri gönderilir, bu süreyi
doldurmuş olanların bir mahalleye yerleşebil­
meleri içinse, gene o mahalle halkından kefil
istenirdi. Bu türden verilebilecek örnekler ara­
sında Hıristiyan tebaanın Müslüman mahalle­
lerindeki ticari ve kültürel etkinliklerine karşı
alınan önlemlerin sayısı bir hayli kabarıktır.
1 5 75 tarihli bir fermanda, "Galata ve Haslar
kadısına hüküm kı; haric-i Ga!ata'da eh/-i
Is/dm mahal/atı beyninde meyhane ıhdds o/u­
nubJeseka cem o!ub Müslüman/ar rencide ol­
duk/an ı!dm o!unmağın buyurdum ki varduk­
da an un gibi ol mryhdne olan mahd!-i kadim­ lstanbul mahallesi, ahşap evleniı içe dönük yaşam üsluplanyla bes­
den şimd(ye değı·n kefere sakin o!ub C{Yin-i ba­ lenen canlı bir organizmaydı. Ev ile sokak arasındaki hayat damar­
lanndan akan geleneksel kültür, yaşam üslubunun hücrelenlıiyeni­
tıl/an üzre mabryn!en·nde hamr satu!age!miş
lediği sürece mahallenin ruhu, şehir halkına huzur vermişti.
yir o!mayub Müs!üman!ann sakin olduktan
maha//e içinde hd!en ihdas olub Müslüman/ar bölünmüşlüğü bir yanyanalık durumundan bir
mahal/esi içinde olan meyl]dne!eri ref idüb iç içelik durumuna yaklaşık iki yüzyıllık süreç

şer-i şerffe ve emr-i münjfe muhalifiş itdirme- boyunca geçmiş ve 1 9 . yüzyılda Osmanlı top­
yesin amma bu bahane ile ehl-i örfruhsat bu­ lum yaşantısının tüm renkleri, gündelik haya­
lub ahz u ce/b içün kefere mahal/esinde ka­ tın bütüncül kompozisyonunu yaratmıştır. Bu
dimden olan meyhane/en" ve halen ıhdds olun­ tarihsel süreci, parça' nın bütün'e katılma sü­
muş meyhdneleri ref itdiresin " sözleriyle dev­ reci olarak da tanımlayabiliriz. Süreç boyunca
let otoritesi, gündelik hayatın mahalle çerçeve­ parça'nın kültürel dinamizmi azaldıkça, bü­
sindeki homojen yapısını güvence altına al­ tün 'ün gündelik hayatı temsil etme gücü gide­
maktadır. rek artmıştır. 1 9 . yüzyıl gündelik hayatını in­
Mahalle'nin klasik döne mdeki unique celerken, bu ters orantılı değişim sürecini par­
kültürü barındırmasını, yabancı gezginlerin ça' dan bütün'e uzanan çizgi boyunca irdele­
seyahatnamelerinden de izlemek mümkündür. mek, hem yöntemsel açıdan, hem de bir kültü­
Hemen hepsinde rastlanabilecek ortak bir göz­ rel yapılanmanın hangi temel ögeler üzerine
lem vardır: Bir mahalleden diğerine geçildiğin­ inşa edildiğini kavramak bakımından daha tu­
de, bir kültürden diğerine geçildiği kanısı, bu tarlı bir yoldur.
somut gözlemlerin sonucuydu. Gündelik ha­ Gündelik hayatın yaşantı alanı olarak ge­
yatın şehir ölçeğindeki bu çokmerkezli kültürel leneksel Osmanlı mahallesinin üç temel kurucu

1 9. YÜZYILDA MODERNLEŞME VE GÜNDELiK HAYAT. 75


I
1
Şehrin gerçek yerli/en; ahşap evlerdı: Anadolu, Rumelı; hatta Arap vilayet/elinden kopup gelenler, daha birkuşak geçmeden bu
evleniı kültür ortamındayerlileş(yorlardı. Bu mekdmn insana kişilik vermektekigücü, geleneksel hayatın en b{iyük garantis(ydi.

ögesi vardır: a) Cami ve diğer dini mekanlar; b) içindeki kültürün ana ekseni olduğu kadar, ma-
Çarşı; c) Sivil konut. Bu üç ögeyi, bir de sokak hallenin kurulmasında belirleyici bir öneme de
dokusu (bazı özel durumlarda çıkmaz sokak) sahiptir. Klasik dönemde mahallenin cami'nin
içine yerleştirirsek, gündelik hayatın fiziksel dini çekirdeği etrafında biçimlenmesi, gündelik
alanını elde ederiz. hayatın kültür temelinin de içeriğini açıklaması
bakımından ilginçtir. Kültürün belirleyici sem­
bolü dini karakterde olduğu için gündelik haya-
Cami tın insan ilişkileri, iktisadi etkinlikleri ve değer­
ler sistemi bu manevi atmosferin içinde kolektif
Cami, cemaatin toplanıp ibadet ettiği bir bir nitelik kazanmıştır. Bu durumda, gündelik
mekan olarak gündelik hayatın dini yaşantısını hayatın tüm pratiklerine egemen olan bütün­
sembolize eder. Bu sembol mahalle sın ırları sellik duygusu, ayrıcalığı kabul etmeyen ve ce-

76 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


maat üzerinde tam bir kontrol sistemi kuran di­ Klasik dönemde gündelik hayatın insan
ni mekanizmanın dayanak noktasını oluştur­ ögesi, temelde bir mümin olma özelliğini ko­
muştur. insan ögesinde bireyselleşme sürecini rur. Bu özellik, insanın temel etkinliklerine de
ortadan kaldıran, yaratıcılıktaki kişisellik yö­ yön vermiştir. örneğin insanın eğlenme biçimi
nelmelerini en asgari düzeyde tutan bu kontrol gibi az çok kişisellik barındırması gereken et­
sistemi içindeki kültürel pratik, dini atmosferin kinliklerde bile, sistemin dini çerçevesi kendi­
dışında hurqfe temeline dayalı yaygın bir ina­ ne özgü ritüe/'lerini devreye sokar. Doğum,
nış biçimini geliştirerek sistemin sınırlarını zor­ ölüm ya da düğün gibi gündelik hayatın
lamıştır. Mahalle çerçevesindeki gündelik ha­ önemli olaylarında dini ritüel, insanlara belirli
yatın, cami imamı ile tekke şeyhi arasında bö­ bir davranış kalıbı sunar ve buna uymayı ilke
lünen dini yaşantı biçimi, görünürde bir sem­ olarak ortaya koyar. Burada söz konusu ettiği­
boller karşıtlığı gibi algılanabilirse de, aslında miz dini davranış kalıbı, bir kutlama ya da an­
kültürün kolektif bir yapıda paylaşılmasına ma töreninin manevi içeriğini hurqfe ile payla­
yaptıkları katkı bakımından aynı yoğunlukta­ şırken, kuşkusuz homojen yapısından kop­
dır. muştur; ama gene de kişisellik gibi aykırı ko-

Şehıljizyonomisine damgasını vuran en güçlü sembol, cami idi Aynı zamanda lsranbu/'a Osmanlı sıluerıiıi kazandıran bu rop
/umsa/ sembol, kurumlaşmış inanç sistemi ile cemaatyaşanrısı arasındaki başlıca köpıüyıi o/u,<tıırııvordu.

1 9. YÜZYILDA MODERNLEŞME VE GÜNDELiK HAYAT. 77


numlara yer vermez. Bu konuya verilebilecek örnek de halk mesireleridir. özellikle gündelik
tipik örneklerin başında esnaf teerrüçleri gelir. hayatın eğlence kültürünü ilgilendiren bu
Belli bir esnaf örgütünün hem eğlence, hem de alan, toplu katılmayla gerçekleştirilen kolektif
meslek içi hiyerarşi düzenini yeniden organize bir etkinliktir. Topluluğun eğlenme biçimi kişi­
etmek amacıyla yapılan bu törenlerde dini ri­ sellikten uzak olup amaç, zamanı aynı türden
tüel, tarikat geleneği içinde yoğurulmuş biçi­ bir müminler grubu içinde yaşamaktır. Bay­
miyle kişiselliğini devre dışı bırakır. Diğer bir ramlar da toplu katılmayla gerçekleştirilen et­
kinliklerdir. Diğer taraftan şehzadelerin sünnet
düğünlerinde bile gene aynı kolektif eğlence
düzenini görmekteyiz. Gündelik hayatın bu tür
törenlerinde halk, kendisini bir idealin etrafın­
da toplanmış olarak bulur.
Söz konusu ettiğimiz 1 9 . yüzyıl öncesi
gündelik hayatın eğlence kültürü içinde, kolek­
tif nitelikli bazı noktalarda karşıtlık oluşturan
alanların varlığını da gözlemleyebiliyoruz. ör­
neğin gölge oyunları, kısmen dini çerçevenin
dışına taşan bir kültürel etkinliktir. Başta cinsel
konular olmak üzere, etnik azınlıkların kültür­
Esnef teferrüç/en; mesire kültürünün protokole dayalı resmiyönünü
temsil ed{yordu. Tabiatın içinde şekillenen bu eğlence kültürünün leriyle beslenmiş geniş bir değerler haritasına
halka açık türünde isegörev ah!rikından çok, boş zamanı kolektif yayılan bu oyunların tematik özellikleri, varo­
haz duygusuyla birlikteyaşama arzusu ön plana çık(Yordu.
lan manevi sistemle pek çok açıdan çatışır;
ama uygulanış biçimleri kolektif çabayı öngö­
rürdü.
Osmanlı mahallesinin cami sembolü, gün­
delik hayatın kültürel yapılanmasında nasıl be­
lirleyici bir rol oynamışsa, yaşantının siyasi yö­
nü üzerinde de etkili olmuştur. Mahallenin fi­
ziksel yapısını gözönüne alarak bu olguyu şöy­
le açıklayabiliriz:
Temel yerleşim birimi olan Osmanlı ma­
hallesinin Batı örneğindeki gibi bir meydanı
yoktur. Sokak dokusunun oluşturduğu kimi
açık alanlar, insanların toplanıp belli konularda

Cami avlusu, camılıılı kendisinden daha geniş bir işlev a!a111na sa­
karar aldıklan mekanlar sayılamazlar. Bu işle­
hipti. Dıni hayatın ritüe!e ilişkinyönü camilerde, s{yasi ve sosyo-kü!­ vi, klasik dönemde cami avluları üstlenmek­
türe! iletişim dokusu ise cami av!u!annda şekillen{yordu. Cami ile av­
teydi. Dini bir sembolün bünyesindeki bu tür
lusu arasındaki sınır, ls!rim{yet ile s{yaset arasındaki sınır kadar
saydamdı. toplantıların amacı, gündelik hayata ilişkin bel-

78 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


li bir karar almak değil, daha önceden alınmış
bir karan onaylamaktı. Siyası otorite ile şeyhü­
lislamlık makamının oluşturdukları karar me­
kanizması. cami avlusundaki mahalle halkına
imam tarafından onaylatılan hak ve özgürlük­
lerin temel yönlendiricisiydi. Bu durumda gün­
delik hayatın yöneten ile yönetilen arasındaki
iletişim kanalında, dini yaşantının sembolü du­
rumundaki cami' nin bir toplumsal denetim
aracı olarak da işlevselliştiğini görmekteyiz.
Bugünkü kitle iletişim araçlarının hemen hiçbi­
rinin var olmadığı bir dönemde gündelik haya­
tın dini içerikli bir sembol aracılığıyla siyası
yönden biçimlendirilmesi, en dar ölçekli yerle­
şim birimi olan mahallenin de içe dönük bir ya­
şantıyı benimsemesini zorunlu kılmıştır.

Çarşı

Klasik dönem Osmanlı mahallesinin ikinci


kurucu ögesi, ticari yaşantının sembolü olan
1
çarşı 'dır. Gündelik hayatın ikisad1 yönü, bu Kapalı Çarşı, Ortaçağdan kalma bir meslekler müzesi idı: Gündelik
sembol tarafından yönlendirilir ve maddi refa­ hayatın maddi iht(yaçlannı karşılayan her mesleğıiı arka pla11111da,
loncagelenekleri içıiıde kimliğini bulan esnefahlakı vardı.
hın oluşturucu ögesi kabul edilirdi. Gündelik
hayatın iktisadi dengesini düzen leyen bu
önemli öge, kökeni Bizans Ortaçağı'na uzanan dini yaşantının maddi ve manevi gereklerine
bir etkinlik alanına sahipti. Başta İstanbul ol­ uygun olup gündelik hayatın refah düzeyini bu
mak üzere büyük şehir çarşıları, imparatorluk yaşantıyla eşitleyebilecek özellikler arasından
sınırları dışına uzanan ticaret şebekesinin mer­ seçilirdi. Tüketimin geleneksel normlara uy­
kezleri olup bu şebeke içindeki üretim ve tüke­ gunluğu, 1 9 . yüzyıla kadar kesintisiz sürmüş­
tim etkinliklerini dönemin koşullarına göre tür. Bu dönem içinde dini yaşantıyı temsil eden
ayarlayan esnaf zümrelerinin de yönetim ofis­ cami sembolü ile iktisadi yaşantıyı temsil eden
lerini barındırmaktaydı. Geleneksel kültürün çarşı sembolü aynı paralelde çalışmışlar ve so­
tüketim mallarına olan talep ile esnaf zümresi­ nuçta gündelik hayatın bütünlüğünü koruya­
nin bu talebi ticari şebeke içinde organize eden bilmişlerdir. Bu bütünlük 1 9 . yüzyılda bozul­
kültür tabanı arasında tam bir paralellik söz ko­ maya başlamış ve söz konusu her iki sembol
nusuydu. örneğin tüketim mallarının niteliği, arasındaki uyum, tam bir çatışmaya dönüş-

1 9. YÜZYILDA MODERNLEŞME VE GÜNDELiK HAYAT 79


Çarşı esn'!fi, toplumsa/ değer üreten bir zümre idı: Babadan oğu/a aktan/an mesleki tecrübe, iktisadi hayatın temel değedeniıi
devamlılık.fikri etr'!finda şekillendiriyordu.

müştür. Bu çatışma, gündelik hayatın gereksi­ yerli halkı, gerek azınlıkların gündelik hayatı­
nimlerindeki farklılaşmayı kanıtlaması bakı­ na cevap verebilecek karmaşık bir yapıyı ba­
mından önem taşır. Çatışmanın önemi, yalnız­ rındırıyordu. Bu temel özellikleri sayesinde ı 9 .
ca üst tabakaya ait bir tüketim alışkanlığından yüzyılın değişen koşullarına ayak uydurabil­
doğan kültürel süreci yansıtması olarak değil, mişlerdir. Modernleşmenin gündelik hayata
aynı zamanda mahalle ölçeğine kadar giren soktuğu farklı tüketim kalıpları, bu geniş öl­
çarşı iktisadının, alt tabakaların tüketim norm­ çekli çarşı iktisadının arz talep dengesini boza­
larındaki değişiklikleri de somutlaştırması ba­ mamış, tam tersine bu tür örgütlenmeleri za­
kımından üzerinde dikkatle durulması gereken manın gereklerine uygun yönde olumlu açıdan
bir konudur. etkilemiştir.
Geleneksel Osmanlı kültüründe iki tür çar­ Geleneksel kültürümüzdeki ikinci çarşı ti­
şı tipi görüyoruz: Bunlardan ilki, çokmerkezli pi, daha çok belirli bir meslek kolunun etkinlik
ticari yapıyı bünyesinde barındıran çarşı tipi gösterdiği dar ölçekli iktisadi mekandı. Buna
olup, Kapalı Çarşı'yı buna örnek verebiliriz. Bu örnek olarak da ünlü Mısır Çarşısı'nı ve Vezne­
tür çarşılar gündelik hayatın iktisadi yönünü ciler'deki Kiiğıtçılar Çarşısı 'nı gösterebiliz. Mı­
i
şehir ölçeğinde belirleyen geniş açılı l ir öneme sır Çarşısı, baharatçıların merkeziydi. Özellikle
sahiptirler. Temsil ettikleri kültür, gerek kentin Uzakdoğu ve Arap vilayetlerinden getirtilen

80 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


çaşitli baharat, esans vb. tüketim maddelerinin Sivil Konut: Ev
açık pazarı olma durumunu 1 9 . yüzyıla kadar
koruyabilmiştir. Bu yüzyıldan itibaren ise, Batı Geleneksel Osmanlı mahallesinin üçüncü
ithalatı, pazarın mal dengesini Avrupa ürünle­ kurucu ögesi, aile yaşantısını sembolize eden si­
ri yönünde bozmuştur. Böylece gündelik ha­ vil konut, yani evdir. Bu sembol, mahallenin en
yatın gereksinimlerini belli bir kültürün bütün­ yaygın ve sürekli yaşantı biçimini hem fiziksel
selliği içinde karşılayan çarşı, temel işlevinin bir dış kabuk gibi sarar, hem de içe dönük ma­
dışına itilmiştir. Kağıtçılar Çarşısı ise meslek nevi atmosferin somut bir uzantısı olarak gün­
çarşılarının en tipik olanlarındandı. Birbirini iz­ delik hayatın estetik yönünü temsil eder.
leyen dükkan zincirinin yol boyunca uzama­ Sivil konut, gündelik hayatın aile yaşantısı
sıyla fiziksel çerçevesi geleneksel arasta tipi için düşünülmüş, yalnızca bu yaşantı biçiminin
mekanı andıran bu çarşı, özellikle kağıtçı es­ gereklerine uygun olarak inşa edilmiş bir yapı ti­
nafının üretim etkinliğini somutlaştırması ba­ pidir. Aile yaşantısının bir çekirdek olarak içine
kımından dikkate değer. Gündelik hayatın yerleştiği bu dış kabuk, sokak şebekesinin gün­
önemli iletişim maddelerinden kağıt bu dük­ delik hayatı kılcal damar gibi kuşatan maddi do­
kanlarda geleneksel yöntemlere göre üretilir ve kusundan, insan hayatının içe dönük dünyasına
gene aynı yerde pazarlanırdı. "Çifte aharlı" de­ açılan tek mekan sayılabilir. Bu mekanın başlıca
nilen yerli kağıt, özellikle yazma eserlerin te­ özelliği, aile yaşantısını dış dünyadan soyutla­
mel maddesi olduğundan, geleneksel standart­ yan ve ona dini anlamda bir "mahremiyet" ka­
lara uygun biçimde üretilirdi. Bu üretim tekniği zandıran koruyucu karakteridir. Evin sokağa
ise gelenek içinde belirlenen bir zenaatkarlık açılan kapısı, dış dünya ile iç dünya arasındaki
kurumunun tekelindeydi. Gündelik hayatın, sının sembolize eder. Dışarının tehlikelerinden,
özellikle 1 9 . yüzyılın ikinci )tirısından sonra kısacası mahremiyeti bozabilecek etkilerinden
geçirdiği değişiklikler, bu tür geleneksel tek­
nikleri uygulayan kurumların da sonu oldu.
Yazma eserin yerini matbaada basılan kitabın
alması, kağıt hammaddesinin gelenek içindeki
üretimini, ithal ürün yönünde baltalamıştır.
Bunun doğal sonucu olarak da geleneksel mal
üretim teknikleri terkedilmiş, zenaatkarlığın
manevi değerleri giderek yabancı ögelerin de
katılmasıyla gevşemiş ve sonuçta meslek çar­
şıları bütünüyle ortadan kalkmıştır. Çarşı sem­
bolünün toplumsal örgütlenmedeki dinamik
rolünün etkisizleşmesi, gündelik hayatın 1 9 .
yüzyılda üretime dayalı kültür yerine, ithalata Gü11delik hayatm e11 küçük hücresi aile, e11 büyüğü ı>·c cc111a111 idi.
ra11zimat dönemine kadar aile, cemaarin görünmeyen yüzü olarak
dayalı bir kültürle beslendiğinin açık kanıtı sa­ kalmıştı. Modernleşme harekerı; önce aileyi cemaatin önüne _ı;eçıidi
yılabilir. ve ard111da11 aile içılıdeki bireyi keşferri.

1 9 . YÜZYILDA MODERNLEŞME VE GÜNDELİK HAYAT. 81


N ST A N T I N O P L
Quartie t u rc a:
Sta m rıo u-t

lstanbu/'un
gelenekse/yaşam
üslubuna kişilik
kazandıran
mahremiyet duygusu,
günde/ık hayatın
tirizli/de ı(Yulması
gereken alı/dk
kurallanna dayön
veriyordu. Toplumsa/
alıldkın çekırdeği
kabul edilen aile
yaşanası ise, bu
köklü duygunun
kalesi sayılan ve
lıarem-seldmlık
aynmına dayanan
ahşap evlenil
bünyesıiıde koruma
alrına alınmıştı.

82 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


korunabilmek için ya bahçe duvan ya da pence­
re kafesleri ile kapalı bir mekan oluşturur. Bu içe
dönüklük olgusu, özellikle kadının gündelik ha­
yatı düşünülerek organize edilmiştir. Kadının zo­
runlu durumlar dışında sokak ile ilgisi komşu zi­
yaretlerinden öteye geçmez. Bu kısıtlılık duru­
mu, konutun bahçe olarak düzenlenen alanında
giderilmeye çalışılmış, hiç değilse bu kapalı ma­
nevi dünyaya bir ölçüde dışa dönüklük kazandı­
nlabilmiştir. Kadın, gündelik hayatın aile yaşan­
tısını bu sınırlı alanda sürdürür ve dar çevresini
kendi güvenlik dünyası olarak kabul ederdi.
Aile, geleneksel Osmanlı mahallesinin ku­
rucusu olduğu gibi aynı zamanda yaşatıcı bir
sembolü de sayılabilir. Böylece bu sembol, sü­
rekliliğin de açık ifadesidir. Gündelik hayatın aile
üyelerine bölünen her kültür kodu, bu süreklili­
ğin devamı için kendi iç tutarlılığını dini ilkeler
doğrultusunda dengelemek zorundaydı. örneğin
çocuk, oyun kültürü içinde; kadın, yakın aile bi­ Malıalle lıayatınm aynlmaz bir parçası olanJalcılar. Bu meslek züm­
resi tarefmdan temsil edilen lıurefe kültürü. rop/umsa/ iletişim ko­
reylerine olan sorumluluk bilinci doğrultusunda;
pukluğununyol açtığı boşluk/an dolduran bir içen'ğe salıipri Sıradan
erkek, dış ve iç dünya arasındaki ilişkiyi kurabil­ insanm kendisi ve çevresi lıakkmda bilmek isredikleri, bu kültürün
me becerisinde; yaşlılar ise aileyi geleneksel süzgecinden geç{yordu.

normlar doğrultusunda denetleme işlevinde bu


kültürel bölünmeden paylarına düşeni üstlenir­ dışı ögelerle de beslenmiş bir yaptırımdır. Bu bü­
lerdi. Ailenin. mahalle ölçeğinde gündelik haya­ tüncül manevi baskı, hurqfe içerikliydi. Batıl iti­
ta katılması, söz konusu ettiğimiz bu kültür bö­ katların her zaman canlı kaldığı bu ortam, ma­
lünmesinin her parçasını yeterince temsil edebil­ hallenin içe dönük dünyasıydı. Hurafeler, kişi­
me gücüne bağlıydı. Eğer bu güç belli bir nokta­ sel davranış normlarından dış dünyanın kolektif
dan sonra zayıflamaya başlarsa, aile önce bü­ algılanmasına kadar uzanan geniş bir yaşantı
tünlüğünü, ardından da gündelik hayat içindeki alanında aileyi kıskacına almıştı. Dolayısıyla
yerini kaybederdi. 1 9 . yüzyılda aileden kopan gündelik hayatın aile yaşantısında hurafenin
bireyler, bütünden ayrılan parçalara birer örnek rolü, canlı bir organizmayı kuşatan çevre koşul­
olup, aile yaşantısı gibi kolektif bir örgütlenme lan kadar büyük bir öneme sahipti. Üfürükçü­
içinde kişisellik özelliği ağır basan yönelimlerdir. lük, muskacılık vb. hurafe külLürü ne dayalı
Geleneksel Osmanlı mahallesinde aile ya­ meslekler, aile yaşantısının manevi gereksinim­
şantısı üzerindeki dini etki, daha çok biçim de­ lerine cevap verebildikleri sürece gelişip yaygın­
ğiştirmiş ve manevi içeriği bazı durumlarda din- laşabilmişlerdir.

1 9 . YÜZYILDA MODERNLEŞME VE GÜNDELİK HAYAT. 83


Hurafe, gerçeği kendine ait kalıplar içinde
sunar. Gerçeğin bilgisini edinmek isteyen kişi,
bu kalıpların manevi içeriklerine inanmak ve
geleneksel yaptırımı kendi hayatına uygula­
mak zorundadır. işte pratik açıdan bu uygula­
nabilirlik olgusu, aile yaşantısı içinde hurafenin
gücünü pekiştirmiştir. Keramet sahibi kişilere
bağlanma, lslamiyet öncesi ritüellere uygun
adak adama gibi pratik açıdan aile yaşantısını
kuşatan etkinlikler, gündelik hayatı da gene ai­
lstanbu/'daJaal(yet gösterenJalcılar çoğunlukla Kıpti kökenli Arap­ le ölçeğinde ayakta tutan temeller olarak dik­
lardı. Halep, Şam ve Kahire'den lstanbu/'a gelen bu meslek erbdbı,
kati çekerler.
Is/dm coğrif.yasmda kökleşmiş evrensel nitelikteki bdtıni inanç/an,
mahalle111iı yerel kültürf.iyle kaynaştmyorlardı. 1 9 . yüzyılda gündelik hayatın değişim bo­
yutlarını yeterince kavrayabilmek için klasik
dönem Osmanlı mahallesini örnek alarak, bu
yapısal bütünlüğün kurucu ögelerini belirtme-

Gündelik hayatm çok parçail sosyo-kültürelyapısı, Tanzımat modemleşmes(yle birlıkte bütünleşme süı-ecliıegirdi. Şehir topogref­
yasmdaklJarklı kültürel dokular birbinneyakmlaştıkça, bunlar arasmda geçiş sağlayan köprü ve caddeler de büyük önem ka­
zandı. Geleneksel /stanbu/'u modem lstanbu/'a bağlayan Galata Köprüsü, Doğu-Batı buluşmas1111n şehir hayatındaki belki de en
önemli merkez(ydı:

84 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


ye çahştık. Bu ögelerin bütün'den ayrılarak ki­ kültür yapısının insan yaşantısı ve kurumsal
mi zaman tamamen yokolmaları, kimi zaman organizasyonlara yansıması biçiminden başka
da değişik bir içerik kazanarak varlıklarını sür­ bir şey değildir.
dürmeleri, 1 9 . yüzyıl modernleşmesinin gün­ Mahalle ölçeğinin parçalanma nedenleri­
delik hayata getirdiği yeni boyutların ifadesi nin başında, 1 9 , yüzyıldaki nüfus artışı ve kü­
sayılabilir. çük yerleşim birimlerinin iktisadi yetersizlikleri
gelmektedir. Nitekim Marmara ile Haliç arasın­
daki sur içi bölgesi, 1 9 . yüzyılda nüfus yoğun­
1 9 . Yüzyılda Gündelik Hayatın luğu bakımından patlama noktasına ulaşmıştır.
Modernleşmesi istanbul'un Müslüman halkı, gayrimüslimlerin
yerleştiği Galata-Pera bölgesine doğnı yaşantı
1 9 . yüzyılda gündelik hayat, mahalle öl­ sınırlarını genişletmeye başlamış ve bunun do­
çeğinin dışına taşar. Bu dar ölçeğin iktisadi ve ğal sonucu olarak da gündelik hayatın kültürel
kültürel kaynakları artık kendi kendini besleye­ içeriği çokmerkezli bir görüntü kazanmıştır.
bilecek dinanizmden uzaktırlar. Önce mahalle­ Gündelik hayatı kültürel etkinlik açısından
nin dış kabuğu çatlar ve ardından dar ölçekli renklendiren bir diğer nokta da, Tanzimat'ın
yerleşim birimleri iç içe geçerek, şehrin bütü­ ilanıyla birlikte iskan kısıtlamalarının büyük
nünde karmaşık bir kültür yapılanmasının yo­ ölçüde ortadan kaldırılmasıydı. Yasaların tanı­
lunu açarlar. Gündelik hayat, artık bu karmaşık dığı serbestlik çerçevesinde çeşitli etnik gnıpla-

..

!sranbu/'un çok kültürlüyapıs111da11, birbinyle �aynaşmış bir hayat tarzı çıkartan modem/eşme sürecı: roplu raşımacı/ık düşün
cesiııi, gündelik ılişkiler ağ111111 111erkezı/1eyerleşcılmişti. Vapwim; bıı düşüncenılı şehir lıayaımdaki ilk t{Ygıık(Yıcılan u!dıılaı.

1 9. YÜZYILDA MODERNLEŞME VE GÜNDELiK HAYAT. 85


küdar bölgeleri, bu dönemde kültürel açıdan
birbirlerine yakınlaşırlar. Şehir içi ulaşımın bu
yakınlaşmadaki artan önemi kuşkusuz yadsı­
namaz. 1 838'de Azapkapı-Unkapanı arasında
inşa edilen Eski Köprü ile artan ihtiyacı karşıla­
mak amacıyla 1 84 6'da açılan Karaköy Köprü­
sü, lstanbul ve Galata arasındaki insan akışını
hızlandırır. Fuad ve Cevdet paşaların temelleri­
ni attığı Şirket-i Hayr(yye idaresi, Kabataş-Üs­

Batılı seyyah, diplomat ve tüccarlann lstanbu/'da ilk ayak bastık/an küdar ve Köprü-Boğaziçi hatlarında sefere koy­
yer. Galata nhtımıydı. Burada karşılaştık/an hayat dıiıamizmı; kefa­ duğu vapurlarla, bölgesel bütünleşmeyi ta­
lanndaki egzotik Şark medeniYetiYle hiç bağdaşmıyordu. lstanbu/'un
mamlar. Bu kuruluşu. Eyüb-Hasköy hattında
aynı anda birkaç medeniYetgörüntüsü çizebilme gücü, ona bir düııya
kenti olma üstünlüğü sağlamıştı. çalışan Haliç-Dersaadet Vapur Şıd�eti ve Mar­
mara-Adalar hattında çalışan Şirket-i Mahsusa
nn yaşantı üslupları birbirine karışarak günde­ izler. Bütün bu girişimlerin sonucunda doğa,
lik hayatın dokusunu oluşturdular. Yaşantı üs­ İstanbul. Galata ve Üsküdar arasındaki kültürel
luplarının birbiri içinde erimesi sürecini hızlan­ bütünleşmenin engeli olmaktan çıkar. Klasik
dıran bir diğer etken de iktisadi yetersizliğin. dönemin gündelik hayatı üzerindeki en belirgin
Müslüman halkı yeni alanlara doğru yönlen­ etkiyi yaratan bu üç geniş ölçekli yerleşim ala­
dirmiş olmasıdır. İstanbul 'un önemli ticaret nının fiziksel sınırlan dışına taşmaları, 1 9 . yüz­
merkezlerinin başında Bizans'tan bu yana öne­ yıl İstanbul 'unda gündelik hayatı bütünsel bir
mini koruyan Galata-Pera bölgesi gelmekteydi. çerçeveye sokar.
Bu bölge gene Bizas'tan beri değişmeyen gay­ Mahalle dokusunun 1 9. yüzyılda karakte­
rimüslim tebaanın yerleştiği ve ticari etkinlikte ristik özelliklerini kaybetmeye başlaması, bu
bulunduğu başlıca mekandı. iktisadi açıdan dokunun kurucu öğelerinin zaman içinde deği­
güçlü yerleşim birimleri. çevrelerinde halka şime uğramaları sonucudur. Bu değişim süre­
halka genişleyen etnik grupları toparlamayı cindeki kurucu ögelerin gündelik hayatın yeni
1 9 . yüzyılda son sınırına vardırmışlardır. Gala­ gereksinmeleri doğrultusundaki işlevlerini sıra­
ta-Pera bölgesi gibi, sur içi lstanbulu'nun Sirke­ sıyla ele alarak. lstanbul'un 1 9 . yüzyıldaki
ci-Unkapanı ekseni üzerinde yer alan diğer bir portresini çizmeye çalışalım.
ticaret merkezi de aynı yönde bir nüfus çeşitlili-
ğini barındırmaktaydı. Zamanla bu bölgedeki
gayrimüslim tüccarlar işyerlerini Galata- Pera "Dünyevi" Mekanlar
bölgesine taşıdılar, ancak bu, kentsel planda
gündelik hayatın parçalara ayrılmasını değil. Klasik dönemin dini yaşantısını sembolize

tersine bütünleşmesini doğurdu. eden cami, anıtsal özelliğinden 1 9 . yüzyılda

1 9 . yüzyıl gündelik hayatının en önemli uzaklaşmaya başlar. Anıtsal mimarinin dini

olgusu. bütünleşmedir. İstanbul, Galata ve üs- içeriği. bu dönemde etkisini sürdürmekle birlik-

86 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


Selim(ye Kışlası, modemleşmenılı lstanbul siluetine oturrtuğu en aykın semboldü. Refomılar çağında şehir hayatı, teknolQJi' kül­
türü ile disiplin duygusunu bağdaştıran dev hacılnli sembollerin geleneksel dokuyu parçaladıklarına ramk oldu. Süleyman(ye
Küll(yesi'nde göğeyükselen lstanbul imgesi artık, Selıln(ye Kışlası 'nın maddi ağırlığıylayeıyüzüne dönüyordu.

te gündelik hayatın yeni gereksinimlerine ce­ nin 1 9 . yüzyılda gündelik hayat üzerindeki be­
vap veren dünyevi mekanların fiziksel hacim­ lirleyici etkilerinin önemiyle orantılı geniş öl­
leri yanında daha dar bir ölçeğe yerleşmiştir. çekte inşa edilmiş yapılardır. Bürokratik elit'in
Bu ölçek değişimine verilebilecek en güzel ör­ Tanzimat'la ülke yönetiminde hissedilen ağırlı­
nek, Ill. Selim'in yaptırdığı dev boyutlu Selimi­ ğı, ulema sınıfının kısmen gerilemesine neden
ye Kışlası'nın dini mimarinin geleneksel hac­ olmuştur. Gerileyen sınıfın sembolü olan cami
mini aşan bir mekan tasarımıftı gündeme getir­ de, geçmişteki çokyönlü sosyal işlevselliğini
mesidir. Manevi yaşantı, dar ölçekler içinde iş­ kaybeder. Bu tür bir işlev kaybına verilebilecek
levini sürdürürken, gündelik hayatın dünyevi en somut örnek, 1 9 . yüzyılda yer yer parçalan­
gereksinimlerini karşılayan mekan tasarımları maya başlayan imaret sistemidir. Bu sistem
böylece daha geniş bir ölçek içine yerleşirler. klasik Osmanlı düzeninde cami sembolü etra­
Bunun doğal sonucu olarak da istanbul'un tari­ fında kümelenen medrese, hankiih gibi kurum­
hi silueti yer yer zedelenir. Kışla mimarisinin lardan oluşurdu. Bütün bu saydığımız kurum­
ulaştığı geniş ölçek, bir bakıma gündelik haya­ lar gündelik hayata dini yaşantının normları
tın dışa karşı korunması yolunda alınmış pratik doğrultusunda etki yapmışlardı. Ancak 1 9 .
bir önlemin sonucu gibi düşünülebilir. yüzyılda bu kurumsal bütünleşmenin parça­
Sivil yaşantıyı organize eden bürokratik landığını görüyoruz. Örneğin bir eğitim kuru­
kurumların da aynı ölçek içinde genişlemeleri, mu olarak medrese, modern okulların açılma­
bundan böyle gündelik hayat üzerindeki yön­ sıyla önemini kaybeder. Geçmişte imaret siste­
lendirici etkinin hangi kaynağa uzandığını gös­ mi içinde işlevselleşen sağlık kurumları da 1 9 .
termesi bakımıııdan ilgi çekicidir. Adliye binası yüzyılda asker-sivil bürokrasinin hizmet meka­
ile Haydarpaşa tren garı, sivil-askeri bürokrasi- nizması içine alınır.

1 9. YÜZYILDA MODERNLEŞME VE GÜNDELİK HAYAT. 87


ler ya da Danişmendname, Batta/name türün­
den kahramanlık destanları okunur, halk şair­
leri dinlenirdi. Kahvehane kültürünün bir ölçü­
de dini yaşantı içinde biçimlenmesi, buradaki
mekan anlayışını da etkilemişti. örneğin kah­
vehanenin dış kapısı ortada fıskiyeli bir havu­
zun yer aldığı üç tarafı kerevetlerle çevrili bir
avluya açılırdı. Böyle bir mekan tasarımının
prototipi kuşkusuz cami avlusudur. 1 9 . yüzyıl­
da ise bu geleneksel tasarım terk edilir. Artık
kerevetlerin yerini iskemleler almış, ortadaki
havuz kaldırılarak yerine çeşitli tiyatro grupla­
rının temsil verdikleri küçük bir sahne yerleşti­
rilmiştir. Bu somut değişim gündelik hayatın
eğlence kültüründeki farklılaşmayı açıkça ka­
nıtlamaktadır. Diğer yandan kahvehane duvar­
larındaki Hz. Ali'nin devesini ve Hacı Bektaş-ı
Veli'nin mucizelerini gösteren geleneksel halk
resimleri, zamanla yerlerini hürriyet kahra­
manlarının ya da müttefik devletlerin impara­
tor portrelerine bırakır.
Bu dönemde Galata-Pera'daki levanten
kahvehaneleri pastaneye dönüşürken, sur içi
istanbul'unda ve Üsküdar yakasındaki gele­

Klasik dönemde şehrin siluetinı; birer dini sembol olan minareler be­
neksel Türk kahvehaneleri de birer eğlence me­
lirliYordu. Modem/eşme çağ111111 mimari reperruarındayer alanyan­ kanı niteliği kazanmıştır. istanbui'Lın başlıca
gın ve saat kuleleri ise !stanbul siluetılıe dindışı kültürün göğeyükse­
eğlence merkezi sayılan Şehzadebaşı'nda artık
len sembolleri olarak katıldılar.
cami ile tiyatro yanyana aynı mekanı paylaş­
Caminin gündelik hayat üzerinde egemen maktadır. istabul halkı akşam namazını kıldık­
sembol olmaktan yavaş yavaş uzaklaşması, di­ tan sonra tiyatroya taşınmakta, dindışı eğlence
ni yaşantının özüne maddi yaşantının gereksi­ kültürü giderek gündelik hayatın tüm dokusu­
nimleri doğrultusunda bir kültürel sızmayı da na yayılmaktadır. Malik Aksel'in konuya açık­
ortaya çıkarmıştır. Klasik dönemde camilerin lık getirebilecek bir gözlemini burada zikretmek
yanında açılan kahvehaneler, dini yaşantıııın yerinde olur: "Arada birgazetelerde 'Berat Ge­
bir uzantısı olarak düşünülmüştü. Namaz vak­ cesi Kandil-i Şerjfi veya Kadir Gecesi münase­
tini bekleyen mahalle halkı zamaııını kahveha­ betiyle tiyatromuz kapalıdır' gibi ilanlargö­
nelerde oturarak geçirirdi. Bu geleneksel me­ rünse de, ertesi gün udf ve bestekar Şekerci
kanlarda din duygusunu güçlendiren menkıbe- Cemil'in kardeşi Şehzade Camii imamı hefız

88 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


Teı!fik Ş/endı; cemaatı tiyatroya yetiştirmek
içıiı teravihte daha niku'a varmadan secdrye
varır, yirmi dakikada namazı kıldırırdı. Bu "

örnek kuşkusuz değişik açılardan yorumlana­


bilir, ama eğlence kültürüne gündelik hayat
içinde verilen önemi yadsıyamaz.
1 9 . yüzyılda lstanbul'da gelişen eğlence
kültürü, geçmişin kolektif etkinliklerine karşı,
kişisel yönü ağır basan bir gündelik zaman ge­
çirme anlayışını doğurmuştur. Bayramlann tö­
rensel yapısı içinde kişisel eğlenceye açılan bu Tanzimat sonrasında Boğaziçi kryılan ulema ve n'cal yalı/an kadar.
yeni kapı, yavaş yavaş Osmanlı insanını soka­ yabancı elçi/ıkyazlık/an için de gözde bir mekandı. Birbin'ne komşu
Şeyhülislam yalısı ile elçi/ıkyazlığı, şehniı kültürel topogrqfyasının
ğa çekmiş ve içe dönük yaşantıyı çevrenin so­
BoğazıÇi'ndeki mıiryatür bir örneği· ıdı:
mut gerçekliğine açmıştır. Dini yaşantının çem­
berinden taşan bu dindışı kültürün toplumsal
tabakalara farklı biçimde yansıdığını da görü­ hayata getirdiği yenilikleri de barındırıyordu.

yoruz. örneğin İstanbul hayatıyla ı 9. yüzyılda Kadın-erkek birarada eğlenme gibi henüz sur

iyice bütünleşen Boğaziçi, üst tabaka değerle­ içi istanbul'unda yaygınlaşmamış bir olgu, Bo­

riyle biçimlenen bir eğlence kültürünü yarat­ ğaziçi'nde yabancı sefarethanelerin düzenle­

mıştır. Osmanlı üst tabakası ı 9. yüzyıl önce­ dikleri garde11 party ve balolann etkisiyle, gele­

sinde olduğu gibi sonrasında da kendi içine ka­ neksel kültürün çerçevesi içinde yeniden dü­

palı bir kültürü barındınmıştır. Bu külttürel içe zenlenerek uygulanmıştır. Ahmed Cevdet Paşa

dönüklükte, avam/havas ka�ıtlığına son dere­ gibi ulema sınıfından gelen sivil bir bürokratın

ce dikkat edilir, havas'ın değerleri elit kültürün bu çifte standarda dayalı eklektik kültürü yoz­

biçimlendiricisi sayılırdı. Bugün mehtab iilem­ laşma olarak değerlendirmesi, hatta Mısırlı

leri diye bilinen ve Boğaziçi aristokrasisinin 1 9 . zenginlerin Osmanlı kültürünü içinden çökert­

yüzyılda yarattığı içe dönük eğlence kültürü, meye çalıştıkları vehmine kapılması, dini ya­

havas·ın 1 9 . yüzyıl öncesi kolektif katılımla şantının gündelik hayatın sınırları içinde aza­

gerçekleştirdiği etkinliklerin geleneksel tabanı­ lan etki gücüne bağlanabilir. Aslında Osmanlı

na sahiptir. Eski mesire geleneği, sanki kılık üst tabakası evrensel bir gerçeğe uymakta ve

değiştirip yeniden canlanmış gibidir. Liile Devri kendi geleneksel içe dönük kültürünü dışa dö­

olarak bilinen ve 1 8 . yüzyıl saray hayatının bir nük bir yapıda yeniden kurmaktadır.

kültürel estetizme dönüştüğü bu tarih kesiti ı 9 . Cami sembolünün gündelik hayatın kül­

yüzyıl Boğaziçi'sinin arketipi sayılabilir. türel yapısındaki egemen rolü gerilerken, sem­

Boğaziçi ' nde yerleşen ve yalı hayatının bolün maddi çehresi de değişime uğrar. Klasik

maddi desteğiyle düzenlenen bu yeni eğlence dönem camilerinin dış cephe süsleme eleman­

biçimi, biraz önce belirttiğimiz geleneksel taba­ ları, 1 9 . yüzyılda terkedilir. Kaligrafık tezyina­

nın üzerine modernleşme sürecinin gündelik tın yerini gotik ve barok üsluplardan aktarılma

1 9. YÜZYILDA MODERNLEŞME VE GÜNDELiK HAYAT. 89


Sa11dal gezimileri, gele11eksel lıayac carzmm modernleşme dö11emine bırakcığı kü/cürel miras arasmdaydı. Bu mirasa sahip çı­
ka11lar, ke11dileri11igele11eksel ile modern dıil{Ya aras111da en iyiifade edebilecek escecik lıayac carz1111yaratcılar.

90 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


küçük ölçekli natüralist doğa tasvirleri alır.
özellikle Boğaziçi ve Dolmabahçe ekseni üze­
rinde Osmanlı üst tabakasının zevkine göre
tezyin edilen cami mimarisi, dini yaşantının
modern estetizm içinde erimeye başladığını
kanıtlamaktadır. Mimariyi anıtsal ölçekte yü­
celtmek yerine daha küçük, ama daha çok iş­
lenmiş bir madde olarak tasarlayıp hayranlık
uyandınma eğilimi, gündelik hayatın üst taba­
ka değerlerindeki değişimi açıkça gözler önüne
sermektedir.

iktisadi Yaşantı

ı 9. yüzyıl gündelik hayatı içinde değişime


uğrayan ikinci temel, çarşı sembolüyle temsil
edilen iktisadi yaşantıdır. Daha önce bu sembo­
lün geleneksel sistem içindeki parçalanma sü­
recine kısmen değinmiştik. iktisadi yaşantının
en trajik boyutu, geleneksel mesleklerin orta­
dan kalkmaya başlamasıyla 1 9 . yüzyılda orta­
ya çıkmıştır. Her mesleğin ölümü, onu destek­
leyen değerlerin, bilgi ve becerinin yokolması­
na yol açar. Bu tür bir altüst oluş ise, gündelik
hayatın değerler sisteminde boşluklar doğurur.
1 9 . yüzyılda meslek çarşılarının iktisadi yaşan­
tı üzerinde egemen sembol olmaktan çıkması,
üretime dayalı geleneksel norm düzeninden, it­
halata dayalı norm düzenine geçişin kesin ifa­
desidir. Bir malın üretim süreci salt teknik bece­
riyi kapsamaz; bu sürecin bir de kültürel içeriği
vardır ve üretilen malın hangi toplumsal tüke­
tim tabakasında maddi değerini bulabileceği
sorunu, üretimin kültürel içeriğidir. Geleneksel
Osmanlı sisteminde bu içerik, oldukça basit bir
düzeyde tutulmuştur; çünkü toplumsal tabaka­
laşmada çokmerkezli bir beğeni olgusu yerleş-

1 9. YÜZYILDA MODERNLEŞME VE GÜNDELİK HAYAT. 91


Gündelik hayatta, gelenekse/ tüketim anlayışı ıle esnefahlakı arasmda organik bir ilişki vardı. lsrefın günah sayıldığı bir kül­
tür ortammda esnefahlakı, temel iht(yaç maddelenyle sı111rlı iktisadifaal(yetin kalite sorumluluğunu üstlenmişti Modenıleşme-
111/1 ruhu ise buJaal(yetin kapsamma isrefkabul edilen ithal mallann tüketıln alışkanlığı111yetieştirerek, toplumsal değeryargı­
lamun değıŞim!lıeyol açtı.

memişti. Oysa 1 9 . yüzyılla birlikte toplumsal sında kazanılmış bir üstünlüğün ve farklılığın
tabakalaşma giderek ayrımlaştı ve beğeni ölçütü sayılıyordu. Bu yüzden istanbul'daki
odakları, statü gruplarının gündelik hayatı ya­ pek çok paşa konağının gerekli gereksiz bu tür­
şama biçimleri doğrultusunda çeşitlendi. El sa­ den yabancı objelerle doldurulup bir garabetler
natlarına dayalı üretimin bu çeşitlenmeyi her müzesine dönüşmesi, salt zevksizlikle açıkla­
yönüyle tatmin edebilecek estetik standartları namaz. Gündelik hayatın moda kalıpları hem
yoktu. bu zevksizliği körüklemiş, hem de iktisadi ya­
Çarşı sembolünün kendi bünyesindeki bu şantının yeni normları doğrultusunda bir statü
zayıflık, 1 9 . yüzyılda ithalata dayalı estetik ob­ belirleyicisi olarak işlev üstlenmişlerdir.
jelerin İstanbul piyasasına girmesine yol açmış­ Çarşı sembolü, 1 9 . yüzyılda iktisadi ya­
tır. Osmanlı üst tabakası bu tür objelere sahip şantıyı ancak Kapalı Çarşı örneğinde gördüğü­
olmayı , modernleşme sürecinde statülerini müz kozmopolit bir doku içinde sürdürürken,
yükseltmek isteyen diğer toplum tabakalarıyla ticari pazarlarını ithal ürünler üzerine kuran
arasındaki farkı belirlemesi açısından değerlen­ bonmarşeler de Galata-Pera bölgesinde günde­
diriyordu. örneğin bir piyanoya sahip olmak, lik hayata girmişlerdir. Bonmarşelerde satılan
Chopin'in prelüdlerini çalabilmek gibi bir ülkü­ yabancı etiketli tüketim mallarının yalnızca
yü barındırmaktan çok, bu objeye sahip olama­ Osmanlı üst tabakasının ilgisini çektiğini san­
yan daha alt tabakadaki bürokratik elit karşı- mak yanıltıcı olur. Toplumun daha alt tabaka-

92 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


iktisadi tüketin11i1 üst tabakada /(rızandığı moda !çenk/! boyut, bonmarşe kataloglannı zleyen
i yeni bir müşceriprqfiliyararmış­
tı. Geleneksel değerler ıle modem alışkanlık/ar arasmda bocalayan lscanbul esnqfı ıse henüz orta ve dargclıdi halk için modası
geçmemiş bir estetiğin üreticıs(ydı:

lan da bu malların estetik çekimine kapılmıştı. rebilecek bir gerekçeye sahipti artık. Bu nokta
Kuşkusuz bu çekim gücünü körükleyen önem­ son derece önemlidir; çünkü Osmanlı insanı
li bir olgu da malın pazarlama yöntemine geti­ nesnelerin çekimine kapılarak, kendi bireysel
rilen yenilikti. Bu yeniliğin en önemli yönü tarihinde ilk defa oldukça farklı bir gerekçeyle
bonmarşelerin başlattığı vitrin düzenlemeleriy­ sokağa adımım atmıştı. Dolaştığı yer artık ge­
di; bunu basın organlarındaki çarpıcı reklanlar leneksel mekanlar arasındaki sınırlı bölge de­
izledi. Özellikle Beyoğlu bonmarşeleri vitrinle­ ğil, modern gündelik hayatın kendisiydi. Böy­
rinde sergiledikleri ithal mallarla, caddelerin lece Osmanlı insaııı kazandığı bireysel dina­
kalabalıklaşmasına yol açtılar. Böylece ilk de­ mizm sayesinde yüzyıllardır yaşadığı istan­
fa, bir şey satın almasa da vitrinler önünde pi­ bul'u yeni bir gözle keşfetmeye başladı. Bu
yasa yapan insan tipi ortaya çıktı. 1 9 . yüzyıl keşfın en olumlu sonucu , modern Osmanlı dü­
gündelik hayatının bu yeni tipi, en azından şüncesinin eleştirel bir etkinlik olarak fılizlcn­
zamaııını geleneksel mekanların dışında geçi- mesidir.

1 9. YÜZYILDA MODERNLEŞME VE GÜNDELİK HAYAT. 93


Gündelik hayatın iktisadi yönü ı 9. yüz­ vencesizliği yakından tanıdığı bir şehirdi. An­
yılda toplumsal dayanışma biçimlerini de ya­ cak Galata-Pera bölgesindeki bazı azınlaklar
kından etkilemiştir. Klasik Osmanlı mahallesi, bu güvensizlik çemberinin dışında kalabilmiş­
avarız sandıkları yoluyla geleneksel dayanış­ lerdi. Galata bankerleri, gündelik hayatın ikti­
mayı sağlıyordu. Mahalle halkının iktisadi sadi yönünü denetleyebiliyorlardı. Azınlıkla­
açıdan güvenlik dünyasını kuşatan bu sistem, rın iktisadi açıdan toplumun diğer kesimlerine
artın nüfus oranı karşısında işlevini kaybetti. oranla daha iyi durumda bulunmaları, özellik­
Bunun yanısıra toplumsal darboğazların yo­ le Beyoğlu çevresinde hayat standardı yüksek
laçtığı genel fakirleşme karşısında zenginliğin bir yaşantı üslubunun doğmasına yol açmış­
miras yoluyla bölüne bölüne bir güç olmaktan tır. Yabancı elçiliklerin bulunduğu Beyoğlu,
çıkması, bu sistemi işlemez duruma soktu. iktisadi gücün sembolü olarak 1 9 . yüzyıl bo­
Gün geçmiyordu ki zengin bir mirasyedi, ha­ yunca gelişir. Osmanlı modernleşmesinin pek
yatını sefalet içinde noktalamasın. Bu türden çok kurumsal yeniliği bu bölgede başlatılmış­
trajik olaylar gündelik hayatın kulaktan kula­ tır. Altıncı Daire-i Belediyye adıyla Faris Bele­
ğa aktarılan başlıca konularıydı. ı 9. yüzyıl İs­ diyesi örnek alınarak kurulan hizmet örgütü,
tanbul 'u her tabakadan insanın iktisadi gü- önce bu bölgede faaliyete geçmiştir. iktisadi

Orand.e Rıu dl' Pem

'-'� ...lf..)4-- J.ı:.JI �

lstanbul halkı içıiı Bryoğlu 'ndaki bonmarşe virniıleıini seyretmek, A vmpa meden(yer müzesıiıi gezmekle eşanlamlıydı. 811 vitrin ­
lerde sergilenen mallar sıradan ıiısamn zıhnine, modem hayat tarz111111 statü sembol/en· olarak yeni bıi· düııyanm standartla11111
yerleştiriyordu.

94 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


Şeluinfinans merkezi Galata idi. Köhne lstanbu/'a ka­ Beyoğ/u 'nun ünlü Cadde-! Kebir'ini, değişen dünyaya
Ja tutan muhkemyapilanyla bankalar, modem/eşme­ dııyulan bı{yük özlem ılışa etmiştı: Karşılıklı Barok ve
nin tescıl ettiğiyeni hayat tarzma bekçi/ıkyapan zıh­ Art Nouveau cepheli dekorların kuşattığı bu hayat
niYete, adeta bıi saray ılıtişamıyaşatıyordu. sahnesı; modernleşmeci senaıyolar için doğal birplato
olma özelliğini hep korudu.

...

gücün beslediği hizmet sektörü, gündelik ha- Aile Yaşantısı


yatın hemen her alanında örgütlenmeye baş-
lamış ve Beyoğlu 1 9 . yüzyıl sonlarına doğru 1 9 . yüzyılla birlikte gündelik hayatın de-
Avrupa kentlerinin görüntüsüne bürünmüş- ğişime uğrayan bir diğer boyutu da, sivil konut
tür. sembolüyle somutlaştırdığımız aile yaşantısı-
Geleneksel çarşı sembolünün 1 9 . yüzyılda dır. Osmanlı ailesinin geleneksel çekirdeği bu
yıkılmasıyla iktisadi yaşantı bir toplumsal statü dönemde pek değişikliğe uğramaz; ancak asıl
ölçütü olmaya başlar. Klasik dönem Osmanlı değişiklik çekirdeğin etrafını saran ve zamanın
mahallesinde zengin ile fakir aynı ölçeği payla- koşullarıyla orantılı olarak daralıp genişleyen
şırken, 1 9 . yüzyılda bu durum tersine dönmüş değerler halkasında gözleııılenebilir. Alt taba-
ve zenginlik kendisine yeni ıııekanlar aramış- ka aile yaşantısı, bu dönemde geleneğin izinde
tır. Boğaziçi'nin geniş ölçüde yerleşime açılma- yürümektedir. üst tabaka yaşantısında ise
sı, bu türden bir iktisadi yaşantı farklılaşması- modernleşme doğrultusundaki yenilikler birbi-
ııın doğal sonucudur. rine zincirlenerek ailenin geleneksel özünü ku­
şatırlar. Üst tabaka ailesinin yaşantısı bu dö

1 9. YÜZYILDA MODERNLEŞME VE GÜNDELİK HAYAT. 95


nemde yeni bireylerin katılmasıyla genişlemiş- nekler, elçilik kokteyllerine katılmak ya da bir-
tir. Zenci dadı, Çerkes hizmetçi gibi işlevleri kaç ailenin biraraya gelerek dönemin ünlü sa-
belli bir toplumsal kökene sahip yardımcı ele- natçılarını davet edip aile içi toplantılar düzen-
manların yanına Fransız mürebbiyen i n de !emek gibi olgular arasından seçilebilir. üst ta-
alınmasıyla aile yaşantısının modern çerçevesi baka aile yaşantısı, 1 9 . yüzyılda sivil konut
tamamlanır. sembolüne bağımlı olmaktan çıkarak yeni me-
Köşk-konak hayatı 1 9. yüzyılda ağırlığını kanlara uzanmaya başlar. Ailenin yaşadığı ana
daha çok duyurmaya başlamıştır. Zengin aile- konutun dışında bir yazlık sahibi olmak düşün-
ler geleneksel yaşantının tekdüzeliğinden sıyrı- cesi bu dönemde ortaya çıkar. Yabancı elçilikle-
larak, zamanı farklı ölçekler içinde tüketmeye rin Tarabya'daki yazlık konutları bu yeni dü-
yönelirler. Bunun doğal sonucu olarak da adına şüncenin arketipi olmuşlardır. özellikle Boğazi-
gece hayatı diyebileceğimiz bir zaman birimi çi sahilleri, Adalar ve sur dışında gelişmeye
içinde modern eğlence kültürünü geliştirirler. başlayan Yeşilköy, bu yeni düşüncenin uygu-
Bu kültürün Boğaziçi'nde aldığı farklı biçime !andığı mekanlar arasındadırlar. Konut tipleri-
daha önce değinmiştik. Bunun dışında diğer ör- nin bu türden gereksinimleri karşılayacak bi-

Gelenekse/ mahalle hayat111da zenginlik ileJakıi'/iğıiı kader ortaklığına dayalı aileyaşantısı, modernleşmenin erkis{yle sarsılma­
ya başladı. Zengin aileler kendileniıeyeniyaşam alanları kurarlarken, arkalarında köhnemiş ahşap evler ve tevekkül dolu bir
hayat bırakmışlardı. Modem edeb{yat111 ana temalarından ihanete ugramış Müslüman !scanbul imq;i ise bu rerkedilen hayat111
içinde.filizlendi.

96 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


çimde farklılaşmaları toplumsal hareketliliğin
de birer göstergesidir. Ailelerin bir yerden bir
yere taşınmaları, bu hareketliliğin, farklı me­
kanlarda değişik yaşantı üslupları doğurmasına
da yol açmıştır. Konak-köşk hayatının sayfiye­
ye kaymasıyla bu üslup çeşitlenmesi giderek
zenginleşir.
Alt tabaka yaşantısı ise, bu dönemde ko­
nut sembolünün farklılaşmasından çok, kendi
içinde geçirdiği dönüşüm sonucu kısmi değişi­
me uğrar. Sur içi İstanbul 'unda dar ölçekli ma­
hallelerin, yoğun nüfus gereksinimlerini karşı­
layabilecek güçten yoksun oluşları, aile yaşan­
tısını da olumsuz yönden etkilemiştir. Ardışık
düzende sıralanan konutların, canlı bir orga­
nizmayı oluşturan hücreler gibi mahalle ölçe­
ğinde yerlerini almaları, başta yangın ve sal­
gın hastalıkların çok çabuk yayılmasına neden
olmuştur. Osmanlı insanı bu dar ölçek içinde
kendi güvenlik dünyasından kopmuş ve aileler
başka bölgelere doğru göçe zorlanmışlardır. İs­
tanbul 'un Müslüman kesiminde olduğu kadar Modem/eşmenin kültürel boyut/anndan bırisi de mahrem/yerin üze­
rindeki perdeyi kaldırmaya başlayan moda idi. Kad111 için modaya
azınlıklar arasındaki Yahudi t;esiminde de bu uymak, saydamlaşan peçenılı ardından yüzünü gösterebilecek cesa­
türden zorunlu yer değiştirme olaylarına rastlı­ rete sahip bulunmak demekti. Bıı cesareti ona veren moda, artık ge­
leneği örtmüyor, tersine modem olanı seıgil(yordıı.
yoruz. Fener-Balat bölgesine yerleştirilen Ya­
hudiler, nüfus yoğunluğuyla ters orantılı dar
mekanlar içinde, adına "Yahudhane" denilen ölçeğinde aldığı yeni biçim de, modernleşme­
apartman mimarisinin ilkel bir biçimi olan ko­ nin desteklediği bir gündelik hayat ögesi ola­
nut tipini yaratmışlardır. Bu konut tipi oda oda rak gelişir.
kiraya verilmek suretiyle azınlık insanı için bir Modernleşme süreci, aile yaşantısı üze­
gelir kaynağı oluşturmuştur. Ancak asıl apart­ rindeki otoriter gelenekleri de zayıflatmıştır.
manlaşma aileye belli bir gelir kazandırmak Aile büyüğünün sembolize ettiği otorite, kıs­
amacıyla değil, ailenin toplumsal statüsünü men ailenin diğer üyeleri arasında bu dönem­
modern bir sembolle geliştirmek için, özellikle de bölüşülür. Aile içinde bireyin kişiselleşmesi
nüfus yoğunluğunun fazla olduğu Beyoğlu ve kendine özgü kültür dünyasını kurması, bu
çevresinde başlamıştır. 1 9 . yüzyılın sonlarına otorite gücünün paylaşılmasıyla gerçekleş­
doğru birkaç katlı apartmanlar Beyoğlu' nun miştir. Böylece bireyin gündelik hayata karşı
siluetine katılırlar. Aile yaşantısının apartman olan sorumluluğu aile büyüğünün tekelinden

1 9. YÜZYILDA MODERNLEŞME VE GÜNDELİK HAYAT. 97


Pera Palas'm Boğaziçi'ndekiyazlık kısmı Suınıner Palace. Şark s11lta11ları11111 efsa11evf şel11i11igörnıeye gelen A vrupalılar, 19.
yuzyıl sonlarına doğru !stanbul'u bir tun'zın ınerkezılıe dö11üşrürnıüşlerdı: Artık şehir, tarihi amtları kadar, oteller(yle degezi
rehberlerındeyenm alıyordu.

çıkmış ve birey aile yaşantısını daha serbest Modernleşmenin Öteki Sembolleri


bir alanda sürdürmeye başlamıştır. Bu süreç
daha çok üst tabaka kadınının yaşan tısında 1 9 . yüzyılda gündelik hayatın yeni me­

belirgindir. Henüz kadın için "tesettür" gele­ kanları arasında oteller, özellikle dikkati çeker­

neği sürmekle birlikte, gündelik hayatın moda ler. Geleneksel toplumun kervansaraylarına

olgusu, giyim kuşamdaki örtünme zonınlulu­ karşılık oteller, modern dünyanın yaşantı biçi­

ğunu dini bir buyruk olmaktan çıkartıp bir çe­ mine cevap verebilecek biçimde düzenlenmiş­

şit süslenme biçimine dönüştürmüştür. Ferace lerdir. İstanbul otellerinin prototipi yabancı elçi­

ve yaşmak gibi " tesettür" ögeleri giderek süs­ lik misafırhaneleridir. Diplomatik görev nede­

lenme olgusunun moda malzemesine dönüş­ niyle istanbul'a gelen yabancılar bu misafirha­

müşler, kadın yüzü dini mahremiyetin perdesi nelerde konaklarlardı. Ancak İstanbul ı 9. yüz­

ardından yavaş yavaş gün ışığına çıkmıştır. yılın ikinci yarısından sonra salt yabancı gö­

Moda olgusunun aile yaşantısına girmesiyle revlilerin geldiği bir kent olmaktan çıkmış, ça­

geleneksel otoritenin dizginleri bu yeni kültü­ şitli amaçlarla yolculuk eden pek çok insanı

rel oluşumun eline geçmiş, gündelik hayat bu kendine çeken bir merkez durumuna dönüş­

sayede bireyin özgürleşme sürecine tanık ol­ müştü. istanbul'a ilk yabancı turist grubu

muştur. l 863 'te gelmiştir. istanbul-Paris dem iryolu


l 870 'te etkinlik kazanmaya başlamış ve Ori-

98 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


ent Express seferleri 1 883 'te düzenlenmiştir. tikte yegane ulaşım araçlanydı. Faytona binmek
Yabancı turist akınını karşılamak amacıyla önce padişaha ait bir hak iken, zamanla bu hak­
1 884 'te Pera Palas, lstanbul'un turizm merkezi kı protokol ilkeleri doğrultusunda devlet ricalin­
olarak hizmete girmiştir. Pera Palas'ın Tarab­ den bürokratlar ve en sonra da zengin kimseler
ya'daki yazlık kısmı olan Summer Palace, ya­ kullanmaya başlamıştı. Fayton, 1 9 . yüzyıl İs­
bancı elçili klerin yazlıklarıyla birlikte aynı tanbul'unda önemli bir statü sembolü sayılıyor­
amaca hizmet etmiş ve geleneksel konaklama du. Zenginler ve devletin üst kademesindeki nü­
mekanlarının karşısında modernleşmenin so­ fuzlu kişiler, halk tarafından, sahip oldukları
mut bir sembolü olmuştur. 1 9 . yüzyılda Beyoğ­ faytonlar aractlığıyla tanınırdı. İstanbul sokakla­
lu 'nun bir otel merkezi olarak geliştiğini gör­ nnda ve mesire yerlerinde dolaşan bu zenginlik
mekteyiz. Başta Londra Oteli, Bristol Oteli, Bü­ sembolleri, içindeki insanın kişiliğine göre halkın
yük Fransız Oteli, Tokatlıyan Oteli ve Büyük sevgisine ya da öfkesine muhatap oluyorlardı.
Kroecker Oteli olmak üzere pek çok otel, levan­ Ama asıl önemli nokta bu sembollerin, alt taba­
ten kültürün Beyoğlu ölçeğinde gündelik haya­ ka insanının kullanımına kapalı kalışlanydı. Atlı
tı biçimlendirmesine aracılık yapmıştır. tramvaylar bu kapalılığı kısmen kaldırmışlardır.
Gündelik hayata 1 9. yüzyılla birlikte giren Belli hatlar üzerinde çalışmalanna rağmen gene
teknolojik araçlann başında otomobil gelir. Daha de orta ve alt tabaka İstanbul halkına hizmet ve­
önce Avrupa'dan ithal edilen ve sonra yerli tek­ ren popüler semboller olmuşlardır. 1 895 'te İs­
nolojiyle de üretilen faytonlar, 1 9 . yüzytl sonu­ tanbul gümrüğüne getirtilen ilk otomobil ise, bü­
na kadar İstanbul trafiğinin atlı tramvaylarla bir- yük şaşkınlık yaratmıştır. Gümrük tarifelerinde

Recaizdde'nıiı ünlü romanı Araba Sevdası 'na konu olanJaytonlar, bir ulaşım vasıtasmdan öre, bir kimlik sembolüydü/er. Yarar
rıklanJanrazya içinde dolaşan bu dört rekerlekli mülkiyer kale/en; lstanbu/ 111ekdn111da kendilerine has bir külrür coğrqjj;asıya­
ram/ar.

1 9. YÜZYILDA MODERNLEŞME VE GÜNDELİK HAYAT. 99


Osmanlı Taşrası

Son büyük taşralı Ali Emiri Efendi'nin 1 9.


yüzyıl sonuna doğru geldiği istanbul'daki ilk
işi, padişaha ve sadrazama birer kaside sun­
mak olmuştur. istanbul'un aydın çevrelerinin
modern edebiyat anlayışını geliştirdikleri bir
dönemde böyle bir davranış oldukça garip kar­
şılanabilir. Oysa Emiri Efendi'nin bu davranışı
henüz geleneksel kültürün içinde yaşayan taş­
ralının değerleriyle tam bir uyum içindeydi.
Osmanlı taşrası 1 9 . yüzyılda istanbul'un
dışında kalan Rumeli ve Anadolu coğrafyasının
bütününü kuşatır. Bu geniş coğrafyanın Os­
manlı döneminde devraldığı kültürel miras, Bi­
zans yoluyla Hıristiyanlığa, Selçuklu yoluyla da
Ortadoğu Türk-iran uygarlığına uzanır. Bu iki
lstanbul halk1111n gözünde Avrupa medeniyetıiıi temsıl
ana damarın dışında kuşkusuz bu coğrafyayı
eden teknolq;/ ve ard111dakıJelsefe111i1 en çarpıcı ömeği
otomobıl oldu. Gelenekse/ hayat çarkmı döndüren orga- kültürel açıdan besleyen diğer kılcal damarlar
111k ener/iye kayıtsız bu meka111k tasanm, hız, refah ve da vardır. Ama Osmanlı'ya devredilen asıl mira­
binycıliğin de şehıi' sokaklarındakigezıd reklam aracı
idi sı oluşturan öge, Bizans-Selçuklu sınırındaki
sürekli çatışmaların doğurduğu kolektif bir fetih
henüz adı geçmeyen bu garip araca "kendiliğin­ ruhu ve bu ruhun manevi kalıbı içinde biçimle­
den hareket eden" anlamında zatü'/-hareke de­ nen sert insan doğasıydı. Taşra'nın gündelik
nilmiştir. ilk otomobil sahipleri de ilk fayton sa­ hayatı yüzyıllar boyunca bu insan doğasına uy­
hipleri gibi nüfuzlu kişilerdi. i l . Meşrutiyet'ten gun bir yönde gelişmiştir. Gündelik hayatı bes­
sonra Osmanlı basınında görülen otomobil rek­ leyen sözlü ve yazılı gelenekler bir yandan in­
lamları, bu sembolün üst tabaka arasında olduk­ san yaşantısına destansı bir boyut kazandırır­
ça yaygınlaştığını kanıtlar. Gene aynı yıllarda ken, diğer yandan da bu karakter yapılanması­
devreye sokulan elektrikli tramvaylar da halkın nı bozulmaya karşı koruma çemberine almışlar­
ulaşım gereksinimini karşılamaktaydılar. Motor­ dır. Bu açıdan klasik dönem Osmanlı taşrası,
lu taşıtların İstanbul trafiğine girmeleriyle birlek­ gündelik hayatı ethik bir gerçeklik olarak yaşa­
te gündelik hayatın zaman temposu da hızlan­ mış, bozulmaya karşı gösterdiği direnç, onu saf
mıştır. Telgraf ve telefonun il. Meşrutiyet sonra­ bir kültür deposuna dönüştürmüştür.
sında yaygın kullanıma açılmasıyla da gündelik 1 7. yüzyıla kadar istanbul'u kültürel açı­
hayat giderek pratikleşmiş ve Osmanlı insanı dan besleyen temel kaynak taşradır. Divan
için gerçek ile fantazya arasında salınan sosyo­ edebiyatının yönlendiricileri arasında sayılan
kültürel bir sarkaç işlevini üstlenmiştir. Fuzuli, Nabi, Necati ve Nefi gibi önemli sanatçı-

1 00 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


lann hemen hepsi taşralıydı. Öte yandan istan­ temel özelliğini kaybetmemiştir. Taşranın gün­
bul'un dini yaşantısı içinde önemli bir yere sa­ delik hayatı mahalle ölçeğiyle sınırlı kalmış,
hip bulunan tarikatlar taşrada doğmuş ve bura­ kendi iç yapılanmasını bu ölçeğin sınırlarını
dan yönetilmişlerdir. Hem dini, hem de dindışı zorlamadan gerçekleştirmiştir. Nüfus yoğunlu­
hayat üzerindeki taşra etkisi 1 7. yüzyıla kadar ğunun artması gibi mahalle ölçeğini parçalayan
kesintisiz sürmüştür. 1 8. yüzyılla birlikte İstan­ bir olguya taşranın gündelik hayatında çok az
bul kozmopolit bir kültür dokusu oluşturmaya rastlanır. Böyle bir durum ortaya çıktığında ise
başlarken, taşra tam bir sessizliğe gömülmüş­ mahallenin parçalanması değil, yeni yerleşim
tür. Bu sessizlik içinde gündelik hayat, birkaç birimleriyle kent ölçeğine katılması yöntemi
yüzyıl öncesinde olduğu gibi donmuş, dinamiz­ uygulanmıştır. Taşra kentleri fiziksel çevreleri­
mini kaybetmiştir. Ancak taşra ölçeğindeki bu ni tarih boyunca korumuşlar, büyük bir çoğun­
toplumsal hareketsizliğin olumlu bir yönü de, luğunun temel özelliği olan sur içi gündelik ha­
geleneksel kültürün dış etkilere karşı koruna­ yatı, bu temel çevre içinde yaşamışlardır. Di­
bilmesini sağlamasıdır. yarbakır'ın kale duvarlarıyla çevrili sur içi gün­
1 9. yüzyıl Osmanlı taşrası, mekan organi­ delik hayatı buna güzel bir örnektir.
zasyonunu mahalle birimlerine ayırarak kuran Osmanlı taşrasının dini yaşantısı, tarih bo­
geleneksel ilkeyi korumaktaydı. İstanbul 'da yunca manevi otoritenin egemenliği altında bi­
mahalle ölçeğinin daha geniş yaşantı ölçekleri çimlenmişti. Bu otoritenin somut bir kişiliğe bü­
içinde erimeye başladığı bir dönemde taşra, bu ründüğü " evliya" tipi, dini yaşantıyı gündelik

Taşra insanı, Osmanlıyerliliğıiıin temsilcisiydi. Ait bulunduğu kültür coğref.yasıııı, kendi lıayar imkanları olarak kabul cdcıı bıı
insan, zaman çarkını ağır ama temkinli çeviren ilahigüce teslim olmuştu.

1 9. YÜZYıLDA MODERNLEŞME VE GÜNDELiK HAYAT. 1 01


hayat içinde yönlendiren başlıca etki kaynağıy­ Buna karşılık taşra eşrafının statü sembol­
dı. Kendi kişiliğinde dindışı hurafe geleneğini de leri toprağa dayalı iktisadın sonucunda oluş­
barındırmakta olup özellikle halk tabakası üze­ muştur: Ekili tarla ya da büyük hayvan sürüle­
rinde kapsayıcı bir etkiye sahipti. Bu etki taşra ri, taşra üst tabakasının gündelik hayattaki sta­
insanım tevekküle yöneltmiş ve gündelik haya­ tü sembolleriydiler. İstanbul ölçeğinde tüketime
ta mistik bir çerçeve çizmiştir. 1 9 . yüzyıl taşra dayalı toplumsal statü sembolleri değişken ve
mistisizmi öylesine güçlüydü ki, Tanzimat'ın çeşitli oldukları için kişi, aile ya da belli bir gru­
başlattığı mahalli idarelerdeki yenilik program­ bun gündelik hayat standardını sürekli kılamı­
ları, uygulanabilmeleri için gerekli dinamizmi yorlardı. Oysa Osmanlı taşrasındaki statü sem­
halk katında uzunca bir süre bulamamıştı. Bu bolleri hem bir üretim etkinliğini temsil etmeleri,
mistik dünya, gündelik hayatı bir çeşit fantaz­ hem de geniş ölçekte kalıcılık niteliği taşımaları
yaya dönüştürüyor ve bireyüstü güçlerin dene­ açısından eşraf tabakayı tarih boyunca belli bir
timine veriyordu. Daha önce de belirttiğimiz gi­ hayat standardının üzerinde tutmuşlardır. Bu
bi bu güçlü denetim, gündelik hayatın kültür yüzden istanbul'un zengin aileleri, 1 9 . yüzyıl
dokusunu dış etkilere karşı korumaktaydı. süresince iktisadi çalkantılar içinde gündelik ha­
Taşranın iktisadi yaşantısı ise dini yaşantı­ yattan silinirlerken, taşra eşrafı ayakta kalabil­
nın nornılanna göre düzenlenmişti. Taşra çarşı­ miştir.
ları küçük ölçekte el sanatlarının üretilip gerek­ Osmanlı taşrasının 1 9 . yüzyıldaki aile ya­
sinimi karşılayacak bir oranda pazarlandığı me­ şantısı geleneksel özelliklerini korur. Aile
kanlardı. 1 9 . yüzyıl lstanbul'unda rastladığımız üyeleri, erkek soyundan gelen en yaşlı kişinin
geleneksel mesleklerin yavaş yavaş ortadan otoritesi etrafında kümelenmişlerdir. Her bireye
kalkmaları, henüz taşrada yaşanan bir gereklik ait kişisel yaşantı özgürlüğüne, bu aile yaşantı­
değildi; çünkü her mesleğin özünü oluşturan di­ sında rastlanmaz. Bunun doğal sonucu olarak
ni norm sistemi bütünüyle yıkılmamıştı. Bu da aile, İstanbul örneğindeki gibi parçalara bö­
yüzden hem meslekler eski etkinliklerini sürdü­ lünerek değil, bütünü koruyarak gündelik ha­
rebilmişler, hem de mal üretimini geleneksel yata katılır. Aile yaşantısının kişiselliği barın­
normlar çerçevesinde gündelik hayatın stan­ dırmaması, eğlence kültürünün de kolektif
danlanna uygun olarak düzenleyebilmişlerdir. özelliğini oluşturmuştur. Ortak katılımı öngö­
Taşranın iktisadi yaşantısındaki standarda uy­ ren bu geleneksel kültür, özellikle doğum, ölüm
gunluk ilkesi, üretilen mal çeşidini belli bir sınır­ ya da evlenme gibi olgularda belli bir ritüelin
da tutmuştur. Bu mallar gündelik hayatın temel içeriğini kurar. Ayrıca İslamiyet öncesi Şaman
gereksinimlerine cevap verebilecek oranda olup inanışlarının folklorik etkinlikler içinde sürdür­
bu oranı bozan tüketim malları geleneksel yap­ dükleri varlıkları da kolektif coşkuyu aile ölçe­
tınm sonucunda taşra pazarlarına girememiştir. ğinde canlı tutar.
Bu iktisadi olgunun doğal sonucu da İstanbul Kahvehane türünden mekanlar 1 9. yüzyıl
örneğinde gördüğümüz, tüketim mallarının bi­ Osmanlı taşrasına yabancı değildi. Ancak bu
rer statü sembolü gibi değer kazanması sorunu­ mekanlar lstanbul'dakiler gibi köklü bir deği­
nun taşra ölçeğinde canlanamamış olmasıdır. şim geçirmediler. ı 9. yüzyıl sonlarında bile taş-

1 02 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


itaat ve kanaat ah/dkmı düstur edinen taşra eğitimı; devamlılık.fikniıe sahip muhqfazakdr insan tipini besleyen ana kaynaktı.
Vilayetlerden !stanbu/'a gelen bu insanlar. endazesi bozulmuş toplumsa/ değerler terazisıiıe, Osmanlı medeniyerıi11i1 mılıenk taş­
/anm koydular.

ra kahvehaneleri Battaln � e ' lerin , Daniş­ tapların büyük bir çoğunluğu tek nüsha olup
mendnılme'lerin okunduğu yerlerdi. Kahveha­ Osmanlı kültürünün altın anahtarlarıydılar. Bu
ne ocağı etrafında kümelenen taşra insanı, bu eşsiz koleksiyonu kendi kurduğu Millet Kütüp­
destansı kültür aracılığıyla geçmişi bugün için­ hanesi'ne vakfeden Emiri Efendi, lstanbul'un
de yaşayabiliyor ya da bugünün değerlerini yangın, deprem gibi doğal afetleri ya da hırsız­
geçmişin değerleri yerine koyarak, bir çeşit kül­ lık ve değerbilmezlik gibi geleneksel kültürü
türel anakronizm içinde bulunuyordu. Az önce yokeden kayıtsızlığı karşısında, kaybolan bir
sözünü ettiğimiz Ali Emir! Efendi'nin İstanbul dünyayı yeniden bize kazandırmıştır. Ali Emi­
ölçeğindeki çizgidışı davranışı, köken bakımın­ ri'nin taşradan istanbul'a getirdiği hazine, bo­
dan bu tür bir anakronizme dayanmaktaydı. zulmamış geleneksel kültürümüzün kendisiydi
Şimdi gene baş tarafa dönerek Emiri Efen­ ve taşra Ali Emiri Efendi'nin kişiliğinde bu ha­
di'nin İstanbul serüvenini nasıl sonuçlandırdı­ zineye yüzyıllar boyunca sahip çıkarak, uygar­
ğını izleyelim: Hayatının büyük bir bölümünü lığımıza en büyük armağanı vermiştir.
Osmanlı taşrasında geçiren Ali Emiri, Rumeli
ve Anadolu'daki gezileri süresince yaklaşık on Tanzimat 'tan Cumhuriyet 'e
beş bin kadar yazma kitap toplamıştır. Bu ki- Türkiye A nsiklopedisi, il, ( 1 985) . s. 538-563.

19. YÜZYILDA MODERNLEŞME VE GÜNDELiK HAYAT. 1 03


İKİNCİ BÖLÜM

insan, Kültür ve Mekan


TANZİMAT, KADIN VE
GÜNDELİK HAYAT

Osmanlı toplumunda insan neslini temsil camalara oranla çok daha yüksek olduğu bol­
etme hakkı, 1 84 4 nüfus sayımına kadar yal­ luk dönemlerinde erkek nüfus, ele geçirdiği dini
nızca erkeklere tanınmıştı. Bu hak Tanrısal bir imtiyazların da etkisiyle yarattığı askeri ve ma­
armağan olmaktan çok, yerleşik idari zihniye­ li kaynaklar üzerinde saltanat sürme hakkını,
tin pratikteki uygulamalarından doğmuş, dün­ bir çeşit insanlığı temsil etme yetkisine dönüş­
yevi bir kaçançtı. Tanzimat sonrasında ortaya türmüştür. Devlet yönetimi açısından ise bu tür
çıkan kadın sorunu, bir bakıma bu zihniyetin yetki sahiplerinin nüfus sayımı kapsamına
geçirdiği değişimle yakından ilgilidir. alınmaları, toplumsal üretim kaynaklarının
Tanzimat'la birlikte kadının nüfus icmal saptanması amacına yönelik pratik bir çözüm
defterlerinde tescil edilmesi, onun gündelik ha­ niteliğindedir. Ne var ki 1 9 . yüzyıl Osmanlı
yatta aldığı yeni konum için tam bir gösterge Devleti'nin sarsılan iktisadi dengesi, ister iste­
sayılamaz; tam tersine bu tescil zorunluluğu­ mez dikkatleri toplumsal tüketimin boyutlarını
nun ardında yatan gerçek neden, kadına biçil­ ölçme konusunda yoğunlaştırır. Dolayısıyla
miş değerin hangi ölçüde geleneksel önyargı­ imparatorluk coğrafyası üzerindeki insan en­
larla sınırlandığını ispatlar. Osmanlı devlet yö­ vanterini çıkarmak düşüncesiyle başlatılan ilk
netiminde 1 9 . yüzyılın ilk yarısına kadar ağırlı­ kapsamlı nüfus sayımlarına kadınların da dahil
ğını koruyabilen söz konusu önyargılar, bütün edilmesi, yalnızca tüketimdeki paylarınııı sap­
Ortaçağ toplumlarında geçerli bir anlayıştan, tanabilmesi içindir. Tanzimat yöneticileri, orta­
erkeğin üretici, kadının ise tüketici olduğu ya karamsar bir tablo çıkartan bu tüketici insan
inancından kaynaklanmışlardır. Bu inanca gö­ kalabalığını çeşitli düzeylerde üretici kılabilmek
re toplumsal düzeni ayakta tutan iktisadi üret­ için maarif politikasıııa öncelik vermişler ve bu
kenlik ile gaza ruhu arasındaki dengeyi erkek sayede kadın gündelik hayatta ağırlığını duyu­
nüfus sağlar. Hazine gelirlerinin, yapılan har- rabilmiştir. il. Abdülhamid döneminde ilk so-

TANZiMAT, KADIN VE GÜNDELiK HAYAT 1 07


nuçlannı vermeye başlayan Tanzimat maarifçi­ diğer eğitim sistemi vardı ki, amacı becerikli ev
liği, klasik ev kadını yanında o zamana kadar kadını yetiştirmek olsa da sonuçta kalifiye işçi
topluman yabancısı olduğu iki değişik kadın ti­ kadınların prototiplerini ortaya çıkarmıştır. Ka­
pini de yaratır: işçi ve entelektüel kadın. ra tahtası, sınıfı ve sırası bulunmayan; öğrenim
süresi öğrencinin yeteneğiyle doğru orantılı bu
eğitim, özellikle lstanbul'un Müslüman mahal­
Kadını Gündelik Hayata Kazandırma lelerindeki muhafazakar ailelerin kızlarını eğit­
Aracı Olarak Eğitim mek için başvurdukları bir çözümdür. Mahalle
mektebini bitiren ve /nas RüşdiYeleri'ne devam
1 9 . yüzyılda eğitim gören Türk kadınları etmeyip el becerilerini geliştirmeyi yeterli sayan
yalnızca resmi ya da özel okullardan yetişme- genç kızlar, komşu çavresinin ehl-i namus ola-
diler; bu kurumlardan çok daha yaygın ve bü- rak tanıdığı bir kadın ustanın yanına çırak veri-
tünüyle geleneksel kültürün yolunu izleyen bir lirlerdi. Gündelik hayatın pratik bilgisini, top-

Geleneksel Osmanlı kültüründe kad111. hane hayat111ın pratik yükünü üstlenmiş bir varlıktı. Küçük aymıtı/ar ve ılıce hesaplar­
dan ibarer bu cop/umsa/ sorumluluk, işlek bir zeka ve olaylara hakıln gizli bir ororireyaratmışa.

1 08 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


lumsal kültürlenmenin en doğal aracı kabul
eden çırak, "evinde kahvaltısını eder, mektebe
gider gibi ustanın evine giderdi. Öğleye kadar
çeşitli ev işleri görür, öğle yemeğini ustanın
evindeyer, yemekten sonra akşam ezanma
yarım saat kalıncaya kadar (yani alaturka
saat on bir buçuğa kadar) nakış odasında na­
kış işler vıya oya yapardı. Ezanayanm saat
kala ustasının evinden çıkıp kendi evine dö­
nerdi. Ustanın evinde öğretilen nakışlar, oya­
lar işinJantezi tarqji idi Ustalardan elde edi­
len asıl mühim görgü, ev işlen· idi. Ev işlerinin
ise hepsi bir usule, düzene bağlı idi Biryatak
nasıl toplamr? Yorganlar nasıl kaplanır? Bir
bohça nasıl kaplanır? Bir mum şamdana na­
sıl dıkilir? Mum yanarken üstündeki.fitil mu­
mu söndürmerden makasla nasıl almır? ütü­
ye nasıl bir ateş konur? Yaşmak/ar nasıl kola­
/anır? Toz ve örümcek nasıl alınır? Kışın kö­ Harem eğitiminin kadına kazandırdığı çalışma ahltikı, kuralların ru­
tin dünyasında geçerli bir hayat tarzına imkdn tanıyordu. Haremin
mür nasılyakılır? Hepsi ayn aynyaptınlarak
çöküşü, kadını kendi hayat tarzının enkazı altında bırakmıştı.
göstenlir, öğretilirdi. " ı iş eğitimi ilkesini esas
alan böyle bir öğretim yönteminin, öncelikle di­ bir diğer eğitim biçimi de, konak eğitimidir.
ni kültürün dışında sınırlı da olsa gündelik ha- Yöntem bakımından mahalle eğitimine benze­
..

yatın pratik araçlarını kullanma becerisini ka- mekle beraber amaçladığı hedefler, ondan çok
zandınmayı hedef seçmesi dikkat çekicidir. He­ daha farklıdır. Konak eğitimi, entelektüel kadın
nüz dikiş makinasının, petrol lambasının gir­ tipini yaratmıştır. Osmanlı saraylarındaki kla­
mediği evlerde el emeğinin önemini kavratan sik harem eğitiminin Tanzimat modernleşmesi­
bu eğitim sistemi, aynı zamanda usta-çırak iliş­ ne ayak uydurmuş bir çeşidi olan bu kültürlen­
kisini tanımış genç kızlara dış dünyanın küçük dinme biçimi, üst tabaka kadınına soyut bilgi
ölçekli üretim modeli ve çalışma düzeni hak­ aracılığıyla gündelik hayatın düşünsel çerçeve­
kında da bilgi verebilmiştir. Kuşkusuz bu basit sini kazandırır. Öyle ki el becerisi yerine akıl
eğitim, alt tabaka kadınını gündelik hayatın yürütmeyi, duygu yerine de pozitif düşünceyi
mahalle sınırları dışına çıkartabilecek önemli benimseyen kadın, artık erkekle birlikte günde­
etkenlerin başında geliyordu. Sonuçta bu yolu lik hayatın kültürel dolaşımını aynı anda izle­
izleyen tipik bir Müslüman kızın kültürel evre­ yebilmektedir.
ni oturduğu mahallenin dünyasından geniş, fa­ Konak eğitiminin yarattığı ilk entelektüel
kat yaşadığı şehirinkinden çok daha dardı. kadın, Ahmed Cevdet Paşa'nın kızı Fatma Ali­
Türk kadınını gündelik hayata kazandıran ye Hanım'dı. Yetişme biçimi, heııı yüksek bir

TANZiMAT, KADIN VE GÜNDELİK HAYAT 1 09


yat standartlarını temsil ettiklerini söylemek de
bir o kadar gerçeğe aykırı düşer. Konak yaşan­
tısının insan kadrosu, en azından bir genelleme
yapmamızı kolaylaştırabilecek ölçüde genişti.
Bu konuda değişmeyen tek kural, refah oranı
yükseldikçe söz konusu kadronun farklı iş kol­
larına ayrışmasıydı. Kuşkusuz bu işlevsel bö­
lünme yalnızca konak hizmetleriyle sınırlı de­
ğildi; aileyi temsil eden kan-koca arasında da
belli bir uzaklaşma hissedilir şekilde varlığını
duyuruyordu. Entelektüel kadın tipini ortaya
çıkaran konak eğitiminin temelinde, kan-koca
arasındaki bu uzaklaşmanın payı büyüktür.
öte yandan çocuklar ile ana-baba arasında da
gündelik hayatın gerektirdiği ilişki, ancak birta­
kım aracılar tarafından sağlanabiliyordu. Arap
bacı ya da dadılar Tanzimat öncesinde çocuğun
eğitimini üstlenen ve aynı zamanda çocuk ile
ana-baba arasındaki iletişimi sağlayan aracılar­
dı. Daha sonra ise Abdülhamid döneminin mu­
hafazakar konaklarına giremeyen Fransız mü­
rebbiyeler yerine Darülmuallimat mezunları,
Farma Al(ye Hanım, modernleşme ile lsldm(yetin kad111 düıryasında
Arap bacıların yetiştirdikleri paşa kızlarının eği­
yaramğı kültürel sentezi remsi/ ed(yordu. Kad111 varlığını şekillendi­
ren özgürlük ve bağımlılık duygusu, bu senrez içıiıde birbirini denge­ timleriyle meşgul olmuşlardır.
lemişti
Konak eğitiminde özel öğretmenlerin oy­
nadıkları rol, çocuğun dikkatini aile yaşantısın­
Osmanlı bürokratının konağındaki yaşantıdan, dan çok dış dünyaya çavirmek şeklinde kendi­
hem de Tanzimat sonrası dönemin kültürel or­ ni gösterir. Fatma Aliye Hanını için de durum
tamından derin izler taşır. aynıdır. Ahmed Midhat Efendi'ye yazdığı bir
Fatma Aliye Hanım'ın yetişme koşulları, mektubunda kendisini yetiştiren bacı, dadı ve
Tanzimat konağının 1 9 . yüzyıl boyunca geçir­ halayıkları hatırladığı halde, ''peden·m ve vali­
diği değişikliklerin etkisiyle şekillenmiştir. Yük­ demi bir türlü tabattur edem(yorum " diye ya­
seliş ve çöküş dönemlerini i ki Meşrutiyet ilanı kınır. Anne ve babanın, çocuğun gözünde birer
arasında yaşayan Tanzimat konağı, sosyo-kül­ ilgi odağı olmaktan çıkması, geleneksel şart­
türel açıdan imparatorluğun minyatür bir mo­ landırmayı da ortadan kaldırmıştır. Bir bakıma
deliydi. Bu dönemde standart bir konak haya­ Fatma Aliye Hanım için konak hayatını doğal
tından söz etmek yanıltıcıdır. Ancak ulema ile bir sonucu olarak meydana çıkan bu özgürlük
tüccar konaklarının birbirlerinden çok farklı ha- ortamı, yeni ilgi odaklarının oluşmasına yol

110 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


açar. Cevdet Paşa'nın Halep'e tayin edilmesi,
Aliye Hanım'ı, bölgedeki yabancı cemaatların
farklı kültür ve yaşantılarıyla tanıştıran güzel
bir rastlantıdır. Paşa'nın kahvecibaşısı Süley­
man Ağa her ne kadar Aliye Hanım'ı can sıkın­
tısından kurtarmak için görevlendirilmişse de,
diğer lala ya da halayıklar gibi yerde takla at­
ma, fesini havaya fırlatma türünden klasik ço­
cuk oyalama yöntemleri yerine Fatma Aliye
Hanım'ın dikkatini Fransız ve lngilizler'in ya­
şam biçimlerine çeker. Süleyman Ağa'nın kül­
tür düzeyini bilmiyoruz; fakat bir Tanzimat ko­
nağında yetişmiş olması en azından onu dış
dünyada olup bitenden haberdar bir kişi yap­
maya yetmiştir.
Fransız ve ingilizler'in Halep'teki yaşantı­
ları, Fatma Aliye Hanım'ın bu renkli dünyayı
kavrayabilmek için gerekli araçları elde edebil­ Şair Nigar Hanım konak hayatını salon hayatına dönüştürerek mer­
kezindeyalnızca kendısinin bulundu,tu modem bıi· çevreyaratmıştı.
mesini zorunlu kılar. Bu modern yaşantıya
Kimliginı; konagın anonim atmoşfenlıde degi/, kişısel damgasını ta­
doğrudan katılması söz konusu olmadığından, şryan salon kültüründe araması, kadın özgürlügü adına atılmış ilen·
ancak elverişli bir aracın sağlayabileceği bilgi­ bir adımdı.

lerle bu dünyaya yaklaşabilecektir. Bu araç,


yabancı dildir. Aliye Hanı � , Fransızca öğrendi­ gizledin? ' dedi. "2 Ahmed Cevdet Paşa'nın Fat­
ğini Cevdet Paşa'dan saklamıştır. Bu gizli sür­ ma Aliye Hanım ' la yakından ilgilenmesi ve
dürülen dil eğitimi, evliliğinin ilk yıllarında bir onu bir yazar olarak yetiştirme çabası bu rast­
rastlantı sonucu babası tarafından öğrenilince, lantıyla başlar. Paşa ' n ın kızıyla arasındaki
Cevdet Paşa'nın tepkisi hiç de Aliye Hanım'nı uzaklık ne kadar klasik konak hayatının gerek­
'
tahmin ettiği gibi çıkmamış, tam tersine muha­ lerine uygunsa, keşfedilen bir yeteneğin gelişti­
fazakar Tanzimatçı'nın desteğini kazanmıştır: rilmesi konusunda sağlanan destek de. bir Tan­
"Bir gün peder, damadına bir şey söylemek zimat adamından beklenebilecek en uygun
üzere, bizim odaya girdi. Ortadakiyazıların davranış biçimidir. Diğer yandan konak eğiti­
ne olduğunu sordu. Damadı bir roman tercü­ mi, erkek çocuk için baştan beri açık bir politika
me etmekte olduğunu söyledi Aldı beni bir he­ izler. Hatta bu eğitim sürecine çocukla beraber
yecan! Peder, 'Bakayım, göreyim ' dedı: Kağıt­ aile büyükleri de katılırlar ve konak adeta bir­
ları alıp odasına götürdü. Bir müddet sonra kaç kürsülü Darülfunun'a dönüşür. Fatma Ali­
yine odamıza gelip, 'Aman bu ne dld! Bu kız ye Hanım'ın erkek kardeşi Ali Sedad Bey'in
böyle yazabiliyor imiş de benim haberim yok özel eğitimi için bütün olanaklar seferber edil­
imiş ha! Sen şimdiye kadar bu ıktidarını nasıl miş. hatta konakta bir kimya laboratuvarı bile

TANZiMAT, KADIN VE GÜNDELİK HAYAT 111


çek ilişkileri kavrama yeteneği kazandıran da
konak eğitiminin bu amatör bilim tutkusudur.
Ahmed Midhat Efendi'ye hayatını anlatırken
sorduğu şu soru, bir bakıma konak eğitiminin
teori ile pratik arasınra kurduğu dengenin ne
tür bir sonuca yol açabileceğini göstermesi açı­
sından ilginçtir: "Gördüğüm şeyi tedkfk ve te­
tebbu ile bunlardan yaptığım neticelerden ha­
kikat çıkarmağa başladım. Felsefe denilen şey
dahf bu değı'/ midir? ''>
Entelektüel kadın için felsefe, gündelik
hayatın düşünsel çevresini algılamada bir araç
işlevini görmüştür. Toplumun tam içinde de­
ğildi; sıradan insanların dünyasına giremedi
ama, bu dünyanın yaşadığı kadın sorununa il­
gisiz de kalmadı. Entelektüel kadın, toplum­
dan yeterince destek görmemiştir. Bir bakıma
yalnızdı; fakat bu duygunun etkisi altında kal­
mayıp kendi soya! çevresini oluşturdu. ilk defa
Osmanlı toplumunda kadını kuşatan gelenek­
sel komşu çevresinden farklı bir çevre yarattı
ve bunu kendi gündelik hayatının sınırı olarak
kabul etti. Şair Nigar Hanım bu açıdan tipik bir
örnektir. Konak eğitiminden geçmiş bu aydın
kadın, il. Meşrutiyet'le birlikte, örneklerine Pa­
Aıleden topluma doğru genişleyen sorumluluk bilılıcı; gelenekse/ kül­
türle kuşatılmış gençkızlara modem eğitim tarqfından kazandırıl­ ris salonlarında rastlanan bir sanatçı çevresi­
mıştı. Bu bilılıç zamanla gençkızlarda, ıdealıst bir kişilik yapısmı ve nin oluşmasına çalıştı. Nigar Hanım'ın, "Boğa­
modem/eşmenin önderliği duygusunu da güçlendirecekti.
ziçi'deki sa.Yfiyesı; Nişantaşı 'ndaki konağı,
bütün ilim ve sanat adamlarının hürmet ve
kurulmuştur. Kuşkusuz bu durum, Cevdet Paşa iştiyak ile ziyaretine koştukları bir şiir ve
konağının ayrıcalığını kanıtlamaz; tersine dö­ asaletyuvasıydı. "4
nemin genel eğilimini gösterir. Tanzimat ko­ Türk kadınını gündelik hayata kazandıran
naklarında kimya ve fizik laboratuvarlarının bir diğer eğitim yöntemi de, temelleri Tanzi­
kurulup, amatör düzeyde deney yapma mera­ mat'la atılan modern okullarda uygulanmıştır.
kı, bir çeşit boş zaman hobisi olmaktan öte, Resmi ya da özel okulların verdikleri eğitim,
gündelik hayatın maddi kaynaklarına eğilen sonuçta meslek kadını tipini yaratır. Tanzi­
pozitif düşüncenin ürünüdür. Aliye Hanım 'a mat'ın ilanı ile 1. Meşrutiyet arasındaki dönem­
dış dünyanın farklı görüntüleri arasındaki ger- de, kızların yetişmesini sağlayan bu okulların

112 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


temelleri atılmış, Ebe Mektebi, Kız Sanayi
Mektebi ve Darülmuallimat'tan mezun olan
kızlar pratik iş kollarında görev almışlardır.
Tanzimat'a kadar belirli bir mesleği olmayan
Türk kadınının sahip olduğu ilk meslek, öğret­
menliktir. Öğretmen kadının gündelik hayat
içindeki yeri, Abdülhamid döneminin sonlarına
kadar sağlam temellerden yoksundu. Mezun
oldukları okullarda ya da paşa konaklarında
özel ders veren bu öğretmen kuşağının günde­
lik hayat içinde etkin bir rol almaya başlaması,
il. Meşrutiyet sonrasına rastlar.
Okuldan yetişme meslek kadını, konaktan
yetişme entelektüel kadına oranla toplum için­
de bir çevre yaratma zorunluluğu duymamış­
tır. Bu kadınlar daha çok öğrenim gördükleri Gündelik hayat, sanatçı kadm tipiniyeni tanıyordu. Modem eğitimin
kozası içinde olgunlaşan bu kadın, Sanayi-i Nefise atölyelen·nde ka­
okulların oluşturdukları toplumsal çevreye gir­ zandığı estetikJomıasyonu, yeni bir meden{yet prqjesi için evrensel
mişler ve böylece hem mesleklerini, hem de dayanak noktası kabul ed{yordu.

toplumsal ilişkilerini daha rahat sürdürebilme


şansını elde edebilmişlerdir. Meslek kadınını bedayi'nin ürünüdür. Mütareke yıllarında olu­
temsil edenlerin başında, Mihri Müşfik, Halide şan ve asıl etkisini Cumhuriyet döneminde
Edib ve Afife Jale Hanım'lar gelir. Mihri Müşfik gösteren entelektüel sahne kadını tipini temsil
Hanım, Sanayi-i Nefise Mektebi'ne kız öğren­ eder.
li
cilerin alınmasında önem rol oynamış bir ki­
şidir. özellikle bu okulda görev yapan sanatçı­
ların oluşturduğu aydın çevreye katılmış ve Osmanlı Basını ve Kadın
mesleğini restorasyon ve resim dallarında öğ­
retmen olarak sürdürmüştür. öte yandan Hali­ Kadın ve aileye yönelik yayınlar Osmanlı
de Edib ' i n aldığı kolej kültürü, b i r bakıma basın dünyasına ı. Meşrutiyet öncesinde gir­
onun edebiyatçı kişiliğine ve siyasi tercihlerine mişlerdir. Terakki ( ı 868) gazetesi, daha sonra
hayatı boyunca yansımıştır. Kolej çevresinin Tanzimat edebiyatının ilk ürünlerinde konu
kişiliğinde yarattığı misyonerlik ruhu, gerek edilecek olan kadın haklarını gündeme getiren
sanatında, gerekse gündelik hayat içindeki se­ yayın organlarının öncüsüdür. Türk kadınının
rüveninde düşünce ve hareketlerini yönlendi­ Batılı kadın karşısındaki konumunu tartışan bu
ren başlıca etkendir. Kendisini yetiştiği kültür gazeteyi diğerleri izler. Yazarlığını Ş. Sanıi'nin
çevresine ait hissetmesi, bir bakıma gündelik yaptığı Aile; Hanımlar, insan(yet, Mulıadarar.
hayatı yalnızca bu ortamın değerleriyle ölçme­ Arife Hanım'ın çıkardığı Şükifezar; Hatice Se­
si sonucunu doğurmuştur. Afife Jale ise, Darül- miha ve Feriha Kamran Hanını 'ların yayınla-

TANZİMAT. KADIN VE GÜNDELiK HAYAT 113


Türk Kadını; Sedad Simavi'nin aylık olarak çı­
karttığı ilk dergi Hanım ve inci; Türkçe ve Çer­
kesçe yayın yapan Diyana; Selami izzet ile
Mehmed Rauf'un yayınladıkları Süs kadın so­
rununu çeşitli yönleriyle işleyen başlıca gazete
ve dergiler arasında sayılabilirler.

Osmanlı basınında tartışılan kadın sorun­


larının başında, kadının toplum içindeki yeri ve
görevleri konusu gelmekteydi. Tanzimat kuşa­
ğı yazarlarının tamamı bu konuya ilgi duymuş­
lar ve kadın modernleşmesinin ölçütleri üzerin­

de tartışmışlardır. Şemseddin Sami kadın hak­


larının önemli savunucularındandı. Diğer taraf­
tan modernleşmenin kadına sağlayacağı yeni
hakların ise, aslında islamiyet'in ilk dönemle­
rinde uygulanan haklar olduğu tezini ileri sü­
ren Namık Kemal idi. Bu 1 9 . yüzyıl boyunca
en çok rağbet gören ve tam anlamıyla klasikle­
şen bir düşüncenin ifadesidir. Batı'dan alınacak
her yeniliğin, tam ve mükemmel bir şekilde
tslamiyet'in kaynağında bulunduğu düşüncesi,
kadın sorununu bitip tükenmez hukuki tartış­
maların girdabına soktu. Ahmed Midhat Efendi

Modem kadın111 hayatına, mobilya katalog/an ve moda mecmua/an ise bu tür tartışmalara rağbet etmekle birlikte
yön veriyordu. Gündelik hayatı bıl· orunna odasın111 ol{/eler diill)'ası- meslek kadınını yüceltti. Diplomall Kız idealini
na ılıdirgeyen modem tasanma bağımlılık arttıkça, bu sentetik or-
tamda kad111111 da bir of?je olarakyer alması kaç1111/mazdı. modernleşmenin gerçek göstergesi sayması, bu
inancının bir sonucudur. Abdülhamid döne-
dıkları Parça Bohçası; yazı kadrosunda Fatma minde başlayan feminizm tartışmasında orta
Aliye Harı ı m ' ı n da bulunduğu Hammlara yolu izlemiş ve bu akımın kaynağını kadın
Mahsus Gazete; Hanımlara Mahsus Malumat, haklarını kısıtlayan Hıristiyanlığa karşı Avru­
Kadm , Demet, Mehmed Rauf'un il. Meşruti­ pa'da doğan tepkiye bağlamıştır. Yazdığı son
yet'in ilanıyla birlikte yayımladığı Mehdsin, Ul­ romanı jön Türk 'te ( 1 9 1 0) feminizme yaklaşı­
viye Mevlan Harıım'ın Kadmlar Dünyası; Gü­ mı, il. Meşrutiyet sonrasının düşünce akımları
zel Prens, Ahmed Cevdet'in haftalık Hammlar arasında bir denge arayışını yansıtır: "Her şey­
Alemi; başyazarlığını Nigar Hanım·ın yaptığı den ifrat dafenddır, tefrit de! Kızlan esenyel­
Kadmllk; ı. Dünya Savaşı arifesinde yayın ha­ lerden esirgemek gayretiyle kqfesler derünun­
yatına giren Seyydle; izdivaç; Fatma Fuad'ın da kanarya kuşu gıbiyetiştirmek de tehlikeli­
mütareke döneminde yayımladığı Genç Kadm; dir, bir hürriyet-i tribf'iyye ile başı boş gezen

114 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


sakalar, isketeler, ispinozlargibi bırakmak !anmak istemesini ahlaksızlık olarak damgala­
da. "5 Midhat Efendi ileri sürdüğü bu düşüncey­ mak bir diğer suçlama örneğidir. Bu durumda
le il. Meşrutiyet'in yarattığı sınırlı özgürlük or­ kadın, şüpheli bir kişi kimliğine bürünür. Her

tamının ne bir adım ilerisinde, ne de bir adım zaman yanlışa ya da ahlaksızlığa yol açabile­
gerisindedir. ittihad ve Terakki içinde bile kadın cek bu güvenilmez varlık, sürekli olarak yakın
sorununun Enver Paşa'yı muhafazakar, Cemal çevresinin kontrolü altında bulundurulmalı, ge­

Paşa'yı liberal kanadın temsilcisi yapacak ka­ rekli terbiye verilmelidir. özellikle ana-babalara
dar karşı kutuplar oluşturduğu düşünülürse, kız çocuğunun terbiyesi konusunda nasihatler
Midhat Efendi'nin durduğu noktanın, tam an­ veren bir pedagojik yayında öne sürülen görüş­
lamıyla Osmanlı modernleşmesinin kadın ko­ ler gerçekten düşündürücüdür: "Kızlarınızı
nusunda vardığı en son nokta olduğu anlaşılır. ( . .) birgenç ile bir defadan z{yade, hatta hiç­
Bu dönemde kadınları kendi politikalarına ka­ bir defa temas ettirmeyiniz. Aile efradmdan
zanmak amacıyla ittihad ve Terakki'nin dü­ erkeklerle yalnız bırakmayınız. Sararıp solu­
zenlediği toplantllara ya da Darülfünun'da ve­ yor mu, iştıhası kesi!{yor mu, mektup vesaire
rilen konferanslara karşı çıkanlar da, ileri sür­ yaz{Yor mu? Buralarına dikkat ediniz; yazı­
dükleri düşünceler bakımından Ahmed Mid­ yorsa men ediniz ve bu hal/erin {yi olamadığı
hat'ın çok gerisine düşmüşlerdi: "Müslüman mülayim ve münasib bir lisan ile onlara anla­
kadınlarına mahsus koeferans!ara gelince: tınız. ''8 Abdullah Cevdet ile birlikte kadın hak­
Ayıp değil a, kad111/anmız için bunlardan bir ları savunuculuğu yapan Celal Nuri, "Bize şim­
Jaide tasavvur edem{yorum. Esasen Is/dm ka- dilik, s{yasf kadmlar, teknisyen kadmlar pek o
d111/anj/e koeferans/ar arasında bir mündse­ kadar lazım değı'/dir. Her şeyden evvel valide­
bet-i cidd{ye bu!am{Yorwn. Bir Is/dm kadını, ye, zevceye, mürebb{yeye, insdl-i dt{yyeyiye­
öğreneceği şeylen; kendi IJ.dnesinde öğrenmeli­ tiştirecek kadınlara muhtacız. işte mesele
dir. Bundan başka bir erkeğin velev kıJennf bundan ibarettir. ''9 diye yazarken Fatma Aliye
olsun, Is/dm kadm!arına koeferans vermesi Hanım'ın kız kardeşi Emine Semiye Hanım,
kadar çirkin bir hal olamaz. "6 Bu türden karşı Osmanlı Demokrat Fırkası ile ittihad ve Terakki
çıkışlar, Türk kadınının gündelik hayatta bir Cemiyeti'nde siyasi görev alarak, daha sonra

meslek sahibi olmaya başladığı mütareke dö­ yetişecek olan politikacı kadınlara öncülük ya­
neminde bile bütün hızıyla sürmekteydi. Kadı­ pacaktı.
nın evi dışında herhangi bir işlevinin olmaya­ Fatma Aliye Hanım ise, kadın sorununa
cağı düşüncesi henüz terkedilmemişti: "Hayat­ eğilen Batılı yazarların önyargılarını sergileme­

ta kadının vaz!fe ve san 'ati izdivaç etmek ve yi ve tslamiyet'in kadını toplum içinde ikinci sı­

neticesinde vd!ıde, ev kadını, zevcinıiı riih-ne­ nıf yapan kurallarına yöneltilen eleştirileri ce­
vdz refikası ve çocuk!arınm müşfik mürebbi­ vaplandırnıış, yazı hayatının neredeyse tümü­
yesi olmak ve beşerin teksir ve tekamülüne nü bu konuya ayırmıştır. Aliye Hanım 'a göre
hidmet etmektir. "7 Dinin onaylamadığı her şey islamiyet'in koyduğu kurallar, kadının hakları­

ahlaka aykırıdır ilkesi doğrultusunda, kadının nı korumak içindir; ancak bu kurallar zamanla
elde ettiği bazı haklarını gündelik hayatta kul- uygulamada amacından saptırılmıştır. özellikle

TANZİMAT, KADIN VE GÜNDELiK HAYAT 115


Gençkızlann yabancı okullarda aldığı eğitıin, modem kadm kıinliğinin arka planındaki Batılı değerlen; sistematik biryaşam
tarzı şeklıiıde sunuyordu. Öteyandan buyeni hayat tarz111 111 coğrefj;asmı genişletebilecek bıi·eysel irade, bir hak olarak kadın­
lara henüz tanınmamıştı.

Batılılar' ın eleştirdikleri erkeğe tanınan çokeşli belki de gayr-ı mümkün olduğu görülür. Bir
evlilik hakkı ve kadının örtünmesi gibi konu­ peder ancak bir zevceden olabilecek kadar ço­
larda, amacından saptırılan bu kuralların yanlış cuk/an ıdare edebiliyor. "i ı Kadının islaml ku­

anlamalara yol açtığını savunur. Kendisini zi­ rallara göre örtünmesi konusunda dönemine
yarete gelen bir İngiliz kadın yazarla aralarında göre son derece açık ve ileri görüşlüdür. Bol bir
geçen çokeşli evlilik konusundaki tartışmayı elbise giyerek yalnızca saçların örtülmesini şe­
şöyle aktarmaktadır: riata muvijik suretde tessettür olarak kabul
"F A liye: Madam güvercin yalnız bir eş edip, yaşmak, ferace, çarşaf ve peçe'nin sonra­

ile iktifa eder. Horoz ise bir çok tavuklara dan yerleşmiş ve şer'1 kurallarla bağdaşmayan
hükm edeı: insan da kesirü'z-zevcat hayvanı­ uygulamalar olduğu görüşünü savunur. ı 2
nın bir nev'i değil mi? Kadının gündelik hayattaki yerini alma­

Madam R: Güvercinler gibi olmak daha sında Osmanlı basınının rolü yalnızca düşünsel

iyi değil mi? tartışmaları kamuoyuna yansıtıp toplumun


F Aliye: Evet iyisi odur! Ve eksenjet de nabzını ölçmekten ibaret değildi. il. Abdülha­
bundadır. "10 Tekeşli evliliği savunurken ileri mid sansüründen etkilenmeyen moda ve salon

sürdüğü de şudur: "Bu a/em-i medeniyette bir dergileri, özellikle şehirli kadını değiştirmeye
zevceden ziyadesini idare ne kadar müşkil ve başlamıştı. Saç ve cilt bakımı, kozmetik kulla-

116 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


nımı, kadın sağlığı vb. konular, hayatın hiçbir

alanında belirgin bir düşüncesi bulunmadığı

.1{(ı)
varsayılan kadını artık ilgi alanına giren konu­
larda bilgi sahibi yapmaktaydı. Gazete ve dergi
reklamları kadını hissedilir biçimde değiştiriyor­
du. Bu değişiklik, sokağa yansıdığı zaman, ge­
CREM E P ER TE V
nel bir ahlak bozukluğunun baş gösterdiği sa­
nıldı. Erkek, sokaktaki kadının karşısında bo­
caladı, şaşırdı; çünkü böyle bir karşılaşmaya
hazır değildi. Laf atma ve sarkıntılık olaylarının
en çok görüldüğü dönem, kadının gündelik ha­

yata girmeye başladığı istibdat yıllarıydı. Polis


kadroları artırıldı ama, kadın ile erkek arasın­
daki işaret diliyle yapılan sembolik iletişim en­

gellenemedi. Kadının gündelik hayatında eski


ile yeni tam anlamıyla kaynaşmıştı. Selim Sırrı
Bey çarşaflı kadınlara İsveç jimnastiği yaptırı­
yor ve Sanayi-i Nefise Mektebi'nin kız öğrenci­ Modem/eşmenin karşı konulmaz çağnsı, kadm hayatma güzellik ve
cazıbeni11 kapılan111 açmışa ilk Türk kozmetiği ereme Pertev ise ke11-
leri bellerine peştemal bağlanmış Yunan hey­
dine özen gösteren bakımlı ve modem kadm ılnı:yi111 bu çağn11111 sem­
kellerini çıplak model olarak kullanıyorlardı. bolüyaparak ticarf bir başannm altma ıinzasmı aqyordu.
Türk kadınının toplum içinde kazandığı hakları
Cenab Şehabeddin gibi öncü bir estetikçi, "Bu­
gün hdl!i A vrupa kadınla;;ının (ı'[fan veJazi­
/etıen·ne rağmen) istihsale muvqffak olmadık­
/an hukuku, ls/dmiyet on üç asır evveli mu­
hadderdt-ı müslimeye bahş etmiştir. " 1 3 diye
asr-ı saadet mantığıyla yorumlaması, eskiyle
yeninin entelektüel kafalarda bile henüz tam
anlamıyla ayrışamadığını kanıtlar. Asr-ı sa­
adet miti, kadının modernleşme sürecinde bir
alternatif olma özelliğini her zaman korumuş­
tur. ı 4 öte yandan, "Kadın ceh/ vegq/Tet içinde
kaldı; terbiyeden mahrum kaldı; haysiyet-i
beşeriyyeyi /dyıkiyle telakki etmekten nasibsiz
kaldı! Fakat kimin hatas!Yla? Ancak erkek/e­
rinf " I S türünden günah çıkarmalar doğrudan Oıya11talistleniıyarattığı haremdeki tıırsak kad111 riplemesı; baslı bir
egzotikJantazyadan ibaret değildi. Köke11inde Şark Mcselesi 'nin si
gerçeğe parmak basmaktaydı.
yasihesaplanyatan bu imgeleşririlmişgörü11rü, Batıya Doğuyu me­
Batılı yazarlar ise Türk kadınının modern- denileştirme misyonunu lıauıiacacak bıi· çağn gıicıi11c de sı.ılıipri

TANZiMAT, KADIN VE GÜNDELiK HAYAT 117


!eşme serüvenini yakından izlemişler, fakat Notlar
onun gündelik hayat içindeki konumunu hep 1 Münevver Alp, "Eski lstanbul'da Ustalık", Türk
Folklor Araştırmaları, Vlll/I 70 (Eylül 1 96 3 ) , s .
yanlış noktalarda aramışlardır. Fransız devri­
3 1 73.
minin etkisiyle yetişmiş bir Avrupalı için Bas­ 2 Ahmed Midhat,Fatma Alfye Hanımyahud Bir Mu­
til'e yürüyen sokaktaki kadın özgürlük sembo­ hamre-i Osmdni)yenin Neş'eti, lstanbul, (Kırk An­
bar Matbaası) , 1 3 1 1 , s. 1 64- 165.
lüydü. 1 806'da istanbul'a gelen Chateaubriand
3 Ahmed Midhat, a.g e., s. 1 3 1 .
bu yüzden sokakta kadına rastlayamayınca, 4 Köprülüziide Mehmed Fuad, Bugünkü Edebfyat, ls­

Batı dünyasını yüzyıllarca meşgül eden harem tanbul, (Cihan Biraderler Matbaası) , 1 34 2 , s. 3 1 2 .
5 Ahmed Midhat, /ön Türk, lstanbul, (Tercüman-ı
efsanesini yeniden körüklemiştir. Bu efsane
Haklkat Matbaası) , 1 326, s. 30.
bütün bir ı 9. yüzyılı kaplar. Nitekim 1 9 2 1 'de 6 Mehmed Süleyman, Kadın Esrdn, lstanbul, 1330,
Vakaresko adlı kadın yazar Cemiyet-i Ak­ s. 102.
7 Hasan Bahri, Kad111/ara Mahsus Penbe Kitab, Der­
vam 'da Osmanlı hareminin bir kurul tarafından
saadet, (Kitabhane-i Sildi) , 1 9 1 9, s. 1 2 .
denetlenmesini teklif eder. Amaç , kadını uy­ 8 Mehmed Süleyman, Kızları Nasıl Evlendirmeli?,
garlık adına esaretten kurtarmaktır. Oysa Cha­ Dersaadet, (Necm-i istikbal Matbaası) , 1330, s. 4 .
9 Celiil Nuri, Kad111/anmız, lstanbul, (Matbaa-i lçti­
teaubriand'ın ı 806 'da sokakta bulamadığı
had), 1 33 1 , s. 1 1 9- 1 20.
Türk kadını gerçekten haremde; fakat ı 92 1 'de 1 0 Fatma Aliye. Nisvdn-ı lsldm. lstanbul, 1 309, s. 94.
Vakaresko'nun denetlenmesini istediği yerde 1 1 Fatma Aliye-Mahmud Esad, Taaddüd-i Zevcdt,
Konsrannniye, (Tahir Bey Matbaası), 1 3 1 6 , s. 1 6 .
değil, Darülbedayi sahnesindeydi.
ı 2 Bu konuda ayrıca bkz., Nimet Basir, Alem-i Nisvdn.
Tesettür Etrefmda. Bakü. 1 9 1 4 .
Tanh ve Toplum, lX/51 (Mart 1 98 8 ) , s. 22-27 ı 3 Cenab Şehabeddin, Evrdk-ı Eyydm, Dersaadet,
(Kanaat Matbaası) , 1 33 1 , s. 1 03.
1 4 Bu alternatifin mitik bir yorumu için bkz., Kadriye
Hüseyin, Muhadderdt-ı is/dm, Mısır. (Maarif Mat­
baası), 1 33 1 .
ı s Ahmed Cevad, Bizde Kadm, (Kader Matbaası) , Der­
saadet, 1328, s. 1 9 .

118 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


TANZİMAT AİLESİ VE
MODERN ADAB-1 MUAŞERET

Osmanlı toplumunda aile, gündelik hayatı ana hatlarıyla tanımlama basitliğine yol açar.

şekillendiren başlıca kurumlardan birisidir. Osmanlı ailesinin tutarlı bir tanımını yapabil­

Şer'i ve örfi hukukun güvencesi altında, kan mek için, bölgesel planda etno-kültürel yapıla­

bağına dayalı bir örgütlenme tipini temsil eden rın analizine ve her türlü dini inanç biçiminin

bu kurum, toplumsal değişimin farklı boyutları­ bu yapılar üzerindeki etkisini araştırmaya ihti­

nı bünyesinde barındıran çok yönlü bir sosyo­ yaç vardır. ikinci bir araştırma alanı ise, Os­

kültürel ilişkiler modeli olma özelliğini taşımak­ manlı ailesinin imparatorluk coğrafyasındaki

tadır. Bu temel özellik ise ona, çift yönlü bir iş­ sosyal topografyasını belirlemek ve bu topog­

levsellik kazandırmakta \oe hem toplumsal di­ rafık çerçeve içinde farklı statü basamaklarını

namiklerin etkisi altında şekillenen pratik bir işgal eden aile örgütlenmelerinin ayrıntılı tipo­

alan, hem de bu dinamikleri yönlendirme gü­ lojisini çıkartmaktır. Böyle bir çalışma en azın­

cüne sahip bir örgüt niteliğini vermektedir. dan hangi aile Liplerinin geleneksel içeriklerini

Tarihsel süreç içinde, değişime kapalı bir koruduklarını ve hangilerinin modernleşme

aile modelinden söz etmek, tam anlamıyla ger­ sürecine ayak uydurarak değişime uğradıkları­

çeği yansıtmaz. özellikle Osmanlı ailesinin nı saptayabilmemiz açısından büyük önem ta­

Tanzimat'tan sonra değişime uğradığı, bu ta­ şımaktadır.

rihten önce ise değişime kapalı geleneksel aile Aile araştırmalarının bir diğer yönü d e,

modelinin toplumsal örgütlenmenin çekirdeği­ toplumsal yaşam alanı olarak şehir hayatının

ni oluşturduğu görüşü de sosyolojik anlamda oluşma ve gelişme evrelerine ışık tutmaktır. Bu

tutarlı değildir. Bir defa Osmanlı toplumu gibi çalışmada söz konusu yaşam alanı olarak im­

çok farklı kültürlerin sentezinden meydana ge­ paratorluk merkezi İstanbul ele alınmış ve ge­

len bir yapılanmada standart aileden söz et­ leneksel Türk aile yapısının Tanzimat ile başla­

mek, sorunu aşırı genelleştirmek anlamına ge­ yan değişimi, dönemin modern adab-ı muaşe­

lir ki, bu da sonuçta ele alınan olguyu yalnızca ret normlarıyla karşılaştırılarak saptanmıştır.

TANZiMAT AiLESİ VE MODERN ADAB-ı MUAŞERET 1 19


İstanbul' da Aile yönde, işlevselleşmelerini kolaylaştırmıştır. Kı­
saca özetlemek gerekirse, orta tabaka İstanbul

Osmanlı ailesinin tstanbul şehir hayatında ailesi, daha 1 5 . yüzyılda bile toplumsal köken

oynadığı çok yönlü rol, tarihi 1 5. yüzyıia kadar itibariyle şehirleşmiş bir sosyo-kültürel tabana

uzanan köklü bir geçmişe dayanmaktadır. Bir sahiptir. Sonraki yüzyıllarda ise bu temel özelli­

bakıma Tanzimat sonrasında iyice belirginle­ ğini zenginleştirerek koruyacak ve modernleş­

şen modem ve geleneksel aile modellerinin menin aşın uygulamalan karşısında toplumda­

gündelik hayat içindeki konumları, yeni değer­ ki dengeyi temsil edecektir. Tanzimat'tan sonra

lere açık ya da kapalı oluşları bu tarihsel derin­ modern aile yapısı üzerinde başlayan eleştiri ve

lik boyutunda temsil ettikleri iktisadi ve kültü­ tartışmalarda ön plana çıkartılarak savunulan

rel mirasla yakından ilgilidir. örnek orta tabaka kurumu da, bu dengeyi sağ­

tstanbul'da aile kurumunun gündelik ha­ layan aile modelidir. 4

yattaki dinamik rolünü şekillendiren başlıca et­ Yönetici kesimi temsil eden, dolayısıyla

ken, 1 5 . yüzyılda şehrin yeniden iskanı için gündelik hayatı idari yönden denetleyen üst

uygulanan nüfus politikasıdır. ı Bu politikanın tabaka ailelerini ise iki grupta toplamak müm­

temel ilkesi, şehir hayatına uyum sağlayabile­ kündür. Birinci grubu ulema aileleri oluşturur.

cek kalifiye işgücünü, aile yapısı içinde İstan­ Bu grup, şer'! hukukun uygulayıcısı sıfatıyla,

bul'a aktarmaktır. Böyle bir yöntemin, çok de­ kendi değerlerini değişmezlik ilkesi çerçeve­

ğişik meslek kollarını temsil eden zanaatkar sinde belli bir anlayış tabanına oturtmakta ve

kesimi, birbirinden bağımsız kişiler topluluğu içe dönük bir kültürel yapılanmayı temsil et­

olarak değil de, belli bir aile kökenine sahip mektedir. tdar! yargının dizginlerini elinde tu­

gruplar olarak değerlendirmesi, daha başlan­ tan bu grup, ancak yakın akraba evlilikleriyle

gıçta İstanbul ailesinin gündelik hayatını ve iş­ genişlemekte, her evlilik de ailenin içe dönük

bölümü mekanizmasındaki konumunu netleş­ yapısını pekiştiren bir sonuç doğurmaktadır. s

tirmiştir. özellikle zanaatkar orta tabaka ailele­ Babadan oğula geçen değerler, bu yüzden hiç

rin, şehrin iktisadi hayatını yeniden canlandır­ bozulmamış bir toplumsal mirası sembolize et­

ma politikasının bir sonucu olarak önemli oran­ mekte, dolayısıyla gündelik hayatın değişimi­

da maddi destek görmesi ve bu desteğin yöne­ ne ayak uyduran orta ve diğer üst tabaka aile­

tim katında çeşitli çıkar çatışmalarına yol aç­ lerinin eleştirisini yapan en güçlü sözcüler bu

ması dikkat çekicidir. 2 grup içinden çıkmaktadır. özellikle 1 9 . yüzyıl

Kalifiye işgücünü temsil eden İstanbul ai­ modernleşmesine karşı tavır alan bu grup, bir

lesi, orta tabaka zanaatkar kesimin geleneksel yandan orta tabaka ailelerinin değerlerini deği­

değerlerini barındırmakla beraber, bu değerleri şime karşı korumayı amaçlayan bir çeşit hima­

gündelik hayatın değişim sürecine uyarlayabi­ yecilik siyaseti sürdürürken, diğer yandan da

lecek dinamiklere de sahiptir. Nitekim bu ailele­ kendisi gibi üst tabakada yer alan fakat top­

rin Anadolu ve Rumeli'nin şehirleşmiş bölgele­ lumsal köken bakımından belirgin bir tabana

rinden İstanbul'a göç ettirilmesi,3 söz konusu sahip bulunmayan ailelerin modern yaşam üs­

dinamiklerin şehirli insan kimliğini geliştirici luplarını eleştirmiştir. Ahmed Cevdet Paşa'yı

1 20 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Saray'da şelızddelerin, nedi konaklannda paşazddeleniı eğitimı; hiçbir zaman gündelik hayata dönük birprogramı hedefleme­
mişti Biraz musıki ve hal, biraz da kıraat ve dddb bilgisı; sürekli kendılıi tekrar eden bir metot dalıi/ıiıde, çocuğagerekli kültü­
rel donanımı sağl(Yordu.

bu çift yönlü tavrın tipik bir temsilcisi olarak merkezli hayat standartları, toplumun diğer ke­
gösterebiliriz. simlerince bir çeşit yozlaşma göstergesi olarak
ilmiye sınıfı gibi üst tabakayı meydana ge­ algılanmaktadır. Tanzimat modernleşmesini
tiren sivil b ürokrasiye mensup bir diğer aile eleştirenlerin, örneklerini hep bu grup içinden
grubu daha vardır ki, Osmanlı tarihinde mo­ seçmeleri, kuşkusuz rastlantı değildir. Nitekim
dernleşmenin tam bir göstergesi olmuştur. 1 9 . yüzyıl adab-ı muaşeret kitaplarında, bu ai­
Gündelik hayatın modernleşme sürecine katı­ lelerin benimsedikleri değerlerin kıyasıya eleş­
lan, dahası değişimin öncülüğünü yapan bu ai­ tirilmesi, sorunun hem özünü hem de kapsamı­
leler, toplumsal kökenleri devşirme usulüyle iğ­ nı belirlemesi açısından dikkat çekicidir.
diş edilmiş, saray çevresi içindeki yönetici istanbul'da aile hayatı, kendi mekanlarını
zümrenin kültürel mirasını sahiplenen bir grup­ ve bu mekanların içinde yer aldığı yaşam alan­
tur. Belirgin bir toplumsal kökene sahip olma­ larını kurması bakımından da önem taşımakta­
ma duygusu, bu ailelerin yaşam üsluplarını et­ dır. Çünkü modernleşme eleştirisi aynı zaman­
kileyen farklı kültür odaklarının devreye girme­ da ailelerin kendi yaşam alanları olarak belirle­
sine yol açmakta, dolayısıyla bu ailelerin çok dikleri topografık yerleşim bölgelerinin de eleş-

TANZiMAT AİLESi VE MODERN ADAB-1 MUAŞERET 121


langıçta farklı toplumsal statülere sahip ailele­
rin bir arada yaşadıkları geleneksel mahalle,
1 8 . yüzyıldan itibaren değişime uğramış ve
özellikle üst tabaka aileleri kendi yaşam alanla­
rını kurmuşlardır. üst ve orta tabakanın söz
konusu zaman kesitine kadar, Beyazıt, Aksa­
ray ve Fatih gibi semtlerde oluşturdukları ma­
halle gerçeği bu dönemden sonra giderek orta
tabakanın yaşam alanını temsil etmiş, üst taba­
ka ise kendine Beyoğlu ve Boğaziçi kıyılarında
yeni bir yerleşim bölgesi oluşturmuştur. Bu
kopma, temelde toplumsal refahın gündelik ha­
yattaki dengesiz dağılımına dayanmakta, dola­
yısıyla her gelir grubunun temsil ettiği değerler,
aynı zamanda yaşadıkları mekanların da kül­
türel içeriğini oluşturmaktadır. İşte bu yüzden­
dir ki, 1 9 . yüzyıl istanbul'unda insanlar kadar
semtler de modernleşme sürecinin gündemini
belirlemiş ve her modem yaşam alanı, kendi sı­
nırları içinde geçerli davranış kuralları açısın­
dan Tanzimat adab-ı muaşeretini şekillendir­
Mahalle hayatmda başlayan çözülme, bıi" ahlıik çöküntüsügıöi algı­
la11mıştı. Yeri11iyurdu11u bırakıpye11i bir hayatm peşinde koşanlara miştir.
pek de (yigözle bakılm{Yor, hayat standardmdaki beklenmedik sıçra­
malar hep kuşkuyla karşıla11{Yordu.

tirisi olarak ortaya çıkmaktadır. 1 9 . yüzyılda Tanzimat Ailesi ve


Beyoğlu ve Boğaziçi gibi yerleşim alanlarının Modern Adab-ı Muaşeret
potansiyel yozlaşmanın verimli toprakları ola­
rak algılanmasında hiç kuşku yok ki bu düşün­ Tanzimat ailesi, kapsadığı sosyo-kültürel

cenin payı vardır. nitelikler açısından üzerinde henüz tam bir gö­

istanbul'un klasik dönem gündelik haya­ rüş birliğine varılamayan 1 9 . yüzyıl Osmanlı

tında, belli bir toplumsal kökene bağlı ailelerin kurumlarının başında gelir. Ana hatlarıyla bu

en küçük ölçekli yaşam alanını, mahalle sınır­ kurumun görüntüsünü şöyle çizebiliriz: iktisadi

larının çizdiği bir gerçektir. Mahalle, kendi için­ açıdan üretici değil, tüketicidir. Bu temel özelli­

de tutarlı bir kültürel değerler dünyasıdır. Aile ği nedeniyle üst tabaka bürokrat grubu içinde

ve ev hayatı bu dünya içinde şekillenir. Klasik yer alır. Gündelik hayattaki konumu hem orta

Osmanlı mahallesi, dini bir yapı etrafında şekil­ tabaka değerleri hem de kendisi gibi üst taba­

lenen ve adını genellikle bu yapıdan alan, ce­ kayı paylaşan diğer muhafazakar grupların de­

maat tipi örgütlenmenin ideal mekanıdır. 6 Baş- ğerleriyle uyumsuzluk ve çatışma sonucu belir-

1 22 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Konak yaşantısı, Tanzimat öncesinde geniş kadrolu bir hayat düzenine oturmuştu. Modem/eşmeyi destekleyen aileler, Tanzi­
mat'tan sonra da bu düzeni devam ettirdiler;Jakatyeni döneme ayak uyduramayanlar sesszce
i tan'h sahnesıiıden çekildiler.

lenmiştir. Kültürel yönelijrıi, Batı'ya doğrudur. Aile içinde uyulması gereken davranış kalıpları
Mekan olarak konak ve yalıyı seçmiş ve bu ya­ henüz yeterince moderııleşmemiştir. Gelenek­
şam alanı içinde kalabalık bir kadroya sahip ol­ sel normlar bir ölçüde korunmakta, fakat aile
muştur. Bu kadronun büyük bir kesimi, ailenin bir bütün olarak kimliğini, modern dünyanın
gündelik hayatını sürdürebilmeleri için gerekli kültür malzemesiyle inşa etmeye çalışmakta­
maddi ve manevi ihtiyaçları karşılayan hizmet dır. Kısacası Tanzimat ailesi, saydığımız bu te­
sektörü içinde istihdam edilmiştir. Aile üyeleri mel özelliklerin şekillendirdiği yaşam alanında
arasındaki ilişki, geleneksel aileye oranla daha geleneksel ile modern dünya arasında kimliğini
gevşektir. Bu nedenle pederşahi denetim me­ arayan bir geçiş kurumu olup, toplumun mitos
kanizması bir ölçüde işlemekle beraber, aile ve ütopyasında bir denge kurmaya çalışmakta­
üyelerinin kişisel özgürlükleri eskiye oranla da­ dır. Fakat bu denge, 1 9 . yüzyılın iktisadi ve
ha geniş bir alana yayılmıştır. Kadın ve gençle­ kültürel şartları altında hiçbir zaman sağlıklı bir
rin özel hayatları, sınırları giderek genişleyen biçimde kurulamamış, dolayısıyla Tanzimat ai­
bu kişisel özgürlük alanı içinde yeniden şekil­ lesi, hem gelenekçi hem de modernleşme yanlı­
lenmekte ve bu temel alan, ailenin gündelik sı gruplarca eleştirilmiştir. Bu eleştirilerin gele­
hayata açılan en önemli penceresi olmaktadır. neksel ve modern adab-ı muaşeret konusunda

TANZİMAT AİLESi VE MODERN ADAB-1 MUAŞERET 1 23


best davranışları, lstanbul'un muhafazakar
çevresinde dedikodu konusu olmuş, ailenin ta­
şıdığı siyasi kimlik, kültürel yozlaşmanın başlı­
ca nedeni gibi gösterilmiştir. Oysa aile, bir bü­
tün olarak bu eleştiri çerçevesine sığmayacak
kadar farklı kültürel açılımlara sahiptir. Bir
yandan modern adab-ı muaşereti benimseyip
uygularken , diğer yandan da Yenikapı Mevle­
vlhanesi şeyhi Osman Selahaddin Dede'ye inti­
sab eden üyeleri aracılığıyla geleneksel kültür
dokusunu kendi içinde yaşatmaktadır. Tanzi­
mat ailesine verilebilecek ikinci örnek ise, Ah­
med Cevdet Paşa ailesidir. llmiye sınıfı içinde
yetişip, Tanzimat bürokrasisinin muhafazakar
kanadını temsil eden Cevdet Paşa ve ailesi, sa­
nılanın tersine bütünüyle Osmanlı mitosunun
içine gömülü bir kültürü temsil etmez. Bu aile,
Avrupa'yı yakından izler, fakat modern adab-ı
muaşeretin toplumun mevcut kültürüyle çeliş­
meyen yönlerini ön plana çıkartır. Bu da, üreti­
ci nitelikli orta tabaka değerlerinin günün şart­
larına uyarlanarak modernleştirilmesi düşünce­
sine dayalı bir siyasi programın pratikteki yan­
Keçeczdde'lerden
i Sa/ıh Fuad Keçecı; aıle büyüğü izzet Molla 'nm res­
mi önünde Mevlevi k!Yefetiyle. üst tabaka modemleşmesinıiı büf{Ye­ sımasıdır. 1 9 . yüzyılda ilk modern adab-ı mu­
sinde, tasavvl!ft hayat tarzı beliıgin bir gelişim çizgisine sahipti. aşeret kitabının yazarı olan Ahmed Midhat
Vak 'a-i hayriyye 'den sonra Bektaşiliğiyeniden canlandıranlar bu
Efendi de, görüşlerini bu program çerçevesinde
zümreye mensup olduk/an gibı; Mevleviliğe de bu dönemde adeta bıi·
rönesansyaşatanlar aynı çevrenin insanlarıydı. temellendirmiş, üst tabaka Osmanlı ailesine yö-
nelik eleştirilerinde her zaman orta tabaka Av-

yoğunlaşmaları, Tanzimat ailesinin temsil ettiği rupa ailesinin temsil ettiği değerleri başlıca sa-

davranış normlarının mevcut kültürel yapı için- vunma aracı olarak kullanmıştır. Midhat Efen-

de farklı açılardan yorumlanması anlamına gel- di'ye göre geleneksel değerleri yadsımayan Av-

mektedir. rupa orta tabaka ailesi, modernleşmeye karşı

1 9 . yüzyıl Tanzimat ailesini temsil edebile- değildir. Bu temel özelliği Cevdet Paşa ailesinde

cek iki örnek verebiliriz. Sadrazam Fuad Paşa gözlemleyen Ahmed Midhat, Osmanlı üst taba-

ailesi, modern adab-ı muaşereti benimseyen, ka aile yapısını, gündelik hayatın üretici yönü-

bu yüzden de siyasi rakipleri tarafından eleştiri nü temsil eden orta tabaka değerleriyle restore

hedefi yapılan tipik bir örnektir. Aile üyelerin- etmeye çalışmış ve kadın hakları savunucusu

den özellikle kadınların gündelik hayattaki ser- olan Cevdet Paşa'nın kızı Fatma Aliye Hanım'ı

124 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


destekleyerek geleneksel aile yaptsının modern
ideallere açık yönünü göstermiştir.
Modern adab-ı muaşeret kavramının Os­
manlı kültüründe doğuşu, 1 9 . yüzytlın ikinci
yansına rastlar. Yeni Osmanlılar'ın başlattıkları
siyasi muhalefet, aynı zamanda modern kültü­
rel yapılmayt da içerdiğinden, actab-t muaşeret
konusu bu yapılanmanın toplumsal değerler
yönünden ele alınıp çözümlenmesinde elverişli
bir gözlem alanı oluşturmaktadtr. tik örnekleri,
Avrupa toplum hayatına ilişkin haberler şeklin­
de Osmanlı gazetelerine yanstyan adab-t mu­
aşeret, özellikle Şinasi ve Namık Kemal'in başı
çektiği Yeni Osmanlılar grubunun Doğu ve Batt Mısır Hıdivi Mehmed Ali Paşa, Napoleon sonrası Kahire'deyürüttüğü
değerleri arasında kurmaya başladtkları yeni modem/eşme hareketinı; !stanbu/'un önüne geçirmeye çalışan kan'z­
matik bir devlet adamıydı. Fransız sermayesi ve gümrük gelirlenjle
yaşam üslubunun da dinamiklerinden birisidir. fyice güçlenen Hıdiv hanedanı, maddi servetlenlıi Boğaziçi hayatma
Fakat Tanzimat ricali tarafından temsil edilen akıtarak, dönemılı muhefazakdrlanm çileden çıkartan isref ekono­
misine dayalı modem/eşme anlayışını körük/edileı:
modern adab-ı muaşeretin yozlaşmaya açtk
yönünü keşfeden ve ilk ciddi uyarılarda bulu­
nan kişi, Yeni Osmanhlar'ın siyasi görüşlerine Hele Mısırlı lıa111mlar a/efranga melbiısat ve
muhalefet eden Ahmed Cevdet Paşa'dtr. Onun sair tecemmüldta rağbet edıp lstanbu/ lıa111m­
bu konudaki düşünceleri daha sonra Ahmed lan ve ale'/-lıusus saraylılar dahi anlara tak­
Midhat Efendi tarafında ll sistemleştirilerek, lid eder oldular ve Mısırlı/amı ekseri gali ba­
1 8 8 4 'de A vrupa Adab-ı Muaşeretiyalıud ha/ar ile hane ve salıi/lıane ve akarat-ı saire
Alefranga başltğl altında kitap olarak yaytm­ aldılar. Bu cihetle Dersaadet'te emldkin k!Y­
lanmıştır. metıJevkaldde terakki buldu ve lstanbu/'da
Cevdet Paşa, geleneksel aile yaptsının da­ bir servet-i kazibe peyda oldu. Halbuki emr-i
yandtğl temellerin sarslldtğtnı görmüş ve istan­ ticaretce ıdlıa/at ve ılıracatın muvazenesi bo­
bul'un gündelik hayatında aile kurumunun ka­ zuldu. Ale'd-devam A vrupaya nukiıd-ı külliye
zandtğt yeni görüntüyü, neden-sonuç ilişkileri­ gider oldu. Lakin me'murin aybaşında maaş­
ni gözardt etmeden açtk şekilde sergilemiştir. /an111 alıp lıoş geçinir ve esnqf ve tüccar gibi
"/stanbul içıiıde alız ü ita çoğaldı. Esnqfgüru­ kesret-i alız ü ita ı!e meba/iğ-i külliye kaza111r
hu zengin oldu. Bir aralık Melımed Ali Paşa olduğundan işin sonunu düşünmezler idi.
hanedanından pek çok paşalar ve beyler ve Ale '/-lıusus eyyam-ı sa.J'fde Boğaziçi ve sair
lıa111mlar Mısır'dan savuşup istanbu/'a dökül­ seyr ü temaya malıa//en· eslıdb-ı sefa ile /eba­
düler ve külliyetli akçelergetinp bol bol hare /eb olarak hatıra keder ve zılıne kudiıret geti
ederek lstanbu/ sijfelıasına siı-i emsal göster­ recek müte/aalardan herkes ictinab ederdi.
diler. Sefahat vadisinde yeni çığırlar açtılar. Dersaadet salıiben nümune-i Cennet ve lıer

TANZİMAT AİLESİ VE MODERN ADAB-1 MUAŞERET 1 25


önemlidir. Bu görüşler aynı zamanda, modern
adab-ı muaşeret kitaplarında ele alınacak temel
konular için elverişli bir zemin hazırlamaktadır.
Cevdet Paşa'nın hazırladığı bu zemin üzerinde,
yanlış anlaşılan ve uygulanan Avrupa Adab-ı
muaşeretini Ahmed Midhat Efendi ilk defa sis­
tematik açıdan incelemiş, dolaylı yoldan Tanzi­
mat ailesinin eleştirisini yapmıştır.
Ahmed Midhat Efendi, adab-ı muaşereti
gündelik hayatın pratik bilgisi olarak tanımla­
Tanzimat'tan sonra mesirelereJaytonlarla taşınan muaşaka hayatı, makta, geleneksel ve modern kültür yapıları
geleneksel kadın-erkek ilişkisıiıeyeni bir boyut getirmiştı: Aşık, artık
arasındaki uyumsuzluğu gidermede bu konu­
sevdiğiniyalnızca tahaJYül etmiYor. dört tekerleğin sağladığı imkan­
la onayaklaşıp etrefında dönerek kuryapabıliYordu. nun yeterince doğru anlaşılması gerektiğini sa­
vunmaktadır. Ona göre Tanzimat modernleş­
gı1şesi bir gı1na cay-gah-i sefa ve meserret mesini adab-ı muaşeret konusunda yanılgıya
idi. "7 sürükleyen temel nokta, Osmanlı aydınlarının,
Cevdet Paşa, Ma'rı1zat adlı eserinde ise, Avrupa mitini şekillendiren ve bütün Batı top­
Tanzimat modernleşmesinin eleştirisini şöyle lumları için geçerli, evrensel bir yasanın yaptı­
sürdürmektedir: "Zen- dostlar çoğalup mah­ rım gücüne olan sarsılmaz inançlarıdır. Modern
bı1blar azaldı. Kavm-i Lüt sankiyere battı. ls­ hayata nüfuz etmeye çalışan Osmanlı insanı
tanbul'da öteden berı1 delikanlılar için ma'ruJ için bu evrensel yasa, kültürel farklılıklarını or­
u mu 'tdd olan aşk u aldka, hdl-i tabiisi üzre tadan kaldırarak bütün bir toplumu, özgür in­
kızlara müntakil oldu. Sultan Ahmed-i Sa/is san ideali etrafında toparlayan sihirli bir güce
zaman111dan beru mu'tad olan Kağıthane scy­ sahiptir. Midhat Efendi'nin savoir vivre cosmo­
d ziyade rağbet buldu. Gerek orada, gerek Ba­ polite olarak nitelendirdiği bu evrensel adab-ı
yezid meydanında arabalara işaretlerle muaşeret, gündelik hayatın dinamiklerini hesa­
mu'aşaka usulü hayli meydan aldı. Kübera ba katmayan bir soyutlamanın ürünüdür ve in­
içindegııldmparelikle meşhur Kamil ve Ali Pa­ sanımıza cazip gelen özgürlük idealinin de ilke­
şalar ile anlara mensüb olanlar kalmadı. Hal­ siz bir serbestlik anlayışı şeklinde yorumlan­
buki Ali Paşa da ecnanibin itirazat111dan ılıti­ masına yol açmıştır. 9 Daha önce Cevdet Pa­
raz ile gııldm-pareliğini ı!Jafya çalışırdu. ''8 şa'ııın "safahat hayatı" olarak nitelendirdiği bu
Cevdet Paşa'nın ileri sürdüğü bu görüşler, yaşam tarzı, Midhat Efendi'ye göre Osmanlı
üst tabaka Tanzimat ailelerinin benimsediği üst tabaka ailesinde kısmen kökleşmeye başla­
hayat standartlarının, giderek toplumun diğer mış ve bunun sonucunda gündelik hayatı oluş­
kesimlerine doğru nasıl yaygınlaştığını ve İs­ turan yaşam üslupları arasında giderek büyü­
tanbul ölçeğinde gündelik hayatın aile bünye­ yen karşıtlıklar meydana gelmiştir. Oysa Avru­
sinde yarattığı yeni normların geleneksel doku pa· da yalnızca küçük bir zümrenin temsil ettiği
ile farklılığını vurgulaması açısından son derece bu serbest yaşam tarzının karşısında "efkar-ı

1 26 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


atika" olarak tanımladığı conservateur bir zevklerden ya da ilkelerden çok, toplumun
zümre vardır ki, bunların aile yaşamları, bizde­ onayladığı davranışlar ve beklentiler belirleyici
ki geleneksel aile yapısına tam anlamıyla uy­ olmaktadır. Bu yüzden de modernleşme olgu­
maktadır. Midhat Efendi, "Bizim Şark tarqfla­ sunun kişiyi toplum hayatından uzaklaştırıcı
nna mahsı1s olan dddb-ı mai'şet bunlarda ta­ bir süreç olarak algılanmasını doğru bulmaz.
mamiYle mevcuddur"IO diyerek örnek alınması Modern adab-ı muaşeret kurallarının Avru­
gereken Avrupa yaşam tarzı ile bizdeki gele­ pa'da insan-toplum ilişkisini kuran başlıca an­
neksel yaşam tarzı arasındaki paralelliği kur­ laşma zemini olduğunu belirterek bu konuda
makta ve ortak noktaları şu ana başlıklar altın­ örnekler verir. üzerinde en çok durduğu bu
da saptamaktadır: nokta aynı zamanda kadın-erkek ilişkilerini de
a) Aile kökenlerine bağlılık ve bu bağlılığın kapsamaktadır. Avrupa'da insanların topluca
gereği olan karşılıklı saygının üstün bir değer katıldıkları törenlerde, aile ziyaretlerinde, balo­
olarak benimsenmesi; larda ve tiyatro, gazino gibi mekanlarda kadın
b) Aile büyüklerine karşı şefkat gösteril­ ile erkek arasındaki ilişki şeklinin niteliği üze­
mesi; rinde Osmanlı kamuoyundaki yersiz kuşkuları
c) Aile üyeleri arasındaki dayanışmanın gidermek amacıyla orta tabaka ahlakıyla sınırlı
süreklilik temeline dayanması ve bunu sağla­ bir yaşam üslubunun çerçevesini çizer. Bu çer­
yacak aile içi eğitime öncelik verilmesi; çeve içinde kalarak, çay davetleri, plaj eğlence­
d) Aile içi dayanışmayı yalnızca birinci de­ leri gibi aile hayatının dışa dönük etkinliklerin­
recede üyelerle sınırlayıp, ailenin hizmetinde de uyulması zorunlu adab-ı muaşeret kuralları­
bulunan diğer kişilere de bu ilginin yansıtılma- nı kadın ve erkek için ayrı başlıklar altında top­
Si; lar ve bu sınıflandırmadan modern davranış
e) Gündelik modalard� n uzak durulması, kalıplarına ilişkin sistematik bir program çıkar­
dolayısıyla tüketici aile modeline rağbet edil­ tarak modern Osmanlı ailesinin de bu davranış
memesi. ı ı kalıplarını ben imseyerek toplumsal hayata
Görüldüğü gibi Midhat Efendi, orta tabaka doğrudan katılabileceğini ileri sürer. Fakat Mid­
aile değerlerini evrenselleştirmekte ve Osmanlı hat Efe n d i ' n i n bu noktada karşılaştığı en
ailesinde zaten mevcut olan bu değerlerin titiz­ önemli sorun, Avrupalı ailelerin kadın-erkek
likle korunarak gelecek nesillere aktarılmasını eşitliğine dayalı etkinliklerinin Osmanlı toplu­
önermektedir. munda henüz yeterince kabul görmemesi ve
Tanzimat hareketi, Osmanlı aile yapısının erkeğin kadından bağımsız bir yaşam üslubu­
gündelik hayatta dışa açılmasını başlatmış, bu nu benimsemesidir. Bu konudaki düşüncelerini
süreç boyunca her aile üyesi kendi kültür kodu şöyle sergelir: "Bizde erkeğin hane lıandndeki
içinde değişime uğrayan bir yaşam üslubu ge­ eğlencelen·ne kad111 iştirak edemiYoı: Sryirlere,
liştirmiştir. Midhat Efendi'nin modern adab-ı tiYatrolara kad111lar da gidiYorlar ama onlar
muaşeret anlayışına göre, gerek insanların top­ başka erkekler başka gidiYorlar. Kad111-erkek
luca bulundukları mekanlarda gerekse yüz yü­ buralarda başka başka gidilmeğe dddb -ı
ze doğrudan ilişkilerde, kişisel tutumlardan, isldmiYye ile asla teefik kabul edemiYecek bir-

TANZİMAT AİLESİ VE MODERN ADAB-1 MUAŞERET 127


Mahrem(yecıiı gücü, kadını ev hayatındaıı sokağa çekeıı modem/eşmeye rağıneıı, oııa kendi hemcins/eniıdeıı oluşaıı birgüven­
lik dünyası kurabı!ecek kadar köklü bir zı!m(yec geçmişine sahipti. Bu zıhıı(yecıiı kadına suııduğu rahat ve samimi ortam, aym
zamaııda oııuıı dış dünyaya ilşkin
i merakını da kamçılıyordu.

çok uygunsuzluklar apdşikdre görülüp dur­ samaktadır. Ebe Mektebi, Kız Sanayi Mekteple­
makla beraber kadın-erkek beraber gitmek ri ve Darülmuallimat gibi kurumlar, kadını
her neden dolayı ise mugayir görünüyor. "ı 2 meslek sahibi yaparak gündelik hayata kazan­
Kuşkusuz bu saptama, aynı zamanda Tanzi­ dırmanın yolunu açmışlardır. Diğer bir eğitim
mat sonrası toplum yaşantımızda kadının ko­ alanı da, üst tabaka Osmanlı ailelerinin uygula­
numu ve üstlendiği rolleri de sorgulamaktadır. dıkları konak eğitimidir. özellikle aydın Os­
1 9 . yüzyıl toplum yaşantımızda, kadını manlı kadını, bu konak içi eğitim sürecinden
gündelik hayata sokan temel etken, modern geçerek ortaya çıkmıştır. ı 3 Fakat her iki kadın
eğitim anlayışının benimsenmesi olmuştur. Bu tipini, gündelik hayatta sosyalleştirmek ama­
dönemde kadınlara yönelik eğitimin iki ayrı cıyla uygulanan pratik ve teorik eğitimin, bu
alanda gerçekleştirildiğini görmekteyiz. Birinci noktada yetersiz kaldığı kısa sürede anlaşılmış­
alan, toplumun pratik ihtiyaçlarını karşılamaya tır. işte kadın-erkek ilişkilerini modern anlamda
yönelik meslek kadınlarını yetiştirmek amacıy­ kurma noktasında ortaya çıkan bu sorunu çöz­
la açılan modern kurumların faaliyetlerini kap- mek için atılan başlıca adımlardan birisi de,

128 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


Avrupa adab-ı muaşeretinin bu konudaki dav­ erkek arasındaki bu iletişim kopukluğunu gi­
ranış kalıplannı Osmanlı toplum yapısına uyar­ dermek amacıyla, kadını çalışma hayatına so­
lama çabasıdır. Kadının erkekle tanışma biçimi karak erkekle birlikte ortak bir sorumluluk an­
ve aralarındaki ilişkinin niteliği gibi konular, layışı kazandırma yolunda atılan adımlar, son
Ahmed Midhat Efendi'den başlayarak Cumhu­ dönem Osmanlı aydınları tarafından ön plana
riyet dönemi yazarlarına kadar uzanan modern çıkartılan başlıca toplumsal konulardan birisi
adab-ı muaşeret sorununun başlıca gündem olmuş, Cumhuriyet aydınları bu alanda çok da­
maddesini oluşturmuşlardır. ha köklü öneriler ileri sürmüşlerdir.
Midhat Efendi'ye göre Avrupa'da kadına Safveti Ziya ve Abdullah Cevdet, son dö­
gösterilen saygı, ilk bakışta hemen farkedilebi­ nem modern Osmanlı aile yaşamını, Cumhuri­
lecek bir çifte standarda dayanmaktadır. Yok­ yet ilkeleri ışığında toplumun yeni yaşam tarzı­
sul kadınlar, her türlü zor şartlar altında çalışır­ na uydurmaya çalışırlarken, özellikle kadın
ken gereken ilgiyi görmemekte, hatta toplum merkezli modern adab-ı muaşeret kurallarını
içinde horlanmakta iken, üst tabaka kadını son derece kapsamlı bir şekilde ele alıp incele­
yapmacık davranışlarla örülmüş aşırı bir saygı­ mişlerdir.
nın odağı durumuna getirilmiştir. Buna karşın Safveti Ziya, Adab-ı muaşeret Hasbıhdlle­
iş hayatına atılan orta tabaka kadını, hem top­ rı· başlıklı kitabında, genç kızların toplum için­
lumsal güvence hem de saygı açısından çok deki yaşam biçimlerini belirleyen kuralları, geç­
daha tutarlı bir noktadadır. Midhat E fendi, Os­ mişe oranla daha hoşgörülü bir zeminde ele al­
manlı kadını için, işte bu orta tabaka moderniz­ makta, fakat "serbest hayat" anlayışının sınır­
minin temsil ettiği adab-ı muaşereti savunmak­ larını gene de aile otoritesinin denetimine bı­
ta ve bunun da ancak aile hayatı ile çalışma rakmaktadır. "Darüljlinün 'a, konservatuarla­
hayatı arasındaki sosyo-kiiJtürel dengenin ku­ ra, Sanayi-i Nefise Mektebi'ne, kendisinin ve
rulmasıyla sağlanabileceğini vurgulamaktadır. ailesinin azasmdan bulunduğu bir mal!fele,
ideal kadın tipini şekillendiren aile ve çalışma ailesince ma'/üm ve tanıdıkları aileler tarqfin­
hayatının Osmanlı toplumunda giderek bütün­ dan devam olunan ve gündüzleri verilen kon­
leşmesiyle birlikte, yalnızca kadını dış etkilere serlere, aile koı!feranslarına bir genç kızyal­
karşı korumayı amaçlayan "himayeci" adab-ı mz gidebilir. Zira oralarda kendi akranma,
muaşeret anlayışının eski geçerliliğini kaybet­ ailesince tamnmış ma 'rif aileler efTadma te­
meye başladığı görülmekle birlikte, gene de ka­ sadefeder ve her hareketini taht-ı murakabe­
dın-erkek ilişkileri model olarak alınan Avru­ de bulunduran mahdüd ve mu'ayyen bir cemi­
pa'nın çok gerisindedir. yet içinde bulunur. O gibiyerlerde birgenç kız
örneğin Ahmed Cevad, mesirelerdeki ka­ hiçbir zaman yalmz kalmaz. Birgenç kız bu
dın-erkek ilişkisini şöyle anlatmaktadır: "Bura­ gibiyerlere gündüzyalmz başına gidebilir ise
da erkekle gezmeğe çıkmış bir kadına tesadijf de mesela geç vakit yani karanlık bastığı za­
etmek enderdir. Hele erkekli kadınlı bir ailenin man evine avdet içinya bir otomobille dönme­
bir masamn etrqfina iskemle koyup beraber si vrya tamdık/arı bir ailenin refakatini rica
oturmaları zabıtaca memnüdur/ "14 Kadın ile etmesi vrya ailesinin ta111dığı ve itimat ertiği

TANZiMAT AİLESi VE MODERN ADAB-ı MUAŞERET 1 29


müte'ehhif birzat tarefından evıiıe kadar gö­ but bir genç kız cemiyyetferde tanıştığt deli­
türülmesi mu'vijıktlr. "ı s kanlılarla tek{jfsiz ve uzun müddetten ben· ta­
Genç kızların toplum içinde uymaları gere­ nışıyonnuş gibi muamele etmekten pek uzak
ken bu gibi modern actab-ı muaşeret kuralları­ bulunur. ı 6
"

na Abdullah Cevdet de değinmekte ve bir bakı­ Genç kızların üst tabaka yaşantısına katıl­
ma modernleşmenin "serbest hayat" demek ol­ maları için öğrenmeleri gereken actab-ı muaşe­
madığının altını çizerek vurgulamaktadır. Genç ret kuralları da gene aile içinde edinilen pratik
kızların toplum hayatındaki her hareketinin ge­ bilgilere dayanmalıdır: "Genç kızı birdenbire
niş bir kesimce dikkatle izlendiğini, bu nedenle kibar alemi sosyetesine sokmamalıdır. On se­
uymaları gereken kuralların toplumdaki yerle­ kizyaşını bulmuş otan birgenç kız, babasının
şik düşünce yapısıyla çatışmayı değil, gelenek­ evinde venkn küçük suvareferde bulunduru­
sel yargıları dönüştürmeyi amaçladığını belir­ larak yavaş yavaş ihzar olunmalı, o günde
ten Abdullah Cevdet, genç kızların yeni hayat gördüğü misallerden, nümuneferden ders at­
tarzlarının da bu çerçeve içinde şekillenmesinin malıdır. Babalarının evfen.,ıde venlen çay zi­
zorunlu olduğunu kaydetmektedir. yqfetferinde ve sairedeJa 'af bir ikram veya
Ahmed Midhat Efendi 'nin kadınlar için i'zaz rolü atmak suretljfe genç kızlar sosyete
öngördüğü " himayeci" adab-ı muaşeret anlayı­ hayatına ginneye hazırlanırlar. " ı 7
şını Abdullah Cevdet de onaylamakta, fakat Modern adab-ı muaşereti ilgilendiren bir
ondan bir adım daha ileri giderek bu "himaye­ diğer konu da asker aileleridir. Tanzimat mo­
ci" yaklaşımının sınırlarını genişletmektedir. dernleşmesinin hem öncüsü hem de bu sürecin
Abdullah Cevdet genç kızların erkeklerle olan en tutarlı savunucusu olan asker zümresinin
ilişkilerinde gözönünde bulundurmaları gere­ gündelik hayat içi ndeki konumu, modern
ken bazı küçük ayrıntıları sıralarken, modern adab-ı muaşereti doğrudan uygulama önceliği­
davranış kalıplarının ve değer yargılarının top­ ni bu gruba vermiştir. 1 9 . yüzyıl istanbul'un­
lum tarafından yanlış algılanmaması için azami daki elçilik resepsiyonlarında Osmanlı toplu­
dikkatin gösterilmesini de şart koşmaktadır: munun Batılı çehresini bu asker aileleri temsil
"Bir genç kız hiçbir erkekten kıymetti hediye etmektedir. Bir bakıma Osmanlı insanının Av­
kabul etmez, meğer ki bu erkek nişanlısı ofa. rupa'ya açılan penceresi sayılan bu ailelerin ge­
Bu nişanlı da kontrat akdi (nikah) gününe rek kendi içlerinde gerekse katıldıkları toplum­
kadar genç kıza kitap, musıki notası, çiçek ve sal faaliyetlerde Tanzimat modernleşmesinin
şekerlemeden gayri bir hediye vermemelidir. sözcülüğünü yapmaları, bu grubun adab-ı mu­
Bir genç kız her dakıkaJotoğref.yasını yaptır­ aşeret anlayışını ön plana çıkartmaktadır.
maz, ba-hususJotoğref.yafannı sağa sofa da­ 1 9 1 1 yılında yayımlanan ve yalnızca Os­
ğıtmaz. ( . .) Hiçbir zaman susuz şarap içmez manlı asker sınıfına yönelik Usul ve A dab-ı
ve daima şarabına çok mıktarda su koyar. Li­ Muaşeret adlı kitap. söz konusu ettiğimiz önem
kör kabul etmez. Bir kadın müskiratdan te­ nedeniyle ayrıca üzerinde durulması gerekli bir
vakki etmelidir. Kadının güzeffiği ve nisai belge niteliğindedir. Osmanlı subaylarının uy­
adab ve vakan bunu istilzam eder. ( . .) Maz- ması gereken modern adab-ı muaşeret kuralla-

1 30 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


nnı kapsayan bu kitap, diğerleri gibi genel ku­
ralları kapsamakla birlikte, yalnızca askerlere
yönelik bir yeni kimlik arayışının da somut ör­
neklerini sergilemektedir. Nitekim bu yeni kim­
liğin kahramanları, savaş alanlarında olduğu
kadar, sosyete salonlarında da kazanmalan zo­
runlu bir medeniyet savaşının temsilcileri ola­
rak tanımlanmaktadırlar. Askeri yaşam tarzı­
nın biçime verdiği aşırı önem, modern actab-ı
muaşeretin kurallarıyla yoğrularak bu sınıfın
insanları için geçerli en doğru kültür standartla­
rını oluşturmaktadır. örneğin bir Osmanlı su­
bayının dış görünüşü, temsil ettiği kültür stan­
dardının göstergesi olarak ele alınmakta, saç
bakımından urnak temizliğine kadar uyulması
gerekli kurallar birer birer sıralanmaktadır. As­
kerlerin saçlarını çok kısa kestirmeleri, medeni
bir davranış olarak kabul edilmezken, saç bakı­
mıyla gereğinden fazla uğraşmak da eleştiri ko­
nusu yapılmaktadır: "Saç ile saatlerce uğraş­
mak kadınlara mahsus bir haldir. Kendisine
kadm gibi süs veren erkekler ise nazara hoş
Şehir hayatının hemen her döneminde tekeşli evlilik yaygındı. ilncak
görünmez/er. Bunlara ef!�mineyani kadınlaş­ modem/eşmenin bir uzantısı şeklinde gelişen mi/li,yetçilik, tekeşli ev­
mış derler ki makam-ı tezyf/de müsta'me/ bir liliğe ideolq;ik bir içeıik kazandırarak çekirdek aileyigündelik hayat­
ta, milli ideal ve toplumsal görev ahlakının temel kurumu olarak ön
ta'birdir. Vakıa artistler, ressamlar ve şairler plana çıkartmıştı.
meyanmda saç uzatmak kabul olunmuş, bir
adet ise de bunun zabitana şumu!üyokdur traş o/malan lazımdır. Aym zamanda bu me­
(. . .) . Bizde bıyığa dokunmamak, pek ziyade deni bir mecburiyettir. Hergün traş olmayan
kestirmemek ve yaş kırkı geçmedikçe sakal bir kimsemiı temizlikle alakası az sayılır" de­
salıvermemek ve sa!ıvenlen sakalı artık traş nilmektedir. ı 9
etmemek adet olmuştur. Her halde sakal salı­ Osmanlı subaylarının katıldıkları davetler­
verildiği halde onun taharet ve intizamma de, özellikle Avrupalıların oynadıkları briç ve
dikkatJarz o!ur. " ı s osmanlı subayı için, temiz­ poker gibi oyunların kumar sayıldığını ve bu
liğine bakmak kaydıyla uygun görülen sakal oyunların daha önce Ahmed Midhat Efendi'ııiıı
bırakma konusu, Cumhuriyet dönemi askeri sı­ işaret ettiği toplumsal yozlaşmanın göstergeleri
nıfına yönelik bir diğer adab-ı muaşeret kita­ olduğu yolundaki uyarıların modern adab-ı
bında bütünüyle medeniyet dışı bir alışkanlık muaşeret konusu içinde ele alındığını görmek­
olarak nitelenmekte ve "Zabit/erimizin hergün teyiz.20 Midhat Efendi' niıı kesinlikle uzak du-

TANZiMAT AiLESi VE MODERN ADAB-1 MUAŞERET 131


rulması gerektiğini söylediği bu salon oyunları, Çocuklar ve diğer ev halkım oluşturan hiz­
il. Meşrutiyet subaylan için öngörülen modem metçiler de, modem adab-ı muaşeret'in ilgi ala­
adab-ı muaşeret kuralları içinde tasvip görmese m içindedir. Çocuk eğitiminde izlenmesi gerekli
de, bütünüyle de yasaklanmamaktadır. "Zabi­ yöntemlerin modem adab-ı muaşeret kuralları­
tanımız için kô.ğtt oyunlanna hiç kanşmamak na uygunluğu sorunu başlıca tartışma konula­
pek hayırlı bir harekettir. Şô.yet edilen ısrar rından birisi olmuştur. Gerek çocukların eğitimi
üzen·ne oyuna dahil olmak icab ederse cüz'i için seçilecek "mürebbiye"de aranılacak özel­
meblağ vaz'etmek ve kaybedip kazanmağa likler, gerekse hizmetçilerin çocuklar ve ev hal­
asla ehemmiyet vermemek mukteza-i terb{Y.ye kıyla olan ilişkileri, geleneksel değer yargılarım
ve necô.bettir. Fakat kaybedilen meblağ her ne bir kenara bırakmamak kaydıyla, modern aile
kadar olursa olsun derhal te'd{Y.ye olunmalı ve yapısına uyarlanan adab-ı muaşeret anlayışı
kazanılan parayı da mutlak almalıdır. "2 ı çerçevesinde çözümlenmeye çalışılmıştır. 22
Modem adab-ı muaşeret, insanların kendi
aralarındaki ilişkiler kadar, içinde yaşadıkları

mekanlarla da doğrudan ilişkilerini düzenleyen


bir dizi kural getirmektedir. özellikle Tanzi­
mat'tan sonra ev hayatının mekan organizas­
yonu açısından geçirdiği değişiklikler, Ahmed
Midhat Efendi'nin Avrupa örneğinde gözlemle­
diği standartların Osmanlı mekan düzenleme

geleneğine uyarlanmasından başka bir şey de­


ğildir. Fakat bu uyarlama, Midhat Efendi'ye
göre aşırıya kaçmadan yapılmalıdır. Bunun ter­
si durumlarda ise bir çeşit üst tabaka zevksizli­
ği denebilecek modern görgüsüzlük bütün çıp­
laklığıyla ortaya çıkmaktadır.

Midhat Efendi bu görgüsüzlüğün eleştirisi­


ni "Hane tanzimi" başlığı altında şöyle dile ge­
tirmektedir: "Şimdilerde biz dahi eski alaturka
salonlanmızı nasılsa beğenmryerek alefranga
usulde salon tanzim edeceğiz diye hayli hata­
lara duçar olmakda bulunduğumuzdan A vru­
palılann hô.nelen'ni nasıl düzelttiklen' hakkın­
Geleneksel ev hayatını kuşatan iç mekan tasanmı, bir avlu etrefında da velev muhtasıran olsun malumat peydô.
konumlanmış revaklı hücreler dizisini temel alan medrese mimarisi­
nin, konak veyalı divanhanelen·neyansımış biçim(ydi. Medreselerde­
edecek olur isek kendi tanzimô.t-ı beytiyyemiz
ki başhocaefendinin köşe hücresi, bu sivil mekanlarda evin yaşlısma hususunda dahi biraz daha uyanık bulunuruz
ait erkan mindenjle vurgulanmış, odanın ortası avlu gıbi boş bırakı­
da hatalanmız dahi az olur. Mesela alefran­
larak otunna düzenıiıe halka şekli verilmek suret(yleyüzyüze ilişki­
len'n doğal ortamıyaratılmıştı. gaya rô.gıb bir büyücek zô.tın salon ittihaz et-

1 32 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


miş olduğu mahalde palto ve şapka ve saire Notlar
asmağa mahsus olan askılardan birisini ken­ 1 Ekrem Hakkı Ayverdi. Fatih Devli Sonlannda lstan­
bul Mahalle/en'. Şehn·n lskri111 ve Nlfusu, Ankara,
digözümüz ilegörmüşüzdür kı; vakıapek süs­ 1 958, s. 70-84.
lüyapılmış bir askı olmak ile beraber her hal­ 2 Aşıkpaşazade, Tevann-iAl-i Osman, İstanbul. 1332,
s. 1 73: Mehmed Neşri, Kitab -ı Cihıin-nümd, 11, An­
de sokak kapısı civanndan pek de uzanama­
kara, 1 957, s. 71 ı .
yacak olan birşqyi salona kadarçıkarmak in­ 3 Evliya Çelebi, Seyahatname, 1 , Dersaadet, 1 3 1 4 , s.
sanı bi't-tabi tebessüme mecbur eder. ''23 1 1 4- 1 1 5.
4 özellikle Ahmed Midhat Efendi'nin modern adab-ı
Kuşkusuz bu satırlar, modernleşmenin içe­
muilşeret yazıtannda hedef alınan aile modeli, bu or­
riğini kavrayamayan, başka bir deyişle mo­ ta tabaka kurumudur.
5 Suraiya Faroqhi, "Social Mobility among the Otto­
dernleşmeyi gösterişe dönüştüren Tanzimat
man Ulema in the !ate Sixteenth Century",
Intemati­
züppeliğinin sergilenmesi amacıyla kaleme onal, /oumal qfMiddle-East Studies, ( 1 9 73 ) , s.
alınmıştır. Fakat il. Abdülhamid döneminden 204-208: tlber Ortaylı, " 1 8. Yüzyılda tlmiyye Sınıfı­
nın Toplumsal Durumu Üzerine Bazı Notlar", ODTO
itibaren giderek yaygınlaşan ve değişen hayat
Gelişme Dergisi, ( 1 979- 1 980), s. 1 55- 1 59.
standartlarıyla beraber mütevazi ölçüde bir Do­ 6 E. H. Ayverdi - ö. L. Barkan, !stanbul Vak!flan Tah­
ğu-Batı eklektizmine dayanan mekan düzenle­ n'rDeften". lstanbul, 1 970, s. X: Osman Ergin, Türki­
ye'de Şehircı1iğin Tanni lnkişefı, İstanbul, 1 936, s.
meleri, Osmanlı ailesinin genelde en önemli uğ­
1 03.
raş alanlarından birisi olmuştur.24 7 Ahmed Cevdet Paşa, Tezdkir, 1, Ankara , 1 986, s. 20.
8 Ahmed Cevdet Paşa, Ma 'nlzat, lstanbul, 1 980, s. 9.
9 Ekrem Işın, "Ahmed Midhat Efendi ve Gündelik Ha-
yatın Pratik Bilgisi: Adab-ı Muaşeret",
Talih ve Top­
Sonuç lum, Vll/44 , (Ağustos 1 987), s. 33.
10 Ahmed Midhat, A vrupa Adab-ı Muaşeretiyahud
Alefranga, lstanbul, 1 3 1 2 , s. 74.
Modern adab-ı muaşeret anlayışı, Osmanlı 1 1 E. Işın, a.gm., s. 36.
aile yaşamının Tanzimaı.:tan sonra geçirdiği 1 2 Ahmed Midhat, Peder Olmak San 'arı, lstanbul.
1 3 1 7, s. 139.
köklü değişiklikleri, belli toplumsal kurallar çer­
13 Ekrem Işın, "Tanzimat, Kadın ve Gündelik Hayat",
çevesinde yorumlama çabası olarak karşımıza Tanlı ve Toplum, IX/5 1 , (Mart 1 988), s. 22-27.
çıkmaktadır. Geleneksel yaşam tarzının giderek 14 Ahmed Cevad, Bizde Kad111, Oersaadet. ı 328, s. 25.
1 5 Safveti Ziya, Adab-ı Muaşeret Hasbınallen', Ankara,
arka plana itildiği bir yüzyılda modern adab-ı 1 927, s. 46-47.
muaşeret, Osmanlı ailesini toplumsal ütopyaya 16 Abdullah Cevdet, Mükemmel ve ResıinliAddb-ı Mu-
dşeret Rehbeıi, İstanbul, 1 927, s. 361-367.
kazandıran başlıca sosyo-kültürel araçlardan
1 7 Abdullah Cevdet, a.g. e., s. 368.
birisi olmuştur. 18 Usül veAdab-ı Muaşeret, lsraııbul, 1327, s. 6-7.
19 A. Lutfullah, Zabitan için Muaşeret Usulleıi ve Bey­

Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk A ilesi, ı, nelmı1el Teşrjfat Kaide/en". lstanbul, 1 932, s. 7.
20 Ahmed Midhat, A vrupa Addb-ı Muaşereriyalıud
Ankara, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu,
Alefranga, s. 6 1 6-623.
1 992, s. 2 1 6-227 21 Usül ve Addb-ı Muaşeret, s. 29-30.
22 Lütfi Simavi, Teşrjfat ve Addb-ı Mudşereı, lstaııbul,
4. tab, I 927: Abdullah Cevdet, a.g: e. , s. 55-98.
23 Ahmed Midhat, a.g. e., s. 274-275.
24 Alan Ouben-Cem Behar, !stanbu/ Houselıolds: Mar­
n'age, Family and Fertility (1880- 1940) , Caınbrid­
ge, 1 9 9 1 , s. 202-2 1 4 .

TANZiMAT AiLESi VE MODERN ADAB-1 MUAŞERET 1 33


AHMED MİDHAT EFENDİ VE
GÜNDELİK HAYATIN PRATİK BİLGİSİ:
ADAB-1 MUAŞERET

Abdülhamid döneminde Beyazıt'tan Eren­ insanının seçeneklerini arttırmıştır. Kapitalist pa­


köy'e gitmek isteyen orta halli bir İstanbullu zar, sınırlarını bu seçenek artışına paralel yönde
gerek zaman, gerekse ulaşım araçlan konusun­ genişletmiş ve hayatın yükünü hafifletmek gibi
da günümüz insanından daha az şanslı değildi. modern bir ideali barındıran pratik yararcılık dü­
Beyazıt'tan Köprü 'ye tramvay; Köprü 'den şüncesini yeni ürünleriyle sürekli beslemiştir.
Haydarp a ş a ' y a vapur ve Haydarp aş a ' d a n Modern ideali kuşatan pratik düşünce. özellikle
Erenköy'e trenle b i r işgü� içinde rahatlıkla gi­ 1 8 70'lerden sonra sokaktaki insana kendi seçe­
diş-dönüş yapabiliyordu. Çok değil, ı. Meşruti­ neklerini tanıtmayı amaçlayan bir de eğitim
yet öncesinde böyle bir şehir içi yolculuğu, an­ programı geliştirmişti. Dönemin gazete ve dergi­
cak uzak akrabalarına yazlığa gidenlerin katla­ lerinde yar alan Musahabe-! FenniY.Ye sütunları,
nabilecekleri türden bir külfet sayılırdı. Tekno­ bu program çerçevesinde adına bilim denilen öğ­
lojik araçların Osmanlı dünyasındaki son çey­ retmenin kimi zaman doğrudan, kimi zaman da
rek yüzyıllık kısa tarihi, gündelik hayatın uhre­ reklam aracılığıyla zihinleri bulanık öğrencilerini
vi dokusuyla sarılmış geleneksel külfeti, pratik yetiştirdiği birer serbest kürsü niteliğindeydi. Öğ­
çözümlerle ortadan kaldırmaya yetti. 1 894 Bü­ retilen konu ise gündelik hayatın pratik bilgisiy­
yük İstanbul depremi, her ne kadar halk ara­ di ve bu yüzden Osmanlı insanı cazibesine ka­
sında bu uğursuz gidişata Tanrı'nın bir uyarısı pıldığı 1 9. yüzyılı, dersini ezberlemeye çalışan
gibi yorumlanmışsa da, mekanik meyve pres­ bir öğrenci gibi yaşamak zorunda kaldı.
leri mahalle mutfaklarına girmiş ve sütü kesi­ 1 9 . yüzyılın gündelik hayat bilgisi, önce,

len genç anneler Nestle'nin hazır bebek mama­ bu acemi öğrencinin kafasındaki geleneksel za­
larını kullanmakta bir sakınca görmemişlerdir. man kavramını yıkmıştır. Mevsimlerin doğal
Gündelik hayatın pratikleşmesi, Osmanlı karakterleriyle şekillenen mistik zaman, mahal-

AHMED MİDHAT EFENDi VE GÜNDELiK HAYATIN PRATiK BiLGiSi: ADAB-1 MUAŞERET 1 35


Zamanın dış111a itilme duygusu, gelenekse/yaşam üslubunu sürdürmeye çalışanlann zihninde, modem/eşmenin açcığı kapan­
ması zor biryara ıdi. Kader ve ahiret inancı buyarayı tedavi ed(yor, mezarlık/ar ise şjfa arayanlara, düı!Ya hırs111dan annmış
sdkinlen'nıiı dilinden modem zamanın anlamsızlığ111 1Jisıld!Yordu.

le hayatını idare eden bir halk takvimi olma gerçekliği karşısında acemilikten ustalığa geçip
özelliğini henüz korumaktaydı. Akrep ve yelko­ gündelik standartlara ayak uydurmak; başka
vanın belirlediği modern zaman ise, adeta kendi bir deyişle Beyoğlu'nda perdelerini açan tiyatro­
koyduğu yasaya mutlak bir itaat istercesine, ya, Köprü 'den Adalar'a kalkan vapura ya da
gündelik hayatı programlamak düşüncesini do­ frengiyi tedavi eden doktorun randevusuna za­
ğurdu. Zamanı rastlantıların girdabından çıkar­ manında yetişmek demekti. öte yandan eski
tıp her parçasını farklı işlevlere göre programla­ alışkanlıklar, programlanmış zaman içinde gele­
mak, Osmanlı insanının kişisel dünyasına mo­ neksel tecrübeye dayalı pratiklerini sürdürebil­
dern hayatın standartlannı kazadırmıştır. Akrep me gücünü koruyamayıp kendi mekanlarına
ve yelkovan arasındaki modern zaman, kendili­ çekildiler. Cami avluları, kahvehane peykeleri
ğinden akıp giden mistik zamana oranla insanı ve evliya kabirleri eskiden beri bu pratiklerin
gündelik hayatın hızlı ritmine daha kolay çeke­ zamanı öldürdükleri mekanlardı. Zamanı öldür­
biliyordu. Bu ritmi yakalayabilmek, hayatın mek yerine yaşatmak ilkesini benimseyen gözü

1 36 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


açılmış Osmanlı ise, gündelik hayatın ticaret, iskemleye oturarak seyrediyor ve birasını ay­
yönetim ve eğlence etkinliklerini organize eden nalı tezgahlarda yudumluyordu. Gündelik ha­
modern mekanlarına bağımlı duruma gelmiş; yat bilgisinin zaman kavramından sonra insa­
çeşme başlarını, canlılığı kaybolmuş arastaları nımızın zihninde altüst ettiği ikinci bir kavram,
ya da servilerin gölgesindeki mezarlıklan kadın, işte bu modern mekanlara aitti. Bir pastahane­
çocuk ve ihtiyarlardan oluşan durağan kalabalı­ nin iç dekoru ya da bir otelin saat gibi işleyen
ğa bırakmıştı. Gündelik hayatın mekan düze­ düzeni, gündelik hayatın pratik bilgisini edin­
yinde paylaşılması sonucu modern ofislerde ti­ mek isteyenler için en elverişli gözlem alanla­
caret, basın ve kamu yönetimi; tiyatro ve cefe rıydı. Modern mekanların birer gözlem alanı
chantan t'larda da eğlence dünyası, ahşap ma­ olarak insanımızın dünyasına girmesi, günde­
hallelerin ahiret hesabı yapan sakinlerinden ba­ lik hayata ait pratik bilginin kazanılmasını ko­
ğımsız bir hayat biçimi geliştirerek insanımıza laylaştırmıştır. örneğin geleneksel yer sofrası,
farklı bir gerçeklik kozası örmüşlerdir. bütün yemek çeşitlerinin kaşıkla yenebildiği bir
Osmanlı toplumunun gündelik hayatı 1 9 . kültürü yaşatırken, bunun karşıtını bulmak,
yüzyıl boyunca iki ayrı zaman v e mekanda ge­ modern mekanların ziyafet sofralarında çatal
lişti. Zaman konusunda söylenebilecek tek şey, bıçak kullanmayı öğrenmekle mümkündü. Pe­
bu dönemde lstanbul'un yirmi dört saatlik bir ra ' nın restoranları ve otel lobileri bu açıdan
bütünlükten yoksun oluşudur. Üsküdar ile Ga­ başlıbaşına birer okul olmuştur. Ne var ki gün­
lata' nın, Pera ile Eyü b ' ün zaman tempoları delik hayatın modern mekanlarına ait pratik
farklıydı. Zaman kavramını ortadan kaldıran nesneleri kullanma ve belli bir amaç doğrultu­
geleneksel mekanlarla zamanın saatle yaşandı­ sunda organize edebilme becerisi gelişene ka­
ğı modern mekanlar arasındaki dünyevi uzak­ dar, çalışma masaları gereksiz süs eşyasıyla
lık kapatılmaya çalışılara�. eski mahalleleri Ha­ doldurulup melankolik aşk mektupları gene es­
liç iskelelerine bağlayan yollar genişletildi ve ki usulde sedir üzerine bağraş kurularak kale­
içe dönük hayatı rıhtımlardaki hareketli yaşan­ me alınmış ve portmantolar salonların baş kö­
tıyla tanıştıracak temas noktaları oluşturuldu. şelerine yerleştirilmişlerdir. Modern hayatla
tık Haliç köprüsü 1 836'da hizmete açıldığında birlikte alafranga görgüsüzlüğün de temelleri
öncelikle yararlananlar yalnızca kar peşinde atılmıştı. Suçluyu arayanlar onu ne Doğu'da,
koşan tüccar sınıfı değildi. tstanbul'dan Gala­ ne de Batı'da bulabildiler; gündelik hayatın
ta'ya Tanzimat öncesinde taşınmaya başlayan sayfalarını karıştırmayı akıl ettiklerinde ise, o
Müslüman kesim, bu köprüden geçerek levan­ çoktan bir roman kahramanı oluvermişti.
ten dünyaya karışmış ve Avrupa taşrasına öz­ 1. Meşrutiyet'i hazırlayan Yeni Osmanlılar
gü bir hayat üslubunu tanımıştı. Bu üslup genç henüz doğum aşamasındaki Batılı edebiyatımı­
kuşağa cazip geldi; en azından yaşandığı süre­ za her yönüyle eşsiz bir tip kazandırmışlardır.
ce, düşsel bir dünyaya ait olduğu sanılan sırla­ 1 9 . yüzyıl romanını baştan sona dolaşan bu
rını cömertçe sergiliyordu. Darülfünun diplo­ trajikomik canlı , teorik kültürsüzlüğünü snob
malı genç, yemeğini aile büyükleriyle yer sof­ karakteriyle maskelemiş bir muka/lid olup yal­
rasında yese de tiyatroyu, bu renkli dünyada nızca Ali Paşa'nın Babıali protokolü çerçeve-

AHMED MiDHAT EFENDİ VE GÜNDELİK HAYATIN PRATİK BİLGİSİ: ADAB-1 MUAŞERET 1 37


Gündelik hayatı bir an kovanma çeviren toplumsa!Jaal{yetleniı dügiim noktalanndan Eminönü. 19. yüzyıl sonlannda şehre ege­
men olan bu kalabalığ111 kannaşası, modem zaman anlayışı tarq/indanyönlendinlen bir toplumsal hareketliliğüı somutgörüntü­
sünü venjordu. Bu görüntünün sunduğu hayatıyaşayabilmek için, modem zamanm günlük takvimine 11}'mak zorunluydu.

1 38 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


sinde temsil ettiği alafranga zihniyeti eleştir­
mek amacıyla uydurulmuş, sentetik bir tip de­
ğildi. Beyoğlu kitapçılarında Renan külliyatını
karıştırırken, Lüksemburg Oteli'nde bilardo ıs­
takasını tutmayı öğrenirken ya da süslü bir
lando ile Boğaz turuna çıktığında bu tipe rastla­
mak olanağı vardı. Osmanlı dünyasında gezin­
diği kültürel alan, Abdülmecid reformlarının
çizdiği sınırlardan çok daha genişti ve binbir
güçlükle canlandırılan uygar Avrupa mitini
halkın gözünde küçültücü bir tehlikeyi de bera­
berinde getirmekteydi. Gündelik hayatın za­
man ve mekan ölçeklerini birbirine karıştıran,
dolayısıyla modern idealleri, toplum varlığına
yöneltilmiş bir silaha dönüştüren bu beklenme­
dik tehlikeye karşı koruyucu önlem olarak mo­
dernmeşme sözlüğümüze yeni bir sözcük alın­
mıştır: Addb-ı muaşeret.
Romanımızda ister Felatun, isterse Bihruz
adıyla karşımıza çıksın, insan kişiliğine yansı­
yan bu savoir vivre'den yoksunluk, modern
ethos'a izafe edilen olumsuzluklardan kaynak­
lanmıyordu. Tam tersine gündelik hayatın so­
mut bilgisi anlamında zengin bir içerik kazanan
adab-ı muaşeret kavramı, geleneksel ve mo­
dern dokular arasındaki sürtüşmeyi asgariye
indirmek, her ikisinde de birbirini tamamlaya­
bilecek özelliğe sahip noktalara dikkati çekmek
ve en önemlisi Avrupa mitini canlı tutabilmek
amacıyla ortaya atılmıştı. Dönemin diğer ya­
zarları gibi Ahmed Midhat Efendi'nin de görü­
şü bu doğrultudaydı.
Tevekkülü 1 9 . yüzyıla yakıştıramayan
Osmanlı insanı, Avrupa adab-ı muaşeretine il­
gisiz kalamazdı. Nitekim bu bilgiyi edinmek
için olanakları ölçüsünde her yolu denemiştir.
Kuşkusuz bu konuda en bilgili öğretmen mo­
dern hayatın kendisiydi; aıııa onun karmaşık

AHMED MiDHAT EFENDi VE GÜNDELiK HAYATIN PRATiK BİLGiSİ: ADAB-1 MUAŞERET 1 39


Yer sqfrası, gelenekse/yeme-içme kültüninün adeta ibadete dönüştüğü manevi bir ortamdı. Sqfra etrefında sohbet edilmez ve
yemek hızlayenilerek kalkılırdı. Pekçokyabancı seyyahın garipsediği buyemek adabının temelinde, "tezkiye-i nefs "
düşüncesinin hazzı ortadan kaldıran ve sükutu, Tann nimetlen·ne karşı bir sqygı ifadesi olarak kabul eden anlayışı yatıyordu.

dilini çözemeyenler için başka pratik yollar da adab-ı muaşereti için başvurulabilecek en son
vardı. Bunlardan ilki uygarlığın kalbi Avru­ çıkar yol sayılmalıdır. Bu romanlar Paris ' i n
pa'ya gitmekti ki, biraz para, cesaret ve Abdül­ gündelik hayatından alınma sahnelerle kadın
hamid aleyhtarlığını gerektiriyordu. Diğer ola­ erkek ilişkisini ve aile düzenini kısmen insanı­
nak Beyoğlu hayatına karışmaktı. Ahmed Mid­ mıza yansıtabiliyorlardı. Ahmed Midhat Efendi
hat'a göre bir Avrupalı nasıl Beyoğlu otellerin­ de Avrupa'ya gitmeden önce Beyoğlu hayatını
de Doğu'yu tanıyamazsa, bir Osmanlı da bu gözlemlemiş ve Fransız romanlarından ideal bir
kozmopolit çevrede Avrupa adab-ı muaşeretini adab-ı muaşeret programı çıkartmıştı.
öğrenemezdi. Fakat sonuçta Beyoğlu hayatı, Midhat E fendi 'nin roman kahramanları,
ortaya bir Felatun Bey tipi çıkartsa da, istan­ kendisinden önce Avrupa'yı görmüş, Paris'in
bul'da Avrupa taşrasına özgü izlerin görülebi­ sosyete salonlarına girmiş ve Akdeniz limanları­
leceği tek yerdi. Tercüme romanlar ise, Avrupa nı dolaşmışlardır. Bu gezgin tipler Osmanlı mat-

1 40 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


buat d ü ny a s ı n d a yaratılmışlardı. Yazar,
1 8 8 9 ' da Şarkiyatçılar Kongresi'ne katılmak
üzere Stockholm'e gittiğinde, daha önce Tercü­
man-ı Hakikat idarehanesinde yarattığı kahra­
manlarının kurgusal Avrupa serüvenlerine ta­
rafsız bir gözle bakabilme olanağını bulmuştur.
Fakat sonuçta değişen bir şey olmadı: Tasarım
ile gerçeklik arasındaki denge 1 889'dan önce
kurguladığı biçimini korumaktaydı. Bu yolculuk
1 890'da Avrupa 'da Bir Cevelan başlığıyla ya­
yımlandığında, Batı dünyası artık Beyoğlu de­
mek değildi. Eğlence kültürü açısından cazibesi­
ni kaybetmemişti ve mirasyedilerin ceplerini bo­
şaltmaya devam ediyordu ama, modern bir
sembol olarak Avrupa'nın yerini tutamayacağı
da anlaşılmıştı. 1 894 'te ise A vrupa Addb-ı Mu­
dşeretiyahud Alqfranga yayımlandı. Kitap Av­
rupa'ya gideceklere yardım için her ne kadar
rehber gibi düzenlenmişse de astl amaç, Osman­
lı insanına telif bir Baedeker armağan etmek de­
mek değildi. Avrupa adab-ı muaşereti'ni öğret­ Tevekküle dayalı dinf hayat, murakabe metoduyla kavranabilen bir
iç derinliğe sahiptı: Bu den'rıliği keşfe çıkan insanın, bir ucu ahirete
mek için yazılmıştı ve konu üzerindeki alaturka
uzanmış kendi hayatmı modem zaman anlayışma göre programla­
spekülasyona kesin bir c�ap niteliği taşıyordu. ma ihtiyacı yoktu. ihtiyaç, gündelik hayatm karmaşasma girildiği
Ahmed Midhat Efendi ' ye göre Osmanlı noktada başlwordu.

modernleşmesini, adab-ı muaşeret konusunda


çıkmaza sokan temel bir yanılgı vardı: Avrupa bestlik olarak kavranmasına yol açmıştı. Bu

mitini şekillendiren ve bütün Batı toplumları yanlış kavrayışa göre Batı insanı serbest yaşa­
için geçerli, genel bir adab-ı muaşeret yasasının yan, kural tanımaz bir tiptir. Eski geleneklerle
varlığına inanmak. Modern hayatı tanımaya ilişkisini kesmiş, gündelik hayatın maddi zevk­
çalışan Osmanlı için bu yasa, kültürel farklılık­ lerini tatmayı başlıca ilke edinmiştir. Moderııist
ları ortadan kaldıran ve sınıfsal bölünmeleri si­ ya da muhafazakar olsun, Osmanlı aydı nının
lerek herkesi özgür insan ideali etrafında topar­ kafası ndaki Batılı insan buydu ve Avrupa
layan sihirli bir güce sahipti. Midhat Efendi'nin adab-ı muaşeretini savunanlar bu tipin çizdiği
savoir vivre cosmopo/ite diye adlandırdığı bu serbest yaşamı, uygarlığın bir göstergesi kabul
enternasyonel adab-ı Muaşeret, gündelik ha­ edip övüyorlar; karşı çıkanlar da ayııı noktayı
yatın toplumsal dinamiklerini hesaba katma­ ahlaki yozlaşma sayıp şiddetle eleştiriyorlardı.
yan bir soyutlamanın ürünüydü ve insanımıza Ahmed Midhat ise bu karşılıklı övgü ve suçla­
cazip gelen özgürlük idealinin de ilkesiz bir ser- maların, Avrupa mitini yanlış yorumlamaktan

AHMED MİDHAT EFENDİ VE GÜNDELİK HAYATIN PRATİK BİLGİSi: ADAB-1 MUAŞERET 141
ki, bu da gündelik hayatın ona kazandırdığı bir
complftence'dır. Bu temel özellikten yoksun in­
sanı Avrupa adab-ı muaşeretine nüfuz edeme­
miş sayan Ahmed Midhat, sorunu Doğu-Batı
bağlamında örneklendirir: ". . . salahiyet öyle
nazik bir şeydir ki onun haricine çıkanlar her
yerde duçar-ı istigrab olurlar ise de bilhassa
Avrupa'da adeta istihkdra bile duçar olurlar.
Mesela bizim buralarda askerliğe dair bir söz
açılsa hepimiz asker kesiliriz. Tabdbete her
neye dair bir bahis açılsa, o bahsin ehli imişiz
gibi söze ginŞinz. Hanz ez-salahiyet derma­
yan eylediğimiz mütalaat kabul edilmeyecek
olsa hiddet bile ederek mu'anedeye, mükdbe­
reye kadar çıkışmz. Bu ise A vrupa'da pek bü­
yük me'ayibden sayılır. Haklan da vardırya!
Herkes kendi salahiyeti dairesindeki ıŞlerle ıŞ­
tigal eder ise asıl terakki dahi o zaman hasıl
olur. " Kuşkusuz bu karşılaştırma ve varılan so­
nuç, sokaktaki Osmanlı insanı kadar bürokra­
side gelişen modern merkeziyetçiliği de ilgilen­
dirmektedir. Çünkü gündelik hayatın pratik bil­
gisi, bürokratik mekanizmaya yerleşmiş intelli­
Ahmed Midhac lfendı; modem/eşmenin aşın uygulamaları karşısın­
da ilk kapsamlı eleştirileriyapan Tanzimatyazarıydı. Savunduğu de­
gentsia nın stratejik kararlarını etkilemekle
'

ğerler orta tabakanın gündelik hayatına kök salmış Osmanlı kalmayıp, modern idealler ile geleneksel com­
muhqfazakdrlığı tarefından beslen(yordu.
pr!tence arasındaki çatışmaya da yol açmak-
taydı. Gündelik hayatı, Avrupa mitine aşılan-
kaynaklandığı düşüncesindeydi. Ona göre bü- mış Osmanlı ruhuyla şekillendirmek isteyen
tün Batı toplumları için geçerli bir adab-ı mu- modern ideal, pratikte kişisel yetki sorununu
aşeret yasası yoktur. Her toplum kendine özgü bürokratik rasyonaliteyle bağdaştıramadığı
bir değerler sistemine sahiptir ve bu sistem ait noktalarda çıkmaza girmiştir. Reşid, Ali ve Fu-
olduğu toplumun halk tabakalarında farklı ad Paşa üçlüsü, kişisel yetkinin sınırlarını ge-
adab-ı muaşeret anlayışlarıyla temsil edilir. nişletip gündelik hayatı yönlendirebilecek stra-
Böyle bir temsil sisteminde ise bireysel özgür- tejik kararları alabilmişlerdi. Fakat ı. Meşruti-
lük değil. ancak sorumluluktan söz edilebilir. yet'e doğru durum tersine döndü. Yönetimde
Sorumluluk duygusu bir ilke sorunudur. Mo- kişisel yetki tekeline ortak çıkan bir grup aydın,
dem insan ilkelerine sahip çıktıkça ideallerinin modern ideallerin gündelik hayatın gerisinde
kapsamı üzerinde tutarlı bir düşünceye ulaşır kaldığı düşüncesindeydi. Osmanlı intelligent-

1 42 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


sia'sını saran romantizm, gündelik hayata ait
morern idealin, bu yetki tekeline karşı gösterdi­
ği tepkiden doğmuştur. Tepki, beraberinde öz­
gürlük ahlakını ve siyasi insan tipini sahneye
çıkardı. Aydın tabaka ise bu tipi bir kahraman
olarak karşıladı. Gündelik hayatın kahraman­
lara ihtiyacı vardı ve kaderine terkedilmiş Av­
rupa miti artık siyasi ideallerin yörüngesinde
yeniden canlandırılabilirdi. Midhat Paşa, mo­
dern siyasi insan tipinin seçkin bir örneğidir.
Reform ideali ile gündelik hayatın pratik
bilgisi arasında doğrudan ilişki kurabilme bece­
Babıali bürokrat/an, modemyaşamm ruhunu A vrupa adab-ı muaşe­
risi, ilkelerini, toplumsal sınırlan bir çeşit difüz­ retinde bulan seçkin bir zümreydi. Ancak aralanndan Mahşer Midil­
yon niteliği kazanarak aşan 1 9 . yüzyıl özgürlük lisi Kamil Bey gibi snob tipler çıksa da, içinde yetiştik/en' Divan-ı
Humayıin kültürünün henüz etkisi altmdaydılar. iskemlede oturup
programlannda bulur. Canlandırdığı insan port­ masayeniıe dizüscünde tezkire kaleme alma/an, benimsedik/en' mo­
resinde modern dünya, gündelik hayann somut dem davramş kalıplanyla çelıŞen birgörüntü sergil{yordu.

hedeflerine doğru yükselen bir idealin kendini


gerçekleştirme şansı bulduğu oranda yer alır. Kemal'inki kadar hoşgörülü değildi. Renan ve
Benimsediği Avrupa adab-ı muaşereti Ali ve Chateaubriand'ın islamiyet'e karşı önyargılı
Fuad Paşalar'ın temsil ettiği Babıali anlayışıdır. yaklaşımlan, Byron'un Grek hayranlığıyla birle­
Ne yazık ki, özgürlük ideali bu anlayış içinde şerek Batı dünyasını Doğu karşısında üstün uy­
Avrupa mitine oranla evrensel bir içeriği oluş­ garlık teziyle tarihselleştirmeleri. Namık Ke­
turnıa şansına sahip değildi ve Abdülhamid en­ mal'in özgürlük ahlakı üzerine kurulu eklektik
gelini aşamayan ideallerinden geriye yalnızca adab-ı muaşeret tasarımını k.:'ıgıt üzerinde bırak­
modern bir ahlak tasarımı kaldı. öte yandan, tı. Ahmed Midhat Efendi, Midhat Paşa ve Na­
Namık Kemal s(yasi insan'ın gündelik hayattan mık Kemal'i yakından tanımış ve bu ideal
en uzak tipini temsil eder. Bürokrasi içinde ye­ adamlarıyla çalışma fırsatını bulmuştu. Her iki­
terli compr!tence'a sahip bulunmayışı, onu ka­ sinde de gözlemlediği temel yanılgı, Avrupa mi­
tıksız bir özgürlük idealinin savunucusu yap­ tini ve adab-ı muaşeretini yalnızca reforma ait
mıştır. Adab-ı muaşeret sorunu da bu idealizm­ siyasi bir ahlak sorununa indirgeıııeleriydi.
den kendine düşen payı alır. Ona göre modern Midhat Efendi, bu dar çerçeve içinde ele alınan
adab-ı muaşeret yalnızca Avrupa'ya özgü bir adab-ı muaşeretin zamanla kendi ilkelerini de
evrensellik sorunu değil, Doğu'yu da kuşatması yadsılacağını sezinlemiştir. Nitekim Osmanlı
gerekli bir uygarlık göstergesidir. Namık Kemal hariciyesinin izlediği denge politikası, modern
bu göstergenin yalnızca kendi kafasında yarat­ adab-ı muaşeretin ahlak ilkesini zedeledi ve
tığı soyut bir kurgu olmadığını ispatlamak için, temsilcilerini muhalet ile iktidar arasında boca­
islamiyet'in siyasi ve kültürel kaynaklarına da layan k.:ırarsız reformculara dönüştürdü.
başvurur. Oysa Avrupalı'nın idealizmi, Namık Siyasi romantizmi Namık Keıııal 'in kişili-

AHMED MiDHAT EFENDİ VE GÜNDELİK HAYATIN PRATİK BiLGİSİ: ADAB-1 MUAŞERET 1 43


Avrupa şehirlerine kütle ve simetnden oluşan bir toplumsal düzen anlayışı egemendı: Osmanlı aydım bu anlayışın gerisindeki
yaşam üslubuna, modem ıidıib-ı muaşeretin kurallanm kendi hayatma uygulayarak niffuz etmeye çalıştı. Oysa kendi hayatını
şekıllendiren toplumda ne maddeleşmiş küc/eye ınsam ezdiren bir ah/dk, ne de sosyo-kü/türel simetn'nı/1 gündelik hayata getir­
diği katı disiplıiı mevcuttu.

ğinde tanıyan genç kuşak, ! . Meşrutiyet'in ar­ topraklara taşıdılar. örneğin Paris, disiplinli bir
dından Abdülhamid'in idari mekanizmadaki ki­ Prusya şehri değildi ve sunduğu görüntü de
şisel conpetence'ı ortadan kaldırmasıyla kendi­ ilkbakışta sanki kuralsızlık temeli üzerine inşa
lerini Avrupa sokaklarında buldular. Ahmed edilmiş izlenimini veriyordu. Bu kanı, ı. Meş­
Midhat Efendi'ye göre Batı'ya bu zorunlu sı­ rutiyet'ten sonra doğmuş değildir. 1 83 6 ' da
ğınma, Avrupa adab-ı muaşeretinin gerçek yü­ Mustafa Reşid Paşa'nın Prens Metternich ile
zünü bize öğretebilecek eşsiz bir fırsattı, ama yaptığı bir konuşmada geçen "Ldkinyine ln­
yeterince değerlendirilemedi. Midhat Efendi bu gilterelü Fransa/uya müreccahtır. Zira lngil­
konuda kendi kuşağını sorumlu gösterir. tere/ü 'nün hükümet-i meşnJtası kadim ve
1 9 . yüzyıl Batı şehirleri, başta Hindistan, Pransaya nisbetle ahalisi dahi erbdb-ı sebdt
Uzakdoğu sömürgeleri, Japonya ve Çarlık Rus­ ve edebden olmağla orada, Fransa kadar bi­
yası 'ndan gelen uygarlık aşığı gençlere Avru­ edebdne şeyler vukua gelmez. şeklindeki bir
"

pa mitini farklı görüntüler içinde sunmuşlardır. karşılaştırmayı yazdığı layihada zikretmesi, bu


Doğulu aydınlar bu görüntülerden oluşturduk­ kanının en azından Reşid Paşa'nın temsil etti­
ları modern uygarlık şemalarını doğdukları ği görüş içinde Tanzimat öncesine uzanan bir

1 44 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


Sanayi devn·minigerçekleştiren A vrupanın büyük şehir/en; başta Pan"s olmak üzere, /stanbu/'un ahşap medeniyetine karşı
demir ve çelik konstrüksiyona dayalı mekanik bir hayat tasanmının sözcülüğünü yapıyorlardı. Akim geometn"si tarqjindan
düzenlenen bu demir çarklar, kuleler ve buhar kazan/an medeniyeti, Osmanlı modem/eşmesineyaratıcı bir zihniyetyapısı
olarak değil, sonuçlan itibariyle kabul edilebilir pratik birprqje şeklindeyansımıştı.

geçmişi olduğunu gösterir. öte yandan Os- tabakasında yaygınlaştırma çabalarına karşı
mantı aydını muhafazak� r Metternich'in bf- gelişmiştir. Modern adab-ı muaşeretin protokol
edebane saydığı Paris boulevard'larını arşın- çerçevesinde aldığı kuralcı şekle reformcuların
!arken kendisini özgür bir varlığa dönüştüren gösterdiği tepki, zaten eskiden beri süregelen
kuralsızlığın büyüsüne kapılmış ve bunun ne- geleneksel tepkiyle aynı noktada birleşir. Ah-
denlerini açıklamak zahmetine katlanmadan med Cevdet Paşa bu gelenekçi tepkinin tipik
kafasındaki anarşik imgeyle istanbul'a dön- temsilcisidir ve Tezakir'de Abdülmecid'in lngi-
m ü ş t ü . Avrupa adab-ı muaşeretine ait b u liz elçisi Canning'in verdiği baloya katılmasını
anarşik imgenin. compitence'ı yok sayan Ab- şöyle eleştirir: "Cumade 'l-ulanın yirmi dör-
dülhamid merkeziyetçiliğine karşı tepki olarak düncü cuma gecesi Zat-ı Şahane !ngiliz elçisi
Komün sonrası Paris'inde kolayca şekillenebi- Canning'in balosuna med'uven teşrj/ buyur-
lecek verimli ortamı bulduğu söylenebilir. Tep- du. ötedenberi sadnazamlar bile elçi z(yaret-
kinin kuralsızlık yönünde gelişen diğer bir bo- fenne ve balo/anna gitmek adet değil iken bir
yutu da ! 835'ten sonra etkinlikleri artan Os- seneden beri sadrazamlar gitmeğe başladı.
manlı daimi elçilerinin. tamamen aristokratik Bu sene Zat-ı Şahane için dahi bu kapı açıldı.
kurallara dayalı saray protokolünü modern Rüesay-ı ruhan(yye balolara gitmek adet o/-
adab-ı muaşeret anlayışı olarak Babıali'nin üst mayıp ale'l-husus ortodoks papaslanna göre

AHMED MiDHAT EFENDi VE GÜNDELiK HAYATIN PRATiK BiLGİSİ: ADAB-1 MUAŞERET 1 45


istima-ı saz ve temaşa-yı raks büyük günah keni xıv. Louis'ye uzanan salon'lara girmeleri­
iken bu baloda bi'l-cümle patrikler ile ha­ ni engelleyebilecek kadar yetersizdi. Bu çevreye

hambaşı dahi bulundu. Şeyhülislam {fendi girenler ise, savundukları ideallere yabancılaştı­
dahi davet olunmuş idi. Lakin ftı'zar ryledi. " lar. Öte yandan üniversite dünyası, Osmanlı
Padişahın balolarda, muhaliflerin de boule­ aydınını bir diğer çelişkinin içine çekti. Fran­
vard' larda görüp uyguladıkları Avrupa adab-ı sa 'nın Doğu üzerindeki ekonomik çıkarlarına
muaşereti, Ahmed Midhat Efendi'ye göre cos­ dayalı yayılmacı öğreti ve solidarist milliyetçilik
mopolite kültürün iki farklı pratiğiydi. Bu pratiği duygusu, bu çelişkinin gövdesini oluştururlar.
yurtdışında geliştirenlere gelince: Osmanlı aydı­ Bütün bu karmaşık etkenler biraraya geldiğinde
nı Avrupa'da tam bir bekar hayatı yaşamıştır. Osmanlı aydınının gündelik hayatın pratik bil­
1 9 . yüzyılda Paris'in kenar mahalle pansiyon­ gisini, yaşadığı sınırlı deneyler ile tasarladığı sı­
ları Doğulu intelligentsia'nın barınaklarıydı. nırsız idealler çerçevesinde rasyonalize etmeye
üniversite öğrencileri ile Osmanlı reformcuları çalıştığı söylenebilir.
en azından gündelik hayatlarını benzer bir çev­ Ahmed Midhat Efendi, Avrupa adab-ı mu­
rede yaşamışlardır. Batı uygarlığının, bu yaban­ aşeretini, çarpıtılmış özgürlük ideali ile eksik bir
cı gruplar için geliştirdiği değişik kültür kodları gözlemciliğin sonuçları arasında rasyonalize et­
yoktu, ama her grubun Avrupa mitini kavrayış me çabalarına kuşkuyla bakmıştır. Ona göre
açıları birbirinden farklıydı. Osmanlı aydını mik­ modern adab-ı muaşereti a priori bir kalıba
rokozmozunu oteller ve bekar odalarında şekil­ adapte etmek yeıine, müşahade'nin somut veri­
lendirdi. Bu küçücük dünya, cosmopolite kültü­ lerinden yola çıkmak daha sağlıklı bir tutumdur.

rün çekim gücü karşısında yörüngesinden saptı. önce genel anlamda Avrupa miti'nin bütünlük­

Aile hayatı ya da resmi bir görev gibi insanımızı ten yoksun olduğunu belirtir: "Bı'z Avrupa dedi­
ayakta tutan toplumsal dayanak noktalarından ğimı'z zaman bu kelimryi umumiyet üzere söy­
yoksunluk, bu sapmayı kolaylaştırmıştır. Gene ler isek de orası azfm bir kıt'adır. Üzeniıde bir­
de gündelik hayatı bir bohem gibi yaşamak ba­ çok milletler müte'ayiştir. Bunların lisanları
zı aydınlarımıza itici gelmiştir. Parkları bohem mühteljfolduğugıbi usul-i hükümetlerı; siiret-i
mekanlara tercih etmek bir bakıma yalnızlığı ma 'işetten· dahi muhteljfdir. " Bu basit açıklama
seçmek demekti. Bu yalnızlık duygusu, vatan kuşkusuz 1 9. yüzyıl insanının bilgisi dahilinde­
kurtarma misyonuyla yücelmiş bir idealizmin, ki bir gerçekliği dile getirmektedir; fakat Midhat
kendi ütopik dünyası ile gündelik hayatın sıra­ Efendi'nin daha sonra yapacağı adab-ı muaşeret
dan ilişkileri arasına koyduğu uzaklıktan kay­ sınıflandırması için gerekli bir uyarıdır. Bu sınıf­
naklanır. Bir yandan misyonun ağırlığıyla gide­ landırmada ilk basamak, Avrupa toplumlarını
rek yoğunlaşan misanthropic kişilik, diğer yan­ halk tabakalarını temsil ettikleri adab-ı muaşeret
dan da cosmopolite kültürün insanı yalnızlıktan anlayışlarına göre yenilikçiler ve gelenekçiler ol­
kurtaran özgürlük dünyası; Osmanlı aydını bu mak üzere iki kategoriye ayırmaktır: "imdi bi­
karşıt kutuplar arasında Avrupa adab-ı muaşe­ zim buralarda efkar-ı atikd ve efkar-ı cedide
retine nüfuz etmeye çalışmıştır. Entelektüel dü­ erbabı diye halk esasen iki kısma münkasım
zeyi, Fransız aydınlarının devanı ettikleri ve kö- olduğu gıbi bu taksim Avrupaca dahi mevcud-

1 46 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


rrenyo!cu/uğu, gündelik hayatın içinde dolaşmak kadar dışına çıkıpJarklı kültür/en· ta111man111 da bir aracıydı. Eskıdenyolcu­
/uk etmekya/111zca askerler, tüccarlar ve dervişlere mahsus iken, teknolqjinin sagladığı olanaklar her kesimden ılısa111 topluca
bu eyleme orrak ed(yor ve berabeniıde uyulması zorunlu bir diziyeni ıidıib-ı muaşeret kura/mı da getinjordu.

dur. Hem de iki kısım ha�ınyekdiğen"ndenJar­ kültürel alanla sınırlı kalmış, teknolojik modern­
kı bizim buradakıJarka dahi kıyas olunamaz. leşmeye doğru bir sıçrama eğilimi göstermemiş­
Bizce efkdr-ı cedide ile müşterek ve efkdr-ı tir. Gündelik hayatı kolaylaştıran pratik buluşta­
cedide erbdbı dahi birçok noktalarda efkdr-ı n her iki kesim de benimsemiş ve Avrupa mitini
atika erbdbı birçok noktalarda efkdr-ı atikaya teknolojik üstünlük açısından değerlendirmede
münhemikdir. A vrupa'da ise bu iki sın!fhalk birleşmişlerdir. Ne var ki Osmanlı yenilikçileri
çoktan ben"yekdiğen"nden tebd 'üd eylemekde Avrupa mitinin evrenselliğini yalnızca teknolo­
bulundukları cıhedle aralan pek ziyade açıl­ jik üstünlüğe bağlamıyorlar, asıl ağırlığı kültüre,
mışdır. " Toplumsal aynştırmayı efkdr-ı atika ile bunun gündelik hayatta aldığı pratik biçime, ya­
efkdr-ı cedide arasında yapan Midhat Efendi, ni adab-ı muaşerete veriyorlardı. Böyle bir tavır
1 9 . yüzyıl klasik Osmanlı sınıflandırma modeli­ hem gelenekçi kesimle arayı açıyor, hem de bu
ne uymuştur. Bu modele göre bütün bir toplum, çevreyi evrensellik karşısında yerel bir kültürün
gündelik hayatın içinde iki ayn kategori olarak temsilcileri konumuna itiyordu. Midhat Efendi,
yer alır: Gelenekçiler ve yenilikçiler. Osmanlı Osmanlı kültür geleneğinin, uygarlık ölçeğinde
gündelik hayatında bu kategorilerin birbirleriyle lokal bir konuma itilmesine karşı, Avrupa mitini
olan temel çatışmaları Ahmed Midhat' a göre cosmopolite evrensellikten conservateur evren-

AHMED MiDHAT EFENDi VE GÜNDELiK HAYATIN PRATiK BiLGiSi: ADAB-1 MUAŞERET 1 47


selliğe kaydırarak, Doğu-Batı dengesini en azın­ Radical kısmen conservatuer'len"n tamam{yle
dan adab-ı muaşeret konusunda korumaya çalı­ zıddıdır. Onlar din{yattan, s{yas{yattan, ahld­
şır. ilk aşamada efkdr-ı atlka dediği Avrupa k{yattan ve saireden hiçbir şeyı"n suret-i at/ka­
conservateur'ü ile Osmanlı aile geleneği arasın­ sında kalmasını istemryip her şeyin tebeddü­
da paralellik kurar ve "bizim şark tarqfına lünü isterler. Bunlar içı"n her şryinJena olması
mahsus olan dddb-ı mudşeret bunlarda tama­ husfJsundayalnız eski olması bürhdn-ı kijidir.
m{yle mevcuddur" diyerek, muhafazakar doku­ Bryne'l beşer en tabii münasebet olan revdbıt­
yu Doğu-Batı ölçeğinde genelleştirir. Bu genel­ ı sıhriY.Yeyı· bile beğenmezler. " Burada iki nokta
leştirmede bireysel değerleri fazla idealleştirme­ dikkati çekicidir. Birincisi eskr'nin kötü olduğu
den, yalnızca yerleşik bir kurum içindeki ko­ yargısıdır. Midhat Efendi radical kesimin bu
numlarına göre tanımlaması dikkat çekicidir. Bu yargısını biraz da Osmanlı yenilikçilerinin geç­
temel kurum ailedir ve bireyin gündelik hayat miş karşısındaki olumsuz tutumlarını gözönüne

içinde şekillenmesi, önce bu kurumun değerler alarak zikretmiştir. Çünkü fıdab-ı muaşeret ko­
süzgecinden geçmesiyle mümkündür. Ahmed nusunda eskiye ait her türlü değer ve davranış
Midhat, muhafazakar aile yapısının Doğu ve biçimi bir 1 9 . yüzyıl Osmanlı snobu için geri
Batı'da aynı temel özelliklere sahip bulunduğu­ kalmışlık göstergesi sayılmaktaydı. ikinci
nu söyleyerek, şu ortak noktalan sıralar: a) aile önemli nokta evlilik ilişkisine karşı gösterilen
şeceresine saygı ve bağlılık; b) ihtiyarlara göste­ tepkidir. Ahmed Midhat için radıcal'lerin ahlak
rilen şevkat; c) bireyler arasındaki dayanışma­ dışı konumlan, bu tepkiyle açığa çıkar.
nın süreklilik esasına dayanması ve bunu sağla­ Üçüncü toplum kesimi ise conservatuer'ler
yacak aile içi eğitime önem verilmesi; d) hizmet­ ile radıcal'lerin arasında yer alan lıbera/'lerdir.
çilere iyi davranmak, eğitimlerini ihmal etmeyip Midhat Efendi bu kesimin, Osmanlı toplumun­
zamanı geldiğinde evlendirmek suretiyle onlara da serbesti taraftarı olarak bilinen kesimden
yardım etmek; e) özellikle giyim-kuşam konu­ daha farklı olduğunu belirtmektedir. Her ne ka­
sunda modayı izlememek. Kuşkusuz bu ortak dar liberal'ler birara grup oluşturmuşlarsa da
noktalar hem biçim, hem de içerik yönünden kendi içlerinde tam bir bütünlük yoktur. Adab­
birbirini bütünleyecek niteliktedirler. Midhat ı muaşeret anlayışları kimi zaman consrvate­
Efendi'nin cosmopolite Avrupa mitine karşı sa­ ur'lere, kimi zaman da radica/'lere yakındır.
vunduğu conservatuer mitin temeli, bu kurum­ Avrupa mitini üç ayrı zihniyet kümesi için­

sal bütünleşmede odaklanır. Osmanlı aile yapısı­ de ele alan Ahmed Midhat Efendi, Osmanlı in­
nın evrenleştirilmesi anlamına gelen bu karşı sanına daha çok orta tabakanın gündelik ha­
mit yaratma çabası, modernleşmenin bireyci ka­ yatta uyguladığı adab-ı muaşeret standartlarını

rakterine bir tepki sayılabilir. tanıtmaya çalışmıştır. Bunu yaparken de işe bir
Ahmed Midhat Efendi'nin toplumsal sınıf­ Avrupa yolculuğu ile başlar ve gözlemlerinden
landırmasına göre efkdr-ı atlka'nın karşısında gere! sonuçlara vanr.
efkdr-ı cedide, yani radica/'ler yer alır. Bu züm­ 1 9 . yüzyılda Avrupa'ya gidecek bir Os­
reyi ana hatlarıyla şöyle tasvir etmiştir: "Con­ manlı, ulaşım aracı olarak tren ya da vapurdan
servateur'lere mukdbil olanlara Radical derler. birisini seçmek zorundaydı. Midhat Efendi treni

1 48 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


Avrupa dddb-ı muaşereti, iç mekdn tasanmında Doğu ve Batı kökenli oQjelerin üst üsteyığıldığı arabesk bir dekoryarat111ış11.
Bu trqjedi dekoru önünde sahneye çıkan aktörler, hiçbirzaman oturmuş bir kültürel kimliğin başrolünü oy11aya11111cillar.

AHMED MiDHAT EFENDi VE GÜNDELiK HAYATIN PRATiK BİLGiSi: ADAB-1 MUAŞERET 1 49


uymayanlar görgüsüz kabul edilirler. Kadınlar
ve yetişkin kızların boş kanapelere uzanıp yat­
malan adab-ı muaşeretle bağdaşmaz.
Midhat Efendi'nin üzerinde önemle durdu­
ğu bir konu da oteller ve buralarda uyulması
gereken kurallardır. Osmanlı insanı oteli Be­
yoğlu yakasında tanımıştır. Sur-içi İstanbul'un­
da ise otel yoktu. Şehri ziyaret eden yabancılar
ya Beyoğlu otellerinde kalırlar, ya da kahveha­
ne peykelerinde sabahlarlardı. Otel adab-ı mu­
Kişisel hayat modem/eşmeyle birlikte önem kazandı ve kendine ait
oijelen'yeniya şam tarzını belirleyecek biçimde iç mekdn tasanmına aşereti yeterince bilinmiyordu. Bu yüzden Av­
yerleştirdi Osmanlı ayd111ın111 kişisel hayatı, çalışma odasımn duvar­ rupa'ya gidenler için oteller, adeta birer kapalı
/an arasında şekilleniyor, yaşadıgı dünyayı kavramak veyorumla­
kutuydu. Ahmed Midhat, Avrupa otellerini sı­
mak isteğini sembolize eden kitaplık veyazı masası türünden mo­
dem oqjeler ise oluşan buyeni kişiliğe kültürel bir kimlik venyordu. nıflandırırken, fazla modern sayılamayacak
ikinci sınıf otellerde çeşitli amaçlarla seyahat
tercih eder. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi eden pekçok değişik insanın kaldığını hatırlatır.
tren orta tabakanın ulaşım aracıdır ve yolculuk Böyle bir ortamda, özellikle yabancı ülkelerden
esnasında uyulması gerekli adab-ı muaşeret gelenler hemen dikkati çekerler. Bir Osmanlı
kuralları vapurdakine oranla daha basittir. şunu kafasından hiç çıkarmamalıdır: "Düşün­
ikinci neden, tren yolculuğunun insana çevreyi melidir ki böyleyabancı biryerde insanyalnız
daha iyi gözlemleme olanağını vermesidir. Bu kendi hays{yet-i şahsiyesini muhefaza mec­
nedenle yolculuk edeceklerin mutlaka pencere bunyetinde bulunmayıp mensub olduğu devlet
kenarında oturmalarını ısrarla belirtir: "Şimen­ ve milletin dahi hays{yetini muhqfaza mecbu­
difer/erde en muteberyerler köşelerdir. Çünkü riyetindedir. ikinci bir uyarı daha yapar: "Ho­
"

pencerelereyakın olup dışansı temaşa edilebi­ tellerde her milletten her dinden her mezhep­
lir. Ahmed Midhat tipik bir gözlemcidir ve te­
" ten her meslek-i s{yaset erbabından adamlar
maşa'nın öğreticiliğine inanır. Trende uyulma­ bulunup bin'si ile münazara eder iken şayed
sı gerekli adab-ı muaşeret kurallarını da şöyle diğennin mese/eğine hakaretyolunda bir şry­
sıralar: Yolcu kendisi için gerekli eşyayı yanına /er söylenir ise insamn başuıa o kadar işler
alarak vagonlardaki mevcut tel raflara, diğerle­ açılabilir ki bazen sevk-i düelloya kadar da­
rini de ücret karşılığı yük vagonuna koymalı­ yanır. Bu küçük uyarılardan sonra birkaç ge­
"

dır. Aksi halde hem dar olan vagonlarda rahat nel kuralı sıralamakla yetinir: Odayı kilitli tut­
yolculuk etme olanağını ortadan kaldırır, hem makta yarar vardır. Çünkü otel hırsızları Avru­
de başkalarının haklarını çiğner. Sarmısak, so­ pa'da oldukça yaygındırlar. Dışan çıkacağı za­
ğan gibi ağız kokutan şeyler yenmez, içki içil­ man anahtar resepsiyona bırakılır. Otel salonu­
mez. Yolculuk boyunca ufak tefek şeyler yeni­ na g i r i l d i ğ i n d e o rada b u l u n a nl a ra s e l a m
lebilirse de asıl yemek yeri trenin restoranıdır. vermek nezaket icabıdır v s . . .
Sigara içilebilecek vagonlar ayrıdır. Bu kurala 1 9 . yüzyılda gündelik hayatın bilgisi olan

1 50 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


adab-ı muaşeret, en çok mekan tasarımında rine "en yeni çıkmış olan kitaplardan birazı
karmaşaya yol açmıştır. Mekanların Avrupa ve i!mf ve edebi mecmuaların son nüshaları
standartlarına göre düzenlenmeye başlaması ve o günkü gazeteler" konur. Salona konul­
aşamalı biçimde gerçekleşmiş, önce iç yüzeyde mayacak eşyalardan birisi de divandır; çünkü,
başlayan modernleşme, daha sonra dış cephe­ "salonlarda uzanıpyatmak hakkı hiçbir kim­
ye yansımıştır. Daha Ill. Selim döneminde oca­ seye verilmemiştir. " Batılı adab-ı muaşereti
ğın yerini şömine almış ve bu nesne birincil iş­ benimseyen Osmanlı konaklarının salon du­
levinin dışında bir süs ögesi gibi kullanılmıştır. varlarına aile fotoğrafları asılmışken, Avru­
Buna benzer örnekler çoğaltılabilir. örneğin pi­ pa'da bu durum tam bir görgüsüzlük sayılır.
yanonun Osmanlı konağına girmesi, yalnızca Aile fotoğraflarının yeri albümlerdir, salon du­
modern bir sembol olarak değer taşır; yoksa bu varları değil. Duvarlara ancak sanat değeri
çalgının yaygın biçimde kullanıldığını kanıtla­ yüksek resimler asılabilir. Gene Osmanlı ko­
maz. Batılı ev eşyası ve süs objelerinin asıl iş­ naklarında salonlara taşınan komodin ve kon­
levlerinin dışında kullanılmaları, yaşam orta­ solların da yeri burası değildir. Bizde ayna ko­
mının kültürel dengesini de bozmuştur. Ah­ modinin üstüne konduğu halde Avrupa'da
med Midhat Efendi bu dengesizliği göz önüne konsolun üzerine konur. Yazı masası da bir
alarak orta tabaka bir Avrupa'lının ev düzeni süs eşyası olmadığı için yeri salon değil cabine
hakkında ayrıntılı bilgi verir: Evin girişinde de travi/'dir. Yemek odasında ise bizdeki gibi
vestibu/e denilen ve içinde palto, şapka asma­ kanape ·ve koltuk bulunmaz. Bu odaya Venüs
ya yarayan vestiaire'in bulunduğu bir kısım heykeli değil, Baküs heykeli yakışır. Duvarlara
vardır. Vestiarie yalnızca vestibu/e'e konur, natürmort asmak bir incelik ifadesidir. Avru­
oysa Osmanlı konaklarında salonlara kadar pa'da kadın ve erkeğin gündelik hayatlarını
taşınmıştır. Zengin evleriflde asıl salonun giri­ geçirdikleri odalar ayrıdır. Cabine de travai!
şinde bir de antichambre vardır. Ziyaretçi, ev erkeğe aittir ve ona gerekli olan kütüphane,
sahibini burada bekler, daha sonra salona alı­ yazı masası gibi eşyalar burada bulunur. Du­
nır. Anticlıambre'lar sade döşenirler, duvarla­ varına ayna asılmaz, bunun yeri kadına ait
rına tablo asılmaz, kütüphane yerleştirilmez. olan boudoir' <lir. Osmanlı aydınının eski bir
Eğer misafir ev sahibinin yakın arkadaşıysa merakı da kıymetli tabloları ve antikaları çalış­
salon yerine cabine de travai/'da ağırlanması ma odasına yerleştirmektir. Oysa bu eşyaların
bir adab-ı muaşeret gereğidir. Salon ise döşen­ yeri cabine de travai! değil, evin büyük salo­
mesi en çok özen isteyen yerdir. Şöminenin nudur. Kadının odası ise boudoir'dır. Duvarın­
sağ tarafına yerleştirilen koltuk, evin hanımı­ da bir ayna ve etrafında aile fotoğrafları bulu­
na aittir. Bu koltuğun karşısına süslü bir kana­ nur. Gene bu odaya kıymetli tablolar asılmaz.
pe konur ki, burada ev sahibinin misafirleri Evin hanımı yakın arkadaşlarını burada kabul
otururlar. Salonun ortasında bir masa ve etra­ eder ve Midhat Efeııdi ' nin söyleyişiyle "hele
fında iskemleler vardır. Ancak bu masa yemek kadın kadma edilen ziyaretlerde istedikleri
için kullanılmaz. Ev hanımının oturduğu kol­ kadar boşboğaz/ık, çançan!ık, çalçenelik et­
tuğun yanında küçük bar sehpa vardır ki, üze- mek için en müsaidyer boudoir'/ardır. " Yatak

AHMED MİDHAT EFENDİ VE GÜNDELİK HAYATIN PRATİK BİLGİSİ : ADAB-1 MUAŞERET 151
odası bir evin en mahrem yeridir. Yataktan salar mücehhezdirler. Bazı yerlerde siiret-i
başka tuvalet masası, küçük bir koltuk ve la­ mahsiisada kumarhaneler dahi mü'essesdir ki
vabo bulunur. Kızların yatak odaları sade dö­ ehemmiyetleri bir banka derecesine varır. "

şenmiştir. Din, ahlak ve edebiyat konularında Ahmed Midhat'a göre kumar kötü bir alışkan­
eğitici kitapların bulunduğu küçük bir kütüp­ lık olup Avrupalılar'ın söyledikleri gibi bir za­
hane buraya yerleştirilir vs . . . man geçirme aracı değildir. Kumar para için oy­
Gündelik hayat, 1 9 . yüzyılda Osmanlı in­ nanır ve paranın bu yoldan kazanılma biçimi
sanına yeni bir kimlik kazandırmaya başlamış­ ahlak dışıdır. Bir de küçük uyarıda bulunur:
tır. Bu dönemde kullanılan kartvizitler, yeni "Bu oyunlarla büyük mebaliğ birkaç saat zar­
kimliğin yansıdığı pratik bir buluştu. Ahmed .fında elden çıkanlabilir. Hele rulet de111"/en.fı­
Midhat Efendi, kartvizit kullanmayı Avrupa nldak oyun gibi şeyler en ziyade dehşetlidir­
adab-ı muaşeretinin gereği saymakla beraber, /er. " Kumar gibi düello da Avrupa adab-ı mu­
bizdeki yanlış kullanılışını gündelik hayatın aşeretinden sayılır. Midhat Efendi, modern ka­
pratik bilgisini yeterince kavrayamamak sayar: nunların insan haklarını koruduğu bir dünyada
"Kart dö visit isti'mali ef.yevm Osmanlılan­ bu yola başvurmayı saçmalık olarak kabul
mız için dahi levazım-ı medeniyye sırasma eder. Ona göre düello bir adet-i vahşiyane 'dir
girmiştir. Bunların imal ettirdikleri zaman ve her ne kadar bizde uygulanan bir yöntem
(/elan ifendı) veyahud (/elan bey), (/elan pa­ değilse de Avrupa'ya giden bazı Osmanlılar'ın
şa) diye ünvanlann dahi isimlenjle beraber bu yolu denediklerini belirtir.
yazdırmaktadır/ar. Bu bdbdaki mütald'alan Ahmed Midhat Efendi'nin Avrupa adab-ı
ne olduğunu bilemez isek de A vrupa'da erkek­ muaşeretini yorumlama çabası, Osmanlı insanı­
len"n kendi kart dö vizitleri üzerine (mösyö) mn gündelik hayatına 1 9 . yüzyılda giren pratik
kelimesiniyazdırmaları ayıb sayılır. Yalmz bilgilenme sürecini en kısa yoldan işlevselleşti­
birJamilyada kadmlann erkeklerin kartları rebilmek amacına yöneliktir. Pratik bilginin ar­
başka başka olduktan ma'ada bir de ıkisi için dındaki etik yapıya önem verir ve gerçeklik ile
müşterek bir kartyapılarak işte bu kartlann ideal arasınraki dengeyi kurmaya çalışır. Avru­
üzenne (mösyö ve madamJelan) diye kad111 111 pa mitinin cosmopolite ölçekte yarattığı değer
da erkeğın de ünvanlanyazılır. " karmaşasına ve dolayısıyla Osmanlı insanının
Osmanlı üst tabakasında giderek yaygınla­ pekçok konuda gündelik hayatın modern doku­
şan kumar oynama alışkanlığı Avrupa adab-ı suna gösterdiği uyumsuzluğa çözüm olarak,
muaşeretinin bir gereği sayılmıştır. Midhat conservateur değerler üzerine kurulu bir karşı
Efendi bu alışkınlığın Batı dünyasındaki yay­ mit yaratma yolunu seçmiştir. Ahmed Mid­
gınlığını şöyle anlatır: "Bir kerre hdl ü vakti iyi hat'ın yarattığı bu karşı mit, zamanla Türk mu­
olan hemen herkesin hanesi kumarhane hük­ hafazakar düşüncesinin modernleşme karşısın­
mündedir. Her balo ve her müsamerede kuma­ daki programını şekillendirir.
ra mahsus odalar tayin olunur. Club denilen
cem 'iyetgahlarda e'azım-ı mekasidden binsi Tanlı ve Toplum,
kumar olduğundan en enva'ma mahsus ma- VII/44 (Ağustos 1 98 7) , s. 3 1 -38

1 52 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


ABDULLAH CEVDET'İN
CUMHURİYET ADAB-1 MUAŞERETİ

Son perdesi 1 9 l 8 ' de kapandığı sanılan yüzyılı bir teknolojik gelişme dönemi olarak
Harb-i umumi trajedisi, kurmay subaylar ve planlamış ve gündelik hayatın kamusal ahlakı­
silah üreticileri için zevkli bir oyundu; fakat na, sanayi sektörünün çelik zırhını giydirmişti.
yaşlı Avrupa aristokrasisinin kalbi, bu kanlı Artık tekerlek ile pervane yeni ahlakın disiplin
oyunu daha fazla seyretmeye dayanamadı. Ça­ ve çalışkanlık sembolleriydiler. 1 9 . yüzyılın so­
ğın başında, teknik bilgi ve stratejik karar alma kak barikatlarına, bireysel ahlak anarşizmine
yetenekleriyle dünyayı onurlandırdıklarına ve ütopik düşüncenin entelektüel soyutluluğu­
inanan idealist kurmcfy ve mühendislere göre na karşı beliren toplumsal öfke, bu sembollerin
Habsburg ve Romanof'ların 20. yüzyıla ayak kitle ruhuna verdikleri güven duygusuyla daha
uydurmalarını beklemek, Mesih'in yeryüzüne da güçlendi. Orta sınıftan bir Batılı için geçmi­
döneceği belirsiz bir geleceği hayal etmek ka­ şin aristokratik kuralcılığına ya da kuralsızlık
dar zamanın değerini hiçe saymaktı. Toplumsal yönünde gelişen modern ahlakçılığına karşı
vicdan ise, hanedanların çöküşünü ne bütü­ duyulan tepki, haklı nedenlere dayanmaktaydı.
nüyle unutma yolunu seçti, ne de aşırı bir nos­ Geçmişte köylülük ve aristokrasi arasında şe­
talji nöbetine tutuldu; yalnızca savaşın 2 0 . killenen esnefkarakteri onu, iktisadi çalkantı­
yüzyıl içinden ayıkladığı geçmiş zaman kalıntı­ lardan en çok zarar gören kişi durumuna getir­
larını kayıtsız bir gözle izledi. Nitekim savaş miş, Marksçılar tarafından status quo · ııuıı
sonrasında piyasayı kaplayan adab-ı muaşeret temsilcisi sayılmış ve savunduğu muhafazakar
yayınlarını karıştıranlar, saray protokolüne ait aile ahlakı, Victoria döneminin baskıcı niteliği­
bölümlerin kitaplardan çıkarıldıklarını gördük­ ne baş kaldıran salon aydınları tarafından alay
lerinde pek fazla şaşırmadılar; zaten aradıkları, konusu yapılmıştı. Ne var ki 20. yüzyıl milita­
incelik ve zerafetin katı kuralcılığı değildi. rizmi, bütün kötülüklerin kaynağı olarak göste­
Avrupa dünyası daha ilk adımında, 20. rilen bu solidarist ahlak dokusunda yurtsever-

ABDULLAH CEVDET'İN CUMHURİYET ADAB-1 MUAŞERETİ 1 53


20. yüzyıl başlannda gündelik haya{{ milli idealler etrefındayeniden planlama düşüncesı; asker ve mühendislerin dü'l}'asmda
önemli biryer tutuyordu. Bu düşünce topluma, doğru ileyanlışı ancak cetvel ve pergelyardım{Yla ayırabı1en söz konusu zümre­
nin egemen ideolqJisi olarakyansıdı.

lik ve kanaat duygularının bozulmamış özünü luriyet adab-ı muaşereti de doğal yetkinin kur-
keşfederek rencide edilmiş toplumsal gururu may subaylar tarafından laik toplum modeline
okşamasını bildi. Avrupa orta sınıf ahlakının, göre pratikleştirilmiş biçiminden başka bir şey
militarizmin kanatlarıyla faşizme doğru yükse- değildi.
lişi, Türk ve Japon modernleşmesinin esinlendi- Savaş sonrasında Avrupa'ya yeni bir çeh-
ği anti-demokratik moral dünya hakkında ge- re kazandırmak için kolları sıvayan iki grup in-
rekli ipuçlarını verir. Her iki toplum da teknolo- san vardı: Asker politikacılar ve mühendisler.
ji çağına Avrupa'nın saçtığı savaş kıvılcımla- Uygar dünyanın imarı, disiplin ve teknolojik
rından etkilenerek girmişti. Japon-Rus ve Türk- bilginin kesiştiği noktada artık birer orta sınıf
Yunan savaşlan, galip devletlerin uygar dünya mesleği sayılan bu iki pratiğin örtüşmesiyle
karşısındaki konumlarını belirleyen toplumsal gerçekleşebilecekti. Nitekim teknik öğretim ya-
güçlere, gündelik hayatın ahlak dokusunda da pan okulların sayısı yüzyılın başında hızlı bir
gerekli revizyonu yapma yetkisini tanıdı. Cun- tırmanışa geçmiş ve orta sınıftan gelme mezun-

1 54 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


!arın yüzdesi dengeli biçimde artmaya başla­ lik arasındaki dokuyu oluşturmak, gündelik
mıştı. Gençlerin kafasında bir Houssmann ol­ hayatın çehresini değiştiren enerjiyi elde etmek
mak ideali yatıyordu ve bu ideal dönemin yara­ için yeterliydi. Oysa Osmanlı mitosunun gün­
tıcı insan modeline uygundu. 1 9 . yüzyıl anar­ delik hayata vurduğu fatalist damga, yaşam
şizminin sarstığı muhafazakar ahlak, savaşın enerjisini öylesine uyuşturmuştu ki, toplum bir
madalyalı kahramanları tarafından toplumsal bütün olarak hareket edebilme yeteneğini kay­
gururu motive ettiği sürece, idealist bir Houss­ betmişti. Bu elverişsiz miras karşısında Cum­
mann adayının gündelik hayatı yönlendirecek huriyet yönetimi uygar dünya ile arasındaki
teknolojik matrisi kurması oldukça basit bir işti. uzaklığı kapatmak amacıyla programladığı ün­
idealizmin sloganları böyle bir matrisi doğrula­ lü altı ilkeyi devlet felsefesinin dayanak nokta­
mak için yaratıcı çalışma düzeniyle uyumlu, sı yaptığında, toplumsal enerjiyi harekete geçi­
pratik ahlak ilkelerini gündelik hayata kazan­ rebilecek modern ütopyayı da canlandırdığına
dırdı. Kadın ve erkek için ayrı ayn düzenlenmiş yürekten inanıyordu. Ne var ki 1 930'lara ge­
ahlak normaları, giderek paralel bir çizgiye yer­ lindiğinde, başta gündelik hayatın iktisadi ve
leştiler ve milli gururun bayrağını yücelten top­ moral yükünü taşıyan esnaf tabaka, Cumhuri­
lumsal enerji, asker politikacılar tarafından ko­ yetçi ütopyanın varlığını kendi mitik kökenine
layca disiplin altına alındı. yöneltmiş bir tehdit sayma eğilimini sürdür­
Türk Cumhuriyetçileri'nin 1 920'lerde etki­ mekteydi. ideal ile gerçeklik arasındaki bu de­
lendikleri modern Avrupa imgesi buydu. imge, rin uçurum, yönetimi radikalleştirmiştir. Mo­
birkaç yönden çekici gelmiştir. öncelikle geç­ dern ütopyanın Osmanlı mitosunu ezdiği bu
miş zamanın anılarını kristalize edemeyecek dönemde gündelik hayatın geçmişe ait her tür­
kadar hızlı bir oluşum sürecinden geçmişti. Di­ lü bilgi alanı, Darülfünun hocalarının belleğin­
namik ve işlevseldi; bıt yüzden sınıfsal geçişle­ de yaşayan birer inceleme konusuna indirge­
ri kolaylaştırıyordu. Liderin karizmasını güç­ nir.
lendirebilecek zayıf noktaları vardı; duygunun Cumhuriyetçi ütopyanın öngördüğü gün­
mantık üzerine egemenlik kurabildiği saf kitle delik hayat biçimini planlayanlar kurmay su­
ruhunu kaybetmemişti. Toplumsal enerji içe baylardır. Bu yüzden yakın dönemin çalışma
değil, dışa dönüktü; böylece yıkma ve yaratma ve eğlence hayatında askeri bürokrasinin vur­
içgüdüsünün somut izlerini gündelik hayatın duğu resm(yet damgası açıkça görülür. Cum­
her alanında görebilme olanağını sağlıyordu huriyet adab-ı muaşereti de bu resmi kalıp için­
vb. Bu son nokta Cumhuriyetçiler için muasır de şekillenmiş, karşı çıktığı aristokratik kuralcı­
meden(yet hakkında yeterince uyarıcı olmuş­ lık yerine daha basit, fakat daha disiplinli bir
tur. Çağdaş toplum düzenine ilişkin en dikkate yönde gelişmiştir. Yeni dönemin adab-ı muaşe­
değer gözlemleri, gündelik hayatın geleceğe ret anlayışını ı 9. yüzyıl zihniyetinden ayıran
dönük her yeni adımında, kolektif katılımla el­ temel çizgi de, gündelik hayatın geçmişteki si­
de edilen bir çeşit yaşam enerjisinden kuvvet vil karakterinin resmi bir boyut kazanmasıdır.
aldığıydı. Bu anlayışa göre Avrupa'da her top­ Modern Avrupa adab-ı muaşeretinin Os­
lumun bir ütopyası vardı ve tasarım ile gerçek- manlı dönemindeki sivil karekterini oluşturan

ABDULLAH CEVDET'IN CUMHURiYET ADAB-1 MUAŞERETi 1 55


Savaş ahlakı, savaşı kazanan kurmay subaylara göre gündelik hayatın sosyo-kültüre/ çürümesini önleyebilecek en etkili silah­
tı. Kendi içinde ihanet ve ezilmişlıgi öldüren bu ah/dk, Cumhur(yet'i ayaklan üzen·ne kaldıran toplumsal dinamıimi de, cesaret
ve güven duygusuyla besl[yordu.

etkenlerin başında, üst tabakanın kendi ola­ yaratabilen Osmanlı adem-i merkeziyetçiliği,
nakları .çerçevesinde Saray'dan bağımsız bir Cumhuriyetçiler' in gözünde tutarlı bir çağdaşlık
yol izleyebilmesi geliyordu. Devletin, bürokra­ imgesi canlandırabilme gücünden yoksun kal­
tik elit dışında modern adab-ı muaşereti yay­ mıştır.
gınlaştırmaya çalıştığı başka bir toplumsal grup Avrupa karşısında Türk toplumunu uygar
yoktu. Gündelik hayata katılan diğer kesimler bir kalıba dökme programı, Cumhuriyet'in res­
ise, aydınların üst tabaka snoblarına ve hane­ mi devlet politikasına katı bir merkeziyetçilik
dan teşrjfatz 'na yönettikleri eliştirileri dikkate kazandırır. Osmanlı dönemindeki gibi birbirin­
alan ortalama bir yol izlemekteydiler. Peraken­ den farklı ütopyalar yaratmak yerine, farklı
deci tüccarlar ve kısmen Babıali basın çevresi, toplum kesimlerinin tek bir ütopya çevresinde
modern adab-ı muaşeretin orta tabaka normla­ toparlanmaya çalışılması, bu modernleştirme
rını b e n i m se m işlerdi. Dolayısıyla Osmanlı programının resmi karakterini yeterince somut­
adab-ı muaşeretinin sivil karekterini oluşturan laştırır. Bu programın uygulayıcıları ise, daha
başlıca etken, merkeziyetçi bir motivasyondan önce belirttiğimiz askeri kadroydu ve ı. Dünya
yoksun oluşu ve buna paralel gelişen, her top­ Savaşı sonrasında Avrupa'nın gündelik hayatı­
lum kesiminin kendi normlarını çağdaş imgeye nı şekillendiren subay-mühendis koalisyonuna
uygulayabilme esnekliğini saklı tutmasıydı. So­ oranla çizdikleri strateji daha az esnekti. Mo­
nuçta ortaya çıkan birbirinden farklı, bütünsel­ dern adab-ı muaşeretin lidere göre düzenlen­
likten yoksun ve her parçası karşıt ütopyalar mesi, şekilciliğin abartılmasına yol açsa da, uy-

1 56 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Cumhunjet modemleşmesı: kamu hayatına soktuğu kadına çarşefsız bir kimlik kazandırdrysa da, aynı başarryı sokaktaki
kadın konusunda gösteremedi. Sokağın kendi koşullanna göre şekillenen gerçekliğı:Jesini çıkartmış erkek ile çarşeflı kadınm
temsil ettik/en· kültür çatışı;asının arkaplandaki belirleyici ögesi olmayı Cumhuriyet dönemi boyunca sürdürdü.

gar insan tipinin maddi ve manevi çehresinin kalıbı, elden geldiğince pratikleştirmeye çalış­
topluma tanıtılması konusunda zorunlu bir mak anlamına geliyordu. Bürokrasi, Cumhuri­
aşamaydı. Lider, hem karar veren, hem de uy­ yet idealizminin laik ruhunu benimsedi ve ken­
gulayan enerjik bir semboldü. Bu sembolün aç­ disine biçilen kalıba kısa sürede girdi. Dış görü­
tığı yola ilk girenler Cumhuriyet'in öğretmen nüş bakımından devlet dairelerini dolduran yö­
kuşağıdır. İleriyi görebilen ve çıkarlarını zama­ netici insan kalabalığı, sakalını kesmiş, çarşaf
na uydurmak zorunda kalan esnaf tabaka da ve fesini çıkarmış, takım elbiseli, kravatlı mo­
bir ölçüde bu yolu yürümüştür. dern bir topluluğa dönüşmüştü. Bu yönetici
Cumhuriyet adab-ı muaşeretinin resmi topluluğun modern adab-ı muaşeretten anladı­
özelliği yanında, belirgin bir dışa dönüklüğü ğı, dış görünüş kadar iç dünyanın da laik bir
sağlayan ruh ve bedenin bütünsel kompozis­ zemin üzerinde tavır, hareket ve jestlerde ken­
yonuna verdiği aşırı önem dikkati çeker. Mo­ dini gösterebilmesiydi. Kendinden emin bir in­
dern Türk insanını yaratmak amacıyla dış gö­ sanın hareket rahatlığı ya da esnek jest kabili­
rüntüsünü Batı standardına göre düzenleme yeti henüz tam anlamıyla yerleşmemişti. Kıya­
çabası, idealist bir ruh için bulunmuş en uygun fet disiplini kadar, kişisel dünyanın oluşumun-

ABDULLAH CEVDET'IN CUMHURiYET ADAB-1 MUAŞERETi 1 57


Kadın, gündelik hayata özgür birey olarak
katılmanın ilk basamağını, aile içindeki misyo­
nunu geliştirerek aştı. Kabul günlerinin Cum­
huriyet'in ilk yıllanndaki saf biçiminde, tüketici
ahlakın zaman öldürme ilkesi yerine, yaratıcı
çabanı n aktif atmosferi egemendi. Kadının
dünyası, dar Osmanlı mahallesinin dışına taş­
mıştı ve söz konusu aktif atmosferi oluşturan
konular mahalleden çok topluma aitti. Bunun
yanı sıra aile içinde düzenlenen doğum ve evli­
lik yıldönümlerini kutlama alışkanlığı, Cumhu­
riyet'le birlikte yaygınlaşan ve özünde laik bir
kültürün izlerini taşıyan dikkat çekici gösterge­
lerdir. Osmanlı toplumunda ortalama bir ailenin
gündelik hayatında doğum ve evlilik yıldö­
nümlerini kutlama adeti yoktu. İnsana ait tek
anma töreni ancak öldükten sonra, o da dinin
emri gereği yapılırdı. Hayata gelmek yerine
Tanrı'ya kavuşmanın önem taşıdığı bir zihni­
yet dünyasında ölüm duygusunun, yaşama iç­
güdüsüne baskın çıkacağı açıktır. Evlilik ise ka­
dın ile erkeğin Tanrı huzurunda yaptıkları ma­

Sakal traşı, Cumhur(yet insanına A vrupalı birgörüntü vermenin bel­ nevi bir anlaşma sayılırdı ve aynca her yıl ha­
ki de en pratik çözümüydü. Cumhur(yet'in keskin usturası Osman­ tırlanmasına gerek yoktu.
lı'nın saka/mı kesebi/miş,Jakat matrüş çehrelen·n ardmdaki zıhn(ye­
ti kazıyamamıştı. Eğlence hayatına ilişkin Cumhuriyet adab­
ı muaşereti oldukça pratik bir düzeye indirgen­
da da liderin karizması tayin edici rol oynuyor­ miştir. Osmanlı sarayının teşrifat düzeni içinde
du. Modern aile hayatı, kişisel dünyaya vuru­ yetişen son dönem vükela kalıntısı, yeni döne­
lan resmiyet damgası nedeniyle, ortalama bir min eğlence anlayışını sönük ve renksiz bulur.
bürokratın çalışma hayatından bağımsız bir ya­ Adab-ı muaşeretin en asgari düzeye indirgen­
şam alanı değildi. Bürokrat aileler birbirlerini miş kuralcılığını zerafet ve nezaketten yoksun­
yakından tanırlar, tanımayanlar ise doğal kom­ luk olarak kabul eden bu çevre için Cumhuriyet
şu sayılırlardı. Hafta sonlarında yakın köyler Baloları, kasaba panayırından farksızdı. insan­
gezilir; kan-koca boş zaman kavramını ortadan lar nerede nasıl davranacaklarını bilmiyorlar,
kaldıran bir misyon ahlakını aile biriminde or­ dilin saygı sözcüklerini rastgele kullanıyorlar,
taklaşa yaşarlardı. Bürokrat ailelerin düzenle­ vals ve tango 'dan sonra zeybek oynuyorlardı.
dikleri kabul günleri Cumhuriyet döneminde Bir bakıma bu tür bir kültürel karmaşa başlan­
yaygı nlaşmıştır. gıçta doğaldı. Çünkü savaş sonrası cepheden

1 58 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


dönen subaylann hayata bakışlarında gerçekçi adab-ı muaşe­
bir yan vardı ve en azından bu nokta kültürel reti karşısında
dünyalarını daha popüler bir ufka yöneltmişti. takındığı elitist
Büyük bir çoğunluğu kıta hizmetini lstanbul'un tutumu görünüş-
dışında, İmparatorluğun sınırlarında yapmıştı. te sürdüre n , fakat
Kışla ortamının basit düzeni, uyulması istenen amaçladıkları hedef bakımın­
kuralların yalnızca biçime ait ayrıntılardan dan hanedan nostaljisine cephe
oluşması, gündelik hayat ile p s i kolojik bir alan ansiklopedist çevrenin de,
uyum yerine, pratik bir ilişki kurmalarını zo­ yeni dönemin resmi popülizmi­
runlu kılmıştır. Katlandıkları mahrumiyet nede­ ni bütünüyle onaylamadıklarını be­
niyle toplumsal refahtan en büyük payı alan lirtmek gerekir. Osmanlı tenvir mis­
üst tabakayı hor görme eğilimleri güçlüdür. Ka­ yonunu Cumhuriyet döneminde de
balık sayılan davranışlarında milli gururun iz­ üstlenen bu aydın çevre içinde özel­
leri, kozmopolit ahlaka karşı doğal ahlakın sa­ likle Abdullah Cevde t ' i n adab-ı
vunusu biçiminde kendini belli eder. Nitekim muaşeret anlayışı, modern Türk
Sultan Reşad, Hürriyet Kahramanı Enver Paşa ütopyasında beliren popülist eği­
ile bulunduğu bir yemekte, onun sofra adabın­ lime karşı elitist geleneğin ken­ Osmanlı 'dan
dan yoksunluğuna şaşırıp kalması, bir bakıma dini savunması biçiminde somutla- Cumhunjet'egeç.
çarpıcı modemle�
elitist kuralcılık ile pratik kuralcılık arasındaki şır. sembolleniıden b,
kültürel karşıtlığa bağlanabilir. Padişahı şaşır­ Cumhuriyet dönemi, Osmanlı geleneğin­ dans idı: Önce
Osmanlı matbua!
tan olay, Enver Paşa'nın bamya yemeğinden den yetişme aydınlar için sürprizlerle doludur.
fatoğreflan
sonra su içmek kabalığını göstermesiydi. Os­ 1 9 . yüzyıl reformcusu, toplumsal modernleş­ yqymlanan. ardıı
manlı bürokrasisinin <1S ker ve sivil kanatları meyi pozitif kültür ve gündelik politikanın basit elçilik ve otel
salonlannda icra
arasında görülen kültürel normlardaki farklılık, bir karışımı olarak ele almıştı. Yeri ve zamanına edilen bu vücutla
Cumhuriyet dönemine kalan mirasın da bir par­ göre politikacı ya da kültür adamıydı; fakat ge­ temasma dayalı
eğlence tarzı,
çasıdır. Cumhuriyet bürokrasisi içinde elitist nel eğilimi, her iki pratiğin çakıştığı noktada meşru(yetini
kültürü sivil Handyeci/er temsil etmişlerdir. oluşturduğu aydın kimliğini, modernleşme Cıımhwiyet Balo/
vasıtasryla iktıda
Çoğunluğu köken itibariyle eski Boğaziçi ailele­ programının bütün ayrıntılarına yansıtma iste­
protokolüne kabı.
rine dayanır. Osmanlı üst tabaka teşrifatı ile ğidir. Gündelik politikayı toplumsal kültürlen­ ettıidi.
Avrupa adab-ı muaşeretini kuşatan oldukça ra­ menin en elverişli aracı sayması, aydın kimliği­
fine bir yaşam üslubu yaratmışlardır. Ne var ki ni bir kültür adamından çok bir politikacıya ya­
bu üslubun sivil karakteri, Cumhuriyet adab-ı kınlaştırır. Kimliğine kazıdığı bu politik künye
muaşereti'nin resmi karakteri karşısında kendi ise onu, 1 923 'den sonra oldukça zor durumla­
kabuğuna çekilmek zorunda kalmış; varlığını ra sokar. Her şeyden önce Cumhuriyetçiler' in
daha çok Avrupa'da, modern Türk insanı ima­ gözündeki bu Osmanlı aydın kimliği. toplumu
jını yaratmak amacıyla bir çeşit bürokratik pro­ felakete sürükleyen dar görüşlü politikacı tipiy­
paganda aracı olarak sürdürmüştür. le özdeşleştiğinde, artık yönetim mekanizması
Osmanlı Saray Kültürünün Cumhuriyet dışında tutulması gereken şüpheli bir kişidir:

ABDULLAH CEVDET'IN CUMHURiYET ADAB-1 MUAŞERETİ 1 59


manlı aydınının bürokratik mekanizmayı do­
laylı yoldan yönlendirebileceği elverişli ortamı
yaratır. Böyle bir ortam dışardan bakıldığında,
kültür sorunlarına çözüm arayanların diyalogu
gibi görünebilir; ancak bu diyalog temelde Os­
manlı mitosu ile Cumhuriyet ütopyası arasın­
daki politik hesaplaşmadan başka bir şey değil­
dir. Abdullah Cevdet'in bu hesaplaşma orta­
mında yalnızca kültürel plandaki tenvir misyo­
nunu üstlenmesi kısmen dönemin, fakat en
çok da kendi ansiklopedist ilkelerinin sonucu­
dur. Bu ilkeler il. Meşrutiyet'ten önce şekillen­
mişler ve toplumsal modernleşmenin gündelik
politika yerine, aşamalı bir kültürlenme süreci
içinde gerçekleşebileceği düşüncesinden kay­
naklanmışlardır. Yakın çevresine oranla Abdul­
lah Cevdet'in elindeki en önemli koz da, diğer
aydınların 1 923'ten sonra benimsemek zorun­
da kaldıkları, politik hedefler için kültürel düze­
yin yükseltilmesi ilkesinin öncülüğünü kendisi­
nin yapmış olmasıdır. Bu avantajlı noktadan
hareket ederek Cumhuriyet'in kültürel modern­
leşme programına kendi düşünce modelinin
rehberlik ettiği görüşünü lctihdd'taki yazıların­
da sürekli tekrarlar. Gerçekten de bu makaleler
Abdülhak Hamıd'in sanatı, cepheden tozlu çizmeleriyle dönen kur­ Meşrutiyet öncesinde yazdıklarına birer gön­
maylar için geçmişte kalmış birhatıra idi. Başlangıçta ona.frak, mo­
nokl ve bastondan oluşan bir Boğaziçi aristokratı gözüyle bakan derme niteliğindedir. öte yandan başta laiklik
Cumhunjetçiler, çok geçmeden arzuladık/an A vrupalı ılısan imq;inı gelmek üzere, kadının gündelik hayattaki yeri,
bu refine kişilikte keşfedeceklerdi.
Latin harfleri, miladi takvim ve modern kılık
kıyafet konularında geçmişte savunduklarını,
dolayısıyla siyasi etkinlikleri yasaklanır ve sü- yeni dönemin resmi popülizmine uyarlamaya
rekli gözetim altında tutularak pasif bir konu- çalışır. Ancak eltist tutumu, bu ayarlama çaba-
ma itilir. Ne var ki politik ambargo yeterli etki- sını tek yönlü etkileyerek, yalnızca bürokrasi-
yi göstermez; çünkü düalist kimlik bu defa araç nin kültürel restorasyonunu besleyen sınırlı bir
olarak kültürü, politikaya karşı kullanmaya ilgi alanı içinde kalmasına neden olmuştur.
başlamıştır. Nitekim Cumhuriyet' in politik stra- Cunhuriyet adab-ı muaşereti konusunda çizdiği
tejisiyle uyumlu toplumsal hedefleri, zamanla ideal çerçeveyi de bu yüzden bürokratik elitin
birer kültürel sorun yumağına dönüşerek, Os- değerleriyle sınırlandırmış ve yönetimin resmi

1 60 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


popülizmini kültürel modernleşmenin alaturka lah Cevdet'e göre modern adab-ı muaşeret, kibar
bir yorumu kabul etmiştir. iilemi olarak nitelendirdiği Avrupa dünyasının,
Abdullah Cevdet 1 92 7'de Mükemmel ve daha dar çevrede ise elitist tabakanın uyguladığı
Resimli Adab-ı Muaşeret Rehben ni yayımlar.
" kurallardır. Bu kurallara uymak evrensel anlam­
Bu hacimli kitap kapsadığı konuların dökümü da toplumun bütününü değil, yalnızca yönetici
açısından 1 9. yüzyıl Osmanlı adab-ı muaşeret kadronun değerlerini uygarlık sürecine katar ve
kitaplarından pek farklı sayılmaz. Hatta Ah­ Avrupa ölçeğinde modernleştirilmiş bir yönetici
med Midhat Efendi ' nin A vnıpa Adab-ı Muaşe­ elit de toplumu uygarlaştırma misyonunu gü­
retiyahud Alq/ranga 'sı gibi bir Osmanlı klasi­ vence altına alır. Üzerinde önemle durduğu ko­
ğiyle karşılaştınldığında, gündelik hayatın pra­ nu da aslında havas 'ın avam karşısındaki gü­
tik bilgilerine yeterince sayfalarını açmadığı gö­ vence sorunudur. Bu güvenceyi de aile içinde
rülür; ilginçliği ve önemi de aslında buradadır. eğitim yoluyla yaygınlaştıracak bir çeşit bürok­
Osmanlı döneminde kişisel bir deneyim so­ ratik veraset sisteminde bulur. Laik eğitimin,
runu olan modern adab-ı muaşeret, Cumhuriyet modern adab-ı muaşereti aile bünyesinde bireye
yöneticileri tarafından kolektif katılıma açık bir kazandıran bir araç olarak tasarlanması, bürok­
uygarlık modelinin gündelik hayata yansıması ratik veraset için vazgeçilmez öneme sahiptir.
biçiminde değerlendirilir. Midhat Efendi, kişisel Çünkü bireyin gündelik hayattaki tekil eylemi,
deneyimi zenginleştirecek bilgileri, yarattığı con­ eğer bir toplumsal çevrenin desteğiyle ayakta
servateur mit'in değerler süzgecinden geçirerek duramıyorsa, örneğine Osmanlı döneminde rast­
kamuoyuna aktarmayı yeterli görmüştür. Amacı lanan conservatuer tepki, veraset olgusunu bü­
Osmanlı insanını, gündelik hayatın pratiğiyle yük ölçüde zedeleyebilir. Bu düşüncenin kayna­
uyumlu bir kültürlenme sürecine sokmak ve eli­ ğı, 1 927'de )ean-Marie Guyau'dan çevirdiği Ter­
tizmin cosmopolite ruhııınu eleştirmektedir. Bu biye ve Veraset adlı kitaba dayanır. Guyau'ya
tutum, Cumhuriyetçiler'in adab-ı muaşeret ko­ göre laik ahlak, Avrupa toplumlarında modern
nusunda izledikleri politikaya Abdullah Cev­ çağın gereklerine uygun bir bilimsellik anlayışıy­
det'in tutumundan çok daha uygundur. Çünkü la yoğrulmuş ve gündelik hayatın dokusuna
Abdullah Cevdet, modern adab-ı muaşereti bü­ yerleşmiştir. Eğitim, bu rafine dokuyu modern­
tün bir toplumun kolektif katıhmına açmayı po­ leşme sürecindeki diğer toplumlarda da canlan­
pülizm sayar ve yaratmaya çalıştığı elitist ruhu dınp, veraset yoluyla gelecek kuşaklara aktara­
yozlaştırıcı bir tehlike olarak görür. Bu yüzden bilir. Aslında Guyau'nun öne sürdüğü bu düşün­
onun adab-ı muaşeret adayışı, kişiyi gündelik cede modernleşme sürecine katılması istenen so­
hayatın pratiğine kazandırmaktan çok kibar yut bir toplum varsayımı değil, somut bir ırk'tır.
alemı nin seçkin bir üyesi yapmaya yöneliktir.
" Cumhuriyet döneminde Abdullah Cevdet'in ırk
Örneğin, "Kıbar alemin birtakım icabatı, kd­ temasını işlemesi, hem politik açıdan sakıncalı,
idelerı; kanunları vardır ki bunlara uymak, hem de bu temanın daha önce Türkçü ideologlar
bunlara teefik hareket etmek lazımdır. Aksi tarafından pedagojik işleniş biçimine bir geri dö­
taktirde cemiyetten dışan atılmak tehdidi a/­ nüş sayılacağından kendisi için yeterince cazip
tmda bulunulur. düşüncesini savunan Abdul-
" değildir. Bunun yerine aile'yi ön plana çıkarır ve

ABDULLAH CEVDET'İN CUMHURİYET ADAB-1 MUAŞERETi 1 61


kontrolu altında bulunmalarını şart koşar. Bu
kontrol sistemi, bir bakıma pederşahi Osmanlı
aile mirasının henüz canlılığını sürdüren bir ge­
leneğidir. Eski aile düzenindeki baba ile çocuk­
lar arasındaki ilişki kopukluğu bu defa, "çocuk­
lar sefrada söze kanşmaktan ve reylerini be­
yan etmekten çekinmelidirler. Çocuklann mü­
lahazalanna bilakayd, hayraniyet izhdr et­
mek ve heryaptıklannı iyi bulmak büyük bir
hatadır ki ekseriya irtikdb olunur. " düşünce­
sinde sanki yeniden sürdürülmek istenmekte­
dir. Ne var ki Abdullah Cevdet'in amacı, çocu­
ğun dünyasına bütünüyle kayıtsız kalmayı ya
da aşırı bir gözetim alanı olarak bu dünyayı
alabildiğine sınırlandırmayı öngören karşıt ku­
tupları uzlaştırmak değildir. Tam tersine dü­
şünsel çerçevesini Guyau'dan aldığı, "çocuklu­
ğun let4feti tabifliğindedir ve bu tabifliği
mümkün mertebe uzun müddet muh4fazaya
bakmalıdır" görüşünü, çocuğun aile içinde
sosyalleşmesi için ilk önemli adım sayar. Kuş­
kusuz burada söz konusu edilen aile, laik kül­
türü benimsemiş ailedir ve çocuklarının mo­
dern adab-ı muaşeret hakkında aydınlatabile­
Cumhur(yet'in idealı; serbest meslek kadınmı yaratmaktı. Bu ideal cek toplumsal etkinliklerin de hem hazırlayıcı­
kısmen gerçekleşti,Jakat Abdullah Cevdet'e göre modern kadm,
sı, hem de uygulayıcısıdır. Çocuk baloları bu tür
sokakta para kaza11a11 sırada11 bir varlık değil, resmi idcolq;i' içılıdc
gezı/1e11 bir mede11(yet sembolü idı: etkinliklerden olup Cumhuriyet döneminde
yaygınlık kazanmışlar ve yeni kuşağı Avrupa
ırk'a özgü kültürel karakteri bu toplumsal çevre standartlarına göre motive etme amacını güt­

içinde modernleştirmeyi amaçlar. müşlerdir. Daha önce çocuk baloları, Abdulha­

Modern adab-ı muaşeret, Abdullah Cevdet mid döneminde Taksim Bahçesi'nde yapılmak­
için küçük yaşta aile terbilesiyle kazanılabile­ taydı. Abdullah Cevdet'in bu balolar hakkında
c e k b i r kurallar b ü t ü n ü d ü r . G u s t a v e Le "ÇokJaıdelıdir. Çocuklar için hem eğlence hem
Bon'dan çevirdiği Amel/ Ruhiyyat ( 1 9 1 4 ) ile de bir muaşeret, bir cemiyet hayatı mektebi
Dün ve Vann ( 1 92 4 ) başlıklı kitaplarda, aile olur" demekte ve ideal bir adab-ı muaşeret
terbiyesinin çocuk üzerindeki kişilik oluşturucu programı vermektedir: "Bu balolarda erkek ço­
etkileri ele alınmıştır. Daha sonra çocukların ai­ cuklar kız çocuklara tıpkı büyüklen.,ı balola­
le içinde ve gündelik hayatta ana babanın nnda kadınlara yapılan ihtiramkar ve nazik

1 62 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


A vrupa dddb-ı mudşeretıiıe uygun toplantılar, kadm ile erkeği aynı masada buluşturan modem anlayışm başlıcaJaal{yet biçi­
m{ydi Gazete ve dergi sayfalannı renklendiren bu görüntülerde, Cumhuriyet modemleşmesinin ideolq;I ile gerçeklik arasmdaki
perdeyi kaldıran toplumsa/ çağrı gücünü hissetmek mümkündü.

muameleyi aynen yaparlar. Dans etmeye da­ kadının gündelik hayattaki rolünü, "Bir kad111111
vet ederler, sıra beklerler, beraber dans ettiği başlıca meşg(ıliyeti evine nezaretten, lıizmetçi­
küçük hamm kızı dansın hitamında bijfeye leniıi idareden ibarettir" şeklinde formülleştir­
götürürler, ikram ederler, sonra ebeveyninin mesi, kuşkusuz Cumhuriyet yönetiminin ideal
yamna kadar teşyi eder, orada bir iki dakika Türk kadını anlayışına ters düşer. Yazara göre
kalır, teşekkür eder, ayrılırlar. " Savfeti Zi­ kadın, "çocukların maddi ve manevi terb(yesıiıi
ya'nın Adab-ı Muaşeret Hasbıhal/en° kitabında yapmalıdır. " Bu terbiye için de ona gerekli tek
da çocuk balolarına ilişkin ayrıntılı bilgi vardır. bilgi pratik pedagojidir. Ne var ki kadının günde­
Fakat Abdullah Cevdet bu konuyu kendi fante­ lik hayatta karşılaştığı sorunları çözmede her
zileriyle süslemekten geri kalmaz; özellikle zaman bu bilgi bir anahtar işlevi görmeyebilir. O
kostümlü (maskeli) baloların çocuklar için bir zaman da eline, ölçüyü kaçırmamak şartıyla
çeşit tarih dersi bile sayılabileceğini söyler. başka anahtarlar verilebilir. Guyau 'nun kadın
Aile , çocuğun olduğu kadar kadının da ile erkek arasında yaptığı zihinsel kapasite ayrı­
adab-ı muaşeret konusunda eğitim gördüğü bir mına dayanarak, "malik olduğu kuvvet hudu­
cemiyet lıücresi dir . Ancak Abdullah Cevdet,
' dunu geçmemek şartıyla " onu kültürlendirnıek

ABDULLAH CEVDET'IN CUMHURİYET ADAB-1 MUAŞERETi 1 63


Osmanlı döneminde sokak, bir kıyqfet müzesi gibiydi. Farklı kültürler kendilerini kıyqfet sembolizmi aracılığıyla gündelik
hayatta ifade edebiliyorlardı. I874'te Galata Köprüsü üzerinden geçen/en· izleye11 Edmo11do de Amicis, "aynı şekildegıyılımiş iki
kişiye rast!a11maz" diyeyazmıştı. Cumhunyet ideolq;isi ıse, aynı şekilde giyinen bır toplum idealinı: modem/eşme a11/ayışının
merkezineyerleştirecektı:

1 64 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


mümkündür; fakat bu süreç içinde instruction
ile depense intellectuelle arasındaki önemli farkı
gözeterek, kuvd-yı dimağıjye' sini de gündelik
hayatın olumsuz etkilerinden korumak gerekir.
Cumhuriyet dönemi bürokratlarının mo­
dern adab-ı muaşeret konusunda en çok duyar­
lı oldukları noktalann başında aile içi etkinlikler
gelmektedir. Ziyafetler, kabul günleri ve çeşitli
amaçlarla yapılan toplantılar, ailenin toplumsal
ütopyayı kendi bünyesinde sergileme becerisini
göstermesi açısından önemlidir. Aile üyelerinin
gündelik yemek zamanına uymaları ve aynı sa­
atte sofra başında bulunmaları, Cumhuriyet
actab-ı muaşeretinin belki de en resrrıl yönüdür.
Osmanlı ailelerinin 1 9 . yüzyıla kadar belirli ye­
mek zamanları yoktu. Zamanı ayarlamak ge­
nellikle aile büyüğünün insiyatifıne kalmıştı.
1 9 . yüzyılda şehir hayatının, zaman kavramını
programlaması bir ölçüde aile bünyesinde de bu
programa uyma zorunluluğunu doğurmuştur.
Cumhuriyet döneminde ise zaman kavramı
adeta gündelik hayatı idare eden gizli bir güçtür.
Aile içinde geleneksel otoritenin dizginlerini ele
geçiren bu güç artık sofranın etrafında topla­
nanlara kendi kurallarını benimsetmiştir. Sofra
adabı açısından bu kurallar, daha geçen yüzyıl­
da köklü degişikliklere uğramıştı. Ne var ki her
değişiklik gerçek özünü koruyamayıp alaturka­
laştıkça, Cumhuriyet dönemine aktarılan adab-ı
muaşeret mirası da, modern toplumun ideal
kültür düzeyini beslemekte yetersiz kalıyordu.
örneğin Abdullah Cevdet sofra peçetesini tanı­
tırken, kuşkusuz bu nesne uzun zamandan beri
Türk toplumunda kullanılmaktaydı; fakat kulla­
nım biçiminin alaturkalaşmış olması, nesne
hakkında doğru bilginin modern adab-ı muaşe­
ret gereği verilmesini zorunlu kılıyordu. Peçete­
yi önlük gibi kullanarak, bununla el ve yüz sil-

ABDULLAH CEVDETIN CUMHURİYET ADAB-1 MUAŞERETİ 1 65


mek bir Osmanlı geleneğiydi. Kahveyi höpürde­ kültür transferini sağlamada Cumhuriyetçiler 1 9.
terek içmek de aynı geleneğin bir uzantısıydı. yüzyıl aydınlarına oranla daha tutarlı bir yol iz­
Abdullah Cevdet açısından her iki hareketin de lemişlerdir. Osmanlı reforrnculannı, gündelik ha­
modern adab-ı muaşeretle bağdaşmadığını söy­ yatın sokak dokusunda şekillenen cosmopolite
lemek, bir bakıma geçmişin mirası üzerinde kültürü etkilemişti; Cumhuriyet yöneticileri ise
eleştiri yapmaktı. Diğer yandan çatal bıçak kul­ bu etkiyi disiplin altına almaya çalıştılar ve kıs­
lanma becerisi de zengin sofralarının dışında men de başarı gösterdiler. 1 930'ların gündelik
tam anlamıyla gelişmemişti. Bıçağın görevini hayatında sokak, geçmişe oranla çok daha renk­
çoğunlukla parmaklar üstleniyordu. Batı dün­ sizdir. Toplumsal bünyeye iktisadi ve kültürel
yasının ise lll. Henry dönemine kadar çatal kul­ besin sağlayan bu damarlara modem hayat ilke­
lanmayı bilmemesi kuşkusuz 1 9 . yüzyıl Os­ si pompalandığında, geleneksel dünyanın giyim
manlısı için geçerli bir mazeret sayılamaz. Ab­ kuşam çeşitliliği, jest ve selamlamanın adeta ri­
dullah Cevdet'in sofra adabına ilişkin bir diğer tüele dönüşen karmaşık yapısı yerini resmi po­
gözlemi de bugün için oldukça ürkütücüdür: pülizmin pratik kalıplarına bırakmıştır. Örneğin
"Bir zatın bir vükela sqfrasında, muzu kabu­ Galata Köprüsü üzerinden akan kültürel çeşitli­
ğuyla yediği ve çatal ile dişini kanştırdığı gö­ lik, Sultan Reşad dönemine oranla çeyrek yüzyıl
rülmüştür. " Bu tür olaylar Osmanlı modernleş­ boyunca köklü bir değişim geçirmiş; otantik kı­
mesinin neredeyse aynlmaz birer parçasıydılar. yafet ve şive zenginliği, kravatlı, şapkalı insan
Cumhuriyetçiler'in modern adab-ı muaşeret ko­ kalabalığı içinde erimiştir. Resmi popülizm. bü­
nusunda en kestirme hedefleri de Batı dünyası­ rokrat ile sokaktaki vatandaş arasındaki kıyafet
na karşı varlığımızı bu türden görüntüler yarat­ farkını ortadan kaldırmakla toplumun görüntü­
mayan uygar bur toplum olarak kanıtlayabil­ sünü 1 930'lu yılların Avrupa standardına uyar­
mekti. Aileyi toplumun bir hücresi kabul eden lamaya çalışmıştır. Son dönem Osmanlı insanı­
Abdullah Cevdet de bu yüzden Batılı elitist aile nın giydiği gündelik sokak kıyafetinde bile gü­
geleneğinin Cumhuriyet bürokrasisi içinde kök nün modasına aykırı çizgiler hakimdi. Örneğin
salmasını zorunlu bir uygarlık göstergesi say­ fes, Batılı kıyafetin üzerine kondurulmuş bir Do­
mıştır. Kabul günlerinde, "Dostlara birgouter ğu sembolü olarak varlığını Cumhuriyet'in ilk
vermek bugün modadır" diye yazarken, kuşku­ yıllarına kadar korudu. Buna karşın yelek giy­
suz modanın uygarlık olduğu klişesini tekrar mek, baston taşımak gibi alafranga Babıali mo­
ediyordu. öte yandan aile arasındaki müzikli dası yeni dönemde de uzun süre yaşadı.
toplantıları desteklerken, "Genç kızlar asla ko­ Türk insanının dış görünüşüne verile n
mik şarkılaryahud şüpheli bir mahiyette ro­ önem, modern adab-ı muaşeretin başlıca konu­
manslar teganni etmezler" türünden yasakla­ lanndan birisidir. Yeni kılık kıyafete uyum gös­
yıcı kuralları da sıralamayı unutmuyordu. termek kolay olmamıştı. Fes giyme adabını en
Sokaktaki gündelik hayat, en azından Os­ ince ayrıntısına kadar bilen Osmanlı efendisi,
manlı aydınlan kadar Cumhuriyetçiler'i de meş­ aynı beceriyi şapka konusunda gösteremedi.
gul etmiştir. Modernleşmenin vitrini saydıkları Şapka bir süre fes gibi alnın gerisine itilerek gi­
sokak ile gündelik hayat arasındaki rasyonel yildi. özellikle resmi kabullerde kullanılan silin-

1 66 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


dir şapkalar ise başlı başına sorun yaratıyorlardı.
Abdullah Cevdet ilk şapka savunuculanndan ol­
duğu için konuyu yakından izliyor ve, "Bir zi­
yarete giderken bir adam silindir şapkasını
elinde tutmalıdır. Bu nev'i şapka çabuk kınlır,
çabuk bozulur ve taşınması müşkülatlı olmak­
la beraber acemi ve beceriksiz görünmemek
için onu rahatça ve mümareseli bir tarzda kul­
lanmayı bilmelidir" türünden uyarılar yapıyor­
du. Şapka gibi eldiven ve şemsiyenin de pratik
kullanım alanı dışında bir süs ögesi olarak de­
ğerlindirilmesi, bu nesneler hakkında ayrıntılı
bilgi gereksinimi doğurmuştu. Bu dönemde en
ciddi ülke sorunları üzerine kalem oynatarılann
yeri geldikçe modaya ilişkin yazılar yazmaları,
dolayısıyla bir çeşit Ahmed Midhat Efendi gele­
neğine bağlanmaları kaçınılmazdı. Abdullah
Cevdet, Avrupa modası ile modern acta b-ı mu­
aşeret arasındaki doğrudan ilişkiyi tutarlı bir bü­
tün olarak Türk toplumuna aktarırken, kuşku­
suz Midhat Efendi'nin, ansiklopedist yöntemini
izlemekteydi. Eldiven konusunda yazdıklan, bu
konuda var olan kültüıMzlüğün izlerini silmek
amacını taşır ve Osmanlı tenvir geleneğine dö­
nüşü temsil eder: "Zamanımızda bir teşrjfat zi­
yaretine giden bir efendi siyah redingot ve si­
lindir şapka gıjer,· eldiven bryaz olmaz. Bryaz
eldiven bir zdivaç
i merasimine, Hın'stıjanlar'ın
premiere communion denilen dini merasimiya­
lıud suvarrye gidildiği zamana malısusdur. "
Sokağa çıkmak, Cumhuriyet insanına göre
toplumun modern görüntüsünü Avrupa dün­
yası karşısında temsil etmek anlamına geliyor­
du. Bu yüzden Abdullah Cevdet'in, "insan so­
kakta bulunduğu vakit da/11; bir cemiyette, bir Üst tabaka kadınının yaşam tarzı, Osmanlı ve Cumhuriyeı dönemle
rinde genel kabulgören modem/eşme anlayışlan11111 daima bı!- adım
salonda bulunduğu gibi olmalıdır. Sokakta
önündeydi. önce bu kışkırrıcı kimliğin eylemi mevcut modemle,mıc
bulunan bir kimseyine bir cemiyet içinde bu­ kurallannı bozuyor, ardından kurallaryeni duruma göre tekrar dü
lunuyor demektir" görüşü, sokaktaki gündelik zenlen(yordu.

ABDULLAH CEVDET'IN CUMHURiYET ADAB-1 MUAŞERETi 1 67


Çengi ve köçek oynatan bir toplumdan valsyapan bir topluma geçiş, eğlence kültürünün içen'ğini büyük ölçüde değiştirmiş[{
Osmanlı insanı başkaları tarq/indan eğlendin/en edilgen bir tipti. Cumhurıjet insa111 ise kendisine doğrudan katılma imkıi111 ve­
ren modem eğlence anlayışmı benimsıyerek dans pistine çıkma cesaretıiıigösterdı:

hayata vurulan resmiyet damgasını taşır. Av­ Onun adab-ı muaşeret anlayışına göre Cumhu­
rupa'nın gözleri, sokaktaki bu yeni Batılı insan riyet insanı sokağa çıkarken tam bir aristokrat­
adayının üzerindedir ve her yanlış hareketin­ tır; "Bir arabada bir hizmetçi hiçbir zaman
den bir mizah konusu çıkartıp milli gururu ren­ efendisinin yanına oturmaz, karşısına oturur.
cide etme fırsatını kollamaktadır. Bu duygu Bu halde arkası arabacıya yahud şçfore gele­
Cumhuriyet'in ilk yıllarında özellikle yabancı cek vaz(yette oturur. Bir omnıbüste, bir tram­
misyonun davet edildiği törenlerde öylesine vayda eğer serbest bir yer varsa hizmetçi
baskındır ki, ortalama bir bürokratın sıradan efendisinin karşısına oturur. Yalnızyanında
jestlerini bile abartılmış bir mizansene dönüştü­ boş biryer varsa o zaman hizmetçı; efendisin­
rür. Kuşkusuz gündelik hayatın insanlar arası den uzakta biryer boşalmcaya kadar tramva­
ilişkiler düzeni yalnızca devlet törenlerinde yın veya omnibüsün sahanlığında ayakta
temsil edilen modern adab-ı muaşeretin daha durmalıdır. " Belediye araçlarına kadar giren bu
basitleştirilmiş biçiminden ibaret değildir. Fakat efendi-hizmetçi protokolü, söz konusu abart­
Abdullah Cevdet salon elitizminin katı kuralcılı­ manın Abdullah Cevdet'in dünyasındaki karşı­
ğını sokağa taşımakta bir sakınca görm ez. lığıdır. Ne var ki Cumhuriyet yönetimi hiçbir

1 68 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


zaman böylesine katı bir elitizmi onaylamamış, çimse! yenilik, içeriğe ilişkin yeni düzenlemele­
tam tersine bu tür teşrifatta bir çeşit Osmanlı ri de beraberinde getirir. örneğin fes yerine
mabeyn kültürünün izlerini görmüştür. Diğer şapka giymek, görünüşte bir süs ögesinin bi­
taraftan modern sokak adab-ı muaşereti kadın­ çimsel değişimidir; fakat şapkanın gelenksel
lara, geçmiş dönemde olduğu gibi bir dizi yasak selamlama adabını geçersiz kılması, toplumsal
da getirmekteydi. Modernleşme tarihimizde ne kültürün içeriğine ilişkin bir sorundur. Fesli bir
zaman kadın sorunu gündeme alınsa, ister çağ­ Osmanlı ile şapkalı bir Cumhuriyet insanının
daş, ister gelenekçi zihniyet olsun, özgürlükten selam verme biçimleri farklıdır. Diğer yandan,
çok yasaklara ilişkin kurallar üzerinde birleşir­ birbiriyle tanıştırılan iki insanın uydukları
ler. Kadının sokaktaki hareket biçimini Osman­ adab-ı muaşeret de eski ve yeni döneme göre
lı ve Cumhuriyet dönemlerinde hep yasaklar farlılıklar gösterir. Osmanlı döneminde birbirle­
belirlemişlerdir. Abdullah Cevdet'in kadın öz­ riyle tanıştırılan insanlar son zamanlara kadar
gürlüğü konusundaki düşünceleri ise bu yasak el sıkışmazlardı. Abdullah Cevdet, :fazla haşin
zincirinden bütünüyle kurtulamamış, değindiği veJazla mütekattı " bulduğu el sıkışma adeti­
noktalar da yakın çevresi tarafından biraz fazla nin bir İngiliz geleneği olduğunu söyleyerek,
abartılmıştır. örneğin Cumhuriyet döneminde bu adetin Fransa'da uygulanmadığını belirtir.
çalışma hayatına giren kadın, Abdullah Cev­ Ayrıca gene Osmanlı döneminde uygulanma­
det'e göre sokakta yürüyüşüyle dikkati çekme­ yan kadınların el öptürmesi adeti, Cumhuriyet
meli, kimsenin gözüne doğrudan bakmamalı, döneminde yaygınlaşmış bir Alman geleneği­
insanlara karşı daima mesafeli olmalıdır. Kadın dir. Kadın-erkek ilişkilerinin gerektirdiği zorun­
için "ne göze çarpan renkler, ne cefcqflı tuva­ lu jestlerin farklı kültürlerden aktarılarak, orta­
letler muvqjik değildir" ve Osmanlı mesire lama bir adab-ı muaşeret benimsemesi, resmi
adabından sayılan, {emsiyeyi omuza alarak popülizmin pratik yönüdür. Bu pratikleşme, hiç
salına salına yürümek de çağdaş kadına yakış­ değilse ilk adımda Türk insanını modern dün­
maz. Modern adab-ı muaşeret, kadını koruyu­ yanın kapısından içeriye sokabilmiştir.
cu kanatlarıyla kuşatarak, ona geçmişteki gü­ Osmanlı toplum düzeni evli erkeklerin cen­
venlik dünyasını bu defa çağdaş ilişkiler düze­ neti olduğu kadar, bekarların da cehennemiydi.
yinde yeniden iade etmektedir. öyle ki, erkek Gündelik hayatımızda bekarlık sorunu her za­
tarafından bu dünyanın temellerini sarsacak man önemimi korumuştur. Geçmişte ehl-i na­
herhangi bir eleştiri, doğru bile olsa yapılma­ mus mahallerde ikamet ettilmeyen bekarlara bir
malıdır; "Bir erkek bir kadınla konuşurken, çeşit karantina uygulanır, şehirlerin daha çok
kadının.Jikn'ninyanlış olduğunu söylememeli­ çarşı, hamam, depo gibi ticari mekanları etrafı­
dır; olsa olsa kadına yanılabileceğini söyleye­ na sıralanan odalarda yaşamaya zorlanırlardı.
bilir, kadın ısrar ederse, 'belki haklısınız' di­ Geleneksel dünyada namus düşmanı ile bekar,
yerek münakaşayı bırakır. " aynı kuşkulu insan kimliğinde bütünleşmiş ve
Cumhuriyet döneminin resmi popilizmi gündelik hayattaki psikolojik yerini almıştır.
yalnızca biçimsel yeniliklerle sınırlı bir adab-ı Osmanlı döneminde yayımlanan adab-ı muaşe­
muaşeret anlayışını hedef almamıştır. Her bi- ret kitaplannda bekarlara ilişkin tatmin edici bil-

ABDULLAH CEVDET'IN CUMHURİYET ADAB-1 MUAŞERETİ 1 69


gilere rastlanmaz. Bu kitaplarda evli erkeklere daha hoşgörülü yaklaştığı görülür. Artistik
tanının özgürlükler ile kadınlara getirilen ya­ meşhurlar dediği bu zümrenin, sanat etkinlikle­
saklann ötesinde bekar bir insanın gündelik ha­ rini izlemek isteyenler, "Namdar bir artistin
yattaki davranış biçimini çerçeveleyebilecek eserler.ini görmeye gıderken hanımlar ve efen­
adab-ı muaşeret anlayışı hemen hiç ele alınma­ diler mutena bir ziyarete gıdıldiği vakit tuvale­
mıştır. Cumhuriyet aydınının kafasında ise, en te ver.ilen ihtıinama mu'adi/ bir itına ile te/eb­
azından bir bekar-evli aynını yoktur. Gündelik büs etmiş bulunmak lazımdır" koşulunu sana­
hayatın manevi kültürünü, namus bekçileri ile ta saygı gereği yerine getirmekle yükümlü ol­
düşmanları arasındaki çatışma alanı olarak gör­ dukları halde, dönemin Türk Ocakları salonla­
mez. Böyle bir ortamda Abdullah Cevdet'in eski rında vedilen konferanslara yanızca, "Şehir tu­
zihniyete ait katı kurallan, dönemin adab-ı mu­ valetıjleyanı; mutad elbise ile gıdilir, teklifsiz
aşeretiyle kısmen yumuşatıp diriltmesi yadırga­ ve merasimden azade bulunulur" koşulunu
tıcıdır. Ona göre sıradan bekarlar, "z(yaret eder­ pratik açıdan tavsiye etmekle yetinmektedir.
ler,Jakat ziyaret kabul etmezler. " Eğer bekar Abdullah Cevdet'in Cumhuriyet adab-ı
kişi bir sanatçı ise, üzerindeki ahlak ambargosu muaşereti, laik ütopyayı moral yönden denetle­
hafifletilebilir: "Bekdrlar artist olurlarsa, onlar mek isteyen Osmanlı elitizminin izlerini taşır.
hakkında kıbar aleminıiı kuyudu mürtefi olur. Konuyu, modern ahlak sorunu içinde ele alma­
Böyle bir bekdnn evine gidilir, ziyaretinde bu­ sı ve toplumu yöneten elit kadroyu bu soruna
lunulur. Artık ziyaretine gidilen, kıbar alemin­ sahip çıkabilecek tek güç olarak görmesi, köke­
den bir zat değıl artisttir. Onun salonuna de­ ni i l . Meşrutiyet öncesine uzanan düşünceleri­
ğil, eserlerini temaşa için atölyesineyalıud nin Cumhuriyet ütopyası içinde dile getirilmesi­
musıkf dıiılemeye gıdilir. " Kadınların bekar er­ dir. Devlet tarafından uygulanan resmi popü­
kekleri ziyaretini ise, "Zevclen; peder/en; bira­ lizm, modern uygarlık imgesini yalnızca bürok­
derleri refakatinde olarak edeb ve terbiye ka­ rat tabakanın değerleriyle sınırlandırdığı süre­
vaıdıiıin handne asla çıkmış olmaksızın böyle ce, Abdullah Cevdet'in toplumsal elit yaratma
artist bekarların evlerine gidebilir/er. " diye ilkesini yürürlükte bırakmıştır. Fakat resnıl po­
başlarına namus bekçileri koymak kaydıyla şar­ litikanın, toplumu, kalkındırılması gereken bir
ta bağlar, Diğer taraftan bir bekarın evine, ya­ köy gibi tasarlaması, popülist karakterin gide­
nında namus bekçisi bulunmadan giden kadın­ rek güçlenmesine ve çok partili dönemde de
lar, kendilerini toplumun yüksek çıkarlarına resmi niteliğini kaybederek, bütünüyle taşra
adamış şahsiyetlerdir ve amaçları ziyaretten kültürü tarafından kuşatılmasına neden olmuş­
çok, ticarettir: "Meefaatifakaraya mahsus ola­ tur. Böylece asker kadronun, Avrupa orta sınıf
rak ver.ilen bir balonun vrya t(yatronun hami­ değerlerinden aktardığı modern adab-ı muaşe­
si o/anyahudyine.fukara için i'ane toplayan ret anlayışı bir ölçüde sivilleşmiş, ama Abdul­
ha111mlar, cömert, alicenab bekar/ann kapıla­ lah Cevdet'in çizdiği elitist modele göre de bir o
rım çalabilirler. " Abdullah Cevdet'in sanatçıla­ kadar alaturkalaşnııştır.
rı, diğer meslek erbabından ayırıp, en azından
savunduğu adab-ı muaşeret konusunda onlara Tanh ve Toplum, VllI/48 (Aralık 1 987). s. 1 3-21

1 70 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


NAMIK KEMAL'İN
UYGARLIK GÖRÜNTÜLERİ

1 867 Londra'sında Fitzroy meydanı 1 5 nu­ tasarımını, somut bir görüntüye dönüştürmüş­
maralı evin penceresinden Namık Kemal'in izle­ tür. 5 Kasım 1 8 72 tarihli ibrette Avrupa izle­
diği tipik bir İngiliz sabahı: Gözüne ilk çarpan, nimlerinden çıkarttığı sonuçları sergilerken, bu
toplumsal alışkanlıklann ritüeüne uygun bir ha­ görüntüyü odak noktası seçer: "Riiy -ı arzda
reketlilik; seyyar satıcılann çay ve kahveye karı­ mevciid olan asar-ı terakki'miı.fotoğrefı!e res­
lacak sütü erken saatte kapı önlerine bırakmala­ mi almmış olsa, medeniyet-i hazırayı ancak
n, günlük gazetelerin kahvaltıdan önce abonele­ Londra kadar gösterebilir. " Yazarın Osmanlı
re ulaştırılması ve mektupların düzenli şekilde kamuoyuna modern bir uygarlık örneği olarak
dağıtımı. Kamuoyunca benimsenmiş yaşam il­ yansıttığı bu görüntü, iki temel öğeyi kapsar:
kesi ile onu destekle� n pratik mantığın kay­ Büyük ölçekli mekanlarda kurulmuş figürleri ve
naştığı bu ayrıntılarda, genç şairin bir uygarlık zaman temposundaki alışılmamış hareketlilik.
görüntüsü yakaladığı açık. ilke ve mantık, uy­ Görüntünün merkezinde Westminster yer
garlığın zembeleğini kuruyor ve boşalan yay, alır. Yapımı 1 857'de tamamlanan, gotik ve Eli­
geleneklerin alışılmış rahatlığı ile modern dün­ zabet dönemi üslubundaki parlamento binası,
yanın huzursuzluğu arasındaki zaman sarkacını çarpıcı bir uygarlık sembolüdür: "Londra'da bu­
hızlandırdıkça görüntüye giren sokaklar kalaba­ lunan bir adam, ahkam-ı adaletin cerryamm
lıklaşıyor, her köşebaşından bir atlı tramvay çı­ görmek isterse, önüne her şeyden evvel mer­
kıyor ve kar tutkusunu doyurmaya çalışan in­ kez-i teşri olan ve dünyada gördüğümüz ka­
san enerjisi gündelik hayatı sarıyor. va'id-i siyasetden bir çoğunun mehd-i zuhuru
Namık Kemal'in 1 867- 1 8 70 yılları arasın­ bulunan, o koca parlamento çıkar kiyalmz bi­
da yaşadığı Londra, kendi deyimiyle bir enmii­ nasma bakılsa, efkar-ı umumiyyenin dehşet ve
zec-i alem'dir. Farklı yaşam biçimlerini şehir mukavemeti nazar-ı idarrye karşı bir cismani­
dokusunda bütünleştiren ticari etkinlik, uygar­ yet kesb etmiş ve giiya kı; o cism-i hd'il değme
lık sembollerini ön plana çıkartan büyük ölçekli bir sadme ile zevalden masıin olduğunu gös­
yapılanma ve bu karmaşık kütleyi harekete ge­ termek için tahaccür eylemiş kıyas olunur. "
çiren teknik beceri, zihnindeki modern dünya Parlamento binasının temel figür olarak görün-

NAMIK KEMAL'IN UYGARLIK GÖRÜNTÜLERi 1 71


Yeni Osmanlılar ve jön Türkler'in A vrupası, gündelik hqyata düzen veren toplumJelsefesıiıin, şehir mimarisinde somutlaşmış
simem·k görüntüler dizisinden ibaretti. Trqfalgar Meydanı 'nı adımlayan Namık Kemal evrenin maddeleştirilmiş bir modele
oturtulduğu bu hayat ortammda, !stanbu/'un meden{yet dışına itilmiş imgesini efukca beliren toplumsal çöküşün habercisi
olarak değerlendir{yordu.

tüye girmesi ilk bakışta. Paris operası ya da Vi­ gücüyle cisman{yet kazanan canlı bir uygarlık
yana garı gibi büyük ölçekli yapıların fiziksel sembolüdür. öte yandan Osmanlı imparatorlu­
boyutlarıyla Osmanlı yenilikçilerinde uyandır­ ğu'nun başkenti, özgürlük duygusunun madde­
dıkları hayranlık duygusuna bağlanabilir. Yir­ leştirdiği böylesi sembollerden yoksundur. Na­
misekiz Çelebi Mehmed'den beri bu duygu etki mık Kemal'in o güne kadar !stanbul'da görebil­
gücünü derinleştirmiş ve tıpkı dini bir tasvirin diği tek büyük yapı, efkar-ı umüm{Y.Ye'nin de­
karşısında yaşanan mistik heyecana katılmıştır. ğil, iktidarın sembolü olan Selimiye kışlasıdır.
Romantik edebiyatın etkisindeki Namık Ke­ Disraeli tarafından 1 868'de açılan Dışişleri
mal'de de bu heyecanın izlerine rastlayabiliriz; Bakanlığı binası da, parlamento kadar şairi et­
ancak bir farkla, 1 848 Avrupasında monarşiye kilemiştir. imparatorluk merkezi ile sömürgeler
karşı özgürlük düşüncesinin yarattığı kahra­ arasındaki diplomasi trafiği burada yoğunlaş­
manlık mitiyle beslenmiş olarak. işte İngiliz par­ makta, şark meselesi üzerinde yapılan Disraeli­
lamentosunun fiziksel boyutları bu noktada, us­ Gladston tartışması dışişleri koridorlarından
ta bir mimarın yarattığı görkemli taş yığınına parlamentoya yansımaktadır. Kuşkusuz me­
değil, iktidara karşı gelişen özgür düşüncenin kanların boyutları, işlevleriyle orantılıdır. Os­
maddeleşmiş biçimine dönüşür. Cism-i h<i 'il de­ manlı Hariciye Nazırı'nın konağı, "on paralık
diği bina artık, efkar-ı umum{yye 'nin mücadele bir istida" ile girilen mesleğin ekmek kapısı du-

1 72 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


rumundayken İngiliz dışişleri, diplomasi çar­ ilke Londra'da çalışma düzeninin temel direğidir;
kından geçmiş deneyimli bürokratların tam an­ zaman temposu yalnızca bu düzenin kurallarına
lamıyla profesyonelleştikleri evrensel bir ofistir. uyar: "Bir sür'at müşahede olunur kı; vesa'it-i
Namık Kemal'in çizdiği uygarlık görüntü­ servet burada saat-ı wamm akrebine ve ora­
sünü somutlaştıran ikinci etken, toplumsal ha­ dayelkovamna bağlıdır denilse mübalağa edil­
reketliliğe bağımlı olarak gündelik hayatı bi­ memiş olacağına bi'/-bedahe hükmedilıT. " Ak­
çimlendiren zaman temposudur: "Devir ve ha­ rep ve yelkovanın idare ettiği zaman, endüstri
reketin kesreti o derecededir kı; sokaklann her toplumlanrun gündelik hayatına dairesel bir ha­
bin· devr-i daimi ve cerryam seri bir girdab-ı reketlilik kazandunııştır. Her yimıi dört saatte bir
azime dönmüş, la-yenkati bir tarqjindan bir aynı tempoda tekrarlanan bu hareketlilik, üretim
tarqjina insan akar durur. " Yazarın Avru­ ve tüketim mekanizmasını aksatmadan işletir.
pa'ya hareketinden önce Ocak 1 867'de bir ya­ Oysa bizde: "Elden gelen sa)'i.fi'ıle getirdıkden
kınına yazdığı mektupta ise aynı konu İstanbul sonra, müyesser olan kisb ile iktjfa demek olan
örneği dikkate alınarak işlenmiştir: "Rama­ kanaat başka manaya hami olunmuş. Bir hır­
zan 'ın beşinden altısından ben· zuhura gelen ka ile bir lokma nasib oldu mu, bir kenz-i la­
ahvale gelince: Hava açılır açılmazyirmi-otuz yijfiıaya malik(yyet zehdbı hasıl olarak ten­
seneden ben" mu'tat olduğu üzere kadınlar da perverlik peygulesinde yan gelib zevke bak­
sokaklara döküldü. Bab-ı Seraskeri pişgahın­ mak, sevab hükmünde tutuluyor. Yazarın bu
"

dan Beyoğlu Karakolu'na kadar Bayezid Mey­ saptaması, Osmanlı toplumundaki hareketliliğin,
dam ile Şehzade Caddesi arabalar ve Kalpak­ modem uygarlıklardaki gibi dairesel olmayıp dö­
çılarbaşı arabasız/arla malamaldir. ifadem nemsel bir nitelik gösterdiğini vurgulaması açı­
bütün bütün tahsfsa hami olunmasın, mura­ sından ilginçtir. Sa)' bir süre, zaman temposunu
dım eksenyyeti beyaı�ır. Yoksa Çarşı 'da bdzı hızlandırır ve gündelik hayat geleneksel stan­
arabalar bulunuyor. Meydanla caddede dahi dardını koruduğu sürece hareketlilik devam
birçok p(yade kadın görülüyor. " eder; fakat bir hırka bir lokma ile sınırlandırılan
istanbul'un gündelik hayatındaki hareket­ standart zorlanmaz, dolayısıyla zaman temposu
lilik 1 9 . yüzyılda artmakla beraber, dönemsel giderek yavaşlar ve gündelik hayatın dizginleri
karakterini korumaktadır. Ramazan ayına öz­ tevekkül duygusunun eline geçer.
gü canlılık, zaman temposunu bir ölçüde hız­ Teknoloji , zamanı hızlandıran bir diğer et­
landırır; fakat bu hareketliliğin ardında ne kendir. "Şehir içıiıde kırk bini mütecaviz olan ev
Londra'daki gibi iktisadi dinamikler ne de tek­ arabalanndan başka, otuz beş binden z(yade
nolojik bir güç vardır. iftar topuyla canlanan kira arabası ve on beş binden z(yade om111büs
şehir, yalnızca dinin emrine uymaktadır. vardır. Bununla beraber şehirde olan demıiyol­
Zamanı, giderek küçülen birimler içinde ya­ lan111n büyük merkezindeyevmi 011 dört saat.
şayan modern uygarlık, Namık Kemal'e göre her iki dakıkada altmış arabalı bir vapur hare­
yaratıcı karakterini servet ile sa)' arasında kur­ ket eder" diye izlenimlerini aktaran Namık Ke­
duğu üretici ilişkiye borçludur: "Sayı; servet vü­ mal, Londra metrosunun temellerinin atılmasına
cude getirmez, seıveti sa)' vücude getinT. " Bu taııık olmuş, atlı tramvaylarla yolculuk etmiş ve

NAMIK KEMAL'İN UYGARLIK GÖRÜNTÜLERi 1 73


lngiliz bwjuvazisinin sıraevlen; Namık Kemal'e göre eşitlikçi toplum anlayışının birjfadesiydi. Geleneksel Osmanlı mahalle
düzenılıe hiç de aykırı olmayan bu görüntü, lstanbu/'un modem/eşme çağında büyük darbe yemiş, ancak !875'te inşasına
başlanan Akaretler'de olduğu gibi bir devlet prqjesi şeklindeyeniden gündelik hayata sokulmaya çalışılmıştır.

bir saatte iki yüz bin nüsha basan matbaaları rüntüsü çok daha zengindir: Dickens'ın arka ma­
görmüştür. Gündelik hayatın hızı başını döndü­ halleleri, rehinciler, bankerler, Dress House adıy­
rür; mantığın denetiminden çıkarak Evliya Çelebi la yaygınlaşan randevu evleri, yalnızca üst taba­
üslubuyla apokaliptik görüntüler çize: "Fabnka­ ka erkeklerine açık kulüpler, Derby, buhar ve ha­
larına girilse dehşetten vücutda tüyler ürpenr. vagazı, arabacıların grevi, baskı altında tutulan
işleyenler makine değil gıJyd dağparçası kadar cinsellik, Brighton'da deniz banyosu yapmak ya
bir div-i ahdnin-bedendir kı; ağzından ateşler da Hyde Park'da bisiklete binme modası, zengin­
püskürerek ve her uvzu hareket ettikçe başka leşen orta sınıfın Londra ve Margate'de uyduğu
bir sadd-i müthiş peyda ederek, kendini zincir-i farklı ahlak kurallan, insanlan sayfiyelere çeken
hükmüne esir eden meleku'l-aklın gece gıJndüz hafta sonu kavramının bütün toplumu sarması.
bı!d-tevdkkefiıJfô.z-ı.fenndnına çalış11: " Namık Kemal özgürlük ruhunu, tabii hakları ve
Mösyö Fanton'dan aldığı özel derslerde birer kamu düzenini temsil eden bu figürleri oluşturdu­
teori yığnına dönüşen Meden(yet ve Terakki tar­ ğu uygarlık görüntüsüne katmıştır. Modern dün­
tışmalarının özü, Namık Kemal için, Picca­ yanın temellerinde yatan insan özgürlüğü dü­
dilly'deki ticaret hayatı, Waterloo istasyonunda şüncesini Yeni Osmanlı ideolojisine taşırken ken­
banliyölerden endüstriye işgücü taşıyan teknolo­ di yaşadığı toplumun da Avrupa uygarlığına ka­
jik dinamizm, Westminster'da ise Kraliçe, kilise rarlı bir adım atacağı inancındadır; çünkü "Mede­
ve halk ittifakına sırtını dayamış parlamento de­ n(yetsizyaşamak, ecelsiz ölmek kabilıiıdendir. "
mekti. Fakat bunların ötesinde Londra'nın gö- T'arih ve lop/um, 60 (Aralık 1 988) , s. 20-2 1

1 74 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


MODERNLEŞMENİN EDEBİYATI:
SERVET-İ FÜNUN ÜZERİNE NOTLAR

cephe savaşıdır bu. Çatışmanın en yoğun oldu­


1
ğu cephe, Bayazıt-Aksaray-Çarşıkapı bölgesin-
Resmi tarih, 1 9 . yüzyıl boyunca enlem ve de Acem çaycıların yakın desteğini gören hara-
boylam değiştiren Osmanlı modernleşmesini bat şairlen ne karşı açılır. Kazanan kesim ede-
"

Talmudf bir üslupla anlatır. Eski dünyaya ait biyatçılar; kaybedenler ise nazireciler, iskatçı-
kültürel merkez, uygarlık haritası üzerinde ko- !ar, lügatçiler, intihalciler ve latifeciler'den dev-
ordinatlan bilinmeyen bir Batı noktasına doğru şirme Yeniçeri artıklarıdır.
kaydıkça, kişiler ve o�ylar bu üslup süzgecin-
den geçerek yeni dini müjdeleyen mucizeleri
yaratırlar. Geçmiş zaman zembereğini parçala­ il
yan hiçbir reform girişimi yoktur ki, yakasını
kısas-ı enbiya edebiyatından kurtabilmiş ol­ Servet-i fünun edebiyatı varlığını, Tanzi­
sun. Servet-i fünun tarihi de, etrafını saran mat'ın eğitim mucizesine borçludur. Bir 1 9 .
böyle bir kutsal hale' den ayrı düşünülemez. yüzyıl gazelhanı ile Elhdn-ı şita şairini birbi­
Hareket, 1 896- ı 90 ı yıllan arasındaki ilk dö­ rinden ayıran özellik, toplumsal köken farkın­
nemde, içtihad kapısını zorlayan bir mezhep dan çok, eğitim sistemine aittir. ilk olarak ma­
görünümündedir. Yeni akfde'yi öğreten laik dalyonun ön yüzüne bakalım. 1 880'1eriıı ııazi­
havarileri ve izleyicilerinin kalplerinde lıebraic recileri, Muallim Naci' niıı etrafında bir esnaf
titreşimler yaratan kutsal metinleri vardır. Etki zümresi oluşturduklarında dayandıkları kültü­
alanlan genişledikçe, üzerlerindeki geleneksel rel zemin, Süleymaııiye Medresesi ile Kapalı
baskı silahlanır ve sıcak kalem savaşının kıvıl­ Çarşı arasındaki verimsiz topraktı. Gazcl'in to­
cımlan, matbuat alemı" nin eski efendilerini ga­ humları burada geleneksel yönteme göre ekili­
zete sütunlarında mevzilendirir. Kısacası bir yor; hasat mevsiminde ürü n , divanlarda topla-

MODERNLEŞMENiN EDEBiYAT!: SERVET-İ FÜNUN ÜZERiNE NOTLAR 1 75


zihin mekanizması ile oluşumunu tamamlaya­
m a m ı ş ps ikoloj i k b i r rahatsızlık çı kartı r .
1 880'ler, işte bu insanların Tanrı armağanı şa­
irlik mesleğini koltukçu meyhanelerinde sür­
dürdükleri; fakat kişiliklerini, modern eğitim
.,�·;,0 .;ı:. ,,..... f.'ıı;. ..ı,.,.!l.t::I:.. ·ı� .s;J�.
--<><.·--,..;- sisteminin toplumsal köken üzerinde yarattığı
UUl T· ı · n uu ı

_!·�··=���- - - .. - - :.-:--�-:;:.:� �!!�:=� :- - - - - ---�7:� : . yabancılaşma duygusundan koruyabildikleri


�.::..::::.:�:.-:-;
: "'· - -- - - _ ::::.:-_�.=:�:�� ;:-_ - - ---
bir dönemdir. Esnaf ahlakıyla yoğrulmuşlar;
yarattıkları alaturka bohemin tüketici ortamın­
da son savaşlarını Servet-i fünun yazarlarına
karşı vermişlerdir.

III
<l\.İ .,;ı Jif ..-�,,... -=_ _, 1
••"V.,,.,-.r��J4.,,f".;J� � ....
.
.:ı..•,,..ı ,ı .f,�..ı:....; .; .;;.f_, r:ı...
. ��\ıi �..r;.ı ............ ..."..;
Madalyonun tersini çevirelim. Aynı dö­
....�. , �:� .._.,..,._.· c- • 1.
. .fu1 ;1,ı .;;., ..ı;, 1-;1t" ('""': .A\:o
. ,,....__ , .,. ,;;-- •. · " · e- .1 1 nemde Galatasaray Sultanlsi'ni bitiren bir genç,
. ,.,.:..,)',. .;,.,.ı J.';,,, _.f.1::,L-
Harbiye, Mülkiye ve Tıbbiye koalisyonu tara­
.:..)1... , J\,...Y" ..
. '":""!·J .;.:{'.,;,; ;U.. �'(" .),f1.:..1JH ..!,._,, ..,.�ı t:,-"'; �,�, � C.�'. c_I;..-..:
.... .. ..:.
..:.�r..:ı) �,L -:J: L!:.,! .:.._,;.ı.;ı. rJ.:-· •..,., r-'! <!l·=·L·::o:u. .:.,..... .:..WS-.r -=-·� ,;-.,•,ı
fından parsellenmiş modern hayata ilk adımını
. ,....ıpı,
atar. Kendisini bu hayatın doğal üyesi saymak­
ta ve diğer üyelerle, modern bir kültür çevresine
ait olma duygusunu paylaşmak istemektedir.
Servet-ifanun, gerçeklik ile haya/ılı kanşımından meydana gelen bir
modernleşme prqjesi ıdi. Batı dünyasını kavrama arzusu bu prqjeyi Birkaç yıllık Tanzimat eğitimi onu, toplumsal
gerçekci bir temele oturtmakta; ama sıra bu temel üzen'ndeyerli bir kökeninden koparmış; dolayısıyla ideallerini
hayat tasarımı inşa etmeye gelince, ancak hayalden ibaret bir
basit mahalle hayatının dar ufku üzerine çıkart­
toplum görüntüsü ortaya çıkmaktaydı.
mıştır. ideal, her zaman uzakta bir yerdedir.
nıyor ve kalın bir tömbeki sisi çöken çayhane­ Ona ulaşmak isteyen genç insan, doğduğu ye­
lerde kültürel dolaşıma sokuluyordu. Böyle bir re, bir daha dönmemek üzere veda eder; geride
ortamda sanatın üretim tekniğini şekillendiren bıraktığı mahalle hayatına ilişkin canlı sahneler,
eğitim, usta-çırak ilişkisini zorunlu kılar. Çırak, okul sonrası önüne serilen pırıltılı hayatın ışık­
ustalık payesini alacağı zamana kadar, kişisel ları altında soluklaşırlar. Silinen hayat panora­
becerisini çömezler loncasında nazireler yaza­ ması ile birlikte, toplumsal anatomiye ait her
rak geliştirmeye çalışır. Gördüğü eğitim, yaşa­ türlü bilgi de unutkanlığın girdabına terkedilir.
nan zamana ait olma duygusunu değil, geçmi­ Bu açıdan Servet-i fünun yazarı, Osmanlı orta
şin mirasına sahip bir insanın gururunu kuv­ tabakasının eğitim yoluyla iğdiş edilmiş üyesine
vetlendirir. Kendi üzerine katlanarak ağırlaşan güzel bir örnektir. Tevfik Fikret basit bir katibin;
bu yücelik duygusu, kısa sürede cılız omuzları Cenab Şahabeddin ise Pilevne'de şehit düşen bir
çökertir ve ortaya geçmişi sayıklayan paslı bir askerin oğluydu. Mehmed Rauf orta halli bir ai-

1 76 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


leden, Halid Ziya da taşralı tüccar sınıftan gel­
mekteydi. Kendilerinden önceki Tanzimat dö­
nemi yazarlarıyla karşılaştırıldıklarında, top­
lumsal köken bakımından daha geleneksel bir
kültür tabanına sahip oldukları, fakat bu kültü­
rel çerçeveyi şaşırtıcı biçimde yadsıdıkları görü­
lür. Tanzimat edebiyatçısı ise paşa konakların­
da yetişmiştir. Babıali kalemlerinde mürekkep
yalaması, gördüğü eğitimin niteliği hakkında
yeterli ipuçları verir. Ne var ki bu tip, Babıali'ye
karşı kendi bürokrat tabaka değerlerini ısrarla
savunmuş ve ortaya koyduğu edebiyat anlayı­
şında sürekli olarak bir hak arayışını dile getir­
miştir. Çağdaş anayasal düzen bu hak arayışı­
nın doğal bir sonucudur. Servet-i fünun yazar­
larına gelince; Tanzimatçıların tersine, toplum­
sal düzenin siyasi içeriğine herhangi bir katkıda
bulunmadılar fakat il. Abdülhamid'in siyasi dü­
şünce boyutunu ortadan kaldırarak, modernleş­
meyi yalnızca eğitim sistemindeki dönüşümle
gerçekleştirmek istemesi onlara, çağdaş edebi­
yatınuzın temellerini atma yolunu açtı.
Hırçın. içe kapanık ve huzursuz bir hayat111 labirentinde dolaşan
"' Teifik Fikret, gerçek anlamıyla hayal kırıklığının şiirin/yazdı.
Tutkuyla bağlandığı toplumsal değerlerin küçük hesaplar peşinde
koşan büyük unvanlı insanlaryarattığınıgörmesı; ona kendi ellenjle
kendi hayat hapishanesi olan Aş(yan 'ı ılışa ettirmişti.
IV
duyarlar. ideal bir Servet-i fünun tipi, bireysel
Osmanlı eğitim mucizesinin ürünü olan tarihini yalnızca yakın zaman için şekillendirir
Servet-i fünun edebiyatında geçmişi anımsama ve anımsama yerine düş kurarak geleceğe iliş­
mekanizması işlemez; çünkü bu mekanizmayı kin kurgusal bir dünya yaratır. Düş kurabilen
çalıştırabilecek toplumsal kökene ait bilgi kay­ birey, özlemlerini kendi isteği doğrultusunda
nakları kurumuştur. Somut bir geçmişi anımsa­ düzenleme şansına sahiptir. Ancak isteğin ko­
ma becerisinden yoksunluk, belleğini kaybet­ şullandırabildiği bu esnek düzenleme, gündelik
miş Servet-i fünun tiplerini tam bir hayat ace­ hayat karşısında bütünüyle dağılır ve ortaya
misi yapar. Toplum içinde kendilerini yabancı modern edebiyatın trajik temalarından düş ile
gibi görürler; kültürel farklılıklardan doğan gerçeklik arasındaki çatışma çıkar. Servet-i fü­
renkli yaşam üsluplarına bir türlü uyum sağla­ nun romanı, ana hatlarıyla bu çatışma ekseni
yamazlar ve bundan dolayı sürekli tedirginlik üzerinde şekillenmiştir.

MODERNLEŞME;.•• cUEBIYATI: SERVET-1 FÜNUN ÜZERiNE NOTLAR 1 77


v delik hayatın somut gerçekliği karşısında su
yüzüne çıkmış psikolojik bir sarsıntı saymak
Düş ile gerçeklik arasındaki çatışma, ta­ yanıltıcıdır. Düşsel kurgu, bireysel dünyayı çe­
sarlanmış mitlerin yıkımıyla sonuçlandığında, peçevre kuşatan dış mekanın baskısıyla dağı­
toplumsal hayata yönelik eleştiri somutluk ka­ labildiği gibi, bu karmaşa içinde yenik düşmüş
zanır. Mehmed Rauf, Genç Kız Kalbi'nde bu idealizmin doğurduğu umutsuzluk da aynı
türden dolaylı bir eleştiri perspektifi kullanmış­ bozgunu yaratır. Yüceltilmiş aşk idealinin yıkı­
tır. Pervin, bütün zamanını olağanüstü bir İs­ mı, Aşk-ı Memn u' da Bihter'e trajik bir son ya­
tanbul düşü kurmakla geçirir. iyilik ile kötülük, şatmıştır. Mai ve S(yah 'da ise Ahmed Cemil,
güzellik ile çirkinlik, tasarlanmış bu cennet 1 8 76 Anayasası'ndan sonra bir dizi siyasi ba­
içinde birbirlerine üstün gelecekleri ortamı şarısızlığın yol açtığı ideal aydın tipinin yenil­
ararlar. Bu ortam, lstanbul'a gelen Pervin'in gisini, kendi düşlerinin çöküşü olarak kabul
gözleri önüne bütün çıplaklığıyla serildiği za­ eder. Kişisel doyumun sınırları, bu atmosferin
man sırça fanus kırılır ve kötülük Tanrısı, ha­ girdabına kapılarak üzerine ince bir şal örtül­
yatın dizginlerini ele alır. Servet-i fünun roma­ müş cinselliğe ve bireysel interior'ün güvence
nındaki bireysel düş kırıklığını, yalnızca gün- altına aldığı, dışa kapalı bir estetik haz dünya-

Halid Ziya, modernleşme rüzgarıyla parçalanıp Hayarın erotizmı; saydam bir alı/dk peçesıiıin alr111da
dağılan lıayar kınnnlan111 ustaca bir araya gecirerek, hep kendini anlatacak modem biryazarı bekleyip
mulıreşem bir roman mimarisi kunnuşru. Ancak bu durmuşw. Bu yazar, urangaç bir bahriyeli olan
mimarinin dil malzemesi zamana karşı o kadar Melımed Raef'dan başkası değildi. Oya/111zca peçeyi
dayanıksızdı ki, ay111 rüzgar bu defa bürün yapıyı kaldırmakla kalmadı, arzuyla kıvranan hayatı da
yerle bir ermekte tereddüd dııymadı. geleneklenlı düı!)las111da başköşeye owrttu.

1 78 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


sının kaptlarına kadar genişler. Melankoli, ka­
pının eşiğinde son bulur; çünkü sokağa atıla­
cak ilk adım, bireyin en son sığınağı olan kişi­
sel dünyasını anonimleştirecektir. Servet-i fü­
nuncuların karşı çıktıkları geleneksel edebiyat
geçmişe ilişkin anılarıyla, kendi savundukları
modern edebiyat ise, geleceğe ilişkin düşleriyle r.J. ı),f.1 .:Jıy., ;Y..
.;�i.'-tS�lt-.1. ....i:W J
melankolikleşmiştir.
,,_,ı,ı���·j ,ı.-;
.:r_,... ,jt:._,.. .r_ <>�

. ,ı;,ı.
VI

Servet-i fünun yazarları anonimleşmeyi


bir çeşit alaturkalık, karşıtları ise bu düşünce­
.,J.jl�. �.U.
den doğan hoşgörüsüzlüğü alafrangalık sayar.
1 9 . yüzyılın sonlarına doğru Beyoğlu'nda çalı­ ..;. J�- J _:,Ç_ı;\
nan herhangi bir kapı, doğrudan alafranga bir . _:,.ı:::;-�ı
dünyaya açılırdı. Bu kapıdan içeri giren Servet­
i fünun tipleri, lstanbul'un anonim hayatını bü­
tünüyle sokakta bırakmışlardır. Anonimleşme
Servet-iJünun yazarları, estetiğin iradesine boyun eğmişlerdi.
korkusu, bir bakıma halka karşı nefret duygu­ Kozmetik reklamları bu iradenin diliyle konuşuyor; bu dili
suyla paraleldir. Müslüman halkın istanbul'u, anlayanlar ise kendi hayatlarını Servet-ıJünun yazarlarının
kaleminden okuyorlardı.
Mai ve S(yah'daki Raei'nin kişiliğinde giderek
dibe çöken bir ahlak tortusunu sokaklara taşır­
mıştır. Bonjur ceket ve plastron kravatlı Servet­ Cocq'un operetleri izlenir. Beyoğlu Bonmarşe­
i fünuncu ise sokaktaki yabancıdır. Ne var ki leri ise ayrı bir panayır olup, vitrinlerinde ithal
İstanbul topografyası yalnızca Eyüb ve üskü­ malı kozmetikler birbiri üstüne yığılmışlardır:
dar'ın arka sokaklarından ibaret değildir ve Be­ Mikado, Pompeia, Safranor, Vivitz marka la­
yoğlu yakası hiç değilse kişisel özgürlüğün so­ vanta ve pudralar, diş macunları, Pirs sabunla­
kak ahlakı adına sınırlandırılmadığı bir dünya rı . . . Bütün bu markalar, gündelik hayatın ano­
sayılabilir. Bu gerçek, Servet-i fünun'un pusula nim dokusundaki standartlaşmaya karşı bireyi
ibresini Beyoğlu, Boğaziçi ve Adalar bölgesine özgürleşti rebilecek büyülü nesnelerdir. öte
yöneltir. Ahmed Cemil, sanat etkinliklerini Be­ yandan Abdülham i d ' i n kurdurduğu teknik
yoğlu' nda izler, Eylü/'ün kahramanı Necib, okulların marangoz atölyeleri, alafranga ko­
Fransız mutfağını gene burada tanır. Tepebaşı naklara Avrupa mobilyası yetiştirebilmek için
Bahçesi, Servet-i fünuncuların buluştukları tanı kapasite çalışmaktadırlar. Hayatın dışa ka­
yerdir; Concordia, Odeon ve Plais de Cristal'de palı yönünü estetize etmek için verilen böyle
toplaııılır; Offenbach, Planquette ve Charles Le bir uğraş, modern mefruşat malzemesinin, do-

MODERNLEŞMENiN EDEBiYAT\: SERVET-İ FÜNUN ÜZERiNE NOTLAR 1 79


!ayısıyla alaturka imza yerine alafranga mar- izdivacı talep etmek, hayatyaşamak türün-
kanın önemini arttırır. Bu açıdan bir Servet-i den deyimleri de kişisel kullanıma soktular.
fünun yazannın çalışma odası, estetize edilmiş Üslup sorununa gelince; Muallim Naci, Servet-
interior'ün tipik örneğidir. Eğer bu örnek, ro- i fünun üslubuna tanık olamadan ölmüştü, fa-
manlarını Şirket-i Hayriyye vapurlarında ya- kat Recaizacte Mahmud Ekrem ve çevresindeki
zan Ahmed Midhat Efendi örneğiyle karşılaştı- genç edebiyatçıların başlattıkları modem üs-
nlırsa, kişisel dünyaya verilen önemin derecesi lupçuluğa karşı bir hiciv yazmaktan da geri
anlaşılır. Eşik, Servet-i fünun yazan için gele- kalmamıştı:
nekçilik ile modemizm arasındaki s ı nırdır.
Gündelik hayattan inten·or'e doğru eşiği aş- üslub-ı.freng<ine deyip halt-ı kel<ime,
mak, aynı zamanda sözlü anonim kültürden Yazmakla ne olmuş bir iki muğlatan<ime.
yazılı modem edebiyata geçmek anlamına ge- Üslubumuzu mahvediyor A vrupa derdi,
lir. Bir Avrupalı görse bu üslubu gülerdi!
Divanece sözler mi demektir edebiyat?
As<ir-ı terakki diyoruz biz buna heyhat!
VII
Muallim Naci yanılıyordu. Her şeyden ön-
Yazılı edebiyatın dil sorunuyla yakın ilişki- ce bu üslub-ı frengane laikti; bu yüzden çağdaş
sini ilk keşfedenler Servet-i fünuncular değildi; dünya ile Türk edebiyatı arasına kaim bir duvar
fakat başlan en çok bu sorun yüzünden derde örmeyip, yalnızca saydam bir tabaka çekmekle
girdi. 1 890 'larda İstanbul çarşılarında esnaf yetindi.
türkçesi, saray çevresinde Babıali türkçesi ve
tiyatro sahnelerinde Ermeni şivesiyle bozul­ Gergedan, 1 1 (Ocak 1988) , s. 1 06- 1 09
muş tuluat türkçesi geçerliydi. Ancak yazı dili
olarak türkçe, matbuat'ta yaşadığı reformdan
sonra çarşı ve sahne diline yakınlaşabilmişti.
Servet-i fünun yazan ise gazeteci değil, edebi­
yatçıydı; bu yüzden dilin gündelik kullanımını
bir kenara itip, kendi özel dilini yaratma yolu­
nu seçti. Servet-i fünuncuların izledikleri bu
aykırı yol, dili estetize ederek kişisel kullanıma
elverişli duruma getirmekten başka bir şey de­
ğildir. Bu amaçla eskiJerheng'lerde unutulmuş
kelimeler mezarlarından çıkartılıp cansız be­
denlerine ruh verildi. örneğin tehi-baht, l<ine-i
melal ve k<irha-i hayat gibi tamlamaların ya­
n ı n da fransızcanın dil mantığını do.ğrudan
türkçeye uygulama sonucu elde ettikleri dest-i

1 80 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


İSTANBUL 1 9 1 2

1 . Askerler Cepheden, runu, yanmış Çırağan Saray'ı önünde demirle­

Şair ise Paris'ten Dönüyor. . . yen Medie vapurunun güvertesinde duyamaz.


Anılarında bu trajik günün izlenimlerini sonra­
Ali Kemal'in Lion garından !stanbul'a dan şöyle yazacaktır: "Bir araba tuttum. Di­
uğurladığı genç adam, kafasında tarihin orta­ vıinyolİl 'na gitmesini söyledim. Rıhtımdan,
sında Türklüğü aramak düşüncesiyle önce Köprü'den, Bahçekapısı 'ndan, Babıali Cadde­
Marsilya·ya, ardından da altı günlük bir deniz si'nden geçerken bir rüya görüyor gibiydim.
yolculuğu sonunda İstanbul yerine Babil'e va­ iki tarqfimdaki binalar, arabadan daha alçak
p
rır. Oysa ne zamanın usulasında bir sapma ne hissini veriyordu. Uzun seneler yüksek bina­
de mekanın haritasında bir yanlışlık olmuş, larla çevnlmiş şehirlerin rü'yetim üzerindeki
ama bir tek duyguya, Dolmabahçe rıhtımında tesiri devam ediyordu. Gelip geçen halkın es­
ruhunu saran ı 9. yüzyıl Osmanlı mülteci psi­ vapları soluk, vücudları bücür, lııil ü şanları
kolojisine yenik düşmüştür. zibidigörünüyordu. ..
1 9 1 2 !stanbul'u, Yahya Kemal'i etkileyen Yahya Kemal, gördükleri karşısında düşkı­
bu psikolojinin merceğinde birbirinden farklı iki rıklığına uğramakta haklıdır. 1 9 . yüzyılın mi­
görüntü sunar: Babil kadar köklü ve karmaşık ras bıraktığı savaş kıvılcımlarının, imparatorluk
bir efsane; fakat dokuz yılını geçirdiği Paris'in haritasını tutuşturduğu nokta İstanbul'du. Yel­
yanında sönük bir taşra şehri. Gerçekte şairin o kenleri parçalanmış toplumsal hayatın , kıyısı­
güne kadar tanıdığı İstanbul, çocukluğunu ku­ na vurduğu bu liman şehri, şairin Üsküb, Ra­
şatan Balkan mistisizmine uzaktan eklenmiş kofça ve Selanik'de kurduğu düşleri barındıra­
kısa bir "Sarıyer alemleri" dönemidir. 1 9 1 2 de mayacak kadar gerçeğe dönmüştü yüzünü. ls­
ise, on yıl önce bir kış geçirdiği Sarıyer'deki İb­ tanbul içinden parçalanmıştı; yaşlı gövdesinin
rahim Bey Köşkü'nün çocukluk düşlerinde ya­ taşıyamadığı fetih yadigarları birbiri ardınca
rattığı görkemli büyüklük duygusu ve iç huzu- imparatorluk haritasından siliniyordu. Sirkeci

ISTANBUL 1 9 1 2 1 81
Sirkeci Gan, A vrupa 'da medenryet rüyasına dalanların, gözlen·n i ait oldukları lıayatm gerçeklen'ne açtıkları son nokta idı:
Yalıya Kemal bütün gençlik ideallerini bu rüya111n peşinde tükettiğim� doğup büyüdüğü Rumeli'yi kaybeden Osmanlı 'nın
trenlerle Sirkeci Gan ·na taşıdığı muhacirlerle karşılaştığında anlamıştı.

Garı, cepheden dönen yaşanmamış gençlik öz­ yatına ilişkin genel yapı değildi; buna bağlı
lemlerinin gömüldüğü bir mezarlık; Eyüb ve olan zevk ve beğeni düzeyi de bölünmüştü.
Üsküdar, müslüman ruhunun kanadığı iyileş­ 1 9 1 2 'de şiir yazmak, Tanzimat şairlerinin akıl­
mez birer yaraydı. 1 908 Temmuz darbesinin larından bile geçirmedikleri, çok farklı beğeni
kısa süreli özgürlük ortamında bir tek yabancı odaklarına ayrı ayrı seslenmek demekti. Her­
elçiliklerin denetlediği Babıali'nin sesi duyulu­ kes için yazılan ideal şiir unutulmuş, şairleri de
yor, ama bu ses, halkın anlamakta güçlük çek­ toplumsal belleğin arka planına itilmişti. Tanzi­
tiği bir dilde konuşuyordu. Yahya Kemal'in ls­ mat'ın öncü şairi Şinasi, l 9 1 2 ' nin şartlarında,
tanbul'unu Babil yapan işte bu parçalanmışlık adı dolaylı yoldan Kuleli Vakası'na karışmış,
duygusuydu. Artık şair, "A vrupa hayatından küskün bir yenilikçiydi. Şiiri pek okunmaz, ye­
dönerken, müslümanlaşmış, kendi vatandaş­ ri geldikçe modern sanat zevkimizin kable't­
larım içinJazla mütehassis bir niha rücu et­ tani ı' i olarak anımsanırdı. Namık Kemal ise,
miştim " diye yazarken, iç dünyasında olgun­ kalemiyle yalnızca Mekteb-i Harbiye'li genç
laşnrdığı kültür mistisizminin, savaş ve yoksul­ mülazımları heyecanlandıran bir Tanizmat ha­
luğun açtığı uçurumlardan birinde yok olabile­ tibiydi. Bütün bir okumuşlar toplumunu etkile­
ceğini dehşetle görmeye başlamıştı. yeceğini sandığı şiiri, askeri erkdn 'ın vatan­
istanbul'da parçalanan yalnızca insan ha- perverlik duygusu içinde bir sendrom olarak

1 82 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


kalmıştı. Dünyanın gidişatına ayak uydurmak­
ta bocalayan devlet ricali de henüz Ziya Pa-
şa'nın şiirine kulaklannı tıkamamıştı, ama ge­
ne de Paşa'nın sanatını, Meşrutiyet kuşağına
kıssadan hisse vermek için başvurulacak bir
anekdot antolojisi gibi görüyorlardı. Abdülhak
Hamid, daha çok Osmanlı hariciyesinin tuttu­
ğu alaturka bir Shakespeare'di. Yarattığı or­
yantal fantazya, elçilik mensuplarının ilgisini
çekiyordu. !stanbul'un siyasi gürültüsünden
kaçanlara, Recaizade'nin şiiri, şehrin alafranga
melankolisini tattırıyordu. Tevfıt Fikret, Mek­
teb-i Tıbbiyye ve azınlık okullarında okuyan
öğrencilerin hümanist peygamberi; Cenab Şa­
habeddin ise, zevkine daha çok Beyoğlu le­
vantenlerinin vardıkları bir hayi\l ustasıydı.
Yahya Kemal'e göre Istanbul, büyük bir mahalleden ibaretti. Bu
Ayrıca Cenab'ın şiiri, genç muallimlerin paşa mahallenin zamanı, tarihe ayarlanmış: hayatı ise ancak kalp ile
hissedilebilen manevi kültürle dokunmuştu.
kızlarına verdikleri özel edebiyat derslerinde
yararlandıkları sağlam bir nazım örneğiydi. Ce-
nab' ın alafranga dünyası karşısında Muallim 2. Usta işbaşı Yapıyor. . .
Naci, Osmanlı sahaf kültürünün sözcüsüydü.
Bu kültür çevresi malı1mat:füruş'luğu ile tanı­ Yahya Kemal, 1 9 1 2'de, yazacağı şiirin ku­

nır, saif ü nahv kurall'arı arasında kevser şara­ rallarını genel hatlarıyla belirlemiştir. Bu şiir te­

bının tadını ararlardı. Önemli sayılabilecek bir mel ilke olarak zümre edebiyatının anaforuna

eksiklikleri de konuşmaktan yazmaya pek va­ kapılmayacak, kendi kaidesi üzerinde yükselen

kit bulamayışlarıydı; bu yüzdendir ki araların­ ve toplumun tüm beğeni odaklarını ortak bir

dan şair olarak bir tek Muallim Naci çıkabil­ sesle titreşime geçirebilen bütüncül bir yapıyı

mişti. Babıali'nin hak arayan sesi Süleyman benimseyecektir. Böyle bir yapıyı kurmak için

Nazif, daha çok gazetecilerin şairiydi. Şiirleri, şairin uyguladığı yaratma yöntemi, bir Ortaçağ

haber kalıbına dökülmüş dizelerden başka bir ustasının klasik yöntemiyle önemli benzerlikler

şey değildi. Süleymaniye, Fatih ve Eyüb'ü dol­ gösterir.

duran, kafaları mistik sarsıntılarla karmakarı­ insanlık tarihinin en eski mesleklerinden

şık bir kalabalığın hiddeti, Mehmed Akif'in ka­ olan terzilik, Yahya Kemal'in şiir yazma yönte­

leminden konuşuyordu. Bütün bu şiir ve şair minin başka bir yaratıcılık düzlemindeki karşı­

kalabalığının ortasında ise, Ahmed Haşim'in lığı sayılabilir. Terzi, insan bedenine uygun

erken doğmuş şiiri, kendi okuyucusunu arıyor­ giysiyi ortaya çıkarabilmek için kumaşın bütü­

du. nünden gereksiz olan parçalan ayırır ve sonuç­


ta ölçtüğü biçimi elde eder. Bir neccann da ça-

İSTANBUL 1 9 1 2 1 83
deki parçaları birbirine ekleyerek bütüne var­
maya çalışmaz; çünkü eklemenin doğal bü­
tün 'ü değil, sentetik bir toplamı oluşturacağını
bilir. Ustanın yöntemi eklemek değil, ayıkla­
maktır.
Yahya Kemal, ı 9 1 2 'de, Türk şiirinin mo­
dern dönemini hem teknik yaratıcılık hem de
kültürel atmosfer açısından geleneğin dışında
bir yol aramak çabası olarak kabul eder. Döne­
min şairleri, siyasi hayatın terimlerinden, son
derece kişisel düşlere kadar her türlü öğeyi kul­
lanmışlar, dolayısıyla dilde yaptıkları restoras­
yonla klasik bütünü parçalamışlardır. Tanzimat
şiiri, klasik biçimden, ana gövdeye yabancı te­
rim ve sözcük grupları ekleyerek kopmuş; dü­
şünce boyutunu fazlasıyla zorlayarak didaktik
bir yöne kaymıştır. Şinasi, bu didaktik kaygı­
nın sonucu olarak, şiirin düşünce boyutunu si­
yasi terimlerle desteklemiş; Namık Kemal de

imparatorluğun dağılma sürecine tamk olan Yahya Kemal, sosyo-kül­ vatan duygusunu bu yeni çerçeve içinde ele al­
türel kınlmalannyol açtığı o dipsiz tanlı uçunımunun kenannda, dü­ mıştır. Tanzimat şairinin yöntemi, ayıklama
nü bu.,,aüne bağlayacak köpn'/yü inşa etmek ist/yordu. Devamlılık.fikn·­
ne dqyandırdığı dil ve tanh bilıiıci, onun şıiriyle kurduğu bu köpninün değil, eklemedir. Bu hitabet şiirinin gövdesine
bütün bir Osmanlı mirasını taş{Yabilecek kadargüçlü ayaklanydı. eklenen ise, Babıali bürokrasisine mauhalif ay­
dın grubun, siyasi özlemleridir.
lışma yöntemi aynıdır. Yaratmak istediği biçimi Edebiyat-ı Cedide şairleri de Tanzimatçıla­
önce tasarlar ve ağacı yontmak suretiyle kafa­ rın yolunu izlemişlerdir. Aralarındaki fark, dü­
sındaki biçimi tüm boyutlarıyla düzenlenmiş şünsel boyutun yerine kişisel düşlerle örülmüş
olarak bütünün içinden çıkartır. Kuyumcu da melankolik bir yapının temellendirilmesidir.
aynı yolu izler. işe, elmas cevheri içinde, yarat­ Abdülhak Hamid ve Recaizade Ekrem'le başla­
mak istediği biçimi görmekle başlar; cevheri yan bu süreç, Tevfik Fikret' de naif bir gerçekçi­
traşlayarak fazlalıkları atar ve sonuçta ustanın liğe, Cenab Şahabeddin'de ise, estetik hazza
avuçlarında hayranlık uyandıran kusursuz bi­ dönüşür.
çim kalır. Yahya Kemal, yeni şiirin, genel dil ve zevk
Geleneksel yaratıcılık, bütün ve eksiksiz beğenisinden bir uzaklaşma olduğunu 1 9 ı 2 'de
olanı, güzel kabul etmiştir. Güzel olana varmak açıkça görmekteydi. Tanzimat sonrasını her
için de bütün 'ün dışında kalan parça'nın bilgi­ yönüyle bir çöküş dönemi olarak nitelendiren
sine sahip olmak gerekir. Geleneksel yöntemi şair, gördüklerini trajik vurgularla şöyle dile ge­
benimsemiş bir usta, yaratma sürecinde, elin- tirir: "Tepeden tırnağa, içimizden dışımıza ka-

1 84 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


dar muttasıl değiştik. Buna, hayat manasını mi de onun şiirinin dışında kalmıştır. Bunun
fma eden bir kelimeyle, teceddüd diyorduk, yanı sıra Tanzimat şairlerinin geliştirdikleri Ba­
halbuki bir heyetin ölümüydü. " Şair için bun­ bıali 'nin resmi hitabet üslubu ve Osmanlı azın­
dan böyle yapılacak en olumlu iş, ölünün mira­ lık kültürünün deforme dil malzemesi de yapay
sından akıllıca yararlanmaktı. Elde kalan bu bir gereksinimi karşıladığı için Yahya Kemal'in
mirası daha sonra şöyle açıklar: "Cemiyetya­ dünyasına girememiştir.
vaşyavaş ihtıjarladı, sonra öldü, bize şiı'n'n Şair, ''Asıl türkçe bana Sophokles'inyu­
gövdesini miras bıraktı. " nancası ve Tacite'in latı'rıcesigibi sefgörünü­
Klasik şiirin gövdesine eğilen Yahya Ke­ yordu" derken , dilde aradığı saflığın arketipini
mal, dil sorunuyla karşılaşmıştır. Şaire göre bu vermektedir. Yahya Kemal'e göre saf Türkçe,
şiirin gövdesi şiirin harcıyla kurulmuş bir ya­ şiirde melodik bir ses yaratır. Melodik ses ile
pıydı. Ayrıca dilin, gelenek içinde bir şiir göv­ dil'in ses düzeni arasındaki bağlantıyı ustaca
desi olarak biçimlenmesi ise, bu harcın saf nite­ kurmuş ve bunu yaparken geleneksel vezin
liğiyle bağıntılıydı. Nitekim, "/stanbul'da ko­ kalıplarını kullanmıştır. Şiir, vezin ve kafiyedir;
nuşulan Türkçe ve Türkçeleşmiş her kelimenin her ikisi de şiirin sesini, ahengini yaratır, ses
üzerinde bir mücevher gibi durdum. Onun ise geleneği taşıyan en önemli öğedir. "Itri" ve
menşeinı; onun manasını, Türk 'ün ona verdiği "Eski Musıki" başlıklı şiirleri, kültürel geleneğin
sesi idrake çalıştım " derken bu saf maddenin ses öğesi etrafında kümelendiği başarılı örnek­
bilgisine ne denli ihtiyaç duyduğunu vurgula­ lerdir.
mak istiyordu. Şiirinin gövdesini, dil'in ses olanakları
Dilin saf karakterini, geleneksel hayatın üzerine kuran Yahya Kemal'in renk semboliz­
dolaysız bir yansıtıcısı olarak gören Yahya Ke­ minden kaçınması, resmin uzunca bir dönem
mal, bu eşsiz yapı mclddesinin manevi yönünü, toplum hayatımızda geleneğin ifade biçimi ola­
Türk insanının duygu dünyasını araştırmak rak kullanılmamasına bağlanabilir. Renk çalış­
için bir araç gibi kullanmıştır. Dilin manevi yö­ masının yaratacağı dolaylı etkinin karşısında
nü, şiirinde, insan tevekkülü olarak canlanır. sesin insan ruhuna yaptığı dolaysız etkiyi ter­
Hayatını kültürel denge içinde derinleştiren ge­ cih etmiştir. Şiir gövdesini dolaysız öğelerle
leneksel insan tipi, bu tevekkülün sınırlarını güçlendirme arayışının diğer bir sonucu da onu
zorlamaz. Böyle bir hayat çerçevesi katışıksız sembol kullanımında kendine özgü bir yol tut­
yaşantıyı barındırdığı için, şiirde yansıması di­ maya götürmesidir. Yahya Kemal, dili kendi
lin saf karakterini kullanıma sokmuştur. merkezi dışına çıkartacak, anlamı boşlukta bı­
Yahya Kemal, dilin bütünlüğünü bozan rakacak bir semboller düzeni kurmaktan kaçı­
her türlü alt-kültür öğesine şiirini kapatmıştı. nır. Zorunlu kaldığı durumlarda ise , dolaylı
Onun şiirinde !stanbul'un sokak ve meslek ar­ sembollerin kuşatacağı soyut bir dünya tasarı­
gosu görülmez. Çünkü gündelik hayatın pratik mının yerine, dolaysız sembollerin somutu
yönüne ilgi duymamıştır. 1 9 . yüzyılda adeta canlandırma gücünden yararlanmayı daha uy­
bir reform dönemi yaşayan köşk ve konak ha­ gun bulmuştur. Tarih ve mekanı şiirsel dilde
yatının kendi içine kapalı kozmopolit ifade biçi- yaratmanın en kestirme yolu da budur.

ISTANBUL 1 9 1 2 1 85
Sahabe dönemine kadar uzanan hacıralarıyla Eyüb, Yahya Kemal'in şiiniıi besleyen lstanbul kültüründe ayncalıklı bir öneme
sahipti Şair, ağaç ve mennerin bile bu mistik coğrqjyada adeta Müslümanlaşcığına ıiıanıyordu. Bu köklü ıiıanç onun şiıdni,
sqjlığı bozulmamış bir kültürün etrqjinda dönen kendi kdıiıatımızın sözcüsüyapmışcı.

3 . Şair istanbul'u Geziyor. .. şehrin yaşamından izlemiştir. Şehir, tarih bo­


yunca tam bir kültürel bütünlük göstermez.
Yahya Kemal'in şiiri iki temel öğeye daya­ Pek çok gelenek bu potada çağlar boyu erimiş,
nır: Tarih ve mekan. İstanbul ·u mekan seçme­ fakat kendilerine has renklerini korumuşlardır.
si, bir hayranlığın ötesinde, bu şehrin, tüm Os­ Yahya Kemal 'in aradığı kültür rengi ise, Türk
manlı kültürünün en görkemli biçimde yaşan­ insanının İslami çerçevede yarattığı yaşam üs­
dığı yer olmasındandır. Tarihe yönelmesi ise, lubudur. Onun şiirine yansıyan bu yaşam üs­
mekanın kültürel biçimlenmesini zaman süre­ lubu, şehrin önemli bir özelliğinden, farklı kül­
cinde somut olarak kavrayabilmek içindir. türlerin semt ve mahalle ölçeklerinde somut­
Şair, lstanbul'u bir kültür coğrafyası gibi laşmalarından kaynaklanır. Şair bu toplumsal
ele almış, tarihin maddi ve manevi birikimini olguyu, "Kaca Mustô.paşa gibı; Fatih gibı;

1 86 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


maya sahip b u türden makro ölçekler, Yahya
Kemal'in şiirinde geleneğe ait mitosun duygu
yönünü araştırmak için en elverişli mekanlar­
dır. "Ziyaret" şiirinde şair, Atik Valde'yi bu tür
bir mekan olarak işler. Şiirin özellikle "Mdnevf
rahata bir çerçeve yapmış ki gören, ı Başka
bir d/emigörmek/e, geçer kendinden " dizeleri,
yaşamın temel ilkesi olarak dini sükı1t'un altı­
nı çizerler. Mitosun duygu yönü, "Koca Mus­
tapaşa" şiirinde daha da belirgindir. "Koca
Mustdpaşa! ücrd veJakir lstanbul! ı TdJetih ­
ten ben' mü 'min, mütevekkil, yoksul, I Hüznü
bir zevk edinenleryaşıyorlar burada. " Sü ­
kı1t'un dini bir duygu olarak içeriği, bu şiirde
hüzün motifiyle daha da zenginleşir. Yahya
Kemal'in mahalle ölçeğinde gözlemlediği in­
san, sükiit'un dinginliğine varmış ve hüznü,
hayatın en doğal duygusu olarak kabul etmiş
bir kişidir. Burada söz konusu edilen insan,
hayatın karşısında çaresiz ve aciz kalmış insan
değildir; tam tersine, dinin insan doğasını yu­
muşatan yönünü benimsemiş bir mümindir.
Böyle bir insan doğası, bir yaşam üslubu kura­
bildiği sürece, hüzün gibi edilgen duygular,
Üsküdar'da Atik Va/de gibi semtler ve mahal­ kendi yaşam alanlarında toplumsal hayatın
le/er bana Türklüğün bir mahalle halinde sürekliliğini sağlayabilen dayanak noktaları
tekevvünü gibi geldi" saptamasıyla dile getir­ sayılabilirler.
miştir. Yahya Kemal'in şiirini besleyen ölçekler
Bazı İstanbul semtleri, örneğin Eyüb, Ko­ yalnızca sur-içi istanbul "u ve Üsküdar ile sıııırlı
camustafapaşa ve Üsküdar, Yahya Kemal ' e değildir. Şiirin genel coğrafyası, Boğaziçi'nin
göre uhrevf'dir. Sanki yeryüzüne a i t değiller­ estetize kültürünü de kuşatmıştır. Boğazın göz­
miş gibi, manevi bir boşluğun içinde yüzerler. de semtleri, Kandilli, Bebek, Kanlıca, Küçüksu,
Somut bir kültür mekanının böylesine soyut istinye, Çamlıca ve Emirgan, toplumsal hayata
bir tasarım oluşturması, ancak bu mekanların haz duygusuyla katılan, dolayısıyla kültürün
manevi içerikleriyle açıklanabilir. Din kültürü­ estetik boyutunu, içeriği kadar önemseyen me­
nün yaşam üslubu oluşturan yönü, bu semtle­ kanlardır. Bu semtlerin tarihi, sur-içi istan­
ri İstanbul 'un kozmopolit yapısından ayırmış­ bul'una oranla daha yakın bir geçmişe uzan­
tır. Kendi içlerinde tutarlı bir kültürel yapılan- masına karşın, barındırdıkları kültür, estetize

İSTANBUL 1 9 1 2 1 87
"Kandilliyüzerken uykularda I Mehtabı sü­
rükledik sularda " beyitiyle açılan sükut tema­
sı, "Hulya tepeler, haydi ağaçları Durgun su­
da dinlenen yamaçlar. . . " beyitiyle doğanın
dinginliğine katılır. Eyüb, Üsküdar gibi kültürel
temeli dini içerikli bir hüzün duygusunu yaşa­
tan mekanlara, Kandilli de kendine özgü esteti­
ze edilmiş hüzün duygusuyla yaklaşır: "Kan­
dilli'de, eski bahçelerde, ı Akşam kapamnca
perde perde, I Bir hatıra zevki var kederde. "
Kandilli'de duyumsanan keder, geçmişi anım­
sayan bir hafıza ve bundan haz duyan kişisel­
leşmiş bir ruh durumudur. Yahya Kemal'in, şi­
irinde işlediği semt ve mahalle mitosunun duy­
gu evreni, işte bu ruh durumunun kendi içine
kapanarak, geçmişi bize yaşatma gücüyle örül­
müştür.
Yahya Kemal'in şiirine Beyoğlu, hiçbir bi­
çimde girmemiştir. Böyle bir tutumu yadırga­
mamak gerek. Şaire göre bu ve benzeri levan­
ten semtler, azınlık kültürünün cennetidir. Be­
yoğlu, müslüman istanbul'un tanıdığı duygula­
ra kapalıdır. Burada hayat sur-içi lstanbul'unda
Yahya Kemal'e göre Üsküdar, 107J 'den buyana Anado/u 'da
şekillenen Türk-Is/dm medeniYetinin kendi içinde tutarlı bir özetiydi.
olduğu gibi dışardan içeriye doğru tevekkülle
Gündelik hayattan mimariYe, insan malzemesinden toplumsal değil, içerden dışarıya doğru hızlı bir tempoda
görgüye kadar kendimize has aidiYet bilincinin sembolü olan bu
yaşanır. Sükut'un dengesini, dolayısıyla kültü­
ınedeniYet coğrqfyası, ay111 zamanda şairin poecikas1111 kuşatan
venini! bir kültür alanrydı. rel bütünlüğü bundan daha güzel bozabilecek
bir yaşam üslubu düşünülemez. Hayatı manevi
edilmiş biçimleriyle Osmanlı toplumunun incel­ ölçekte yaşamak yerine maddi ölçekte yaşa­
miş zevk dünyasını yansıtır. Osmanlı kültürü­ mak, Beyoğlu'nun tarih boyunca temel ilkesi
nün aristokrat mekanlan olan Boğaziçi semtle­ olmuştur. Yahya Kemal, hazzın karşılığını
ri, dinin yumuşak yönüne, doğanın pastoral maddi çıkar olarak tartan bu mekana, yabancı
renklerini eklemiş insanların, hayatı bir sanat bir ülke gözüyle bakar. " Sayfiyede Payitaht"
olarak yaşadıkları manevi birer dünyadırlar. başlıklı yazısında Beyoğlu bütün çıplaklığıyla
Hayatın nazik dokusu burada kendini bir yü­ ortadadır. "Beyoğlu lstanbul'un parasını al­
celme ve manevileşme duygusuyla bütünler. dıktan sonra şanını, şerefim; cdzibesim; nesi
Yahya Kemal'e göre sükut, gerçekten de bu varsa hepsini aldı; büyüdü, yükse!dı; genişle­
mekanda, altındır. " G ece" başlıklı şiirinde, dı; kabına sığamadı. Sağdan, soldan, kab111 -

1 88 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


Boğaziçı; kimi zaman yorgun ruhlann sükıin bulduğu bir hayal ülkesı; kimi zaman da meden(yetımizin gerçeklerini en zarf!
biçıinde ifade eden bir tanh dersi idi. Kendini tabiatın ve tanhin kucağına bırakan Boğaziçi, Yahya Kemal'in hayal ilegerçeklik
arasında salman şıir sarkacma, temposu hiç aksamayan bir ahenk vermişti.

dan taştt. Şişli'nin müntehasına kadar uzan­ Yahya Kemal' i etkileyen eski lstanbul
dı. Hiçbir taşında mdzfnin nJhu olmuyan bu semtleri, doğanın içine yerleşmiş, onu değiştir­
binayığmı daha büyüyecektir de .. Çünkü mek yerine, olduğu gibi kabul etmiş mekanlar­
imarı için müslümatf4sdhib-akaarları hınsti­ dır. Çağdaş yerleşim mekanları ise doğaya kar­
yan zenginlerıjleyarış ed{yorlar. Gecelen· Be­ şı kurulmuş ve geometrik tekdüzelikle insan
yoğlu z{yalar içindeyanarken eski Jstanbul zi­ ruhunu baskı altına almışlardır. Şairin Beyoğ­
firi karanlıkta matemini çek{yor. " Şairin bura­ lu' na bir bina yığını gözüyle bakması, bu baskı
da mazinin nJhu olarak adlandırdığı olgu, kül- altındaki ruhun dışavurmasıdır. Yahya Ke­
türel mitostur. Bu mit, yalnızca Beyoğlu'na öz­ mal'in şiiri. her şeyden önce, insan ruhunu öz­
gü olmayıp istanbul'un Kadıköy, Moda gibi da­ gürce soluk alabileceği manevi bir atmosfer ya­
ha yeni yerleşim mekanlarında da kendini du­ ratmaya çalışır. Dolayısıyla ruhu daraltan,
yumsatır. Bir başka yazısında ise bu yeni me­ duygu kaynakları taşlaşmış mekanların onun
kanları, istanbul'un köklü semtleriyle karşılaş­ şiirine giremeyeceği açıktır.
tırmıştır: "Biz bugünün Türk/en" bildkıs Şişlı; istanbul'u semt ve mahalle gibi makro öl­
Nişan taşı, Kadıköy, Moda gibi küçük bir şehrı· çekler içinde şiirine sokan Yalıya Kemal 'in,
andıranyerlereyerleştık,Jakat oyerler müslü­ köşk, konak ve yalı hayatı gibi mikro yaşantı
man rühundan drf, çorak ve kurudur. Bir üs­ ölçeklerinden kaçındığını görüyoruz. Şiirinin
küdar'a bakımz bir de Kadıköyü'ne. Üsküdar temel özelliklerinden birisi de budur. İstanbul
yanında Kadıköy, Tatavla'yı andırır. " mahallelerini dolaşan şair, bu mekanların kafes

ISTANBUL 1912 1 89
arkalarına girmez. içine girdiği tek mikro me­ irinde yaşayan, düşünen ve hepsinden önemli­
kan, dini bir yapı olan camidir. si bir ruha sahip olan canlı varlıktır. Somutun
Köşk ve konak, bir mikro yaşantı ölçeği ruhunu araştırmak şairi, şiirsel söz'ü bir le­
olarak bireysel dünyanın mekanlarıdır. Oysa jand'a bağlamaya kadar götürür. "Siste Söyle-
cemaat'ın yaşantı alanı, makro ölçekli mahal­ yiş" şiiri, somut bir mekan olarak Boğaziçi'ni,
ledir. Yahya Kemal, bireysel dünyanın şairi de­ "Som zümrüt ortasında, muzqffer, akıp giden
ğildi. Bireyi edilgen bir varlık olarak görmüş ve I Firılze nehri nerde? Bugün saklıdır, neden? "
onu cemaatin içinde eriterek şiirine almıştır. dizeleriyle kurgusal bir lçjand'a dönüştürmüş­
Yahya Kemal'in şiirinde işlenen mikro mekan­ tür.
lar, mimari yapılardır. Cami dışında bu mekan­ Yahya Kemal'in şiirinde madde'nin kişi­
ların iç yaşantısı şairi ilgilendirmez. Cami'nin leşmesi, en çarpıcı biçimiyle, şairin lstanbul'a
bir istisna oluşturması ise, bireyin değil, cema­ aziz sıfatıyla seslenmesinde kendini gösterir.
atin dini yaşamını kuşatmasındandır. örneğin Bu sıfat daha çok yaşayan ve yaşamış kişilere
Süleymaniye'ye giren şair, bireyi burada, ce­ özgüdür. Yahya Kemal'de ise, maddeyi, yaşa­
maatin içinde kaybolmuş isimsiz bir kahraman yan ve saygı duyulan bir insan kimliğine dö­
olarak bulur. "Süleymaniye'de Bayram Sabahı" nüştürür. Şair, lstanbul'u tevekkül içindeki bir
adlı şiirde; "Gördüm ön sefta oturmuş nefer es­ sufı olarak düşünür ve bu manevi varlığın ha­
vaplı biri I Dinl(yor vecd ile tekrar alınan Tek­ yatında, tarihin görkemli görüntülerini yakalar.
bir'/; I Ne kadar sijıdi siması bu mü'min ne- istanbul'un mahalle ölçeğine geçersek, burada
Jerin! / Kimdi? Banisi mı; miman mı ulvi ese­ da müslüman mekanlarının insani giysiler için­
rin " dizeleri, bu isimsiz kahramanı gündelik de karşımıza çıktıklarını görürüz. Bu mahalle­
yaşantının somutluğundan çıkartır, öncesiz ve ler, tıpkı canlı varlıklar gibi yaşar, hasret çeker
sonrasız bir zamanı yaşayan müminler cema­ ve duygulanırlar. Yahya Kemal, kişilik kalıbına
atinin üyesi yapar. dökülmüş bu maddi kültürle, şiirinde diyaloga
Yahya Kemal'in şiirinde gündelik hayatın girmiştir. Mahallenin hayatına minnet ve şük­
nesneleri de yer almaz. Küçük nesne betimle­ ran duygularıyla bakar; kendini manevi b i r
melerine karşı kapalı duran bu şiir, büyük öl­ borcun altında eziliyor hisseder v e bundan gu­
çekli nesneleri, özellikle mimariyi dekor olarak rur duyar.
kullanmıştır. Eski şiir tarzında yazdığı "Şerera­ Mekanın bilgisini, somut zamanın bilgisiy­
bad" gazelinde, Lale Devri 'nin bu ünlü kasrı, le bütünleyen Yahya Kemal, şiirine ikinci
silik de olsa, estetize kültürün dekorudur. Şa­ önemli dayanak noktası olarak tarihi almıştır.
irin kullandığı asıl dekor, makro ölçekte İstan­ Onun şiirinde tarih, mekanın hafızasıdır. Kişi
bul peyzajıdır. "Sana dün bir tepeden baktım ya da kişileştirilmiş madde, şiirinde düş görme
aziz Jstanbul" dizesi, bu peyzajı ister istemez metoduyla tarihin içine çekilir. Türk tarihini,
zihnimizde canlandırır. Anadolu haritası üzerindeki bütünsel kültürün,
Dekorun canlandırma güc ü , kuşkusuz, u z a n a b i ldiği e n e s k i zaman kesiti olan
Yahya Kemal'in maddeyi kişileştirme eğilimiyle l 0 7 1 'den başlattığını biliyoruz. Tarih, Yahya
kuvvetlenmiştir. Süleymaniye Camii, onun şi- Kemal 'in şiirini tematik yönden çerçevelemekle

1 90 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


kalmaz, bu şiire arkaik bir duygu da katar. Bu
duygu,Jetih duygusudur. Toplumsal hayatı,
çok ağır genişleyen kalıplar içinde kavrayan
Yahya Kemal bir tek bu duyguyu işlerken za­
manın hızlı ritmini yakalar. "Akıncı" ve "Mo­
haç Türküsü" gibi çok iyi bilinen şiirlerinde ta­
rih, uçmak, şimşek gibi atılmak fiilleriyle tem­
posu gittikçe yükselen bir insan dinamizminin
somut görüntülerini verir. Bu dinamizm yıkıcı
değil, aksine etik temele dayanan yapıcı b i r
güçtür.
Yahya Kemal, insanda tarihin izlerini ara­
mıştır. Ama bu izleri bulduğu tüm insanlar, bi­
rer tarihi kişilik değillerdir. Şiirlerinde Yavuz
Sultan Selim bir istisna olmak üzere, Osmanlı
padişahlarından hiçbiri önemli yer tutmaz.
Onun sanatında tarihin dizginlerini elinde tu­
tanlar, daima isimsiz kahramanlardır. Süley­
maniye'de namaz kılan asker, lstanbul'u fethe­
den yeniçeri, hep tarih duygusuyla yoğrulmuş
prototiplerdir.
Tarih, en genel anlamıyla onun şiirinde,
Yafıya Kemal'in Yeniçensı: tarihi inşa eden bir tıpa: Fütuhat ahlakı
kültürün somut birikimidir. Bu birikimin soyut
ve Gaziyan-ı Rüm geleneğiyle yoğrulan bu savaşçı insan portresi
yönü ise, zamandır. Yahya Kemal zamanı üzerine eğilen şair, Türk insanına air iki önemli özelliğı; iradenin
çelikleştirdiği ruhu ve itaatin sqj/aşllrdığı inancı keş/erci.
makro ölçekte değerlendirmiştir. Bu yüzdendir
ki şiirlerinde kısa süreli zaman kasitlerinin do­
ğurduğu anlık duygulanımlara rastlanmaz. Yahya Kemal, ütopik bir şair değildir; ama
Zamana ilişkin tarihsel duygunun, bir öncesi şiirlerinde hep düş görür. Ondaki düş motifi,
ve derinliği vardır. Ansızın patlak veren coş­ klasik anlamda ütopya'yı karşılamaz. Bu motif
kunluk yerine, yavaş yavaş oluşan ve yükse­ daha çok bir özlemin dile getirildiği durumlarda
len bir heyecanın görkemini, tarihsel derinliği ortaya çıkan ve psikolojik mekanizmayı hare­
içinde canlı tutmaya çalışmıştır. Yahya Ke­ kete geçiren bir ögedir. Düş ile gerçeklik arasın­
mal'in yekpare zaman anlayışı, onu bütünsel daki dengeyi başarıyla kurmuştur. Salt düşe
duygulara yöneltir. Türk tarihine eğilirken, yöneldiği anlarda bile şiiri, bi reysey kaygıdan
yekpare zamanın içinden bu duyguların izini uzak kalır ve masal-efsane karışımı arkaik bir
sürmüş, kimi zaman mitos'a kimi zaman da tarihsel zemin üzerinde yükselir. " İstanbul'uıı
ütopya'ya yaslanarak kültürel zemini yokla­ Fethini Gören Üsküdar" başlıklı şiirde düş moti­
mıştır. fi, tarihsel zeminle uyum içindedir. Fetih için

İSTANBUL 1 9 1 2 1 91
"Sanki halkın uyanık gördüğü rüya idi of" di­ açık kapılar bırakır. örneğin Yahya Kemal, ya­
zesini yazan şair, en genel anlamda bu motifi ratmak istediği şiirsel bütünlüğü bozmamak
bir özlemin dışavurumu olarak kullanmıştır. uğruna, yaşadığı İstanbul'un gündelik hayatı­
"Hayal Şehir"de ise, "Git bu mevsimde, gurup na ilgisiz kalmıştır. Gündelik hayat, ancak Ra­
vakti Cihangir'den baki / Bir zaman kendini mazan ayına ait manevi bir boyut olarak şiirine
karşındaki rüyaya bırak! " dizeleri, bu defa girebilmiştir. Şiirinin ağır gelişen zaman tempo­
Üsküdar'ı doğa estetiğinin merceğinden görür. su şehrin 20. yüzyıl başlarında iyice hızlanan
Düş, Yahya Kemal'in şiirinde ister soyut isterse yaşam ritmine ne yazık ki ayak uyduramamış­
somut bir noktaya uzansın, bize daima özne ile tır. Tren ve elektrikli tramvayların İstanbul 'u,
nesne arasındaki uzaklık duygusunu vermiştir. ona yabancıdır; buna karşın o, zorunlu olarak
Şiiri, Yahya Kemal örneğinde olduğu gibi ideal istanbul ' u yazmıştır. Çünkü 1 9 1 2 ' de
tarih ve kültürün genel bir kurgusu olarak ta­ ölen, İstanbul 'un idealidir.
sarlamak ve bu kurguyu bozabilecek oluşum­
lardan kaçınmak, kuşkusuz bazı noktalarda Gergedan, 2 (Şubat ı 98 7) , s. 96-99

1 92 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


MODERNLEŞME ÇAGINDA
OSMANLI MESLEKLERİ

mesleklerinin senaryolarına bağlı kalanlar ola­


bileceği gibi, ölmüş bir mesleği senaryosuz oy­
namaya çalışanlar da bulunabilir. Bilinçli bir se­
Evliya Çelebi, 1 7. yüzyıl istanbulu'nu bir
yirciye düşen görev, bu unutulmuş ya da kay­
erbdb-ı hıref cenneti olarak anlatır. Efsane ile
bolmuş mesleklerin senaryolarını, başka bir de­
gerçeklik arasında denge bulmaya çalışan kale­
yişle toplumsal işlevlerini ortaya çıkarmaktır.
mi, esnaf çarşıları içinde dolaşırken şehir sanki
Çünkü ölen bir meslek, miras olarak soru işaret­
daldığı uykudan uyanır ve yaşamaya başlar.
leri değil, tarihsel gerçekler bırakır.
Çünkü sihirli denge, el becerisi ve gönül eğiti­
Yeni mesleklere gelince, tarih sahnesine
minin Tanrı ile insaıl•arasında çift yönlü bir
göz kamaştırıcı armağanlarla çıkarlar. Gündelik
kültürü dokuduğu zanaatkarların dünyasında
hayatı kolaylaştıran pratik buluşlar, işsizliğe
kurulmuştur. Dervişler ve fatihlerin masal şeh­
karşı güvence ve gelecek garantisi, insanoğlu­
ri İstanbul kuşkusuz gökyüzündedir: fakat Çe­
nu bir süre oyalayan bu çeşit arınağanlardan­
lebi'nin kaleminden çıkma zenaatkarların is­
dır. Yetişkin bir insaııın mesleğiyle olan ilişkisi,
tanbul'u bizi bütünüyle yeryüzüne bağlar.
bu yüzden bir çocuğa armağan edilen oyuncak
Her geleneksel meslekte öte dünyaya iliş­
ile olan ilişkisine benzer. Her yeni oyuncak gibi
kin bir ahlak kaygısı vardır: ama bu kaygı hiçbir
meslekler de hayal gücünü kamçılar ve yaratı­
zaman, mesleğin yaratıcılık şerefıni insandan
cılık aıtık sınır tanımaz.
alıp doğaötesi varlıklara verebilecek kadar güçlü
olmamıştır. Yaratıcılığın rahmi de, mezarı da
yeryüzündedir. Bu yüzden bir mesleğin tarihi,
insanoğlunun yaratıcılık ile yıkıcılık arasında
il
oynadığı görkemli oyundan çarpıcı bir sahne
Osmanlı devletinin kuruluşundan 1 9 . yüz­
değeri taşır. Oyunda rol alanları bazen tanırız:
yıla kadar süren tarih kesiti, geleneksel meslek-
fakat çoğunlukla isimsiz aktörlerdir. Aralarında

MODERNLEŞME ÇAGINDA OSMANLI MESLEKLERi 1 93


!erin değerlerini koyardı. Modern meslekler,
Tann korkusu yerine insani sorumluluk duygu­
sunu kalplere yerleştirinceye kadar adalet, hep
gökten yere inmiştir. Bu yüzden geleneksel Os­
manlı düzeninde geçerli esnaf cezalan, cehen­
nem azabına eşitti. Örneğin kadı'yı temsil eden
ayak naıölen·, çarşı pazar dolaşırlar, narh'a uy­
mayan ya da ayan bozuk terazi kullanan esna­
fı, dükkanları önünde falakaya yatırırlardı.

III

Esnafa verilen ceza, meslek standardını


her zaman aynı düzeyde tutmaya yetme z .
Böyle durumlarda otorite, esnaf üzerindeki de­
netimini arttırsa bile, eğer mevcut standartlar
toplumun ihtiyaçlarıyla çelişiyorsa, baskı an­
lamsız bir şiddete dönüşür.
Bir mesleğin ölümü, önce sokaktaki insa­
na, iş ahlakının yozlaşması biçiminde yansır.
Fildişi yerine adi kemikten yapılan bir kaşık ya
da rengi çabuk solan bir mürekkep, bozulan
Geleneksel meslekler anonimleşmiş piyasaya değil, insana hitap
ediyorlardı. Usta ile müştensi bılbirin i tanır, toplumsal ılıtiyarların ahlakın sembolleridir. Otorite ise sokaktaki in­
standartlarına birlikte karar verırterdi
sanın hakları nı, yozlaşmaya karşı korumayı
kendi görev ahlakının bir gereği sayar; fakat
!erin saltanat dönemidir. Bu meslekler el ve kafa manevi dünyaları sarsılan meslekler çok daha
becerisini Tanrı korkusuyla bütünleştirmişlerdi. başka nedenlerden dolayı mezara girerler. ı 8 .
Fütüvvet teşkilatı ise bu kutsal korkudan tüm yüzyıl sonlarına kadar yaşayabilen mürekkepçi
meslekler için geçerli bir iç düzen anlayışı yarat­ esnafı ile ömrü ı 9. yüzyılı görmeye ancak ye­
tı. Nitekim mesleğe giren çırak, orada yalnızca tebilen kaşıkçı esnafını, Avrupa ithalatı göm­
ustanın tecrübesini değil, bu düzeni sağlayan müştür.
şeyh, kethüda, yiğitbaşı ve ehl-i hibre'nin de ölen bir mesleğin ardından yas tutmak,
otoritesini tanıyordu. Adalet terazisi, mesleğin bizde pek yaygın değildir. Hatta bu tür ölümler,
manevi peygamberi adına bu otoritenin elinde ilkellikten kurtulmanın mutluluğunu bile yaşa­
idi. Yanlışı doğrudan, eksiği fazladan ve sevabı tabilirler; ta ki sanata atılan geleneksel imza­
günahtan ayıran otorite, terazinin kefelerine nın, fabrika markasından daha değerli olduğu
Tann sıfatlarını sembolize eden bu peygamber- anlaşılancaya kadar.

1 94 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


ı.
Modem/eşme öncesi esnefa venlen cezalarda sopa, herzaman ilahi adalet adma kalkmıştı. OysaJütüvvet geleneklenjleyoğnıl­
muş meslek erbabmı sopayla yola getirmek demek, yozlaşan esnefah/Cikmı şiddete dönüşen örfi alı/dk ile önlemek çabas111dan
başka birşı;y değildi.

tır. Çıban dağlamak, diş çekmek ve sünnetçilik,


IV
cerrahların uzmanlık alanları kabul edilirlerdi.
Bazı meslekler, yapıları gereği, 1 9. yüzyıl Berberler de esnef-ı cerrahan ' dan sayılıp itibar
gündelik hayatından bütünüyle silinmeyip , görmüşlerdir. Dükkanları, aynı zamanda bir
kendilerini çağın koşullarına uydurabilmişler- muayenehane niteliği taşır, tıraş olmaya gelen-
dir. Cerrahlık, bunların başında gelir. !erle diş çektirmek isteyen hastalar birbirleriyle
Tanzimat'a kadar cerrahlık, bir çeşit yara dertleşerek sıra beklerlerdi.
tımarcılığı sayılırdı. Eli işe yatkın kimseler, ge- 1 83 1 'de açılan ilk cerrahhane, ancak bir
dik usulüne bağlanmak kaydıyla mesleklerini kurs düzeyinde olmakla beraber, bu mesleğin
sürdürmekte serbesttiler. Cerrahların yara teda- modernleştirilmesinde atılan ilk ciddi adımdır.
visi için uyguladıkları yöntemler, Ortaçağ tıbbı- Bu tür girişimler, modern eğitim kurumlarının
nın izlerini Tanzimat sonrasına kadar taşımış- geleneksel meslekler üzerindeki etkilerini arttır-

MODERNLEŞME ÇAGINDA OSMANLI MESLEKLERi 1 95


ratör unvanını alma nedenlerini hattratında
şöyle anlatır:
"Bundan elli beş sene evvel memleketi­
mizde cerrahlığa ait hastalıklarla uğraşanlara
ve bilcümle yaralara bakan tımarcılara da
cerrah ismini venderdi. Cerrahlık makbul bir
meslek arasına da girememişti. işte ben, bun­
lardan ayırt edilmemi arzu ettiğim için o gün
Sıhh!Ye Resisi Hasip Paşa'dan bu değişikliğin
yapılmasını rica etmiştim. Bu arzumyen·ne
getirilerek tayin tezkereme de 'cerrah ' yerine
'operatör' kelimesi konulmuştur. "
Cerrahlık, geleneksel bir mesleğin eğitim yoluyla modem bir meslege
dönüşmesinin tipik bir örneği idi. Bu yönüyle, görgü ve tecrübenin Modam tlp eğitimi, cerrahlığı teorik yön­
teknolQJI ile sagladıgı uyumu temsil edryordu den geliştirdi; oysa pratikte, mesleğin gerektir­
diği teknoloji, 1 880'lerde bile henüz hastanele­
mtştır. Birinci etki, geleneksel meslek grupları­ rimize yeterince girememişti. Örneğin Mekteb-i
nın, uzmanlık temeline dayalı iş bölümüne göre Tıbbiye hastanesine yatırılan hastalara, okutun
parçalanmastdtr. Böylece cerrahlık, berberlikten, hamamındaki göbektaşında ameliyat yaptlırdı.
o da dişçilikten koparak bağtmstz birer meslek Modern ameliyathane kavramı yoktu ve yapt­
koluna dönüşebilmişlerdir. Bu kurumların ikinci lan ameliyatlar da kot bacak kesmek türünden
önemli etkileri ise, pozitif mesleklerin sahip ol­ basit operasyonlardı. Ttp teknolojisi, gerçek an­
maları gereken laik kültürü yaratmalarıdtr. Bu­ lamda il. Meşrutiyet'ten sonra cerrahlığın kul­
nun tipik bir örneği de 1 836'ya kadar ser etib­ lanım atanına girebildi. Bu dönemde özet mu­
ba-i hassa denilen saray başhekimlerinin ule­ ayenehanelerin saytca artması, bilgi ve tekno­
ma 'dan seçildikleri halde, bu tarihten sonra aynı loji aktarımını htzlandırmışttr.
göreve mülkiye smıfından atama yapılmasıdır.
Cerrahlık mesleği 1 890'lara gelinceye de­
ğin, halkın gözünde yine eskisi gibi yara tımar­ v
cılığı sayılıyordu. Bu yanlış zihniyeti önlemek
amacıyla il. Abdülhamid döneminde tıbbiye Cerrahlar gibi berberler de 1 9 . yüzytl mo­
mezunlanna, cerrah yerine operatör unvanı dernleşmesinden paylarını almtşlardı. Tanzi­
verildi. Ttp tarihimizin ilk operatörü, İstanbul mat'tan önce berberlik, birkaç işkolunun oluş­
şehreminliği de yapan Cemil Topuzlu Paşa'dır. turduğu bir meslek grubuydu. Saç ve sakal tıra­
1 886'da yüzbaşı rütbesiyle Mekteb-i Tıbbiye-i Şl dışında bir berber, deri hastalıklarını tedavi
Askeriye'den mezun otmuş ve Paris'te Profesör edebilir, diş çekebilir, cerrahlık ve sünnetçilik
Pean 'ın yanında asistanlık eğitimini bitirdikten yapabilirdi. Ayrıca berberlerin bu meslek dalla­
sonra, t 890'da Haydarpaşa Hastanesi'ne ope­ rı için gerekli tıbbi ilaç ve merhemleri de imal
ratör olarak tayin edilmiştir. Cerrah yerine ope- edip halka satma yetkileri vardı.

1 96 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Eski usul berber traşı, pratik açıdan basite indirgenmiş bir saç-sakal kesme işlem{ydi. Tanzimat sonrastnda gündelik hayata
yerleşen moda kavramı, bu işlemi müşteri beğenisini dikkate alarak zenginleştiren modem perükdrlık mesleğtiıi doğurdu.

Tanzimat'tan so rtr'a açılan modern okullar, rün şekillendirdiği bir alışkanlıklar ve değerler
berberlik türü meslek gruplarının parçalanma­ bütünü olan bu görgü, kısa sürede yapısal de­
sına neden oldular. Bu parçalanmadan bağım­ ğişim geçiren meslek kollarına da yansıdı. Ber­
sız meslekler doğdu. öte yandan bu okulların berler için böyle bir değişimin anlamı, öncelikle
ilk öğrencileri, berber ve attar dükkanlarından kendisini modern mekanlara bağımlı hisseden
yetişme , becerikli çıraklardı. Gördükleri kısa sü­ bu yeni insan tipine uygun ortamı hazırlamak­
reli eğitimden sonra berber çırakları cerrah ve tı. Nitekim, mesleklerini kahvehane köşelerin­
dişçi; attar çırakları da eczacı diploması alarak de icra eden bazı eski berberler, zamana ayak
meslek hayatına atıldılar. uydurup kendi dükkanlarını açmaya başladı­
Modern berberlik mesleği ise, tam anla­ lar. Bu yeni dükkanların iç düzenlemeleri de
mıyla il. Abdülhamid döneminde ortaya çıktı. Avrupa modeline göre yapılıyordu; duvarlara
Bu mesleği modernleştiren okul eğitimi değil, aynalar ve raflar asıldı, kahvehane peykesi ye­
gündelik hayat içinde olgunlaşan toplumsal rine arkalıklı berber koltukları, büyük leğenler
görgüdür. yerine de küçük tıraş tasları ve fırçalar mesle­
1 9 . yüzyılda ortaya çıkan yeni insan tipi, ğin yeni araç gereçleri arasına katıldılar. öte
çağdaş görgünün de mimarıydı. Modern kültü- yandan tıraş yöntemi de değişti. Eskiden nıüş-

MODERNLEŞME ÇA<'.ılNDA OSMANLI MESLEKLERi 1 97


teri, kurbanlık koyun gibi başını berberin dizi- ise, artık kendisini eski meslektaşlarından ayır-
ne dayar ve sakal tıraşı olurdu. Bu ilkel yöntem mak için perükdr adını kullanıyordu. il. Meşru-
bırakıldı, çünkü iskemle ve koltuk türü Avrupa tiyet sonrasında perükar salonları altın devirle-
eşyası, konaklardan sonra esnaf dükkanlarına rirıi yaşadılar. Avrupa modasını yakından izli-
da girmişti. Diğer taraftan berberlik mesleğinin yorlar, Kaiser Willhelm bıyığı ve Fransz ]oseph
modernleşmesi, yalnızca bu tür yeniliklerle sı- tarzı sakal tıraşını başarıyla yapabiliyorlardı.
nırlı kalmadı; dış görünüşleri açısından hamam Ne var ki bütün bu gelişmelere rağmen lstan-
tellaklarına benzeyen geleneksel berber ve çı- bul'da kadın berberleri henüz dükkanlarını
rağı, Abdülhamid döneminde baştan tırnağa açamamışlardı. Mesleğinde isim yapmış Rum
bir kıyafet reformu geçirdi; peştemallar, takun- ya da Ermeni berberler, konaklara çağrılırlar ve
yalar çıkartıldı, beyaz iş gömlekleri kullanılma- hanımefendilerin saç tuvaletleriyle meşgul
ya başlandı. Ortaya çıkan bu yeni berber tipi olurlardı.

Şifalı ot toplayıcılar, lstanbu/'un sağlık hayatmı kontrol eden Mısır Çarşısı attarlanna bağlı olarak çalışırlardı. Den·n bıJ· cabiat
bilgisine sahip bulunan bu zümrenin, manevi köklen· tasavvef kültün/ne uzanan çok zengin bir dünya/an vardı. Tabiata ve
insana ait bu bilgiyumağından hem bir hayat tarzı hem de bunu kuşatan panteist bir düşünceyapısı oluştıınnuşlardı.

1 98 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


VI

Klasik Osmanlı attar geleneği, modernleşme


çağı boyunca varlığını korumuştur. İstanbul hal­
kının gözünde bu mesleğin adeta bir dokunul­
mazlığı vardı. Bu yüzden attar esnafının merkezi
Mıstr Çarşısı, 1 9. yüzyılın sonlannda bile ticari
pazardan çok, kutsal bir tapınağı andırmaktaydı.
Esnaf, burada yalnızca şifalı bitki satmaz, bir çe­
şit halk hekimliği de yapardı. Geleneksel hekim­
liğin bu bozulmamış biçimi, modem eczacıltğın
doğuşundan sonra da yaşamını sürdürmüştür.
ilk modern eczahaneler, şifa arayanlara pozitivizmin reçetelerini
Modem Osmanlı eczacılığı, geleneksel at­
sundular. Bu reçetelerde arkaik kültüre ait din.folklonmun ritüelleş­
tarlıktan eğitim yoluyla dönüştürülmüş ve so­ miş çözümlen· değıl, modem tıbbın pratik sonuçlan kayıtlrydı.
nuçta kendi kökeninden bütünüyle koparak ba­
ğımsız bir meslek durumuna gelmiştir. Başlan­ mektebiyle birlikte 1 909'da öğretime başlayan
gıçta, Dr. Bemard'ın çabalarıyla 1 839 'da kuru­ Eczacı Mekteb-i Alisi ise, bu mesleğin temelleri­
lan Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane'de he­ ni atan kurumların son büyük halkasıdır.
kimlik yapabilme niteliklerinden yoksun öğren­ Eczacılık mesleğine, Osmanlı gündelik ha­
cilerin kabul edildikleri eczacılık şubesi, yalnızca yatında çok yönlü bir işlev yükleyen kuruluşlar
asker eczacıları yetiştiren bir okul görünümün­ hiç kuşkusuz eczahanelerdir. Kırım Savaşı'ndan
dedir. 1 840'ta okulu bitiren ilk mezun Ahmed sonra sayıları hızla yükselen bu kuruluştan işle­
Mustafa Efendi'yi di gerleri izler ve Kırım Sava­ tenler, Rum, Yahudi ve Ermeni cemaatlerine
şı' nda ordu kademelerinde görev yapabilecek mensupturlar. Dönemin geçerli ahlak anlayışıııa
bir asker eczacı kuşağı oluşur. Genellikle meslek göre Müslümanlar'ııı bu dükkanlara uğramaları
hayatları askeri hastanelerde geçen bu kuşağın pek doğru sayılmaz, hatta Müslüman kesimin
etkinlikleri gündelik hayatta gereğince etki ya­ yoğun olduğu İstanbul semtlerinde azııılık ecza­
ratmaz. Oysa 1 867'de Mekteb-i Tıbbiye-i Mül­ cılarının işyeri açmalarına izin verilmezdi. Böyle
kiye-i Şahane adıyla açılan sivil okuldan mezun bir kuralın uygulamada gereken sonucu verdiği
olan eczacılar, o tarihte istanbul'da etkinlik gös­ şüphelidir. Nitekim l 888 'den sonra açılan ilk
teren eczahanelerde staj yaparak hem pratik Türk eczahanelerirıe de gerekli ilgi gösterilmedi
kazanırlar, hem de halkın gözünde bu yeni ve Kumkapı'da Ali Kadri 'nin, Avrat Pazarı'nda
mesleğin temsilciliğini üstlenirler. Arif Kalfa'nın işlettiği dükkanlar kısa sürede ke­
ilk sivil Osmanlı eczacısı, Mekteb-i Tıbbi­ penklerini indirdiler. Bu başarısız deneyim ardın­
ye'yi 1 8 70'te bitiren Yasef Moiz adlı bir Musevi dan 1 890'da Ahmed Hamdi Bey tarafından Zey­
gencidir. Müslüman kesim bu yeni mesleğe pek rek'te açılan Eczahane-i Hamdi; aynı yıllarda
rağbet etmez ve Osmanlı eczacılığı bütünüyle Bekir Ziya'nın Divanyolu'rıda işlettiği Eczaha­
azınlık cemaatlerin tekelinde kalır. Dişçilik ne-i Z{ya; l 895'te Aksaray'da tcıııellcri atılan

MODERNLEŞME ÇAGıNOA OSMANLI MESLEKLERi 1 99


Attarlar !stanbul halkının gündelik hayatında den·n izler bırakmış bir meslek zümres(ydi. Dükkan/an birer sohbet mekd111, bu
sohbet halkasına katılanlar ise toplumsal kültürün devamlılık bilincine sahip drjf kişi/er(ydi. Bu açıdan attarlık mesle/Jı;
ya/111zca kendi kurallannı değil estetik düşünce ve güzel sanatlanrı son derece incelmiş hassas dünyasını da inşa ed(yordıı.

Eczahane-i Edhem Pertev; Hacı Hamdi ve Beşir Çarşısı'ndaki attar dükkanlarıydı. Kapıdan gi­
Kemal Beyler tarafından 1 898'de Bahçekapı'da rişte reçete kabul yeri ve arkasında da laboratu­
açılan Halep Eczalıanesi ve Beşiktaş'ta Mehmed var yer alırdı. Bu laboravutarlar, Osmanlı gün­
Kazım Bey'in kurduğu Eczalıane-i Melımed Ka­ delik hayatını önemli ölçüde etkileyen buluşla­
zım adlı işletmeler, Türk eczacılık tarihinde kalıcı rın yapıldığı yerlerdir. tik müstahsarlar bu kü­
bir etki bırakmışlardır. özellikle bu eczahaneler çük laboratuvarlarda imal edildiler. 1 880'ler­
Mekteb-i Tıbbiye'yi bitirenler için mesleğin asıl den sonra müstahzarat piyasası, attarların ge­
öğrenildiği yerlerdi. Ayrıca Müslüman kesimin, leneksel piyasasını ele geçirmeye başlamıştı.
attar dükkanlarından çok eczahanelere rağbet Eczacı Hamdi Bey' in yaptığı Kola Hamdi ve
etmeye başlamasında önemli rol oynamışlardır. Elixir Digestjf Hamdi adlı müstahsarlar, kısa
İstanbul eczahanelerinin ilk modeli, Mısır sürede ilgi uyandırdılar ve bu ilgi Edhem Per-

200 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


tev'in ünlü Pertev Şurubu ile artarak sürdü. ···················�··················

Tıbbi müstahzaratın gündelik hayata gir­ : Ethem Pertev Müstahzeratı imalathanesi P. 2

mesi dikkat çekici sonuçlar doğurmuştur. Birin­


cisi; ekonomik açıdan bu ilaçlara gösterilen rağ­ i*
:

Ahalimizce

bet, eczacılık mesleği içinde farklı zihniyetleri or­ zaten maruf
1 olan
taya çıkartır. Prof. Turhan Baytop'a göre: "Müs­ :

ETHEM
PERTEV
tahzarlar ilaçlann zamanla aktarlarda, dük­ 1 ıunııııımmıı

kanlarda ve hatta ecza depo/annda (eczane.fi­ •
1 �kolcmy
Krem Perttv, Kımn.atikPertev, Perte.v � toın , Perlav dit 1111cw11ı,
Pertev tullet ve çocuk aı.hi pudnlan blUilıı ailelerin l�i s4fttte nhhafuıi lll1lhafua
yatının altında) satışa çıkartılması, 19. yüzyı­ ...... .................................
lın sonlanndan itibaren eczacı/an mô.!i sıkıntı­ Edhem Pertev Müstahzeratı, Osmanlı pozitivist düşüncesinin
Cumhunjet'e bıraknjfı başlıca miras arasmdaydı. Yaratıcılık ruhu ile
lara sokmuş ve eczacının 'ilaçyapan ' meslek
pratik çözüm anlayışını kaynaştıran bu ürünler, her ailenin
sahıbiyen'ne 'ılaç satan · kişi durumuna gelme­ kendinden bir parça saydıjfı toplumsal rağbeti temsil ettiler.
sine neden olmuştur. " ikinci sonuç ise, üzeri eti­
ketli gözalıcı şişeler içindeki bu müstahzarlann, VII
birer modern yaşam simgesi değeri kazanmala­
ndır. özellikle ecza laboratuvarlannda imal edi­ 1 850'ler istanbulu'nda, Avrupalı gravür­
len kozmetikler, gündelik hayatta moda kavra­ cüler yeterince tanınan sanatçılardı. Yabancı el­
mının yerleşmesine yol açmışlardır. çilik heyetlerinde mutlaka bir ressam bulunur­
Bütün modern meslek kollan gibi eczacılık du. İstanbul manzaralarını kağıda geçirmek,
da, kendi içindeki kültürel dolaşımı başlıca iki ayrıca kazançlı bir işti. Bu yüzden Paris ve Ve­
koldan sağlar: Mesleki dernekler ve yayın or­ nedik'in sokak ressamları, şanslarını denemek
ganları. Charles Bonkowski başkanlığında için istanbul'a gelirler, yaptıkları resimlerle
1 8 79'da kurulan ilkilernek, Cemiyet-i Eczaci­ hem Avrupa'daki yayınevlerinden yüklüce pa­
yan der Asitane-i A l(Y.Ye dir. Bu dernek, bütü­
'
ra kazanırlar. hem de kamuoyundaki Doğu ef­
nüyle yabancı eczacıların yönetimi altındaydı. sanesini canlı tutarlardı. Fakat Ernest de Caran­
Türk eczacıları ise ilk derneklerini 1 9 09 'da za 'nın istanbul'daki işi, diğerlerinden oldukça
Dev/et-i Osmaniye Eczacı/an Cemiyeti adıyla farklıydı: Fotoğraf çekmek.
kurdular. ilk mesleki yayın organlarında öncü­ lstanbul'un ı 8 5 2 'de Caranza tarafından
lük, azınlık eczacılanndır. 1 8 79'da çıkan jour­ cam üzerine alınan ilk görüntüleri, Taksim Kış­
na! de la Societe de Phamıacie de Constanti­ lası ve Kasımpaşa·ya aittir. 1 853'te ise )ames
nop/e'u; 1 888'de Pierre Apery'nin yayımladığı Robertson ve yardımcısı Felice A. Beato aynı işi
Revue Medico-Phamıaceutique izler. Türk ec­ sürdürürler. Kırım Savaşı'nın patlak vermesiyle
zacıları n ç ı karttığı i l k m e s l e k dergisi i s e Robertson'ın objektifi, dünya tarihine ilk savaş
1 9 1 1 ' d e Eczacı adıyla yayın hayatına girer. fotoğrafları olarak geçen sahneleri çeker. Ro­
Böyle bir kültürel dolaşım, hem amatörler için bertson 'ın fotoğrafları tamamen belgesel nite­
pozitif dünyaya açılan bir kapı olmuş, hem de likte olup bu yeni mesleğin Osmanlı gündelik
modern Osmanlı meslek anlayışının sağlam te­ hayatındaki işlevini de saptarlar.
mellere oturmasını kolaylaştırmıştır. Abdu//ah Biraderler adıyla tanınmış fotoğ-

MODERNLEŞME ÇAGINDA OSMANLI MESLEKLERi 201


sında Sebah ve /oai//ier, Jskende.r ve Weinberg,
belgesel türün seçkin temsilcileri sayılırlar. Di­
ğer yandan estetik stüdyo fotoğrafçılığı da Sen­
der ve Othmar'ın öncülüğünde gelişir.
Sokaktaki Osmanlı insanı, fotoğraflıaneye
1 880'lerde ayak atmıştır. Bu stüdyolarda her
türlü ihtiyaca cevap verebilecek dekor ve kos­
tüm bulunurdu. örneğin bir Babıali katibinin
fotoğrafı için gerekli dekor, hemen hazırlanır ve
katip efendi bütün ciddiyetiyle, üzeri kitaplarla
dolu masanın başında objektife poz verirdi.
Servet-i fünun döneminin melankolik sanatçı
fotoğrafları bu tür bir atmosfer içinde doğdu.
Anadolu ' dan gelenler için ise, stüdyolarda
mutlaka mahalli kıyafetler bulundurulurdu.
Stüdyo fotoğrafçılığı, sokaktaki Osmanlı insa­
nının-doğallığını bozmuştur. Bu yüzden paşa­
ların, temsil ettikleri makama yaraşır ciddiyet­
leri Mekteb-i Sultani öğrencilerine de yansımış
ve bütün bir toplum, donuk gözlerle objektife
bakmıştır. Aile fotoğrafları ise Abdülhamid dö­
neminin sonlarına doğru yaygınlaşır ve kadın,
Fotoğrqfçı, J9. yüzyılda gündelik hayata hiç beklenmedik bir anda çar­
ancak kocasıyla birlikte albüme girer.
pıveren kuyrukluyıldız gibfydı: Bu şaşırtıcı misefir Osmanlı insanına.
yaşadığı gelenekse!Jantazyamn ilk gerçek göriintüleniıi sunuyordu. Fotoğrafçılığı, Osmanlı modernleşme çağı­
nın en tipik mesleği olarak kabul edebiliriz. Ne
raflıaneyi ilk kuran ve bu işi istanbul'da bir cerrahlık ve eczacılık gibi geleneksel meslekler­
meslek olarak benimseyen kişi, Ermeni asıllı den devşirilmiş, ne de bir eğitim kurumunun
Abdullah Şükrü Efendi'dir. Abdülaziz ve Ab­ desteğiyle ortaya çıkmıştır. Bütünüyle teknik
dülhamid dönemlerinde saray fotoğrafçılığı bir buluşun ürünüdür ve bu özelliğiyle ı 9. yüz­
yapmıştır. Henüz bu mesleğin adı, gündelik di­ yıl Osmanlı dünyasını baştan aşağı değiştiren
le yerleşmediği için kendisine saray tarafından gazetecilik mesleğine benzer.
verilen unvan, Ressam-ı Hazret-/ Şehriya­ Modernleşme çağında Osmanlı meslekleri,
n�ydi. Daha sonra bu unvan Apo//011 Fotoğrqf­ doğum ve ölümü aynı anda yaşamışlardır. Ölen­
hanesi sahibi Phebus Efendi'ye geçmiştir. lerin mirası, yaşayanlar tarafından reddedilme­
ı. Meşrutiyet'ten önce Beyoğlu' unda açı­ dikçe, bilgi ve tecrübe, insan ile gündelik hayat
lan ilk fotoğraflıanelerin müşterileri, Levanten­ arasındaki en sağlam köprüyü kurabilmiştir.
ler ve saray çevresidir. ı 865'ten sonra sayıları
giderek artan bu fotoğraflıaneleri işletenler ara- Gergedan, 1 4 (Nisan ı 988), s. 80-83

202 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


TÜRK KÜLTÜRÜNDE
DOGA KAVRAMININ EVRİMİ
VE İSTANBUL BAHÇELERİ

Günümüzde teknoloji tanrılarının yarattığı Ağaç, ırmak, göl, dağ, hatta belirgin bir şekle
ölü doğayı insanlık cenneti olarak görmek, te­ sahip kaya parçaları, göçebe Türk boylarının
davisi zorunlu bir uygarlık hastalığı sayılıyor. şamanistyer-su kültünü oluşturan kutsal doğa
Oysa 1 9 . yüzyıl sonlarında, teknolojik bir ru­ elemanlarıdır. Başlangıçta bunların her birine
hun varlığına inanan pozitivist din, tanrısal doğrudan Tanrı niteliği verilip, ibadet edilmiş­
cenneti yeryüzüne indirdiğini açıkça öne sürü­ ken, zamanla maddeleşmiş Tanrı düşüncesi,
yordu. insanoğlunun kendi mutluluğu için kur­ kutsal ruhun madde içine girerek ona insan
duğu bu yapay cennette mutsuzluğu tanıması, özelliği kattığı kişileştirilmiş doğa anlayışına
ekolojik bilincin ten� llerini atmıştır. Doğa kav­ dönüşmüştür. Abdülkadir inan, bu kişileştiril­
ramını, insan yapısı bir cennet dekoruna dö­ miş doğa anlayışının çerçevesini şöyle çizer:
nüştüren uygarlığa ilişkin kuşkular, bir bakıma "Şamanist/ere göre bütün dünya ruhlarla do­
bu bilincin ürünüdürler. Çağdaş toplumun doğa ludur. Dağlar, göller. ırmaklar (yer-su) hep
ile barışma çabalannı, ekolojik bilinç ölçeğinde canlı nesnelerdir. Takdis ettikleri Alaş, Tan­
gözlemlemek, insanlığın çocukluk döneminden nau, Hangay, A ltay dağları, Abakan, Kem
kalma bazı görüntülerin de canlanmasına yol (Yenisey), Katun, Bey Sütgöl ırmak ve gölleri
açmaktadır. Bu görüntülerde, geçmişe ait me­ şamanistler için yalnız coğrefi isimler değil,
rak ettiğimiz insan-çevre ilişkisinin hikayesi Jakat konuşan, duyan, evlenen, çoluk çocuk
gizlidir. salubi varlıklardır. Bir şamanistin dağlardan
Doğa, göçebe toplum inancına göre, insan ve ırmaklardan bahsettiğini dinlerken bunun
gibi hareket edebilen, cezalandırıcı ya da bağış­ gözle görülen dağlardan ve sulardan mı. yok­
layıcı kişiliğe sahip tannsal bir öze sahiptir. Or­ sa bu coğrqfi isimleri taş{Yan insanoğulların­
ta Asya Türkleri, tannlann dağlarda oturdukla­ dan mı balısettiğinıJarketmek güçtür; ruh.
rına inanırlardı. Bu inanç şamanist bir karekter bizzat dağdır,· dağ, bizzat ruhtw: "
taşır ve doğaya kutsallık merceğinden bakar. Göçebe Türk insanının yaşadığı ortanı , do-

TÜRK KÜLTÜRÜNDE DOGA KAVRAMININ EVRiMi VE ISTANBUL BAHÇELERi 203


noktalarda tam anlamıyla kalıcı bir inancın
doğmasına da dönüşebilir. Örneğin Kayın ağa­
cı, şamanist Türkler için her zaman kutsal sa­
yılmış, koruyucu ana-tanrı Umay ile birlikte
Ülgen tarafından yeryüzüne indirilmiştir. Kut­
sal doğa anlayışının bir uzantısı olan bu ağaç
fetişizminin izlerine, Kafkasya'da yaptığı yol­
culuk sırasında Evliya Çelebi de rastlar: "her
sene bu drahtın altına gelüb bey ü şıra edüb
gidenler elbette bu ağacın etrqfına nice kerre
yüz bin balmumu veyılmumuyakıb her gece
çırağan edüb ayin-i bd:tıllan üzere ağaca ta­
parlar. " Göçebe Türklerin yerleşik düzene geç­
mesiyle doğa kavramı, kültürel evrim aşama­
sında yeni bir içerik kazanır. lslamiyet bu içeri­
ği soyut Tanrı düşüncesiyle kuşatmış ve artık
Doğa ve insan varlığının lstanbul ölçeğz'nde birbiri içinegeçmesi, açık
ifadesini Vahdet-i vücud düşüncesinde bulan bir hayat tasarımı doğamn maddi kişiliği değil, onu yaratan Tan­
ortaya çıkartmıştı. Bu açıdan şehniı gündelik hayan, Doğuya ait bu
rının varlığı kutsal sayılmıştır.
köklü irfan geleneğziıiyaşatan bir kültür ortamından ibaretti.
Yerleşik toplumlardaki doğa anlayışı, şehir

ğanın kendisiydi. Çevresini kuşatan bu ruhlar hayatının getirdiği bazı zorunlu sınırlamaların

dünyası içinde korku ve saygının birbirini bü­ etkisiyle geçmişteki kutsal niteliğini kaybeder.

tünlediği gündelik hayatını, yurt bildiği doğa­ Doğaya karşı insanoğlunun koyduğu ilk sınır,

nın kucağında yaşamıştır. B,u hayatın somut korunma içgüdüsünün sonucu olan kale ve

izlerini göçebe kültürün dil hazinesinde bulmak onu çevreleyen surlardır. Anadolu 'nun ı 6 .

mümkündür. özellikle çiçek ve renk adlan ko­ yüzyıl sonlarına kadar süren klasik döneminde

nusunda hiçbir yerleşik kültür dili Türkçe kadar şehir hayatı, doğayı surların dışında bırakır. Bu

zengin değildir. Bu dil zenginliği kimi zaman uygulama yaygın değildir; fakat geçerli olduğu

doğaya karşı ilkel bir korkunun, kimi zaman da bölgelerde insan-doğa sınırını somut biçimde

dini bir saygının sonucu ortaya çıkmıştır. En ti­ sembolize etmiştir. Kale duvarlarının hemen

pik örnek, avcılıktan hayvancılığa geçiş süre­ önünde başlayan doğa, geçimini çiftçilikle ka­

cinde kendini belli eder. Orman kültürü, henüz zanan insanlar için artık bir Tanrı yurdu değil,

avcılık aşamasındaki toplulukların inanç dün­ kendilerine Tanrı tarafından bağışlanan ve an­

yalarında yaratıcı bir ruhun barınağı sayılırken, cak işlevsel açıdan önem taşıyan bir tarla görü­

hayvancılıkla geçinen göçebe Türk boylan, ar­ nümüne dönüşmüştür. Kale içindeki yaşantı,

tık terk ettikleri ormanı kötü ruhların ülkesi ka­ bir bakıma gündelik hayattan kopartılmış do­

bul etmişler ve bu eski kültüre ilişkin kutsal ad­ ğaya bağımlı ise de, temel sorun düşmana kar­

landırmaları dillerine yansıtmışlardır. Doğa şı korunma ve böylece tarımsal üretimi sürdü­

kavramının gösterdiği bu değişkenlik, bazı rebilme anlayışında odaklaşır. örneğin Diyar-

204 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


lstanbul mahallelerinin en yaşlı sakinleri ulu ağaçlardı. Mahallenin merkezindeyer alan bu manevi semboller, hem geçmişe
uzanan köklenyle toprağa bağlılık duygusunu, hem de bürün zamanlan aşan varlıklanyla kolektifbilinçaltmdaki nizam-ı alem
düşüncesini temsıl ediYorlardı.

bakır, böyle bir analayışın izlerini taşıyan ve çenin içine yerleştirilmiş kır evine benzer. Do­
insan-doğa ilişkisinirfarasına korunma içgüdü­ ğa-şehirlerinin tipik görüntüsü de aslında bu­
sünün sınırlarını çeken tipik bir yerleşim birimi­ dur. Çevrelerini kuşatan doğayı yıkarak geniş­
dir. Askeri amaçlı kale-şehirlerin insan hayatını lemek yerine, onu kendi bünyeleri içinde deko­
doğadan bağımsız bir koza içine almaları, bü­ re ederek yaşatırlar. Bu yüzden İstanbul, hiçbir
yük ölçekli tarımsal etkinlikleri surların dışında döneminde ağaçsız ve bahçesiz kalmamış; do­
bırakarak sur içinde küçük çaplı bahçe tarımı­ layısıyla yeşil alan bakımından Ortaçağ şehirle­
nın gelişmesine yol açmıştır. rinin son büyük temsilcisi olma özelliğini koru­
Bahçe, insan eliyle dekore edilmiş doğadır. muştur.
Başta İstanbul gelmek üzere Türk şehirleri 1 9 . Osmanlı şehir kültüründe doğa kavramı,
yüzyıl ortalarına kadar dekoratif doğaya sahip bahçe-konut ilişkisinde somutlaşır. Konut da­
çıkmışlar ve bu temel özellikten kaynaklanan ima bahçe ile organik bir bütünlük kurar. Os­
koruyucu bilinci yaşatmışlardır. İstanbul, Av­ manlı klasik döneminde varolan çevre bilinci,
rupa'nın büyük yerleşim merkezlerine oranla bir bakıma bu bütünlüğü korumak anlamına
çok daha gelişkin bir bahçe şehriydi. Osmanlı geliyordu. Bir İstanbullu için doğanın tahribi
kültürü ev ile bahçeyi bir bütün olarak kabul demek, konut-bahçe bütünlüğünü kuran has­
etmiştir. Bu anlayışa göre şehir, büyük bir bah- sas dengenin bozulması demekti. Başka bir de-

TÜRK KÜLTÜRÜNDE DOGA KAVRAMININ EVRİMİ VE İSTANBUL BAHÇELERİ 205


Sa 'dabad, doğanın insan el(yle lstanbu/'da düzenlenmiş ılk dekorat!fbahçe ömeği idi. 1730 ayakla11ması bu Doğu-Batı kanşımı
şekilciliğiyerlebir ederek, gele11eksel mesire kültüni11e dö11üşü11 yollarmı açtı. Sa'dabad'm yıkılması, erke11 doğmuş reformcu
düşünce11in kamuya açık alanlarda11 gen· çekilerek bir süre daha Saray'ın duvar/an arasında olgunlaşmasını zorunlu kılmıştı.

yişle, dekoratif doğanın sahip olduğu dokunul­ !ar. Kuşkusuz böyle bir yaklaşım, cemaat ya­
mazlık, Osmanlı şehirlerinin mekansal organi­ şantısı içinde bireyciliğin rolünü abartmaktır.
zasyonuna belirgin bir kişilik kazandırmış ve Oysa Osmanlı insanındaki çevre bilinci, Batılı
çevre bilinci bu kişiliğe sahip çıkarak her şehrin rasyonaliteye karşıdır ve doğada insan eliyle
kendi kimliğini bulmasına yol açmıştır. Anlaşı­ yaratılmış bir düzenleme yoktur. Bize bir çeşit
lacağı üzere bahçe-konut bütünlüğü şehir bün­ düzensizlik gibi görünen bu doğal irrasyonalite
yesinden bağımsız, kendi içlerine dönük edil­ aslında, Tanrı 'nın şekillendirdiği mantıklı bir
gen yaşam alanları değildi; tam tersine genel düzenlemedir. insan bu düzene uyduğu sürece
dokuyu şekillendirici bir özelliğe sahiptiler. ör­ çevresini tanır ve ona uyum sağlar. Osmanlı
neğin İstanbul sokakları bu şekillendirme özel­ çevre bilincinde Tanrı'nın gölgesini görmemek
liğinden fazlasıyla paylarını almışlardır. Avru­ olanaksız. Ne var ki bu etkiyi fazla abartmak
palı şehirciler, istanbul'un çıkmaz sokak olgu­ da doğru değil.
sunu bir Doğu irrasyonalitesi sayarlar. Bu dü­ Doğada simetri yoktur. Osmanlı kültürü­
şünceye göre Doğulu insan, içinde yaşadığı nün yarattığı dekoratif doğada da simetriye
mekan, sokak dokusuna göre konumlamaz; rastlanmaz. Geometrik şekilcilik, tam anlamıy­
tam tersine önce konutu inşa eder ve ardından la bu dekoratif düzenlemeye yabancı kalmıştır.
onu bir çıkmaz sokak ile şehir bünyesine bağ- Belirli şekillerin yarattığı sınırlı etki yerine, do-

206 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Batı tarzı bahçe düzenlemesı; doğayı uzaktan bir tablo gıbi sryredebilme imkanı yaratan ptyzqj mılnaıisılıin ürüm{ydü. Gele­
neksel kültürdeki doğaya kolektifkatılım ilkesiyen'ne, pasif bir temaşa ileyetinme anlayışmm rağbet bulması, qy111 zamanda
üst tabakayaşantısım şehnn gündelik hayatmdan koparan aşılması güç bir değerler engelinin varlığma işaret ed(yordu.

ğal görüntünün bütününe duyarlı Osmanlı çev­ yışına bağlıdır. Tarihiıııizde Lô.le Devn' adı veri­
re bilinci açısından bahçe-konut kompozisyonu len bu dönemde doğa kavramı, işlevsel ve este­
içinde oluşturulmu,ıı . dekoratif mekanların tik olmak üzere iki ayn kategoriye bölünür. Os­
mantığa değil, duyguya seslenecekleri açıktır. manlı orta tabakası için dekoratif doğa işlevsel­
Nitekim 1 9 . yüzyıl şekilciliğine karşı beliren dir; esnaf sınıftan bir lstanbullu, bahçesindeki
hoşnutsuzluğun altında, bu duygu dünyasının ağaçlara Tanrı nimeti saydığı meyvalan ve sağ­
parçalanması yatar. Günümüze kadar gelen ladığı gölge bakımından işlevsel bir gözle ba­
Osmanlı mirası arasında, klasik dönem çevre kar. Oysa Saray kültürüyle yetişmiş bir üst ta­
bilincinin bu duygusal özü de vardır. İstanbul, baka yöneticisi için dekoratif doğa artık bir süs
ne zaman modern şekilcilik açısından ele alın­ öğesidir. Dönemin üst tabaka modası, doğa
sa, "şehrin parçalanan doğası" , nostaljik bir te­ kavramını estetize edilmiş bir /ô./ezar'ın güzel­
ma olarak ortaya çıkar. lik dünyasına indirgeyerek bütün bir yaşam
Osmanlı klasik çevre bilinci için tehlike çevresini bu sınırlı mekandan ibaret saymaktır.
çanları, 1 8 . yüzyılın sonlarına doğru çalmaya öte yandan dekoratif doğa ilk defa Lô.le Dev­
başlamıştır. Daha yüzyılın başında Avrupa et­ ri'nde maddi bir yatırım alanı olur. Estetize
kisi taşıyan ilk belirtiler, Saray kültürünün es­ edilmiş doğadan zevk alan züıııre çok geçme­
tetize doğa anlayışına yönelmesiyle gün ışığına den bu dekoratif güzelliği yaşatmakla görevli
çıkarken henüz orta tabaka işlevsel doğa anla- hizmet sektörünü de yaratır. Bahçıvanlık mes-

TÜRK KÜLTÜRÜNDE DOGA KAVRAMININ EVRİMi VE ISTANBUL BAHÇELERi 207


leği profesyonelleşir ve çiçek türleri ile bakımı !aşmanın somut sınırlarına dikkati çekmekte­
üzerine yazılmış Şükijfenlime'ler bu dönemde dir: "Natüralist bahçe doğanın biraz işmenmiş
önem kazanırlar. bir bölümünü teşkil eder ve bazı retuşlarlaye­
1 9 . yüzyıla gelindiğinde ise işlevsel ve es­ tinirken, mimari bahçe, mimari elemanlarla
tetik doğa anlayışları Osmanlı kültüründe tam çevrelenmiş, oldukça küçük bir çevre içinde,
anlamıyla karşıt kutuplara çekilmişlerdir. işlev­ kendinegöre sun 'i bir varlık yaratmaya çalış­
sel doğa anlayışı önemini kaybetmez; fakat or­ mıştır. ( . .) Miman· bahçeden natüralist bah­
ta tabakanın karşılaştığı iktisadi engeller yü­ çeye geçiş dereceli değil anidir. Bir tak, bir
zünden varlığını sürdürebilecek maddi destek­ kapı, bir merdiven, iç bahçeden dış bahçeye
ten yoksun katır. Parasal kaynaklan giderek ya da doğaya götürür. " Avrupa kökenli esteti­
zayıflayan işlevsel doğa anlayışı, sarsınu geçi­ ze şekilcilik, 1 9 . yüzyılda Osmanlı insanının
ren mahalle hayatıyla birlikte kendi kaderine doğaya açılan kapılarını yan yarıya kapatmıştı.
terkedilir. Oysa diğer tarafta estetize doğa anla­ Bunun sonucunda ortaya çıkan işlevsel doğa
yışı, maddi kaynak üstünlüğünün sağladığı ge­ karşıtı tavrı, Gönül Aslanoğlu Evyapan'ın vur­
lecek güvencesi altında aşın bir süslemeciliğe guladığı gibi, "Formel Batı bahçe etkisi aşın
ve bunun doğal sonucu olarak da barok şekilci­ olduğU durumlarda, bahçeyi içinde yaşanılır
liğe varır. bir mekan olmaktan çıkar.mış, konuttan sey­
Mimar Melling, Beşiktaş Sarayı bahçesin­ redilebilecek bir tablo durumuna getir.miştir.
de klasik Osmanlı doğa anlayışına ters düşen (. . .) Hatta böylesine uygulamalarda doğayı
barok labirent uygulamasını gerçekleştirdiğin­ hiçe sayan tutum sezinlenebilir", biçiminde
de, dekoratif açıdan görüntü tam anlamıyla bir somutlaştırmak mümkündür.
süs olgusuna dönüşmüştür. 1 9 yüzyılda saray­ Modern Osmanlı çevre bilinci Tanzimat'la
ların hasbahçeleri, Avrupa şekilciliğinin uygu­ birlikte doğmuş ve pratikte belediye örgütleri
landığı deney alanlarıydı. Dekoratif doğaya Ba­ tarafından temsil edilmiştir. Klasik dönemde
tı rasyonalizminin girişi, önce geleneksel doğa doğayı değerlendirme biçimi, büyük ölçüde şe­
kavramını yıkmış ve ardından klasik Osmanlı hir halkının katılımıyla gerçekleştirilirken, Tan­
çevre bilincini modernleşme sürecine sokmuş­ zimat'ın getirdiği modern kurumlaşma ilkesi bu
tur. Üst tabakanın doğa kavramını insan eliyle özelliği geçersiz kılmış ve çevre bilincini, beledi­
şekillendirilebilecek bir ham madde olarak algı­ ye örgütlerinin yetki alanı içine giren bir konu
laması, 1 9 . yüzyılda Batılı bahçıvanların saray olarak değerlendirmiştir. İstanbul örnek alınır­
bahçelerinde görevlendirilmeleriyle sonuçlanır. sa, 1 9. yüzyılda artan nüfusun çevre sorunları­
Sester, Fritz Vense! ve Koch Munika gibi peyzaj nı, merkezi bir örgütlenmeyle çözmeye çalış­
uzmanlarının Beylerbeyi ile Dolmabahçe Sa­ mak tek çıkar yol gibi görünür. Şehir halkı deği­
raylarında yaptıkları şekilci çalışmalar, gele­ şen çevreye artık seyirci kalmakta, yeni uygu­
neksel doğa kavramından uzaklaşmaya verile­ lamalara doğrudan katılmak yerine yalnızca
bilecek tipik örneklerdir. Sedad Hakkı Eldem, yapılanları izlemektedir. Doğa ile insan arasına
mimari bahçe ile natüralist bahçe arasında yap­ bu dönemde modern belediye örgütü girmiş ve
tığı temel sınıflandırmaya dayanarak bu uzak- doğa kavramı ancak şehir planlaması açısından

208 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


önem taşımıştır. 1 786'da Kauffer ve 1 802 'de
Melling'in yaptığı planlar, daha sonra 1 842 ta­
rihli Moltke planına zemin hazırlamakta ve ha­
rita üzerindeki bu çalışmalar lstanbul'un doğa­
sını eski görüntüsünden uzaklaştırıcı yapısal
düzenlemelere temel oluşturmaktadır. Moltke
planına göre sivil konutların inşasında ahşap
yerine kargir uygulama benimsenecek ve bina­
ların yapılacakları yeni mahalleler geometrik
düzene göre kurulacaklardır. Moltke'nin ilkeleri
1 848 tarihli Ebniye Nizamndmesı" nin şekillen­
mesinde rol oynar. Binaların yükseklikleri ve
yol genişlikleri için yeni standartlar saptanır. Is­
lahat-ı Turuk Komisyonu, bu standartları ls­
tanbul'un dışındaki tüm Osmanlı şehirlerinde
uygulamak görevini de üstlenir. Komisyonun
çalışmaları arasında yeni yol yapımları dikkati
çekmektedir. Babıali-Sirkeci arasındaki ana yol,
Unkapanı Caddesi, Mercan ve Fincancılar yo­
lstanbul hayatının verimli kültür topra,tına kök salan a,gaçlar, şehniı
kuşu, Sultanhamam ile Bahçekapı arasının dü­
ünlü minareleri kadar belirgin bir silueı de.gerine sahiptiler. Şehir
zenlenmesi, Karaköy Caddesi'nin yapımı bu Jolklorunu birer efsane kahramanı gibi zenginleşıiren bu a,gaçlar,
komisyonun ele aldığı projelerdir. Ayrıca Aya­ kendi hayaı hikdyeler(yle birlıkte şehn'n ranluiıe katılmışlardı.

sofya ve Beyazıt mex<lanlarının ihtiyaca cevap


verebilecek şekilde düzenlenip çevre yollarla mezbaha ve diğer tesisleriyle bu kirlenme oranı­
bağlantılarının gerçekleştirilmesiyle, istan­ nı arttırdı. Böylece istanbul'un tarihinde çevre
bul'un geleneksel görüntüsü değişmeye başlar. kirliliği ilk defa bu soruna çözüm için kurulan
1 85 8 'de Faris Belediyesi örnek alınarak bir örgütün yanlış uygulamalarıyla gündelik
kurulan A ltznct Daire-i Belediyye, Galata-Be­ hayata girdi. Bir başka gerçek, İstanbul sahille­
yoğlu bölgesini modern şehircilik anlayışına uy­ rinin geleneksel çöplük işlevini 1 9. yüzyılda da
gun bir biçimde ele aldı. Yollar genişletildi ve bu sürdürmesidir. Çöplerin denize dökülmesi pratik
amaçla 1 8 64 'de Galata surları yıktırıldı. Tak­ bir çözüm sayılmıştır. Tanzjfdt amelesi denilen
sim'deki Latin mezarlığı Şişli'ye taşındı ve yeri­ çöpçüler ise 1 868'den sonra lstanbul'un temiz­
ne park yapıldı. öte yandan bu çalışmalar sü­ lik işinde etkin rol alabilıııişlerdir. Sokaklar kıs­
rerken istanbul'da çevre kirliliğinin ilk belirtileri men de olsa temizlenmeye çalışılmış, atlı çöp
de görülmeye başlamıştır. Haliç, öteden beri kı­ arabaları bu amaçla hizmete sokulmuşlardır.
yısındaki semtlerin kanalizasyon sularıyla kir­ Operatör Cemil Topuzlu'nun l 908'dcn sonraki
lenmekteydi. Galata-Beyoğlu belediyesi bu so­ çalışmalarında çevre temizliği için arozözler kul­
runa çözüm bulmak yerine Haliç'e kurduğu lanılmış, ancak ı. Dünya Savaşı 'yla beraber bu

TÜRK KÜLTÜRÜNDE DOGA KAVRAMININ EVRİMi VE ISTANBUL BAHÇELERi 209


ğal kaynak açısından yetersiz duruma getir­
miştir. Orman varlığından dengeli bir biçimde
yararlanmak amacıyla 1 840'da Ticaret Nezare­
ti'ne bağlı Orman Müdürlüğü kurulmuş, Fran­
sa'dan ormancılık uzmanları getirtilmiş ve
1 869'da bir Orman Nizamnamesi çıkartılmıştır.
Bütün bu girişimler ne yazık ki, doğa tahribini
engeleyememiş, çevre bilincini temsil eden ör­
gütler yeterince etkili olamamışlardır.
Türk kültüründe doğa kavramı, göçebelik­
ten yerleşik düzene geçişte Tannsa!; Tanzi­
mat'tan sonra da insani içeriğini kaybedip bü­
tünüyle bürokratik bir soruna dönüşür. insan
ile doğa arasına yerleşen bürokrasi, çevre bilin­
cini değişen iktidar politikalarına göre ayarla­
dıkça, yeryüzü cennetini aramak, tatlı bir düş­
Bizans lstanbu/u'na l204 'deki Dördüncü Haçlı sefen· sırasında gelen
ten iiteye geçemeyecektir.
Fransız komutan Godefroi de Boui/lon 'nwı Büyükdere'de altına çadı­
nnı kurduğu efsanevi çınar. Dünü bugüne bağlayan buyedigövdeli
çınar grubu, modem şehirciliğin kör ba/talanyla kat/edildiğinde ls­ Çağdaş Şelıir, 1 1 (Ocak 1 9 8 8 ) , s. 1 6-20
tanbul, tanne tamklık eden enyaşlıyurttaşını kaybetmişti.

Kaynakça:
uygulama aksamıştır. ıı. Meşrutiyet'ten sonra
Clifford, Derek, A History efGarden Design, New York,
Cemil Topuzlu 'nun başlattığı yangın yerlerinin 1 963.

istimlaki ve elverişli alanların Avrupa örneğinde Denel. Serim, Batılılaşma Sürecinde lstanbu/'da Tasa­
nm ve Dış Mekıinlarda Değişim ve Nedenleri, An­
parklara dönüştürülmesi hızla gerçekleştirilir.
kara, 1 985.
önce Topkapı Sarayı bahçesinin bir bölümü Eldem, Sedad Hakkı, Türk Balıçelen-, lstanbul, ı 9 76.

Gülhane Parkı adıyla halkın hizmetine sokulur; Erdoğan, Muzaffer, "Osmanlı Devrinde lstanbul Bahçe­
leri", VakylarDergisi, V, s. 1 49-1 82.
bunu Sultanahmet ve Üsküdar'daki Doğancılar
Evyapan, Gönül Aslanoğlu, Eski Türk Bahçeleri ve
parklarının açılmalan izler. özellikle Eski lstanbu/ Bahçe/en-, Ankara, 1 972.
1 9 . yüzyılda her ne kadar ahşap yerine Evyapan, Gönül Aslanoğlu. Tarın içinde Fonnel Bahçe­
nin Gelişimi ve Türk Bahçesine Etkileri, Ankara.
kii.rgir konut yapımı desteklenmiş ve bu konu­
1 9 74 .
da birbirini izleyen pek çok kararname kaleme inan, Abdülkadir, Makaleler ve incelemeler, Ankara,
alınmışsa da, ahşap ev yapımı nüfus artışına 1 968.
inan, Abdülkadir, Tanlıte ve Bugün Şamanizm. Mater­
paralel olarak bütün hızıyla sürmüştür. Bunun
yaller ve Araşrınnalar, Ankara, ı 9 72 .
sonucunda orman varlığının tahribi önemli bo­ Osman Nuri, Mecel/e-i Umur-ı Beled(yye, 1, lstanbul,
yutlara ulaşır. Ormanlardan sağlanan kereste 1 338.
Topuzlu, Cemil, istibdat-Meşrut/yet Devirlerinde 80
ihtiyacının artışı yanında, odun kömürü kul­
Yıllık Hatıralannı, lstanbul, 1 95 1 .
lanma alışkanlığıyla, öncelikle lstanbul'un Yigitoğlu, Ali Kemal, Türk(ye'de OnnanC1!ığın Temelle­
odun talebini karşılayan Istranca bölgesini do- n; Şartlan ve Kuruluşu, Ankara, 1 936.

210 lSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


HAMAM'DAN BANYO'YA
PEŞTEMAL'DAN MAYO'YA TÜRK DENİZ KÜLTÜRÜ

Roma dünyasında Akdeniz, siyasi bir kav­ !umsa! gövdesine canlılık veren bozkır ruhuna
ramdı. imparatorluğun mare nostrum'u, lejyon adadığı bir döneme rastlaması, tarihsel gecik­
kanıyla kutsallaşan kahramanlık mitini şekil­ mişlik sorununu 1 9 . yüzyıl yenilikçilerine trajik
lendirmiş ve Bizans ticaret ahlakıyla yoğurarak biçimde yaşatmıştır. Bütünleşmenin yanında
Osmanlı gaza geleneğine miras bırakmıştı. parçalanmanın, uyumun içinde çelişkinin boy­
Anadolu insanı bu mirasın yalnızca Romalı ka­ verdiği bu olağanüstü yüzyılın kazanç ve ka­
rakterine sahip çıktı ve bozkır hayatını yeni bir yıpları, kimi zaman Tanrı gölgesinde, kimi za­
kültürün eşiğine getiren manevi sonsuzluğu, man da zabtiye kayıtlarında yaşanmış, ama
fethedilecek bir ülk�olarak gördü. Kahraman, sonuçta çerçevesi genişleyen toplumsal hayat,
kılıcın şavkı gözünü kamaştırdığında artık geri eski mitleri yeni ideallerin eleğinden geçirmesi­
dönemeyeceğini kavramış, Akdeniz'i Türk gö­ ni bilmiştir.
lü' ne çevirerek toprak kökenli miti canlandır­ Denizi, karadan izlemenin Osmanlı Kültü­
mıştı. Denizi göle çevirmek, kahramanlık miti­ rüne katkısı dolaylı yoldan oldu. Kıyı mimarisi­
nin, fethedilmiş topraklarda ruhunu saran pat­ nin, gecikmiş bir özlemi tüm nimetleriyle yaşa­
riarkal yabancılık duygusunu gidermek için mak istercesine, Boğaziçi' nde egemenlik kur­
buşvurduğu en kestirme çözümdü. ması, deniz ile insan yaratıcılığı arasıııdaki bu
insanlığın, savaş rüzgarlarına kapıldığı dö­ dolaylı ilişkinin ürünüydü. Ama gene de bu kül­
nemlerde tek boyutlu bir kültürlenme evrimi türel tabloda eksik renkler vardır. Birer mücev­
geçirdiği ne derece doğruysa, bu sürecin, ait ol­ her kutusunu andıran yalıların mutfaklarına,
duğu toplumsal kültür dokusunda sonradan or­ deniz ürünleri tüm zenginliğiyle girememişti.
taya çıkaracağı zayıf noktalarla bir tarihsel ge­ Beslenme konusunda eski alışkanlıklar sürer­
cikmişlik sorunu yaratabileceği de o derece ken, kafes ardında seyredilen Boğaz· ı , ruhun
doğrudur. Nitekim Osmanlı dünyasının deniz derinliklerine akan bir cennet ırmağı olarak düş­
kültürüyle tanışması, henüz tüm benliğini, top- lemek de en azından damak zevki kadar gele-

HAMAM'DAN BANYO'YA PEŞTEMAL'DAN MAYO'YA TÜRK DENİZ KÜLTÜRÜ 211


Osmanlı dönemınde kadının su kültürüyle ilişkisı; mesire geleneği içınde kalmak şartryla dolaylı yoldan saglanmıştı. Gündelik
hayatm egemen duygusu malırem(yet tarefmdan korunan kadın ruhu ise bu geleneğin ta111dıgı imkanlar çerçevesınde ancak de­
re kenarlarında huzur bulabil(yordu.

neksel b i r zihin alışkanlığına dayanıyordu. Osmanlı kadını her ne kadar ahlak duvarı­
S{Yx'i, Boğaziçi'ne dönüştüren bu tasanın gücü, nı aşıp denize girememişse de, aynı engel erkek
doğa ile insan arasına çektiği ahlak perdesini için de geçerliydi. Toplumun büyük bir kesimi
1 9. yüzyıl sonuna kadar kaldırmak gereğini hiç bu tür eğlenceye hazır değildi. Müslüman ce­
duymadı. Huriler, cennet-i dld' nın ırmaklarında maat, yaşadığını hissedebilmek için ayağını
yüzebilirlerdi ama, yeryüzünün melek-simd'ları yerden kesmeyen bir müminler topluluğuydu
için Boğaz'a sandalla çıkmak kanun hükmün­ ve bünyesinde, etkinliğini karada sürdüren
deydi. Osmanlı toplumunda kadının su ile ilişki­ mistik bir canlı türünü barındırıyordu. Ne var
si, ya bir dere kenarında oturup güfl ü gü yap­ ki, sandalla mehtaba çıkmayı bile kafirlik sa­
mak ya da mahalle hamamında görücüye çık­ yan bu zümre, denize girip yüzmeyi deneyen
mak türünden gerçek amaçların ardındaki ma­ iki ayn insan grubunu engelleyemedi: Şehza­
sum bahanelerle kurulabilmişti. Kadının mahal­ deler ve tulumbacılar.
le hamamından deniz hamamına taşınması 1 9. Şehzadeler için yüzmek, bir çeşit spor olup
yüzyılda gerçekleşmiş, Cemal Paşa'nın lstanbul binicilik, okçuluk gibi saray eğitiminin gereğiy­
Mulıqjizı olduğu Babıali baskınından sonra bu di. Müslüman cemaatin gözünden uzak oluşla­
hamamlar altın devirlerini yaşamışlardır. rı, hiç değilse gençliklerinde daha rahat hareket

21 2 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Tulumbacılar, etrqfı denizlerle çevrili bir şehrin çocukları oldııklarınınJarkındaydılar. Kendi törelerini mevcut geleneksel
zihn{yetıiı üstüne çıkartmaları, onlara hem denizin zevkıiıi tatrırdı hem deyeni bıi· hayat sahası açtı.

edebilmelerini sağlamıştır. 1 9 . yüzyılda yüzme nusu çevrenin en belirgin niteliğiydi. Ahlakın


sporuna merak saran şehzadelerin en ünlüsü, genel çerçevesini kendi grup kültürleri içinde
sonradan modernleşme hareketi üzerine kabus parçalayan bu kesim, davranış normlarındaki
gibi çöken il. Abdülhamid idi. Jön Türkler'in bu esneklik sayesinde denize girmeyi, eğlence an­
korkulu rüyası, şehzadelik döneminde, Müslü­ layışlannın bir parçası olarak yaşamıştır.
man cemaatin hışmına uğramaktan çekindiği Osmanlı topluml.ınun yaşam çerçevesi, ge­
için, azınlıkların yaşadığı Tarabya 'da denize lenekçilik ve modernleşme kutupları arasında
girmiştir. bir denge kurmaya çalışırken, sanayi devrimi­
Tulumbacılar ise, Osmanlı marjinal kültü­ nin doğurduğu yeni hayat tarzı Avrupa ülkele­
rünün temsilcileriydi. Toplumsal köken itibariy­ rinde iyice yaygınlaşmıştı. Kral V I I . Edward,
le Yeniçeri tabanına dayanı p , Kasımpaşa ve hqfta sonu tatili düşüncesini bu dönemde orta­
Tophane külhanlarından yetişme sergerdelerin ya atmış, endüstrinin yükünü omuzlayan orta
kamusal ahlaka karşı oluşturdukları bir çeşit ve alt tabaka insanları trenlere dolup sahillere
marjinal değerler sistemine sahiptiler. Bu sistem taşınmaya başlamışlardı bile. 20. yüzyıl başla­
içinde yasak olana karşı tepkisel tutum, söz ko- rında Fransa ve İngiltere sahilleri, bu yeni ya-

HAMAM' DAN BANYO'YA PEŞTEMAL'DAN MAYO'YA TÜRK DENiZ KÜLTÜRÜ 213


Boğaziçi'ndegözlerden uzak denizeginnek, modem hayatm zevklen'ne doğru kulaç atmaktı. Bu zevkleniı Osmanlı ılısanına tat­
tırdığı en güçlü duygu ise birrysel hayatm keşfi oldu.

şanı tarzının sergilendiği bölgelerdi. Eğlence yordu. Aile ziyaretleri, çarşı alışverişi gibi temel
kültürünün aristokrasiye özgü nimetlerinin her ihtiyaçları karşılayan etkinlikler de bu motife
çeşit halk kesimi tarafından yağmalandığı bu ekleniyor ve Tanrı'nın gölgesinde yaşanıyordu.
dönem, Osmanlı toplumunda benzer gelişmele- Ayrıca bu dönemde İstanbul sayfiyelerinin he-
re yol açmayıp, yalnızca birer gazete haberi nüz Osmanlı orta tabakasına yeterince açıla-
olarak kaldı. Özellikle hafta sonu tatili kavra- mamış olması da, denize girip yüzmenin, kişi-
mını ortaya çıkartan toplumsal dinamikler biz- sel bir alışkanlık haline gelmesini geciktirmişti.
de gelişmemişti. Cuma günü başlayan gelenek- Bütün bu olumsuzluklara karşın gene de insan
sel tatil, dini içerikli olup, boş zaman yaşantısı- ile doğa arasındaki gelenekten kaynaklanan
na elverişli değildi. Tatilin bu dar çerçevesi için- sosyo-kültürel engeller, insan ihtiyacına kıs-
de yapılacak etkinlikler, camide topluca kılınan men çevap verebilecek biçimde, dolaylı da olsa
Cuma namazı ve özellikle kadınların ilgi duy- çözümlenmeye çalışılmıştır.
dukları evliya kabirlerini ziyaret türünden yal- Deniz hamamları, Osmanlı insanının yüz-
nızca tek bir kültür motifı etrafında biçimleni- nıe ihtiyacına çözüm olarak, geleneği ürkütme-

214 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


den düşünülmüş ilginç bir sosyo-kültürel proje­ lar aslında deniz için yapılmayıp, gündelik ha­
dir. ilk örnekleri 1 9 . yüzyılın ortalarına doğru yatta kullanılan iç çamaşırlarıydı. Tuzlu suyu
görülmeye başlanan bu hamamlar, aslında ha­ emerek vücudu ağırlaştırırlar, çabuk kuruma
rem ve selamlık geleneğinin denize taşınma­ özelliğine sahip olmadıkları için de insan sağlı­
sından başka bir şey değildi. Bu yeni mekanlar ğını tehdit ederlerdi. Ayrıca belden aşağı peşte­
kıyıya iskele ile bağlantılı, denizin ortasında mal sarıp denize girmek de uygulanan diğer bir
kazıklar üzerine inşa edilmiş ahşap binalardı ve yöntemdi. Deniz banyosu don/an, yüzmek için
görüntü olarak cumbasız İstanbul evlerini andı­ giyilen iç çamaşırlarına verilen isim olup kadın­
rırlardı. işte Osmanlı insanı için denizde yüz­ ların kullandıkları çiçekli basmadan yapılanla­
mek, bu dört tarafı kapalı mekanın onasındaki rına da denizlik denirdi. Bir tek feracesi eksik
suya dalıp çıkmak demekti. Ne içinde yüzen dı­ olan bu deniz kıyafeti, kadının boğazına kas­
şarısını, ne de dışardaki meraklı, içerisini göre­ nak gibi oturur, kolları dirseğe kadar örterek di­
bilirdi. Bu kapalı kutular, şairlerin düş gücünü zaltına, bazan da ayak bileklerine kadar uza­
kamçılamış ve deniz hamamları, içinde kebiı­ nırdı. Bu tür bir kıyafetle denize girmek, sokağa
ter'lerin takla attığı, gü/-i terlerin gönül dağla­ çıkmaktan farksızdı. Tesettür geleneği denizde
dığı birer cennet bahçesi olarak geleneksel fan­
tazyada yerlerini almışlardır. Kadın ve erkeğin
birbirine karşıt yaşam üslupları geliştirdikleri
bir toplumda, kültürel fantazyanın gerçekdışına
uzanması doğaldır. Gerçekdışının yerine gerçe­
ği koymak, kamusal ahlaka karşı bir tecavüz
sayılacağından, hasta ruhlann tek ilacı bu fan­
tastik dünya olmuştur. Ahlak ise bu dönemde
her iki cinsin arasına girmiş keskin bir bıçak
kadar gerçekti. Bu yüzden erkeklere ait deniz
hamamları, kadın hamamlarından yükselen
gulgu/e'nin duyulamayacağı bir uzaklıkta inşa
edilir ve her iki mekan arasında inzibat kuvvet­
leri sandalla dolaşarak kamusal ahlakın bekçi­
liğini yaparlardı. Ayrıca her hamamda bir ça­
vuş bulunur ve ahlaka mugayır davranışta bu­
lunanları dışarı atardı. Bu görüntüler, insanımı­
zın hangi mekanizmalar tarafından kıskaca
alındığını ve modernleşme çabalarının hangi
darboğazları aşmak zorunda kaldığını sergile­
mesi açısından ibret vericidir. Deniz hamam/an, gele11eksel kamu alıldkı ile modem lıayaı ıarz111111
19. yüzyıl so11/an11da oluşturduk/an kültürel se11ıezılı ürü11/er(ydilcr.
Osmanlı erkeği denize iç donuyla girmiştir.
Bu se11tezıiı biçimini kamu ahlakı. içerigi11i ise modem/esme ııııkıısu
Belden dizkapağı altına kadar uzanan bu don- belirl(yordu.

HAMAM'DAN BANYO'YA PEŞTEMAL'DAN MAYO'YA TÜRK DENiZ KÜLTÜRÜ 215


de kendi estetiğini geliştirmiş, mubah olanı mek, Osmanlı insanı için atlı tramvaya binmek
memnu olandan ayırmıştı. Kadın, kendine öz­ kadar yeni ve eğlenceli bir olaydı. il. Meşruti­
gü yaratıcılığıyla bütün vücudunu saran bu ke­ yet döneminde İstanbul şehir hayatı, o güne
feni süslemesini bilmiş, hiç değilse bu ahlak ör­ kadar kendi kabuğunda yaşamış insanı en ol­
tüsüne kişisellik kazandırmıştı. Gelenek, kendi nadık biçimde kışkırtacak kadar cazibeliydi. Bu
içinde bütünlük arar. Denize giren kadını, so­ dönemde sokak, insanın ikinci evi oldu. Gün­
kağa çıkmış kabul etmek ve ona ahlakın zırhı­ delik hayatın renkli oyuncaklarına ilgi duyan
nı giydirmek, geleneğin aradığı bu bütünlük bu çocuk ruhlu insanlar, telefonu merak edi­
açısından rasyoneldi. Ama bu zırh, kadını gün­ yor, Haley kuyrukluyıldızını canlı bir varlık gi­
delik hayatın genişleyen olanaklarından kopar- bi görüyor, zatü-1 hareke' lerin (otomobil) hik­
mak şöyle dursun, gelenek ile modernleşme metine akıl erdiremiyorlardı. Ama sonuçta top­
arasında bocalayan bir toplumun özgürleşme lumsal hayat, bu mekanik oyuncaklar üzerine
anlatılan hurafelerin insan zihninde birbiri ar­
dınca yıkılıp, geride eski alışkanlıklardan bir
enkaz yığını bıraktığı savaş alanıydı. Böyle bir
karmaşa ortamında deniz ve mahalle hamam­
larına peştemalla gitmek, kültürel çeşitlenme­
nin tam anlamıyla estetik formlar yaratamadığı
bir zamandan kalma eski alışkanlıklardandı.
Osmanlı dünyasının deniz hamamlarını, gele­
neksel mahalle hamamlarından ayıran en belir­
gin özellik, kuşkusuz bu mekanların içinde ya­
Cumhuriyet'in ilk yıllarında Osmanlı mirası deniz hamamlarından
plqj kültürüne doğru hızlı bir dönüşüm gerçekleşmişti. Bu miras111 şanan farklı duygulardı. Yıkanmak ile yüzmek
kamu ahldk1111 ilgilendiren yönü geleneksel içeriğıiıi kaybetmiş, yeri­
arasındaki temel farkı kavrayan Osmanlı insa­
ni resmi ideolC!Jinin kadın-erkek birlikteliğine dayalı modem ah/dk
anlayışı almıştı. nı, kendi bireysel tarihinde yeni bir sayfa aç­
mıştır. öte yandan her iki mekana da hamam
yolunda aldığı mesafeyle eski önemini zaman­ gözüyle bakmak, henüz aşılamayan gelenek
la kaybetmiştir. Yeşilköy'den Kumkapı'ya, Sa­ normlarının insanı hem kendi kendine, hem de
lıpazarı ' ndan Tarabya·ya, ve Bostancı' dan doğaya karşı kapama gücünün göstergesi sayı­
Beykoz'a kadar istanbul 'un tüm kıyı şeridini labilir.
yaz mevsiminde kaplayan deniz hamamları, Cumhuriyet dönemi, hamamı banyoya dö­
gelenek ve modernleşmenin birbirini dizginle­ nüştürdü. Kamusal ahlak üzerindeki hamam
mek için insan doğası etrafına ördükleri gevşek kubbesi kalktı ve Türk insanı kendini plajlarda
dokulu bir kültürü somutlaştırmaları açısından buldu. Cumhuriyet bürokratı bu hızlı değişime
önem taşırlar. hazırlıklı değildi. Bu yüzdendir ki uzunca bir
Çatısına kurutulmak üzere bayrak gibi çe­ süre plaja gitmek, kaplıcada şifa bulmakla aynı
kilen peştemal ve donlarıyla minyatür bir Orta­ anlama geldi. Deniz banyosu almak deyimi, bu
çağ kalesini andıran deniz hamamlarında yüz- dönemde üst tabakaya yerleşmiş modern bir

216 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


anlayışı temsil ediyordu. Plajda vücudu kızgın ettiği plajlarda sürdürüldü. Milli Şef döneminde
kumlara gömmek, kaplıcada romatizmayı iyi­ Nizam Plajı, bu tür etkinliklere sahne olan seç­
leştirmek gibi tedavi edici bir yöntemdi. Gele­ kin bir yerdi. Soyunmak için küçük kabinlerin
neksel normların henüz varlıklarını duyurduğu yapılması, kumsalın etrafının müşterilere hiz­
gözönüne alınacak olursa, resmi ideolojinin, met veren ünitelerle çevrilmesi, ! 950'li yılların
plajı kaplıcaya dönüştüren bir söylem kuşan­ Avrupa standardına uyma çabalarıydı. Başkent
masını normal karşılamak gerekir. ideolojik Ankara'da ise Gençlik Parkı içinde yer alan bü­
çağn zamanla gücünü gösterdi ve başta Florya yük havuz, çeşitli su sporları yapmak için dü­
olmak üzere pek çok plaj, şifa bulmaya gelen şünülmüş ve bu amaca uygun olarak inşa edil­
hastalarla doldu. Bu insanlar için Osmanlı de­ mişti. Havuzun çevresinde sıralanan çay bah­
niz hamamlarında giyilen donlar, açıkça mo­ çeleri de standart plaj modeline göre düzenlen­
dernleşmeye ters düşen çağdışı kıyafetlerdi. mişti.
Cumhuriyet bürokrasisi nasıl hamamı banyoya
dönüştürdüyse, donu da elbiseye dönüştürdü.
1 930 'lar Türkiyesi'nde ithal malı deniz banyo­
su elbise/en"ni tanıtan reklamlar, hemen her
gazetede yer alıyordu. Bugün don kavramı biz­
de nasıl kaba ve gizil çağrışımlar yapıyorsa, el­
bise kavramı da o denli resmI bir çağrışım yapı­
yordu. Ama bürokrasi her zaman ilkelerini res­
mi düzeyde tutmak zorundaydı. üst tabaka,
vatan sathında resmi bir ahlakın yerleşmesini
savunuyordu. Denjıe ilk çivileme atlayışı ya­
lstanbu/ tam anlam(Yla bir plcylar şehn' değildi. Ancak kışm dans sa­
pan ismet Paşa'nın, bu hareketinde bile bir res­ lonlarmı dolduran sosyete, yaz aylarında bir süre mevcut plqjları
şenlendirse de bu mekanlar asıl işlevlerı·11;1 modem/eşme girdabmda
miyet vardı.
kimlik arayışına çıkan orta tabakaya açılarakyerinegetıidiler.
Deniz banyosu elbiseleri, savaş sonrası
Avrupa modasının çizgilerini taşıyordu. Erkek Çok partili dönem, ahlakta çifte standardın
deniz kıyafeti, güreşçilerin giydikleri türden as­ yaşandığı yıllardır. Kur' an gene eskisi gibi
kılı mayolardı. Kadınlar ise kolları bütünüyle, Arapça okunuyor ve rock'n rol! İngilizce söyle­
bacakları ise kısmen açıkta bırakan, şort ve niyordu. l 9 5 0 ' li yıllar plaj kavramını deniz
bluz karışımı modelleri tercih ediyorlardı. Tek kültürümüz içinde iyice belirginleştiren dönem
parti döneminde mayo kavramı henüz yeni olmuştur. Artık plaja gitmek için şehir dışına
yaygınlaşıyordu. Buna paralel olarak plaj kav­ çıkmak gerekiyor, Ankara bürotratları ile lstan­
ramı da deniz banyosu yapllan mekan olarak bul ve taşra burjuvazisi yaz mevsiminde Erdek.
İstanbul sınırlan dışına pek çıkamamıştı. ittihad Şile gibi yeni gelişen tatil mekan larında buluşu­
ve Terakki ilerigelenlerinin Büyükada Yat Ku­ yordu. Mayolara Hollywood estetiği egemen
lübü ' nde başlattıkları çaylı plaj toplantıları, olmuş, sinema dünyası neredeyse gerçek ha­
Cumhuriyet döneminde üst tabakanın rağbet yatın yerini almıştı. Ankara-İstanbul arasında

HAMAM'DAN BANYO'YA PEŞTEMAL'DAN MAYO'YA TÜRK DENiZ KÜLTÜRÜ 217


kara trenle seyahat etmenin görgüsüzlük saytl­ güney kıyllanna stğınmıştt. Eğlence kültürü ar­
dığt, şehirlerarast yollarda Amerikan otomobil­ tlk hafta sonu hovardahğı olmaktan çtktp,
lerinin çoğaldtğl ve taşra zenginlerinin plaj ka­ mevsimlik bir yaşam üslubuna dönüşüyordu.
çamaklan yapmaya başladtklan bu dönem , Bu dönemde plaj, yerini bakir kumsala btraktı,
modern ütopyanın bütün gücüyle geleneksel doğa ise deniz ve antik tarihin kültürel bir karı­
mitosu sarstığl eklektik bir kültür patlamasına ştrnı oldu. Mevsimlik tatile çıkan ilk aydın mu­
tanıklık eder. Radyo altın devrini yaştyordu ve hacirlerin yaratuğt Eldorado miti, canstkıntıst
kitle üzerinde önemli bir etkiye sahipti. Her ne ve kişilik bunalımt yaşayan orta tabakayt hare­
kadar deniz banyosunun insan sağlığt açtsın­ kete geçirdi. Denize girmek artık bir sağlık ve
dan taştdığı önem uzmanlarca radyodan halka eğlence sorunu olarak görülmüyor, çağdaş kül­
anlatılıyorsa da, plaja gitmek arttk bir toplum­ türel donanıma uygun yönde gelişerek, tarih
sal statü sorunu olmuştu. Herkesin giymeye ve doğanın keşfi gibi bir misyon yükleniyordu.
cesaret edemediği açık bir mayoyu giymek, Amatör ruhlu arkeologlar, antik tarih tutkunla­
kendi kişisel hayatlarına, çoğunluğun özenerek rı bu misyonun içinden sivrildiler. öte yandan
baktığı olağanüstü bir yaz mevsimini eklemek, mayo sorunu bugün de tartışılmakta. Konu,
bütünüyle statü sorunuydu. Plajda geçirilen bir misyon sahibini pek ilgilendirmiyor, çünkü o,
haftanın hattraları, bütün bir ytlt dolduracak kendini daha yüce bir ideale adamış durumda.
kadar zengindi ve bu durum üst tabakayı, ya­ Sorun, daha çok doğanın Müslüman müşterile­
şam normları açtsından diğer toplum tabakala­ ri ile devlet arasında.
nndan köklü biçimde aymyordu. Ama çifte Deniz kültürümüz, dünden bugüne değişik
standart sorunu bu dönemde, sentetik bir kişi­ aşamalardan geçerek Türk insanının modern­
lik yaratmakta gecikmedi. özellikle taşra kö­ leşme serüvenine katllnıış renkli bir sayfadır.
kenli üst tabaka insanı, bu kişilikten fazlasıyla Bu sayfayı okurken, temel bir gerçeğin farkına
payını almış, yazın plaja, ktşın da mevlıJd'a gi­ varırız: Fiziki coğrafyada doğa hep aynı yer­
diyor, ama kendi kökeninden uzaklaşttğt için deydi, ama kültürel coğrafyada yer değiştiren,
bütün bu etkinlikleri bir boş zaman hobisi ola­ Türk toplumu olmuştur.
rak şekillendiriyordu. Sentetik kişiliğin vardığı
bu nokta, gelenekçilik ile modernleşmenin giz­ Gergedan, 3 (Mayıs 1 987), s. 47-50
lice anlaştığı ve resmi ideolojinin onayladığt
kültür sınınydt.
Deniz kültürünün günümüzde kazandtğı
yeni boyutlar, konuya ilgi duyan hemen herke­
sin bilgisi dahilindedir. 1 9 70'lerde aydın taba­
kanın Ege ve Akdeniz sahillerinde ciddi sorun­
lar yaratmaya başlamasıyla, doğanın bilinen
dört mevsimine bir de insan yaptsı turizm mev­
siminin eklenmesi, birbirini tamamlayan olgu­
lardtr. Doğa, büyük şehirlerden uzaklaşmış,

218 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


DÖRT AYAKLI BELEDİYE
ya da
İSTANBUL KÖPEKLERİ

lstanbul'da yaşayan canlı türleri arasında Başta İstanbul gelmek üzere Osmanlı şehirleri­
köpekler, en az insanlar kadar şehir hayatının ni birer hayvan cennetine çeviren temel neden,
toplumsal serüvenine katılmışlar; kendi bağım­ söz konusu etmenlerin gündelik hayatı belirle­
sız kolonilerini, ihtiyar meclislerini kurmuşlar; me güçleriydi. Osmanlı insanı bu güçlerin kay­
yönetim ve güvenlik sorunlarını uzmanlaşma nağı üzerinde kafa yormadı; manevi hayatın
düzeyinde çözümlemişler; törel değerlerini ge­ kalıbına gömülerek yaşamayı seçti ve hayvan­
liştirip, ortak yaşamın felsefesini şaşmaz bir lara karşı beslediği merhamet duygusunu ken­
doğrulukla uygulall)OŞlardır. di iç huzurunun bir parçası kabul etti. Avrupalı
Gündelik şehir hayatının boyutlarını insan gezginin gözünde ise Osmanlı şehirleri ile hay­
modeline göre benimsemek, sokak köpeklerini vanat bahçeleri arasında pek bir fark yoktu.
İstanbul vatandaşı yapan tarihsel dönüm nok­ Yadırgatıcı bir görüntü karşısında bulunduğunu
tasıdır. Kuşkusuz bu belirleyici noktaya yalnız­ kavraması, hayvanları bile toplumsallaştıran
ca kendi türlerine özgü bir içgüdüyle ulaştıkları bir kültürün inceliklerine merak duygusuyla
söylenemez. Ne var ki insanlarla ilişki kurabi­ eğilmesini sağladı ve yakaladığı bazı ipuçları
len ilk hayvan türünü temsil etmelerinde içgü­ geçmişe ait bilmecenin çözümünde yararlı ol­
düsel özellikleri önemli rol oynamış ve toplu du. Bu ipuçlarını izleyerek İstanbul köpeklerini
yaşama katılmalarını kolaylaştırarak araların­ şehir hayatı içinde toplumsallaştıran kültürel
daki dayanışmacı yapının güçlenmesini sağla­ etkenleri somutlaştırmak mümkündür.
mıştır. öte yandan köpeğin toplumsal hayata Chateaubriand l 806'da çıktığı Paris-Kudüs
şehir bünyesinde katılmasını gerçekleştiren, Yolculuğu 'nun İstanbul durağında, şehri üç te­
Doğu'ya özgü sosyo-kültürel etkenler de, keli­ mel özelliğiyle tanımlar: Sokakların ıssızlığı, te­
menin tam anlamıyla bu yaratıkların dünyasını kerlekli arabaların bulunmayışı ve köpek nüfu­
kuşatan bir güvenlik çemberi oluşturmuşlardır. sunun kalabalıklığı . Yazar bu özellikleri dini ko-

DÖRT AYAKLI BELEDİYE YA DA ISTANBUL KÖPEKLERi 219


halkına düşen parça, cumbalı evlerin mistik ha­
yatıydı; sokak ise köpeklere bırakıldı.
lslamiyet'e göre ailenin barınağı ev, kutsal
sayılıyordu. Özellikle istanbul'un Müslüman
semtlerinde mahremiyetin çatısı altındaki ma­
nevi hayat ile sokağın dünyevi hayatı arasında­
ki ilişki yeterince kurulamamıştı. Bu yüzden so­
kak, klasik dönem Osmanlı şehir hayatında
kimsesizlerin, meçhul kişilerin vatanı olarak
kendi kaderine terk edilmiş ve 1 9. yüzyıla ka­
dar bağımsız niteliğini korumuştur. Sokağın ba­
ğımsızlığı, başlıca üç mek�nın dini içerikli at­
mosferi dışında kişiliğini bulmuştu. Bu mekan­
lardan sivil konut, ailenin kutsal yaşantısını gü­
venlik altına alıyor; cami, cemaatin kutsal inan­
cını örgütlüyor; çarşı ise çalışan insanın alınteri­

insanlar kadar köpekler de gündelik hayatın birerparças(Ydılar. Şeh­ ni kuısal kazanca dönüştürerek belli birer işlev
n· ıiısa11larla birlikte paylaşa11 köpekleri11 hayatı, mahalle kültürü11ü11 üstleniyorlardı. Osmanlı insanı kendisini bu iş­
ge!e11ekselyardımlaşma ve merhamet duygusuyla kuşatılarakgüve11-
levsel mekanlara ait bir varlık gibi hissetmekle
ce altma almmıştı.
sokağın kutsallıktan yoksun gerçekliğine uzak
nularda önyargıyla yaklaştığı Müslüman dün­ kaldı. işte bu uzaklık duygusu sokağı, lstanbul
yasından rastgele seçerek bir şehir tablosuna köpeklerine bir vatan olarak bağışlamıştır.
dönüştürmemişti. Dikkatli bir göz 1 9. yüzyılın Köpeklerin gündelik hayatında sokağın ro­
ortalarına kadar en azından İstanbul'un mahalle lünü basit bir barınağa ya da yaşam çevresine
görüntüsünü Chateaubriand'ın çizdiği bu tablo­ indirgemek yanıltıcıdır. Kelimenin en doğru an­
da yakalar. Söz konusu tarih dönemecine kadar lamıyla İstanbul sokakları, İstanbul köpeklerini
ana yolların ve pazarlara açılan kesişme nokta­ yaratmışlardır. Ahşap evlerin etrafını kuşatan
lannın dışında İstanbul sokaklannın ıssız karak­ bu yaratıcı dış dünya, yüksek hayat standardını
teri, şehir hayvanlarını gündelik hayata kazan­ tanımayan ve belli bir ırka ait seçkin özellikler
dıran başlı başına bir olgu değerindeydi. Nitekim göstermeyen soyu sopu meçhul bir köpek türü­
köpekleri toplumsallaştıran dayanışmacı yaşam nün üremesini kolaylaştırdı. Sokak, tür özelliği­
biçimi eğer Osmanlı insanının sokağa kapalı ni ortadan kaldırmış; dolayısıyla birbirine eşit­
inanç dünyasıyla bütünleşmeseydi, sonuç Av­ lenmiş ortak bir köpek karakteri yaratarak, do­
rupa şehirlerindeki gibi bir yurtsuzluk sorununa ğal dayanışmanın gerekli koşullarını oluştur­
dönüşebilirdi. Fakat böyle olmadı; toplumsal muştu. İstanbul köpekleri kendiliğinden oluşan
kültür kendi dengesini bozmadan, şehrin tüm bu sınıfsız toplumun koşullarını hiç çaba harca­
yaşam olanaklarını bünyesindeki canlı türleri madan sokakta hazır buldular. öte yandan bu
arasında paylaştırdı. Bu paylaşmada İstanbul şanslı yaratıkların hayatlarını sürdürebilmeleri,

220 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


..

Levantenler, Galata-Pera 'daki sokak köpeklen'ni kendi hayat sahalanna tecavüz eden barbarlar olarak görüyorlardı. Bu zılıni-
yet, gelenekse/ hayatm sembol/en· olan köpekleri sokaklardan temizleme düşüncesini doğuracak ve A vnıpayı örnek alan modem
beled!yecilik anlayışı carefından da uygulamaya konulacaktı.

sokağın olanaklarına bağlıydı. Sanıldığının ter­ nun koruyucu kanatları altında gelişerek, ma­
sine sokağın klasik dönemdeki hayat olanaktan halle aralarında küçük barınakların ve çeşme­
çok daha zengindi ve Müslüman dünyasında den su içebilmeleri için özel yatakların yapılma­
kurumlaşmış merhamet duygusu tarafından sına yol açtı. Yaralı hayvanlar dikkatle tedavi
güvence altına alınmıştı. Her ne kadar ulema sı­ edilirlerdi. içi saman döşeli külubeler bir çeşit
nıfı, köpeği, mekruh bir hayvan saymış ve evde sokak kliniği işlevini üstlenirler ve bu yardıma
beslenmesini şiddetle yasaklamışsa da, dini muhtaç hayvanlar her zaman çevrelerinde ıııer­
inancın sokağa çıkmış biçimi olan hurafe kültü­ lıaııı etli bir hemşireler kalabalığı bulabilirlerdi.
rü, merhamet duygusunun kapsamını yasak sı­ Gezgin Olivier, 1 8 . yüzyılın sonlarında geldiği
nırının ötesine doğru genişletebilmişti. Yabancı istanbul'da bazı yurttaşların köpeklerin beslen­
gezginlerin hayretle kaydettikleri köpeklere mesi için belli bir miktar para vasiyet ettiklerini
gösterilen yakın ilgi, bu kurumlaşmış duygu- yazar. Gerard de Nerval ise ı 843'te aynı gözle-

DÖRT AYAKU BELEDİYE YA DA İSTANBUL KÖPEKLERi 221


mi hızla genişleterek, yardıma muhtaç hayvan­ zihniyet dünyasının farklılığını vurgulamak ve
ların bakımını üstlenen özel vakıflardan söz bunun nedenlerini somutlaştırmaktır. Bilindiği
eder. Bu örnekler Müslüman halkın yaşam mo­ gibi Galata, henüz Pera'nın gelişmediği dönem­
delinin, yeryüzündeki aciz varlıkları toplumsal­ de yoğun bir ticaret merkeziydi. Kar hırsı yalnız­
laştırabilecek kadar dini merhamet duygusuyla ca ticarethanelerde ve rıhtımlarda yaşanan bir
yoğrulduğunu yeterince kanıtlayabilir. Merha­ duygu olmaktan çıkmış, sokakları da içine al­

met, karşılığında sevap kazandıran bir duyguy­ mıştı. Müslüman mahallelerinde yalnızca kutsal
du ve Osmanlı dünyasında hayvanlara doğal mekanları birbirine bağlayarak ikincil bir işlevi
yaşam hakkı olarak yansımıştı. Köpekler, ken­ üstlenen sokaklar, bu bölgede bütünüyle ekono­
dilerine tanınan bu yaşam hakkını özgürce kul­ minin yükünü taşıyan atardamarlarıydılar. So­
lanabildikleri sürece gündelik hayatın ritmi, ara kaklarda canlı bir hayat hüküm sürüyordu ve bu
sokakların labirentinde bir serseriler cumhun·­ hayat yalnızca insanlara özgü maddi tutkunun

yetı'nin doğmasına yol açtı. kültürel dolaşımını sağlıyordu. Pera ise daha çok
Köpeklerin yaşamı istanbul'un her kesimin­ elçiliklerin ve şirket bürolarının semtiydi, ama
de böylesine rahat koşullarda geçmemiştir. Ör­ sokak dokusu bu bölgeyi de Galata'ya maddi çı­
neğin Galata-Pera bölgesi köpekler için sömürge kar bağıyla bağlamıştı. Bu yüzdendir ki Galata­
hayaunın bütün zor koşullarını kapsıyordu. İtal­ Pera -sokakları köpeklerin özgürce yaşayabile­
yan yazar Edmondo de Amicis izlenimlerini, cekleri bir alan olmaktan uzaktılar. Hıristiyan
"Pera ile Galata'da lstanbul'dakinden daha az azınlık köpeği mekruh saymamıştı ama, çok ça­
uyuşuk davranır/ar, çünkü orada daha zoryi­ buk üreyebilen bu hayvanların toplu varlıklarını
yecek bulurlar. lstanbu/'da pans(yondadırlar. gündelik düzenlerinin bir engeli gibi görmüşler­
Pera'da ve Galata'da alakartyerler" şeklinde di. Ancak aralarından belli bir cinsin özelliklerini
ifade ederken, en azından hayvanlara karşı de­ taşıyanlara kendi özel malikanelerinin bekçiliği­
ğişen zihniyet biçiminin de altını çizmekteydi. ni yaptırıyorlardı ki, bu da Avrupa'da uygulanan
Azınlıkların yaşadığı bu bölge, köpeklerin ye­ oldukça yaygın bir yöntemdi.
mek artığı bulmakta güçlük çektiği bir cehennem Oryantalizm, Doğu'nun insanlarına olduğu
olmakla kalmadı, toplu halde öldürüldükleri bir kadar hayvanlarına da pozitif bir mercekle bak­

mezarlığa da dönüştü. Gene yabancı kaynaklar, tı. Çözümleyemediği ilişkilerin sırrını Avrupa'nın
köpeklere zehirli et verilerek öldürüldüğünü yaz­ standartlarına yaklaştırarak benzer karşılıklar
maktadırlar. Dorina L. Neave, "Türkler on/an ya da eksiklikler bulmaya çalıştı. Bu durumu
öldürtmemiz/ önlüyor/ardı. Bu dertten kurtul­ yadırgamamak gerek; çünkü Doğu şehirlerine
mak için uyguladığımız usullerden biri, parayla adım atan yabancı kitle, karşılarında değişik
bir kayıkçı tutup, mümkün olduğu kadar köpe­ canlı türlerinin özgürce yaşayabildikleri egzotik
ği' karşı yakaya bırakmasmı sağlamaktı " diye­ bir ortam bulmuştu. Oysa doğal hayatın kendi­
rek. gerçeği tüm açıklığıyla sergilemekteydi. siyle yüzyüze gelmeleri, o güne kadar bu ortamı
Kuşkusuz bu noktaya değinirken amacımız bü­ eski bir Roma geleneğine uyarak kafese kapatıp
tün sadist ruhlu insanların Galata-Pera bölgesin­ gösterime çıkartan Avrupalılar için yadırgatıcıy­
de ikamet ettiklerini söylemek değil, yalnızca dı. Bütün bir Ortaçağ boyunca gezginci kum-

222 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


panyaların şehir şehir dolaşarak paraya çevir­
dikleri bu canlı objeler Doğu'nun gündelik haya­
tında özgür vatandaşlar gibi yaşıyorlardı. Hıris­
tiyanlığın popüler metinlerinde çizilen insan­
hayvan karışımı yaratıkların korku dünyası,
Doğu'nun kapılan açıldıkça zihinlerden silinme­
ye başladı ama, gene de hayvarılann insan top­
lumundaki işlevleri yeterince anlamlı bir çözüme
kavuşturulamadı. Püriten Avrupalı için sorun
çok basitti; Doğu'nun insan uygarlığını hayvan
varlığına indirgeyerek aşağı bir kültür karşısında
Hıristiyan yüceliğin manevi tatmin yollannı ara­
mıştı. öte yandan pozitif bir eğitimden geçtiği
anlaşılan gezginler de, karşılaştıkları kültürel çe­
şitlenmeyi rasyonel kalıplara sığdırmaya çalışa­
rak, kavrayamadıkları noktalarda bir şark kur­
nazlığı karşısında olduklarını sandılar.
Köpek, Doğu'da sokak, Batı 'da ise ev hayva11rydı. lsta11bul halkı bü­
Avrupa şehir kültürüyle beslenmiş poziti­ tü11 bir kamu alan1111, köpeklereyurt olarak bağışlamakta hiçbir sa­
kmca görmemiştı: Modemleşme111/1 çağdaş birşehir düze11iyaratmak
vizmin İstanbul köpeklerine bakış açısı, daha
amacryla köpekleri11 can111a kastetmesi. halk111 gözü11de ke11di ılıa11ç­
çok belediyecilik noktasında yoğunlaşır. Batılı lan11ayapılmış açık bir saldınydı.
gözlemci, modern belediye örgütünün henüz
kurulmadığı istanbul'da sokak temizliğinin kö­ açıdan işlevselleştirmeye çalışan bu yorum, bir

peklere yaptınldığını sanmakla, bir bakıma Do­ canlı türüne verilen önemin ardındaki kültür bi­

ğu 'ya biçilen ras1onel kalıpları fazlaca zorla­ rikimini hesaba katmamış, en azından görü­

mıştır. Helmut von Moltke 'nin izlenimleri ge­ nenle yetinerek eski bir klişeyi tekrarlamıştı.

nelde bu zorlamanın baskısı altında şekillenir. Gerçekte ise lstanbul'un sokak çöplüğü bu ka­

Bu Prusya düzenine hayran asker için köpekler, dar kalabalık bir hayvan kolonisini besleyebile­

istanbul'un belediye memurlarıydı; dolayısıyla cek kapasitede değildi; çünkü sokağa yemek

halkın sokağa döktüğü yemek artıklarını öğüte­ fazlası dökmenin dini açıdan günah sayıldığı

rek şehir temizliğini sağlamakla yükümlüydü­ herkesçe biliniyordu. Zengin konakları ve Saray

ler. Moltke' nin ileri sürdüğü ve daha önce de mutfağı, yemek fazlasını fakirlere dağıtarak is­

pek çok Avrupalı'nın görüş birliğine vardıkları rafın Doğu kültüründe eleştirilen görüntüsünü

bu pratik çözüm düşüncesi, 1 835'in koşullann­ başka bir boyutta tüketime sunmuşlardı. Ma­

da kısmen doğruluk payı taşıyabilirdi; fakat ba­ halle ölçeğinde ise ekonomik kazançla orantılı,

kış açısının ardında yatan felsefe, niçin yemek hatta onu aşan bir israftan söz etmek olanağı

artıklarının papara yapılarak köpeklere bir ziya­ yoktu. Köpeklerin besin kaynağı yalnızca artık­

fet gibi sunulduğu sorusuna cevap bulmaktan lardı ve bunlar da çoğunlukla papara ve çorba

acizdi. Nitekim köpeklerin beslenmesini pratik şekline dönüştürülerek, çöp kavramının dışına

DÖRT AYAKLI BELEDİYE YA DA İSTANBUL KÖPEKLERi 223


mahallenin olduğu kadar kendi cemaatinin de
güvenliğini sağlardı.
1 9 . yüzyılda köpeklerin İstanbul· daki altın
devirleri kapanmaya başladı. Osmanlı insanı
sokağa adım atmıştı ve gündelik hayatı çağın
gereğine uygun bir tempoda yaşamaya hazırla­
nıyordu. En genel anlamıyla bu durum köpekle­
rin vatanı olan sokağın insan tarafından fethe­
dilmesiydi. Ülkelerini kaybeden köpekler, istila­
cılar tarafından gündelik hayatın sırtındaki yük
gibi görülmeye başlanmışlardı. Yalnız bu kadar
lstanbu/'dan ilk köpek sürgünü il. Mahmud tarefından gerçekleştiril­
miştı: Bunu diğer/en· izlemiş,Jakat her defasında Marmara 'nın ıssız da değil; İstanbul, Avrupa şehirlerine benzeme­
adalanna bırakılan köpeklerin acıJeryatlan, lstanbu/ halkının vic­ ye, hiç değilse orta düzeyde bir standarda ulaş­
danında modem/eşme tutkusunun açtı,ıJı biryara olarak kalmıştı.
maya çalışıyordu. Beyoğlu'rıda Altıncı Belediye
çıkartılıyordu. Besin anıklanndan meydana ge­ Dairesi kurulmuş, en azından bu bölgenin gö­
len çöplük daha çok pazar yerleri ya da rıhtım­ rüntüsünü modernleştirmek için bir dizi plan
lar gibi ticari alanlara özgüydü. Bu kamusal hazıflanmıştı. ı. Meşrutiyet yılları, gündemdeki
alanların temizliği ise devlete aitti. Eğer devlet konuların arasına modern belediyeciliğin sorun­
kendi görevini yerine getirmemişse, o zaman larını da almış, daha önce Münif Paşa ve İbra­
köpeklerin birer gönüllü belediye memuru gibi him Şinasi'nin dikkat çektiği şehircilik konuları­
bu görevi severek yaptıktan söylenebilir. nı geliştirebilecek bir aydın çevre oluşturmuştu.
Diğer önemli bir nokta, köpeklerin mahalle Bu dönemde şehir hayatına ilişkin konular özel­
güvenliğini sağlamada üstlendikleri bekçilik likle ilgi uyandırıyordu; çünkü şehrin bütün ka­
göreviydi. istanbul'da köpekler özel mülkiyetin palı kapıları insanın yeni tutkularına açılmıştı.
değil, kamusal mülkiyetin bekçiliğini yaparlar­ Osmanlı aydını bu tutkuları tatmin edebilmek
dı. Bunun anlamı açıktır; çünkü, kişiye değil, için istanbul'un görüntüsünü hiç de iç açıcı bul­
·kamuya ait varlıklardı. İstanbul mahalleleri muyordu; sokakları dar ve düzensizdi, evleri
kendi içine kapalı birimlerdi ve bir yabancıya harabeden farksızdı, ulaşım sistemi bozuktu,
ancak kefalet sistemiyle yaşama hakkı tanırlar­ altyapısı yetersizdi . Bütün bu olumsuzluklara
dı. Bu yüzden mahalle sakinlerinin hemen hep­ bir de Avrupa şehirlerinde rastlanmayan köpek­
si birbirini tanır, komşularının aile geçmişlerini lerin kara bir bulut gibi gündelik hayatın üzeri­
bilirlerdi. Seyyar satıcılar için de aynı durum ne çökmesi eklenince, çağdaş dünyaya olan
geçerliydi. Yabancı bir satıcı istediği mahalleye uzaklık iyice artıyordu. Bu uzaklık duygusu, is­
pek giremez, eğer girerse karşısında köpekleri ter istemez Osmanlı aydınının yaratıcı karakte­
bulurdu. Aslında İstanbul mahalleleri kafes ar­ rini geliştirdi ve yaşadığı şehrin Avrupa karşı­
kasından yüzlerce gözün gün boyu gözetlediği sındaki Doğulu görüntüsünü kavramasına yol
bir kontrol sistemine sahipti. Bu durumda kö­ açtı. lstanbul'u çizgidışı gibi gören aydın. Ab­
peğin bekçilik görevi hava kararınca başlar ve dülhamid döneminde iltica ettiği Batı'yı da gör-

224 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Oryantalizmıiı ana temalanndan binsi de, Doğu şehirlen·ndeki insanlar ve hayvanlann karmaşasından mrydana gelenJantas­
tik bir dünya tasanmma dayan!Yordu. Bu hayat karmaşasmı ilgıiıç bulanlar, yarattık/an Doğu imgesine sonuna kadar sadık
kaldı/ar,·yadırgayanlar ıse önce ıiısanlan, ardından da hayvan/an kendi hayat tarzlarınm dışına çıkarıacak medeıı(yec prqjeleri
geliştirdiler.

müş ve gündelik ı1ayatın düzeni hakkında ras­ kamuoyu engelini hesaba katmayan eksik
yonel ölçütler elde etmişti. jön Türk hareketi, is­ yönlerini ortaya çıkartmıştır. Köpekleri ıssız
tanbul'u bu ölçütlerin terazisinde tarttı. adalara sürdürme geleneği Abdülmecid döne­
Köpekler bu tartı sonucunda Şark ' ı n ge­ minde de gündemdeydi, ama sonuç bir önceki
reksiz bir fantazisi sayılmaya başlanmıştı. Var­ deneydeki gibi başarısız kaldı. istibdat dönemi,
lıkları, kaderci bir dünyanın hayaletlerini andı­ aydınlar kadar köpeklerin de rahatlarım kaçı­
rıyor ve kendini zamanın akışına bırakmış ça­ ran bir tarih kesitidir. istanbul'un bu en eski
resizliğin hiç tedavi etmeyi düşünmediği bir ya­ hizmet sektörü, görevlerini Abdülhamid'in üni­
ra gibi sürekli irin akıtıyordu. Bu yaraya ilk formalı belediye memurlarına bırakmakla kendi
neşteri vurmak düşüncesi il. Mahmud'un kafa­ sonlarına bir adım daha yaklaşmışlardı.
sında doğmuş, fakat Hayırsız Ada'ya sürgüne Abdullah Cevdet ı 909'da ilginç bir kitap
gönderdiği köpekler halkın tepkisine neden yayımladı: istanbuf'da Köpekler. Daha önce
olunca, bu masum canavarları tekrar istanbul'a ictihdd dergisinde makale olarak basılan bu ki­
getirtmişti. Köpeklerin bu kısa ada ziyareti, il. tap, il. Meşrutiyet sonrasıııın çok satan istibdat
Mahmud'un kişiliğinde reformcu politikanın hatıraları arasında pek dikkati çekmedi . Oysa

DÖRT AYAKLI BELEDİYE YA DA İSTANBUL KÖPEKLERİ 225


ele aldığı konu gündelik hayatın Doğulu çehre­ sıydı. İşte bu konuda açık bir din eleştirisi ya­
sini başarıyla çiziyor, yerleşik zihniyet dünya­ pamasa da sorunu hurafe kültürü düzeyine in­
sının ana hatlarını belirliyor ve jön Türk prog­ dirgeyerek ele alınayı uygun bulmuştu. Aslında
ramının özünü kısaca özetliyordu. Abdullah bu yöntem, 1 9. yüzyıl reformculannın uygula­
Cevdet, 11. Mahmud 'un başarısız köpek operas­ dıkları bir çeşit kurnazlıktı. Ulema ile üfürükçü­
yonundan, reformcu aydınların 1 9 . yüzyılda yü aynı kefeye koymak ve bunların ardına hal­
karşılaştıkları engellere ilişkin bazı sonuçlar çı­ kı takmak geleneği o dönemden miras kalmış­
karmıştı. Bu sonuçlardan en önemlisi, halkın tır. Ne var ki böyle bir katışık yapı kurmak,
geleneksel zihniyet dünyasıyla bütünleşen eleştirinin kendi hedefini bulması için zorun­
devlet felsefesinin alaturka hayat anlayışını luydu. Din! yapıyı eleştirmeyen aydın, şimşek­
modern bir yönetim modeline dönüştüremeye­ lerini hurafe kültürüne yöneltiyor, böylece hem
ceğiydi. Devletin maaşlı kadroları reform konu­ kamuoyunu saran alışkanlıkları, hem de alış­
su gündeme geldiğinde her an geriye adım ata­ kanlıklara kayıtsız kalan medreseyi hedef alı­
bilirler, halk da bu davranışta bir hikmet var­ yordu. Abdullah Cevdet'in İstanbul köpekleri
mışcasına onları destekleyebilirdi. i l . Mah­ üzerine yazdığı düşünceler bu açıdan tipik bir
mud'un Yeniçeri Ocağı'nı kaldırdığı halde kö­ jön Türk programının sentetik karakterini yan­
pekleri ortadan kaldıramamasının başlıca nede­ sıtır..
ni işte bu geleneksel kadronun kamuoyu tepki­ ll. Meşrutiyet sonrasında istanbul'un gün­
siyle karşı safta yerini almasıydı. delik hayatı, pozitif ahlakın ufkuna doğru hızla
İstanbul köpekleri, Abduliah Cevdet için de ilerlemekteydi. Eski mahallelerde kurumlaşan
utanç verici bir sorundu. Bu hayvanların, ya­ merhamet duygusu henüz ayaktaydı, fakat kö­
şamlarını kamuoyu desteğiyle sürdürdüklerini pekleri koruma konusunda bütün bir kültürel
biliyor ve halka karşı açık bir güvensizlik duyu­ yapıyı harekete geçirmekten çok, kişisel yar­
yordu. Dinin halk üzerindeki etkisini hesaba ka­ dımları teşvik ederek varlığını koruyabiliyordu.
tarak manevi dünyanın teori ve pratikteki çeliş­ istanbul'un coğrafi sınırları genişledikçe yeni
kilerini her fırsatta sergilemeyi ilke edinmişti. kurulan mahalleler, gündelik hayatın pozitif
Köpek sorununa eğilmesi de aslında dini söylemi dokusunu ören yerleşim birimleri oldular. Os­
eleştirmek için bulduğu elverişli bir bahaneydi. manlı'nın dört ayaklı belediyesi, Cumhuriyet' in
İslamiyet, köpeği pis bir hayvan olarak ka­ iki ayaklı belediyesine dönüşürken, pozitif ha­
bul ettiği halde niçin hacı hoca takımı bu hay­ yat anlayışı da köpekleri önce bu bölgelerde İs­
vanların öldürülmesine karşı çıkıyordu? Abdul­ tanbul tarihinden sildi. 1 92 7'de köpekleri ze­
lah Cevdet bu soruya cevap verirken ı 9. yüzyıl hirli gazla öldürme düşüncesi Avrupa görmüş
reformlarına cephe alan ulemayı kendi silahla­ uzmanlarca ortaya atıldığında, bu sahipsiz bı­
rıyla tutsak etmeyi düşünmüştür. Yazara göre rakılmış hayvanları dört ayaklı belediye döne­
kamuoyunda mantık aramak hataydı. Her ba­ minden kalma Ahmed Rasim dışında savuna­
kıından faydalı bir hayvan olan koyunları bo­ cak tek bir kişi bile çıkmanuştı.
ğazlayıp, hiçbir yararı görülmeyen köpekleri
besleyerek büyütmek, mantıksızlığın daniska- Çağdaş Şehir, 5 (Temmuz 1 98 7) , s. 61 -64

226 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


BİR BOGAZİÇİ TANZİMATÇISI:
ŞİRKET-İ HAYRİYYE

tün somut hedefler, şirketin tarihinde gerçek­


1 . Hayırlı Bir Yüzyıl
leşme şansını bulmuşlardır. Serbest girişimciliği
desteklemek, hisse senedi satışıyla ticaret bor­
O s m anlı reformcularının ı 9 . yüzyılda
sasını hareketlendirmek, fabrika ve iskele yapı­
inandıkları uygarlık dini, şu manevi teslis'e da­
mını öncelikle ele almak, yatırımlara uygun
yanır: Vak 'a-i Hayr(yye, Tanzimat-ı Haynjye
kaynak yaratmak, sermayeyi kfır ilkesine göre
ve Şirket-i Hayn'yye. Bu kutsal üçlemenin ilk
yönlendirmek, çağdaş işletmecilik anlayışını
basamağında, Yeniçerileri ortadan kaldıran
yerleştirmek, gazino ve bekleme salonları gibi
devlet terörü, modern Avrupa miti adına yasal­
yan tesisleri hizmete sokmak, modern teknolo­
laşır; ikincisinde ise yasallık kazanan idari des­
g
potizm kendi uy arlık programını çizer ve son
jiyi yakından izleme ve uygulama becerisini
geliştirmek, hayır kuruluşlarına bağış yoluyla
aşamada bu program gündelik pratiğe uygula­
maddi yardım sağlamak, Osmanlı insanını de­
nır. Şirket-i Hayriyye bu açıdan bir başlangıç
niz ticaretine özendirmek, mesleki yayıncılığın
değil, bir sonuçtur. Kısa vadede hedefine ulaş­
gelişmesine yol açmak, memur istihdamına
mış, Batı örneğine göre temelleri atılan hiçbir
rasyonel çözüm getirmek, işçilerin sendikalaş­
kuruluşun sağlayamadığı sürekliliği göstermiş
masına öncülük etmek, modern kaptanlık mes­
ve modern dünyanın çalışma düzeni hakkında
leğini başlatmak ve en önemlisi Boğaziçi'ni bir
Osmanlı yönetici kadrolarını eğitmiştir. Gerek
yerleşim bölgesi olarak uygarlık haritamıza ka­
kuruluşundaki temel amaca, gerekse bir yüz­
zandırmak vb.
yıllık başarı grafiğine baktığımızda, Tanzimat
Şirket-i Hayriyy e ' nin kuruluşu için ilk
reformlarının kağıtta kalmayan bu pratik uygu­
a d ı m , Fuad ve Cevdet Paşalar tarafından
lamasını, geleneksel dünyanın yaratıcı ruhuyla
1 2 6 71 1 85 1 'de Bursa kaplıcalarında atılmıştır.
günümüz işletmecilik anlayışı arasına yerleşen
lstanbul'un vüzera konaklarında bir hayli dedi­
sağlam bir uygarlık halkası sayabiliriz. ı 9 .
koduya yol açan bu kaplıca macerası, iki kafa-
yüzyılın modernleşme idealini temsil eden bü-

BiR BOGAZIÇI TANZIMATÇISI: ŞIRKET-1 HAYRIYYE 227


Modem/eşme öncesi lstanbul lima111, yelkenligemi direklenjle kaplanmış bı/" ormam andırryordu. Açık deniz kaptan/an, mace­
racı gemiciler, kanun kaçak/an ve uzak coğref.yalardan gelen tüccar/at; şehrin kültürel dokusuna kendi tecrıibelenni aktanyor­
lardı. Bu tecrübe bılikıim; sanayi devrimine kadar lstanbu/'un diğer ticaret limanlarryla olan iletişim ağını kurmuştu.

dar Tanzimat efendisinin (o zaman henüz pa­ şa'nın yakın desteği olmasaydı, en azından şir­
şalığa terfi etmemişlerdi) işgüzarlığı sayılmış, ket projesinin gerçekleşmesi bütünüyle ortadan
şirketin kuruluşuna ilişkin kaleme aldıkları la­ kalkmasa bile, uzunca bir süre Babıali 'nin ev­
yiha, dönemin adeta bir geleneği sayılan Dev­ rak deposunda gün ışığına çıkacağı zamanı
fet-i Osman(yye 'nin lsfahı hakkında rapor ya­ beklerdi. Vakanüvis Lütfi Efendi, Reşid Pa­
zarak bürokraside yükselme kurnazlığı olarak şa' nın Fuad ve Cevdet Efendiler' e verdiği yakın
değerlendirilmişti. Tanzimat bürokrasisi 1 9 . desteği; "her s111Jf mu 'teberanını teşvikô.t ve
yüzyılın ilk yarısında tam anlamıyla bir arı ko­ tergibô.t-ı fô.zime ife lıissefer afmağa sevk ryfe­
vanına benzer. Makam hırsı, reformların bay­ miş ıdi" şeklinde kaydeder.
raktarlığını kendi kişiliğinde sembolleştirme ar­ Reşid Paşa'nın ileri görüşlülüğü kuşkusuz
zusu ve en önemlisi gelenekçilik ile modernleş­ Şirket-i Hayriyye'ııin kuvveden fiile çıkmasın­
me arasındaki hassas zihniyet dengesi, pek çok da başlıca etkendi; fakat Babıali ricali arasında­
Tanzimat paşasını "habbeyi kubbe yapmak" ki Bursa kaplıcalarına ilişkin dedikoduyu önle­
yanılgısına düşürmüştür. Nitekim Reşid Pa- yemedi. Devletin kaderini sadaret makamında

228 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Kayıkçılık gelenekse/ hayatı modem hayata bağlayan bir meslekti. Geçmişte her sın!fa mensup insanı taşıyan bu meslek erbd­
bı, Şirket-! Hayri;ye vapurlannın devreye sokulmasıyla ya kısa mesefeli taşımacılığayöneldilerya dayalı hayatının hizmet
kadrosuna girerek kendilerini güvence altma aldılar.

belirleyen Reşid Paşa·nın muhalifleri, hamam gittikleri Bursa'da, Gümüşsuyu ve Pınarbaşı


sefasından doğmuş bir anonim şirket düşünce­ mesirelerinin doğa güzellikleri Ulu Cami'nin
sini, Tanzimat'ın getirdiği bir ciddiyetsizlik ör­ manevi atmosferiyle birleşince Fuad Efendi,
neği saydılar ve ·�ırası geldikçe dillerine dola­ "tabi'at-ı şi'njyelen·mize zCır edip de burada
maktan çekinmediler. Olayın bürokratik miza­ tabi'ate karşı bi'l-iştirdk birgazel söyleyelim "
ha dökülmesinde başlıca neden, dönemin ku­ teklifini yapar. tık dizesini Cevdet Efendi 'nin
laktan kulağa dolaşarak abartılan rivayetleri ve söylediği ve sırasıyla ikişer dize ekleyerek
Cevdet Paşa'nın çok sonra yazdığı Tezdkir'inde meydana getirkileri bu Gazel-i müşterek, divan ·
konuya ilişkin samimi anlatımıdır. Paşa, kaplı­ edebiyatı açısından bir değer taşımasa da, eli
caya gidişlerini şöyle dile getirir: "Fuad .ifendi kalem tutan her Tanzimat adamına şairlik rüt­
Rusya diyarında veca '-ı mefdsile mübteld besi bahşeden Liile Devri alışkanlığını belgele­
olup Dersaddet'e avdetinden beri müddvdt ile mesi açısından ilginçtir:
meşgul olduysa da bür-i tdm hdsıl gösterildi.
Be-heme-hal kaplıcalara girmesine etibbd ta­ DıdeJevvdre dil-i zdr suyun bdşıdır
refından lüzum göstenldi. Binden-aleyh güz Bu Teferrüc'de akan gözleriminydşidir
mevsimine müsddff olan işbu altmış altı (H. Sim bdzulann andıkça Gümüşsuyu 'nda
1266) senesi Zilka'desinde Bursa'ya gidipJa­ Gözten·m sanki Burusa'da Pmarbdşidır
kiri dahi beraber götürdü. " Tedavi amacıyla Der-i dükkdnçe-i vaslmda kumaşçi beçe111iı

BİR BOGAZİÇI TANZIMATÇISI: ŞİRKET-İ HAYRİYYE 229


lstanbul halkmm gördüğü, kendi kendine hareket edebılen ilk mekanik tasanm buharlı gemilerdi.

Bister-i rahat-ı aşık eşiği tlişidir anonim denilen şirket-i i'tibar.(yyelere bizim
Ulu-Cami'deki mihrabı neyapsın lişık d(yanmızda henüz heves ü rağbet olunmadı­
Kıble-i vahdet anayann iki kaaşidir ğına mebni halka bir de nümune göstenlmek
Kaplıca suyu gıbi ateş-i sfY.Yale-i eşk ve Boğaziçi ahalisinin amed ü şüdlenne sühu­
Aşıkın bak eser-i ah-ı şerer-plişıdir let verilmek üzere bir vapur şirketi te'sis olun­
Reh-i na refte Burusa'da açıp kılk-i Fuad mak hususuna Bursa'da iken Fuad ij'endi ile
Bendesi Cevdet anın pey-rev üyoldlişidir. birlikte haylice sarf-ı efkar eyledik. (. . .) Bur­
sa 'dan avdetimizde şirket-i mezkure için is­
Cevdet Paşa mütegazzillik mesleğini fazla­ tanbul'da bir komisyon akd olundu ve bi'l­
ca benimsemiş olmalı ki, Hersekli Arif Hik­ müzakere venlen karar üzere Boğaziçi'nde iş­
met'in bir gazeline yazdığı nazireyi Tezakir' ine lemek üzere Şirket-i Hayri.Y.Ye nam!.Yla bir va­
kaydettikten sonra Şirket-i Hayriyye konusun­ pur kumpanyası yapıldı ki halli bakidir. "
daki sınırlı bilgiyi de, o sıralar üzerinde çalıştığı Efendilerin tstanbul'a dönüşlerinde getirdikleri
Kava'id-i Osman(yye 'den uzun uzadıya söz hediyeler arasında Bursa kumaşlarıyla Ka­
ederken araya sokuşturuverir: "Avrupa'ca bü­ va'ıd-i OsmanİJ(Ye Cevdet Paşa tarafından En­
yük servet ve ma'mur(yyeti mucib olan ve cümen-i Daniş'e, Şirket-i Hayriyye layihası da

230 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Babıali'de kurulan komisyona sunulur; ipekli kındaki düşünceleri de bu üslubun alaycı ka­
kumaşların kime armağan edildiğini ise ne ya­ rakterinden payını almıştır: "/ngiliz ordu/an
zık ki tarih kaydetmiyor. kaynayan kazanlann buhar/an üstünde gi­
ilk Türk anonim ortaklığı olma özelliğini derlermiş; atlan da alev alev yanan kömür­
taşıyan Şirket-i Hayriyye'nin vakanüvis kale­ denmiş! Gırr, gırr! Her şey tekerlek üstünde!
minden çıkma hikayesi, dönemin modernleşme Vız, Vız!Her şty buharla!" Paşa'nın mizah ye­
çabaları gözönüne getirilmeden irdelenirse, or­ teneği bir yana, yaptığı gözlem doğrudur. Nite­
taya "tarihimizde garip vakalar" türünden rast­ kim Robert Fulton'un 1 807'de 1 50 mili 32 sa­
lantıya ve tuluata açık bir senaryo çıkar. Oysa atte alan buharlı Klermon teknesi, o dönemde
ne rastlantının, ne de Babıali heccavlığının bu modern uygarlığın bütün dikkatleri üzerine çe­
senoryada rolleri yoktur. Başrolü oynama hak­ ken en çarpıcı simgesidir. Yüzyılın ilk yansında
kı, Avrupa dünyasındaki gelişmeleri izleyen re­ kaleme alınan Osmanlı sefaretnameleri bu sim­
formcu Tanzimat bürokratına ve onun ileriyi genin yaydığı ışıkla aydınlanır. Teknoloji devri­
görebilen çağdaş bilincine aittir. minin bu açık uyarısı, il. Mahmud'un reform
lngiliz gezgin Alexander William Kinglake, çabalarında karşılığını bulur ve ilk buharlı gemi
1 83 4 ' te Doğu'ya yaptığı yolculuğu Eothen ı 82 7'de İstanbul sularında görülür. il. Mah­
başlıklı kitabında sarsactic bir üslupla anlatır­ mud, hiç değilse bir 1 9. yüzyıl despotundan
ken, bir Osmanlı paşasının Batı teknolojisi hak- beklenebilecek kararlı bir tutum göstermiş ve

Yelkenli ve buharlı gemiler, geçmiş ilegeleceği !stanbul /imanında buluşturmuşlardı. Gündelik hayatmyükünü taşıyamayan kol
gücü, artıkyenni teknolqj(ye bırakıyordu.

BiR BOGAZIÇİ TANZIMATÇISI: ŞIRKET-1 HAYRİYYE 231


Boğaziçi kayıkçılığı Şirket-i Haynjye ı1e bıdikteyaşamaya devam ettı: Yalı ziyaretleri ve mehtap dlemlen· için eıı uyguıı vasıta
olaıı bu kayıklar, üst ıabakamn güııdelik hayatıııa ait birer statü sembolü sayıl!Yordu. Toplu ulaşımı sağlayan vapurlarııı aııo­
ııimleştirdiği sosyal ilişkı1er düzeııi içılıde, yalı rıhtımına bağlaıımış her kayık özel hayatııı vazgeçı1mez birparças!Ydı.

Lale Devri'nin Müteferrika matbaası konusun­ lngilizler'in Ortadoğu pazarındaki nüfuzlarını


daki çaresizliğini tekrarlamamıştır. lngilte­ kırıp şimşekleri üzerine çekmek istemeyen Yeni
re'den satın alınan ilk buharlı vapura Sür'at adı Dünya diplomasisinin politik bir jesti kabul
verilmiş, fakat halk arasında daha çok Buğ Ge­ edilse de, Amerikalı mühendisler Osmanlı tez­
misi olarak tanınmıştır. Her iki adlandırma da gahlarında çoktan çalışmaya başlamışlardır.
anlamlıdır; devlet adamı çağın gelişme hızını Mühendis Henry Eckford ve ardından Forster
bu teknolojik aracın hareket yeteneğiyle özdeş­ Rhodes, buharlı gemilerin inşasını üzerlerine
leştirmiş, halk ise adele gücünün makine karşı­ alırlar. Çok geçmeden ilk buharlı gemi Eser-i
sındaki yetersizliğini sağduyusuna yenilmeden Hayr adıyla Rhodes tarafından rersane-i Ami­
kabul etmiştir. 1 829'da kaptan Mr. Kelly yöne­ re' nin Aynalıkavak tezgahında inşa edilir.
timindeki vapur, ıı. Mahmud'u Tekirdağ'a ka­ Eser-i Hayr'ı diğer vapurlar izler ve on yıl için­
dar götürmüş ve padişahın takdirini kazanmış­ de İstanbul limanının çehresi değişir. Bu vapur­
tı. 1 830'da ise ingilizler'in yerine Amerikalılar lar yolcu taşımacılığı için yaptırılmamıştı. Ge­
devreye girerler ve Türk-Amerikan Dostluk, nellikle Osmanlı bahriyesini güçlendirmek için
Ticaret ve Seyr-i Sefilin Muahedesi çerçevesin­ askeri amaca uygun gemiler tezgaha konul­
de gemi yapımı için Babıfıli ile ilişki kurarlar. muşsa da, bunlardan posta ve ticari taşımacılık
Tasarının Amerikan senatosu tarafından reddi, alanlarında yararlanmak yoluna gidilmiştir.

232 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


isimleri, görevlerini açıklayacak niteliktedir: Paşa hanedanından pek çok paşalar ve beyler
Hümayiş-i ticaret, Vasıta-i ticaret, Peyk-i ti­ ve hanımlar Mısır'dan savuşup Jstanbu/'a dö­
caret, Medar-ı ticaret, Eser-i ticaret. küldü/er ve külliyetli akçeler getirip bol bol
Buharlı gemilerin 1 9 . yüzyıl modernleş­ hare ederek İstanbul sefehasına sı1-i emsal
mesine iki yönlü katkılan olmuştur. öncelikle gösterdi/er. Sefahat vadisindeyeni çığırlar aç­
İstanbul, İzmir, Selanik ve Trabzon gibi liman tılar. ( . .) Alel-husus e.;yam-ı sa.Yfde Boğaziçi
şehirlerine ticaret hayatının canlılığını getirmiş­ ve sair seyr ü temaşa mahallen· eshab-ı sefa
ler ve ardından bu canlılığı hizmet sektörüne ile leba-/eb olarak hatıra keder ve zihne küdu­
kaydırma düşüncesini de doğurmuşlardır. Şir­ ret getirecek mütaldalardan herkes ictinab
ket-i Hayriyye ' ni n kuruluş gerekçesinde bu ederdi. " Boğaziçi'ni canlandıran bu yeni geliş­
son nokta bütün açıklığıyla görülür. melerin henüz başlamadığı dönemde, bölgenin
İstanbul, 1 9. yüzyılın ilk yarısında impa­ görüntüsünü vakanüvis Lütfi Efendi şöyle çizi­
ratorluğun önemli bir ticaret limanı olma öne­ yor: "Eski'den Boğaziçi'nde Rumeli cihetinden
mini korumakla beraber. tarihi künyesine bir Yeniköy ile Anadolu tarqfindan Kanlıca 'nın
memur şehri olma özelliğini de kazımaya baş­ üst tarqflan ahali-yi lstanbulca bilad-ı mec­
lamıştır. Tanzimat reformları, yeni toplumsal hule gibi idi. Hususiyle Kavak/anyalnız ku­
kurumların temellerini attıkça. maaşlı memur laktan biliyor/ar idı: Hatta bildd-ı ba'ide gıbi
kadroları da ihtiyaca paralel genişler. Şehrin es­ Beykoz ve Kadıköy 'ünde mer!fiyen ikamet
naf-yeniçeri karışımı klasik yaşam üslubuna. edenler bulunur idi. " Her iki tanığın gözlemleri
artık Babıali efendisinin alafranga enderun kül­ karşılaştırılırsa. Tanzimat'tan sonra İstan­
türü de sızmakta ve birbirinden farklı üsluplar, bul'un mekansal büyümesiyle birlikte günde­
İstanbul haritası üzerinde yer değiştirerek ken­ me ulaşım sorununun da girdiği açık bir şekilde
di coğrafı mekanlarını aramaktadırlar. Kırım anlaşılır.
Savaşı'ndan sonla Boğaziçi Tanzimat bürok­ Abdülmecid dönemine kadar Boğaziçi' nde
ratlarının sürekli yerleşim bölgesi durumuna ikamet eden vükela zümresinin kullandığı ula­
gelmiştir. Paşa Daireleri'nde himaye edilen şım araçları, kayıklardı. Bu kayıklar için uygu­
genç yönetici adayları, Babıali kalemlerinde lanan resm-i teşrjfat ise oldukça katıydı. Başta
hızla yükselmenin yollarını kısa sürede bulur­ vükela olmak üzere, Eflak ve Bağdan Beyliği
lar. Oyunu kurallarına göre oynayanlar zen­ ile Ermeni-Rum patriklik makamlarının kullan­
ginleşirler ve Boğaziçi'nin paşa yazlıkları etra­ dıkları kayıkların gerek şekilleri. gerekse kürek
fında genç kalem efendilerinin malikaneleri sayıları. söz konusu resm-i teşrj/at uyarınca
yükselmeye başlar. Kırım Savaşı'nın getirdiği belirlenmişti. Bu sınırlandırmanın yanında. Bo­
toplumsal hareketlilik iktisadi gücü Galata'ya, ğaziçi'ne gidiş gelişlerde mevsimlik çıkartılan
siyasi gücü ise Boğaziçi'ne kaydırmıştır. istan­ irade-i seniyye'ye uymak da zorunluydu. Bo­
bul'un bu dönemde bozulan geleneksel toplum ğaziçi yazlıklarına göç. padişah izniyle olur ve
dengesini Cevdet Paşa'nın kaleminden izleye­ mevsim bitimine kadar dönüş izninin çıkması
lim: "/stanbu/ içinde ahz ü ita çoğaldı. Esnqf beklenirdi. Kuşkusuz bu uygulama, henüz Bo­
güruhu zengin oldu. Bir aralık Mehmed Ali ğaziçi nüfusunun pek fazla artmadığı ve bürok-

BİR BOGAZİÇİ TANZİMATÇISI: ŞIRKET-1 HAYRİYYE 233


Şirket-i Hayri;ye vapur/an, Boğaziçi'ni lstanbu/'/a bütünleştirerek şehir hayatrndaki kültürel dolaşıma üst tabakanın zengin
yaşam üslubuııu katmışlardı. Bu açıdan Boğaziçi medeıı{yecı; modem teknolq;i'nin !stanbu/'a eıı büyük armağanı oldu.

ratik mekanizmanın yoğun iş kapasitesiyle ça- mıştır. Fuad ve Cevdet Paşalar'a Bursa kaplıca-
lışmadığı Tanzimat öncesinde önemli aksaklık- larında Şirket-i Hayriyye layihasını kaleme al-
lara yol açmamıştır; fakat her iki olgunun top- dıran gelişmeler, iki aşamada özetlenebilir. Bi-
lumsal yaşamı etkilemeye başladığı bir dönem- rinci aşama, Batı teknolojisini ülkeye getirme
de, İstanbul-Boğaziçi ulaşımının mevsimlik ilkesi etrafında şekillenmiş ve Osmanlı bahriye-
özelliği, yerini gündelik ihtiyaca cevap verebi- sinde kullanılan ilk buharlı gemilerin askeri ve
lecek çözümlere bırakmıştır. Düşünülen ilk çö- ticari yönden sağladıkları avantajlar, teknolojik
züm yabancı şirketlerin Boğaz'da vapur işlet- modernleşmenin aynı zamanda karlı bir yatı-
melerine izin vermektir. Ancak Müslüman hal- nm alanı olduğu düşüncesini doğurarak, şirket
kı, kafirlerin insafına terk etmek, ulema arasın- projesini mali yönden cazip kılmıştır. ikinci
da çeşitli dedikoduya yol açmakta gecikmedi. aşama ise Boğaziçi'nin demografik verileri doğ-
Bunun üzerine Tersane-i Amire' den bir vapur, rultusunda ortaya çıkmış ve bölgenin bürokrat
yolcu taşımak amacıyla 1 850'de hizmete so- sakinleri Babıali'ye baskı yaparak, artan nüfu-
kuldu. Vapur, günde bir sefer yapmak üzere sun ulaşım sorununa kesin bir çözüm getiril-
Köprü'den hareket ederek, yolcularını Boğaz'ın mesini istemişlerdir. Sonuçta Şirket-i Hayriy-
her iki sahiline bıraktıktan sonra geceyi istin- ye'nin temelleri, Fuad ve Cevdet Paşalar tara-
ye'de geçirip, ertesi sabah aynı yolu izleyerek fından bu somut gerçeklerin kesiştiği noktada,
Köprü'ye dönüyordu. Bu uygulama bir süre de- gündelik hayatın arz-talep dengesi gözönüne
vam etmiş, fakat yetersizliği çok çabuk anlaşıl- alınarak atılmıştır.

234 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


2. Ve Çarklar Dönüyor njette bulunan zevata mesela saat dokuzda
lstanbul'dan hareket eden vapurun hiçJa'ide­

Şirket-i Hayriyye 'nin kuruluşuna ilişkin


si olamayacağı cihetle pekçok kimse dahi za­

mazbata suretinde, öncelikle ele alınması iste­


run'yine kayıklarla gidp
i gelmeye mecbur ola­

nen konu, vapur sayısımn artırılmasıdır: "Bo­


rak ve eğer herkes bundan daha zzjade kolay­

ğaziçi'ne gelip gidenlere medar-ı suhulet ve lık ve işineyararlık bulsa vapur mılştensi bir­

emniyet olmak için Tersane-i Amire'den va­ kaç kat daha tezayüd edeceğı'nden asıl Boğa­

purlar tahsisiyle Boğaziçi'ne ve Adalar'a iş/et­ ziçi'nin aded-i nijfussiyesine nazaran daha

tirilmekte ise de mevsim-i se.xfde mahal-i pekçok vapura ihtiyaç olduğu derkdrdır. ileri "

sürülen bu kuruluş gerekçesinden anlaşılacağı


mezkurede bulunan ve kış mevsimlen'nde Bo­
üzere Şirket-i Hayriyye vapurları başlangıçta,
ğaziçi'nde kalan halkın kesretine nazaran iş­
Babıali'nin personel servis aracı olarak düşü­
lemekte olan vapurlann adedi k4fi olmadığın­
nülmüş ve halkın talebi de bu düşünceye ortak
dan ve bu cihetle sabah ve akşam yalnız bir
edilmiştir. Sultan Abdülmecid 1 85 1 'de Mustafa
vakitde vapur bulunabilip bu vakitde ise her­
Reşid Paşa ·ya hitaben gönderdiği fermanda şir-
kes işini uyduramayacağı ve hususen memu-

Yandançarklı vapurlar kolay manevrayapabilme kabiliyetlenyle birbin·neyakın iskeleler arasındaki ulaşımı sağlamada büyük
başan elde etmışlerdı. Artık şırket vapurlanmn yanaştığı her iskele, çevresindeki hayat şekilleriyle birlikte şehre kaı ıfan canlı
bır orgamzmaydı.

BİR BOGAZİÇİ TANZİMATÇISI: ŞIRKET-1 HAYRIYYE 235


lstanbu/'un hayatına giren heryeni öge, şelın·n kültür ikliminde adeta pitoreskleşiYordu. Şirket-! Haynjye vapur/an da bu dö­
nüşümden paymı aldılar. Ne onlar lstanbu/'dan ne de lstanbul onlardan bağımsız birgörüntü zenginliği oluşturabildi.

ketin kuruluş iznini verir. Satışa çıkartılan üç Ticaret Nezareti 'nde toplanıp şirketi i!tizô.m'a
bin kuruşluk şirket hisselerinden Abdülmecid vermeyi kararlaştırırlar. Şirket-i Hayriyye b u
yüz adet, Valide Sultan elli adet ve Reşid Paşa karar doğrultusunda iki b i n yüz kese bedel kar­
da yirmi adet satın alarak projeyi desteklerler. şılığı altı yıllık bir süre için Hoca Mıgırdıç Bile­
Toplam iki bin hissenin satışı kısa bir sürede zikciyan'ın garantörlüğü ile Andon Kalcıyan ve
gerçekleşir ve Mösyö Manolaki aracılığıyla in­ Agop Bilezikciyan'a ihale edilir. Bilezikciyan'ın
giltere'ye sekiz adet vapur siparişi verilir. An­ Galata'daki ticarethanesi, aynı zamanda Şirket­
cak Şirket-i Hayriyye'nin kendi hesabına yap­ i Hayriyye'nin de ilk yönetim bürosu olmuştur.
tırdığı 1 88 tonilatoluk Rumeli, Tarabya, Göksu Ne var ki şirketin giderleri, elde edilen karı den­
vapurları ile 1 98 tonalitoluk Bey!erbeyı; Top­ geleyemez ve mültezim Bilezikciyan iltizam
hane ve Beşıktaş vapurları 1 854 'te sefere baş­ hakkını Resimci Mıgırdıç'a devreder. Dönem,
Jayabilmişlerdir. Bu ilk vapurların tekneleri ah­ ticaretle uğraşanlar için büyük risklerle dolu­
şap olup, makineleri altmış beygir gücündedir. dur. Kırım Savaşı, devlete dış borç kapısını aç­
Vapurların işletilmesi ve şirket yönetimi mış ve para piyasası Galata bankerlerinin eline
başlangıçta çeşitli sorunlar doğurmuştur. Bu geçmiştir. Mıgırdıç Efendi de bu olumsuz koşul­
sorunları çözmek amacıyla otuz kadar hissedar lardan etkilenmiş olacak ki ''Aman ben batıya-

236 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


rum, şirketi elimden alın! " feryadıyla hissedar­ ası, bu defa Ticaret N e zareti ' ni n 4 Haziran
lar kuruluna başvurur. Bunun üzerine kurul, 1 866 tarihli emriyle kurulan bir komsiyon tara­
kendi üyeleri arasından Ali Hilmi Efendi'ye, fından incelenmiştir. Komisyon başkanı Hüse­
Hayriye Tüccarı olması nedeniyle müdürlük yin Haki Efendi'dir. Komisyonun verdiği rapor­
görevini 1 854 'te verir. da: "Mwimeldt-ı şirketin rü'yet ve tahkiklitına
Ali Hilmi Efendi, Şirket-i Hayriyye tarihin­ mübaşeret olunduğu sırada sandık defterine
de mültezimler dönemini kapatan ilk yönetici­ dahi müracaat olunarak 81 ve 82 defterleri
dir. Hilmi Efendi'nin getirdiği en önemli yeni­ yekünsuz bulunduğu cihetle ( . .) Rrişid Şfendi
lik, bir yönetim kurulu oluşturmasıdır. Dört ki­ Hazretleri'nin 82 senesi ilk beş aylık müdde­
şilik bu yönetici kadro, Galata tüccarlarından tinde komifi)lonuna mahsusen deste deste san­
Paul Ananyan, Sarraf Kevork, Avrupa ile ilişki­ dıktan almış olduğu 46. 000 şu kadarguruşun
leri sağlayan Yagob Yagobyan ve Kamil Pa­ açıkta kalıp sandık defterine kaydolwımamış
şa 'nın kethüdfılarından Hüseyin Haki Efen­ olduğundan ... " şeklinde saptanan yolsuzluk
di'dir. Bu kadro yaklaşık on yıl başarılı bir hiz­ iddiaları, Raşid Efendi'nin işten el çektirilmesi­
met dönemi geçirir. Nitekim daha sonra Şirket­ ne yol açar. Raşid Efendi'nin kısa yöneticilik
i Hayriyye'nin en başarılı yöneticisi kabul edi­ döneminde 1 7 ve 1 8 baca numaralı Bahariye
len Hüseyin Haki Efendi, mesleki bilgisini bu ile AsdyıŞ vapurları hizmete girmişlerdir. Birbi­
dönemde kazanmıştır. Şirketin elinde bulunan rinin benzeri olan bu iki vapur ahşap gövdeli ve
1 6 vapur, 1 854- 1 865 yıllan arasında Boğazi­ yandan çarklıdır. Bahariye, 1 865'te bağlı bu­
çi'ne sefer yaparlar. Bunların arasında şirketin lunduğu Yenimahalle iskelesinde yanmış, tamir
1 8 5 1 'de İngiliz john Robert Wait tezgahına in­ ettirilmişse de uzun süre kullanılamamıştır. Ay­
şa ettirdiği ilk 6 vapurun yanı sıra, gene ya­ rıca bu dönemde şirket, olanaklar çerçevesinde
bancı fabrikalara sipariş verdiği lstinye, Mir­ adalara da yolcu taşımıştır.
gün, Sarıyer, An adolu, Kandillı; Beykoz, Be­ Şirket-i Hayriyye 'nin tam anlamıyla mo­
bek, Kabataş, Galata, Büyükdere ve Bayezid dern bir işletme görünümünü aldığı dönem,
vapurları da İstanbul halkını taşımışlardır. Hüseyin Haki E fe ndi ' n i n yönetime geçtiği
1 86 3 'te Sarryer'in yerine Büyükada vapuru 1 866'dan sonra başlar. Haki Efendi 'nin yetiş­
sefere konur. Ali Hilmi Efendi ise 1 864 yılında, me biçimi, tipik bir Tanzimat adamını kuşatan
Karadeniz'e vapur işletileceği ve kendisinin bu farklı çevre koşullarından fazlasıyla etkilenmiş­
konuda tecrübesiz olduğu bahanesiyle müdür­ tir. Kandiye eşrafından cami-i kebir mütevelli­
lük görevinden uzaklaştırılır. si Mehmed Efendi'nin oğludur. Dokuz yaşında
ilk on yıllık başarılı dönemden sonra şirke­ babasını kaybetmiş ve amcası tarafından Mı­
tin yönetimine Raşid Efendi getirilir. Maliye Na­ sır'a gönderilmiştir. Burada medrese eğitimin­
zırı Nafiz Paşa'nın kethüdası olan Raşid Efendi den geçen Haki Efendi, Arapça·ııın yanı sıra
önce şirketin muhasebe işlerine bakan Tekfur Fransızca da öğrenmiş, vali Melımed Ali Pa­
Ağa'ya izin vermek suretiyle işten uzaklaştır­ şa'nın gözüne girerek bürokrasi içinde yüksel­
mış ve yerine daha güvenilir birini atamıştır. Ne meye başlamıştır. Haki Efendi'yi daha sonra
var ki iskele biletçilerinin yolsuzluk yaptığı iddi- Kamil Paşa'nın çevresinde görüyoruz. Paşa ta-

BiR BOGAZIÇI TANZİMATÇISI: ŞİRKET-İ HAYRIYYE 237


Bo!Jaziçi'ndeyük taşıyan mavnacılar, araba vapurlannm sefere konulmasıyla işlerini kaybedeceklerini anlamışlardı. lstan­
bu/'un tanhıiıde pek çok ömejfine rastlanan geleneksel bir çıkışla, savunduk/an orta tabaka muhefazakdrlı!Jını modemleşme­
nılı eleştirisi olarak seslendirdiler. Bu küçük ayaklanma, şehnlı modem/eşme ça!Jında tanık oldu!Ju son esneftepkisiydı:

rafından Avrupa'ya konak mefruşatı almak Hüseyin Haki Efendi dönemi, Şirket-i
için gönderilmiş, fakat Raşid Efendi'nin Şirket-i Hayriyye'ye araba vapurlarının altın çağını ya­
Hayriyye müdürlüğünden uzaklaştınlması üze­ şatmıştır. Boğaziçi'nde 1 8 70- 1 8 72 'de hizmete
rine, 1 866'nın Ağustos ayında Kamil Paşa'nın giren ilk araba vapurları 26 numaralı Suhulet
nüfuzuyla şirket yönetimine getirilmiştir. Bu ve 2 7 numaralı Sahilbend'dir. Şirket salname­
görevin yabancısı değildir; daha önce şirket yö­ sine göre: "O zamanlar Londra'da bile araba
netim kurulu üyeliği ve komisyon başkanlığı vapuru nev'inden olan vesa'it-i nakl(yye iki
yaptığını biliyoruz. Şirketin geçmişindeki yol­ zincir arasından bir kıyıdan diğer kıyıya gider
suzluk söylentilerine bir daha yol açmamak ve açık denizde seyr ü sefer icra edemez iken
için önce yönetim kademesinde yeni düzenle­ Hüseyin Haki ijendi mijfettiş-i umumilikte
melere gitmiş ve Beyrut-Şam bölgesi aşar mül­ bulunmuş olan lskender I;fendi ile tersane us­
tezimi Mısırlı Andon Bey'i organizasyon işiyle talanndan olup şirket tamirat memurluğunda
görevlendirmiştir. Bu reform girişiminin sonu­ bulunan Mehmed Ustayı bi'l-izam maksadını
cunda şirket, 1 9 . yüzyıl Osmanlı kumpanya lngiliz şirket-i inşa'(yyesine tefhim edebilmiş
idaresi anlayışına modern muhasebecilik yön­ ve o zaman 26 numaralı ve tek silindirli ara­
temlerini kazandırmıştır. Ayrıca Haki Efen­ ba vapurunu sekiz bin lngiliz lirasına sipanŞ
di'nin çabasıyla ortaya çıkan 1 8 75 ve 1 890 ta­ ettinniştir. Bunun eşi olan 27 numara, çift si­
rihli iki şirket yönetmeliği ile kaptanların mes­ lindirli olup on iki bin lngiliz lirasına satın
leki hak ve güvencelerini belirleyen bir talimat­ alınmıştır. " ilk seferini Kabataş-Üsküdar ara­
name, personel sorununa verilen önemin açık sında, devlet rici'ılinin de hazır bulunduğu bir
kanıtlarıdır. törenle yapan Suhulet, top arabaları taşımış ve

238 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


ilk araba vapurlanna insanlar ve hayvanlar birlikte bin(yorlardı. Eminönü-Üsküdar hattında ticariyük taşımacılığı yapan bu
vapurlann müşteri/en· de, Boğaziçi'ne çalışanlardanJarklı olarak esnefve tüccar kesimden meydana gelmişti.

bu başarısından dolayı Haki Efendi'ye üçüncü Şirket-i Hayriyye 'nin Boğaziçi kayıkçılarının
dereceden Mecidiye nişanı takılmıştır. Ne var ki ekmeğine engel olmak yerine, Anadolu'dan ls­
bu ilk sefer, Üsküdar iskelesinde mavnacıların tanbul'a kayıkçılık yapmak için gelen acemileri
tepkisine neden olmuş, o güne kadar yük taşı­ önleyeceği şeklinde idi. Böylece hem gedik def­
ma tekelini elleriı'ı1ie bulunduran mavnacılar teri ne kayıtlı mavnacı ve kayıkçı esnafını
Suhulet' i iskeleye yanaştırmamışlardır. Bu memnun etmek, hem de şirket projesinin güçlü
olay, Tanzimat reformlarının geleneksel toplum bir engelle kar�ıla�masını önlemek amacı hedef
hayatında doğurduğu ve mesleki lonca sistemi­ seçilmişti. 1 8 70'te ortaya çıkan mavnacıların
nin ticari kazanç kaygısıyla yeni düzenlemelere direnişi, verilen bir fetva-yı şerife ile kırılınca,
karşı gösterdiği somut tepkinin tipik örneğidir. Şeyhülislamlık makamı da, tanzimat modern­
Bu türden olayların esnaf zümresi içinde yol leşmesinin teknolojik yeniliklerine açık tutu­
açabileceği huzursuzluğa daha önce Şirket-i munu destekleyici bir konuma yerleşmiştir.
Hayriyye'nin kuruluş mazbatasında da değinil­ Dünyada ilk modern araba vapuru olma
diğini görüyoruz. 1 850'lerde istanbul'un ticari özelliğini taşıyan Suhulet, saatte 8 mil hız ya­
hayatını yönlendiren esnaf tabakayı ürkütme­ pabilen, yandan çarklı bir Tanzimat buluşudur.
mek, teknolojik modernleşmenin en azından Projesi Hüseyin Haki Efendi'nin kafasında doğ­
bu zümreyi tehdit eden bir olgu olmadığını ka­ muş ve İngiliz tezgahlarında gerçekleştirilmiş­
nıtlamak amacıyla oldukça karmaşık düşünce­ tir. Arabaların gireceği bölme, çift silindirli Sa­
ler ortaya atılmıştır. Örneğin bunlardan birisi. hilbend'e oranla biraz daha yüksek yaptırılmış

BiR BOGAZiÇI TANZİMATÇISI: ŞIRKET-1 HAYRIYYE 239


ve böylece eşya taşımacılığına elverişli bir alan eşiğindedir. Uluslararası diplomasi, çok geçme­
elde edilmiştir. Her iki vapurun taşıma kapasi­ den 1 8 77'de Osmanlı ordularını, Ruslar'la sı­
tesi; 1 000 yolcu, 1 30 adet büyükbaş hayvan cak savaşın eşiğine iter. Tarihimizde 93 Harbi
ve 1 6 yük arabasıdır. Şirket-i Hayriyye'nin olarak bilinen ve devlet hazinesini tam takır bı­
18 70'te hizmete sokruğu diğer yolcu vapurları rakan bu savaşın etkileri, Şirket-i Hayriyye'nin
Gayret, Rahat, Selamet ve Azimet'tir. 1 8 7 1 - senelik bilançolarına da yansımış ve ilk defa
1 8 72 'de ise Meymenet adlı araba vapuru ile şirket 18 77'de bütçe açığı vermiştir.
Nüzhet, Reft, Amed, Meserret ve Nusret yolcu Vapur işletmeciliğine bağlı olarak iskele
vapurları da Boğaz sularında işlemeye başlar­ yapımı da Haki Efendi'nin programında yer al­
lar. maktadır. Şirketin ilk vapurları Boğaziçi'nde
Daha önce Raşid Efendi zamanında başla­ yolcu taşımaya başladıklarında, yanaşacakları
tılan ada seferleri, bu dönemde bir süre daha elverişli iskelelerin sayısı bir hayli azdı. Çoğun­
devam etmişse de tersane yetkililerinin itirazı lukla açıkta demir atılır ve yolcular sandallarla
üzerine kaldmlmıştır. Bu karar halkın tepkisiy­ vapura taşınırdı. Hem zaman kaybına, hem de
le karşılaşınca tersane yönetimi Şirket-i Hay­ rüzgarlı havalarda sandalların devrilme tehli­
riyye'den üç vapur ve kaptan alarak yolcu taşı­ kesine neden olan bu uygulama kısa sürede
macılığı yapabilmiştir. Şirket-i Hayriyye'den terk edilerek iskele yapımına öncelik verildi.
tersaneye geçen ilk kaptan Nikolaki Efendi'dir. Yapılan ilk iskeleler basit bir rıhttm özelliği taşı­
Öte yandan kaptanlık mesleğinin Haki Efendi makta ve yolcuları kötü hava koşullarından
döneminde oldukça rağbet gördüğü, Karade­ koruma açısından yetersiz kalmaktaydı. Vapur
nizli Laz kaptanların şirkete başvurmalarından bekleyenler, daha çok iskele civarındaki kah­
anlaşılmaktadır. Karadenizliler'in psikolojisini vehanelerde zaman öldürürlerdi. Bu yetersiz,
iyi bilen Hüseyin Haki önceleri "Ben bu vapur­ hatta sakıncalı uygulamayı dikkate alan Hüse­
da can taş!Yorum, olmaz!" demişse de sonra­ yin Haki yönetimi, modern bekleme salonları
dan yapılan bir sınavla şirkete Laz kaptanlar ve bilet gişelerinin yapımına ağırlık vermiştir.
alınmıştır. Şirket-i Hayriyye'de görev yapan ilk Kabataş ve Üsküdar araba vapuru iskeleleri bu
Karadenizli, Ömer kaptandır. yönetimin çabasıyla açılmış; ayrıca Harem is­
1 8 7 5 ' te kişisel bir sorun, Hüseyin Ha­ kelesi de hizmete sokulmuştur. iskele konu­
ki'nin yönetimi bırakmasına neden olur. Fuad sunda olduğu gibi bilet satışında da yeni uygu­
Paşa'nın oğlu Rauf Bey, Haki Efendi'yi istifaya lamalar göze çarpmaktadır. Önce modern gişe
zorlar ve yönetim kurulu görevini kendisi üst­ sistemi getirilir ve biletler, Şimendj/er idaresi
lenerek müdüriyete, şirketin ilk yöneticisi olan örnek alınarak kartona günlük olarak basılır.
Ali Hilmi Efendi'yi ikinci defa getirir. Ancak bu Günlük bilet ihtiyacını karşılamak için biletçi
ekip yönetimde başarılı olamaz ve şirketin his­ kadrosu genişletilmiş ve Avrupa'dan matbaa
se senetleri değer kaybeder. Yusuf Kamil Pa­ makineleri getirtilmiştir. Şirketin iş hacmi ve
şa'nın araya girmesiyle Hüseyin Haki Efendi, personel sayısı arttıkça Bahçekapı'daki Nafı'a
istifasından 1 1 ay sonra yeniden şirketin başı­ Hanı, yönetim merkezinin ihtiyacına cevap ve­
na gelir. Ne var ki Osmanlı devleti artık savaşın remez duruma gelmiş; bunun üzerine Galata'da

240 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Yandançarklı vapurlar, yalnızca /stanbul-Bogaziçi aras111daki ulaşım sorununa bulunmuş pratik bir çözüm degildı: Salonlann­
da sohbet meclisten· kunı/ur, Bdbıd/i'nin renkli sima/an gönüllü birer meddah gibi hayat ve s(yasetin nükteyle dokunmuş atmos­
Jeıini bu mekanlardayaşatırlardı.

Mehmed Ali Paşa Hanı'nda üç oda daha kira­ mil Paşa'nın yetiştirmesi Hafız Vehbi Efendi 22
lanmıştır. Mayıs 1 896 tarihinde müdür tayin edilmiştir.
Taşınan yıllık yolcu sayısında 1 880'lerden Vehbi Efendi de Haki Efendi gibi müdürlük gö­
sonra hızlı bir tırmanış görülmektedir. Şirketin revini üstlenmeden önce yönetim kurulu baş­
her yıl yayımlad l'ğ ı Muvazene-/ umumiyye kanlığı yapmıştır. 1 86 6 yılındaki Haki Efendi
cedvellen°'nde bu artış açıkça izlenebilir. örne­ yönetiminde, bu görevde bulunuyordu. Hafız
ğin 1 8 8 7 ' de yapılan 4 1 . 7 1 9 seferde toplam Vehbi dönemi, Şirket-i Hayriyye tarihinde iki
8 . 804 . 6 72 yolcu taşınmıştır. Vapur sayısının büyük yeniliği gerçekleştirir. Bunlardan ilki
yolcu talebini karşılayamaması, Hüseyin Ha­ 1 902 'de pervaneli vapurların, yandan çarklı
ki'nin son yöneticilik yıllarında yeni vapurların vapurlar yerine hizmete girmesidir. Yandan
alınmasıyla bir ölçüde giderilmeye çalışılmıştır. çarklı vapurların dönemine son veren başlıca
1 8 9 0 ' d a ihsan, Şükran, Neveser, Rehber; neden, Boğaziçi' nde artan nüfusa paralel ola­
1 89 2 ' de Metanet, Resanet ve Eser-i Merha­ rak kurulan iskelelerin birbirlerine giderek yak­
met; 1 894 'te ise ikdam ve intizam vapurları laşması ve bu kısa mesafelerde eski tip vapur­
hizmete sokulmuştur. Aynı yıl Hüseyin Haki ların manevra yetenekleri açısından yanaşma
Efendi hastalanmış ve 1 895 'teki ölümünden ve kalkışlarda zorluk çekmeleriydi. Pervaneli
sonra bir süre şirket, yönetim kurulunun idare­ vapurlar bu zorluğu ortadan kaldırdılar. 4 7 nu­
si altında kalmıştır. maralı Tarz-ı nevin ve 48 numaralı Dil-nişin,
Hüseyin Haki Efendi'nin yerine Yusuf Ki\- Şirket-i Hayriyye'nin tek pervaneli ilk vapurla-

BİR BOGAZİÇİ TANZİMATÇISI: ŞİRKET-1 HAYRİYYE 241


Şirket-i Hayriyye modem zamanı idare eden bıt·yönetici idi. Vapurlann kalkış ve vanş saatlerine göre düzenlenen gündelik ha­
yat, lstanbul halkına hızlanan zaman temposuna ayak uydurmayı da öğretmişa:

rıdır. 1 905'te yaptırılan Süreyya ve Şelıab ' ın da bir kruvazörü andırır. " Çift pervaneli va­
küçük olmaları nedeniyle Armstong fabrikası­ purların liman giriş çıkışlarında ve iskeleye ya­
na daha büyük çapta inşirah vapuru yaptırılır. naşmada gösterdikleri manevra yeteneği gözö­
Bu son vapurların görüntüsü eskilere oranla bi­ n ü n e alınarak önce Fransızlara Sultaniye,
raz farklıdır; nedenini şirket salnamesinden Hünkar iskelesi, Sütlüce, Küçüksu vapurları si­
okuyalım: "Bu vapurlara uskur şqftının hare­ pariş edilmiş, daha sonra bunlardan daha az
ketinden dolayı yolcuların rahatsız olacağı kömür yakan 69 numaralı Hüsryin Haki ve 70
mülahazasıyla alt kamara konulamamış ol­ numaralı Ziya vapurları Boğaziçi'nde işletilmiş­
duğundan şeklen duba üzerine oturtulmuş tir. Fransız yapımı bu vapurların yanında İngi­
köşklere benziyorlardı. " Tek pervanelileri liz yapımı olan Saraybumu, Boğaziçi, Kalen­
1 907'de yaptırılan Kamer ve Rağbet adlı çift der ve Güze/hisar çift pervaneli vapurları da
peıvaneli vapurlar izler. 59 numaralı Kamer'de aynı dönemde hizmet vermişlerdir.
birinci mevki üç ve ikinci mevki iki salonludur. Hafız Vehbi Efendi'nin Şirket-i Hayriyye
Ayrıca tekne içindeki oturma yerleri de bir hay­ işletmesine getirdiği ikinci önemli yenilik, kuş­
li değişikliğe uğramıştır: "Birıiıci mevkı; bıd alt kusuz Seyr ü Sefer Kalemi'ni kurdurmasıdır.
kamara, diğeri güverte salonu ve üçüncüsü Darülfünun geometri hocalarından izzet Bey'in
güverte üstündeki salondan ıbaret olmak üze­ başkanlığında çalışmaya başlayan bu büro, ilk
re üç kat mevkiye lıdvidir. ( . .) 59 ve 60'ın kıç defa olarak o güne kadar gerçekleştirilemeyen,
tarqjlanyla heyet-i mecmu'ası küçük mikyas- vapurların hareket programlarını hazırlar. önce

242 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Boğaz'da yapılan ana hatlar ve karşılıklı sefer­
ler belirlenir. iskeleler arası uzaklıklar dikkate
alınarak günlük kalkış ve vanş saatleri her hat
için ayn ayrı saptanır. Bunun yanı sıra iskelele­
rin yolcu kapasitesine göre büyük ya da küçük
vapurların hangi hat üzerinde, hangi saatler
arasında işleyeceği de belirlenir. Kuşkusuz bu
yenilik, gündelik hayatın modern zaman kav­
ramıyla yakından ilgilidir ve zamanı program­
layarak yaşamaya başlayan Osmanlı insanı
için başlı başına bir kolaylıktır.
Şirket-i Hayriyye'nin 1 8 8 1 'de açılan ilk Ucuz, rahat, hızlı ve güvenlı;. işte Şirket-i Hayriyye'm/ı temel ilke/en·
bunlardı. Her ılke gelenekten adeta köklü bir kopuşun tescil{ydi. Ar­
gişeleri ve bilet satış yöntemi kısa sürede yeter­
tık hayatın genişleyen sınırlanna doğru yapılan yolculuk, geride bı­
siz kalmıştır. Şirket salnamesinin verdiği bilgi­ rakılan alışkanlık/an toplumsal hefızaya emanet ed{yordu.
ye göre eskiden, "ilk biletlerde bir marka me­
selesi vardı. iskeleden gidenler bir marka alıp girişimlerde bulunmuştur. Elektrikli kızaklar
vapura binerlerdi O zamanlar böyle gişe usu­ 1 9 1 O'dan sonra şirket vapurlarınııı tamirinde
lü olmadığından biletler vapurlarda satılırdı. kullanılmışlardır. Hasköy Fabrikası'nda da bu
Bıletçi müştenden markayı alır ve ona göre te­ teknoloji uygulanmıştır. 1 9 1 2 'de ise elektrik,
neke kutularda deste deste duran biletlerden artık Şirket-i Hayriyye 'nin yolcu bekleme sa­
verirdi ve verdiği biletlerde iskele namı gayr-i lonlarını aydınlatmaktadır. Şirket kurucularının
mevcıld idi. " Eski biletlerin taş baskısı ve tarih­ anısına üç Tanzimatçıııın adı verilen 7 1 numa­
siz oluşları kolay taklit edilerek sahte basıma ralı Cevdet Paşa, 72 numaralı Fuad Paşa ve 73
yol açmıştır. Sahtebilet kalpazanlığını önlemek numaralı Reşid Paşa vapurlarını yaptırma kara­
amacıyla ithal karton kağıda, tarihli olmak üze­ rı da bu dönemde alınır.
re Galata'da Manukyan matbaasında bastırılan Trablusgarb ve Balkan savaşlarında şirket
yeni biletler, Hafız Vehbi Efendi döneminde vapurlarının büyük bir kısmı asker ve cephane
yaygın biçimde kullanılmışlardır. nakliyatında kullanılmıştır. 26 numaralı emek­
3 1 Mart 1 909 'da ölen Hafız Vehbi Efen­ tar Suhulet araba vapuru Trablusgarb savaşın­
di'nin yerine müdürlük görevini Keçecizade da süvari ve topçu kıtalarını taşımış. Balkan
Hikmet Bey vekaleten yürütmüşse de, Haziran Savaşı'nda da aynı görevi yeniden üstlenmişti.
ayında toplanan hissedarlar kurulu bu makama Ayrıca bu son savaşta gerek İzmit, Şarköy,
eski Maliye Nazırı Ziya Paşa'yı tayin etmişler ve Ayastefanos, Tekfurdağı, Kal'a-yı Sultaniyye,
yardımcılığına da Hüseyin Haki Efendi'nin oğlu Gelibolu, Karamürsel arasındaki askeri nakli­
Ali Bey'i getirmişlerdir. Ali Bey'in müdür olarak yatta, gerekse, "Şarköy'e asker ihracı esnas111-
atanma tarihi 1 Şubat 1 9 1 O'dur. önce eski va­ da Bulgar şarapnelleri altında cansiperdne
purlann tamiri işini ele almış, ardında da şirke­ çalışılmıştır. " Balkan Savaşı'nda görev alan
tin emektar Hasköy Fabrikası'nı yenilemek için Şirket-i Hayriyye vapurları ise şunlardır: Sııhı7

IBİR BOGAZİÇI TANZIMATÇISI: ŞİRKET-İ HAYRIYYE 243


3. Kıssadan Hisse

Şirket-i Hayriyye bir Boğaziçi Tanzimatçı­


sı'ydı. 1 9 . yüzyıl lstanbulu'nu bir reformcu gibi
hissetti ve kesin çözüme, deneyimli bir kadroy­
la ulaşabileceğine inandı. Şirket yönetiminin
sürekli olarak birkaç aile�n 'tekelinde kalması
bu inancı doğrular. Aynı zamanda bir okuldu
da; öğrencilerini özenle yetiştirerek, teknolojik
modernleşmenin en dikkatli izleyicileri yaptı.
Bu özelliğiyle Babıali Hariciye Kalemi'ne ben­
Hasköy rersanesı; Şirket-i HayriYyeye ait işletmelerden birisiYdi. zer; Batı'daki gemi tezgahlarında meydana ge­
Vapurlann bakım ve onarımlarının yapıldığı bu tersaneden başka
len her yeni kıpırdanış, bu küçük Kalem'in ru­
inli efaklı tamirhaneler ile kömür ve malzeme depolan da Şirket'in
hizmetlerini düzenli kılmak için geniş bir memur ve teknik personel hunda derin izler bırakmıştır. Reformcuydu,
kadrosuylafaaliYetgösteriyordu. ama dönemin ahlak anlayışına da saygıda ku­
sur etmedi; harem-selamlık kamaraları arasın­
/et, Güze/hisar, Hünkar iskelesi, Sultaniye,
daki perdeyi birden değil, yavaş yavaş kaldırdı.
Şükran , Rağbet, Eser-i Merhamet, Nusret,
Osmanlı dünyasının gündelik hayatına girme­
Metanet, Boğaziçi, Küçüksu, Z(ya, Ihsan, Hü­
sini bildi ve kişiliğini, biraz da gerçek ile efsane
sryin Haki, Kalender, Rüçhan, Rehber.
karışımı bu garip Doğu ikliminde buldu. Kala­
ı. Dünya Savaşı sonrasında mütareke is­
balık bir müşteri topluluğundan çok, halden
tanbul'u demek, biraz da Şirket-i Hayriyye va­
anlayan bir cemaat yarattı; ardında bıraktığı
purlarında yabancı askerlerin milli gururu ze­
hatırat külliyatı bu kadirşinas insanların eseri­
deleyici davranışlarına tanık olmak demektir.
dir. Medreseli değildi, dolayısıyla uzun süre ya­
Şirket yönetimi artık bütünüyle işgal kuvvetle­
şama şansına sahip oldu. Boğaziçi ' nin mimarı
rinin kontrolü altındadır. ilk kurucu Cevdet Pa­
sayılır; Sinan'a ve onun mirasına kayıtsız kal­
şa 'nın adı verilen 71 numaralı vapur, işgiilcile­
madığı için.
rin hizmetine girer. Çok değil, daha birkaç yıl
önce cepheye silah ve asker taşıyan Şirket-i
Çağdaş Şehir, 10 (Aralık 1 987), s. 74-78
Hayriyye, aynı kararlı desteği Anadolu'daki di­
renişe sağlayamamıştır. Damad Ferid Paşa po­
litikası, bir bakıma şirketin geleceğini son Os­
manlı yönetiminin kaderiyle özdeşleştirmiştir.
Şirket, 1 944 yılında çıkartılan bir kanunla va­
purlarını Denizyolları 'na devreder ve bu yaşlı
Tanzimat projesinden Şehir Hatları işletmesi
doğar.

244 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


KÜÇÜK MUSLUK TARİHİ

nesneler dünyasının. uygarlık tarihini biçim­


lendirmeye başlamasıdır.
Su, akıp giden zaman için bulunulmuş bel­
Hz. Adem'in dünya mekanı olan mağara.
ki de en güzel imgedir. Kaynaklan kurumadığı
aynı zamanda doğa'nın kendisiydi. insan-doğa
sürece, sonsuzluğa eşitlenmiş bir doğal madde
ilişkisinin iç içe yaşandığı bu hazır bannak za­
olarak estetik duyguyu kamçılar. Ama elyapısı
manla terk edildi ve mağara dışına atılan ilk
nesneler dünyasında bu kışkırtıcı imge. bütü­
adım, doğanın boyunduruğundaki insana öz­
nüyle anlamını kaybeder. Doğa, bu nesneler
gürlüğünü getirdi. Kendisine sunulanı aşma is­
tarafından değişime uğratıldıkça, imge de eski
teği. özgürlük eyleminin de kaynağı oldu böy­
büyüsünden sıyrılır. Artık bu aşamada doğa.
;
lece. Önce yabanıl ezgi, ardından da evcilleşti­
yeni giysileri içinde, insan zihninin bir başka
rilmiş bilinç, bu en temel eylemin dizginlerini
yaratıcı boyutuna yerleşmiş ve imgesini meta­
aldı ele.
laştırıp pazara sürmüştür. Pazarın arz-talep
İnsanoğlunun doğa karşısında özgürleş­
dengesi içinde değerini bulan bu yeni meta-im­
mesi kendi geçim araçlarını yapabilmesi sonu­
cudur. Özgürlüğü. yaşanması zorunlu bir duy­
ge, gündelik hayattaki insan ihtiyaçlarını karşı­
layan somut bir maddedir. insan yapısı nesne­
gu katına çıkartan da bu maddi araçlardır. Or­
lerin arasında musluk, doğal imge'yi meta-ıin­
mana giren balta. yeni bir yaşam alanı açar­
ken, kıraç toprak üzerinde dönen tekerlek de
ge'ye çevirmede tipik bir dönüştürücü özelliği
gösterir ve doğada sonsuzluğa eşitlenmiş su
bu alanın ufkunu genişletir. Düş ve tasarım.
imgesini ortadan kaldırarak yerine, insanın ih­
gittikçe genişleyen ufuk çizgisi boyunca insa­
tiyaçtan oranında kullandığı gündelik bir mad­
nın küçük dünyasından doğaya uzanır ve onu
denin çıplak gerçekliğini koyar. Bu dönüşüm
denetleyebilecek araçların yaratıcı kaynağı
öylesine kesindir ki. akan bir ırmağı tuvaline
olur. Sonuç: Olanaklarını tanıyan insan ile bu
geçiren ressam. aynı yaratıcı duyguyu akan bir
olanakları ona sunan doğa arasındaki elyapısı

KÜÇÜK MUSLUK TARiHi 245


musluk, pratik bir işlev üstlenmiştir. Kullanım
değeri açısından bu işlev, doğayı insan ayağına
getirmekten başka bir anlam taşımaz. Şehirle­
rin Ortaçağ surlarını yıkıp genişlediği, ticaret
hayatının canlandığı dönemlerde doğadan iyice
kopan insan, belediye hizmetleri adıyla topla­
nan vergiler karşılığı doğadan yararlanabilmiş­
tir. Gündelik hayatı bir örümcek ağı içine alan
su şebekesi, antık insan ile doğa arasındaki
canlı dokudur. Şehirlerin beton gövdelerine ruh
veren gündelik hayatın kılcal damarlan doğaya
kök salmış ve gerekli su kaynaklarını bu canlı
dokuyu beslemek için hızla tüketmeye başla­
mışlardır. Musluktan akan suyun bedeli, insa­
nın şeytansı buluşu parayla ödenmekte ve bu
büyülü nesne, metalaştırılmış doğaya salt kul­
lanım değeri üzerinden fiyat biçmektedir. Kuş­
kusuz doğayı en ilkel bir yararcılık düşüncesiy­
le dize getirmek bile, doyumsuz bir zafer sevin­
cini yaşatmaya yetmez. Bu sevincin gerçek an­
lamda bir hazza dönüşebilmesi, pratik yararcı­
lsranbul çeşme/en; mimari biçim ve sosyo-kültürel içen·k açısırıdan
dini bır tasanma sahipli. Musluktan akan su, sağladığı toplumsal lığa, dönemin modasına uygun bir estetik form
Jayda111n dışmda aynca çeşmeyiyaptrrana birJatilıa okumanın da
bulmakla mümkündür. Maske, nasıl ardında
aracı sayrlryordu.
gizlediği ruhun karakterini silerse, estetik form

musluk karşısında yaşayamaz. Her iki durum­ da kapladığı nesnenin pratik işlevini insan bel­

da su, aynı kimyasal bileşime sahiptir fakat, leğinin karanlık boşluğuna iter. Haz duygusu,

imge olarak parçalanmıştır. bu boşluğun yerini dolduran estetik formun ,

Musluğun insan yapısı nesneler dünyasın­ zihnimizde bir güzellik tanrısı olarak canlandır­

daki işlevi, öncelikle kullanım değeri açısından masıyla yaşanır. Bir dolmakalemin pratik açı­

önem taşımaktadır. Yüzünü yıkamak ya da su­ dan kullanım değeri, bizi divit taşıma külfetin­

suzluğunu gidermek için bir akarsu kenarına den kurtarmış olmasıdır; fakat bu nesnenin es­

gitmek zorunda kalan insan ile ihtiyacını mus­ tetik formu onu kadife kutusunda seyredilen

luğu çevirerek karşılayan el, onun kullanım de­ nadide bir mücevhere dönüştürür. Musluk da

ğerinin bilincindeki bir insana aittir ve bu uygar aynı şekilde içine yerleştiği çeşme kompozisyo­

varlık, yarattığı nesnenin gündelik hayatına nuyla bir mimari anıta dönüşür ve kullanım de­

getirdiği kolaylığı salt doğaya karşı kazanılmış ğerini estetik değerinin ardına gizler.

bir zafer olarak görür. insan yapısı nesneler dünyasında, başlan­

insanın su ile ilişkisini doğrudan sağlayan gıçtaki imgesel değerini kaybeden doğa, bu

246 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


nesneleri şekillendiren estetik düzenlemelerle
yeni bir imge anlayışı yaratmıştır. İnsanoğlu,
sanki doğaya karşı işlediği cinayetin birdenbire
ortaya çıkmasından korkmuş ve ruhunun belki
de bir katilin gövdesine can katmış olabilece­
ğinden kuşkulamrcasına, elindeki suç aletlerini
doğanın karakteristik formları içine gömmüş­
tür. tik bakışta nesneyi, gömüldüğü bu mezar­
lıkta kemikleri dağılmış, kendi gelişmiş benze­
riyle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan bir
iskelet olarak buluruz. Bu açıdan insan yapısı
nesnelerin ilk biçimlerini kavramak, kimi za­
man unutulmuş bir yazıyı okumak kadar güç­
tür. Nitekim musluğun ilk biçimini aramak, bizi
doğanın yalın bir gerçeğine götürür. Suyun
oluk içindeki akışını kesen tahta ya da maden­
den yapılmış bir tıkaç, musluğun ilk biçimini
genellikle karşılamaz. Çünkü aynı biçim, doğa­
nın bir dere yatağında oluşturduğu kum ve ça­
kıl seddinde de vardır. Dolayısıyla musluk ilk
Mahallelerde oldugu gibi meydanlarda da çeşme, hayatın ortasmda
biçimden yoksun bir nesne olarak, ancak insan yer al!Yordu. Akan bir musluk, çeşmryi hayamı içinde işlevselleştin'r,
kurudugu zaman ise ecrqjindaki hayat da canlılığını kaybederdi
zihninin belli bir soyutlama aşamasında yara­
tılmış ve doğada bulunmayan bir işleme meka­ arındırır. Nitekim insanın manevi kirinden saf
nizmasına sahip gelişkin bir nesnedir. Ancak bir ruhun doğmasına yardım eden dini söylem.
böyle bir nesne doğanın sonsuzluk imgesini yı­ anndıncı su imgesi etrafında dönen estetik ya­
kabilir; yoksa doğadaki ilk örnek olarak basit ratıcılığın da ilk nedenidir. Bu durumda mus­
kum seddi, daha güçlü akıntılarla yıkılacak ve luk, pratik bir yararcılık anlayışının ötesinde.
çağıldayan su her zaman bir sonsuzluk imgesi içine yerleştiği çeşmenin dini kompozisyonunu
yaratabilecektir. Oysa insanoğlu , sonsuzluk tamamlayan büyülü bir nesnedir. Çeşme mus­
duygusunu, yarattığı nesnenin kalıcılık özelli­ luğuna uzanan el, kendisine şifa veren, ruhunu
ğine estetik hazzı katarak yaşamak istemiştir. huzura kavuşturan bir nesnenin sembolize etti­
Dini yaşantıda su kültürünün önemli bir ği doğaötesine uzanmaktadır. Böylece dini söy­
yeri vardır. Su, cennetteki doğanın kaynağıdır lem, çeşmeyi manevi bir atmosferle kaplar. Öte
ve yeryüzündeki insan doğasını arındırma gü­ yandan cami, kilise, mezarlık, kervansaray ve
cüne sahiptir. Bir Hindu'nun kutsal nehre gir­ hamam gibi mekanlarda yaptırılan çeşmeler,
mesinde, bir Hıristiyan 'ın vaftiz edilmesinde, bdnfsinin hem toplumsal statüsünü sağlam­
bir Müslüman'ın abdest almasında bu ilahi laştırır, hem de ötedünyada, kendisini rahmetle
madde, kirlenen benliği günah duygusundan anan bir müminler topluluğunun yakın tanıklı-

KÜÇÜK MUSLUK TARiHi 247


ğını sağlar. Bıini'nin kimliği çeşme üzerindeki bu dengeyi arar ve sonuçta onunla özdeşleşir.
künyeye kazınmıştır. Bu iti-dini yazı, tama­ Cam ve metal yapı malzemesinin egemenlik
men dini bir duanın kaligrafisi içinde çeşme sa­ kurduğu çağdaş mimariye yerleştirilen musluk
hibinin ölümünden sonra yeryüzündeki mane­ da kendi çizgilerini bu kompozisyon içinde bul­
vi hayatını sürdürür. Çeşme musluğunu açan muştur. Artık onda ne geçmişin kutsanmış çiz­
kişi, artık yalnızca gündelik ihtiyacını karşıla­ gileri, ne de abartılmış duyarlığın görüntüsü
makla kalmaz, bu hayırsever insanı minnetle vardır. Hafif bir eğilimle kıvrılan metal musluk,
anan bir varlığa dönüşür. Musluğun, içine yer­ doğadan kopmuş standart yaşama gene yüz­
leştiği dini kompozisyon, böyle bir davranışı yıllar öncesinde olduğu gibi doğayı getirirken,
açıkça ondan istemektedir çünkü. estetik olarak sildiği geçmişin karmaşık izleri
insanoğlunun doğadaki güzel'i, kendi ya­ üzerine, yabancılaşmış insan duyarlığının çev­
rattığı nesneler dünyasındaki güzel formuyla reden ve kendi özbenliğinden soyutlanmış ya­
aşmaya çalışması, estetik duygunun ilk basa­ lın çizgilerini çekmiştir. Bu nesnenin anlamını,
mağıdır. Her çağ kendi estetiğini nesneler üze­ onun kültür tarihi içindeki yerine bakarak kav­
rinde dener. Dini yaşantının tüm toplum katla­ rarken, tek bir çizgide somutlaşan ve odağına
rını sardığı bir tarih döneminin estetiği, kuşku­ yalınlığı alan bir nesneyi betimlemek için kulla­
suz nesneyi de manevileştirecektir. Ancak, in­ nacağımız dil, yoksullaştırılmış yaşantımızı be­
sanlık tarihi değişen duygu biçimlerinin de ta­ timlemede kullandığımız dilden başkası olma­
nığıdır. Zihniyet dünyasındaki değişim, beğeni yacaktır. insan yaratısı olan her nesne onun
düzeyini de etkiler ve estetik algı zamanla kap­ yaşamını kuran bilincin de bir ürünüdür çünkü.
ladığı tek merkezli kültür çemberini genişletir.
Geçmiş yüzyılların estetik beğenisini yansıtan
musluklar, bugün birer antika değeri taşımak­ il
tadırlar. Nesneye katılan estetik kültürünün,
kendi çağının beğeni sınırıyla çevrelendiği dü­ Osmanlı toplumunda doğa, Tanrı'nın Müs­
şünülürse, bir zamanların kullanım değeri açı­ lüman cemaate bir armağanıydı. Hukuk dilinde
sından önem taşıyan musluğunun, bugün este­ arazi olarak bilinen bu armağan, aslında salt
tik değeri üzerinden işlem göreceği rahatlıkla tarımsal üretimin yapıldığı bir toprak parçasın­
kabul edilebilir. önemli olan da budur: Kulla­ dan ibaret değildi. Gene de Ortaçağ düşüncesi
nım değeri değişmeyen nesnenin, değişen este­ toprağa, yegane zenginlik kaynağı gözüyle
tik değeriyle vazgeçilmezliğini sürdürebilme­ bakmıştır. Çünkü değerini kaybetmeyen, har­
si . . . canan emeğin karşılığını veren tek üretici kay­
Uygarlık tarihi boyunca her çağ, bir ihtiyaç naktı. Siyasi otorite bu kaynağı Tanrı adına,
sonucu ortaya koyduğu nesnelerin kullanım ve savaşta ya da devlet hizmetlerinde başarı gös­
estetik değerleri arasındaki uyumu gözetmiştir. termiş seçkin kullan arasında pay eder, karşılı­
Kültürün maddi ve manevi ögeleri arasında ku­ ğını eğitilmiş asker ve vergi olarak alırdı. Os­
rulan dengesidir bu. Çağımızın beğenisi de ken­ manlı düzeninde manevi mülkiyeti Tanrı'ya ait
di üretim teknolojisinin olanakları çerçevesinde olan doğa, Müslüman kulların bu zenginlik

248 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


kaynağı üzerindeki tasarruf biçimini de kamu­
sal niteliğe büründürmüş ve doğa nimetleri
karşısında her kul için kendiliğinden bir dünye­
vi hak duygusunu doğurmuştur. Siyasi otorite
bu duyguyu adalet terazisinde tartan kişidir.
Su, doğanın temel maddesidir ve tüketimi,
Osmanlı toplumunda kamusal yarar gözönün­
de bulundurularak gerçekleştirilir. Kırsal alanda
su tüketimi, tarım yapılan araziyi beslemek
içindir. 1 7. yüzyıl ortalanna kadar, başta İstan­
bul olmak üzere diğer Osmanlı şehirleri de, ta­
rımsal üretime katılan, kırsal kesimin bu temel
işlevini belli oranda üstlenmiş nüfus yoğunlu­
ğu fazla yaşam alanlarıydı. örneğin İstanbul,
bağ ve bahçe tarımıyla kendi gündelik ihtiyacı­
nı karşılayabilecek kapasitedeydi. Su tüketimi ili.
Ahmed meydan çeşmesi, üst tabaka yaşantısının Lale Devn''nde
kazandığı estetikJantazyayı, geleneksel düzen anlayışını temsil eden
bu kapasiteyi besleyecek şekilde ayarlanmıştı.
Bdb-ı Humayun önünde gündelik hayatayansıtan tipik bir modem­
Aslına bakılırsa İstanbul 'un tarih boyunca çek­ /eşme sembolü idi.
tiği su sıkıntısı her dönemde vardı. Bizans'tan
kalma su yolları, şehrin dışındaki kaynakları run birden patlak verdi. ihtiyaç fazlası su, çeş­
hem bağ ve bahçe tanmının istifadesine sunu­ melerden boş yere akmakta, sokakları çamur
yor, hem de mahalle ölçeğine girerek kişisel ih­ deryasına çevirmekte ve oluşturduğu gölcük­
tiyacı karşılıyordu. Gerek tarım arazisi, gerekse lerle yaz aylarında salgın hastalıklara zemin
mahalle birimine �erilen su, her iki mekanın hazırlamaktaydı. Şehrin nüfusu fetihten sonra
farklı özellikleri gözönüne alınmadan, yalnızca hızla artmaya başlamıştı. Anadolu ve Rume­
tarımsal sulama kaygısıyla basit bir kanal siste­ li 'den gelen göçmen nüfus, mahalle dokusu­
mi içinde şehre getirilmişti. Bu sistem, suyu do­ nun iç içe geçen yaşam alanlarını daha da kar­
ğadan alıp tekrar doğaya vererek, aradaki za­ maşık bir yapılanmaya dönüştürmüştü. Sokak­
man kesitinde insan ihtiyacını karşılayan ilkel lar, tıpkı bir kılcal damar gibi şehir bünyesini
bir sistemdi ve suyun kesintisiz akması esasına sarmış, mahalle sakinlerini dış dünyaya bağla­
dayanıyordu. Bağ ve bahçe tarımı için bu sis­ maktan çok, kendi içlerine kapalı birer mekan
tem idealdi, fakat mahalle biriminde 1 6 . yüz­ oluşturmuşlardı. Bu durumda tarımsal sulama
yıldan itibaren önemli sorunlar yaratmıştır. esasına göre düzenlenmiş eski su sisteminin gi­
Mahalle çeşmesinden kesintisiz akan su, derek daralan mahalle ölçeğinde yarattığı so­
Osmanlı insanının kafasında sonsuzluk imgesi­ runlar, bazı pratik önlemlerle giderilmeye çalı­
ni yeterince canlandırabiliyordu. Ayrıca bu ila­ şılmıştır. Çeşmelere musluk takmak, bu önlem­
hi kaynaklı madde üzerinde kişisel tasarruf da lerin başında gelir.
söz konusu değildi. 1 6. yüzyıl ortalarında so- Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar

KÜÇÜK MUSLUK TARİHi 249


17. yüzyıl sonlarında mahalle hayatının dışına çıkan üst tabaka yaşantısı, kendi statü sembollerini şehrın kamuya ait alan­
larında sergilemeye başladı. Büyük ölçekli kıilliYe ınşasıyerılıe wplumsa!Jaydayı gözardı etmeyen zarjfçeşme tasarımları, bu
sembollerılı en dikkat çekici olanlarıydı.

İstanbul çeşmelerinde musluk yoktu. ilk defa İstanbul halkının burma lüle'li çeşmelere
l 560'lı yılların başında İstanbul çeşmelerine tepkisi umulmadık biçimde sert oldu. Merkezi
burma lüle adı verilen musluklar takılmaya otoritenin, yalnızca su israfıııı önlemek ve in-
başlandı. Lüle, suyun çeşmeden son çıkış yeri- san sağlığım korumak düşüncesiyle taktırdığı
dir ve eski metinlerde kimi zaman sô.de lüle muslukları mahalle sakinleri, kamusal hakları-
olarak da adlandırılır. Bunna lüle ise, musluk nı sınırlandıran birer araç olarak yorumladılar.
karşılığı kullanılmış olup bazan yalııızca bur- Böyle bir yorumu doğuran iki önemli neden
ma da denilirdi. Musluk, çeşmelere takılmadan vardı. ilki, kamusal hak kavramının içeriğiyle
önce şarap, sirke vs. gibi sıvı maddelerin sak- ilgilidir. Osmanlı' nın klasik döneminde doğa-
landığı fıçılarda kullanılmaktaydı. Bu maddele- dan yararlanma hakkı oldukça esnek bir çerçe-
rin tüketimi kişisel olduğu ve değerleri parayla veye oturtulmuştu. Bu çerçeve içine giren doğa
ödendiği için fıçılara musluk takmak zorunluy- nimetleri, ayııı zamanda Tanrı'ııın nimetleriydi
du; fakat tüketimi hem kamusal, hem de bedel- ve bu ilahi kaynak üzerinde hiçbir dünyevi
siz olan su konusunda musluk, doğal hak kav- otorite kısıtlayıcı tasarrufta bulunamazdı. Oto-
ramını ortadan kaldıran bir araç işlevini üstlen- rite yalnızca bayındırlık alanında, halkın ka-
mişti. musal yararını düşünerek, doğa üzerinde tasar-

250 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


rufa gidebilirdi. örneğin köprü yapımı devletin
bu türden bir etkinliğidir, ama aynı köprüden
ayakbastı parası almak, burma lüle olayına
benzer bir hak kısıtlaması sonucunu doğur­
muştur. N itekim musluğa karşı çıkmakla, ka­
musal hakkın denetim altına alındığı inancı so­
kaktaki insanın kafasına yerleşmişti. Osmanlı
insanının böyle bir inanca sahip olması ne de­
rece doğalsa, karşı çıkma nedenleri de o derece
rasyoneldi. Çünkü mahalle ölçeğinde, sınırlı da
olsa bahçe tarımı yapılmaktaydı. Pek çok evin
arka bahçesi vardı ve bu bahçelerde ailelerin
mevsimlik ihtiyacını karşılayacak, artanı da sa­
tış yoluyla paraya çevrilebilecek ölçüde sebze­
cilik yapılmaktaydı. Musluksuz çeşmelerden
gece gündüz akan su, merkezi otoritenin gö­
zünde ziyan edilen bir maddi kaynak olarak
görünse de, aslında ilkel yöntemlerle yapılan
bu arka bahçe sebzeciliğinin can damarıydı.
Dolayısıyla musluk, belirli saatlerde emirle ka­
patılacağından, bu can damarları da aile haya­
tının iktisadi yönünü beslemekte yetersiz kala­
caklardı. öte yandan mahalle sakinleri, bahçe­
lerini sulamak içi1'1 özel su yolu yaptıracak ka­ 18. yüzyıl lstanbul çeşme mimarisı; ıinparatorluğuıı diğer vilqyeıleıi­
dar zengin değillerdi ve çeşmeden taşan fazla ne de estetik damgasmı vunnuştu. Dönemin ünlü Yeniçerisi Abdur­
rahman Kethüda 'nm l 744 'te Kahire'de inşa etrirdiği Beyne 'l-Kas­
suyu kendi kamusal haklarının bir parçası ka­ rı;yn Çeşmesı; Osmanlı 'nın Mısır üzerindeki hakimiyeı sembolü ola
bul ediyorlardı. Devlet ise her evin bahçesine rakgünümüze kadar varlığmı sürdürdü.
su kanalı açmayı hem mali yönden faturasını
yüksek buluyor, hem de böyle bir proje o döne­ arasınraki statü sorunuyla ilgiliydi ve bu yeni

me damgasını vuran kamusal bayındırlık dü­ musluklu çeşmelerin, üst tabakanın su üzerin­

şüncesine ters gelen bir kişisellik barındırıyor­ deki kişisel tasarrufunu güçlendirerek, alt taba­

du. Şehir belediyeciliği henüz doğmamıştı; dev­ kayı mağdur durumda bırakmasından kaynak­

let, çarşı ve pazarı kendi denetliyor, ama ma­ lanıyordu. Klasik Osmanlı mahallesinin Müslü­

halle aralarını burada yaşayanlara bırakıyordu. man cemaati hem zengin, hem de fakiri kuşa­

işte böyle bir toplumsal düzende, basit bir nes­ tan bir toplumsal özelliğe sahipti. Esnaf ile bü­

ne olan musluk, devlet ile insanı karşı karşıya rokrat 1 6 . yüzyılda henüz birbirlerinden farklı

getirdi. Burma lü/e'ye karşı çıkışın ikinci önem­ bir kültür kodu geliştirnıemişlerdi. Aynı nıalıal­

li nedeni ise , toplumun alt ve üst tabakaları le ölçeği içinde yaşıyorlar ve böylece temel ay-

KÜÇÜK MUSLUK TARiHi 251


rımı kendi aralarında değil, azınlıklarla olan
ilişkilerinde gözetiyorlardı. Devlet, imar faaliye­
tine üst tabakanın da yapacağı katkıyı düşüne­
rek, aslında oldukça eski bir geleneği canlan­
dırmayı düşünüyor ve bu tabakanın maddi
kaynaklarını kendi gücüyle birleştirerek, hiç
değilse mahalle ölçeğindeki bayındırlık çalış­
malarını teşvik ediyordu. Burma lüle'li çeşme­
lerin yapımı da bu devlet desteğinin bir parçası­
dır. Fakat sorun arzu edilen doğrultuda çözüm­
lenemedi; tam tersine yön değiştirerek kişisel
istismara yol açtı. Başlangıçta nüfus sahibi
zenginler kendi konaklarına yakın yerlerde
çeşmeler yaptırıyorlar ve görünüşte hem hazi­
neyi mali külfetten kurtarıyorlar, hem de hal­
kın gözünde hayırsever insanlar katına çıkı­
yorlardı. Oysa lstanbul'un su kaynakları kısıt­
lıydı ve bu çeşmelere şehrin ana şebekesinden
bağlanan su, yapılan küçük tadilatlarla köşkle­
rin özel hamamlarına akıtılıyor, bu durum da
alt tabakanın gözünde kamusal hakkın gasbı
olarak şekilleniyordu. Açıkcası üst tabaka bur­
ma lüle'yi kendi çıkarına uygun bir araç gibi
görmüştü. Ancak bu istismarın altında oldukça
önemli bir toplumsal neden de yatıyordu. Bu
neden daha çok kültürel içeriklidir. Osmanlı üst
tabakası, tarihteki benzerlerinin yolunu izleye­
rek, varolan ortak kültür içinde kendi rengini
belli etmeye başlamıştı. Mahalle ölçeğindeki
kolektif hayata bütünüyle katılmamıştı, ama
gene de alt tabakalarda ortak olduğu kültür ze­
mini henüz canlılığını koruyordu. üst tabaka
bu zemini bütünüyle kendi kültür renkleriyle
süslemek istemiştir. Böyle bir istek kültürel
farklılaşmayı zamanla hızlandırdı ve üst tabaka
önce kendi içine kapandı ve 1 7. yüzyılın sonla­
rında bütünüyle mahalle kültürünün dışına
taştı. Osmanlı üst tabakasının bu kültürel ko-

252 İSTANBUI:DA GÜNDELİK HAYAT


S{yasi ikcidargündelik hayat111 içıiıde kendisini ifade edebilecek görsel tasanmlara her dönemdejiırklı gerekçelerle ılır{yaç dıry
muştu. Bdb-ı Humayün, Klasik Dönem 'inya/111 çizgiler{yle şekillendirdiğiyönecici iradenin kudretıiıı; hemen önündeki /il. Alı
med Çeşmesi ise aynı iradenin zarf!bir sanat esenlıe dönüşerekyaptığı modem/eşme çağns111ı gözler önüne sennekredir.

KÜÇÜK MUSLUK TARiHi 253


puşu, sözünü ettiğimiz 1 6 . yüzyıl ortalarında meşrüh üzre haklanndan gelesin. Fe-emma bu
henüz emekleme dönemindeydi ve kendini bahane ile asi suya zarar ve z{yan gelmekden
musluk sorununda olduğu gibi, dolaylı yoldan gayet hazer idesin ve bundan akdem lüleler
bir istismar olayı ile açığa çıkarıyordu. Zengin daktlmış iken mahallede bazı kimesneler lüle­
sınıf, alt tabaka ile aynı mahalle hamamına git­ leri bozub zayi itmişler dalıf bu/durasın.
mek istemiyordu. Yaşam uslübunun ve değer­ (MezbCtr nazıra vinldı) ff gurre-i muharrem
lerin farklılaşması, zengin evlerinde özel ha­ 972. "
mamların yapımını zorunlu kılıyordu; bu da Kanuni Sultan Süleyman bu fermanında
kamuya ait hak'ın ancak dolaylı yoldan gasp sorunu bir inzibat olayı gibi görmüştür. Metin
edilmesiyle gerçekleştirilebilirdi. Sonuçta bir çı­ ana hatlarıyla sorunu sergilemekte, ancak çö­
kar sorununa dönüşen burma lüle olayı, çeşme züm açısından kısır kalmaktadır. Huzursuzluğu
musluklarının halk tarafından tahribine kadar ortadan kaldırmanın yolu kuşkusuz muslukları
vardı ve 1 564 tarihli fermanla noktalandı: tahrip edenleri cezalandırmak değildi. Böyle bir
"/stanbul kadısına ve Suyolu ndzmna hü­ çözüm alt tabakanın huzursuzluğunu daha da
küm kı; bundan akdem anaya enmeğe kabil arttıracaktı. Nitekim Kanuni'den sonra da so­
olm1Yan bazt sade lülelCt çeşmelergice ve gün­ run çözülmemiş ve halk duyduğu tedirginliği
düz akub sokaktan balçık eyledüginden ötürü saray.a yansıtmıştır. üst tabakanın gasp ettiği
zikr olunan çeşmelere burma lüle daktlub ar­ kamusal haklar, çeşitli yolsuzluk söylentilerine
tan suyu kendü akçeleri ile bazı müslümanlar neden olurken, 1 6 . yüzyılın son çeyreğinde
çeşme ve musluk bıiıa rylemek istediklerinde olayın kapsamı iyiden iyiye genişliyor ve Mi­
(. . .) çeşmelere burma lüle daktlub murad ryli­ mar Sinan'ın adı da bu söylentilere karışıyordu.
yen müslümanlar kendü akçeten· ile çeşme ve imparatorluğun baş mimarı Sinan, suyun ka­
musluk bina rylemesi içlin emr-i şerjfim vinl­ musal kullanım hakkını çiğnediği ve kendi özel
miş idi ol emr-i şerjfim mCtcebince ol asi çeş­ çıkarını gözettiği suçlamasıyla saraya şikayet
melere burma lüle daktlduğundan mahalle ediliyor, bunun üzerine padişah III. Murad, 25
imamı ve cema 'at akan su bağçelen·m ize ve Cemaziyü'l-ahir 985 ( 1 5 77) tarihli bir ferman­
bostanlanmıza akmak ectl{yçün bu su bize vi­ la gerekli soruşturmayı başlatıyordu.
nlmiştir. Yabana akarsa aksun lülrye nzamız "/stanbul kadısma hüküm kı; hdla nkab­
yoktur dryü emrime muhalefet idüb ve dakı­ ı hümayun uma nk 'a sunulub mimar başı olan
lan lülryi bir kaç def'a efatduklarwı bildirme­ Sinan içün merhum ve mağfiirün-leh ceddim
gin buyurdum kı; ol asi daktlan lüleyi birkaç Sultan Sülryman tabe serahü imaret-i amiresi
de'a efatduklarun bildirmegin buyurdum kı; suyundan bir lüle su alub kendü kapusu
ol asi çeşmelere burma lüle daktlduğundan lü­ önünde bir büyük hazinelü çeşme bıiıa idüb ve
lryi efadan eger sipahi ve sair kullanm ta'j/e­ çeşme kurbinde mermerlerden bir sanduk şek­
si ise kapuma arz ryl{yesin ve eger şehirlü hal­ linde bir nesneyabdırub çeşme canibıiıde bir
kmdan ise mCtkem hakkmdan geldükden son­ delük koyub öte canibe künk döşryüb evleniı­
ra cerfmesin aldurasın veyabana akmak eci­ de hamamlar ve musluklar itdirüb ve taşra
l{yçün burmayı açuk koyanlann dahi vech-i çeşmenin lülesine ast/an başı bir oluk peyda

254 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


idüb çeşme lülesine berkidüb su hazinesin riih üzre olmağla Tıb medresesile üç medrese­
günde iki def'a tamamen boşaldub Kağıthane nin suyu kalmtyub abdeste ve sair hdvayice
suyu gah serseri ugradugı yire kendü evinde kj/dyet eylemedügı· ve bunlardan ma'ada ddhf
kuyu kazub ve lağım idüb ol kuyuyu dalıf isti- bazı husus yazılub şikayet olunmagtyçün
mal idüb ve kendü evi tarefında dükkanlar te- valef-ı mezhurun mütevellisi marj/eti ile sana
mdm oldugıyerde üstü kurşun örtülü bir damı gönderildi. Buyurdum kı; vusul buldukda gön-
kesdirüb kurşunun ve kerestenin evine daşı- den"/en nk 'ada mastur olan mevaddıyerlüye-
dub va/ifa gadir eyledügi hususa vech-i meş- niıde mütevelli marj/eti teftiş itdürüb göresin

Musluk, 19. yüzyılda bile henüz orta tabaka evlerinde kullanılan pratik bir araç değildi. Mahalle sakinlerinılı gıindc/ik su ılı
t(yacım sakalar sağlryor, dolayısryla lstanbul'un bu gedikli esnefi şehnn karmaşık labirerinde geleneksel dağınm şebekesi gibi
çalışryordu.

KÜÇÜK MUSLUK TARİHİ 255


.Ji'l-vaki imaret-i amire suyundan bir lüle su de Kağıthane menba suyu tstanbul'a getirilme­
alunduğu vaki midür ve temessük ile almışdur den önce, bir at tulumu suya ödenen ücret on
ve çeşme kurbinde bina eyledügi sanduğun beş akçeyi geçiyordu. Kuşkusuz i ş karlıydı,
imaret-i mezbure suyuna şer'an zaran var ama kaynaklar da o ölçüde kısıtlıydı. Nitekim
mıdır ve Kağıthane suyuyirine lazum idüb ol at sakaları diğer sakaların su aldıkları çeşmeler­
suyu istimal eyledügi vaki midir niçin kesmiş­ den yararlanmaya çalıştılar ve bu durum da her
dir emir ile mi kesmişdir aslı nedir ve sair is­ iki zümre arasında bir çıkar çatışmasına yol aç­
nad olunan hususlar vaki midir nedir yerlü tı. Aslında bu çatışmanın altında, esnaf tabaka­
yeniıdegörüb her husüsda aslına ve hakikati­ ya uygulanan gedik usulü yatıyordu. İstanbul
ne vakJ/ ve muttali olub sübut bulduğu üzre sakaları da bu gedik usulüne bağlı olup, her
mefassalyazub bildiresin (Sahib-i saadete çeşmeden kaç sakanın su alabileceği isimleriyle
gönden'/di). " beraber gedik defterine kayıtlıydı. Deftere ka­
lstanbul'da büyük ölçekli su tüketimi yal­ yıtlı olmayan çeşmeden su alamaz, dolayısıyla
nızca bağ ve bahçe tarımına özgü değildi. Şehir sakalık yapamazdı.
iktisadını ayakta tutan esnaf tabakanın bazı Görüldüğü gibi musluğun pratik işlevi, Os­
kolları da suya dayalı bir teknoloji kullanmak­ manlı toplum tabakaları arasında çok yönlü bir
taydı. Bu esnaf kolları arasında abacı 1ar ön sı­ çıkar çatışmasına neden olmuştur. Devletin bu
rayı alırlar. istanbul'da başta medreseliler ve sonuna yaklaşım açısıyla halkın açısı birbirin­
esnaf zümresi aba adı verilen, yünden gevşek den farklıydı ve zamanla iktisadi-kültürel dö­
dokunmuş bir elbise giyerlerdi. Aba yapımı için nüşümler devletin temsil ettiği görüşü haklı çı­
dokunan kumaş, Mendeflıane' lerde su dolabı kartacaktı. Ama 1 6. yüzyılın koşullarında ka­
kasnağına geçirilerek sarılır ve bol suda dönen musal hakkın gasbı, henüz kültürel ve etik te­
kumaş. özel çubuklarla döğülerek keçeleşmesi melleri oluşma aşamasındaki toplumun inanç
sağlanırdı. Keçeci esnafı da abacı esnafı gibi dünyasına ters düşen bir konumda gelişmişti.
aynı teknolojiyi kullanıyordu. Sonuçta 1 6 . öte yandan fetih ruhu doruk noktasındaydı ve
yüzyılın sonlarına doğru başlayan su kısıntısı kazanılan toprakların tüm nimetleri üzerindeki
bu işkollarını darboğaza sokmuştu. toplumun tasarruf hakkı, ancak bu nimetlerin
Burma lüle'li çeşmeler İstanbul sakalarını kullanım, üretim ve tüketim değerleriyle den­
da zor duruma düşürdü. 1 6. yüzyılda iki tür sa­ geleniyordu. Kanuni döneminin sonlarına doğ­
ka vardı: At sakası ve arka sakası. Geçimini ru toplumsal tabakalar arasında başlayan hu­
su satarak karşılayan bu insanlara ayrı çeşme­ zursuzluk, bu dengenin bozulmaya yüz tuttu­
ler tahsis edilmişti. Birbirlerinin çeşmelerinden ğunu kanıtlamaktadır. Burma lüle sorunu da
su alamazlardı. At sakalarına tahsis edilmiş bu kanıtlardan yalnızca birisidir.
çeşmeler, Kırk Çeşme, Ayasqf.Ya Çeşmesi, At Osmanlı kültüründe musluğun estetik de­
Meydanı Çeşmesi ve Kı!Jwncular Çeşmesi idi. ğeri, çeşme mimarisi içinde somutlaşır. 1 8 .
Ancak bu çeşmeler sakaların su ihtiyacını kar­ yüzyıla kadar bu mimari, süs ögesi olarak do­
şılamaktan uzaktılar. Özellikle yaz aylarında su ğanın stilize taklidine yaslanan bir üslup içinde
satmak oldukça karlı bir işti. Kanuni dönemin- şekillenmişti. Dış zemini kaplayan bu üslüp,

256 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Mahalle çeşmesi toplumsa/ iletişim ağının başlıca dü!Jüm noktalanndan birisiydi. Gelenekse/ kültürde çeşmebaşı, özellikle kadın
hayatının sosyalleşmeye açık yönünü temsil ediyordu. Vuslatın ve dedikodunun cazıöesi etrqfında örülen bu hayatın merkezıiı­
de ise, tecessüs ve alakayı kamçılayan çeşmebaşı hatıra/an hep canlı kalmıştı.

musluk mandallarında da kendini gösterir. Sti­ oluşturması, Osmanlı yaşam üslubundaki nite­
lize çiçek motiflerinin işlendiği mandallar, 1 8. liksel değişmenin de bir göstergesiydi. Klasik
yüzyıldan sonra natüralist anlayışa uygun dönemin içe dönük üslubu artık skolastik ka­
yönde, daha gerçekçi bir tasvir sanatıyla süs­ buğunu çatlatıyor ve önce bina cephelerindeki
lenmişlerdir. Klasik Osmanlı çeşmelerinin en süslemelerle kendi estetiğini sokağa yansıtıyor­
önemli süsleme ögesi, dini kaligrafıydi. Hat sa­ du. Meydan çeşmeleri, mahalle kültürünün şe­
natı, çeşme mimarisinin dış cephesine tama­ hir kültürüne doğru genelleşmesinin birer ürü­
miyle hakimdi. Bu hakimiyet, Lfıle Devri'nden nüydüler. Barok ve rokoko üslupları 1 8 . yüzyı­
sonra gücünü kaybetmemekle beraber, aynı lın ikinci yarısından sonra, bu dışadönük mi­
yüzeyi barok motiflerle paylaşmaya başlamış­ mari anlayışı süslemeye başladı. özellikle çeş­
tır. özellikle bu dönemde çeşme yapımının hız­ me yüzeyleri barok çiçek ve meyve motifleriyle
landığını görüyoruz. Külliye duvarlarına bitişik doğanın gerçekçi tasvirlerinin yapıldığı natüra­
çeşmelerin yerine, kendi kütlesini boş bir alan­ list bir tuvale dönüşmüştü. Musluk mandalları
da hissettiren meydan çeşmelerinin yapılması da bu dönüşüme ayak uydurmuş, stilize biçim­
1 8 . yüzyılın karakteristik özelliklerindendir. lerinin yanında, natüralist çiçek ve meyve tas­
Çeşme mimarisinin kendi başına bir bütünlük virleriyle süslenmişlerdir.

KÜÇÜK MUSLUK TARİHİ 257


Mahalle çeşmeleri aynı zamanda, gündelik Musluğun tarihi Osmanlı tarihiyle son bul­
hayatın dedikodu kültürünü çevrelerinde yaşa­ madı elbette. Şark'ın bilmecesini çözebilecek il­
tan mekanlardı. Hurafe içerikli kültür, kulaktan ginç anahtarlardan birisi olan bu basit nesne,
kulağa çeşme başından yayılırdı. Mahalle ka­ 1 9 . yüzyıl sonlarında bütünüyle eski efsanesin­
dınlarının toplandıkları, kimi zaman saçsaça den sıyrılıp kendi tarihinin en baş sayfasındaki
başbaşa kavga ettikleri yer, çeşme başıydı. Eski yerini yeniden almış ve gündelik ihtiyaçlarımızı
lstanbul'da sokakların adı ve evlerin kapı nu­ karşılayan pratik araçlar kervanına katılmıştı.
maraları yoktu. Bu yüzden tarif edilecek yer, Çeşmelerden sökülüp lavabolara takılması bu
genellikle o yere yakın ve herkesin bildiği bir döneme rastlar. Musluğun, çeşmeden lavaboya
cami, mescid, çeşme vs. gibi yapılar esas alına­ geçişi; insanımızın ahşap evden apartmana,
rak belirlenirdi. Hemen her mahalle ve sokakta toplumsal kültürümüzün ise mahalleden şehire
irili ufaklı çeşmeler bulunduğu için, yer tarifle­ taşınmasından başka bir şey değildi.
rinde özellikle bunlardan yararlanılırdı. Kısaca
çeşme, toplumsal kültürün bir çeşit pusulasıydı. Çağdaş Şehir, 4 (Haziran 1 987), s. 8 1 -8 7

258 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


ÖLÜM KÜLTÜRÜ ÜZERİNE ÇEŞİTLEMELER:
MEZARTAŞLARINDA BİÇİM VE BAŞLIKLAR

Doğu'da ya da Batı'da olsun, farklı uygar­ ce kanıtlar. Yok edildiklerinde bir toplumun
lıklara ait şehirlerin paylaştıkları ortak bir özel­ kültür dünyasında bırakacakları boşluklar, ger­
likten söz edilebilir mi? Bu soru doğrudan bizi, çekten düşündürücüdür.
tarihsel perspektif kavramıyla yüzyüze getiri­ Osmanlı dönemine ait zengin bir mezartaşı
yor. Uygarlık haritasında yerini almış bütün kolleksiyonuna sahip olan İstanbul, ne yazık ki
önemli yerleşim merkezleri, insan yaşamına bu özelliğini, uygulanan çarpık sosyo-kültürel
tarihsel bir perspektif kazandırabilecek kültür politikalar sonucunda kaybetmeye başlamıştır.
sembollerine sahiptirler. Kanlı ayaklanmaların Bugün araştırmacılar için istanbul'daki mezar­
bastırıldığı meydanlar, manevi yaşamın sığına­ taşlarının eksiksiz bir tipolojisini yapabilmek
ğı tapınaklar, iktidar gücünü perçinleyen sa­ neredeyse imkansızdır. Kaybolan örnekler, bu
raylar, kervan yClllarından akan servetle göz tür çabaları olumsuz yönde etkilemekte, varı­
kamaştıran çarşılar ve tarihin künyesine kayıt­ lan sonuçları yetersiz kılmaktadır.
lı pekçok kişi için dikilmiş anıtlardan oluşan bu Bütün bu olumsuzlukları gözönüne alarak,
semboller yumağı insan belleğini harekete ge­ istanbul'daki Osmanlı dönemi mezartaşlarını
çirdikçe, geçmiş zaman üzerindeki sis perdesi kültürel ve estetik yönden gruplandırabiliriz.
aralanır ve uygarlığımızın görüntüleri tarihsel Birinci ayrım erkek ve kadın mezartaşları ara­
perspektifi içinde netleşir. sında yapılabilir. Erkeklere ait taşlar, genellikle
Mezartaşlan bir toplumun kültür sembolle­ mensubu bulundukları toplumsal sınıfın kul­
ri arasında yer alırlar. Hayatın mitik kökenine landığı başlık tipi ile tanınırlar. Kadın taşları ise
uzanmış insan kimliğine, ölümden sonra ikinci başlıksız ve dekoratif süslemelerle bezenmiştir.
bir yaşam bağışlayan bu semboller, kültürel Fakat bu sınıflandırma bir noktada yetersiz kal­
sürekliliğin de somut örnekleridirler. Tari h , makta, her iki grup için de kendi tipolojisine
folklor, edebiyat v e plastik sanatların kesişme aykırı örneklere rastlanabilmektedir. Nitekim
noktasında var olmaları ise, bu sürekliliği han­ erkek taşlarının önemli bölümü başlıksız, silin­
gi kültürel boyutlarda temsil ettiklerini yeterin- dirik ya da prizıııatik bir kütle olarak karşımıza

ÖLÜM KÜLTÜRÜ ÜZERiNE ÇEŞiTLEMELER: MEZARTAŞLARINDA BİÇİM VE BAŞLIKLAR 259


de durur. Hemen belirtelim ki, bu yöntem de ke­
sin sonuç almaktan uzaktır. Çünkü, İstanbul
mezarlıklarında yapılacak detaylı bir alan araş­
tırması, farklı sosyal grup ve statülerin aynı baş­
lık altında sembolize edildiklerini ortaya çıkara­
caktır. Gene de bu yöntem, Osmanlı toplum ya­
pısındaki askeri, mülki sınıflar ile tarikat men­
suptan arasındaki ayrımı temel alarak iki farklı
mezartaşı grubunu incelemekte başarılı sonuçlar
vermiştir. Bizim burada, üzerinde duracağımız
mezartaşlan, birinci gruba, yani Osmanlı bürok­
lstanbu/ mezarlık/an, yaşayanlann ve ahirete intikal edenlen'n bir­
likte oluşturduk/angündelik hayat mekdnlanydı. Ölümün hayattan rasisinin temel ögeleri sayılan askeri ve mülki
ayırdık/an ıle hayatın ölümü tadacak varlık/an arasındaki bu mane­
sınıflara ait olanlarıdır. Tarikat taşlan ise edebi
vi ilişkı; mezarlık/an birer terkedılmişleryurdu olmaktan çıkartıpya­
şayan kültürün vazgeçilmez birifade aracı halı'negetirmişti. anlatım biçimleri ve içerdikleri sembolik motifler
açısından ayn bir çalışma konusudur.
çıkarken, kadın taşlarında da başlık taşıyanlara İstanbul mezarlıklarında mevcut en eski
rastlanabilmektedir. örneğin Karacaahmet'teki taşlar, fetih sonrasına ait olup bir kısmı daha
1 0 60/ 1 650 tarihli Hazinedar Hacı Mustafa sonraki yüzyıllarda yenilendiği için otantik
Ağa'nın kızı Ayşe Hanım'ın mezarı ile Üsküdar özelliklerini kaybetmişlerdir.
Şemsi Paşa Camii haziresindeki 1 2301 1 8 1 4 ta­ Bu ilk dönem örneklerini iki ayrı gurupta
rihli mezar, başlıklı kadın taşlarının kendi türle­ inceleyebiliriz:
rindeki eşsiz belgeleridir. a) Başlıksız taşlar
Diğer bir sınıflandırma biçimi, taşlann kütle­ b) Başlıklı taşlar
lerine göre yapılabilir. Silindirik, prizmatik ve de­ Başlıksız taşlar, levha biçiminde ve taç kı­
koratif olmak üzere üç ana grupta toplayabilece­ sımları kemerlidir. Bu genel form bazı değişik­
ğimiz bu sınıflandırmada gene bir öncekinde ol­ likler göstererek tarih içindeki gelişimini sür­
duğu gibi, ana kurala uymayan örnekler çıkabi­ dürmüş ve 1 8 . yüzyıldan itibaren kenarları dal­
lecektir. galı bir şekil alarak Barok süsleme elemanlarıy­
Bugüne kadar yapılan çalışmalarda dikkate la işaretlenmişlerdir. Fatih dönemi başlıksız taş
alınan temel sınıflandırma ölçütleri taşların baş­ örneklerinin en güzellerine Kumkapı Nişancı
lıklanna göre düzenlenmiştir. Kuşkusuz bu yön­ Camii ve Üsküdar Rum Mehmed Paşa Camii
tem de yeterli değildir. Fakat, mezartaşlarının hazirelerinde rastlanmaktadır. Birinci hazirede
toplumsal sınıflara göre tanımlanmasını belli öl­ bulunan Sadrazam Karamanı Mehmed Pa­
çüde sağlayabilir. Söz konusu sosyolojik yön­ şa'nın mezartaşı, iki tarafı sütunçelerle (kum
tem, Osmanlı toplumundaki tüm sınıf ya da saatleri) süslü bir mihraba sahiptir ve Arapça
grupların kendilerine özgü bir kıyafet ve başlık kitabesi bu kısımda yer alır. Mihrabın üzerini
biçimi olduğundan hareket ederek, bu belirgin kuşatan taç ise, Rumi tezyinatla işlenmiştir.
formlann mezartaşlanndaki yansımalan üzerin- Taşın tarihi yoktur ve kitabesi dönemin genel

260 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


eğilimine göre sülüs hatla Arapça yazılmıştır.
Bu döneme ait başlıklı taş örnekleri ise sayıca
azdır. Eyüb'de Derviş Mehmed'e ait 9 1 8/ 1 5 1 2
tarihli kavuklu taş her n e kadar 1 6 . yüzyıla ait
sayılabilirse de, tipoloji açısından erken Os­
manlı dönemine uzanan Bursa uslübunun ana
çizgilerini taşımaktadır. Gövde, prizmatik ve
sütunçelidir. Kavuk ile gövdeyi birleştiren sta­
laktitler h e m Bursa uslübunda, h e m de 1 8 .
yüzyıl Osmanlı taş işçiliğinde oldukça bol ör­
neklerine rastladığımız bir bağlantı ögesidir. Mezartaşı, Osmanlı insanının kimlik belgesiydı: Hayat ile ölüm ara­
Bürokratik sınıflara ait başlıksız taşların sındaki eşiği aşanların almaya hak kazandıkları buyegdne belge,
aynı zamanda medeniyet arşivim zii zengin/eştirı'ci paha biçilmez bir
1 5. yüzyıldan sonraki gelişmesi, daha önce de­
k!Ymet ve toplumsa/ hefızamızı yenıleyici bir kültür kaynağı idi.
ğindiğimiz levha tipi dışında silindirik ve priz­
matik olmak üzere iki ana doğrultuda oluşmuş­ bir yüzey daralmasına yol açtığından, bu tipte­
tur. Silindirik taşlar, yaygın bir grup meydana ki örneklerin kitabeleri lahtin ön yüzünde yer
getirirler. Tam silindirik ya da konik bir sütun­ alırlar ve uzunluklarına göre diğer yüzeyleri de
dan ibarettirler. Bazılannın tepe kısmında kuşla­ kaplayabilirler. Süsleme için en elverişli alan da
rın su içmesi için yapılmış küçük bir oyuk var­ lahit yüzleridir. ı 7 . yüzyıl lahite bağlı prizma­
dır. Silindirik taşlar, üzerlerine uzun kitabelerin tik taşlarla kullanılan süsleme ögeleri, simetrik
yazılmasına olanak veren geniş bir yüzeye de bir düzenleme içinde stilize edilen servi motifle­
sahiptirler. Çift sıra kartuş içine yerleştirilmiş ve ridir. iki servi motifi arasına genellikle bir
böylece yüzeyin yaklaşık üçte ikisini kaplayan Mühr-i Süleyman yerleştirilir.
kitabeleriyle hemCllen kişiyi yücelten edebi me­ Prizmatik taşların lahitsiz olan türünde ise,
tinlere, hem de bu metinleri uzaktan rahatça kitabe yazılacak yüzeyi genişletmek suretiyle
okuyabilme olanağı sağlayan sülüs celisi hattın karakteristik yapı üzerinde değişiklik yapılmış­
girift uygulamalarına elverişli bir zemin işlevi tır. Bu amaçla taşın ayak kısmı dar tutulmuş,
üstlenmişlerdir. Silindirik taşlar, 1 8 . yüzyıldan yukanya doğru genişleyen yüzey öne bir levha
itibaren dönemin estetiğine uygun bir tasarımla gibi çıkacak şekilde düzenlenmiştir. Böylece
kabartma akantus yapraklarıyla süslenmiş ve sağlanan yüzey genişliği kitabe yazılmaya el­
tepe kısımlanna stilize motifler yerleştirilmiştir. verişli duruma getirilerek, taşın karekteristiğini
Başlıksız taşların ikinci ana grubunu priz­ veren prizmatik gövde geriye alınarak kitabeyi
matik yapıdakiler oluşturur. En çok rastlanan destekleyen bir payanda konumuna indirgen­
örnekleri altıgen ve sekizgen prizma şeklinde­ miştir. Fatma Sulta n ' ı n kethüdası Meh ııı e d
kilerdir. Bunları da iki gruba ayırabiliriz: Lahitli Ağa'nın Karacaahmet'teki 1 ı 38/1 725 tarihli
ve lahitsiz taşlar. mezartaşı bu türün günümüze gelebilmiş en
Lahite bağlı prizmatik taşların üzerinde ge­ güzel örneğidir. Şair Nedim'in ı 1 4 3 1 1 730 ta­
nellikle kitabe yoktur. Taşın sekizgen yapısı, rihli taşı da aynı tipte olup boyutları daha kü-

ÖLÜM KÜLTÜRÜ ÜZERİN E ÇEŞİTLEMELER: MEZARTAŞLARINDA BİÇİM VE BAŞLIKLAR 261


çük ve süsleme açısından daha yalındır. Baş­ İdari mekanizmanın başında bulunan sadra­
lıksız prizmatik taşlar Osmanlı bürokrasisinin zamdan, en küçük rütbeli memura kadar gide­
çeşitli kademelerinde görev yapmış kişiler için rek genişleyen sosyal statü piramidinin kapsa­
dikilmişlerdir; belli bir gruba ait olduklan kesin­ mına giren toplum katmanlarının çeşitliliği göz
likle söylenemez. Bu türün tarihsel süreç içinde önüne alınırsa, bu kalabalık kadronun giyim­
değişime uğramış örnekleri de vardır. Özellikle kuşamlarını düzenleyen ilkelerin mezartaşlann­
il. Meşrutiyet sonrası askeri erkan için yapılan­ da ne oranda bir başlık zenginliğine ulaşacağını
ları tam bir piramit şeklindedir. Kitabeleri de kestirmek sanının güç olmasa gerek. Fakat önce
bazı örneklerinde kabartma değil, gömmedir. yanlış bir anlamaya neden olmamak için, gün­
Yazı türü olarak rik'a kullanımı yaygındır. delik hayatta toplumun çeşitli kesimleri tarafin­
Askeri ve mülki sınıflar ile saray hizmetin­ dan giyilen başlıkların, bütünüyle mezartaşla­
de bulunan kişilerin başlıklı mezartaşları, kendi rında da kullanıldığına ilişkin geleneksel yargı­
aralarında büyük bir grup meydana getirirler. nın tamamiyle doğruyu yansıtmadığını kabul

Bursa üslubu11da 16. yüzyıla ait Kasım Bey'i11 burma Kapta11 -1 derya Mehmed Paşa'11111 paşai kavuklu
sarıklı mezartaşı, iktidarı sembolize ede11 başlığı ve mezartaşı. Kallavi sadrazam kavuğu11u11 bir be11zeri
yaşa11mış bir hayatı belgeleyen kitabesiyle geçmişi ola11 bu üzeri istivalı başlık, kapta11 -1 deryalar
gü11ümüze bağlamakta. rarefı11da11 padişah huzuru11da giyilirdi.

262 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


etmeliyiz. Geleneksel yargı, mezartaşlarındaki
başlıkların ait olduğu kişinin toplumsal statüsü­
nü, dolayısıyla mesleğini ilk bakışta yansıttığı
varsayımına dayanır. Toplumsal statünün sap­
tanması konusunda doğruluk payı taşıyan bu
yargı, kişinin mesleğini tayin konusunda yanlış
sonuçlara yol açmıştır. özellikle bürokratik mes­
lekler söz konusu edildiğinde, bu yanlış apaçık
ortaya çıkmaktadır. Baştan kabul etmemiz gere­
ken ilke, her bürokratik mesleğin kendine özgü
başlığının mezartaşlarında da aynen kullanıldığı
değil, eşit statüye sahip mesleklerin aynı başlık­
la sembolize edildikleridir. Bu ilke bürokrasisi­
nin alt ve orta tabakaları için büyük ölçüde ge­
çerlidir. Ancak, yönetim piramidinin üstünde
yer alan sadrazam, şeyhülislam ve bunlara bağ­
lı bellibaşlı hizmet kadrolarını oluşturanların Kad111 mezartaşları, kqfes ard111da geçe11 ömürleri11
son derece zarf! bir sembolizmle doku11muş hayat lıi­
mezartaşlarındaki başlıklar farklılık gösterirler.
kdyeleriydi. Mermere nakşedıle11 bu lıikdyelerde bütü11
ilk bakışta tanınabilenler de bunlardır. bir meden(yeti11 i11sa11 arzulan11da11 ibaret özeti vardı.
1 82 9 yılında il. Mahmud'un resmi başlık
olarak fes'i kabul edişine kadarki dönemde, yö­ zam dışında vezaret görevi yapmış nişancı ve
netici kadro şu başlıklan giymişlerdir: Mücevve­ defterdarlar da kallavi kavuk giymişlerdir.
ze, Selimi, Yuslffi (Kanuni'nin kendisi giymiş­ imparatorluğun isim yapmış sadrazamları­
tir) , Kallavi ve örf Genellikle üst tabakadan bir nın mezartaşlarındaki kallavi başlık, kuşkusuz
yöneticinin tek bir başlık giydiği ve bu başlığın bir semboldür ve bu, hiçbir zaman o kişinin ha­
da onun mezartaşında sembolize edildiği yolun­ yattayken giydiği yegane kavuk anlamına gel­
daki görüş gerçeğe uymamaktadır. Nitekim, mez. Kallavi kavuk taşıyan mezartaşları genel­
farklı zaman ve mekanlarda bir yöneticinin likle prizmatik bir gövdeye sahiptirler. Kavuğun
farklı başlıklar giymekte olması, mezartaşların­ üzerinde sağdan sola çapraz uzanan dört par­
da da aynı mesleki kariyere sahip kişilerin farklı mak kalınlıktaki istiva, taşın bir sadrazama ait
başlıklarla sembolize edilmesine yol açmıştır. olduğunu gösterir. Buna karşın , paşai kavuk
örneğin, sadrazamların tipik başlığı sayılan kal­ denilen ve kallavfye oranla daha dar olan bir
lavi kavuk yalnızca orduyla birlikte sefere çıkıl­ başlık türü, üzerinde bulunduğu mesartaşının
dığında ve arife günlerinde giyilmekte, bunun bir sadrazama ait olduğu izlenimini verirebilir.
dışında sadrazamlar cuma alaylannda, Divan-ı iV. Mehmed döneminde kaptan-ı deryaların
Humayiin toplantılarında mücevveze; padişah giymeye başladıkları paşai kavuk'lar, biçim yö­
huzurunda, kola çıkıldığında ve Eyüp Sultan'ı nünden kallavi kavuğa çok benzedikleri için, bu
ziyarette selimi kavuk giymektedirler. Sadra- tür başlık taşıyan mezartaşları ancak kitabeleri

ÖLÜM KÜLTÜRÜ ÜZERiNE ÇEŞİTLEMELER: MEZARTAŞLARINDA BiÇiM VE BAŞLIKLAR 263


okunduktan sonra hangi toplumsal sınıfa ait ol­ zarlıklanndaki en yetkin örneğidir.
duklan anlaşılabilmektedir. Eyüb'deki Kaptan-ı llmiye sınıfının tipik başlığı örf adını taşır
Derya Mehmed Paşa'nın 1 226/ 1 8 1 1 tarihli taşı ve bu başlığı taşıyan mezartaşları, belki de en
bu benzerliği belgelemesi açısından önemlidir. tartışmasız sosyal statü belirleyen grubu oluş­
Osmanlı bürokrasisinin tören başlığı olan tururlar. Başta şeyhülislam olmak üzere ilmiye
mücevveze, çok değişik kesimler tarafından gi­ sınıfına bağlı kazaskerler de örf giyerler ve me­
yilmiş olup bu başlığı taşıyan mezartaşlannı da zartaşlan da bu kavuk tipiyle tanınır. Ulemaya
bir önceki örnekteki gibi kitabeleri okunmadan özgü örflü mezartaşları, silindirik ya da prizma­
hangi sınıfı ait bulunduğunu bilmek mümkün tik bir gövdeye sahip olabilecekleri gibi, düz
değildir. Fatih kanunnamesinde adı geçen mü­ levha şeklinde de olabilirler. Bu tür taşların ki­
cevveze, il. Bayezid döneminde yaygınlaşmış tabeleri, ilmiyenin resmi yazısı kabul edilen
ve lll. Selim zamanına kadar cuma alayları ve ta'lik hatla yazılmışlardır. Ancak bu da bir ku­
divan-ı humayün toplantılarında sadrazamlar, ral değildir. örneğin ünlü Şeyhülislam Ebussu­
yeniçeri ağaları, beylerbeyi ile sancakbeyleri, ud Efendi'nin mezarı örfsüz olup kitabesi de
reis efendi dışındaki divan-ı humayün hocaları, sülüs celisiyle yazılmıştır. Beyşehir kadısı Evli­
müteferrikalar, çaşnigir ağaları ve dergah-ı ali yazade Ahmed Efendi'nin ı 1 80/l 766 tarihli
çavuşları tarafından giyilmişlerdir. Bu başlık taşında da bu kuraldışılık görülmektedir.
türünün uygulandığı mezartaşları genellikle Osmanlı sisteminde sadrazama bağlı mer­
prizmatik bir gövdeye sahiptirler. Karacaah­ kez teşkilatı, geniş bir kadroya sahiptir ve bir­
met'teki 1 1 24 / 1 7 1 2 tarihli Sersekban İsmail birinden farklı idari hizmetleri üstlenen bu kad­
Ağa'nın mücevveze taşı, bu türün İstanbul me- ro, kendi içinde değişik statü gruplarını barındı-

264 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


rır. Divan-ı Humayün ve Paşakapısı'ndaki ka­ gelmektedir. 1 8 . yüzyılın ikinci yarısından
lemlerde görev yapan yüksek bürokratlar, söz sonra üst düzeydeki katipler de bu sınıfa dahil
konusu merkez teşkilatındaki en üst rütbeli ki­ olmuşlar ve mezartaşlarında kafes! destarlı
şiler olup Hacegan-ı Divan-ı Humayün sınıfını başlık taşımışlardır. Divan katipleri ile yeniçeri,
meydana getirmişlerdir. Mezartaşlannda Kafes! sipahi ve cebeci ocaklarının katipleri bunlar
destarlı kubbeli kalafat denilen bir başlık türü arasındadırlar. Reisülküttap Mustafa Efendi'nin
bulunur. Bu başlığın bazı varyantları vardır, fa­ Eyüb'deki 1 1 62 / 1 748 tarihli taşı, kafes! des­
kat hepsindeki temel özellik, iki ayn parçadan tarlı tipin bellibaşlı özelliklerini yansıtması ba­
oluşmalandır. Alt taraf çaprazlama sarılmış ka­ kımından dikkat çekicidir. Kafes, ince terkli te­
fes biçimindedir ve bunu basık bir kubbeye pe kısmına göre daha geniş tutulmuş ve bu ti­
benzeyen tepe kısmı bütünlemiştir. pin yaygın örneklerinde rastladığımız her iki
Bu tipteki başlığa sahip mezartaşları ço­ kesim arasındaki eşit oran bozularak, destarlı
ğunlukla 1 8 . yüzyıla aittirler. Kafes! destarlı parça daha da belirginleşmiştir. Diğer varyant­
başlık, bize yalnızca mezarda yatanın hacegan lar ise, her iki parçası eşit ya da terkli tepe kıs­
sınıfından olduğunu bildirir; meslek türü için mı daha büyük olanları kapsamaktadır.
kitabenin okunması şarttır. Bu meslekler ara­ idari hizmetlerin en alt kademesinde yer
sında reisülküttaplık, beylikçilik, defterdarlık, alan memurların giydikleri kdtibf kavuk, İstan­
nişancılık, tersane ve darphane eminliği başta bul mezarlıklarında çokça rastlanan bir başlık

Hayatta iken sahip olunan iktidar, ölümden sonra ancak mezartaşlanna hükmedebil[yordu. Her mezartaşı, ya­
şadığı hayatla orantılı bir değer hükmüne sahpti.
i lstanbul'u bir açıkhava müzesine çeviren deJarklı hayat rarz­
lannın kendi değerleniıi, zengıiı birer estetıkJormyelpazesi içinde gözler önüne serebılmeyeteneğıjdi.

ÖLÜM KÜLTÜRÜ ÜZERiNE ÇEŞiTLEMELER: MEZARTAŞLARINDA BiÇiM VE BAŞLIKLAR 265


grubudur. Şekil yönünden gösterdikleri farklı­
lıklara rağmen hepsinin ortak özelliği, destann
kavuk etrafına doğrudan sarılmasıdır. Kethüda
taşlarındaki bu türden başlıklarda kavuk, di­
ğerlerine oranla daha uzundur. Selim Ağa'nın
1 2 0 1 1 1 78 6 tarihli taşında da görüleceği gibi
destar, uzun kavukla bütünleşmiştir. Bu tipin
diğer bir varyantından ise destar, kavuğun her
iki yanına taşacak biçimde geniş tutulmuştur.
Kavuk kısmı bir öncekine oranla daha kısadır
ve üzerini baklava dilimi şeklinde düzenlenmiş
bir doku sarmaktadır.
Bir başka tipte ise kavuk kısmı yıldız mo­
tifleriyle bezenmiştir. ishak Ağa'nın Karacaah­
met'teki 1 1 761 1 762 tarihli taşı, bu tipin seçkin
örneğidir. Esnaf loncalarından sorumlu devlet
görevlileri ile bazı tüccarların mezartaşları da
bu tiptedir.
lstanbul'da pek az örneği kalan zemiı külahlı mezar­
Enderun hizmetinde bulunanların mezar­ taşı başlıkları, çukadarlık, hasodabaşılık ve hazine­
taşları ise bütünüyle farklı bir yapıdadırlar ve darlık gibi Enderun hizmetinde bulunmuş saray
görevlileıüıe aittı:
bu yüzden ilk bakışta kolayca tanınabilirler. Bu

taşlar, zern·n külah adı verilen son derece süslü


bir başlık taşımaktadırlar. Çok ince bir işçiliğe
sahip olan bu örnekler, çukadarlık, hasodaba­
şılık, hazinedarlık gibi saray hayatına özgü
meslek erbabına aittirler. 1 2 1 7/ 1 802 tarihini
taşıyan zerrin külahlı taş, kendi türünün son
temsilcileri arasında yer almaktadır. il. Mah­
mud'un kıyafet reformuyla birlikte, askeri ve
mülki sınıfların mezartaşlarında 1 9 . yüzyılın
ilk yarısından itibaren fes formu kullanılmıştır.
ilmiye sınıfı ise karakteristik başlığı olan örfü,
bu yüzyılın sonuna kadar korumuş ve örf bir
ulema sembolü olarak mezartaşlarında yaşa-
Ozeri kubbeli kalefat şeklinde olan kefesi destarlı mıştır.
mezartaşı başlığı. Bu tür başlığa sahip mezartaşları,
sadrazama bağlı merkez teşkildt111da görevyçıpan ve
bürokrasıiıin en üst kademesini işgal eden Hdcegdn-ı Arredamento-Dekorasyon , 25 ( 1 99 1 ) , s. 85-87.
Divan-ı Humayün mensuplanna aittı:

266 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


TOPLUMSAL MEKANLAR OLARAK
HAMAMLAR

Gündelik hayatın düzenini sağlayan temel rumu işlevini üstlenmişler ve bu özellikleriyle


kurumların, kendi işlevlerinin dışına taşarak, de i mparatorluk dönemi Roma hamamlarına
bütün bir topluma egemen dinamik güçler du­ model oluşturmuşlardı. Roma uygarlığı Ortaçağ
rumuna gelmeleri, tipik bir Osmanlı özelliğidir. başlarına kadar bu modeli geliştirerek kurum­
Kamu yararı gözetilerek temelleri atılan pek laştırdı. Mekan organizasyonu açısından birbi­
çok kurum böylece Osmanlı dünyasındaki basit rini bütünleyen değişik ünitelerin belirgin bir ti­
sınırlarının ötesine geçmiş ve halkın desteğiyle poloji oluşturdukları bu modelde üç temel öge,
iktidar karşıtı bir kültürel yapılanmanın temel­ Frigidarium (soğukluk) . Tepidariunı (ılıklık) ve
lerini atmıştır. Türk hamamları da bu çerçeve­ Caldariunı (sıcaklık) , bölgesel bazı değişiklikler
de, kuruluş nedenlerinden bağımsızlaşarak bir göstermekle beraber bütün bir Ortaçağ boyun­
çeşit forum niteliği kazanmışlardır. Geçmiş ca Bizans ve Türk hamamlarında da mimari
yüzyıllardaki hamam bolluğunu, tslamiyet'in kompleksin çerçevesini kurmuşlardır. Yıkanma
temizliğe verdiği öneme bağlamak, kuşkusuz eylemine sıradan bir işlem gözüyle bakmayan
bir açıklama biçimidir. Fakat bu mekanlardaki Romalı yöneticilerin hamamları birer sağlık,
kültürel atmosferin din karşıtı konumunu aynı spor ve eğlence merkezi olarak tasarlamaları.
biçimde açıklamak da hiç kolay değildir. Kah­ özellikle bu mekanların Asya ve Kuzey Afrika
vehaneler gibi hamamlar da Türk toplumunun lejyonlarının bulundukları bölgelerde hızla
değişik kültür katmanlarından gelen insanların yaygınlaşmasını sağlamıştır.
yarattıkları demokratik bir ortanı ve bu ortamın Bütün bir Ortaçağı kaplayan Bizans döne­
elverdiği ölçüde kahranıanlarıııın serüvenlerini mi de, kökenindeki Romalı özellikleri Doğu
yansıtan bir tarih sahnesidir. kültürüyle besleyerek Anadolu ve Balkanlar'da
Hamam tarih i , antik dünyaya uzanan hamam geleneğini yaşatmıştır. imparator Sep­
köklü bir geçmişe sahiptir. i.ö. 4 . yüzyılda Yu­ tinıus Severus'un istanbul'da Hipodronı 'un
nan hamamları tam anlamıyla birer sağlık ku- Kathisma yönünde yaptırdığı Zeuxippe Ha-

TOPLUMSAL MEKANLAR OLARAK HAMAMLAR 267


Kahvehaneler ve tekkeler gibi birer kültür mekd111 olan hamamlar, lstanbu/'un toplumsal tabakalaşmasına göre şekillenmiş
merkezlerdi. Mahalle hamamlannda içe dönük yaşamlann sırlan, çarşı hamamlannda ise esnqfın iktisadi sıkıntı/an, gündelik
hayatın herkes tarqfından paylaşılan dedıkodu hazinesılıi zenginleştir(yordu.

mamları ile Büyük Saray dahilindeki Arkadios Emeviler tarafından İslam sanatı içinde yorum­
Hamamı, şehir ölçeğinde merkezi önem taşı­ lanarak Anadolu ' ya aktarılmaları, Ortaçağ
yan yapılardı. Saray ve çevresinin rağbet ettik­ Türk hamam tipolojisinin de daha sonra Ar­
leri bu hamamların yanısıra, Osmanlı döne­ tuklular döneminde yetkinleşmesine zemin ha­
minde inşa edilen Çukur Hamam'ın eski yerin­ zırlamıştır.
deki Konstantinos Hamamı ile Babıali'deki Eu­ Selçuklular'dan itibaren Türk hamamları
doksia Hamamları da sur-içi lstanbulu'nun Bi­ Beylikler ve Osmanlı dönemlerini kapsayan
zans eserleri arasındaydılar. Bu yapılar gerek tarihi süreç içinde dini ve ticari yapılarla birlikte
mimari özellikleri, gerekse şehir hayatındaki şehir hayatının çekirdeğini oluşturmuşlardı.2
toplumsal işlevleriyle Osmanlı dönemi İstanbul Başta İstanbul olmak üzere Anadolu şehirleri­
hamamlarına örnek teşkil etmişlerdir. ı Anado­ nin imaret sistemi çerçevesinde şekillenmeleri,
lu'da ise bu türden örneklerin kökeni 8. yüzyı­ hamamların da diğer yapılarla organik bir ilişki
la kadar uzanmaktadır. Bizans'ın Doğu sınırın­ kurmalarına yol açmaktaydı. Böyle bir ilişki,
da önemli bir ticaret merkezi sayılan Suriye'de­ çift yönlü bir işlevselliğin kaçınılmaz sonucu­
ki mimari geleneklerin, söz konusu yüzyılda dur. öncelikle toplumsal gelenekler açısından

268 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


imarette çalışanların sağlık ve temizliği için ha­ Paşa ve Davud Paşa Hamamları da fetihte rol
mam inşasına öncelik tanımak temel kuraldı. 3 oynamış ünlü kişilerin adına inşa ettirilmişler-
!kincisi ise imarete gelir sağlamak amacıyla bu di.B lstanbul'un bu ilk hamamları, diğer kamu
yapıların en az çarşılar kadar dikkate değer ka­ yapıları gibi şehrin topografyasında önemli
zanç kaynakları kabul edilmesiydi. Örneğin, odak noktalarını belirleyerek, yerleşim düzenin­
Süleymaniye Külliyesi'ne maddi kaynak temini de yönlendirici bir işlev de üstlenmişlerdi. Çukur
için vakfedilen mülkler arasında Vezneciler Ha­ Hamam ve Bayezid Hamamı'nın Bizans kalıntı­
mamı ilk sırada yer almaktadır. 4 ları üzerine inşa edilmeleri,9 bu noktaların tıpkı
1 5 . ve 1 6. yüzyıllar, Türk hamamlarının Bizans forurrılan gibi şehrin topografik karakte­
şehir hayatında belirgin bir rol almaya başladık­ rini oluşturduklannı kanıtlamaktadır.
tan dönemdir. s Artan nüfusun sağlık ve temiz­ Ana hatlarıyla 1 6- 1 9. yüzyıllar arasındaki
lik ihtiyacını karşılamak amacıyla imaret bün­ tipik Türk hamamlarını gözden geçirirsek, kla­
yesinde temelleri atılan bu hamamlar, klasik sik dönem İstanbul hamamlarında Mimar Si­
yapı sanatımızın belirgin özelliklerini taşırlar. nan'ın imzasını görürüz. 1 0 Çifte planlı yapılar­
Toplumsal kültür açısından dikkate değer bir dan Çinili Hamam klasik döneme damgasını
nokta da, bu yüzyıllarda hamamların şehir nü­ vurmuş önemli bir mimari kompozisyondur.
fusunun tabakalaşma şekline paralel yönde de­ Sinan yapısı bir diğer çifte planlı yapı da Hase­
ğişik kesimlerin devam ettikleri merkezler olına ki (Ayasofya) Hamamı'dır. Mekan organizas­
özelliğini kazanmalarıdır. 6 lstanbul'da ise bu yonu açısından geleneksel anlayışa karşıt bir
durum Evliya Çelebi· nin verdiği bilgiler ışığında tipte inşa edilen bu yapı, Evliya Çelebi'ye göre
daha net bir görüntü almakta ve toplumsal ya­ hasekilere ayrılmıştır. öte yandan Mimar Meh­
pılanmanın ipuçlarını vermektedir. Çelebi'ye gö­ med Ağa'nın yaptığı Cerrahpaşa Hamamı, ge­
re Ayasofya Hamamı meşayih-i kirama; Bostan rek hacim, gerekse iç düzen açısından klasik
Hamamı bostancılara; Cumapazan Hamamı pa­ dönem yapılarından farklılık gösterir. ı ı lstan­
zarcılara: Çinili Hamam nakkaşlara; Yeni Oda­ bul hamamlarının önemli bir türü sayılan külli­
larbaşı Hamamı yeniçerilere; Cerrahpaşa Hama­ ye hamamlarına ise ı 7. yüzyıldan sonra pek
mı cerrahlara; Aksaray Hamamı saraylılara; rastlanmaz. Külliye inşası bu dönemin sonları­
Sultan Bayezid Hamamı velilere; Sultan Süley­ na doğru duraklamaya başlamış ve hamam mi­
man Hamamı şairlere; Haydarpaşa Hamamı marisi de geçmişe oranla daha küçük ölçekte
dervişlere; Balat Hamamı hanendelere; Lonca tutulmuştur. Yüzyılın başına tarihlenen Sultan
Hamamı sazendelere; Kadırgalimanı Hamamı Ahmed Külliyesi Hamamı, geleneksel çi fte
gemicilere; Küçük Ayasofya Hamamı imamlara; planlı tipte olmayıp tek planlıdır. Mahpeyker
Silivrikapısı Hamamı taşçılara vb. ayrılmıştı. 7 Sultan tarafından yaptırılan Çinili Camii Külli­
İstanbul' da yapılan ilk Türk hamamlan sırasıyla yesi Hamamı ise bu yüzyılın kayda değer yapı­
Irgat Hamamı, Azablar Hamamı, Vefa Hamamı, larındandır. Kadınlar kısmı sonradan eklenen
Eyüb Hamamı ve Çukur Hamam'dır. Bunlardan yapı, Çinili Külliyesi 'ne vakıf geliri sağlamak
Irgat Hamamı, Fatih'in yaptırdığı sarayın inşa­ amacıyla inşa ettirilmiştir. ı 2 1 8 . yüzyılın par­
sında çalışanlara ayrılmıştı. Ayrıca Mahmud lak örneği, Cağaloğlu Hamamı 'dır. Çifte planl ı

TOPLUMSAL MEKANLAR OLARAK HAMAMLAR 269


Hamamlar, gündelik hayatm suç ve ceza denklemılıden çıkabilecek her türlü toplumsal sonucun yaşanabildiği mekanlardı.
Geleneksel düzende en çarpıcı suç türü sayılan cinsel ahlaktaki sapmalar bu mekanlarda zemılı bulurken, adi suçlulara verilen
külhan cezalan da ıslah edici biryöntem olarak gene bu mekanlarda ııygulanıyordu.

bu yapı, lstanbul'da yaptırılan son büyük ha­ zamanla sınırlarını genişleterek hamam ve
mamlardan sayılabilir. Hamam kültürü en kahvehane gibi mekanlar dışında halkın topla­
renkli dönemini 1 9 . yüzyılda yaşamakla birlik­ nabildiği yegane merkezlerdi. Farklı toplum ta­
te, bu canlılık yalnızca varolan semt ve çarşı bakaları arasındaki iletişimi sağlayan bu mer­
hamamlarında sürdürülen bir çeşit halk eğlen­ kezlerde, esnaf, ulema ve sanatçılar biraraya
cesiyle sınırlı kalmış, yeni hamamlar yapmak gelebiliyorlardı. Bu bütünsel yapı içindeki tek
yerine, geliri azalanlar yıktırılarak tramvay ayrım, Müslümanlar ile azınlıklar arasında çe­
yolları açılmıştır. ı 3 Topkapı'daki Safa Hamamı, kilen dini sınırla belirlenmişti. Azınlıkların ya­
inşası daha eski olmakla beraber 1 898'de res­ şadıkları bölgelerin kesin sınırlarla çizilmesi,
tore edilmiş, fakat ilgisizlik yüzünden kısa sü­ cemaat hamamlarının da bu sınırlar içinde fa­
rede harabeye dönmüştür. ı 4 aliyet göstermelerini zorunlu kılıyordu. Patrik­
Türk hamam kültürü, geleneksel şehir ha­ hane ve Hamambaşılığın desteğiyle kurulan ve
yatımızın dinamikleri arasında yer alır. Fetih­ dini vakıflara gelir temin eden bu azınlık ha­
ten sonra istanbul 'un kültür coğraflasını şekil­ mamları içinde Feııerkapısı Hamamı Rumlar'ın,
lendiren toplum tabakalarının cami, çarşı ve Cuhudkapısı Hamamı da Ya[ıudiler'in devam
tekke üçgeni içinde yaşadıkları gündelik hayat, ettikleri mekanlardı.

270 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Kanuni döneminin !stanbul'da yarattığı
görece zenginlik, üst tabaka yaşantısını mahal­
le ölçeğinden kopartarak, konak hayatının
doğmasına yol açmıştır. Konak hamamlarında
m1r1 suyun hesapsızca kullanılması, halk tara­
fından tepkiyle karşılanırken, iktisadi dalgalan­
malann yol açtığı fiyat artışları da imaret gelir­
lerini düşürecek biçimde vakıf hamamlarına
olan rağbeti azaltmıştır. Hamamlarda uygula­
nan narhın gündelik hayatın gerçekleriyle
uyuşmaması, buralarda çalışan natır, dellak,
Kadın hayatına ev dış111da kapılannı açan tek mekan hamam/ardı.
odun hamalları ve külhancıların, ı s bağlı bu­ !stanbu!Jolkloruna zengin bir kültür mirası bırakan kad111 hamam­
lundukları esnaf loncaları aracılığıyla Yeniçeri /an, sözlü gele11eğin üretildiği bir merkez, bede11 ve ruhun sırlannın
pay/aşıldığı bir özgürlük ala11ıydı.
ayaklanmalarına katılmaları sonucunu doğur­
muştur. 1 7. yüzyılda müşterilerden alınan üc­ kanların her çeşit dedikodunun yapıldığı birer
retler. dönemin standardına göre yüksektir. ör­ kadınlar kahvehanesi sayılabileceğini söyle­
neğin yalnızca gusül 1 akçe, kese sürüp traş ol­ miştir. ı 9 Siyası dedikodunun merkezleri ise Ye­
mak 2 akçe, saçı topuğuna kadar inen kadınla­ niçeri hamamlarıydı. Şehzadebaşı'ndaki Eski
rın saçlarını ördürmeleri 5 akçedir; kullanılan Odalar adıyla bilinen acemoğlanları kışlasının
keseler de cinslerine göre 6 - 1 2 akçe arasında hamamı, İstanbul ayaklanmalarını başlatan kı­
bir fiyatla satılmaktadır. ı 6 vılcımların ilk parladığı yerlerden biriydi. 20 Ye­
Hamamların toplum hayatındaki çalışma riçeri mirasını koruyan tulumbacı hamamları
düzenlerini sağlayan kurum, esnaf loncası ve da istanbul 'un nabzını tutan mekanlardı. Adi
bu mekanizmayı...denetleyenlen de muhtesib­ suçlulara verilen hamam külhanlarında çalış­
lerdir. Görev ve yetki alanları çok geniş olan ma cezası, zamanla külhanbeyi tipini yaratarak
muhtesibler, hamamlardaki genel ahlaka aykırı 1 9 . yüzyılın tulumbacı-külhanbeyi zümresini
davranışları da saptar ve sorumluları cezalan­ oluşturmuştur. Yangın dönüşü sazlı sözlü ha­
dırırlardı. örneğin hamam duvarlarına resim mam alemi yapmak. bu zümrenin yaşattığı bir
asmak, vücudun mahrem yerlerini teşhir et­ gelenekti.2 ı
mek ya da masaj yaptırmak kesinlikle yasak­ Tanzimat'tan sonra mahalle hamamlarına
tı. ı 7 Bütün bu yasaklamalar genellikle uygula­ rağbet yeniden artmıştır. Bu dönemin tipik
namamış, halk bildiğini okumuştur. Elçi Bus­ özelliği olan, kadının gündelik hayata girmesi,
becq, 1 560 tarihli mektubunda, kadın hamam­ konak ile hamam arasındaki uzaklığı kısaltır.
larındaki teşhirciliğin yaygınlığına değinerek, Zengin konaklarının halayık kadrosu geniş ha­
"kadınları bir erkekten uzak tutmak kifayet mamlarında yıkanmak yerine, mahalle ha­
etm(yor. Çünkü kişıler gayet müsaittir. " ı s de­ mamlarına taşınan üst tabaka, ayrıcalığını bu
mektedir. Lady Montagu de kadınlar hamamını mekanlarda da sergiler. Kadının kocasından
benzer bir ortam içinde gözlemlemiş ve bu me- habersiz hamama gitmesi 1 6 . yüzyılda yeterli

TOPLUMSAL MEKANLAR OLARAK HAMAMLAR 271


boşanma nedeni iken,22 Tanzimat dönemi ona mı", Türk Yurdu, No: 224 (Mayıs l 955) , s. 849-
855.
hamam zevkini bir özgürlük olarak sunmuştur.
1 O lstanbul hamamları üzerine kapsamlı bir çalışma
Konak hamamları ise Abdülaziz döneminde için bkz., Heinrich Glück, Die Bader Konstantino­
sönmeye yüz tutan bir geleneğin son temsilci­ pels, Wien, 1 92 1 . Hamamların iç düzenleri ve ısıt­
ma sistemleri hakkında bkz., Pierre Gilles, The An­
leridirler. Külhanları sürekli yanan bu masraf
ciquities q/Constantinople, New York, 1988: s. 34-
kapıları, il. Abdülhamid dönemi sonlarına doğ­ 36.
ru Avrupa tarzı banyolara dönüştürülür. Odun­ 1 l A. Süheyl Ünver, "Cerrah Mehmet Paşa Hamamı
Hakkında", lstanbu/ Belediye Mecmuası, No: 1 1 2-
lu şofbenlerle ısıtılan bu banyolarda artık gö­
1 1 4 (Birincikanun-Şubat 1 933) , s. 235.
bektaşı keyfi yerine küvet safası sürülmektedir. l 2 lbrahim Hakkı Konyalı, Üsküdar Tarıhi, il, lstan­
bul, 1977, s. 438.
13 Sur-içi bölgesinde yıktınlan ya da harap bir durum­
Arredamento-Dekorasyon,
da bulunan hamamların listesi için bkz., Neşet Kö­
(Mart 1 990), s . 1 l O- l 1 1 seoğlu, "fstanbul Hamamları", rroK Belleteni, No:
1 2 8 (Eylül 1 952) , s. 7-1 1 .
1 4 A . Süheyl Ünver, "fstanbul Yedinci Tepe Hamamla­
rı'na Dair Bazı Notlar", VakJflar Dergisi, il ( 1 942),
Notlar s. 248-249,
Celfıl Esad Arseven, Eski !stanbul. Abidıit ve Me­ 15 lstanbul'a 1 608 yılında gelen Polonyalı gezgin Si­
bıinisi, (Haz. Dilek Yelkenci) , lstanbul, 1 989, s . ıı:ıeon, hamamlardaki hizmet kadrosunun kabarıklı­
1 73. ğına dikkati çekmektedir. Bkz., Hrand D. Andreas­
2 Bu konuda bkz., Kari Klinghardt, rurkische Bader, yan, Polonyalı Simeon 'un Seyahamıimesi (1608-
Stuttgart, 1 927: Kemal Ahmet Anı, Türk Hamam­ 1619) , lstanbul, 1 964 , s. 1 0- 1 1 .
/an Etüdü, lstanbul, 1 949; A. Süheyl Ünver, "Türk 1 6 Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlılar'da Narh Mües­
Hamamları", rarih Dünyası, No: 5 ( 1 950 ) : ay., sesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, lstanbul,
"Türk Ham am ı " , Bel/ecen, XXXVll/ l 4 5 (Ocak-Mart 1 983, s. 260-262.
1 973). 17 Taşköpriziide Ahmed Efendi, Mevzü 'ıit-ı Ulüm, 11,
3 Osman Nuri Ergin, Türk Şehirlenlıde imaret Siste­ lstanbul, 1 3 13, s. 576-577.
mi, lstanbul, 1 939, s. 42. 18 Busbecq, Türk Mektuplan, lsıanbul, 1939, s. 1 50.
4 Kemal Edib Kürkçüoğlu, Süleyman/ye Vaifiyesi, 19 Christopher Pick, Embassy to Conscantinople. The
Ankara, 1 962, s. 6. rravels ef lady Mary Wortley Moncagu, Landon,
5 lznik'teki Osmanlı dönemi hamamları için bkz., Se­ 1 988, s. 97.
mavi Eyice, "fznik'de Büyük Hamam ve Osmanlı 20 Hüseyin Ayvansarayi, Hadikacü 'l-Cevıimi, 1, lstan­
Devri Hamamları Hakkında Bir Deneme", Tarih bul, 1 2 8 1 , s. 1 4 7- 1 48.
Dergisi, Xl/1 5 ( 1 960) , s. 99-120. 2 1 Reşad Ekrem Koçu, !stanbul 7'ulumbacılan, lstan­
6 Edirne Hamamları için bkz . , Sabih Eken, "Edirne bul, 1 9 8 1 , s. 92-94.
Hamamları", Vak!flar Dergisi, No: 10 ( 1 973), s. 22 Mecmü 'a-i Ferıivıi, Fatih Millet Ktp., Ali Em iri,
403- 4 1 9. Edirne'de Fatih dönemi Kum Kasrı Ha­ Şer'iyye, Nr: 80, vr. 68b.
mamı üzerine kısa bir not için bkz., Tahsin öz,
"Edirne Yeni Sarayında Kazı ve Araştırmalar", Edir­
ne. (Edirne 'nin 600. Fetih Yıldönümü Armağan
Kitabı) , Ankara, 1 965, s. 22 1 : Rıfat Osman, Edir­
ne Sarayı, Ankara, 1 957, s. 74.
7 Evliya Çelebi. Seyahatname. ı, Dersaadet, 1 3 1 4, s.
330-333.
8 Ekrem Hakkı Ayverdi, Fatıh Devn' Miman· Eser/en',
lstanbul, 1 953, s. 24.
9 Semavi Eyice, "Türk Hamamları ve Bayezid Hama-

272 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


İSTANBUL'UN TANRISIZ TAPINAKLARI:
KAHVEHANELER

yatı oluşturan temel maddelerdir. Böylece antik


felsefenin ateş, su ve havadan kurulu temel
önermesi yerine, anti-felsefenin çay, kahve ve
Yeryüzünün ilk evrensel yurttaşları tirya­
tütünü geçer.
kilerdir. Bir tiryaki için hayatın anlamı, evren­
ilk başkaldıncılar tiryakilerdir. Manevi hu­
sel alışkanlıkların sunduğu zevklerden ibaret­
zuru gökyüzünde aramayanların bu sapık
tir. Doğu ya da Batı' da olsun bu kural hiç de­
mezhebi, tarih boyunca Tann'dan kaçıp şeyta­
ğişmez. Hayatın güneşi her zaman, alışkanlık­
na sığınanlarla dolup taşmıştır. Öğretileri şu ba­
ların ruh ile beden arasında kurduğu denge
sit düşünceyi dile getirir: Ne kutsal Roma Barı­
üzerinde yükselir ve bu kuralı doğrular. Bir Ja­
şı, ne de Aziz Paulus'un yolculukları, insanlığa
pon suk(ya'sında"Çayını yudumlayan kişi, bu
haşlanmış çay yaprağı ve kavrulmuş kahve çe­
dengenin dışında değildir; o yalnızca hayatın
kirdeği kadar sonsuz bir huzur armağan edebil­
zevkini ruh ile bedenini barıştırarak yaşayan
miştir.
mistik bir tiryakidir. Peyote çiğneyen yerli de
aynı denge üzerinde evrenin sırlarına varır.
Ağızda eriyen peyote kökü, bedenin dayanma
gücü ile ruhun hassas önsezilerini bin bir çeşit
il
fantazya içinde bütünleştirir ve evrenin aydın­
Çayın 1 6 1 O yılında Felemenk tüccarları ta­
lık geleceği fanusunu parçalar.
rafından Avrupa'ya getirilmesiyle yasaklanma­
Tiryakilik her zaman mistik deneylere açık
sı bir oldu. Kahve, 1 543"de Yemen'den !stan­
olmak anlamına gelmez. Sıradan bir tiryaki,
bul ' a gemilerde taşınmıştı fakat, Ebussuud
evrensel alışkanlıkların hazzını tattıran madde­
Efendi'nin fetvasıyla Tophane rıhtımından de­
leri, dini giysilerinden sıyrılmış dünya nimetleri
nize döküldü. Hiçbir temel konuda açık bir an­
gibi kabul eder. Yeryüzü zevklerinin doğaötesi
laşmaya varamayan Avrupa ve Osmanlı dün-
sınırlarını zorlamayanlar için bu nimetler, ha-

ISTANBUL'UN TANRISIZ TAPINAKLARI: KAHVEHANELER 273


veyi Şeyhülislam Ebussuud Efendi şeriat labi­
renti içinde kitabına uydurup, Müslümanlığa
zararlı içecekler arasına sokmakta zorluk çek­
medi. Gerekçesi ise kömürleşme derecesinde
kavrulan maddelerin doğal özlerini kaybedip,
beden ve ruha zarar verecekleriydi.
Osmanlı toplumunda yasak zinciri daral­
dıkça tiryakilik yaygınlaşmıştır. Tiryaki tipinin
ortaya çıkışını hazırlayan koşullar, Kanuni dö­
neminde gündelik hayatı yeterince etkilemeye
başlamışlardı. imparatorluk sınırlan genişledik­
çe hazine zenginleşiyor ve hayat standardında
hissedilir bir yükselme göze çarpıyordu. Elçi
Busbecq, 1 6. yüzyıl Osmanlı dünyasının gör­
kemini Avrupalı devlet adamlarına öve öve bi­
tiremez. Mimariden ticarete, sanattan askerliğe
kad�r tüm toplumsal enerji en geniş ölçekte
harcanmakta, bozkır hayatının dar kalıpları kı­
rılmaktadır. Ancak tarihin kesin gerçeği, daha
önce Roma ve Bizans'ta olduğu gibi Osmanlı
göğünde de parlar: Bütün despotik imparator­
'I'iryakıleniı akıl almaz icadı nargile, Doğuya has toplumsal alışkan­
lıklann yaraucı gücünü simgelryordu. Keyfin değerini hiçbir dünya lukların izlediği sınırsız büyüme tutkusu ile be­
nimetryle kryaslamayan bu kolektifzıhnryet, gündelik hayaua keşfe­ liren kozmopolit çürüme, bu dönemde eski bir
debileceği en muhteşem hazıiıenıiı haz duygusu olduğunun daıi11a bi­
lincfndıydi. uygarlık hastalığı olarak hayatımıza karışmak­
tadır. ı 565'de lstanbul'un içki tüketimi hayal­
yası, keyif verici maddeleri yasaklamada bir­ lere sığmayacak kadar artmıştır. Müslüman
leşmişlerdir. öne sürdükleri gerekçeler birbiri­ semti Eyüb, 1 5 6 7 ' de serbestçe içki içilen bir
nin aynıydı. 1 678'de Henry Saville, bir fincan yerdir ve sarhoşluk fuhuşla beraber vezir ko­
çayın insan ruhundaki tanrısal saflığı bozabile­ naklarını kemirmektedir. Belki Müslüman hoş­
ceğini ileri sürüyor, ]ohn Hanway ise 1 756'da görüsü ve aşırı güvenin vurdumduymazlık,
yazdığı Essai sur le the başlıklı yazısında er­ belki de hayat standartlarını bilinçli bir şekilde
keklerde boy kısalığı, kadınlarda da çirkinliğe evrenselleştirme çabası olarak tanımlanabile­
yol açan çay tehlikesini haber veriyordu. cek bu yeni denge arayışları ortasında çay,
Avrupa'nın ilk kahvehanesi ı 645 'te ltal­ kahve ve tütün zevk tüketimini kamçılamışlar­
ya'da açılmış, fakat ömrü pek kısa olmuştur; dır. Tiryakiler ise yasakların keskin kılıcına
çünkü Papa, kahveyi bir Müslüman içkisi say­ meydan okurcasına kendilerini evrensel alış­
mış ve içenleri aforoz edeceğini duyurmuştu. kanlığın girdabına bırakırlar.
Papa tarafından Müslümanlığı onaylanan kalı-

274 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


lII

1 554 'te Tahtakale'de Hakem ve Şems adlı


kişilerce açtlan dükkan lstanbul'un ilk kahve­
hanesi saythr. Ebussuud Efendi'nin htşmma
uğrayan bu lanetlenmiş girişim 1 59 1 ·den son­
ra Bostanzade'nin verdiği manzum fetva ile
yaygmlaştı. İstanbul kahvehaneleri, iV. Murad
dönemine kadar gerçek birer tiryaki cennetiydi.
Kahvenin damak zevkini 1 7. yüzyllın başlann­
da tngiliz gemicilerin getirdiği tütün artttrdı.
Kahve ve tütün alışkanhğt bir çeşit zevk
aristokrasisi yaratmtş ve ilk kahvehane müş­
terileri toplumun saygın kesimlerinden çtkmtş­
lardtr. Azledilen devlet görevWeri, şiir ve sana­
ta düşkün tarikat ehli, hatta mahalle imamları
tiryakilerin öncüleridirler. Avrupa'da da durum
aynıdır. 1 8 . yüzytl İngiliz kahvehaneleri, jo­
seph Addisson ve Samuel johnson gibi ünlü
yazarların buluştukları, entelektüel incelik ile
politik hicvin birbirini bütünlediği çay salonla­
rıdır. Osman Nuri Ergin ' e göre lstanb u l ' da
kahvehanelerin gündelik hayattaki işlevleri,
Kahve içme alışkanlığı lsra11bu/'dayayg111laşrıkça. bu zevk humması­
tiryakiliği bir toplllmsal saygınlık katına çıkar­ nın içıi1de11 karmaşık bir n'cüel doğdu. Ke11disi11i bir ıöre11 içeceği· ola­
rak kabul ettire11 kahve, özellikle Saray'da ve rical konaklamıda ram
mıştır: "Namaz vakitlerinden evvel camiye
birprotokol içeceği özelliği kaza11mıştı. Bu prorokolıi Kahvecibaşı dıi­
ge/enJakat kapısını kapalı bulanlaryahut iki ze11ler ve maiYetindekiler rarqfi11da11 icra edilirdi.
namaz arasındaki vakti geçirmek isteyenle­
rin bir müddet oturması ve beklemesi için ilk raathane olarak tasarlandığı anlaşılmaktadır.
önce her camiin yamnda bireryer tahsis edil­ Hamzandme türü kahramanlık menkıbelerinin
miş ve hicretin onuncu asrında Yemen 'den okunduğu; imparatorluğun uzak bölgelerinden
kahve gelince buralarda kahve içilmesi ddet gelen saz şairlerinin folklorik kültürü şehir ha­
haline ge!mişN Ve ondan dolayıdır ki adına yatıyla kaynaştırdıkları bu odak noktaları, se­
kahvehane denmiştir. " Daha sonra 1 9 . yüz­ mai kahvelerinin de ilk örnekleridirler. Kahve­
yılda Sarafım Kıraathanesi ile modern kimliği­ haneler gerçek kimliklerini, gündelik hayatın
ni kazanan bu halk odaları, tipik mahalle kah­ toplumsal tabakalaşmasına paralel yönde ge­
vehanelerine doğru atılmış bir ilk adımdtr. Ca­ liştirmişler ve böylece taşraya özgü halk odası
minin organik bir uzantıst gibi düşünülen bu anlayışından koparak, karmaşık şehir kültürü­
basit mekanların, Kanuni döneminde birer kı- nün ihtiyaçlarını karşılayabilecek işlevsel ku-

ISTANBUL'UN TANRISIZ TAPINAKLAR!: KAHVEHANELER 275


!stanbul'un ! 6. yüzyılda tanıdığı kahvecı; gündelik hayata kendisini kimi zaman Yeniçerı; kimi zaman da tulumbacı ve
kabadayı kimliğiyle kabul ettıi·ecek olan çizgidışı bir tipti.

rumlara dönüşmüşlerdir. Bu açıdan İstanbul hayatın maddi ve manevi yönlerini besleyen


'
kahvehaneleri tipik özellikleri dikkate alınarak toplumsal kurumlaşmalar, bu küçük ölçekte
toplumsal tabakalaşma, mimari düzenleme ve yaşama şansını elde edebilmişlerdir. 1 6. yüzyıl
pratik işlevsellik doğrultularında farklı sınıflara İstanbul mahallesi bu açıdan canlı bir organiz-
ayrılabilirler. maya benzer. Temel kurumlaşma örgüsünde,
kahvehane dışındaki bütün halkalar birbirine
geçmiş, gündelik hayatın insan doğasına ka-
IV zandırabileceği yetenekler dünyadaki benzerle­
ri gibi standartlaşmış, kısacası mahallenin fız-
Mahalle kahveleri, İstanbul'un en yaygın yolojik oluşumu tamamlanmıştır. Osmanlı in-
kahvehane tipini temsil ederler. Klasik dönem- sanını kuşatan bu bütünlük duygusu. bir çeşit
de geleneksel mekan organizasyonu, şehrin te- toplumsal güvencedir. Cami ve tekke mahalle
mel yerleşim birimini mahalle ölçeğiyle sınır- sakinlerinin manevi dünyalarını, çarşı ise mad-
landırdığı için kendi kendine yeterli, içedönük dl hayatı güvence altına alır, sıbyan mektepleri
bir yaşam anlayışı doğurmuş; sonuçta gündelik ideolojik-kültürel dolaşımın temellerini atar,

276 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


hamamlar da bir çeşit sağlık hizmeti sunarlardı. gündelik hayatın idari, Aşık kahveleri de kültü­
Bu küçük ölçekli toplumsal yaptlanmanın mer­ rel yönü üzerinde etkili merkezler sayılabilirler.
kezinde, mekanizmanın işleyişini kontrol eden Semai kahvelerinin yoğunlaştığl bölge Ta­
mahalle imamının ikametgaht bulunurdu. vukpazan'ydı. imparatorluk başkenti ile sınır
Osmanlı insanı hayatınt ev, cami ve çarşt vilayetleri arasındaki kültürel ilişki bu merkez­
üçgeni içinde tüketmeye 1 6. yüzytl ortalanna den sağlanmtş ve Osmanlı taşrası, Semai kah­
kadar devam etmiştir. Mahalle kahvelerinin bu veleri aracılığlyla lstanbul'un şehir hayatında
yüzytl sonlannda açtlmastyla gündelik hayatın temsil edilebilmiştir.
farklt bir mekanda şekillenme süreci başlar. Tanzimat, Tavukpazarı kahvelerinde
Kahvehanelerin müdavimleri mahalle halkt önemli değişiklikler yaptı. Saz şairleri, Gevheri,
arasında saygt gören kişilerdir. Geleneksel Bayburtlu Zihni ve Aştk ömer'in yolunu izle­
komşuluk ilişkileri dtştnda ilk defa gündelik ha­ mekle beraber, gündelik hayatın değişen kültü­
yatın toplumsal yönünü yakından ilgilendiren, rel dokusuna da kayıtstz kalmıyorlardı. ilk ön­
murakabe temeline dayalı ilişki biçimi mahalle ce, Semai kahvelerinin sembolü haline gelen
kahvelerinde ortaya çtkar. Kahvehanelerin bi­ klasik halk çalgı.sı saz, yerini klarnete btraktı ve
rer mahalle meclisine dönüşmeleri sonucunda aşık atışmalannın yanı sıra, köçek oynatmak
imamın ikametgaht yönetim merkezi olma gibi tipik bir tulumbacı zevki yaygınlaştı. öte
özelliğini kaybeder. içedönük hayatın doğurdu­ yandan Beyoğlu tiyatrolannın programlı eğlen­
ğu mahalle kahveleri, toplumsal dayanışmayt ce anlayışı, Semai kahvelerini bu dönemde et­
güçlendirmişler ve bu özelliklerini koruyabil­ kilemiştir. Bunun sonucunda operet uvertürle­
dikleri sürece istanbul'un gündelik hayatına rinden alınmış basit parçalar, destan, koşma ve
katılmtşlardtr. kalenderi denilen geleneksel türlerle aynı çatı
altında bütünleşirler. Osman Cemal Kaygılı'nın
,• bu yeni eğlence anlayışına ilişkin gözlemleri,
v Semai kahvelerinin geçirdikleri kültürel dönü­
şümü belgelemesi açısından önemlidir: "Bir
lstanb u l ' u n kültürel hayatınt besleyen klarnet, bir çığırtma denilen ince tahta düdük,
başlıca kurumlardan birisi de Semai kahvele­ bir çifte nara, bir darbuka, bir zilli maşadan
riydi. Tanzimat'tan sonra Çalgtlı kahve adıyla ibaret olan çalgılı kahve muzıkası en önce bir
tanınan bu mekanlann ilk örnekleri, Aşık kah­ marş çalardı ve bu marş ekser(yetle alefranga
veleridir. 1 6. yüzyıldan itibaren mahalle kah­ marşlardan biri ıdi. Son zamanlarda lspanyol
velerinde destan, mani ve koşma okuyan saz marşı dedikten· bir marşla Maçiç /spanyol pek
şairleri giderek kendilerine ait kahvehanelerde moda olmuştu. Bu marştan sonraya bir polka
toplanmışlar, böylece başlangıçtaki mahalle ya polka ayannda bir ıki şey daha çalmıp ni­
kahvesi tipindeki genel örgütlenme aynşarak havent makamından kıvrak ve alefrangaya
Semai ve Tulumbacı kahveleri ortaya çıkmış, yakm şarkılara, kantolara geçilir, daha sonra
kimi zaman içiçe, kimi zaman da bağımstz bir çiftetelli gibi oyun havalan, alaturka bazı
gelişim çizgisi izlemişlerdir. Mahalle kahveleri halk şarkı/an çalmıp söylenir, bunlann arka-

İSTANBUL'UN TANRISIZ TAPINAKLARI: KAHVEHANELER 277


ilk kahvehaneler mahalle kültürüyle beslenen, dolayısryla müştenleri mahalle sakinlen'nden ibaret sohbet mekdnlanydı. Bu
mekanlar aynı zamanda malıallelerin toplumsal iletişim merkezleri olarak da işlev kazanmışlar ve cemaatler bünyesinde
yaşanan geleneksel kültürün dayanışmacı karektenlıigüçlendinnişlerdir.

sından da kahve her tareftan gelen misq/ir/er­ başa bırakır. Yangıııdan yangına koşan bu in­
le tamamıylayükü alınca mani havası ile ma­ sanlar ya korkunç serüvenlerden çıkıp gelmiş­
nilere başla111rdı. " ler ya da böyle serüvenlere gözü kapalı atılma­
Semai kahveleri aynı zamanda tulumbacı ya hazır gönüllüler izlenimini uyandırırlar. Se­
kahveleriydi. Ramazan ayında Çalgılı kahveye rüven, uydurma bile olsa, tulumbacının gözün­
dönüşen bu mekanlar, kültürel değişimin en de sıradan insanı epik bir kahraman yapar. Bir
yakın tanıklarıdır. Kahvehanenin atmosferine tulumbacı kahvesinde basit insanın serüveni,
hakim olan tip, tulumbacıydı. Osmanlı dünya­ her zaman fantastik dekorlar içinde dinlenmiş­
sının yarattığı bu yarı gerçek, yarı efsane kişi­ tir. Yorgancı Sadık Desta111 ya da Komiser Hü­
lik, Yeniçeri külhanbeyliği ile Bektaşi adabını sameddin 'in Desta111 ' na kulak verenler, gözle­
kaynaştırabilen ve sokağın yalnızlığını toplum­ rini duvarlardaki Othe/lo ve Helenayı Kaçıran
sal kalabalığın baskısına karşı savunabilen bir Paris tablolarından ayıramazlar. Böylece haya­
tiptir. Gündelik hayatın bütün titreşimlerine tııı yalın gerçekliği, psikolojik atmosferin say­
açık bir bireysellik anlayışını benimsemiş, ken­ dam örtüsü altıııda epik renklere bürünür.
di töresini kurmuştur. Bu töre tulumbacıyı ha­ Tulumbacı kahvelerinde anlatılan destan­
yatın içine çeker ve onu feleğin cilveleriyle baş- ların konuları birkaç temel motif etrafıııda top-

278 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Tulumbacılargündelik hayatta sıradan insanınyarattığı sıradışı bir kimliği temsil ediYorlardı. Kendi törelennı; toplumdaki mev­
cut değeryargılannm üzenne çıkartabilen bu zümre, kahvehane kültürüne de başkaldıncı bir üslup kazandımuştı.

lanmıştır: Küçük yaşta yetim kalmak, esraren- Esnaf kahvelerinin kıdemli müşterileriydiler.
giz bir cinaye�t< kurban gitmek ya da karşılıksız Diğer yandan bu kahvehaneler kendilerine iş
bir sevginin esiri olmak. Motiflerin hepsinde verecek patronu bekleyen zenaatkarlarla dolup
yaşanmamış bir hayatın hüznü duyulur ve bu taşardı. Bahçıvanlar. duvarcı ustaları. sırık ha­
duyguyu içinden söküp atmak isteyen tulum­ malları, saraçlar ve binbir çeşit meslek erbabı
bacı İstanbul sokaklarında kendi serüvenini Esnaf kahvelerinde iktisadi hayatın atardama­
arar, ta ki Ramazan gecesi arkadaşlarının an­ rını ellerinde tutmuşlardır.
lattığı destan kahramanı oluncaya kadar. . . Esnaf kahveleri birer meslek kahvesiydi.
Haliç rıhtımlarına ve belli başlı çarşıların etrafı­
na yayılan bu mekanlar, esnaf kahyalarının
VI denetlediği birer ekmek kapısıydı. işlevleri ge­
reği, etkinlik alanları sınırlı kaldı fakat. bütü-
istanbul'daki iktisadi hayatın bir ucu Ka- nüyle gündelik hayattan silinmediler. Artan iş-
palı Çarşı'ya, diğeri ise Unkapanı' ndaki Esnaf sizlikle paralel büyüyen ucuz işgücü, Esnaf
kahvelerine açılırdı. Kapalı Çarşı için mal üre- kahvelerini tenhalaştırırken, ırgat pazarlarının
tenler, toptan ve parekende satışını yapanlar kalabalıklaşmasına yol açtı.

İSTANBUL'UN TANRISIZ TAPINAKLARI: KAHVEHANELER 279


Tütünü toz haline getirip buruna çekme
alışkanlığı, 1 7 . yüzyılın başlarında oldukça
yaygındı. ı 640'da lstenbul'a ilk ithal enfiye
gelmiş ve Kurşunlu Mahzen'de Burun Otu
adıyla satılmıştır. Devlet ricaline mensup tirya­
kiler Fransız ve Felemenk enfıyesi kullanırlar­
ken, yerli malı Kani Bey Erlfiyesi de halk ara­
sında türetilmiştir.
Gerçek bir tiryakinin zevk standardı yavaş
yavaş oluşur ve uzun süreli bir deney devresi­
ni gerektirir. Çay ve tütün harmanlarının karı­
şım oranlarını saptamak, hazırlanan harman
için gerekli nemlendirici türünü seçmek gibi
Lonca gelenekleri, esnefkahve!eniıde meslek ahlıikıylayoğrulan orta son derece kişisel beceriler, zevk profesyonel­
tabakanın kültürel dünyasınıyaratmıştı. Tanzimat modemleşmesıiıe
lerinin dağarcığını oluştururdu. Gündelik ha­
karşı esnefkahvelerinde temsıl edılen zihniyet, bu kültürel dünyanın
muhefazakıir tabanına dayanmakta ve gündelik hayatın önüne yatın giderek pratikleşmesi, önce bu dağarcı­
açılan yeni ifkıı, kuşkuyla izlemekteydı:
ğın Fakirleşmesi ve ardından da Tiryaki Kah­
veleri'nin kepenklerini indirmesiyle sonuçlan­
mıştır.

Vll

Tiryakilik, evrensel alışkanlıkların sonuna Vlll


kadar ısrarla yapılan bir yolculuktur. Böyle
uzun bir yolculuğa katlanan tiryaki havarileşir istanbul'un tanrısız tapınakları, kahveha-
ve alışkanlıkları tehdit edildiği sürece çömezle- nelerdi. Hepsinin müridi ve mezhebi farklıydı.
riyle birlikte sığınacağı bir mağara arar. Tiryaki Pehlivanlar, balıkçılar, horoz döğüştürenler ve
kahveleri, zevk tüketicileri için bu çeşit mekan- köçekler kendi kahvehanelerinde doğdular, ha-
lardır. tıralarını da bu kutsal yerlere gömdüler. Sat-
ıv. Murad döneminde keyif verici madde- ranç, dama ve tavla oynayanlar, tömbeki içen-
lerin yasaklanmasıyla Tiryaki kahveleri, Kol- ler, devlet sohbetlerini kaçırmayanlar, ilk orta-
tuk kahveleri adı altında tam anlamıyla birer oyunu izleyenler, kanto dinleyenler, kapısında
inziva yeri olmuşlardır. üst tabaka tiryakileri, kellesini bırakanlar, muamma çözenler, diş
kahvehanelerden ayaklarını kesmişler ve mey- çektirenler ve harabat şairleri, tipik kahvehane
danı, kelleyi koltuğa alan müptelalara bırak- müşterileriydi. Kültür tarihimizin en renkli say-
mışlardı. Tiryakiler yaratıcı kişilerdi. Padişah falarını, kahvehanelerde ortaklaşa yazmışlar-
kılıcına aldırmayıp, yasaklanmış maddelerden dır.
yepyeni ürünler elde ettiler. Bunlardan başlıca-
sı, enfıyedir. Çağdaş Şehir, 1 7 (Temmuz 1 988) , s. 82-85

280 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


SEMAİ KAHVELERİNDE İNSAN VE KÜLTÜR

Tarih boyunca istanbul'un kültürel dolaşı­ birleriyle buluştukları, yorumlanıp yeniden


mına katılan tüm değerler, şehir hayaunı besle­ üretildikleri mekanlardır. Sadrazamın iskan po­
yen kılcal damarlara sürekli bilgi, beceri ve gör­ litikası ile ayarı düşük sikkenin pazarda yarat­
gü aktaran toplum kesimlerinin ortak ürünü­ tığı dalgalanma arasıııdaki ilişki. kahvehanele­
dürler. Devlet erkanı ile çarşı esnafı, medrese rin çatıları altıııda Bektaşi babalarından sırık
uleması ile tekke dervişleri arasında şekillenen hamallarına kadar uzanan bir toplumsal yelpa­
kültürel coğrafyada bu dolaşımın temposunu ze içinde yorumlanır ve sonuçta düşünceler sa­
ayarlayan kurumlar, yarattıkları mitos ve ütop­ za-söze dökülerek kültürel dolaşıma sokulurlar.
yalarla şehir hayatına canlı bir organizma kim­ Kahvehanelerin toplum hayatımızdaki önemle­
liğini kazandırmışlardır. ister imparatorluğun ri, bir bakıma bu türden kültürel dönüşümleri
..

klasik döneminde, isterse Tarzimat sonrasında gerçekleştirebilecek eleştiri mekanizmalarına


olsun, şehir hayatının bu çoğulcu kimliğine sa­ sahip olmalarından gelmektedir.
hip çıkanlar, ürettikleri değerleri paylaşabile­ İstanbul kahvehanelerinin tipolojisini çiz­
cekleri mekanları da kurmuş ve yaşatmışlardır. mek oldukça güçtür. Cemaat yaşantısı ve ikti­
Yaygınlık derecelerine göre rical konakları, sa­ sadi lonca gelenekleri etrafıııda şekillenen is­
ray ve çevresinin bürokratik kültür tasarımını; tanbul'a özgü kültür mekanlarındaki farklılık.
çarşı. arasta ve hanlar. esnaf tabakanın zena­ böyle bir genellemeye imkan tanımaz. Ancak
atkarlık ruhunu; medrese hücreleri ilmiye dog­ farklı tipolojileri kendi tarihsel süreçleri içinde
malarını; tekkeler, manevi kozmosun baş dön­ toplumsal sınıf. etnik yapı ya da kültür düzey­
dürücü sonsuzluğunu; Yeniçeri odaları da. ga­ lerine göre gruplandırmak mümkündür. Semai
za ile kader'in sürekli çarpıştığı döngüsel tarihi kahveleri böyle bir gruplandırmada, toplumsal
bünyelerinde korumuşlardır. 1 6 . yüzyıldan iti­ tabanı Yeniçeriliğe dayanan ve kültCırcl dünya­
baren İstanbul hayatına giren kahveler ise. sı aşık edebiyatıyla beslenmiş asker-esnaf
kültürel dolaşım içindeki bu farklı imgelerin bir- zümresinin yarattığı kahvehane tipinin 1 9 .

SEMA[ KAHVELERiNDE iNSAN VE KÜLTÜR 281


yeni kimliğin zevklerine uygun biçimde restore
edilmiştir. ilk bakışta semai kahvelerinde ger­
çekleşen bu kültür restorasyonu, bir yozlaşma
göstergesi olarak değerlendirilebilir; ancak Tan­
zimat sonrasında gündelik hayata katılan de­
ğerlerin çoğulcu nitelikleri dikkate alındığında,
klasik standarda göre yozlaşma sayılabilecek
kültürel oluşumların farklı ve özgün bir yapı­
lanmayı gerçekleştirdikleri de yadsınamaz. En
azından bu kültürel özgünlük, Semai kahvele­
rinin dinamik yönüdür ve 1 9 . yüzyıl kozmopo­
litizmini yaklaşık bir yüzyıl boyunca evrimleş­
tirerek, söz konusu mekanların çatısı altında
Cumhuriyet dönemine kadar yaşatır.
Semai kahvelerinin devraldığı kültürel mi­
ras, geleneksel aşık kahvelerinin 1 7. yüzyıl
başlarından itibaren oluşturdukları zihniyet
dünyası ve estetik dokusudur. Osmanlı lmpa­
ratorluğu'nun çeşitli sııııf ve etnik zümrelerinin
katılımıyla ortak bir beğeni düzeyi oluşturan
aşık tam dediğimiz edebiyat anlayışı, daha
çok şehir ortamında etkisini göstermiş, kırsal
kesimde de yaygınlık alaııını korumştur. Aşık
Aşık kahve/erinin temel.figürü olan saz şaıi·ı: kültür dağarcığı im­
tarzı, anonim edebiyat ile tasavvuf ve divan
paratorluk coğrqjj;asından beslenen destansı bir kişilikti. Dile getir­
diği hayat panoraması ıse sıradan insanın hükümdarlık ettiği bir geleneklerinin kesişme noktasında yer alır. Bu
toplumsa/ düzen anlayışmayaslan{Yordıı. açıdan aşık kültürü, Osmanlı mozayiğini kuran
bağlayıcı ögelerin başında gelmekte, saz şairi
yüzyıl başlarında dönüştüğü yeni bir mekan de farklı kültür çevrelerini adımlayın bir gezgin
türünü temsil ederler. rolünü üstlenmektedir. Tasavvuf ve divan ede­
Yeniçeriliğin 1 826'da oıtadan kaldırılması, biyatıyla alışverişini tarih boyunca kesmeyen
semai kahvelerinin doğuşunu hazırlamıştır. aşıkların toplandıkları kahvehaneler ise, impa­
Vak 'a-i Hayr(yye'ye kadar oluşan klasik kah­ ratorluk coğrafyasının genişliğiyle orantılı kül­
vehane kültürü, bu tarihten sonra bazı zorunlu tür geleneklerinin senteze ulaştıkları mekanlar­
dönüşümler geçirerek Semai kahvehanelerine dır. Kırsal kesimlerin arkaik mitosları ile şehir
miras kalır. Bu mirasın çerçevesi içinde, Yeni­ hayatının ütopyaları, bu kahvehanelerde içiçe
çeri-esnaf zümresinin toplumsal kimliği, tu­ yaşamışlardır. Bu kaynaşma, özellikle istan­
lumbacı-külhanbey kimliğine dönüşmüş ve ge­ bul'daki aşık kahvehanelerinde gündelik haya­
leneksel aşık tarzının ördüğü kültürel evren, bu tın dalgalanmalarına karşı duyarlı bir edebiya-

282 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


tın doğmasına yol açar. Saray bürokratları ile
ilmiye sınıfı dışında kalan esnaf tabakanın sıra­
dan insanları, bu edebiyatın kahramanlarıdır.
Mitolojik giysilerini çıkartan destanlar, artık bu
insanların gündelik serüvenlerini işlemekte ve
şehir hayatının nabzını elinde tutan esnaf taba­
ka kendi özgün kültürünü oluşturmaktadır. Ye­
niçerilerin 1 8. yüzyılda giderek hızlanan esriaf­
laşma süreçleri de, aşık kahvelerinin atmosferi­
ne siyasi ideolojileri yansıtmıştır. ııı. Selim dö­
neminde siyasi dedikoduların kahvehanelerde
yoğunlaşması, bu yüzden bir rastlantı sayıla­
maz. örneğin Nizam-ı Cedid reformları için
Yeniçen· kahvehane/eri, s(yaset konuşma111n, yani Osmanlı geleneğin­
halktan toplanan vergi gelirlerinin devlet ricali
deki adıyla Devlet Sohbetiyapma111n başlıca merkezleriydi Kahvenin
tarafından şahsi harcamalarda kullanıldığı söy­ ve nargilenin revnak kattığı bu sohbetler, gündelik hayat içindeki
lentileri, bizzat padişahın hassa gu/am/an'nın mevcut isyan ahldkmı tanlı boyunca canlı tutmuştu.

ağzından kahvehanelerde anlatılmaktaydı.


Aşık kahvehanelerinin Yeniçeri mekanlarına Galata'ya özgü levanten kültür dinamizmi ha­
dönüşümleri ile bu askeri sınıfın Bektaşi tarika­ riç tutulursa, söz konusu bölgede üretilen tüm
tıyla kurduğu yakın kültürel ilişkiler de, iktidar maddi ve manevi değerler, gündelik hayattan
karşıtı güçlerin kışlalardan kahvehanelere uza­ yansıyan birer gerçeklik olgusuydular. Aşık ti­
nan bir çizgi üzerinde örgütlenmelerini hızlan­ pi, yetiştiği bu ortamın etkisiyle, gündelik ger­
dırmıştır. il. Mahmud'un Yeniçeriliği ortadan çeklikleri istanbul'un kültürel dolaşımına sok­
kaldırırken , �(fktaşi tekkeleri ile aşık kahveleri­ muştur. öte yandan saz şairini yalnızca pratik
ni de kapatması, muhalefetin örgütlendiği me­ birer kültür taşıyıcısı saymak da yanlıştır. Kö­
kanlar arasında kahvehanelerin de bulunduğu­ ken itibariyle esnaf tabakadan çıkan bu insan­
nu kanıtlamaktadır. lar için, mistisizm de en azından gündelik olay­
Aşık kahvelerinde saz çalıp şiir okuyan şa­ lar kadar önemliydi. Fakat bir şartla, bu misti­
irler, genellikle şehir hayatı içinde yoğrulmuş sizm hiçbir zaman, sünni tarikat dogmalarıyla
kişilerdi. lstanbul'da gündelik hayatın en canlı uyuşmamış, daha çok Bektaşi nihilizmi şeklin­
olduğu kesim, Haliç kıyılarından başlayarak de kendini göstermiştir.
Unkapaııı, Aksaray ve Beyazıt üzerinden Bah­ 1 8 . yüzyıldan itibaren aşık kahvelerinin,
çekapı 'ya ulaşan ticaret bölgesi olup şehirli aşık Yeniçeri kahvelerine dönüştüğünü görmekte­
tipini yaratan başlıca alt-kültür alanını kuşat­ yiz. Her iki mekanı birbirinden kesin sınırlarla
maktaydı. Akdeniz'e özgü imparatorluk şehir­ ayırmak en azından 1 8 . yüzyıl ve sonrası için
lerinin liman kesimlerinde görülen kültürel di­ olanaksızdır. Bilindiği gibi istanbul'da kolluk
namizm, bu bölge için de geçerlidir. istanbul'un görevini yerine getiren Yeniçeriler, adına Oda
dış dünyaya açılan kapıları buradaydı. Eğer denilen kışlaların dışında en yaygın örgütlen-

SEMAİ KAHVELERİNDE iNSAN VE KÜLTÜR 283


meyi, söz konusu yüzyılda açtıkları kahveha­ rilen yan mekanlar, Yeniçeri kahvelerinde de
nelerle gerçekleştirmişlerdi. Yeniçeri kahveleri, mevcuttur. Kahve ocağı, aşıkların saz çaldıkla­
bir bakıma bulundukları bölgenin inzibat mer­ rı sahne benzeri yükselti ve Baba sefası adıyla
kezleriydi. Bu temel işlevleri açısından aşık anılan Bektaşi şeyhinin oturduğu makanı yeri,
kahvelerinden ayrılırlar. Fakat kendiliğinden geometrik düzenin en uygun açılım noktasında
oluşmuş bu kolluk görevinin ayırıcı niteliğin­ konumlanmıştı. iç dekorasyonun tamamlayıcı
den çok, her iki mekanın beslendiği kültürel ögeleri ise duvarlardaki Bektaşi levhaları ve ti­
kaynakların ortak özellikleri önemlidir. Yeniçe­ pik Yeniçeri çiçeği sayılan fesleğen saksılarıydı.
ri kahveleri her ne kadar minyatür bir kışla dü­ Kahvehanenin ikinci katı, ocak neferlerinin ya­
zenine sahipse de, kendi ocağının yetiştirdiği tıp kalktığı odalara ayrılmıştı. Kendisine ayrılan
şair ve sanatçılarla, şehir hayatına özgü aşık bir odada da kahvehane mensuplarının mürşidi
tarzı ve kültürüne sahip çıkmışlardır. Bu kah­ olan Bektaşi babası kalırdı. Adlarının başına
vehanelerin sahipleri, Yeniçeri ortalarının en kul lakabını alan aşıkların okudukları destan,
çok sözü geçen kişileriydi. Yakın çevreleri, ken­ mani ve koşmalardan sonra, şamdanlar Bekta­
dilerine bağlı ocak neferlerinden oluşur ve tüm şi usulünce uyutulur ve kahve ocağında saba­
hizmetleri bunlar görürdü. Aşıkların bu kahve­ ha kadar yanan bir mum bırakılırdı.
lerde saz çalıp destan, mani ve koşma söyle­ ıı. Mahmud'un Yeniçeriliği ortadan kaldır­
meleri genel kural olmakla birlikte; gene de her masıyla bu kahvehane türü de tarihe karışmış­
kahvenin sanatçı kadrosunda Ayvansaray tır. Semai kahveleri adıyla bilinen çalgılı kah­
Loncası'ndan alınma sazende ve hanendeler, veler ise Tanzimat'tan sonra lstanbul hayatına
kıpti ve Rum kökenli köçekler, meddahlar bu­ girmiş ve altın çağlarını Abdülaziz ile Abdülha­
lunurdu. Kahvehanede köçek oynatmak, bir mid dönemlerinde yaşamışlardır.
Yeniçeri geleneği olarak ocağın ortadan kaldı­ Yeriçeri kahvelerinin toplumsal tabanını
rılmasına kadar devanı etmiştir. Daha sonra oluşturan asker-esnaf tabakanın yerine, Tanzi­
açılan Semai kahvelerinde böyle bir geleneğin mat sonrasında tulumbacı-külhanbey zümresi­
izine birkaç istisna dışında rastlamıyoruz. Bu nin alması, Semai kahvelerinin insan kadrosu
mekanların mimarisi de, üstlendikleri kültürel ve kültür ortamı hakkında yeterli ipuçlarını
ve toplumsal işlevlere paralel yönde şekillen­ sağlamaktadır. Vak'a-i Hayriyye'yi izleyen dö­
mişti. Büyük Yeniçeri ortalarına ait kahvehane­ nemde Yeniçerilik bir toplumsal statü olarak
ler genellikle iki katlıydı. Yeniçerilerin mensup yok edilmiş ve bu boşluğu Abdülaziz dönemin­
oldukları ortanın nişanı birinci katın giriş kapısı den itibaren kabadayı ya da külhanbey denilen
üzerine asılır ve bu kapıdan zemini mermer dö­ insan tipi doldurmuştu. Gene 1 82 6 'dan sonra
şeli asıl kahvehane kısmına girilirdi. Mermer doğan mahalle tulumbacılığı, bu insan tipinin
döşeli alanın merkezinde fıskiyeli bir havuz, et­ kendini gösterebileceği bir toplumsal hareketli­
rafında da bağdaş kurup oturmak için üzeri lik ortamını hazırlamıştı. Yeniçeri ile kabadayı
yastıklarla döşenmiş peykeler bulunurdu. Bu arasında hem biçim, hem de içeriğe ilişkin te­
tür geometrik düzenleme, geleneksel Türk tipi mel farklılıklar vardır. öncelikle Yeniçeri tipi,
sofa anlayışının izlerini taşır. Sofaya yönlendi- bir örgüt insanı olduğu halde, kabadayıda bu

284 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Aşık kahveleri, Bektaşi adabı ile Yeniçeri kültürünün ideal bileşiminden doğmuş bir çeşit halk odasıydı. Duvanndaki saz ve
belindeki çakmaklı sılahıyla dşık, bu mekanlara adeta arkaik bir kim/ık kazandırmıştı. Smır boylanndan payitahta kadar im­
paratorluk coğref.yasını dolaşan aşıklar, halk hissiYatmı saza ve söze dökerek, gündelik hayatınJelsefesini bu kıinliğıiı ruhuyap­
mayı başardılar.

özelliğe rastlanmaz. Romanlara konu olan bazı tan hatıralarını canlandırmış, kimi zaman da
küçük çete tipi örgütlenmelerin dışında kaba­ şehir hayatının labirentleri içinde adalet duygu­
dayı, genellikle bireysel tarih adına konuşur. sunu yitirmiş bir nihilist olarak bireysel serüve­
Devletin Yeniç�riler'e verdiği resmi kolluk göre­ nini yaşamıştır.
vinden de yoksundur; fakat mahallesinin ve Semai kahveleri, İstanbul kabadayılarının
bağlı olduğu toplumsal çerçevenin namusunu mekan tuttuğu yerlerdi. En son örneklerine
korumakla kendini yükümlü sayar. Kişisel so­ Çemberlitaş civarındaki Tavukpazarı ' nda rast­
rumluluk duygusunu toplumun üstünde gördü­ lanan aşık kahvelerinin mirasçısı sayılan bu
ğü için daha rahat hareket eder ve bu yüzden mekanlar, Osmanlı toplumunun, mevsimlere
en doğal hareketleri bile birer saldırganlık gö­ göre düzenlenmiş geleneksel takvimine uygun
rüntüsü kazanır. Gündelik hayatın ilkelerini biçimde faaliyet gösterirlerdi. Semai kahveleri­
kendine göre düzenler ya da bir çırpıda bozu­ nin yalnızca Ramazan'da açıldığı konusunda
verir. İstanbul kabadayılığı bir çeşit çizgidışılık ileri sürülen görüşler ile kış mevsiminde ya da
sayılabilir. Tanzimat'la girilen yeni düzende as­ yalnızca Cuma akşamları çalgıcı kahvehane bi­
keri ve mülki hiyerarşide yer almayan bu ka­ çimini aldığına ilişkin kayıtlar vardır. Semai
nun koyucu tip, esnaf tabakasının geleneksel kahvelerinin faaliyet zamanları yıl içinde mev­
bağlayıcı değerlerine karşıt bir konumda, kimi sime göre değişiklik gösterse de, temel kural
zaman tulumbacılığın Yeniçeri ahlakını yaşa- olarak Ramazan boyunca işletildiklerini söyle-

SEMAİ KAHVELERiNDE İNSAN VE KÜLTÜR 285


yebiliriz. Yeniçeri kahvelerinde olduğu gibi, iş­
letme hakkına sahip kişinin yalnızca ocaktan
yetişme zorunluluğu türünden bağlayıcı bir ku­
ral, Semai kahvelerini işletenlerde aranmazdı.
Ya doğrudan doğruya kahvehanenin sahibi ya
da kahveyi kiralayan kişi, Ramazan boyunca
işletme hakkını elinde tutardı.
Ramazan ayına özgü Semai kahvelerinin
hazırlanması, bir dizi geleneğin yerine getiril­
mesiyle gerçekleşirdi. Hazırlıklara sürre ala­
yı'nın ertesi günü başlamak genel kuraldı. iç
dekorasyonu en ince aynntılanna kadar dü­
şünmek, mekanı külhanbeyi zevkine göre dü­
zenlemek, kahveyi işleten kişinin bilgi ve gör­
güsüyle orantılı bir işti. Genellikle tulumbacı
çömezleri ve Haliç kayıkçıları arasından çıkan
primitif sanatçılar, dekorasyon konusunda var
olan geleneğin izini sürerek kahvehaneyi bir
çeşit fantastik dünyaya dönüştürürlerdi. Yeni­
çeri kahvelerinde rastlanan Bektaşi levhaları­
nın yerine Semai kahvelerinde çok çeşitli görsel
malzeme kullanılmıştır. örneğin Yunan mitolo­
jisinin Tanrı tasvirleri, il. Mahmud'un Buğ ge­
misi, ıssız adadaki Robenson ya da kökeni kla­
sik aşık kültürüne uzanan Ferhat ile Şirin ko­
nulu dramatik sahnelerin, güncel modaya uy­
gun stilizasyonları bu görsel tasarım ögeleri
arasındadır. Kahvehane duvarlarında yaratılan
fantazya, tavanlarda sürer. Kağıt çiçeklerden
yapılmış zincir ve salkımlar, tavanı bir renk
cümbüşüne boğarlar; adeta hayatın tekdüzeli­
ğine karşı, zengin bir hayal dünyasının varlığı­
nı kanıtlamaya çalışırlardı. Tavan ve duvarla­
rın gerçeküstücü düzenlenişine karşın, kahve­
hanelerin asıl kullanım alanı, amaca hizmet
edebilmek için rasyonel bir şekilde ele alınmış­
Camilerde mılırap ne ise, kahvehanelerdeki kahve ocağı da oydu. iç
tır. Yeniçeri kahvelerinin peykeleri artık yoktur;
mekana bütünüyle egemen bir noktada yer alan bu kısım, cemaatılı
saygı duyduğu kıŞılere tahsis edılmiş bı!· toplumsalgörgıi makamrydı. bunların yerini arkalıksız iskemleler doldurmuş

286 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


!stanbul'un kayıkçılan, taşıdıktan insanlann dert ortağı, akıl hocası ve sohbet arkadaşıydı. Herbiri halkjilozqfu olabilecek
kadar hayata 11efuz edebılmiş buyerli insan kadrosu, bünyesı/1de11 ılıce ruhlu sa11atkdrlar çıkartarak semai kahveleri11i11Ja11tas­
tik dekorlan11a da imza atmıştı.

ve kahvehaneye bir tiyatro havası veren sah­ oluşturan türler arasında bir bütünlük olduğu
nenin konumuna uygun biçimde dizilmişlerdir. söylenemez. Gerek Saray'da, gerekse Beyoğlu
Çalgıcıların yer aldıkları sahne, zeminden biraz tiyatrolarında icra edilen popüler marşların ka­
yüksektedir. Mevcut malzeme ile süslenmiş badayı zevkini oyunhavalanyla birlikte şekillen­
kahveocağı atrıca, aynaları ve tulumbacı fo­ dirmeleri, Semai kahvelerindeki kültürel yapı­
toğraflarıyla bezenir. lanmanın çoğulcu karakterini sergilemektedir.
Programlı eğlence anlayışı, Tanzimat'la be­ Uvertür müziği olarak marş çalma geleneğinin
raber Semai kahvelerine girmiştir. Ramazan ge­ Beyoğlu tiyatrolarından çıktığı ne derece kesin
celerinde teravih namazından sonra başlayan ise, bu türün Semai kahvelerinde icra ediliş biçi­
program, sahura kadar sürer. Bu programın içe­ minin de aslına göre çok farklı olduğu o derece
riği ı 9. yüzyıl boyunca zamanın modalarına uy­ kesindir. Semai kahvelerinin marş çalan saz he­
gun şekilde değişikliğe uğramıştır. Yüzyılın ba­ yetlerinde şu çalgılar bulunuyordu: Klarnet, çirre
şında, aşık tarzının egemen olduğu bu kahveha­ nara, darbuka ve zilli maşa. Oyunlıavalan ve di­
nelerde, il. Abdülhamid döneminden itibaren ğer alaturka türler için ideal bir kuruluş düzeni
alafranga müzik zevkinin de geliştiğine tanık ol­ sağlayan bu çalgı kompozisyonundan marş.
maktayız. Bu dönemin standart programı, marş polka gibi Batı müziği türlerinin tam bir icrasını
ve polkalarla açılır, ardından kantolar dinlenir ve beklemek yersizdir. Zaten amacın bu olmayıp,
sonra alaturka oyun havalarına geçilirdi. Bir çeşit deformasyon yoluyla üst tabaka zevkinin kari­
program uvertürü sayılabilecek bu müzik faslını katürize edilmek istendiği ve böylece kabadayı

SEMAI KAHVELERiNDE iNSAN VE KÜLTÜR 287


kültüründeki hiciv gücünün vurgulandığı anla­ renin tulumbacılık.la ilişkisi açıktır. öte yandan
şılmaktadır. Çingene tarzı mani okumakta, tanınmış mukal­
Mani havasıyla başlayan asıl program, Se­ lidlerden Muhsin; Musevi tarzı manide Balatlı
mai kahvelerine özgü kültürün karakteristik Nesim, Ermeni tarzı manide de Sarı Onnik, Ka­
çizgilerini taşır. Külhanbeyi tarzı mani söyle­ rabet, Hanende Aleksan, Lavtacı Lambo bu tü­
mek, gerçek bir ustalık ve zeka işidir. Halk ede­ rün önde gelen sanatçılarıdır. Ermeni mani ve
biyatının mani türünden oldukça farklı, hatta semaicileri, Osmanlı kültüründen en çok etkile­
ona karşıt sayılabilecek külhanbeyi manileri, nen gruptu. 1 4 . yüzyıla kadar uzanan Enneni
tstanbul hayatı içinde yoğrulmuş insanların Aşuğlan geleneğinin Türk aşık tarzından alın­
elinde etkili bir hiciv sanatına dönüşmüştür. ma mani, koşma ve destan türleriyle zenginleş­
Kafiyeli ve redifli mani türüne ayaklı mani adı tiği açıktır. Özellikle aşık tarzı atışmaların Er­
verilir ve kendi makamında okunur. Aynca her meniler arasındaki yaygınlığı, tarihsel süreç
maniye cevap olarak karşı mani okunması, içerisinde bu türün Semai kahvelerine kadar
kahvehane atmosferini hareketlendirir. Bu tür­ girmesini sağlamıştır.
den karşılıklı atışmalara örnek olarak Üsküdar Mani faslını izleyen semailere başlanırken,
iskele meydanındaki Semai kahvesinde Filiz "Şfendim bCı, nasibim şCı, tecelli taksiratyalıCı
Ahmed'in okuduğu mani ve buna Hakkı Bey'in / Ciğeryandı keb<ib oldu, aman saki bana bir
aynı tarzda verdiği cevap tipiktir: sCı" beyitini okumak ve semaiden önce bir ara­
nağme çalmak genel kuraldı. Aruz vezniyle ya­
Filiz Ahmed: zılan semailer de maniler gibi usUlüne uygun
"Adam aman .. gözlenm!.. okunurdu. Tulumbacı şairleri arasından tanın­
Ağlamaktan boyandı al kanlara gözlen·m mış semaiciler çıkmıştır. Bahriyeli Osman Nuri,
Qf al kanlı gözler ile gözlennigözlen'm. " Zibidi Raşid, Badik Ömer ve Muratpaşalı İhsan,
son dönem semaicileri içinde seçkin bir yer tu­
Hakkı Bey: tarlar.
"Adam aman . . Gözlen'm!. . Destanlar, Semai kahvelerinin dramatik
A l mendili nazik ele gel Filiz sil gözlen·m havasını en iyi yansıtan ürünlerdir. Halk edebi­
Kanlı yaşlar döke dökeyaryolunu gözlen·m. " yatındaki destanlar ile bu mekanlarda söyle­
nenler arasında önemli karşıtlıtlar bulunur. Her
Semai kahvelerinde okunan maniler, is­ şeyden önce kahvehane destanları şehir hayatı­
tanbul'da yaşayan çeşitli toplumsal grup ve ce­ nın ürünleri olup konuları ve tipleri açısından
maatler arasında şekillenen deyiş farklılıkları­ bu toplumsal çevreyle organik bir ilişkileri vardı.
na, şive özelliklerine de sahiptir. örneğin en Kabadayıların anlattıkları destanlar, aslın­
yaygın grubu oluşturan tulumbacı ağzı mani­ da bir çeşit kendi hayatlarıydı. Tulumbacılık ya
lerde Üsküdarlı Vasıf, Acem İsmail, Defterdarlı da kabadayılık her noktası serüvene açık bir
Asaf Bey, Darbukacı Sadık, Eyüplü Makinist hayat felsefesini barındırdığı için, epik anlatı­
Tayyar, Yenimahalleli Çiroz Ali, Tersaneli Ah­ nın içeriği de, daha çok bireyin kahramanlığı
med Reis vb. kişiler isim yapmışlardır. Bu çev- üzerinde odaklanmaktaydı. ı 9 . yüzyıl İstanbul

288 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


hayatının yarattığı kahraman tipinin başında
tulumbacılar gelir. Gündelik hayatın dalgalan­
malarına karşı aşırı duyarlı olan bu tip, kendi
gelenekleri üzerinde yükselmekte ve toplumun
değer yargılarını eleştirmektedir. Çoğurıluğu ls­
tanbul'un bekar odalarından yetişme bu insan­
ların bilinçaltlarında son derece güçlü bir ye­
timlik duygusu vardır. Kendilerinden esirgen­
miş hayatı fethetmek isterler. Bu bir idealdir ve
sonuçta kazanan da, kaybeden de gündelik ha­
yatın efsane kişisine dönüşür. Aşkı karşılıksız,
dostları vefasız çıkan bu insanın kahramanlık
T'ulumbacılar gündelik hayatın epik kahraınanlanydılar. Sıradan in­
destanı, başkaldırmayan, fakat nihilizmini so­ sanın dünyasına trqjedi boyucıı katanyaşam/an. zengin bir sokak
nuna kadar korumuş şehir kabadayılığının öy­ kültürü ve edeb{yatmın doğmasınayol açmıştı.

küsüdür. Vasıf Hoca'nın ünlü tulumbacı Toy­


garlı Rıza için yazdığı, "Paşa/imanı Cinayeti Ihsan Bey'in Destanı, Komiser Hüsameddin 'in
Destanı " bu türden bir öyküyü dile getirir. Se­ Destanı ve Er-Avrat Destanı gibi popüler anla­
mai kahvelerinde tulumbacılan yücelten epik tılann da bulunduğu epik edebiyat ürünleri bi­
edebiyatın dışında, sokaktaki s ıradan insanı ze, toplumsal bünyedeki rahatsızlıkları, sıradan
anlatan destanlar da söylenmiştir. Bu kahve­ insanın ağzından vermektedirler.
hanelerin tulumbacı-kabadayı müdavimlerinin Semai kahvelerinde okunan diğer bir des­
dışında en geniş müşteri grubunu Osmanlı es­ tan türü de, istanbu\'un gündelik hayatını etki­
naf ve alt bürokrasi tabakası oluşturmaktaydı. lemiş olaylar ve kişiler üzerine söylenmiş olan­
!
Kabadayı nih ij zminden yoksun bu grup, top­ lardır. istanbu\'un bitip tükenmez yangınları,
lumsal değerlerin kıskacına, tulumbacılardan Şirket-i Hayriyye vapurları, Dersaadet tram­
daha çok yakalanmışlardı. öncelikle bağlan­ vayları ya da il. Meşrutiyet' in hürriyet kahra­
dıkları değerler, modernleşmenin etkisiyle sar­ manları, kahvehane destanlarında sırasıyla
sılmıştı. Kendilerine, güvenlikten yoksun bir yerlerini alırlar ve böylece İstanbul 'un tarihi
dünyada yaşadıkları duygusunu veren bu sos­ panoraması, adı bugün unutulmuş sanatçıların
yo-ekonomik sarsıntı, kafalarında bir gelecek ürünleriyle bütünlenir.
ütopyası canlandırmalarını da önlemişti. Os­ Muamma çözmek, Semai kahvelerinin
manlı sıradan insanının bu çıkmazı, kahveha­ programında yer alan bir diğer örnektir. 1 6 .
ne destanlarına bir çeşit tevekkül duygusu ka­ yüzyıl aşıkları arasında yaygın olan muamma
tar, dinleyiciler de kadere boyun eğmiş onurlu ve lügaz, özellikle ı s. yüzyılın ikinci yansın­
kişinin hayatını bir facia atmosferi içinde izler­ dan sonra hem klasik edebiyatta, hem de aşık
lerdi. Aile anlaşmazlıkları ya da kocasını alda­ tarzında ayrı kollar halinde gelişmiştir. Birbirin­
tan kadın konulu destanlar bu gruba girerler. den farklı bu iki sanat dalı, Semai kahvelerinde
Aralarında, Yorgancı Sadık Destanı, Pamukçu muamma adıyla rağbet görmüştü. Bir çeşit bil-

SEMAİ KAHVELERiNDE İNSAN VE KÜLTÜR 289


mece olan muammalar manzum olarak süslü protokolü vardı. Teravih namazıııdan sonra ge­
bir levhaya yazılır ve kahvehane tavanına ası­ celik entari ve hırka ile mahalle kahvesine git­
lırdı. Bazı muammalar Ramazan boyunca çö­ mek yaygın bir alışkanlıktı. !!. Meşrutiyet'ten
zülemez ise bu durumda muammayı yazan sonra bu alışkanlık her ne kadar yasaklanmış­
aşık, cevabı açıklardı. Tipik bir muamma örne­ sa da, verilen emir kağıt üzerinde kalmıştır. Se­
ği şöyledir: "Küheylandan katır doğar, katır­ mai kahvelerine ise bu kıyafette girebilmek im­
dan doğan nedir? / Canlıdan cansız doğar, kansızdı. Bütün kabadayılar ceket ve pantolon
cansızdan doğan nedir?" Bu muammaya veri­ giyerler ve bu kıyafetle kahveye gelirlerdi. Kuş­
len cevap ise, "Kıyametyaklaşmca iblis doğar kusuz bu, protokolün biçimsel yönüdür; fakat
katırdan I Katır lıiç doğurur mu, sor söyleyen manevi yönü çok karmaşık bir ritüellik özelliği
katırdan " şeklindedir. Semai kahvelerinde ay­ taşır. Gerek aşıkların içinde yetiştikleri lonca
rıca divan, kalenderi veyıldız adı altında farklı gelenekleri, gerekse kabadayılığın kendi iç dü­
makamlarda söylenen türler vardı. Bu türlerin zeni oldukça geniş bir değerler kompozisyonu
her birinde ustalık katma çıkmış saz şairleri ol­ içinde bu ritüelliği zamana karşı yaşatmışlardır.
duğu gibi, yalnızca bir türde isim yapmış aşık­ lstanbul'un gündelik hayatından silinen
lar da sıraları geldiğinde sahneye çıkarlar, sa­ Semai kahvelerinin kesin kapaııışlarını tarih­
natlarını icra ederlerdi. lendirmek olanaksızdır. Bu mekanlann il. Meş­
Semaı kahvelerinde konuşma dili külhan­ rutiyet'ten sonra eski etkinliklerini kaybettikle­
bey argosuydu. Bu özel dil yalnızca külhan­ ri bir gerçektir. Aslında bu kahvehaneler tarihe
beyler arasıııda bir iletişim aracı olarak kullanı­ karışmadan önce, onları yaşatan zümre toplum
lır, fakat kendi edebiyat ürünlerine karıştırıl­ içindeki ayrıcalıklı konumunu kaybetmişti.
mazdı. İstanbul argo dağarcığına zengin bir mi­ Modern itfaiyeciliğin yaygınlaşması, tulumba­
ras bırakan tulumbacı-külhanbey zümresinin cılığı ortadan kaldırmıştır. Bir örgüt olarak tu­
mani, destan, semaı vb. türlerde ortalama bir lumbacılığın tarihe karışması, dayandığı değer­
dil kullanmaları, argonun içedönük kültürel ya­ ler sisteminin gündelik hayat içinde hızla par­
pısı üzerinde, dışadönük epik bir edebiyat kur­ çalaıııp dağılmasına ve İstanbul kabadayıları­
manın işlevsizliğini kavramış olmalarından ile­ nın beslendikleri kültür kaynaklarıııın da kunı­
ri gelir. Kuşkusuz bu bir varsayımdır, fakat da­ masına yol açmıştır. ı. Dünya Savaşı'ııı izleyen
ha kesin olan nokta, külhanbey edebiyatında yıllarda gelenekten yetişme kabadayıların yeri­
kullanılan formların, Osmanlı kültür tarihinin ni basit, sokak serserilerinin aldığı görülür.
hiçbir döneminde zamanın argosuyla işlenme­ ı 920 sonlarına doğru da, ayakta kalabilmiş
diğidir. Kahvehane edebiyatının kalıtımsal son Semaı kahveleri , kapılarıııı İstanbul'a ve
özelliklerinden birisi de işte bu geleneksel kül­ tarihe kapatırlar.
tür bilincinin, gündelik dil kullaııımı üzerinde
kurduğu denetimdir. Sanar Dünyamız, 40 ( 1 990), s. 26-29

Osmanlı toplumunda protokole verilen


önem, gündelik hayatın bütün dokusuna sin­
miştir. Semaı kahvelerinin de kendilerine özgü

290 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


İSTANBUL'UN SOHBET MEKANLARI
TARİHİNE GİRİŞ: KAHVEHANELER

Osmanlı medeniyeti bir sohbet medeniyeti yoldan bir iletişim mekanizması gibi çalışan
idi. Toplumsal hayatımızın geçmişine ilişkin bu sohbet geleneğinin çerçevesini çizmektedir.
tespit, Osmanlı medeniyetinin adeta omurgası­ Burada hemen akla, konunun özüne ilişkin ba­
nı meydana getiren kültürel aktarım sürecinin zı sorular gelmektedir. örneğin Osmanlıdaki
niteliği hakkında bize genel bir çerçeve sun­ yeme-içme kültüründen sohbet geleneğine
maktadır. Sohbetin dar anlamıyla tanımı, kuş­ uzanan süreç, salt toplumsal işleyiş mekaniz­
kusuz onun bir eğitim metodu ve toplumsal ile­ masını açıklamaya yönelik zihinsel bir kurgu
tişim ağını düzenleyen geleneksel bir mekaniz­ mudur, ya da bu sürece katılan pratiklerin han­
ma olduğunu dikkate almak zorundadır. Diğer gi temel özellikleri bir üst aşamada farklı gele­
yandan geniş anlamda yapılabilecek bir tanım­ neklere zemin hazırlamaktadır?
�1
lamanın kapsa 1na, sohbetle bütünleşen, ade­ Konusu sıradan insan olan ve toplumsal
ta bu manevi geleneği kendi erkanıyla kuşatan tarihin bu en değişken figürünü mercek altına
yeme-içme kültürünün ritüelleşmiş yapısı da alan araştırmacı, kuşkusuz olg1ılar arasındaki
girecektir. Osmanlı toplumu, dahil olduğu me­ çok yönlü bağlantıları netleştirmede, zihinsel
deniyet dairesi içinde yeme-içme kültürünü kurgunun önemini yadsıyamaz. Ancak böyle
kendi başına bir amaç, başka bir deyişle gün­ bir kurgunun nesnel veriler etrafında gerçekleş­
delik hayatın mutlaka yerine getirilmesi zorun­ tirilmesi araştırmacı için esastır. Diğer yandan
lu bir pratiği olmaktan çıkarmış, temel dayanak aralarında yeme-içme gibi gündelik pratiklerin
noktasını dini söylemde bulan bir dizi kurallar de bulunduğu bir dizi toplumsal faaliyetin baş­
bütünüyle destekleyerek bir çeşit ibadete dö­ lıbaşına ele alınıp, barındırdıkları dini kurallar
nüşmüştür. işte toplum hayatının her gün tek­ sistemiyle birlikte çözümlenmeleri, bu pratikle­
rarlanan pratikleri etrafında şekillenmiş manevi rin bir üst aşamada hangi oluşumları meydana
dokusu, neticede sohbet kültürünün varoluş getirdiklerini kavramak için kuşkusuz en elve­
nedeni olmakta, yeme-içme eylem i , dolaylı rişli yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır.

İSTANBUL'UN SOHBET MEKANLAR! TARiHİNE GİRiŞ: KAHVEHANELER 291


bu geleneğin kendi inşa ettiği mekanlarda bir
toplumsal iletişim aracı olarak gündelik hayata
damgasını vurduğunu belirtmek gerekir.
İslamiyetin yeme-içme pratiğine getirdiği
temel çerçeve, nefse hakimiyet ilkesinin fıkıh
ve tasavvufta iki farklı uygulama alanı bulma­
sıyla netleşir. Fıkıh kurallarına göre yeme-içme
pratiği, kişinin Allah'a karşı kulluk vazifesini
aksatmadan sürdürebilmesi, dolayısıyla zinde
kalabilmesi için yapmak zorunda olduğu asgari
düzeye indirgenmiş bir faaliyettir. Bu faaliyetin
başlangıç noktasında "rızk"ın temini vardır.
Rızk, fıkıh esaslarına göre helal I haram kısta­
Gelenekse/ kültürde sohbetin üç koşulu vardı: Zaman, mekan ve ıh­ sına göre değerlendirilir ve helal lokmanın kişi­
van. ister konak diva11/ıa11esi11de vıya dergah cevhid/1a11esi11de, ister­ yi Allah'a gerçek anlamda kul yapan değer ol­
se bir mesirede olsun, bu koşullaryerine geldiğinde sohbet halkası
ke11diliğıi1de11 kurulurdu. duğu vurgulanır. Helal rızkın tüketimini denet­
leye)1 bir dizi kural, Osmanlı yeme-içme prati­
Osmanlı dünyasında tüketilen yiyecek ve ğini de şekillendirmiştir. örneğin israf haram­
içecek maddelerinin çeşitliliği ile bu tüketime sı­ dır. Böylece sosyal dayanışmayı ön plana çı­
nır koyan dini kurallar arasında tam bir para­ kartan ve statü farklılıklarını eşitlemeye çalışan
doks vardır. Toplumsal tabakalaşmada üst ba­ dini söylem, kul ile Allah arasına girebilecek
samaklara doğru çıkıldığında bu paradoks öne­ her türlü insani kökenli gösteriş merakını en­
mini kaybetmemekte, ama orta ve alt basamak­ gellemeye çalışmıştır. Bu engelleme, bir sofra
larda bütün açıklığıyla varlığını hissettirmekte­ etrafında toplanan insanların önüne adeta va­
dir. Bu paradoks dikkate alınmadan yalnızca zife ahlakını koyar. özellikle bu ahlak yemek
üst tabakaya yönelik gözlemlerin ve bu tabaka­ yeme pratiğinde, içme pratiğine oranla çok da­
ya ait tüketim kalıplarının toplumun bütününe ha belirgindir. Bu ahlakın uyulması zorunlu
izafe edilmesi, bir bakıma gerçeğin bulanıklaş­ kuralları, yeme pratiğini bir ibadete dönüştürür.
masına yol açacak, diğer yandan daha yaygın örneğin yer sofrasına oturmadan önce tıpkı na­
olmakla birlikte orta ve alt tabakaların tüketim mazın ön koşulu olan abdesti andırır şekilde el
kalıplarını esas alma gibi bir yaklaşım da, toplu­ ve ağızııı yıkanması, sofraya oturuş biçimi ve
mu olduğundan daha fazla püriten ahlakın esiri yeme sürecinin gerekmedikçe konuşmadan
gibi gösterecektir. Ancak sıradan insanın üze­ sürdürülerek dua ile sonuçlandırılması bize, bir
rinde gezindiği sosyo-kültürel haritanın orta ve çeşit ibadetin genel çerçevesini vermektedir.
alt tabakalar tarafından şekillendirildiği de bir Kuşkusuz böyle bir ortam , sohbet ortamı değil­
gerçektir. Bu önemli uyarıyı gözardı etmeden dir. Kişiselliği barındırmayan, sözün yerini sü­
yeme-içme pratiklerinin birbirinden farklı yollar kütun aldığı bu toplumsal pratik daha çok orta
izleyerek sohbet geleneğini oluşturduklarını ve ve alt tabaka Osmanlı insanının ev hayatıııa

292 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


dönük bir faaliyettir. Cemaat hayatının içe dö­ kadar başlangıçta ulema tarafından "mekruh"
nük bu faaliyeti, aile çansı altındaki kan bağına kabul edilmişse de, şehir hayatında gösterdiği
dayalı insanları bir araya getiren temel ritüeldir. yaygınlık ve kimyasındaki alışkanlık yaratıcı
Dolayısıyla böyle bir ritüelin, kan bağına da­ özellik onun Osmanlı hayat tarzını derinden et­
yanmadan farklı insan grupları arasındaki ileti­ kilemesine neden olmuştur. Bu etki öylesine
şimi kurmada sohbet geleneğine zemin oluştu­ güçlüdür ki, kahvenin insanı insanla bir sohbet
ramayacağı açıktır. Bir başka açıdan Osmanlı halkası etrafında buluşturması, gündelik haya­
tasavvuf kültüründe de aynı durumla karşılaş­ ta girişinden çok kısa bir süre sonra gerçekleş­
maktayız. Yemeye aşırı düşkünlük, tasavvuf miş, 1 6 . yüzyılın ortalarından itibaren lstan­
erbabı tarafından " nefs-i emmare"nin belirtisi bul'da açılan kahvehaneler ise aynı zamanda
sayılmış, "bir lokma bir hırka" ilkesi bu zümre
içinde hayatiyet kazanmıştır. Tekkelerde ihva­
na verilen yemeğin çeşit yönünden asgari dü­
zeyde tutulması ve tıpkı fıkıh esaslarındaki gibi
sofra adabına sükutun temel alınması, yemek
yeme pratiğini mistik bir atmosfer içinde ibade­
te dönüştürmüştür. Tasavvufi çerçevede kalan
yeme pratiğinin de bu açıdan sohbet geleneğini
kültürel açıdan besleyemeyeceği açıktır. Bu
beslemeyi içecek kültürü yapmış ve sohbet ge­
leneği, dini açıdan " mekruh" kabul edilmeyen
içecek kültürü etrafında şekillenmiştir.
Su dışında her türlü içecek, alkol ihtiva et­
mediği sürece Osmanlı hayat tarzının vazgeçil­
mez unsuru ol<trak kabul edilmiştir. içecek kül­
türü yemek kültürünün aksine, temellerini dini
naslarda bulmayan, kişiye verdiği keyif nede­
niyle bireysel planda hayatın dışa dönük yönü­
nü temsil eden bir özelliğe sahiptir. Bu özellik
içecek kültürünü, yemek kültüründe olduğu gi­
bi evin dört duvarı arasına hapsetmemiş, tanı
tersine ev dışında kendi mekanlarını yaratma
fırsatını vermiştir. Bu mekanlar aynı zamanda
birer sohbet mekanı olarak karşımıza çıkmakta
ve içecek ile sohbet geleneği arasındaki doğru­
dan bağın varlığına işaret etmektedirler. lstanbu/'da heryerleşik mesleğin aynca seyyar ıürleıine de rasılamak
mümkündü. Aşıiw olunan zevkler ve terkedilemcyen alışkanlıklar içıiı
Osmanlı içecek kültürünün merkezinde şehir sokakları, bu esnefin ekmek teknes{ydi. Ayaküstü sohbetin zcv
kahve yer alır. Bu keyif verici madde, her ne kini ise szyyar kahveciler tamrıy01dıı.

İSTANBUL'UN SOHBET MEKANLAR! TARİHİNE GİRİŞ: KAHVEHANELER 293


Gündelik hayatm mistik dokusunu oluşturan tanl<atlann zikir ayıiılen· çoğu zaman sabaha kadar devam ederdı: Dergahlarda
zikir ve sohbece karılan 1!1va111n zılınini açık tutmak ve t(Yktısunu bastırmak içıiı kahve, ideal bir içecekri Tan'kar kültürü için­
de tam anlam(Yla saltanat süren bu sırlı madde, kendine has mistik bı/- nlüelıiı deyararıcısı oldu.

bu sihirli içeceğin etrafında toplanan tiryaki­ yaygınlaşması üzerinde olumsuz etki yaratmış­
lerin de sohbet mekanları olmuştur. sa da, medreseden kovulan bu içecek kendisine
Kahvenin İslam dünyasında başka hiçbir tekkede yeni bir yaşam alanı bulmuştur. Tekke­
içeceğe nasip olmayan mistik bir madde kimli­ nin, kahveyi bir actab ve erkan içeceği yapan bir
ğiyle gündelik hayata girmesi, onu diğer içecek­ mekan olduğu rahatlıkla söylenebilir. Uzun sü­
lerden ayıran ana özelliktir. Şaze11 tarikatının pi­ ren zikir ve sohbet meclisinde zihni açık tutmak
ri Hasan eş-Şazell tarafmdan keşfedilmesi ve ge­ amacıyla kahvenin tekkelerde revaç gördüğü bi­
ne Şazeli dervişleri tarafından Habeşistan'ın linmektedir. Burada asıl önemli nokta, tekke ça­
yüksek yaylalarından Yemen'e getirilmesi hak­ tısı altında kahvenin kazandığı mistik kimliktir.
kıııdaki rivayet daha başlangıçta mistik sembo­ Tekkelerde onun adına tören düzenlenmiş ve
lizm aracılığıyla kahveyi menkıbe kültürünün kahvecilik de bir hizmet makamı olarak "seyr ü
odağına yerleştirmiş ve bir ulu tarikat pirini de sülük"ta yerini almıştır.
bu menkıbenin kahramanı yapmıştır. Her ne ka­ Tasavvufi anlamda "seyr ü sülük"un da­
dar ilmiye sınıfının kahveye karşı şer'i hükümler yandığı iki temel esas, hizmet ve sohbet'tir.
çerçevesindeki karşı çıkışları kahve kültürünün Kahvenin her iki esası da bünyesinde toplama-

294 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


sı, bu maddenin tarikat kültürü içinde fonksi- ka bir deyişle, merkezinde tarikat şeyhinin yer
yonel bir rol oynamasına yol açmıştır. Kuşku- aldığı ve böylece bir monolog şeklinde gelişme-
suz tasavvufi sohbet kahveyle ortaya çıkan bir si adeta zorunlu olan tasavvufi sohbet, kahve-
olgu değildir, ama kendisinden beklenen verimi den ancak toplumsal fayda açısından yararlan-
ve sürekliliği kahve sayesinde sağlamıştır. Baş- mıştır. Oysa kahve 1 6. yüzyıl ortalarından iti-

Tavla oynamak bir kahvehane geleneği idi. Şans ile zekdmn birbiıini dengelediği bu oyunda, halk kelamı kadar dcıviş sıikuru da
geçer akçeydi. Sohbetin bir çeşit oyunlaştınlmış şekli olan tavla, kendisiyle başbaşa kalmış zihnin karşısmdakiylc konıı,wnasm
dan başka birşey değildi.

ISTANBUL'UN SOHBET MEKANLAR! TARİHİNE GİRİŞ: KAHVEHANELER 295


Yeniçeri kahvelenlıin Boğaz'a nazır çardaklı kısımları, tablamı içineyerleştirı'/miş küçük ölçekliyalı divanhanelerılıi andırmak­
taydı. Yeniçerı· zevki; sohbet için inşa ettiği bu mekana, basit ama hassas bir rıılwn gündelik hayattan alabl'feceği haz duy­
gusunu katmayı herşeyden çok önemsemişti;. çünkü tabiarın içindefilizlenen bu duygu, içinde sohbetin mayalandığl kültür
kozasım örüyordu.

baren kendi mekanlarını kuracak ve böylece kendi ülkelerinde kötü şöhret sahibi batılı ti:ıc­
kahvehaneler, sıradan insana dışa dönük ha­ carların, geçimini karanlık yollardan sağlayan
yatın imkanlarını sunarak toplumsal kültürü sahte asilzadelerin ve Doğu'nun büyüsüne ka­
yepyeni bir dönüşümün eşiğine getirecektir. pılmış seyyahların geçici bir süre konakladıkları
Sıradan insanın yüzünü ev hayatından dış karanlık bir dünya idi. Bu dünyaya bir ucundan
dünyaya çeviren kahvehane, bu temel özelliği­ esnaflaşma sürecine girmiş bulunan Yeniçeriler
ne paralel olarak İstanbul 'un belki de en dışa de 1 6. yüzyıl sonlarından itibaren girmeye baş­
dönük kültür dokusunu barındıran Tahtaka­ lamışlardı. Bütün bu insan ve kültür karmaşası­
le'de kurulmuştur. 1 6 . yüzyılın Tahtakalesi , na bir de oyuncu loncalarını eklemek gerekir.
mahallenin v e ev hayatının gündelik dünyasına istanbul'un eğlence ihtiyacını karşılayan bu
alışmış insanı için hiç de tekin bir yer sayılmaz­ meslek zümresi, genellikle Kıpti idi. Ayrıca
dı. Burası, Haliç iskelesiyle bağlantılı bir ticaret mevsimlik gösteri yapan canbazlar, ateş yutan,
bölgesi olması nedeniyle maceracı denizcilerin, ipte gezen ve vahşi hayvanlarla akıl almaz

296 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


oyunlar sergileyen zümre de Tahtakale'nin bu kın kamçısıyla atılmıştır. Sonuçta sıradan insan
yarı karanlık tarihinde yerlerini almışlardı. işte kahvenin yarattığı alışkanlığın çekim gücüne
sosyo-kültürel yapısı gereği dış dünyaya açık kapılarak kahvehanelerdeki sohbet meclisleri­
bir mekan olan Tahtakale, bu hareketli ve mar­ nin müdavimi olmuş, böylece insanın insanla
jinal kültür ortamıyla ilk kahvehanelerin gün­ buluşması, üzerinde hiçbir dini yönlendirmenin
delik hayat içinde kökleşmesini sağlamıştı. olmadığı bir çerçevede gerçekleşmiştir.
lstanbul'un gündelik hayatında insanı öz­ Bir sohbet mekanı olarak kahvehaneler,
gürleştirici bir rol oynayan kahve kültürünün dini kurallardan çok mahalli törelerin egemen
kendine ait mekanlarını, yani kahvehaneleri olduğu ve sözlü kültür vasıtasıyla bilgi-görgü
ortaya çıkarması, geleneksel hayat tarzında ilk aktarımının sağlandığı iletişim merkezleriydi.
çatlağın belirmesine yol açmıştır. Bu çatlağın Kahvehane sohbeti dini kurallardan sıyrılmak­
ortaya çıkışına kadar, sıradan insanın dünyası­ la, sıradan insana monoloğun tek yönlü şart­
nı şekillendiren geleneksel mahalle hayatının landırmasının ötesinde diyaloğun çok yönlü
çerçevesini çizmekte yarar vardır. katılımını kazandırmıştır. Bir bakıma kendi me­
Fetihten 1 6 . yüzyıl ortalarına kadar İstan­ kanını bulan sohbet, kahvenin verdiği keyifle
bul mahallesi, kuruluş dönemini tamamlamıştı. her zaman bir ucu açık, ama daima kendi i\dab
Bu süreç içinde sıradan insanın yaşam alanını ve erkanını gözeten bir bilgilenme süreci ol­
belirleyen , aynı zamanda mahallenin kurucu muştur. Bu sürecin en dar sınırı mahalle haya­
öğeleri arasındaki geleneksel mekanlardı. Bun­ tı, en genişi ise cemaatin yerleşik bulunduğu
lar sırasıyla, insana ailesiyle birlikte bir güven­ sosyo-kültürel coğrafya idi. Mahalle kahveleri,
lik dünyası sunan ev; rızkını sağlayan çarşı ve öncelikle kendi sohbet meclislerinde mahalleli­
dini ihtiyaçlarını karşılayan cami ya da tekke nin gündelik hayat içindeki sorunlarının konu­
idi. işte sıradan bir insanın gündelik hayatı bu şulduğu birer serbest kürsü durumunda idiler.
üç temel mekan grubu arasında geçiyordu. Bu En azından mevcut töre ve gelenekler sohbetin
mekanlar1'1 bünyesindeki faaliyet biçimleri, in­ sınırını böyle çiziyordu.
sanın kendine ait hayatını güçlü bir vazife duy­ Kahvenin mahalle ölçeğinde yarattığı soh­
gusuyla yaşamasını gerekli kılmıştı. Bu duygu, bet geleneği, bir başka boyutta yer alan Yeniçe­
cemaat ahlakının ördüğü mahalle duvarlarının ri kahvelerinde farklı bir yol izlemiştir. Yeniçeri
içe dönük dünyasında, 1 6. yüzyıl sonlarına ka­ kahveleri, askeri disiplin altında tutulan devşir­
dar bilinçaltı saltanatını sürdürdü. Kahvehane­ me kültürünün şehir hayatına doğrudan katıl­
lerin açılmasıyla birlikte, İstanbul halkı tarihin­ dığı mekanlar olma özelliğini taşımışlardır. Ye­
de ilk defa söz konusu ettiğimiz mekanların dı­ niçeriler bekardı, hayatları kışlalarda ve şehir­
şında bir mekana gitmek için evinden sokağa lerden tecrid edilmiş alanlarda geçiyordu. An­
doğru adımını atmıştı. Kahvenin sıradan insanı cak 1 7. yüzyılın yaşanan zor iktisadi koşulları
özgürleştirici bir madde olarak temel fonksiyo­ bu müesseseyi de temellerinden sarsmış, so­
nunu işte bu ilk adımda aramak gerekir. Nite­ nuçta bir zamanlar titizlikle uyulan ocak kural­
kim bu ilk adını vazife duygusuyla değil, insa­ ları gevşemiş ve Yeniçeriler hayatlarını kışla dı­
nın hayata karşı taşıdığı o dizginlenemez mera- şında kazanma yolunu tutmuşlardı. Pek çoğu

İSTANBUL'UN SOHBET MEKANLAR! TARİHİNE GİRİŞ: KAHVEHANELER 297


Bünyelerinde serdengeçtilik ve arkaik gururu
barındırmalannııı yanı sıra mistik bir atmosfere
de sahiptiler. Nitekim Bektaşi mistisizmi ile ar­
kaik gururun bileşimi, "devlet sohbeti" adı al­
tında isyan ahlakını ateşlemekte gecikmeyecek
ve bu kahvehaneler 1 82 6 ' da başkaldırı mer­
kezleri sayılarak İstanbul hayatından silinecek­
Jerdi. Yeniçeri kahvehanelerinde odaklanan ve
yönetim aleyhtarı siyaset yapma anlamına ge­
len "devlet sohbeti", kuşkusuz Bektaşi hicvi ve
nüktesiyle süslenmiş bir sohbet türüydü. Ka­
musal itaate karşı bir çeşit cemaat nihilizmini
ön plana çıkartan bu sohbet türü, Yeniçeri kah­
vehanelerinden sonra Tulumbacı kahvehanele­
rinde mahiyet değiştirerek sürmüştür.
Tulumbacı kahvehaneleri de kendilerine öz­
gü bir sohbet kültürü yaratan mekanlardı. Onlar
da tıpkı Yeniçeri kahvehaneleri gibi ocak nizamı­
na dayalı kuruluşlardı ve şehir hayatına dışar­
dan dahil olmuşlardı. Tulumbacılar kendi törele­
rini yaratan kabadayı ve külhanbey tipini bün­
yelerinde barındırıyor, kültürel açıdan ise aşık
Yeniçen"ııin kü/cür dağarcığında, bütün bir hayatı anlamlı kılabilecek
geleneğine bağlanıyorlardı. Yeniçeri kahvehane­
tecrübe ve yaşanmış zaman bilgisi mevcuttu. Sohbetin revnak(Yla
açılan bu dağarcıktan, kolektif hefızan111 kaydetciği ibret ven"ci bir lerinin sohbet geleneğine rengini veren Bektaşi
tarih dersi veya hayatın geçiciliği üzerine kurulu hikmetli bir söz nüktesi, bu yeni mekanlarda giderek bir alt-kül­
yumağı, kendiyaratcığı efsanelerle birlikte ortaya çık(Yordu.
tür şekillendiricisi olan argoya dönüşmüştür. Tu­
evlenerek kışladan mahalleye taşındı ve aile lumbacıların sohbet kültüründe söz kadar sazın
derdine düştü. Bu en genel anlamda askerin es­ da önem taşıması, kuşkusuz aşık geleneğinin bir
naflaşması demekti. Rağbet ettikleri işlerin ba­ uzantısıdır. Bu gelenek sayesinde söz konusu
şında, eski ocak alışkanlıklarını sürdürebilecek­ zümre sohbete musikiyi katmış ve adına Semai
leri ve cemaat ruhunu koruyabilecekleri kahve­ kahveleri denilen mekan türünün ortaya çıkma­
cilik mesleği geliyordu. Nitekim Yeniçeri kah­ sını sağlamıştır. Semai kahvelerinin sohbet gele­
vehaneleri, bozulmuş ocak nizamını şehir ha­ neği saza dökülmüş sözün yüklendiği sıradan
yatına taşıyan, bu arada kışla disiplini yüzün­ insanın hayat hikayesidir. Böylece Tulumbacı
den şehir hayatında yaygınlaşamayan Bektaşi­ sohbeti, alt kültür dünyasının gerçekleriyle do­
liği de mahalle ölçeğine sokan mekanlar oldu­ natılmış bir tepki edebiyatına dönüşmüş, musiki
lar. Bu kahvehaneler, dayandıkları kültürel ze­ aracılığıyla gönüllere nakşolmuştur.
min gereği tam bir adab ve erkan mekanı idiler. 26 Mart 1996

298 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


İSTANBUL'UN MİSTİK TARİHİNDE
MEVLEVİHANELER

1 3 . yüzyıl sonlarına doğru Konya'da Su!- Mevlevihaneler


tan Veled tarafından babası Mevlana Celaled-
din-i Rumi adına kurulan Mevlevilik, erken Os­ İstanbul tekkelerinin yoğunluk bakımından
manlı dönemi boyunca Anadolu'nun önemli ti­ tarikatlara göre dağılımını belirleyen en önemli
caret merkezlerinde örgütlenmiş ve İstanbul'un etkenler, kuşkusuz bu mistik örgütlerin sahip
fethiyle birlikte şehrin gündelik hayatına giren bulundukları sosyal topografya ve yönetim bi­
ilk tarikatlardan birisi olmuştur. Tarikatların çimlerinden kaynaklanmaktadır. Mevleviliğin,
1 5 . yüzyıl ortalarından itibaren İstanbul'a giriş yönetim açısından tıpkı Bektaşilik gibi merkezi­
biçimleri, bazı farklılıklar göstermektedir. Fatih yetçi bir tarikat olması, çelebilik makamı dışın­
Sultan Mehmed gibi, derviş zümrelerine kuş­ da nüfuzlu şeyh ailelerinin doğmasını önlemiş
kuyla bakan ve medrese kökenli ulema sınıfına ve böylece örgüt kendi içinde bölünmeyerek şe­
dayalı iktidar anlayışını, temel devlet felsefesi hirlerde sayıca az. fakat dayandığı asker-sivil
olarak sistemleştiren bir yöneticinin dönemin­ bürokrasi ağırlıklı kesimin maddi desteğiyle
de, ancak bir iktidar organı olarak kurumlaşa­ orantılı bir tekke organizasyonu gerçekleştir­
bilen tarikatlar, İstanbul'un gündelik hayatına miştir. Nitekim tarihi boyunca İstanbul'da sü­
katılabilme şansını elde edebilmişlerdir. Mevle­ rekli olarak yalnızca beş büyük tekkede faaliyet
vilik ile eski Osmanlı başkenti Bursa'nın hakim göstermesi ve diğer tarikatlar gibi mahalle ölçe­
tarikatı Zeyniyye bu gruba girerler. Diğer yan­ ğine kadar girebilen küçük örgütlenme merkez­
dan halifeleri aracılığıyla faaliyetlerini kırsal leri kurmayışı. söz konusu ettiğimiz bu iki temel
kesimden şehir merkezlerine doğru yoğunlaştı­ etkenin doğal bir sonucudur. Bu beş tekkeden
ran tarikatların İstanbul'da görülmeye başla­ Galata, Kasımpaşa ve Beşiktaş Mevlevihaneleri.
dıkları dönem. il. Bayezid'in saltanat yıllarına mimari programları açısından külliye tipi mckfüı
rastlamaktadır. Halvetiyye, Nakşbendiyye ve organizasyonları olup ibadet ve barınma fonksi­
Bayramiyye gibi klasik tarikatlar. bu ikinci gru­ yonlannı en geniş şekilde bünyelerinde barındı­
bu oluştururlar. ran "asitane" karakterli yapılardır. Üsküdar

ISTANBUL'UN MiSTiK TARiHiNDE MEVLEVİHANELER 299


Mevlevilik, gündelik hayatı estecik bıi· kültür dokusuyla kuşatarak manevileştinnişti. Sıradan insana olgunluk ve zerefet veren
de manevileşen bu lıayatm kendisiYdi.

Mevlevlhanesi ise, taşradan istanbul'a gelen Aslı Bizans dönemine ait Hristos Akataleptos
dervişlerin konaklama ihtiyaçlarını karşılamak Kilisesi olan bu yapı, ı fetihteh sonra camiye
amacıyla, içinde çile çıkartılmayıp yalnızca ayin çevrilerek Mevlevi dervişlerine tahsis edilmiş2
icra etmeye mahsus bir "zaviye" şeklinde inşa ve vakfıyesi gereği tarikatın ayin icra ettiği bir
edilmiştir. mekan özelliğini taşımıştır. 3 ikinci tekke, aslen
Klasik bir mevlevihane özelliği taşımadık­ Mevlana soyuna mensup bulunan, fakat Nakş­
ları halde, istanbul'da Mevlev1lik ile ilişkisi bu­ bendi şeyhi Molla ilahi'ye intisap ederek Nakşi
lunan ikinci bir dergah grubu daha vardır; an­ icazeti alan Abid Çelebi (903/ 1 49 7) ' niıı,4 1 5 .
cak bu grubu meydana getiren tekkelerde Mev­ yüzyıl sonlarında Fatih Otlukçuyo kuşu'nda
levilik, ya geçici ya da diğer tarikatlarla ortak bir kurduğu dergahtır. Eski kaynaklarda Fatih
meşihat sürdürebilmiştir. Bu tekkelerden birin­ Mevlevihanesi şeklinde geçen bu çift tarikatlı
cisi, aynı zamanda Mevleviliğin istanbul'daki tekkede hem Mesnevi okutulmuş, hem de Nak­
ilk örgütlenme merkezi sayılan ve kaynaklarda şi usulünce "hatm-i hacegan" icra edilmiştir.
Kalenderhane Zaviyesi olarak geçen yapıdır. 1 9 . yüzyılda tekkenin yönetimini üstlenen

300 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Sa'diyye mensubu ünlü şeyh ailesi Hasırizade­
ler, s Mesnevi okutma geleneğini sürdürerek
dergahın harap olan semahanesini yeniden
yaptırmışlardır. 6 1 9 1 8 Sultanselim yangınında
tamamen yanan Abid Çelebi Tekkesi'nden gü­
nümüse hiçbir iz kalmamıştır. Konumuzun bü­
tünlüğü açısından 1 7 . ve 1 9 . yüzyıllarda
Eyüb'de inşa edilen iki mevlevihaneyi de bu
grup içinde ele almamız gerekmektedir. 1 62 2
yılında Eyüb Çömlekçiler'de Zal Mahmud Paşa
Camii yakınlarında yaptırılan mevlevihaneye
ilişkin yeterli bilgiden yoksunuz. 1 8 1 4'de "Do­
lapçı" lakabıyla anılan ve Kasımpaşa Mevlevi­
hanesi d e rvişlerinden olan M e h m e d D e d e
( 1 240/ 1 82 4 ) 'nin Eyüb ldrisköşkü'nde inşa et­
tirdiği dergah ise, tarikat çevrelerinin muhalefe­
ti üzerine faaliyet gösterememiş, ilk ve son şey­
hi Mehmed Dede'nin vefatıyla tarihe karışmış­
tır. 7 Her iki dergah da bugün mevcut değildir.
İstanbul mevlevihaneleri, topografık ko­
numları bakımından tıpkı Bektaşi tekkeleri gibi
şehir merkezinden uzakta, sur-dışında inşa
edilmişlerdir. Zamanla şehrin büyümesi sonucu
yoğun iskan alanları içinde kalan bu dergahlar,

ibadet, e itim, konaklama ve diğer toplumsal
hizmet amaçlı yapılardan oluşan birer külliye Mevlana ve lb11 Arabf'nin yolu11u izleye11 Mevlevfler, T!irk rasavvı!f
niteliğindedir. Genellikle tarikata intisap etmiş tarihi11i11 omurgasmı meyda11a geriren Vahdet-i viicıid diişii11cesi11i
gündelik hayattayaşanabilir bır hayatji:lsefesine döniiştiirmüşlerdı:
devlet adamlarının geniş arazileri üzerinde ku­
rulan bu külliyelerin merkezini, mimari prog­
ram açısından birbiriyle kaynaşmış semahane edilebilecek derviş hücreleri ise hem barınma,

ve türbeden meydana gelen yapı grubu oluştu­ hem de tarikat içi eğitiminin verildiği mekanlar­

rur. Bu çekirdeğin etrafında, özellikle türbeyi dır. Bu mekanları matbah-ı şerif, somathane,

bir kuşak gibi saran mezarlık alanı Hamfışan şerbethane, gusülhane, çamaşırhane, kütüpha­
ve ibadet amaçlı meydan-ı şerif ile mescid yer ne, muvakkithane, kiler, hela ve hamamdan
alırlar. Şeyh ailesinin ikamet ettiği harem ve oluşan diğer bir yapı grubu bütünler. Çeşme,
selamlık daireleri ile geçici konaklamaya mah­ şadırvan, sebil, sarnıç ve kameriye gibi mimari
sus mihmanhane, Mevlevi dergahlarının barın­ unsunlar da mevlevihanelerin bünyesinde yer
ma amaçlı yapıları olup yine bu gruba dahil almışlardır. s

ISTANBUL'UN MİSTİK TARİHİNDE MEVLEVİHANELER 301


1 . Galata Mevlevlhiinesi bize, Galata Mevlevlhanesi'nin kuruluş yılla­
rındaki Mevlevi zümreleri hakkında önemli

Tarihi kaynaklarda Kulekapı Mevlevlha­ ipuçları vermektedir. özellikle Sakıb Dede"nin

nesi şeklinde geçen ve halk arasında Galib De­ Sefine-i Nefise-i Mevlev[ydn ve Şahidl'nin Gül­
de Dergahı olarak da bilinen Galata Mevlevlha­ şen-i Esrdr ında Sema'! Dede'ye ilişkin mevcut
'

nesi, !stanbul'daki ilk büyük Mevlevi kurulu­ bilgiler, onun tam anlamıyla Hurufi-Kalenderi

şudur. ll. Bayezid dönemi vezirlerinden !sken­ meşrepte bir Mevlevi dervişi olduğunu kanıtla­

der Paşa'nın9 Galata sırtlarındaki av çiftliğinde yıcı niteliktedir. Tıpkı Mevlana Asitanesi post­

1 4 9 1 'de inşa edilmiştir. 1 0 !skender Paşa adına nişini Ulu Arif Çelebi gibi şarap ve esrar içmek­

düzenlenen vakfiyede Edirne·ye bağlı Vize ka­ te, Anadolu'daki heterodoks hareketlerle yakın

zası köylerinden Karaburçek"deki mezraa gelir­ ilişkisi bulunmaktadır. Nitekim onun !stanbul'a

lerini n dergaha tahsis edildiği kayıtlı bulu­ geliş nedeni de, temas halinde olduğu Kalende­

nup, ı ı daha sonraki yüzyıllarda da bu gelirle­ rller'in il. Bayezid'e suikast düzenlemeleri üze­

rin Galata Mevlevlhanesi'nin başlıca maddi rine açılan soruşturmanın bir sonucudur. 1 4 işte

kaynaklanndan olduğu anlaşılmaktadır. 1 2 bu sorgulama amacıyla !stanbul'a getirilen Se­

Dergahın ilk postnişini, Sultan-ı Divani Se­ ma·ı Dede'nin !skender Paşa'ya intisap yoluyla

ma'! Mehmed Dede (9361 1 529) 'dir. 1 3 Mevla­ üzerindeki kuşkuları dağıttığı ve karizmatik ki­

na soyuna mensup Sema'i Dede, Galata Mevle­ şiliğini kullanarak Galata Mevlevlhanesi'nin

Vıhanesi'ni kendi adına !skender Paşa'ya yap­ temellerini attırdığı anlaşılmaktadır. Postnişinli­

tırtan şeyh olarak bilinir. Son derece ilginç bir ği çok kısa sürmüş ve yerine halifesi Safa'! De­

kişiliğe sahip bulunan bu şeyhin mistik portresi de (9401 1 533) geçmiştir. 1 5 Tarikatın Galata
Mevlevlhanesi'nde odaklanan asıl örgütlenme
faaliyetleri bu şeyhin zamanına rastlar. Daha
sonra meşihat makamında Mesnevlhan Mah­
mud Dede (955/ 1 548) 'yi görüyoruz. Aşçıbaşı
Veli Dede ile birlikte yürüttüğü Mevleviliği yay­
gınlaştırma çabaları, il. Bayezid'in siyasi deste­
ğiyle istanbul'a sokulan Halveti tarikatının şe­
hirdeki yoğun gelişimi karşısında fazla etkili
olamamış ve Galata Mevlevihanesi bu dönem­
de geçici bir süre Halvetiyye 'nin denetimine
girmiştir. 1 6 Dergahı yeniden Mevleviliğe bağla­
yan şeyh ise, Sırrı Abdi Dede ( 1 04 1 / 1 63 1 ) 'dir.

/sranbul'da kurulan ilk Mevlevi rekkesı; Galara Mevlevihdnesi idi. Fakat bir süre sonra Mevlana Asiranesi postni­
Başlangıçca Kalenderi meşrep Mevlevilik anlayışının egemen olduğu şini Bostan Çelebi tarafından meşihati kaldırıl­
bu merkezde, 11. yüzyıl baş/anndan itıbaren lsmail Rusıihi Dede'nin
erkis{yle kendi kişiliğini bulan zengin bir casavvefkülrüıiinün remel­
mış ve yerine Şarih-i Mesnevi İsmail Rusühi
/eri acılınıştı. Dede ( ı 04 ı / l 63 1 ) tayin edilmiştir. 1 7 Bu meşi­
hat değişikliği nedeniyle dergahtan ayrılmak

302 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


Semazenlerin canlandırdığı Mevlevi kozmolq;isine adeta insanlığın ruhunu katan mutnb heyetİJ'di. Kalbi esir alan musıki vecdin
yolunu açryor ve sdlik kendi nıh ekseni etrqfinda dönerek kainatın sınma vaklfo!ıryordu.

zorunda k�lan Abdi Dede'nin Kasımpaşa Mev­ aliyete geçmeleriyle birlikte, tarikatın istan­
levihanesi'ni kurması, İstanbul Mevleviliği tari­ bul'daki tekmerkezli yönetim şekli sona ermiş,
hinin başlıca dönüm noktalarından birisini bu yeni dergahlardan yetişen dervişler güçlü
oluşturur. Bu tarihsel dönüşümün Galata Mev­ şeyh aileleri oluşturarak çokmerkezli bir örgüt­
levihanesi üzerindeki en önemli etkisi, İsmail lenme modeline doğru ilk adımı atmışlardır.
Dede'nin dergahda odaklanan banni eğilimleri Galata Mevlevihanesi'nin bu ilk dönemine
tasfiye ederek, tarikatın Osmanlı üst tabakasın­ ait yapılan hakkında kapsamlı bilgilerden yok­
da hızla kökleşmesine zemin hazırlamasıdır. sunuz. Evliya Çelebi, dergahda yüz adet derviş
Buna karşın İbn ·Arabi etkisiyle kaleme aldığı hücresi bulunduğunu yazmakta ise de bu bilgi­
Mesnevi şerhinden dolayı da zahir ulemasının yi, mevlevihanenin daha başlangıçta geniş öl­
şimşeklerini üzerine çekmiştir. ı s ikinci etki ise çekli bir mimari programa dayanılarak inşa
daha çok Mevleviliğin örgütlenme yapısını ilgi­ edildiği şeklinde yorumlamak mümkündür. 1 g
lendirmektedir. Söz konusu dönemde Yenikapı, Dergahtan bu döneme ait günümüze kalabilen
Beşiktaş ve Kasımpaşa Mevlevihanelerinin fa- tek eser, aslen bir Ermeni mühendisi olan ve

İSTANBUL'UN MİSTİK TARİHİNDE MEVLEVİHANELER 303


1 656 Çınar Vakası' nda idam edilen matbah ( 1 1 4211 729) ve torunu Abdülbaki Sırri Dede
emini Hasan Ağa'nın,20 mevlevihane avlusun­ ( 1 1 64/1 750) ile dergaha altın çağını yaşatmış­
da yaptırdığı 1 649 tarihli çeşmedir.2 ı inşa kita­ tır. 1 8. yüzyılda Galata Mevlevihanesi tarihine
besi N isari Ali Efendi'ye ait bulunan bu çeş­ damgasını vuran ikinci büyük şeyh ailesi, Ka­
m e , 2 2 daha s o n ra Abdülmecid tarafından sımpaşa ve Yenikapı Mevlevihaneleri postni­
1 85 1 'de tamir ettirilmiştir. şinliğini yapan Safi Musa Dede'ye mensuptur.
1 7. yüzyılda tarikat içi gruplaşmalardan Musa Dede doğrudan dergah yönetiminde bu­
kaynaklanan iktidar mücadelelerinin mevlevi­ lunmamış, fakat oğulları Mehmed Şemseddin
hane meşihatine de yansıdığı görülmektedir. Dede ( 1 1 74/ 1 760) ve !sa Dede ( 1 1 85/ 1 7 7 1 )
Bunun en tipik örneği Derviş Çelebi olayıdır. ile damadı Selim Dede ( 1 1 9 1 ı 1 777) v e torunu
Rusilhi Dede'nin vefatıyla meşihat makamına Mehmed Sadık Dede ( 1 1 92 / 1 778) , mevleviha­
önce Adem Dede ( 1 063/ 1 652) , sonra da ünlü ne meşihatinde bu aileyi temsil etmişlerdir.
divan şairi Arzi Mehmed Dede ( 1 075/ 1 664) Dergahın tarihindeki e n önemli onarım faali­
atanmış ve ondan sonra da boşalan dergah yetlerinden birisi de bu ailenin meşihat döne­
meşihati, Mevlevi-zade Derviş Çelebi tarafın­ mine rastlar. İsa Dede'nin postnişinliği sırasın­
dan doldurulmuştur. Derviş Çelebi 'nin kimliği da 1 765'de çıkan Tophane yangını25 sonucu
hakkında yeterli bilgimiz yoktur. Fakat onun, mevlevihane tamamen yanmış ve l 766'da bi­
taraftarlarınca Konya'da çelebilik makamına na emini tayin edilen Çavuşbaşı Osman Ağa
getirilmek istendiği, ama bu gerçekleşemeyince tarafından yeniden inşa ettirilmiştir.26
kısa bir süre Galata Mevlevihanesi postnişliğin­ Kasımpaşa Mevlevihanesi'nden gelen ve
de bulunduktan sonra meşihatinin kaldırıldığı ancak bir yıl postnişinlik yapabilen Mehmed
bilinmektedir.23 Yerine geçen Pendari Naci Ah­ Sadık Dede'nin 1 778'de vefat etmesiyle Galata
med Dede ( 1 1 2311 7 1 1 ) ise, önce Beşiktaş ve Mevlevihanesi, idari açıdan oldukça zor bir dö­
ardından Galata Mevlevihanesi şeyhliği yap­ neme girer. 1 790'da Şeyh Galib'in postnişinli­
mış, meşihatinin kaldırılmasıyla Yenikapı Mev­ ğine kadar süren bu sarsıntılı zaman diliminde
levihanesi postnişliğine atanmıştır. Naci Ah­ Çelebi Abdülkadir Dede'nin meşihati 1 780'de
med Dede ile başlayan İstanbul mevlevihanele­ kaldırılmış ve yerine geçen Mevlana Asitanesi
ri arasındaki dönüşümlü meşihat modeli , Aşçıbaşısı Hüseyin Dede ( 1 1 9 7/ 1 782 ) , ancak
1 6 76'da Çelebi Abdülhalim Efendi tarafından iki yıl şeyhlik yapabilmiştir. Kendisini izleyen
dergah postnişliğine Mesnevihan Gavsi Ahmed Bakkal-zade Ali Dede ' ni n birinci meşihati
Dede ( 1 1 09 / 1 697) 'nin getirilmesiyle,24 kan 1 786 'da, ikinci m e ş i hati de Halil N u m a n
bağına dayalı hilafet kurumunun denetimine Bey'in 1 790'da dergah postnişinliğinden ayrı­
girer. Gavsi Ahmed Dede, ünlü Bayramı halife­ lıp Üsküdar Mevlevihanesi'ni kurmasıyla aynı
si Ahmed Bican Efendi'nin soyundan olup 1 8 . yıl birlikte kaldırılmış, yerine atanan Şemsi De­
yüzyıl ortalarına kadar Galata Mevlevihiine­ de ( 1 2 05/l 790) ise, daha posta oturamadan
si 'ni yöneten şeyh ailesinin de kurucusudur. vefat etmiştir.
Bu aile, Gavs! Ahmed Dede'nin damadı Miraci­ 1. Abdülhamid dönemi sonlarına doğru, gi­
yeci ve n e y z e n Kutb-ı Nayi O s m a n D e d e derek eski önemini kaybeden Galata Mevlevi-

304 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


Galata Mevlevihanesi dervişleri bugün mevcut olmayan harem kısmının önünde. Şeyh Galib 'ıiı postnişinlik yapıığı bu önemli
Mevlevi dergahı, !stanbu/'a kimliğini veren belli başlı kültür merkezlerinden birisi idi. Yetiştirdıği şahsiyetleı; sokaktaki
satıcıdan konaktaki kalem efendisine kadar zengin ve renkli insan malzemesini ay111 kültür teknesinde yoğurabilecek misrik
cazıöeyiyaratmışlardı.

hanesi,27 Osmanlı modernleşmesinin köklü re­ kapatıldığı 1 925 tarihine kadar kesintisiz sür­
formlarla toplumsal yapıyı şekillendirmeye müştür.
başladığı ııı. Selim zamanında, bu değişimi ya­ Galata Mevlevihanesi ' nin bu dönemdeki
kından destekleyen yenilikçilerin başlıca mer­ ilk postnişini, Şeyh Gillib olarak tanıdığımız
kezi durumuna gelmiştir. Kendisi de Mevlevi Mehmed Es'ad Dede ( 1 2 1 3/ 1 799) 'dir. Köklü
olan ııı. Selim'in askeri ve idari alanda başlattı­ bir Mevlevi ailesine mensup bulunan Şeyh Ga­
ğı reformlara karşı, özellikle Bektaşilerden kay­ lib, babası Mustafa Reşid Efendi aracılığıyla
naklanan muhalefeti bir ölçüde dengelemek Melamiliğe de bağlanmış ve böylece İstanbul
amacıyla Mevleviliği güçlendirme yolunu seçti­ Mevlevi kültürü içinde Şems kolu olarak bili­
ği görülmektedir. Nitekim bu açık destek saye­ nen coşkun tasavvuf anlayışının yeniden do­
sinde Galata Mevlevihanesi, adeta bir rönesans ğuşunu hazırlamıştır. Bu anlayış, Beşiktaş
dönemi yaşamaya başlamış ve dergahın top­ Mevlevihanesi şeyhi Nazif Dede ve oğlu Baha­
lumsal kültürümüz üzerindeki yenilikçi etkisi, riye Mevlevihanesi şeyhi Fah reddin Dede'niıı

İSTANBUL'UN MİSTiK TARİHİNDE MEVLEVİHANELER 305


Kültür hayatımıza Hiisn ii Aşk'ı armağan eden Şeyh Galib 'ılı Galata Mevlevihanesi'ndeki türbesi. Kısacık ömründe sıradışı bir
insan portresi çzen
i Şeyh Galib, Melami meşrep bir çevredeyetişmiştı: Hayat ıle esen· arasına çektiği o görünmezperde hep bu
kültünin zarf!desenler(yle süslenmişcı·.

kişiliğinde İstanbul Mevleviliği'nin son zaman­ de kullanılması da dergah müntesiplerinin mo­


larına kadar başarıyla temsil edilmiştir. Şeyh dernleşme içindeki konumlarını belirlemesi açı­
Galib'in asıl yetiştiği dergah, Yenikapı Mevlevi­ sından dikkat çekicidir.
hanesi ' dir. Burada Ali Nutki Dede'ye intisap Şeyh Galib zamanında dergah esaslı şekil­
ederek çilesini tamamlamış ve ili. Selim'e ya­ de tamir görmüştür. Semahane yeniden inşa
kınlığı nedeniyle Ebubekir Çelebi tarafından 1 1 edilmiş, derviş hücreleri ve ahşap türbeler res­
Haziran 1 79 1 'de Galata Mevlevihanesi postni­ tore edilmiştir. Bu tamire ilişkin 1 79 1 tarihli
şinliğine atanmıştır. Kısa zamanda dergah, ara­ Şeyh Gi'ılib'in yazdığı kitabe, mevlevihane giri­
larında Aşçıbaşı HulCısl Dede ve tanınmış tezki­ şindeki ili. Selim dönemine ait barok üsluplu
reci Esrar Dede gibi Melami meşrep Mevlevi taç kapının iç tarafındadır.
seçkinlerinin de bulunduğu istanbul'un belli­ 1 7 9 9 ' da henüz 4 2 yaşındayken vefat
başlı kültür merkezlerinden birisi durumuna eden Şeyh Galib, dergahtaki İsmail RusCıhi De­
gelir. Batılılaşma hareketlerine açık bir kültürel de Türbesi' nde medfundur. Yerine önce Meh­
yapılanmayı barındıran Galata Mevlevihane­ med RCıhi Dede ( 1 22 5/ 1 8 1 0) , onun vefatıyla
si'nde ilk defa bu dönemde mutrıb heyetine pi­ da Mahmud Dede ( 1 2 3 4/ 1 8 1 8 ) geçmiştir.
yanonun dahil edilmesi ve tasavvuf musıkisin- Mehmed RCıhi Dede'nin postnişinliği, ili. Se-

306 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


lim'in Kabakçı Mustafa isyanı sonucu katledil­
diği oldukça karmaşık bir siyasi döneme rast­
lar. Mahmud Dede ise 1 8 1 7'ye kadar dergah
meşihatini yürütür, bu tarihten sonra kayınpe­
deri Yusuf Zühdi Dede'nin vefatıyla boşalan
Beşiktaş Mevlevihanesi postnişinliğine atanır.
Dergahın son dönem tarihine damgasını
vuran şeyh, 1 9 . yüzyılın yetiştirdiği başlıca
Mevlevi s i m a l a rı ndan Kudretullah D e d e
( 1 2 8 8/ 1 8 7 1 ) ' dir. 2 8 Ebubekir Dede ailesine
mensup bulunması nedeniyle Galata Mevlev!­
hanesi'nin bu son dönemde idari açıdan Yeni­
kapı Mevlevihanesi'ne bağlandığını söyleyebi­
liriz. Bu aile hem Mevlev1lik, hem de Osmanlı
siyasi tarihinde çok önemli rol oynamış, bürok­
rasinin kilit noktalarındaki devlet adamlarını
tarikat şemsiyesi altına alarak yönetim üzerin­
deki nüfuzunu arttırmıştır. Galata Mevleviha­
nesi tarihini yakından ilgilendiren devlet ket­
hüdası Halet Efendi'nin faaliyetleri bu çerçeve­
de değer kazanmaktadır. Ali Nutki Dede mün­
tesiplerinden olan Halet Efendi,29 ıı. Mahmud
üzerindeki nüfuzunu kullanarak Kudretullah
Dede ' n i n Galata Mevlevihanesi meşihatine
Devlet kethüdası Halet ijendi'11i11 desteği11i alarak posta geçe11 Kud­
atanmasını"Sağlamıştır.30 Bir yandan Bektaşi­ retullah Dede, tam a11lamıyla modernleşme ya11lısı bir ra11zimar
Mevlevisi idı:
leri il. Mahmud reformlarına karşı el altından
kışkırtan, diğer yandan da Mevlevileri devlet
yanlısı bir siyasi güç olarak kollayan bu Mak- retullalı Dede zamanında Halet Efendi inşa et-
yavelist politikacı, Mora isyanları neticesinde tirmiştir. Bu yapılardan dergahın Galib Dede
gözden düşmüş,3 ı sığındığı Mevlana Asitane- Caddesi 'ne bakan cephesindeki türbe, kütüp-
s i ' nde il. Mahmud'un emriyle idam edilerek hane ve sebil 1 8 1 9 tarihlidir. Mevlevihane giri-
gövdesi bu dergahın avlusuna, başı ise Galata şinin solundaki kahvehaneyi satın alarak yeri-
Mevlev!hanesi'nde önceden yaptırdığı kendi ne rokoko Cı slupta bir türbe yaptıran Halet
türbesine gömülmüştür.32 Mezartaşı kitabesi, Efendi, aynı girişin sağ tarafı na da iki katlı ka-
yakın arkadaşlarından ünlü Mevlevi şairi Keçe- gir bir kütüphane inşa ettirmiştir. Alt katı nıu-
ci-zade izzet Molla'ya aittir. vakkithaııe olarak kullanılan bu yapının cad-
Galata Mevlevihanesi'nin bugün mevcut deye bakan yüzünde bir de sebil vardır.33 üsr
bulunan yapılarından önemli bir kısmını, Kud- kat ise iki odadan meydana gelen, arka cephe-

ISTANBUL'UN MİSTİK TARiHiNDE MEVLEvlHANELER 307


si taraçalı bir kütüphanedir.34 Halet Efendi, hane bir yangın daha geçirmiş ve başta matbah
kendi kurduğu bu kütüphaneye 1 82 0'de önce ile mescid olmak üzere 9 adet derviş hücresi
266, daha sonra da 54 7 cilt kitap vakfetmiş ve yanmıştır. Kudretullah Dede'nin sadaret maka­
düzenlettiği vakfiyesinde birinci hafız-ı kütü­ mına yazdığı 1 828 tarihli arzuhillde, yangının
bün bekar olmasını, ikincisinin de dergahın du­ üzerinden dört yıl geçmesine rağmen, dervişlerin
acı dedesine verilmesini şart koşmuştur. 35 hillen padişah tarafından verilen çadırlarda ba­
Cumhuriyet döneminde tekkelerin kapatılma­ nndıklan belirtilmekte ve bu çadırlann doğal ne­
sıyla birlikte mevlevihaneye ait bu kitaplar Sü­ denlerle yıprandıklan için gereğinin yapılması is­
leymaniye Kütüphanesi'ne devredilmiş ve yapı tenmektedir. 2 Cemaziyelevvel 1 244 tarihli sa­
uzun bir süre polis karakolu olarak kullanılmış­ daret cevabında ise bu isteğin padişah tarafın­
tır. Hillet Efendi'nin 1 8 1 9'da yaptırdığı bir di­ dan yeni çadırlar verilmek suretiyle karşılanaca­
ğer bina, lsmail Rusühi Dede Türbesi'dir. Rusü­ ğı kaydı vardır. 36 Mevlevilerin bu çadır hayatına
hi Dede'den başka Şeyh Galib, !sa Dede ve daha ne kadar katlandıklannı bilemiyoruz. An­
Mehmed Rühi Dede burada medfundurlar. cak ıı. Mahmud'un 1 835'de dergahı tamir ettir­
ıı. Mahmud dönemindeki bu yoğun inşa fa­ mesine kadar bu zor koşullarda faaliyet göster­
aliyetlerinin hemen ardından 1 824'de Mevlevi- dikleri anlaşılmaktadır. Bu tarihte diğer müşte-

Mehmed Acaul/ah Dede ve derviş/en: Acaullah Dede, 19. yüzyı/111 bilimsel mecoc anlayışına salııp birşeyhti. Mevlevi miscisizmini
bu anlayış çerçevesinde cemsil ecmesı; Galata Mevleviluinesi'11i de pekçokyabancı araştırmacmın uğrakyen'yapan bir kültür
merkezi lıalılıe getimıişti.

308 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


milat ile semahane de yeniden inşa edilmiş olup mesi'nin ayna taşı üstündedir.
tamire ilişkin Lebib'in Yesarizfıde Mustafa izzet Kudretullah Dede'nin vefatıyla yerine oğlu
hattıyla yazılmış 1 835 tarihli ve il. Mahmud Mehmed Ataullah Dede ( 1 32 8/ 1 9 1 0) geçmiş­
tuğralı ta'ilk kitabesi. bugün dergahın Galib De­ tir. Ebubekir Dede ailesinin Galata Mevlev!ha­
de Caddesi'ne bakan ana giriş kapısının üstün­ nesi'ndeki son temsilcisi olup yetişme tarzı iti­
dedir. Kitabenin tarih kıt'ası şöyledir: bariyle döneminin Avrupa kültürüne açık bir
kişiliğe sahiptir. Doğu ve Batı dillerini mükem­
"Bir hisabda düşdi ma'na lefz ile mel derecede bilmesi, aynca felsefe ve sosyolo­
beyt-i tarihin Lebib itdi beyan ji eğitimi alması nedeniyle başta Türk musikisi
yaptı bu dergah-ı zibdyı cedid olmak üzere kültür hayatımızın pek çok proble­
bin ikiyüz ellide Mahmud Han. " mine teorik katkılarda bulunmuştur. Zamanın­
da Galata Mevlev!hanesi'nin tam anlamıyla bir
Yarım yüzyıldan fazla meşihat makamın­ kültür merkezine dönüştüğü. yerli ve yabancı
da bulunan Kudretullah Dede zamanında. il. kalabalık bir aydın zümresinin ilgi odağı haline
Mahmud'un Yeniçeri-Bektaş! zümresine karşı geldiği bilinmektedir. Böyle bir ilgiye cevap ve­
yürüttüğü Mevlevlleri destekleme politikası. rebilmek amacıyla dergah bünyesinde işbölü­
Abdülmecid tarafından da sürdürülmüş ve bu­ müne dayalı bir kadrolaşmanın olması ise kaçı­
nun sonucunda Galata Mevlev!hanesi, tarihin­ nılmazdı. Nitekim 1 885 tarihli nüfus sayımına
deki en yoğun imar faaliyetine sahne olmuştur. göre dergahda sürekli ikamet eden ve tarikat
il. Mahmud'un kızı. Nakşbendiyye müntesiple­ faaliyetlerini yürüten 36 kişilik bir kadronun
rinden Adile Sultan. babasının yolunu izleye­ mevcudiyeti. Galata Mevlevlhanesi'ndeki canlı
rek 1 84 7'de dergaha büyük bir sarnıç ve şadır­ yaşamı yeterince kanıtlamaktadır. 39
van yaptırmıştır. Halen mevcut bulunan bu Ataullah Dede döneminde dergah. önemli
sarnıç avlunun sağında olup üzerinde sekiz sü­ bir tamir daha görmüştür. il. Meşrutiyet'in ila­
tunlu ve kc1nik çatılı şadırvan yer almaktadır. nından kısa bir süre önce Evkaf-ı Humayün
Mevlev!hanenin günümüzdeki mimari şeklini Nezareti'nin takriri üzerine çıkan 9 Muharrem
almasına neden olan tamir ise. Kudretullah De­ 1 32 6 tarihli irade gereğince dergah, 2 1 . 1 50
de'nin girişimiyle Abdülmecid tarafından yaptı­ kuruşluk keşif masrafının lskender Paşa vak­
rılmıştır. Beyoğlu'nda çıkan bir yangında hasa­ fından karşılanması kaydıyla tamir ettirilmiş­
ra uğrayan semahane, Adile Sultan şadırvanı tir.40
ve Hasan Ağa Çeşmesi'nin tamiri, 7 Rebiülev­ Mevlev!hane'nin son postnişini. Ahmed
vel 1 2 73 tarihli irade gereğince 429.000 kuruş Celfıleddln Dede ( 1 946) 'dir. 41 Gelibolu Mevlc­
bedelle Menas Kalfa 'ya ihale edilmiş,37 önce vlhanesi şeyhi Hüseyin Azmi Dede ' nin oğlu
semahanenin yeniden inşasına başlanarak olan Celaleddin Dede. 1 8 73'de Mısır Mevlevl­
1 858'den itibaren de diğer yapıların tamirine hanesi'nde çileye girmiş ve burada Mehmed
geçilmiştir.38 1 860'da tamamlanan bu tamira­ Subhi Bey'den ney dersleri alarak tasavvuf mu­
ta ait Abdülmecid tuğralı kitabelerden birisi se­ sıklsinin sayılı neyzenlerinden birisi olmuş­
mahane kapısında. diğeri ise Hasan Ağa Çeş- tur.42 Daha sonra istanbul'a gelmiş ve 1 908'dc

İSTANBUL'UN M İSTİK TARİHİNDE MEVLEvlHANELER 309


diği kutsallık nedeniyle sekizgen planlı bir mi­
mari şemaya sahiptir. iki katlı ahşap binayı bu
açıdan tarikatın mistik ritüeline uygun tipik bir
örnek olarak gösterebiliriz. 4 7 Buna karşın mev­
levihanelerin önemli bir özelliği olan türbe ile
semahane arasındaki yapısal bütünlük ilkesine
dolaylı biçimde uyulmuş ve bu mekan organi­
zasyonu bina girişinin iki yanında eskiden mev­
cut bulunup da 1 9 4 1 'de yıktınlan ahşap türbe­
ler aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. 48 Bugün bu
türbelerin yerinde şeyhlere ait sonradan yaptırı­
lan mezartaşlan vardır. Semahaneyi bütünleyen
asıl yapı, selamlık dairesidir. Burada Mevlana
Asitanesi postnişinine ait bir oda ve hünkar
mahfil i bulunur. Mutnb heyetine ayrılan kısım
ise, Yenikapı Mevlevihanesi'ndeki gibi, sema­
harıe girişinin tam üstündedir. Derviş hücreleri
ve Adile Sultan şadırvanı arkasındaki harem da­
iresi günümüze gelememiş, dergahın Şahkulu
Sokağı'na bakan bahçe yönündeki haziresi49
üzerine belediyece 1 94 5 - 1 94 7 yıllarında Be­
Galaca Mevlevtluinesi'nin son postnişini Ahmed Celaleddin Dede, yoğlu Evlendirme Dairesi yapılırken, pek çok
Mevlevi musıkisi konusundaki çalışmalanyla camnmışcı. Zengin bir
kıymetli mezartaşı tahrip edilmek süretiyle
naca koleksiyonuna da sahip bulunan Celaleddin Dede, Osmanlı kül­
cürünü Cumhuriyec'e bağlayan en önemli halkalardan birisi idi. mevlevihanenin tarihini aydınlatabilecek somut
belgeler ortadan kaldırılmıştır. Ayrıca mevlevi­

vekaleten, 1 909'da asaleten Üsküdar Mevlevi­ hane ile ilgisi bulunmayan kişilere ait mezarları

hanesi postnişliğine atanmıştır. 43 Bir yıl sonra buraya rastgele taşınarak, Osmanlı dönemi der­

1 9 1 O' da ise, Ataullah Dede' nin yerine dergahı gah hazirelerinde görülen tarikat bağına dayalı

vekaleten yöneten Veled Çelebi'nin Mevlana sosyo-kültürel bütünlük ilkesi bozulmuştur. Ni­

Asitanesi'ne postnişin olmasıyla, Galata Mevle­ tekim, hazire yeniden düzenlenirken, lbrahim

vihanesi meşihatine getirilmiştir. Tekkelerin ka­ Müteferrika'ya ait mezartaşının 1 842 'de Ayna­

patıldığı 30 Kasım 1 925 tarihine kadar dergah lıkavak'dan buraya getirilmesi, dergah hazlrele­

meşihatinde kalan Celaleddin Dede ' nin kabri, rinin sosyal topografyaları ve yapısal bütünlük­

Karacaahmet Miskinler Tekkesi civarındadır. 44 leri incelenmeden yapılan iyi niyetli bir girişim

İstanbul Mevlevi dergahtan içinde Yenikapı örneği olarak söz konusu ilkeyi ortadan kaldır­

Mevlevihanesi gibi haftada iki defa, salı45 ve mış ve gelecekte yanıltıcı bir tarih yazımıza ze­

cuma46 günleri mukabele yapılan Galata Mev­ min hazırlamıştır. Dergah günümüzde Divan

levihanesi semahanesi, tarikatın 8 sayısına ver- Edebiyatı Müzesi olarak faaliyet göstermektedir.

31 0 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


2. Yenikapı Mevlevihanesi

Galata Mevlevihanesi'nden sonra kurulan


ikinci mevlevihanedir. Tarikatın lstanbul'daki
en büyük merkezi sayılan bu dergah, tam te­
şekküllü bir külliye niteliğine sahip bulunup,
Mevlevilerce "asirane" olarak kabul edilir. Ye­
nikapı Mevlevihanesi, tarikatın mistik yapısına
uygun bir şekilde, diğer Mevlevi dergahlan gibi
şehrin kara surları dışında kurulmuştur. Mar­
mara'dan Haliç'e kadar uzanan bu bölge yo­
ğun iskan sahalarına uzaklığı nedeniyle, tarih
boyunca lstanbul'daki derviş zümrelerinin rağ­
bet ettikleri elverişli bir yerleşim alanı olma
özelliğini taşımış ve şehir hayatını adeta bir ku­
şak gibi saran tarikat faaliyetlerinin odaklandı­
ğı bir merkez şeklinde gelişmiştir.
Devlet ricali tarafından Mevlevi dergahı
kurma geleneğinin, 1 6 . yüzyıl sonlarında Yeni­
kapı Mevlevihanesi ile sürdüğünü görüyoruz.
Dergah, 1 598 'de Yeniçeri Başhalifesi Malkoç
Mehmed Efendi' nin, bugün Mevlanakapı ola­
rak bilinen sur kapısı dışında ve Merkez Efendi Mevlevihanelerde eğitim, meşk metoduna dayanırdı. Bu geleneksel
Tekkesi civarındaki geniş arazisi üzerine inşa metodla yetiştin'/en derviş, Mevleviliğe ilk adımını sema çıkartarak
atardı. Daha sonraki adımları ise bir hayat boyu sürecek olan ıez­
edilmiştir. 'o Aralarında Sadrazam Mehmed Pa­ k(ye-i nef!; mücadelesineyalnızca mütevazi bir hazırlıktan ibarerrı:
şa ile Yeniçeri Ağası Tırnakçı Hasan Ağa ve di­
ğer tarikat şeyhlerinin de bulunduğu kalabalık lik, ocak içinden yetişmeyen ve sadrazam tara­

bir törenle açılışı yapılan Yenikapı Mevlevihiı­ fından Yeniçeriler ' i n kontrolünü sağlamak
nesi 'nins ı kurucusu Malkoç Mehmed Efendi amacıyla tayin edilen ve tamamen saraya bağ­

ailesi hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Ba­ lı kişilere verilen bir görevdir. Bu açıdan Mal­

bası, III. Mehmed dönemi devlet adamlarından koç Mehmed Efendi'nin Bektaşiliği bir yakıştır­
tskender Ağa'dır. Mehmed Efendi' nin taşıdığı madan öte anlam taşımaz. Nitekim intisabı Ke­
Malkoç lakabından ötürü ailesinin İstanbullu mal Ahmed Dede aracılığıyla Mevlevi tarikatı­

olmadığı ileri sürülmüştür. 52 Daha sonra ise na olup Hacca giderken uğradığı Konya Mevla­

Yeniçeri ocağı Başhalifelik görevini yürüttüğü na Asitanes i ' nde, lstanbul 'a döndüğü zaman

için kendisine yakıştırılan Kocabektaş lakabı bir Mevlevihane kurma arzusunu dile getirmesi

yüzünden Bektaşllik'le ilgisini kurmaya çalışan ve bunun sonucunda da Yenikapı Mevlevilıa­


yanlış bir izlenim doğmuştur. Oysa Başhalife- nesi 'ni inşa ettirmesi, onun bağlı bulunduğu

ISTANBUL'UN MİSTİK TARiHiNDE MEVLEVİHANELER 31 1


Yenikapı Mevlevihdnesi'nin hünkdrginŞi ve bugün mevcut olmayan semahdne-türbeyapı grubu. lstanbul'un en büyük Mevlevi
külliyesi sayılan bu merkezde, Türk kültür tarihine damgas1111 vurmuş Buhurizade Mustefa Itri !ifendı; Şeyh Galib ve
Hamamizlide lsmail Dede lifendigibi sanatçılaryetişmiştı:

inanç çevresi hakkında yeterli ipuçlarını ver­ ğ i arslan figüründen övgüyle bahseder. Sakıb
mektedir. Dede ise, bu ressamın Edirne Mevlevihanesi
Kuruluşuna, "Bab-ı rıza" terkibiyle tarih dervişlerinden olduğunu belirterek, bizi kısmen
düşürülen Yenikapı Mevlevlhanesi ' n i n 1 6 . aydınlatmaktadır. 54
yüzyıla ait ilk yapıları , semahane, mescid ve Burada dergahın kuruluş dönemine ait ya­
1 8 adet derviş hücresidir. 1 7. yüzyıl başlarında pılarına değinirken, önemli bir noktayı açıkla­
inşa ettirilen meydan odası ve matbah ile de mak gerekir. Bütün tarikatlarda olduğu gibi
dergahın çekirdek yapı grubu şekillenmeye Mevlevilik'te de vahdet-i vücCid düşüncesini
başlamıştır. Bu yapılardan hiçbirisi günümüze meydana getiren mistik kozmogoninin dayan­
gelemediği için, üzerlerinde fıkir yürütebilecek dığı bir kutsal sayılar sistemi vardır. Bu siste­
durumda değiliz. Ancak Evliya Çelebi'nin ver­ min gündelik hayattaki pratik uygulaması, en
diği bilgiler çerçevesinde Mevlevlhane'nin bağ­ somut şekilde tarikatın mimari anlayışında gö­
lık arazide semahane, imaret ve yetmiş kadar rülür. Örneğin Mevlevilerce 9 ve bunun katları
derviş hücresinden meydana gelen bir asitane kutsal kabul edildiğinden, " Nezr-i Mevlana"ya
olarak inşa edildiğini öğreniyoruz.53 Ayrıca tekabül eden ı 8 sayısı, aynı zamanda Mevlevi­
Evliya Çelebi, dergahın duvarlarına Asarı adlı haneler' deki hücre adedini de belirlemiştir.55
bir ressamın ceıı hatla yazdığı ayet ve nakşetti- Nitekim Yenikapı Mevlevihanesi'nde inşa edi-

312 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Mesnevihdn, neyzen ve semazen, Mevlevi kültürünü meydana getiren üç teme/figürdü. Şiir, musıkf ve raksı temsil eden bujigür­
lenn birbirlenjle ahenkli bir şekilde kaynaşmasından, ılısanoğlunwı kdınat ölçeğılıde kendisini jfade edebileceği en mükemmel
hayatJelsefesi doğmuştu.

len ilk derviş hücreleri de bu sistem gereğince manzum çeviriyle sağlamıştır. Dört yıl süren
1 8 adettir \re Evliya Çelebi'nin verdiği rakam meşihatinden sonra yerine Doğan! Ahmed De­
hiçbir şekilde gerçeği yansıtmamaktadır. de ( 1 0401 1 630) geçer. Konya'nın sayılı zen­
Dergahın ilk postnişini Kemal Ahmed De­ ginlerinden iken Mevleviliğe intisap edip Mev­
de ( 1 0 1 0/ 1 60 1 ) 'dir.S6 Mevlevi şeyhi Akşehirli lana Asitil.nesi'nde çile çıkartan Doğan! Ahmed
izzedd1n Dede'nin oğlu olup Mevlana Asitil.nesi Dede'nin meşihat dönemi, hem Yenikapı Mev­
postnişini Hüsrev Çelebi'den hilafet almıştır. levihanesi, hem de tarikatın lstanbul'daki tarihi
Kişiliği etrafında yaratılan efsane onu bize, coş­ bakımından son derece önemlidir. Meşihatinin
kun bir sufı ve riyazata aşırı düşkün bir derviş ilk yıllarında dergahın 1 608 tarihli vafıyesi,
olarak tanıtır. Tıpkı Galata Mevlevihanesi şeyhi Rumeli Kazaskeri Es'ad Efendi tarafından Mal­
Sema'! Mehmed Dede gibi karizmatik bir kişili­ koç Mehmed Efendi adına düzenlenmiş ve
ğe sahip bulunduğu, Malkoç Mehmed Efendi mevlevihanenin başlıca gelir kaynakları ara­
üzerindeki nüfuzundan anlaşılmaktadır. Mev­ sındaki vakıf mülkleri kayda geçirilmiştir. Evli­
levi kültürü içindeki yerini ise, Eflaki'nin ünlü ya Çelebi'nin sözünü ettiği dergaha ait yetmiş
eseri Mendkıbü '/-Arjfin'den kısaltarak yaptığı seksen kadar dükkanın. Ycnikapı Mcvleviha-

ISTANBUL'UN MiSTiK TARiHİNDE MEVLEViHANELER 313


Yenikapı Mevlevihdnesı"nin Sultan Reşad tarqfindan /. Ulusal Mimarlık üslubuna göre inşa ettin/en dedegdn hücre/en· bölümü.
Mescid, matbah-ı şerjf, dedegdn hücre/en" ve şeyh dairesini kapsayan bu mimari kompleks, aynı zamanda Harb(ye Nezareti'ne
tahsis edilerek Çanakkale Savaşı'ndayaralanan askerlerin tedavisi için bir süre hastahane olarak da kullanılmışn

nesi 'ne gelir sağlayan başlıca kaynaklar ara­ gündelik hayatında giderek ağırlığını hissetti­
sında bulunduğu açıktır.57 Nitekim 8 Cemazi­ ren derviş zümrelerinin son derece güçlü şeyh­
yelahir 1 1 9 7 tarihli arzuhal suretinde Malkoç ler aracılığıyla hem saraya karşı belli bir nüfuz
Mehmed Efendi vakfına yapılan müdahale ne­ kazandıkları, hem de medrese kökenli ulema
deniyle bu vakıf mülkleri zikredilmektedir. s s ile çatışmaya girdikleri bir zaman kesitidir. Do­
Dergahın tarihini ilgilendiren bir başka olay da, ğan! Ahmed Dede'nin çağdaşı olan şeyhler ara­
ı 622 'de Mevlevihane sınırları içine kagir bir sında Celvetiyye'nin kurucusu Aziz Mahmud
köşk yaptırılmasıdır. Günümüzde mescid ve Hüdai, önde gelen Halveti halifelerinden Ab­
derviş odalarının bulunduğu sahada inşa ettiri­ dülmecid Sivasi ve Ramazan Mahfi. Kadiriliği
len ve şeyhlerin ikametine ayrıldığını tahmin istanbul'a sokan lsmail Rumi ve Melamiliğin
ettiğimiz bu köşkten bugün hiçbir iz yoktur. temsilcileri idris-i Muhtefı ile Hüseyin Lamekii­
Doğan! Ahmed Dede'nin meşihati. iV. Mu­ ni'nin adlarını saymak bile, dönemin lstanbu­
rad'ın saltanat yıllarına rastlaması nedeniyle, lu' ndaki canlı tasavvuf hayatını. dolayısıyla ta­
dönemin çalkantılı siyasi hayatına da tanıklık rikatların birbirleriyle olan muhtemel rekabetle­
etmiştir. Gerçekten de bu dönem. lstanbul ·un rini kavramamıza yeter. işte böyle bir ortamda

314 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Doğam Ahmed Dede'nin faaliyetleri, ıv. Murad
üzerinde büyük bir etki bırakmış ve tarihimizde
Kadı-zadeliler olarak bilinen tasavvuf aleyhtan
medrese mensuplarının siyasi baskılanna rağ­
men saray halkını Yenikapı Mevlevihanesi'ne
bağlamıştır. 59 Fakat bu başarının beraberinde
getirdiği bazı olumsuzluklar da vardır. Kuşku­
suz bunlardan en önemlisi, bürokrasi içinde
sivrilmeye çahşan devlet adamlarının Mevlevi­
liğe sığınarak tarikatın olanaklarını kendi kişi­
sel çıkarları doğrultusunda kullanmalarıdır. Do­
ğanı Ahmed Dede'ye intisap eden60 ve vaktini
Yenikapı Mevlevihanesi' nde geçirdiği için Sufi
lakabıyla anılan Sadrazam Mehmed Paşa bu
tür yönetici tipinin eşsiz bir örneği olup halka
son derece acımasız davranışları yüzünden
hem tarikatın, hem de dergahın itibarını sars­
mıştır. 6 ı
Aslen bir Bektaşi olan Sabüh1 Ahmed Dede
( 1 054/ 1 64 4 ) , dergahın Doğanı Ahmed De­
Yenikapı Mevlevihdnesi'nin derviş hücrelerine açılan ve Orta Asya­
de'den sonraki postnişinidir. Gençlik yıllarında Selçuklu miman· üslubunu yansıtan taç kapısı. Mimarinin böylesine
Eyüblü Kasım Baba'dan Bektaşi icazeti almış ve büyük ölçekli bir tasanm doğrultusunda gerçekleştirilmesı; eşiği
aşanlara kendi maddi varlıklan111n önemsizliğıiıi hatırlatmak içindı:
ardından Konya Mevlana Asitanesi'nde Mevle­
v1liğe intisap ederek çile çıkarmıştır. Şeyh olarak halkasına katılarak ondan Melami neş'esini al­
tayin edildiği ilk dergah, Şam Mevlevihane­ mış ve Yenikapı Mevlevihanesi' nde odaklanan
si'dir. lhtiydrdt başlıklı mesnevisini burada bu mistik eğilimin başlıca temsilcilerinden birisi
yazmıştır. Daha sonra Bostan Çelebi tarafından olmuştur. Cami Ahmed Dede'nin meşihat yılla­
Yenikapı Mevlevihanesi meşihatine getirilen rı, Kadı-zadeli zümresinin tarikat ehli üzerindeki
Sabüh1 Dede, tamamiyle Bektaşi-Melami meş­ baskılarını giderek artırdıkları bir dönemdir.
rep bir Mevlevi şeyhidir. Sakıb Dede onu "ser­ Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa'dan aldığı destekle
bü/end-i tankat-ı ışkİY.Ye-i mev/evi" olarak ta­ "hünkar şeyhliği"ne kadar yükselen Van1 Melı­
nımlarken , bu özelliğinin altını kuvvetle çiz­ med Efendi' nin kışkırtmalarıyla dergahlar basıl­
mektedir. 62 Şiirlerinde Ruhi-i Bağdadi etkisi gö­ makta, dervişler katledilmektedir. Bu baskılar
rülen Sabüh1 Dede, aynı zamanda divan sahibi sonucunda 1 666'da Mevleviler'in sema yap­
Mevlevi şairlerindendir. Yerine kendi yetiştirdiği maları ve diğer tarikatların da musık1 eşliğinde
dervişlerinden Camı Ahmed Dede ( 1 078/ 1 667) ayin icra etmeleri yasaklanır. 63 işte tam bu sıra­
geçmiştir. Babasının ilmiye sınıfından bir hoca da Cami Ahmed Dede'nin Hac ziyareti için ls­
olmasına rağmen, şeyhi Sabüh1 Dede'nin irşad tanbul'dan ayrılması, düşündürücüdür. Ayrıld ı -

ISTANBUL'UN MiSTiK TARiHiNDE MEVLEVİHANELER 315


ğı dergahına bir daha dönememiş ve Medine'de şeklinde düştüğü tarih ünlüdür. 66 Bu yasağın
vefat ederek oraya defnedilmiştir. Yenikapı kalkmasıyla birlikte onun Fatih Camii'nde Mes­
Mevlevihanesi, musıki yasağının şiddetle sür­ nevi okutmaya başlaması, baskı döneminin ta­
düğü bu dönemde Türk musıkisinin büyük ismi mamiyle sona erdiğini kanıtlamaktadır. Vefa­
Buhüri-zade Mustafa Itri Efendi'yi yetiştirir. CTı­ tıyla yerine Yusuf Nesib Dede ( 1 1 2 6/1 7 1 4 )
mi Ahmed Dede'nin dervişlerinden biri olan Itri, geçmiştir. Astronomi ve tıb öğrenimi gören Ne­
dergaha devam ederek mistik musıkiyi öğren­ sib Dede, Mısır Mevlevihanesi şeyhi Siyahi
miş64 ve bütün mevlevihanelerde mukabele Mustafa Dede'nin dervişlerindendir. Sırasıyla
öncesi okunan rast na'tini burada bestelemiştir. Ankara, Şam ve Mısır Mevlevihaneleri'nde
Itri'nin ayrıca bir de segah Mevlevi ayini vardır. postnişinlik görevi üstlenmiş, Sadreddin Çelebi
Cami Ahmed Dede'nin vefatıyla boşalan meşi­ zamanında Konya Mevlana Asiranesi'nde "ta­
hat makamına, Kaari Ahmed Dede rikatçı dede" olarak bulunmuştur. Ardından
( 1 090/ 1 679) atanır. Aile kökeni itibariyle Hal­ Yenikapı Mevlevihanesi'ne atanmış, fakat üç
veti'dir. Sabühi Dede ile Cami Ahmed Dede'nin yıl gibi kısa bir süre şeyhlik yapabilmiştir. Ne­
sohbetlerine katılarak Mevleviliğe intisap etmiş­ sib D e d e ' d e n b o ş a l a n de rgah m e şihatini
tir. Döneminin önde gelen şeyhlerinden sayılır. 1 7 1 4 'de üstlenen Peçevi-zade Arifi Ahmed De­
Pek çok devlet adamını çevresinde toplamış, de ( 1 1 3 71 1 7 2 4 ) , Rumeli ' ni n ü n l ü Uşşak!
böylece tarikat üzerindeki medrese baskısını si­ şeyhlerinden Mustafa Efendi'nin oğludur. Baba
yasi yollardan hafifletmeye çalışmıştır. Bu ko­ tarafından Halvetiyye'ye bağlanan Arifi Dede,
nuda en büyük yardımı, kendi dervişlerinden bu tarikatın Balkanlar'daki Melami zümreleriy�
Sadrazam Amuca-zade Hüseyin Paşa'dan gör­ le kurduğu yakın ilişki sonucu, tanınmış Mela­
düğünü belirtmemiz gerekir. Başlık kısmı kırık mi-Hamzaviler'den Emir Halil Ağa'nın sohbet­
mezartaşı, Yenikapı Mevlevihanesi'ndedir. lerine katılmış ve bu mistik eğilimi Mevleviliğe
Pendari lakabıyla tanınan Naci Ahmed De­ taşıyan başlıca mutasavvıflardan birisi olmuş­
de ( 1 1 2311 7 1 1 ) , dergahın altıncı postnişinidir. tur. 67 Filibe Mevlevihanesi şeyhi iken,68 Sad­
Bursa Mevlevihanesi şeyhi Zihni Salih De­ reddin Çelebi tarafından Yenikapı Mevleviha­
de'nin yanında yetişmiş, 65 istanbul'a gelerek nesi'ne atanmasıyla, bu dergahda daha önce
önce Beşiktaş, ardından Galata Mevlevihanesi Sabühi Ahmed Dede zamanında kökleşen Me­
meşihatinde bulunmuş ve sonra 1 680'de Yeni­ lamiliği yeniden canlandırdığı söylenebilir. As­
kapı Mevlevihanesi şeyhliğine arınmıştır. Onun lına bakılırsa istanbul'daki kültür ortamı da bu
döneminde Kadı-zadelilerin baskısı giderek canlılığı besleyebilecek dinamiklere sahiptir.
azalmış ve nihayet 1 68 4 'de Mevleviler'e ko­ Lale Devri olarak bilinen bu dönemde başta
nan sema yasağı kalkmıştır. Naci Ahmed De­ Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa ve onun ya­
de'nin bu olay için, kın dostu şair Nedim gibi Melamiler, Kadı-za­
delilerin yarattığı medrese terörünün ardından
"Giiş-i edna miilhem-igaybi didi tarihini şiir, musıki ve sohbet üzerine kurulu estetik bir
Mevleviler döndi edna aşk-ı Mevlana ıle" yaşam üslubunun doğmasına zemin hazırla­
i
mışlar, Mevlevilik de Arif Dede'nin kişiliğinde

316 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Mevlevilik idari açıdan merkeziyetçi bir tarikattı. imparatorluk coğref.yasına dağılan mevlevihanelere Konya 'daki Çelebilik
makamı tarqfindan şeyh atamalanyapılryor ve tayin edılen bu şeyhlerJaaliyette bulunduklanJarklı kültür sahalannda Mevlevi
mistisizımiıiyerelgeleneklerle kaynaştırıyor/ardı. özellikle Halep, Şam, Kahire gibi Arap vilayet merkezleniıde buyolla şekillen­
dirilen Mevlevi mistisizmıiıin kökeninde Anadolu ve bilhassa istanbul'un belirleyici rolü vardı.

bu ortama katılmıştır. Kendisini izleyen Keres­ 1 73 1 'de sadrazam olunca, aynı yıl Yenikapı
tec i - z a d e Mehmed Dede ( 1 1 4 5 / l 7 3 2 ) ' ni n Mevlevihanesi semahanesini eski mimari üslu­
postnişinliği zamanında ise bu kültürel ortanı, buna bağlı kalarak yeniden inşa ettirmiştir. 70
tam anlamıyla istanbul'a özgü zengin bir ta­ ı 8. yüzyıl ortalarına doğru İstanbul mev­
savvuf hayatına dönüşmüş, fakat 1 730'da çı­ levihanelerinin ortak yönetimi, güçlü bir şeyh
kan Patrona isyanı sonucunda toplumun alt ta­ ailesinin eline geçer. Musa Safi Dede ailesine
bakalarından gelen tepkiler nedeniyle gereği mensup bulunan Mevlevi şeyhleri, bu yüzyılın
gibi yaygınlaşabilme şansını bulamamıştır. Ke­ sonuna kadar Galata, Kasınıpaşa ve Yenikapı
resteci-zade Mehmed Dede, Konyalı'dır. Mev­ Mevlevihaneleri'nde postnişinlik yapmışlardır.
lana Asitanesi nıesnevihanı iken, Arif Dede'nin Trab l u s şam ' da doğan M u s a S a fi Dede
vefatı üzerine Yenikapı Mevlevihanesi nıeşiha­ ( 1 1 5 71 1 74 4 ) , ilk defa ı 708 ' de Halep Mevlevi­
tine atanmıştır. Postnişliğinin son yıllarında hanesi şeyhliğini üst l e n m i ş , daha s o n ra
dergah önemli bir tamir geçirir. Derviş zümrele­ 1 72 3 'de Kasımpaşa ve ı 732'de de Yeııikapı
rine yakınlığıyla tanınan Hekim-zade Ali Pa­ Mevlevihanesi meşihatine getirilmiştir. Oğulları
şa,69 tran seferinde gösterdiği başarı nedeniyle Mehmed Şemseddin Dede ile İsa Dede, damadı

İSTANBUL'UN MİSTİK TARiHİNDE MEVLEVİHANELER 317


Selim Dede ve torunu Mehmed Sadık Dede Ga­ n e yazan Mustafa Sakıb Dede'ye intisap etmiş­
lata Mevlevlhanesi postnişini olmuş, kendisiyle tir. 1 746'da Yenikapı Mevlevlhanesi postnişin­
birlikte aynı adı taşıyan diğer torunu Musa De­ liğine atanmış ve Galata Mevlevlhanesi şeyhi
de, Kasımpaşa Mevlevlhanesi şeyhliği yapmış­ Abdülbaki Sırri Dede'nin kızıyla evlenmek su­
tır. Daha çok Galata ve Kasımpaşa Mevlevlha­ retiyle de bu dergahın yönetiminde söz sahibi
neleri'nde ağırlığını hissettiren bu aile, Yenika­ olmuştur. Fakat Galata Mevlev1hanesi'nin asıl
pı Mevlevlhanesi'nde yalnızca Safi Dede'nin yönetimi, ailenin ikinci kolunu kuran Ebubekir
meşihat dönemiyle sınırlı bir hakimiyet kura­ Dede'nin kardeşi Ömer Dede'ye mensup şeyh­
bilmiş, 1 746'da dergahın yönetimi Mevlevilik ler tarafından yürütülmüştür. Bunlardan Kud­
tarihinin en önemli şeyh ailelerinden birisi olan retullah Dede ile Mehmed Ataullah Dede, söz
Ebubekir Dede ailesine geçmiştir. Safi Dede'nin konusu ettiğimiz Ömer Dede'nin oğlu Yenikapı
vefatıyla boşalan meşihat makamında ancak Mevlev1hanesi Aşçıbaşısı Sahih Ahmed Dede
1 8 ay şeyhlik yapabilen Küçük (Kfıçek) Meh­ ailesinden gelmektedir.
med Dede ( 1 1 5911 746) hakkında ise yeterli Yenikapı Mevlev1hanesi'nde 1 8 . yüzyıl or­
bilgiden yoksunuz. Mevlevi sikkeli mezartaşı, talarından itibaren güçlü bir yönetim kuran
dergahın yanmış bulunan türbe sahası içinde­ Ebubekir Dede, ünlü Melamiler'den Habeşi-za­
dir. de Zaim Ağa'nın sohbetlerine katılmış7 ı ve tıp­
1 74 6 'dan tekkelerin kapatıldığı 1 92 5 ' e kı Arifi Dede zamanında olduğu gibi dergahı
kadar Yenikapı Mevlevlhanesi ' nin yönetimi, Melam1 meşrep Mevleviler'in merkezi durumu­
Ebubekir Dede ailesine mensup Mevlevi şeyh­ na getirmiştir. İstanbul' daki Mevlevi kültürüne
leri üstlenmiş ve ailenin diğer bir kolu da Gala­ Melami neş'eyi sokan şeyhlerin Halveti köken­
ta Mevlev1hanesi meşihatini ele geçirmiştir. Bu li olmaları dikkat çekicidir. Bu temel özellik Ari­
aile aynı zamanda, Saray ile Konya'daki çelebi­ fi Dede'de bulunduğu gibi, Ebubekir Dede' de de
lik makamı arasında, 1 9 . yüzyıl başlarından vardır. Ayrıca Ebubekir Dede'nin Melamiliği bir
itibaren idari ve kültürel reformlarla ortaya çı­ ölçüde Galata Mevlev1hanesi postnişinlerinden
kan anlaşmazlıkları çok iyi değerlendirmiş , Abdülbaki Sırri Dede ve onun babası Nayl Os­
ağırlığını modernleşme yanlısı kadrolardan ya­ man Dede yoluyla ünlü Bayramı halifelerinden
na koyarak, sarayın da desteğini almış ve bu Ahmed B1can soyuna mensup bulunan Gavsi
tarihe kadar Mevlev1liğin merkeziyetçi yapısını Ahmed Dede'ye kadar uzanmaktadır.
temsil eden Mevlana Asitanesi postnişinlerini, Ebubekir Dede'nin meşihat döneminde Ye­
özellikle şeyh atamalarında yalnızca bir tasdik nikapı Mevlev1hanesi 1 754 ve 1 774'de iki de­
makamına indirebilecek kadar siyasi nüfuz ka­ fa tamir edilmiştir. Birinci tamir ı 754 yılı son­
zanmıştır. larında, Arifi Dede ' n i n damadı ve Yenikapı
Ebubekir Dede ( 1 1 8911 775), 1 7. yüzyılın Mevlev1hanesi müntesiplerinden Sadrazam
ünlü Halveti şeyhlerinden Seyyid Nureddin Abdullah Naili Paşa tarafından yaptırılır. 72 Bu
Efendi ailesine mensuptur. Babası Halveti şey­ tamirat sırasında harap durumdaki derviş hüc­
hi Ahmed Efendi'nin üç oğlundan biri olarak releri yeniden inşa edilmiştir. ikinci tamirat ise
Kütahya'da doğmuş ve gençlik yıllarında Seff- l 774 'de sadrazam olan izzet Mehmed Paşa ta-

318 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Mevlevilerin Tanzimat sonrasındakıJaaliyetlen'yalnızca kültürel sahayla s1111rlı kalmayıp siyasi bir boyut da kazanmıştı.
Yenikapı Mevlevihdnesi dervişlen)ön Türk hareketini destekliyor ve Abdülbaki Dede komutasında Kanal Siferi'ne katılarak tek­
kelerinin kapısını !ttihad ve Terakki politikasına açıyorlardı.

rafından yaptınlmaya başlanmış, Ebubekir De­ Dede'nin vefatıyla postnişin olan Ali Nutki De­
de'nin 1 775 ' de vefatıyla yerine geçen oğlu Ali de ( 1 2 ı 9 / 1 8 04 ) , ailenin birinci kuşak üyele­
Nutki Dede'nin ilk meşihat yıllarında tamam­ rindendir. Yaşça küçüklüğü nedeniyle meşiha­
lanmıştır. Nutki Dede'nin henüz çocuk yaşta tinin ilk yılları, amcaoğlu Aşçıbaşı Sahih Ah­
bulunması nedeniyle, bu tamirat işini dergah med Dede ' nin himayesinde geçmiştir. Daha
adına takip eden, Aşçıbaşı Sahih Ahmed De­ sonra bilinmeyen bir nedenden ötürü bu iki in­
'de'dir. 1 774 tamiratı daha çok mevlevlhanenin sanın araları açılmış ve Ahmed Dede, Yenikapı
türbesini ilgilendirmektedir. Doğan! Dede Tür­ Mevlevlhanesi' nden uzaklaştırılmıştır. Ahmed
besi adıyla bilinen ve semahaneye bitişik olan Dede'nin bugün halen mevcud bulunan ve Ha­
bu alçak tavanlı dar yapı, o zamana kadar yal­ let Efendi tarafından yaptırılan türbesi, bu
nızca Ebubekir Çelebi, Kemal Ahmed Dede, Do­ olayla bağlantılı olarak dergahın dışında, Mer­
ğan! Ahmed Dede, Naci Ahmed Dede, Seyyid kezefendi mezarlığının Mevlevhihane Cadde­
Ebubekir Dede ve Abdülahad Çelebi-zade Veled si 'ne bakan cephesindedir. ili. Selim dönemi
Çelebi ' nin sandukalarını ihtiva edip, ihtiyaca şeyhlerinden olan Nutki Dede,74 zamanının in­
cevap vermediği için yıktırılarak, semahanenin ce sanat zevkiyle yetişmiş, hat, şiir ve musıki
mihrap yönüne doğru genişletilmek suretiyle dallarında eserler vermiştir. Günümüze bıraktı­
yeniden inşa edilmiştir. 73 ğı en önemli iki eseri, kendi türündeki tek ör­
Henüz 1 4 yaşında iken babası Ebubekir nek niteliğini taşıyan ve Yenikapı Mevlevilıa-

ISTANBUL'UN M iSTiK TARiHiNDE MEVLEVİHANELER 319


nesi'nin bir çeşit günlüğü olan Defter-i Dervi­ tamir ettirilmiş ve semahane ile türbe yeniden
şdn ile şevk-i tarab makamında bestelediği yaptırılmıştır. Hil.let Efendi'nin bu tamirat için
Mevlevl ayinidir. padişah üzerindeki nüfuzunu kullandığı bilin­
Nutki Dede döneminde Yenikapı Mevlevi­ mektedir. 1 8 1 6'da Şehremini Hayrullah Efen­
hanesi 'nde, 75 Türk kültür tarihinin büyük sa­ di'nin dergah mahallinde yaptığı keşif üzerine,
natkarlarından Şeyh Gil.lib ve Hamamı-zade İs­ 3 3 . 4 74 kuruş bedelle yeniden inşasına başla­
mail Dede'yi yetiştirir. Şeyh Galib çilesini bura­ nan semahane, önce tamamen yıktınlmış ve
da tamamlayarak Galata Mevlevihanesi meşi­ beş ay süren bir faaliyet sonucu tamamlanarak
hatine atanmış bestekar !smail Dede ise, Nutki 1 8 1 7'de törenle açılmıştır. 79 Semahanenin
Dede'ye intisap ederek 1 799'da "Dede" olmuş­ kubbe yazıları Keresteci Nuri Dede'nin, kapı ki­
tur. 76 Dergahın bu dönemde geçirdiği yapısal tabesi ise Keçeci-zade izzet Molla'nın olup, ta­
değişiklikler hakkında yeterli bilgimiz yoktur. rih beyti,
Şeyhülislam Mekkl Efendi, türbe önündeki şa-
dırvanı 1 785'de yeniden inşa ettirmiştir. Bu şa- "Envdr-ı Şems-i Tebrfz tdrfhim itdi /ebrfz
dırvan günümüzde mevcut değildir. Devr-i semaya döndi bdb-ı semdhdne"
1 80 4 'de çocuksuz vefat eden Nutki De-
de'nin yerine ailenin ikinci oğlu olan kardeşi ş e kJ i n d e d i r . 80 Ayrıca de rgah i nş a a t i n i n
Abdülbaki Nil.sır Dede ( 1 236/ 1 82 1 ) geçmiştir. 1 8 1 7 ' de tamamlanmasıyla ana giriş kapısı
Nutki Dede zamanında dergahın neyzenbaşılı- üzerine konulan hicri 1 232 tarihli
ğını da üstlenen Nasır Dede, Yenikapı Mevlevi-
hanesi'ni tam anlamıyla bir musıkl konserva­ "Mevlevihdnrye izzet dıdi Pfrfm tdrfh
tuanna dönüştürür. Türk musıklsi konusunda­ Yaptı bu dergehi Sultan-ı cilıdn Hdn
ki derin bilgisi nedeniyle dergahta geniş bir sa­ Mahmud"
natçı çevresi oluşturmuş, Dede Efendi 'ye ney
ve dini musıki dersleri vererek, bu konuda ayn­ beytini ihtiva eden kitabe de izzet Molla'ya ait­
ca teorik eserler de yazmıştır. Bu eserlerden tir.
Tedkik u Tahkik, Türk musıklsi makam ve Ailenin ikinci kuşak üyelerinden Mehmed
usullerinin incelendiği, Tahrfnyye ise kendisi Hüsni Dede ( 1 2 4 51 1 82 9 ) , babası Nasır De­
tarafından geliştirilen ebcede dayalı nota siste­ de'nin yerine 1 82 1 'de postnişin olmuştur. As­
minin açıklandığı başlıca çalışmalarıdır. Bunla­ lında tarikat geleneğine göre Nasır Dede'nin
ra ilaveten acem-bCıselik ve ısfahan makamla­ kardeşi Abdurrahlm Kunhl Dede şeyh olması
rında iki Mevlevi ayini de bestelemiştir. 7 7 Ayn­ lazım gelirken , o dönemdeki psikolojik duru­
ca Eflakl'den yaptığı Terceme-i Mendkıbü'/­ munun dergah yönetmesine imkan vermeye­
Arjfin ve Musa Safı Dede'nin Ta 'rfb-i Şahi­ ceği düşüncesiyle meşihat Hüsni Dede'ye geç­
di'sine yazdığı Şerh-i Şdhidi'si ile Divdn 'ı var­ miştir. Yaklaşık sekiz yıl süren Hüsni Dede'nin
dır. 78 postnişinliği vefatıyla son bulunca, yerine bu
Nil.sır Dede döneminde Yenikapı Mevlevi­ kez Abdurrahim Kunhl Dede atanmıştır. Yeni­
hanesi, il. Mahmud tarafından esaslı şekilde kapı Mevlevlhanesi'nin meczup tabiatlı şeyhle-

320 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


1961 'de çıkan biryangın sonucunda Yenikapı Mevlevihıinesi'nin ortadan kalkan semahanesi. Mevlevi tekkeleniıin geleneksel
mimari programlanndaki semahane-türbe bütünleşmesı; tarikatm dünya ile ahireti kucaklayan mistisizmıiıi temsil ediyordu.

rinden olan Kunhl Dede ( 1 24 71 1 83 1 ) , musıkl mini ümmi Sinan Tekkesi şeyhi Zekai Efen­
sahasındaki geniş kültürüyle tanınır. Uzun yıl­ di'nin damadı Aşçıbaşı Mehmed Sadık Dede
lar dergahın kudümzenbaşılığını yapmış, arala­ vekaleten yürütmüştür. Gençliğinde ünlü Nakşl
rında Vardakosta Mehmed Ağa'nın da bulun­ şeyhi Hoca Hüsameddin Efendi'den Mesnevi
duğu besteciler yetiştirmiştir. Hicaz ve nühüft okuyan Salaheddln Dede, Eyüb HatCıniye Tek­
makamlarında bestelediği iki Mevlevi ayini kesi'nde düzenlenen bir törenle mesnevihanlık
vardır. icazeti almış ve Yenikapı Mevlevllıanesi'nde
Yenikapı Mevlevlhane s i ' n i n Tanzimat uzun yıllar Mesnevi dersleri vermiştir. fakat
sonrası dönemine ve 1 9 . yüzyıl siyası hayatına onun üzerinde durulması gereken en önemli
damgasını vuran Osman Salaheddln Dede özelliği, Tanzimat dönemi siyası kadrolarıyla
( 1 304/ 1 887) , amcası Kunhl Dede'nin vefatıyla kurduğu yakın ilişki sonucunda, Yenikapı
1 83 1 'de postnişin olmuş ve bu görevi yarım Mevlevlhanesi'ni özgürlük fikirlerinin tartışıla­
yüzyıldan fazla bir süre üstlenerek, dönemin bildiği başlıca merkezlerden birisi durumuna
en nüfuzlu şeyhleri arasına girmiştir. Henüz 1 1 getirmesidir. Kendisine intisap eden devlet
yaşındayken posta oturan Salaheddin Dede'yi, adamları arasında Tanzimat'ın iki büyük sad­
Beşiktaş Mevlevihanesi şeyhi Mehmed Kadri razamı, Keçeci-zade Fuad Paşa ile Ali Paşa var­
Dede yetiştirmiş ve bu sırada dergahın yöneti- dır. Fuad Paşa'nın intisabı, babası izzet Mol-

İSTANBUL'UN MİSTİK TARİHİNDE MEVLEVİHANELER 321


Şehirli bir tarikat kimliği taş(Yan Mevlevi/iğıiı örgütlenme modeli, dergahlar arasındaki kültürel dolaşımı sağlayacak biçimde
kurulmuştu. Bu açıdanJark/ı coğrq/i bölgelerdeki dergah/ar.arasında tanlı boyunca, özellikle hac mevsimınde Mevlevi derviş­
lerimn gruplar hdlınde seyahat etmeleri birgelenektı: Bağdat demiıyolunun htzmete girmes(yle bu seyahatler daha organize bir
nitelik kazandı.

la'nın Abdülbaki Nasır Dede müridi oluşundan gah üzerindeki kuşkularını sürekli canlı tutan
ötürü, bu dergaha ailece bağlanmanın bir so­ başlıca neden, henüz şehzade iken Midhat Pa­
nucudur. Her iki devlet adamının ailelerine ait şa 'yı kendisine tanıştıran kişinin Salil.heddin
mezarlar, Yenikapı Mevlevihanesi haziresinde Dede olmasıdır. s ı Bu tanışma esnasında Şeh­
halen mevcutturlar. Mısırlı olarak anılan Kamil zade Abdülhamid'in Midhat Paşa'ya Teşkilat-!
Paşa ve Şeyhülislam Sahib Molla da Salil.hedin Esil.siyye Kanunu'nu padişah olduğunda ilan
Dede'nin dergah toplantılarına katılarak, devlet edeceğine dair ver'1iği sözün tek tanığı da Sala­
sohbeti yapan kişiler arasında ilk anda dikkati heddin Dede'dir. Fakat il. Abdülhamid, padi­
çeken isimlerdir. Fakat Salaheddin Dede'nin si­ şahlığı döneminde Midhat Paşa ve yakın çevre­
yasi hayattaki yerini belirleyen kişi, yakın dos­ si hakkında Abdülaziz'e komplo düzenlemek
tu Sadrazam Midhat Paşa olmuştur. Yenikapı iddiasıyla soruşturma açtırmış, dolayısıyla Sa­
Mevlevihiinesi yakınındaki Arap-zade çiftliğini laheddin Dede'nin de Saray'la ilişiği kesilmiş ve
satın alarak buraya kendisi için bir köşk yaptı­ Yenikapı Mevlevihanesi istibdat yılları boyunca
ran Midhat Paşa, 1. Meşrutiyet öncesi anayasa jurnalcilerin en yakından takip ettikleri bir yer
tartışmalarını hiç kuşkusuz Salaheddin De­ olma özelliğini kazanmıştır.
de'nin toplantılarına da taşımış ve bu durum Tanzimat'ın getirdiği idari reformlar sonu­
daha sonra Yenikapı Mevlevihanesi'nin il. Ab­ cunda Şeyhülislamliğa bağlı olarak kurulan ve
dülhamid tarafından kontrol altında tutulması tarikatların devlet denetimi altında tek merkez­
sonucunu doğurmuştur. il. Abdülhamid'in der- den yönetimini amaçlayan Meclis-i Meşayih 'in

322 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


ilk başkanı, Salaheddin Dede'dir. 1 868'de bu lsmail Paşa tarafından 83.432 kuruş sarf edile­
kuruluşun başına getirilmiş, 1 8 74 ve 1 8 78 yıl­ rek gerçekleştirilmiştir. 1 863'de derviş hücrele­
lanndaki Meclis-i Meşayih yönetiminde de baş­ ri, harem ve selamlık dairelerinin yeniden inşa­
kan olarak görev almıştır. sına başlamış, semahane de bu arada esaslı şe­
Salahedd1n Dede'nin meşihat dönemindeki kilde tamir edilerek bütün inşaat 1 864 'te so­
Yenikapı Mevlevihanesi,82 üç büyük tamirata nuçlandırılmıştır.85
sahne olmuştur. 1 83 7'deki tamiratı il. Mah­ 1 3 0 1 nüfus sayımı sonuçlarına göre Sala­
mud yaptırmış ve dergahın bütün yapıları yeni­ heddin Dede 'nin son meşihat yıllarında der­
lenmiştir. Ziver Paşa'nın bu tamire ilişkin tari­ gahda sürekli ikamet eden 24 erkek ve 1 7 ka­
hi, dergah kapısına konulmuş olup şöyledir: dından oluşan 4 1 kişilik bir topluluğun yaşadı­
ğı tespit edilmiştir.86 Bu sonuç itibariyle der­
"Zivergüher-veş çıkdı bir tdrfh genc-i hd­ gah, lstanbul'daki mevlevihaneler arasında en
meden kalabalık nüfusa sahip Mevlevi merkezi olma
kıldı iki kere bind bu hankdhı şehrfydr. " özelliğini taşımaktadır.
Mehmed Celaleddin Dede ( 1 326/ 1 908 ) ,
Abdülmecid ise 1 84 5 'de dergahın çevre önce babası Salaheddin Dede'nin yerine veka­
duvarlarını inşa ettirmiş, zamanla harap olan leten ve onun vefatıyla da 1 88 7'de asaleten
müştemilatı yeniletmiştir. 83 Dergahın günü­ Yenikapı Mevlevihanesi postnişinliğine atan­
müzdeki topografık konumunu belirlemesi açı­ mıştır. Salaheddin Dede'den Mevnevf okumuş
sından bu tamiratın önemi büyüktür. 1 84 5 'den ve Eskişehir Mevlevihiinesi postnişini Hasan
itibaren Mevlevihane'nin gelişim aksları şekil­ Hüsni Dede'den mesnevihanlık icazeti almıştır.
lenmeye başlamış, özellikle hazirenin dergah Yenikapı Mevlevihanesi'nin musıki alanındaki
içinde kapladığı alan ilk defa bu yıllarda belir­ köklü geleneğini, Nayi Osman Dede'ye ait hi­
gin bir mekan olma niteliğini kazanmıştır. Nite­ caz ayinini dügah makamında yeniden bestele­
kim Maliye Nazırı Abdurrahman Nafiz Pa­ yerek sürdürmüş ve aralarında Rauf Yekta ile
şa'nın 1 850'de yaptırdığı kütüphane ve bu ya­ Suphi Ezgi gibi son dönemin başlıca nıüziko­
pıya bitişik kendi türbesi, söz konusu hazire loglarının da bulunduğu aydın bir zümrenin
alanının kuzeydoğu köşesinde yer almakta, yetişmesini sağlamıştır. öte yandan il. Abdül­
dolayısıyla bölgenin adeta doğal sınırını belirle­ hanıid'in dergah üzerindeki kuşkuları dağılmış
mektedir. inşa ettirdiği muvakkithane ise hazi­ değildir. Mevlevihaneye devanı edenler sürekli
reyi karşı yönden sınırlayan bir konumdadır ve izlenmekte ve saraya jurnallenmektedir. Bu işi
bu da bize dergahın dış avlusundaki yapı grup­ yapanların arasına Meclis-i Meşayih başkanı
larının 1 850'lerden itibaren belli bir plan orga­ olan Kadirihane postnişini Şeyh Ahmed Muh­
nizasyonu dahilinde inşa edildiklerini göster­ yieddin Efendi'nin de bir şüphe üzerine adının
mektedir. 84 Nafiz Paşa, ayrıca dergahın sokak karışması dikkat çekicidir.8 7 Nitekim jurnalcile­
cephesine bakan bir de sebil yaptırmıştır ki, gü­ rin bütün bu hassasiyetleri yersiz de değildir.
nümüzde mevcut değildir. Yenikapı Mevleviha­ Gerçekten de Yenikapı Mevlevihiinesi'nin Pa­
nesi'nin bu dönemdeki son tamiri Mısır Valisi ris'teki jön Türkler'le ilişkisi vardır. Avrupa'da

İSTANBUL'UN MİSTİK TARİHİNDE MEVLEviHANELER 323


yayınlanan jön Türk gazeteleri, Şı1ra-yı Devlet inşaata başlanmıştır. 89 ilk önce inşa edilen ya­
Bidayet Mahkemesi başkanı Hakkı Bey tarafın­ pılar mescid, selamlık dairesi, derviş hücreleri,
dan gizlice dergaha sokulmata ve dervişlere yemekhane, matbah ve kilerdir. Mimar Kema­
okunmaktadır. Bu ilişkiyi sağlayanlardan birisi leddin'in öncülüğünde, ulusal mimari anlayışı­
de Hakkı Bey'in kardeşi, Bedevi Tekkesi şeyhi na göre tamamı kagir olarak yapılan bu bina
Mustafa Naili Efendi'dir. i l . Abdülhamid'in kompleksi, günümüzde halen mevcuttur. Der­
tahttan indirilip yerine Sultan Reşad'ın çıkartıl­ gahın mescidi yangından önce düz çatılı bir ya­
ması amacıyla düzenlenmek istenen bir komp­ pı iken, bu son tamiratta yüksek ve kubbeli
loyu, Celaleddin Dede'ye anlatmış ve fikirlerini olarak inşa edilmiş, eskiden mevcut bulunma­
almıştır.88 yan bir de minare eklenmiştir. Derviş hücreleri­
1 906'da kütüphanenin altındaki ahırlarda nin bulunduğu ana yapının iç avlusunda bina­
çıkan bir yangın sonucu dergah çok büyük ha­ ya bitişik olarak inşa edilen bu mescid, dört du­
sar görür. Celaleddin Dede, yangından kurtulan var üzerine oturan yüksek bir kubbenin örttü­
harem dairesini dervişlere tahsis ederek, der­ ğü basit bir mekan organizasyonuna sahiptir.
gah dışındaki bir köşke taşınır. Bir kısım derviş Bünyesinde derviş hücreleri, dedegan odası,
ise muvakkithanede barınmak zorunda kalır. matbah, kiler ve diğer birimlerin bulunduğu
Son dönem Mevlevi şairlerinden ismet Bey, bu asıl yapı, ortası şadırvanlı bir iç avluyu çepe­
olay için şu beyti yazmıştır: çevre kuşatan geniş ölçekli bir mimari tasarıma
göre inşa edilmiştir. Bu ana yapının 1 9 1 1 'de
"Tarfh-i taz'j/eyledi nar-ı dil-i virdnemiz tamamlanmasına rağmen semahane, türbe ve
Oldu muvakkithdnemiz hdJ'fd muvakkat harem dairesinin inşaatı bir süre daha devam
hanemiz. " etmiştir.
Bu önemli tamirat dergahın son postnişini
ıı. Abdülhamid'in bilinen nedenlerden ötü­ Abdülbaki Dede ( 1 935) ' nin meşihat dönemin­
rü ilgi göstermeyip kaderine terk ettiği Yenikapı de tamamlanır. Abdülbaki Dede, Mehmed Cela­
Mevlevihanesi, beş yıla yakın bir süre harap leddin Dede'nin oğludur. Sütlüce Sa'di Tekkesi
vaziyette kalmış ve meşihatinin son dönemini şeyhi Hasıri-zade Mehmed Elif E fendi'den
dergahtan uzakta geçiren Celaleddin Dede, il. mesnevihanlık icazeti almış ve babasının has­
Meşrutiyet'in ilan edildiği 1 908'de vefat etmiş­ talığı nedeniyle 1 9 03 'den itibaren Yenikapı
tir. Mevlevihanenin yeniden inşası, şehzadeliği Mevlevilıanesi'ni vekaleten yönetmiştir. Cela­
sırasında Salaheddin Dede'ye intisap eden Sul­ leddin Dede'nin vefatıyla dergah meşihatine
tan Reşad'ın tahta çıkmasıyla gerçekleşir. Ha­ 1 908'de asaleten atanır ve l 909'da bu görevin
zine-i hassadan 1 0.000 kuruş vererek dergahı yanısıra Meclis-i Meşayih üyeliğini üstlenir.
mükemmel surette yeniden inşa ettirmiştir. Abdülbaki Dede döneminde dergah,90 Balkan
Aralarında Evkaf-ı Humayfın başmimarı Ke­ ve Çanakkale savaştan nedeniyle iki defa has­
maleddin Bey'in de bulunduğu bir keşif heyeti­ tahane olarak kullanılmak üzere Harbiye Neza­
n i n verdiği rapor ü z e r i n e 1 6 R e b i ü l a h i r reti'nin emrine verilmiştir.9 ı Yenikapı Mevlevi­
1 32 8 ' de enkaz kaldırılmış v e i k i a y sonra da hanesi yönetiminin ı. Dünya Savaşı yıllarında

324 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


ff
;::::. - -

Cumhunjet döneminde kaderine terkedilen ve 1961 'de çıkan biryangın sonucu tamamen ortadan kalkan Yenikapı Mev­
levihdnesi'nin türbesi. Çöken bir tanlıin bu hüzün vencigörüntüsü, lstanbul kültürünü ayakta tutan temel direklenlı birbiri ar­
dınca nasılyıkıldığını gözler önüne sennekte.

orduya verdiği destek yalnızca bu değildir. bulunmuş ve 1 9 3 3 ünivers ite reformuyla


1 9 1 5'de lngilizler'e karşı düzenlenen ünlü Ka- emekli edildikten sonra 1 93 5 ' te vefat etmiş-
nal seferi için yalnızca Mevlevilerden oluşan tir.
Mücahidin-i Mevleviyye Alayı'na Abdülbaki Mukabele günleri Pazartesi ve Perşembe93
Dede komutasında Yenikapı Mevlevihanesi olan Yenikapı Mevlevihanesi, Cumhuriyet dö­
dervişleri de katılırlar.92 Neyzen Tevfik bu ola­ neminde uzunca bir süre öğrenci yurdu olarak
yı nükteli bir şekilde şöyle dile getirmektedir: kullanılmış ve 9 Eylül 1 96 1 'de hünkar muhfıli­
nin altında çıkan bir yangın sonucu semahane,
"Kalmadı bryninde ashdb-ı tarikin ıhtikif şerbethane ve türbesi tamamiyle yanmıştır.
Ehl-i hakkı birbirine toplayıp berkitti/er Her üç yapı da ahşap olup Sultan Reşad döne­
Şeyh Baki rehber oldu bu seferde hepsine mine aittir. Dergahın 1 96 1 yangınından önceki
lbn-i Sef.ydn 'ı z(ydretçün td Şam 'agittiler. " son durumuna göre, daire planlı semahanenin
sağında şerbethane, solunda ise türbe vardır.
Tekkelerin kapatılmasını izleyen yıllarda Geleneksel Mevlevi mimarisine uygun şekilde
kanun gereği Baykara soyadım alan Abdül­ türbenin sağ cephesi semahaneye açılmakta,
baki Dede, İstanbul Türk Ocağı müdürlüğü ile şerbethane de sol cepheden iki kapıyla sema­
Edebiyat Fakültesi Farsça hocalığı görevinde haneye bağlanmaktadır. Semahane ise iki katl ı

ISTANBUL'UN MiSTiK TARiHİNDE MEVLEVİHANELER 325


rı mekandan meydana gelmektedir. Girişin so­
lunda türbedar odası, sağında ise sarnıç yer al­
makta ve bu mekan dergah şeyhlerine ait san­
dukaların bulunduğu asıl türbe binasına açıl­
maktadır. Türbe ile dergahın Mevlevihane Cad­
desi'ne bakan cephe duvarı arasında hazire bu­
lunur. Dergahın sosyal topografyasını göster­
mesi açısından bu hazire adeta bir Tanzimat
müzesi gibidir. Dönemin sadrazamlarından Ali
Paşa. Fuad Paşa ve Mustafa Naili Paşa'nın aile
mensuplarına ait ikinci hazire alanı "Hamlı­
şan" ise dergahın dışında. Mevlevi Tekkesi So­
kağı'nın köşesindedir.94
Günümüzde Zeytinburnu ilçesi Merkeze­
fendi mahallesinde 502 pafta 2965 ada 2 par­
sel üzerine kayıtlı bulunan ve mülkiyeti Vakıf­
lar .Genel Müdürlüğü'ne ait olan Yenikapı Mev­
levihanesi'nin semahane ve türbesinin yeniden
inşa edilmesi için alınan karar. bugüne kadar
uygulanamamıştır ve dergah şimdilik kaderine
terk edilmiştir.
1 7. yüzyılda Mevlevilik, Anadolu, Balkan­
lar ve Akdeniz coğrafyasını kuşatan geniş çap­
lı bir örgütlenme ağına sahiptir. Bu sayede Os­
manlı dünyasının farklı alanlarına nüfuz edebi­
!stanbu/'un kültür hayatında bir Mevlevi şrylıinin temsı1 ettiği değer­
ler, Meldmer neş'es(yle yoğrulmuş valıder anlayışını veJarklı külrür­ len tarikat, yayıldığı bölgelerin uygarlık biri­
lerden süzülen misrık recrübeleri kuşaC(yordu. kimlerini, istanbul ' u n üst ve orta tabakaları
arasındaki kültürel dolaşıma aktarma işlevini
bir yapı olup, giriş kapısının hemen üst kısmın­ üstlenmiş, dolayısıyla şehrin gündelik hayatını
da mutrıb heyetinin yeri vardır. Zemin katta şekillendiren başlıca dinamiklerden birisi duru­
mukabeleyi izleyenler için ayrılmış. sema ala­ muna gelmiştir. ı 7. yüzyıla kadar istanbul'da­
nını kuşatan alçak parmaklıklı bir bölüm ve bu­ ki faaliyet merkezlerini Galata ve Yenikapı
mın üzerinde de sütunlarla desteklenerek bina­ mevlevihaneleriyle sınırlı tutan Mevleviliğin bu
yı içerden galeri şeklinde dolaşan bir asma kat yeni dönemde, artık bir imparatorluk tarikatı
mevcuttur. Bu katın giriş kapısına göre solunda olarak üstlendiği dinamik role uygun örgütlen­
kadınlara mahsus harem kısmı ve mihrab yö­ me modelini şehir ölçeğinde yaygınlaştırmaya
nünde de hünkar muhfıli ana mekanı tamam­ başladığı görülmektedir. Bu model ana hatla­
lamaktadır. Türbe ise birbiriyle bağlantılı iki ay- rıyla, güçlü şeyh ailelerinin denetiminde geli-

326 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


şen çokmerkezli bir idari yapılanmayı kapsar. tarafından İstanbul· da Mevlevi Dergahı kurma
Beşiktaş, Kasımpaşa ve Üsküdar mevlevihane­ geleneği de son bulmuş, dolayısıyla Kasımpa­
leri böyle bir yapılanmanın gereği olarak kurul­ şa, Üsküdar ve Bahariye mevlevihaneleri, tari­
muşlar, 1 7. yüzyıl ortalanndan itibaren tarikat katın kendi imkanları çerçevesinde açtığı mer­
içinde güçlenen şeyh aileleri de bu dergahlann kezler olma özelliğini kazanmışlardır.
ortak yönetimlerini ele geçirmek suretiyle İs­ Ohrili Hüseyin Paşa üzerindeki manevi
tanbul Mevleviliğinin sosyo-kültürel temelleri­ nüfuzu sayesinde Beşiktaş Mevlevlhanesi'nin
ni atmışlardır. kurulmasına neden olan Gelibolu Mevleviha­
n e s i şeyhi Ağazade M e h m e d Hakiki Dede
( 1 06 3/ 1 6 52 ) , dergahın i l k postnişinidir. 9 6
Beşiktaş ı Bahariye Mevlevihanesi Hakkında ayrıntılı bilgiye sahip bulunmadığı­
mız Mehmed Hak1k1 Dede'nin, aynı zamanda
Galata ve Yenikapı mevlevihanelerinden Gelibolu Mevlevihanesi'nin de kurucusu oldu­
sonra istanbul'da kurulan üçüncü Mevlevi der­ ğunu ve Akdeniz seferinden dönen Ohrili Hü­
gahı, Beşiktaş Mevlevihanesi'dir. 1 622'de Sad­ seyin Paşa ile bu dergahta tanışarak, onu Mev­
razam Ohrili Hüseyin Paşa tarafından yaptırı­ levlliğe intisap ettirdiğini biliyoruz. 9 7 Gelibolu
lan dergah, 1 86 8 ' e kadar Beşiktaş'ta faaliyet ve Beşiktaş mevlevihanelerinin ortak meşihati­
göstermiş bu tarihte Çırağan Sarayı'nın inşası ni üstlenmiş, Hüseyin Paşa'nın katlini izleyen
nedeniyle yıktırılarak, önce Fındıklı'da Karace­ yıllarda bir süre daha İstanbul'da kaldıktan
hennem İbrahim Paşa Konağı 'na ve buradan sonra Gelibolu Mevlevlhanesi'ne dönerek ora­
da 1 8 72 'de tamamlanan Maçka'daki binasına da vefat etmiştir.
geçmiştir. Ancak 1 8 74 ' de askeri kışla yapımı Dergahın kuruluş dönemine ait yapıları
için b u dergah da yıktırılınca, geçici olarak üzerine mevcut bilgileri, Hüseyin Ayvansaray1
Eyüb'deki Hatab Emini Mustafa ve Hüseyin ve Evliya Çelebi'de buluyoruz. Her iki kaynak­
Efendiler'e ait yalılara taşınmış, daha sonra in­ taki bilgiler çerçevesinde mevlevlhanenin tam
şası 1 8 77'de biten Eyüb Bahariyesi'ndeki yeni teşekküllü bir külliye olarak kurulmayıp, za­
yapılarına yerleşerek, l 925'e kadar Bahariye manla inşa edilen ek binalarla genişletildiği an­
Mevlevihanesi adı altında faaliyetlerini sürdür­ laşılmaktadır. Başlangıçta yalnızca bir semaha­
müştür. neden ibaret olan dergahın, matbah-ı şerifi
Beşiktaş Mevlevihanesi'nin kurucusu Olı­ yoktur.98 Böyle bir durumu, Ohrili Hüseyin Pa­
rili Hüseyin Paşa, 1 7. yüzyılın önde gelen dev­ şa'nın katliyle inşaat faaliyetlerinin bir süre ke­
let adamlarındandır. Bostancı ocağından yeti­ sintiye uğradığı ve Mevlevilerce, henüz ta­
şerek sadrazamlığa kadar yükselmiş, fakat mamlanmayan dergahta mukabele yap ı lmak
1 622'de Dilaver Paşa'nın yerine ikinci defa bu zorunda kalındığı şeklinde yorumlamak müm­
makama getirilmiş ise de, II. Osman'a karşı dü­ kündür. Semahane ise, Boğaz kıyısında yüksek
zenlenen Yeniçeri ayaklanması sırasında, daha kubbeli ve iç mekanı necef taşlarıyla süslenmiş
görevine başlayamadan katledilmiştir. 95 Bu iki katlı ahşap bir yapı olup batısında derviş
beklenmedik ölümle birlikte, devlet adamları hücreleri yer almaktad ı r. 99

İSTANBUL'UN MİSTiK TARiHİNDE MEVLEVİHANELER 327


Mevlevilik, Osmanlı coğrqjjasınınfarklı kültür birikimlenni lstanbul'a aktarmak suret{yle şehir hayatında zengin bir tasavvef
anlayışının doğmasmayol açmıştı. lstanbul Mevleviliği ise bu hayatm ortasmda şekı!lendi ve saraydan sokağa doğrugenişleyen
bir ılısanyelpazesıni kucakladı.

Ağazade Mehmed Hakiki Dede'den sonra Dede ' nin şeyhliğini onaylayan söz konusu
yerine geçen postnişin hakkında, birbiriyle çeli­ hüccete göre, bu dönemde yıllık iaşe bedeli
şen farklı bilgiler mevcuttur. Zakir Şükr1 Efen­ 7.200 akçe olarak İstanbul Ermeni cizyesinden
d i ' n i n listesinde bu şeyh, Süleyman Dede tahsil edilmektedir. Dergahın 1 650 yılındaki
( 1 065/ 1 654) 'dir. Evliya Çelebi ve Hüseyin Ay­ gelir kaynakları arasında bu tür vergilerin de
vansarayl ise, Hasan Dede ( 1 0 7 1 / 1 660) ' nin bulunması, bir bakıma mevlevihanenin kuru­
adını vermektedirler. Diğer yandan Beşiktaş luş yıllarında güçlü bir vakıf sistemine dayan­
Mevlevihanesi'ne ait 6 Muharrem 1 060/ 1 650 madığını göstermektedir. 1 8 . yüzyıla gelindi­
tarihli hüccet suretinde Hasan Dede 'nin şeyh ğinde, dergahın İstanbul dışındaki vakıf arazi­
olarak zikredilmesi, Süleyman Dede'nin meşi­ lerinden büyük miktarda gelir temin ettiğini
hatinin bu tarihten önce kaldırıldığını kanıtla­ dikkate alırsak, 1 650 yılına ait bu kaynak tah­
maktadır. ı oo Mevnevlhan Hasan Dede ' n i n sisinin geçici bir çözüm olduğunu varsayabili­
coşkun bir tasavvuf neş'esine sahip bulundu­ riz. Hasan Dede ' ni n vefatıyla posta oturan
ğunu, Evliya Çelebi'den öğreniyoruz. ı o ı Hasan Pendari Naci Ahmed Dede ( 1 1 22/l 71 O) . önce

328 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Beşiktaş, ardından Galata ve Yenikapı mevlevi­ baren bu grubu Beşiktaş Mevlev1hanesi'nde
hanelerinde şeyhlik yaparak, İstanbul mevlevi­ Eyyubi Mehmed Dede ile Galata Mevlevihane­
liğine ilk defa dönüşümlü meşihat modelini ge­ si 'nde Gavsi Ahmed Dede aileleri izlemiştir.
tiren kişi olarak tanınır. Bursa Mevlevihanesi Çengi Yusuf Dede'nin yerine atanan Eyyu­
şeyhi Zihni Salih Dede'ye intisap ederek çile çı­ b1 Mehmed Dede ( 1 1 3611 723), Beşiktaş Mev­
kartmış ve 1 66 0 ' da Beşiktaş Mevlevihanesi lev1hanesi meşihatini yaklaşık bir yüzyıl elinde
meşihatine atanmıştır. 1 663'e kadar kısa bir tutan şeyh ailesinin ilk temsilcisidir. ! 04 Yusuf
süre dergahta postnişinlik yapan Naci Ahmed Dede'nin ıv. Mehmed ile kurduğu ilişkiyi bu
Dede'nin meşihati, aynı yıl Kırım seferine kanl­ defa kendisi sürdürerek, dergaha padişahın
ması nedeniyle Mevlana Asitanesi şeyhi Hüse­ maddi desteğini sağlamıştır. ı os Yanın yüzyıl­
yin Çelebi tarafından kaldmlarak, yerine Galata dan fazla postnişinlik yapan Mehmed Dede'nin
Mevlevih a n e s i neyzenbaşısı Y u s u f D e d e meşihatini 1 723'de vefat etmesiyle oğlu Ah­
( 1 080/ 1 669) getirilmiştir. Çengi lakabıyla tanı­ med Dede ( 1 1 7 71 1 763) devralmış ve onu da
nan Yusuf Dede, aslen Konyalı'dır. Farsça yaz­ torunu Mehmed Sadık Dede ( 1 1 78/ 1 764) 'nin
dığı on bin beyitlik Ravzatü'n-nıJr adlı eseriyle bir yıllık kısa şeyhliği izlemiştir. Ailenin 1 669-
tanınmakla birlikte, ı o2 asıl ününü iV. Meh­ 1 764 arasındaki bu uzun meşihat dönemi, der­
med'in yakın çevresine girerek, 1 666'da Mev­ gahın tarihini çok yakından ilgilendiren Li:\le
levilere sema yasağı konmasına yolaçan Van! Devri'ni de kapsadığından, ayrıca büyük önem
Mehmed Efendi'ye karşı yürüttüğü faaliyetle­ taşımaktadır.
riyle sağlamıştır. Van! Mehmed Efendi'nin ge­ Boğaziçi kıyılarının, Osmanlı üst tabakası
rek padişah, gerekse medrese üzerindeki etkisi tarafından daha iV. Murad zamanında sayfiye
dikkate alındığında, ı o3 Yusuf Dede'nin izlediği yeri olarak seçilmesi, 1 7. yüzyıl ortalanndan iti­
saray yanlısı politika sayesinde tarikat üzerin­ baren Beşiktaş Mevlev1hanesi çevresinde bir di­
deki mevcut ulema baskısının hafiflediği ve Be­ zi yalı ve sahilsarayın inşasıyla sonuçlanacak
şiktaş Mevlevihanesi'nin böylece döneminin tarihsel sürecin ilk habercisidir. önceleri Kazan­
en canlı tasavvuf merkezlerinden birisi olma cıoğlu Bahçesi adıyla anılan ve Beşiktaş Mevle­
özelliğini koruyabildiği anlaşılmaktadır. v1hanesi'nin kurulduğu alanı kapsayan mesire
1 7. Yüzyıl, İstanbul Mevlev1liği'nde şeyh yeri, iV. Murad döneminde has bahçelere katıla­
ailelerinin güçlenerek ön plana çıktıkları bir dö­ rak padişahın kızkardeşi Kaya Sultan mülkiye­
nemdir. Daha önce tarikatin tarihinde pek rast­ tine geçmiş, o da burada kendisine bir yalı yap­
lanmayan bu d u r u m , S ı rrı Abdi D e d e tırmıştır. ı 06 Beşiktaş Mevlevlhanesi'ne çok ya­
( 1 04 1 / 1 63 1 ) 'nin Galata Mevlev1hanesi postni­ kın bir konumda bulunan bu yalı, 1 8 . yüzyıl
şinliğinden ayrılarak, söz konusu yüzyılın baş­ başlarında Sadrazam Nevşehirli lbrahiııı Paşa
larında Kasımpaşa Mevlev1hanesi'ni kurınasıy­ tarafından yenilenerek eşi Fatma Sultan ·a veril­
la ortaya çıkmış ve Abdi Dede ailesine mensup miş, lll. Ahıııed'in Lale Devri eğlenceleri ne sah­
şeyhler, Mevlev1liği istanbul'da ilk defa kan ne olması nedeniyle de Çırağan Yalısı adını al­
bağına dayalı meşihat modeline göre temsil ııııştır. ı o7 Söz konusu yalı ile aynı Boğaz ıııek.:1-
eden grup olmuştur. 1 7. yüzyıl ortalarından iti- nını paylaşan Beşiktaş Mevlevlhanesi, özellikle

ISTANBUL'UN MİSTiK TARiHİNDE MEVLEVİHANELER 329


Jscanbul'un külcür hayacına damgasmı vuran veyetişCirdikleri öğrencıleniıe Türk musıkfsimiı pek çok eserini nocaya aldırcarak
kaybolmakcan kurcaran üç büyük Mevlevi şeyhıiıden günümüze kalan son bir lıaara: (soldan sağa ocuranlar) Yenikapı Mev­
levihıinesi postnişini Mehmed Celaleddin Dede, Bahar{ye Mevlevihıinesi postnişini Hüseyin Fahreddin Dede ve Galata Mev­
levihdnesipostnişini Mehmed Ataullah Dede.

Eyyubi Mehmed Dede ve oğlu Ahmed Dede'nin içinde adı çeşitli söylentilere kanşmış bir kişidir.
meşihat yılları boyunca, Osmanlı üst tabaka Tokat Mevlevihanesi postnişini iken. aynı za­
kültürünün birbirini bütünleyen farklı iki boyu­ manda bölgenin önde gelen ayanlarından ol­
tunu temsil etmişlerdir. Ne var ki 1 9 . yüzyıla ması nedeniyle Mevlevi dervişlerini adeta birer
gelindiğinde, Çırağan Yalısı'nın Çırağan Sara­ devlet memuru gibi kullanmış, halkın yaşam
yı'na dönüşmesiyle birlikte dergah, bu eşsiz gü­ tarzına ters düşen hareketlerinden dolayı gide­
zellikteki mekanı Tanzimat modernleşmesinin rek artan şikayetler sonucunda Ebubekir Çelebi
yeni sembolüne terk etmek zorunda kalacaktır. tarafından meşihati kaldınlarak şehirden ayrıl­
ı 764'de Eyyubi Mehmed Dede ailesinin mak zorunda bırakılmıştır. ı os Abdülahad De­
meşihat dönemi sona erince dergah, kısa bir de'nin Beşiktaş Mevlevihanesi postnişinliği iki
süre Abdülahad Dede 'nin yönetiminde kalmış yıla yakın sürer. Bu kısa dönemde çevresine
ve ardından Ahmed Dede'ye bağlı Trablus kö­ rind meşrep Mevlev11eri toplayarak dergahı,
kenli şeyh ailesinin denetimine geçmiştir. Ab­ Osmanlı üst tabakasının ilgi odağı haline getir­
dülahad Dede ( 1 1 80/ 1 766) , Mevlevi tarikatı meyi başarmıştır. ı 09

330 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Beşiktaş Mevlevlhanesi, 1 766'da Ahmed rından bağımsız bir örgütlenme yapısına sahip
Dede'nin postnişinliğe atanmasıyla 1 853 tari­ bulunan Beşiktaş Mevlevihanesi, ilk defa Yu­
hine kadar dergah yönetimini elinde tutacak suf Dede'nin damadı Mehmed Dede aracılığıyla
olan Trablus kökenli ünlü bir Mevlevi şeyh ai­ 1 8 1 0'dan 1 8 1 6'ya kadar Galata Mevlevihane­
lesinin denetimine girer. Bu ailenin bir kolu da si meşihati üzerinde söz sahibi olmuştur. Kuş­
Galata Mevlevlhanesi meşihatini üstlenerek, kusuz böyle bir ortak yönetim kurulmasında en
1 8 1 0- 1 8 1 6 yılları arasında her iki dergahı or­ büyük etken, Yusuf Dede ailesinin temsil ettiği
tak bir yönetim çatısı altında birleştirmiştir. Ah­ kan bağına dayalı meşihat modelini, çokmer­
med Dede ( 1 1 8511 7 7 1 ) , Mevlevlliğin Akdeniz kezli bir dergah organizasyonu içinde yaygın­
coğrafyasındaki en önemli merkezleri arasında laştırma politikasından kaynaklanmaktadır.
bulunan Trablus Mevlevlhanesi'nde yetişmiş Beşiktaş Mevlevihanesi tarihini bu dönemde
ve Kuzey Afrika'da kökleşen Mevlevi kültürü­ yakından ilgilendiren bir diğer olay da, lll. Se­
nün istanbul'a girmesinde başlıca rolü oyna­ lim tarafından Çırağan Sarayı'nın genişletilmesi
mıştır. Bir diğer önemli özelliği ise, Beşiktaş sırasında dergahın yeniden inşa ettirilmesidir.
Mevlevlhanesi'nin 1 8 . yüzyıl sonlarına doğru 1 9 . yüzyıl başlarında ııı. Selim'in kızkardeşi
karşılaştığı ekonomik sorunları aşabilmek için, Beyhan Sultan'a ait bulunan Çırağan Sahilsa­
dergaha ait vakıf gelirlerinin düzenli şekilde rayı, daha geniş ölçekte inşa edilmek amacıyla
toplanmasını sağlamasıdır. Bu konuya ilişkin 1 802'de yeniden ele alınmış ve Kocaeli sanca­
olarak Ill. Mustafa'ya yazdığı 2 7 Safer 1 1 80 ğı mutasarrıfı Tahir Paşa bu işle görevlendiril­
tarihli arzuhalde, Beşiktaş Mevlevihanesi va­ miştir. ! ı 3 önce saraya bitişik Rodoslu Yalısı
kıflarının Balıkesir'deki izmirlioğlu Hamza Bey yıktırılarak yerine mabeyn dairesi yaptırıl­
evkafına ait Çırakçı mezraası üzerindeki tasar­ mış, ı ı 4 ve bu bina ile saray aras ı nda kalan Be­
ruf hakkının kendi adına yeniden tescilini iste­ şiktaş Mevlevihanesi de söz konusu yapı grup­
mektedir. ı ı o Vefatıyla yerine oğlu Yusuf Zühdi larıyla mimari estetik açısından uyum sağlaya­
Dede ( 1 232/ 1 8 1 6) , ailenin dergah yönetimin­ bilecek şekilde düzenlenmiştir.' ı s Dergaha ait
deki ikinci kuşak temsilcisi olarak geçer. Hem şeyh dairesi ve 1 2 adet derviş hücresinin, bu
tanınmış bir hattat, hem de Mesnevf'ye yazdığı imar faaliyetleri sırasında baştan sona yenilen­
Arapça şerh ile bu alandaki gücünü kanıtlamış diği görülmektedir. ı ı6 Bu tamire ilişkin Es'ad
bir mutasavvıftır. t ı ı Hat ve nakış sanatında Efendi'nin düştüğü tarih şöyledir: "Çıkıb bir
pek çok Mevlevi dervişi yetiştirmiştir. Bunlar pfr-i rıJ.şen-dfl didi tarfh-i itmamın I Yeniden
arasında, Yenikapı Mevlevihanesi müntesiple­ kıldı bu dergah-ı piri Şeb Selfm bünyad. " ı ı 7
rinden hattat Leylek Hasan Dede ile Beşiktaş lnşaati 1 804'te tamamlanan Çırağan Sarayı ı ı s
Mevlevlhanesi dervişlerinden Said Efendi zik­ bünyesindeki Beşiktaş Mevlevihanesi · nin, sa­
redilebilir. t ı 2 Yusuf Zühdi Dede'nin meşihat ray yap ı ları içindeki konumunu Bostancıbaşı
dönemi, kendileri de birer Mevlevi olan ili. Se­ Defterleri'nden öğrenmek mümkündür. 1 809-
lim ve il. Mahmud'un saltanat yıllarına rastla­ ı 8 ı 4 yılları na tarihlendirilen üç ayrı defterde
ması bakımından önem taşır. Bu tarihe gelince­ dergah, sarayın ana binası ile ıııabeyn dairesi
ye değin lstanbul'daki diğer Mevlevi dergahla- arasındaki bölgede gösterilmektedir. ı 1 9

İSTANBUL'UN MİSTİK TARİHİNDE MEVLEVİHANELER 331


ğinde sembolize etmiştir. Mehmed Kadri Dede
döneminde dergah, ı 22 Çırağan Sarayı' nı geniş­
letmek amacıyla il. Mahmud tarafından yıktı­
rılmıştır. Bu imar faaliyetleri sırasında mevlevi­
hane yakınındaki 1 6. yüzyıla ait Hanım Kadın
Mescidi ile Mısır tüccarlarından Eğribozlu el­
Hac Ahmed Ağa'nın 1 765'de yaptırdığı mek­
tep de saray arazisine katılmışlardır.123 Bu ara­
da dergah, geçici olarak 1 836'da sarayın bitişi­
ğindeki Musahib Abdi Bey Yalısı'na taşınır. il.
Mahmud, mevlevihane olarak kullanılan bu

Mevlevi zerefetı; /stanbul kültürünün incelmişyönünü temsil ed(yor­ yalıda Mehmed Kadri Dede'yi hemen her hafta
du. Bu zerefetin ortadan kalkmasıyla gündelik hayatın bütün bir ziyaret etmiş ve 1 839'da kendisinin de katıldı­
defferler sistemi önce insanın ruhundan, ardından da şehre kimlik
ğı bir mukabelede İsmail Dede'nin ferahfeza
veren can damarlanndan çekilerek geriye sagır ve kör bir kalabalı.tın
hayat düzenini bıraktı. ayinini izlemiştir. 1 850'de vefat eden Mehmed
Kadri Dede, önce dergahın türbesine defnedil­
Yusuf Zühdi Dede 'nin vefatıyla boşalan miş, fakat 1 867'de dergaha ait müştemilat Ab­
meşihat makamına damadı Mahmud Dede dülaziz tarafından Çırağan Sarayı'nın yeniden
( 1 234/ 1 8 1 8) atanır. önce Mehmed Ruhi De­ inşası amacıyla tekrar yıktırılınca, Üsküdar
de'nin yerine Galata Mevlevlhanesi postnişinli­ Mevlevihanesi türbesine nakledilmiştir. 1 24
ğine getirilen Mahmud Dede, daha s o n ra Trabluslu Ahmed Dede ailesinin Beşiktaş
1 8 1 6'da yerini Kudretullah Dede'ye bırakarak, Mevlevihanesi'ndeki son temsilcisi, Mehmed
Beşiktaş Mevlevihanesi şeyhliğini üstlenmiş ve Said Dede ( 1 2 70/1853) 'dir. Mehmed Kadri De­
bu görevini ancak iki yıl sürdürebilmiştir. Tari­ de'nin kardeşi Hacı Süleyman Efendi, abisinin
kat geleneğine göre Mahmud Dede'nin maka­ vefatıyla boşalan meşihat makamına geçmek
mına oğlu Mahmud Said Dede getirilmek isten­ üzere sadarete başvurmuş ise de, 1 25 dergah me­
miş ise de, yaşça küçüklüğü nedeniyle posta şihatnamesi Said Hemdem Çelebi tarafından
oturması 1 850 'ye kadar mümkün olamamış, Mehmed Said Dede'ye gönderilmiş ve 1 3 Receb
bu süre zarfında Beşiktaş Mevlevihanesi şeyh­ 1 2 67'de Galata Mevlevihanesi şeyhi Kudretul­
liği Mehmed Kadri Dede ( 1 26 71 1 850) tarafın­ lah Dede'nin de hazır bulunduğu bir törenle ken­
dan yürütülmüştür. 1 20 Kaynaklarda daha çok disine verilerek resmen 1 7 Receb 1 2 6 7' de Be­
Abdülkadir Dede şeklinde geçen Mehmed Kad­ şiktaş Mevlevihanesi postnişinliğine atanmış­
ri Dede, Yenikapı Mevlevihanesi mensupların­ tır. 1 2 6 Kısa meşihati süresince dergaha ilişkin
dandır. ı 2 1 Bu dergahın 1 9 . yüzyıldaki ünlü kayda değer bir olaya rastlanmaz. Vefatıyla yeri­
postnişini Osman Salaheddin Dede'yi yetiştir­ ne oğlu neyzen Yusuf Paşa geçmek istemiş, fa­
miş ve bir bakıma 1 8 1 8- 1 850 tarihleri arasın­ kat Mızıka-i Hümayfın hocalanndan olduğu için
da Yenikapı ile Beşiktaş mevlevihanelerinin saraydaki resmi görevinden ayrılması Abdülme­
kültürel dolaşımlarındaki ortak neş'eyi kişili- cid tarafından uygun bulunmamıştır. 1 2 7 Böylece

332 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT .


Trabluslu Ahmed Dede ailesinin Beşiktaş Mevle­
vihanesi'ndeki meşihat dönemi sona erer.
Dergah yönetimini üstlenen üçüncü büyük
şeyh ailesinin ilk temsilcisi. Hasan Nazif De­
de'dir. Bu aile 1 853'den tekkelerin kapatıldığı
1 925 tarihine kadar önce Beşiktaş, ardından da
Bahariye Mevlevihiinesi meşihatini yürüten
şeyhleri yetiştirmiş ve son dönem İstanbul
Mevleviliğinde Ehl-i beyt aşığı tasavvuf züm­
resinin en güçlü sözcüsü kabul edilmiştir. Kü­
tahya'dan Mora Yenişehiri'ne göç etmiş Mah­
mud Efendizade el-Hac Halil Efendi'nin oğlu
olan Hasan Nazif Dede ( 1 2 781 1 86 1 ) . uzun yıl­
lar buradaki Horasani Aziz Efendi medresesin­
de müderrislik yapmış. fakat meşrep bakımın­
dan zahir ulemasıyla anlaşamadığı için, önce
Hacı Bektaş Asitanesi ' ne gitmiş, oradan da
Konya·ya geçerek Said Hemdem Çelebi'ye inti­
sap etmiştir. ı 2 s Daha sonra Konya'da çile çı­ Bahariye Mevlevfhdnesi post111Şi11i Hüseyılı Fahreddt11 Dede, babası
Hasan Nazif Dede'de11 miras kala11 rind-meşrep Mevlevtlik a11 -
kartıp, Aşçıbaşı Nesib Dede'den hilafet almış ve
layış111111 lstanbu/ kültür hayat111daki so11 büyük sözcüsü idı: Venikapı
1 852'de Mora Yenişehiri'ndeki mevlevlhaneye Mev/evthdnesi mensuplann111 tersine lttılıadçılarda11 uzak durdu ve
postnişin olarak atanmıştır. Burada ancak bir Veled Çelebiye rağmen Bahar(ye Mevlevfhd11esi'11i s(yaserc karıştır­
madı.
yıl görev yapabilen Hasan Nazif Dede ' n i n ,
1 853'de Mehmed Said Dede'nin vefatıyla bo­ bir tasavvuf anlayışını, gerek Divdn'ıııdaki şiir­
şalan Beşiktaş Mevlevihanesi'ne atanmasıyla lerinde, gerekse Mevlevilik erkanı üzerine yaz­
birlikte. istanbul Mevlevlliğinde Ehl-i beyt yan­ dığı Tarjfü 's-Suluk adlı eserinde izleyebiliriz.
lısı tasavvuf kültürünü yeniden canlandırdığı Söz konusu Divdn 'ında yer alan şiirlerini Ha­
ve örgütlenme faaliyetlerini sürdüren Bektaşller şim Bey'in suzinak ayini olarak bestelemesi
ile ilişki kurarak, her iki zümreyi birbirine ya­ üzerine. istanbul'daki bazı zi\hid Mevleviler çe­
kınlaştırabilecek ortak bir zeminin oluşmasına lebilik makamına müracaat ederek, bu eserin
öncülük ettiği görülmektedir. Beşiktaş Mevlevi­ icra edilmesini engellemişlerdir. ı 29
hanesi' nde başlayıp Kasımpaşa ve Bahariye Saltanat d ö n e m i n i n s o n l a rı na doğru
Mevlevihanelerinde devanı eden bu Bektaşi 1 859'da Abdülnıecid'in yıktırarak yeniden in­
meşrep Mevlevilik anlayışı. Galata Mevleviha­ şasını planladığı Çırağan Sarayı' ndaki imar fa­
nesi'nin son postnişini Ahmed Celaleddin De­ aliyetlerinin, Beşiktaş Mevlevilıanesi'ne hangi
de'nin kişiliğinde, tekkelerin kapatıldığı ı 925'e ölçülerde yansıdığı bilinmemektedir. Ancak pa­
kadar istanbul'un mistik hayatına damgasını dişahın vefatıyla yarım kalan bu faaliyetler sı­
vurmuştur. Nazif Dede'nin Ehl-i beyt eğilimli rasında dergahın, Nazif Dede tarafından yüklü-

İSTANBUL'UN MİSTİK TARiHİNDE MEVLEVİHANELER 333


ce bir borç altına girilerek tamir ettirildiğine da­ 1 864'ten itibaren Abdülaziz'in başlattığı Çıra­
ir elimizde bilgiler mevcuttur. 1 30 ğan Sarayı i n şaatı t 32 nedeniyle, dergahın
1 8 6 1 'de vefat eden Nazif Dede'nin posnı­ 1 868'de yıktırılarak tarihe karışınasıdır. 1 33 Be­
na, o tarihte henüz çok küçük olan oğlu Hüse­ şiktaş Mevlevihanesi, yıkılmadan önceki son
yin Fahreddin Dede oturur. 1 3 t Yaşça dergahı durumuna göre, ana binası di kdörtgen planlı
yönetecek durumda bulunmaması nedeniyle ahşap bir yapı olup üzeri kırık çatıyla örtülü­
Sadreddin Çelebi tarafından kendisine Raşid dür. ön cephesinde iki basamakla çıkılan ve
Dede naib tayin edilmiş ve veki\leten yönetilen yanlarda sağlı sollu pencerelerin bulunduğu
bu meşihat dönemi, 1 8 7 1 'e kadar sürmüştür. yuvarlak kemerli bir kapısı vardır. Bu çift ka­
Bu d ö n e m i n kuşkusuz en ö n e m l i olayı , natlı yapıdan kare planlı semahaneye girilir.

334 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


Bahariye Mevlevihdnesı; tadkat külliYelen· içinde !stanbu/'a hasyalı miman'sıilin bürün özel/iklerin iyansuan son
örnekci. KülliYenin Haliç'e bakan yönünde selamlık, semahane ve harem k/S/mları tıpkı BoğazıÇiyalıları gibi
• sıralanıyordu. Eyüb 'ün manevi dokusu içineyerleşen bıı escetik jfade zincirı; önceyanlış bir modenılc,rnıc
hevesinin insefına terkedi/dı; ardından çağdaş çevre düzenlemesi ad{ylayünicülen kültürsüzleşme operasyonuyla
ortadan kaldınldı.

Semahanenin sol tarafında mihrap ve yanında­ mevlev1hane türbesinde araştırmalar yapmış


ki merdivenle çıkılan ahşap mutnb mahfili bu­ ve bilinmeyen bir nedenle dergah postnişinleri­
lunur. Her iki tarafından duvarlarla destekle­ ne ait pek çok mezaıtaşı bu sırada parçalanmış­
nen bu bölüm, semahanenin içinden ayrıca iki tır. 1 35 Uzun yıllar Çırağan Sarayı'nın yıkınt ı ları
sütunla taşınmakta olup, üç adet pencereye sa­ arasında kalan bu mezaıtaşları . Çı rağan Palas­
hiptir. Semahanenin diğer kapılarından ise , Kempinski Oteli'nin inşaatı sıras ı nda enkaz al­
dergaha ait iki ayn binaya geçilmektedir. ı 34 tından çıkartılarak 7 Kas ı nı 1 9 8 7 'de Galata
Mütareke yıllarında Çırağan Sarayı'na yer­ Mevlevlhiinesi hazircsinc nakledil ı ııişlcrdir. 1 3o
leşen bir Fransız istihkam birliği, üzerine Abdü­ 1 7 . yüzyıldan beri Boğaziçi'nde faaliycı
laziz' in kemer çektirerek korumaya aldırdığı gösteren Beşiktaş Mevlevilıanesi. 1 868'dc bu

İSTANBUL'UN MİSTİK TARİHİNDE MEVLEVİHANELER 335


tarihi mekandan ayrılarak, önce Fındıklı'daki di'den Farsça ile Fransızca, Osman Salaheddin
Karacehennem İbrahim Paşa Konağı'na taşın­ Dede'den Arapça, Abdurrahman Sami Pa­
mış ve buradan da 1 8 72 'de Maçka'daki yeni şa'dan Mesnevi ve Yenişehirli Avni Bey'den ta­
binasına geçmiştir. Dergahın Raşid Dede tara­ savvuf dersleri alarak öğrenimini tamamlarnış­
fından vekaleten yönetimi bu tarihte sona er­ tır. ı 40 Türkçe ve Farsça şiirlerini kendisine ait
miş olup Hüseyin Fahreddin Dede asaleten Mecmua'sında toplayan Fahreddin Dede, asıl
postnişinliğe atanmış ve 27 Şevval 1 286 Çar­ ününü musıkl sahasında yapmıştır. Çalışındaki
şamba günü icra edilen ilk ayin-i şerifi yönet­ kıvraklık ve sazına olan hakimiyeti nedeniyle
miştir. Maçka Mevlevihanesi olarak da anılan musıki tarihimizin yetiştirdiği en önemli ney­
bu dergah hakkında, hiçbir bilgi mevcut değil­ zenlerden birisi kabul edilir. ı 4 ı Beşiktaş Mevle­
dir. Günümüzde İTÜ Maden Fakültesi'nin bu­ vihanesi postnişini Mehmed Said Dede'nin oğ­
lunduğu alanda kurulduğunu bildiğimiz mevle­ lu Mızıka-i Hümayun feriki Yusuf Paşa ile der­
vihane, ancak 1 8 74 · e kadar ayakta kalabilmiş gahın neyzenbaşısı Salih Dede'den ney, Zekai
ve bu tarihte arsasına askeri kışla yapılmak Dede ve Mutafzade Ahmed Efendi'den musıki
amacıyla yıktırılmıştır. Bunun üzerine Fahred­ teorisi, ayrıca Şeyh Abdülhalim Efendi'den
din Dede ailesiyle birlikte, babası Nazif Dede Hamparsum ve fülütist Ratib Efendi'den Batı
müntesiplerinden Hüseyin Efendi'nin Eyüb Ba­ notasını öğrenen Fahreddin Dede, Chopin'in
hariyesi' ndeki yalısına ve dervişleri de yine ay­ eserlerini çalabilecek kadar da Avrupa müziği­
nı yerdeki Hatab Emini Mustafa Efendi 'ye ait ne vakıftır. 1 42 Bestelediği acem-aşiran ayini,
yalıya yerleşmişlerdir. ı 3 7 Daha sonra dergah, gereksiz ayrıntılardan arınmış, kendi içinde
yapımı 1 8 77'de biten yeni binasına taşınarak, sağlam bir denge ve ifade gücüne sahip bulu­
1 8 Rebiülevvel 1 2 9 4 Çarşamba günü icra edi­ nup, Mevlevi musikisinin son dönem Osmanlı
len mukabele ile açılmış ı 3s ve faaliyetlerini kültüründe vardığı en yüksek aşamayı sembo­
1 925'e kadar aralıksız sürdürmüştür. lize eder. Onun bu alandaki başarısı Bahariye
Bahariye Mevlevihanesi'nin ilk postnişini Mevlevihanesi'ni, aralarında Yenikapı Mevle­
Hüseyin Fahreddin Dede ( 1 3291 1 9 1 1 ) , Beşik­ vihanesi şeyhi Mehmed Ataullah Dede'nin de
taş Mev!evihanesi'nde Nazif Dede ile Zübeyde bulunduğu ve Medeni Aziz Efendi, Tanburi Ka­
Havva Hanım'ın oğulları olarak 1 854'de dün­ mil Bey, Yeniköylü Hasan Efendi, Bolahenk
yaya gelmiş, Mevlev1lik icazetini teberrüken Nuri Bey, Dr. Suphi Ezgi ile Rauf Yekta gibi ta­
babasından almıştır. Nazif Dede'nin vefatında nınmış isimlerden meydana gelen aydın bir
henüz sekiz yaşında bulunduğu için Sadreddin çevreyi bünyesinde barındıran, istanbul'un
Çelebi tarafından kendisine dergahın Aşçıbaşı­ bellibaşlı musıki merkezlerinden birisi durumu­
cısı el-Hac Raşid Dede vekil tayin edilir. Daha na getirmiştir. ı 43
sonra Afyonkarahisar Mevlevihanesi şeyhi Ke­ 1 8 72 'de Maçka Mevlevihanesi postnişini
maleddin Dede ile Mısır Darülmevlevisi postni­ iken Osmanlı Salaheddin Dede'nin kızı Fatma
şini Azmi Dede'den icazet yenileyen Fahreddin Aliye Hanını ile evlenen Fahreddin Dede, ı 44
Dede, ı 39 Beşiktaş Rüşdiyesi'ne devanı ederek Yenikapı Mevlevihanesi'nin 19. yüzyıldaki bu
buradan mezun olmuş, Hintli İskender Efen- ünlü şeyh ailesiyle yakın akrabalık ilişkisi kur-

336 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


Eyüb 'deki Bahariye Mevlevihdnesi'nin günümüzde mevcut olmayan semahane-türbe binası. Haliç kıyısında ahşap yalı
mimansinin seçkin bir örneği dummundaki buyapı, Cumhunjet döneminin çarpık şehircilik anlayışına kurban edilerekyıktınl­
dı ve böylece köklü bir tanhin son izleri de lstanbul hayatından silindi

muş ise de, söz konusu aile, hiçbir zaman Ba- diğer farkWık da. siyasi hayat içindeki konum-
hariye Mevlevlhanesi üzerinde ortak meşihat landır. Daha 1 8 . yüzyıl sonlarından itibaren
anlamına gelebilecek bir idari tasarrufta bulun- Ebubekir Dede aracılığıyla Osmanlı modernleş-
mamıştır. Kuşkusuz bunda, her iki dergahı mesinin siyasi tercihlerinden yana bir tavır ser-
temsil eden farklı meşrepteki Mevlevilik anlayı- gileyen Yenikapı Mevlevihanesi, özellikle Sala-
şının da büyük rolü vardır. Yenikapı Mevlevi- heddln Dede döneminde açıkça jön Türkler'in
hanesi, son dönem İstanbul Mevlevi kültürün- destekçisi olmuş ve anayasacı düşünce akımla-
de, tarikatın geleneksel tasavvuf yorumunu rı ile masonluğu, temsil ettiği geleneksel tasav-
sürdüren bir merkez olarak dikkati çekerken, vuf kültürüyle bütünleştirerek, tipik bir Tanzi-
Bahariye Mevlevlhanesi daha çok Ehl-i beyt mat kurumuna dönüşmüştür. Buna karşın Ba-
bağlılığı temelinde gelişen Bektaşi-Melami hariye Mevlevlhanesi, Fahreddin Dede'nin ki-
meşrep Mevlevlliğin .odaklandığı bir dergah gö- şiliğinde odaklanan bir tutumla gündelik siya-
rünümü kazanmıştır. 1 45 Sabfıhi Ahmed Dede setin dışında kalma ilkesini benimsemiş, dola-
ile 1 7. yüzyılda Yenikapı Mevlevihanesi'nde yısıyla Yenikapı Mevlevihanesi'nden daha ba-
şekillenen Bektaşi meşrep Mevlevilik anlayışı, ğımsız bir çizgi izlemiştir.
asıl gelişimini Beşiktaş Mevlevihanesi'nde Ha- Topografık konum itibariyle Beşiktaş Mev-
san Nazif Dede'nin postnişinliği döneminde levihanesi'nin mimari özelliklerini belirleyen ko-
göstermiş ve Bahariye Mevlev!hanesi, 1 9. yüz- şullar, Bahariye Mevlevihaııesi için de geçerlidir.
yıl sonlarından itibaren bu kültürel mirası de- Bu açıdan her iki dergah da, Boğaziçi ve Haliç
vam ettirmiştir. Her iki dergah arasındaki bir kıyılannda şekillenen üst tabaka yaşam üslubu-

ISTANBUL'UN MiSTİK TARiHİNDE MEVLEviHANELER 337


nun temel konut tipi sayılabilecek yalı mimarisi­ dergah, önemli bir tamir görmüştür. Haliç'in
ne özgü bir sivil mekan organizasyonuna sahip­ rutubetinden çok çabuk etkilenen binalar 11.
tir. Ancak Bahariye Mevlevihanesi'ni meydana Meşrutiyet yıllarında harap bir duruma gelmiş
getiren yapı grubu içinde hiç kuşku yok ki ha­ ve bunun üzerine Evkaf-ı Humayün Nezare­
rem dairesi bu sivil mimari anlayışına uygun bir ti'nin 26 Muharrem 1 32 6 tarihli kararıyla ge­
örnek olarak öne çıkmakla birlikte, tarikatın niş kapsamlı bir tamirata başlanmıştır. Masraf­
mistik karakterini yansıtan geleneksel yapılar da ları 11. Mahmud vakfından karşılanmak üzere
bütünsel dokuyu tamamlayacak yönde, söz ko­ 2 1 3.000 kuruş bedelle Kosti Avram Kalfa'ya
nusu plan organizasyonuna katılmışlardır. ihale edilen bu restorasyon projesi, 148 dergahta
Mevlevıhanenin 1 877'de kurulan ilk bina­ bazı yapısal değişikliklere yol açmış ve mevle­
ları, semahane, türbe, 1 8 derviş hücresi ve mat­ vihane bu son şekliyle Cumhuriyet'in ilk yılla­
bah-i şeriften ibarettir. Kısa bir süre sonra il. Ab­ rına kadar gelebilmiştir. Tamiratın başlamasıy­
dülhamid, güney cephesi Haliç'e bakan üç katlı la birlikte Fahreddin Dede ve ailesi, harem da­
bir harem ve selamlık dairesi inşa ettirmiştir. Yir­ iresinden çıkarak geçici bir süre Pertev Bey'in
mi sekiz odalı bu yalının ilk iki katının harem Bahariye'deki yalısına taşınırlar. 1 49 Tek katlı
kısmına aynldığı ve bunun üstündeki katın da olarak inşa edilen selamlık dairesinin 1 8 Ra­
Fahreddin Dede'ye ait selamlık dairesi olarak mazan 1 32 7 'de tamamlanması üzerine Fah­
kullanıldığını biliyoruz. Nitekim 1 889'da istan­ reddin Dede, önce bu yapıya yerleşmiş ve ar­
bul'a ziyaret için gelen ve Bahariye Mevleviha­ dından 1 8 Zilhicce 1 32 7'de ailesiyle beraber
nesi'nde uzunca bir süre misafir kalan Veled Çe­ yeni harem binasına geçmiştir. ı 50 Nihayet in­
lebi de, yapıyı bu şekilde tarif etmektedir. ı 46 Bu­ şası 1 3 Zilkade 1 328'de bütünüyle tamamla­
rada görüldüğü gibi harem ve selamlık daireleri­ nan mevlevihane, Sultan Reşad'ın da katıldığı
nin aynı mimari program içinde geniş ölçekli bir büyük bir törenle açılmıştır. 1 5 ı Fahreddin Dede
yapı tipini oluşturmalanndaki en önemli etken, bu töreni Mecmüa'sında ayrıntılarıyla anlatır.
şeyh ailelerinin ı 7. yüzyıldan itibaren dergah Alaturka saat 7 .30'da okunan ezanı takiben
yönetimini ele geçirerek büyük gruplar halinde davetliler semahaneye girmişler ve saat 8 . 00
içe dönük bir yaşam tarzını sürdürmeye başla­ sularında Sultan Reşad'ın saltanat kayığı der­
malandır. Daha önce tarikatin tarihinde rastla­ gah rıhtımına yanaşmıştır. Aralarında şeyhü­
madığımız böyle bir sosyo-kültürel olgunun or­ lislam Musa Kazım Efendi ile Evkaf Nazın Şerif
taya çıkmasıyla, İstanbul mevlevihanelerindeki Haydar Bey'in de bulunduğu kalabalık bir
barınma ihtiyacına yönelik bu tür mekanlar gi­ Mevlevi zümresince karşılanan padişaha Fah­
derek önem kazanmışlardır. 1 885 tarihli sayıma reddin Dede tarafından buhurdanlık tutulmuş
göre Bahariye Mevlevihanesi'nde sürekli ikamet ve ardından semahaneye geçilerek düzenlenen
eden 24 kişilik bir nüfus yoğunluğu, ı 4 7 bize en tören izlenmiştir. Tören , Fahreddin Dede'nin
genel hatlarıyla bu toplu yaşam tarzının gerek­ eniştesi Şevki Efendi, Teşvikiye Camii başmü­
tirdiği geniş ölçekli konut tipi hakkında ayrıca ezzini Hafız Şükrü Efendi ve Galata Mevleviha­
somut ipuçları vermektedir. nesi hatibi Tahsin Efendi tarafından okunan
Fahreddin Dede 'nin meşihat döneminde mevlüd ile açılmış, Balaban Tekkesi şeyhi Hüs-

338 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Bahariye Mevlevihdnesi'nin harem kısmı, Cumhunjet döneminde terkedildikten sonra hızla harap olmaya başlamıştı. Terkedilen
tanh, kendisini hatırlamak istemeyenlere çıplak, anlamsız ve bir o kadar insani kimliğıiıden uzaklaşmış bır şehir coğrq/jası ar­
mağan etmekte gecikmeyecektı:

nü Efendi'nin duasıyla birlikte Bahariye Mevle­ meyille Bahariye Adaları' nın karşısına düşen
vlhanesi kudümzenbaşısı Zekiil Dede'nin oku­ Haliç kıyısına kadar uzanır. Topografık komım
duğu na't-i şerife geçilerek ısfahan ayini icra itibariyle, Silahtarağa Caddesi yönünde uzanan
olunmuştur. Ayinin bitiminden sonra ayrıca bahçe tarımına elverişli doğal bir kuşakla çevri­
Kocamustafapaşa Asitanesi postnişini Mehmed li bulunan mevlevihanenin asıl yapıları, kıyı
Kutbeddln Efendi tarafından Sünbüll devranı şeridinde yoğunlaşmıştır. Bu yapılar moloz taş
ve kıyam tevhidi icra edilerek semahanedeki örgülü bir rıhtım boyunca doğu-batı yönünde
tören son bulmuştur. ı s2 sıralanan harem, semahane-türbe ve selamlık
Bahariye Mevlevihanesi, 1 9 1 O ' daki bu dairelerinden meydana gelirler. ı 53 Rıhtım vası­
büyük tamir faaliyetiyle son şeklini almış, tasıyla Haliç'e açılan dergah kompleksinin asıl
1 92 5 tarihine kadar da önemli bir değişiklik giriş kapısı ise, Silahtarağa Caddesi'nden kıyıya
geçirmemiştir. Elimizdeki mevcut bilgiler çerçe­ doğru uzanan Mevlevihane Çıkmazı ' nın so­
vesinde dergahın topografık konumu ve yapı­ nunda yer almaktadır.
ları hakkında şu genel değerlendirmeyi yapabi­ Günümüzde mevcut bulunmayan cümle
liriz: Mevlevihane, Haliç'irı Kağıthane kıvrı­ kapısı, 1 9 1 0 tamiratı sırasıııda Sultan Reşad
mındaki Bahariye mevkiinde yer almaktadır. tarafından neo-klasik üslupta inşa ettirilmiştir.
Kara tarafından Silahtarağa Caddesi ile sınırla­ Kesme köfeki taşından yaptırılan kapınııı basık
nan dergaha ait saha, güneye doğru lıafıf bir kemerli açıklığı üzerinde, dikdörtgen bir bordür

İSTANBUL'UN MİSTİK TARİHİNDE MEVLEVİHANELER 339


Mimar Kemaleddin 'ılı eseri olan Bahariye Mevlevlhıinesi mescıdı; mütevazi mimaris(yle kü/l(yenin merkezindeyer alıyordu.
Bugün ise, mevlevfhıineninyok edilmes(yle kendisine ancak hayatm kıyısmda biryer bulabildi.

içine yerleştirilmiş 1 328/ 1 9 1 0 tarihli ta'lik ki­ nümüzde bu mahfil mevcut değildir. Mescidin
tabenin tarih beyti şöyledir: "Baş keser derviş­ kuzeybatı köşesindeki küçük minare ise, yapı­
ler tanlıine Remzi hemıin / Oldu ılıyıi gel cıi-yi ya sonradan eklenmiştir.
naz!f-i Mevlevi. Bu kitabeyi, zemini küre şek­
" Mescidin yanında iki grup halinde doğu­
linde kabartılmış Sultan Reşad'ın tuğrası ve da­ batı yönünde sıralanan derviş hücreleri yer al­
ha üstte de sivri kemerli bir alınlık tamamla­ maktadır. Birinci grup üç hücreden ibaret olup,
maktadır. neyzenbaşı, kudümzenbaşı ve aşçıdedeye aittir.
Cümle kapısının solunda, meydan-ı şerif Diğer grup ise on beş hücreden meydana gelir
olarak kullanılan tuğla duvarlı mescid vardır. ve her iki gruptaki hücre adedi, "Nezr-i Mevla­
Neo-klasik üslupta inşa edilen kare planlı yapı, na "ya tekabül eden 1 8 sayısını verir. Hücrelerin
iki köşesi kesilmek süretiyle dar kenarlı bir altı­ iç avluya bakan cephesi, ahşap direkli bir sakıf­
gen şeklini almıştır. ı 54 Cephe duvarları sivri la çevrelenmiş ve bu sakıf, yapı grubuyla güne­
kemerli ikişer pencere ile donatılan yapıya, do­ ye kıvrılarak birbirine bitişik somathane ile mat­
ğu yönündeki çift kanatlı bir kapıdan girilir. Bu bah-ı şerifi kuşatmıştır. Tek katlı ahşap yapılar­
basık kemerli giriş kapısı doğrudan ana meka­ dan meydana gelen bu kitlenin güneyinde, der­
na açılmakta ve güneyinde mihrap ile kuzeyin­ gahın harem kısmıyla ilişkili bir hamam ile mut­
de ahşap kadınlar mahfili bulunmaktadır. Gü- fak yer almakta ve bu grubu Haliç kıyısı boyun-

340 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


ca doğu-batı yönünde uzanan harem, semaha­ Bahariye Mevlevihanesi'nin semahanesi,
ne ve selamlık daireleri izlemektedir. 1 55 lstanbul'daki Mevlevi dergahları içinde büyük­
Dergahın Haliç kıyısındaki ilk büyük yapı­ lük bakımından Yenikapı Mevlevihanesi sema­
sı, haremdir. Ahşap yalı mimarisinin son ör­ hanesinden sonra gelir. Kare planlı yapının Ha­
neklerinden olan yapı, mevlevihanenin kuru­ liç' e bakan güney cephesinde mihrap ve ku­
luş yıllarında II. Abdülhamid tarafından inşa zeydeki ana girişin hemen solunda da türbe yer
ettirilmiş ve ı 9 ı O tamiratında önemli ölçüde almaktadır. Türbenin aynı mekan organizasyo­
değişikliğe uğramıştır. ı 889 yılında dergahı zi­ nu içinde semahane ile bütünleşmesi, Konya
yaret eden Veled Çelebi, yapının değişikliğe uğ­ Mevlana Asitanesi'nden bu yana Mevlevi der­
ramadan önceki halini görmüş ve harem ile se­ gahlarında uygulanan geleneksel mimari prog­
lamlık dairelerinin aynı bina içinde yer aldıkla­ ramın lstanbul'daki son örneğidir. Aralarında
rını ayrıca hatıratında kaydetmiştir. ı 56 Bu şek­ Beşiktaş Mevlevihanesi postnişinlerinden Meh­
liyle yapı, yirmi sekiz odayı kapsayan ve ilk iki med Said Dede ile Hasan Nazif Dede ' nin de
katı harem, üçüncü katı da selamlık dairesine sandukalarının bulunduğu türbe, bir korkuluk­
ayrılmış tipik bir Boğaz yalısı görünümündedir. la sema alanından aynlmıştır. Türbenin karşısı­
ı 9 1 O tamiratında selamlık dairesi olarak kulla­ na düşen batı yönünde ise, şerbethane ile mes­
nılan üçüncü kat yıktırılarak yapı iki kata indi­ nevihan kürsüsü vardır. ı 58 Söz konusu ettiği­
rilmiş ve üzeri kırık çatıyla örtülmüştür. Haliç'e miz bu bölümler ile asıl sema alanı arasında ka­
bakan güney cephesinde ise, içeri doğru çekil­ lan kısım, mihrap ve kuzey girişi dışında zemin
miş iki adet üst kat balkonu vardır. katı çepeçevre dolanan, mukabeleyi izlemeye
Haremin batısında, güney cephesi dergah gelenlere ayrılmış alçak parmaklıklı bir galeriy­
rıhtımına paralel uzanan iki katlı ahşap sema­ le kuşatılmıştır. Sema alanı çevresindeki,
hane yer alır. Tıpkı harem gibi ı 9. yüzyıl Boğa­ "Nezr-i Mevlana"ya tekabül eden on sekiz adet
ziçi yalılarının mimari özelliklerini barındıran sütun, ikinci kattaki galeriyi taşımakta ve bu
yapının dört ayrı girişi olup bunlardan kara ta­ kısımda, kuzey girişinin her iki yanından mer­
rafındaki kuzey kapısı, semahaneye doğrudan divenle çıkılan, kapı üzerindeki mutrıb heyeti­
açılan ana giriştir. !ki ahşap sütunla desteklen­ ne ayrılmış bölüm ile doğu-batı yönlerinde kar­
miş kırma çatılı bir camekan bölümüne sahip şılıklı konumlandınlmış olan hünkar ve kadın­
bulunan bu kapının üzerinde, Beşiktaş Mevle­ lar mahfili bulunmaktadır. Semahanenin iç
vihanesi'nden getirilmiş ve metni Musa Kazım süslemeleri ise, batı etkisine açık farklı üslupla­
Paşa'ya ait olan 1 859 tarihli kitabe vardır. Bu rın birbirini bütünlediği eklektik bir sanat zev­
ana kapıdan başka yapı, kuzeydoğu ve güney­ kinin klasik Mevlevi kültürüne yansıması şek­
doğu köşelerinde türbe ile üst kattaki hünkar linde kendini gösterir.
mahfılinie açılan iki ayrı giriş ve Haliç yönünde Rıhtım boyunca uzanan yapılar dizisinin
de kadınlar mahfiliyle bağlantılı diğer bir girişe sonuncusu, semahanenin batısında yer alan
sahiptir. ı 5 7 Yapıyı örten kırma çatı üzerinde selamlık dairesidir. Bu yapı, nıevlevilıanenin
ise, Mevleviliği sembolize eden deskarlı bir sik­ kuruluş yıllarında, haremin üçüncü katını işgal
ke bulunmaktadır. etmekte iken, 1 9 1 O'da bağımsız bir bina olarak

İSTANBUL'UN MİSTiK TARiHİNDE MEVLEVİHANELER 341


.....-;_;....� _:. ..,
\ - .....: _ ...,,,...

Bahar(ye Mevlevfhanesi'nin günümüze ulaşamayan selamlık bölümü. Hüseyin Fahreddin Dede 'nin ikametine ayrılan bu
mütevaziyapı, aralarında Raef Yekta ile Dr. Suphi Ezgigıbi üstatların da bulunduğu saz ve söz meclislerine tamk olmuştu.

semahanenin yanında yeniden inşa ettirilmiş­ nemi kapsayan Nazif Dede'nin ı 9 1 5 ' de vefa­
tir. üzeri kırma çarıyla örtülü tek katlı ahşap bir tıyla meşihat makamı, Fahreddin Dede'nin kızı
yapıdır. Merkezi bir sofa etrafında sıralanan al­ Fatma Fasiha Hanım'dan doğma Selman Faik
tı adet odadan ibaret bir mekan organizasyonu­ Dede'ye asaleten geçmiş ise de, bu tarihte yaşça
na sahip olup, kütüphane ve kahve ocağı gibi küçüklüğü nedeniyle dergah önce, Salaheddin
birimleri de bünyesinde barındırmaktadır. ı 59 Çelebi ve ardından da Bahaeddin Dede· nin ve­
1 9 1 0 tamiratına başından sonuna kadar kaleten idaresinde kalmıştır. Salaheddin Çelebi.
nezaret eden Hüseyin Fahreddin Dede 1 9 1 1 'de Mevlana'nın torunu Mutahhara Hatun'a bağlı
vefat edince, yerine oğlu Küçük Hasan Nazif "İnas Çelebileri" kolundandır. önce Afyonkara­
Dede ( 1 3341 1 9 1 5) geçer. Büyükbabası, Beşik­ hisar Mevlevlhanesi postnişinliğinde bulunmuş,
taş Mevlevihanesi şeyhi Hasan Nazif Dede' den ardından da kısa bir süre Bahariye Mevleviha­
ayrılmak için "Küçük" lakabıyla anılmıştır. Na­ nesi meşihatini vekaleten yürütmüştür. Sala­
zif Dede'nin dergahtaki çocukluk ve gençlik yıl­ heddin Çelebi'den sonra dergah meşihatini ve­
larını kapsayan bazı kayıtlar Fahreddin De­ kaleten üstlenen ikinci postnişin, Beşiktaş Mev­
de'nin Mecmua'sında bulunmakla birlikte, daha levihanesi şeyhi Büyük Nazif Dede'nin kardeşi
sonraki postnişinliği dönemine ait yeterli bilgi­ el-Hac Arif Efendi'nin torunu, Bahaeddin De­
den yoksunuz. 1 8 78 ' de dergahta doğmuş ve de'dir. Fahreddin Dede tarafından düzenlenen
henüz yedi yaşında iken 1 885'de sema çıkart­ aile şeceresinde, babasının Ahmed Dede olduğu
mıştır. ı öo Postnişinliği dört yıl gibi kısa bir dö- kayıtlıdır. Bilecik Mevlevihanesi postnişini iken

342 ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


Salaheddin Çelebi' nin yerine vekaleten atanmış derek, arsayı satmışlardır. Bu tarihte mevlevi­
ve tekkelerin kapatıldığı 1 925 tarihine kadar bu hiine arsasına Gislaved ve Aydın Yün Mensu­
görevini sürdürmüştür. Bu tarihten önce, veka­ cat fabrikaları kurulmuş, l 9 70'de ise selamlık
leten temsil ettiği dergah meşihatini tarikat gele­ dairesi ile cümle kapısı yeni mülk sahiplerince
neğine aykırı b i r şekilde Evkaf Nezareti 'ne ortadan kaldınlmıştır. ı67 1 986'da Haliç projesi
onaylatarak asaleten postnişin olan Bahaeddin kapsamına giren mevlevihiine sahasındaki fab­
Dede'nin bu tartışmalı şeyhliği, Mevleviler ara­ rikalar kamulaştırılarak yıktırılmaya başlanmış
sında benimsenmemiş ve Selman Dede son ve bu arada pek çok mezar tahrip olunarak
postnişin olarak kabul edilmiştir. ı 6 t Bahaeddin mescid dışında dergaha ait son tarihsel kalıntı­
Dede'nin bu tartışmalı meşihat dönemine rast­ ların üzerinden buldozerler geçirilmek suretiyle
layan ı. Dünya Savaşı yıllarında dergahın tari­ kültürümüzün bu seçkin müessesesi, çarpık sa­
hini ilgilendiren ilginç bir olayı da burada belirt­ nayileşme ve bilinçsiz şehircilik hevesine kur­
mek gerekir. Savaş süresince Osmanlı ordusun­ ban edilmiştir.
da görev yapan Birinci Kolordu'ya bağlı Alman
Subaylara, dergahın selamlık dairesi karargah lstanbul, 4 (Ocak 1 993) , s. 1 1 9- 1 3 1 ;

olarak tahsis edilmiş, aynı bölgede yer alan 6 (Temmuz 1 993), s . 1 29 - 1 3 7

Taşlıburun Tekkesi' ne de cephane taburunun


üçüncü bölüğü yerleştirilmiştir. 1 62 istanbul'daki
Mevlevi organizasyonu içinde Beşiktaş Mevle­ Notlar
vihanesi'nin devamı sayılan dergahın mukabe­ A. Van Millingen, Byzancıiıe Churches in Constan­
tinople, their History and Architecrure, Landon,
le günü, tıpkı bir öncekinde olduğu gibi, t 63 Çar­
1 9 1 2 , s. 1 83- 1 90.
şamba günüdür. ı 64 Hüseyin Ayvansarayi, Hadikatü 'l-Cevdmi. 1, İstan­
Mütareke döneminden itibaren eski öne­ bul, 1 28 1 , s. 1 66; E. Hakkı Ayverdi, Facih Devri
Mimansi, lstanbul, 1 953, s . 1 7; ö. Lütfi Barkan -
mini kaybetmeye başlayan dergah, henüz tüm
E. Hakkı Ayverdi, lstanbul Vak!f/an Tahrir Drjieri,
yapıları ayakta iken, ı 65 l 925'den sonra diğer lstanbul, 1 9 70, s. 1 55; W. Müller-Wiener, Bildlexi­

dergahlar gibi kaderine terk edilerek hızla ha­ kon zur Topographie. /scanbuls, Tübingen, 1 9 77,
s. 1 53-1 58; Nejat Göyünç, '"Kalenderhiıne Camii'",
rap olmuştur. Uzunca bir süre Hazine, Vakıflar
Tanlı Dergisi. xxxıv ( 1 984), s. 485-494.
ve mirasçılar arasında dergah mülkiyeti konu­ 3 Fatılı Mehmet il Vaijiyelen", Ankara, 1 938, s. 259-
sunda çıkan anlaşmazlık çözümlenememiş, 260; Abdülbaki Gölpınarlı, Mevldnd 'dan Sonra
Mevlevilik, lstanbul, 1 983, s. 336-337.
1 935'de semahane Vakıflar tarafından yıktırıl­
Mchnıcd Mecdi, Haddıku 'ş-Şakdik, lsıanbul. 1 269.
mış ve kısa bir süre sonra ı 939'da da harem s. 367-368; Mustafa Kara, '"Molla lliıhi: U n precur­
binası yanmıştır. ı 66 ! 960'lı yıllarda ise, mev­ scur de la Nakşibendiye en Anatolie'", Naqshbaıı
dis. Clıemiııcments et situatıon acruc/lc d'wı on/re
levihanenin arsasında bir tuğla imalathanesi
ll(YStiquc musulman. lsranbul-Paris. 1 990. s. 3 ı 9.
faaliyet göstererek mescidi tuğla deposu olarak 5 Siir-11d111c, lstanbul Üniversitesi Ktp . , l b nülcnıin
kullanmıştır. 1 968'de mülkiyet davasıııı kaza­ yazmaları, nr. 2802, vr. 21 b.
6 BOA, irade Evkqf n r . 1 9 6 6 1 7 , (20 l\aııı azan
nan mirasçılar, yanmış bulunan türbedeki
1 3 1 3) .
postnişin mezarlarını Silahtarağa Caddesi üze­ 7 Hac/ika, 1, 265; A. Gölpıııarlı, a.g e., 339-340.
rindeki 1 6 Mart şehidlerinin eski yerine nakle- 8 Ahmet Işık Doğan, Osmanlı Mimarisinde Tarikııı

ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT 343


Yapılan, Tekkeler, ZdviYeler ve Benzer Nitelikteki 38 BOA, irade Meclis-i Vaid, nr. 1 7013.
Fütüvvet Yapılan, İstanbul, 1 977, s. 138- 1 6 1 . 39 Dersa'ddet ve Bildd-ı Seldse Nefüs-ı Umümisine
9 Hüseyin Ayvansarayl, Vefaydt-ı Seldtfn ve Meşd­ Malısüs istatistik Cedvelidir, lstanbul, 1 302, s. 56.
hir-i Rical, lstanbul, 1 9 78, s. 76. 40 BOA, irade Evkef, nr. 56/5.
1 O Hadika. ıı, 42. 41 Hüseyin Vassaf, Sefine, V, 237-239.
1 1 Can Kerametli, Galata Mevlevihdnesi. Divan Ede­ 42 Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Musıkisi Ancokyisi,
biYatı Müzesi, lstanbul, 1 977, s. 1 8- 1 9 . ll, lstanbul, 1943, s. 664-666.
1 2 B u konuda bkz., BOA, Cevdet Evkef, nr. 1 9 1 29'da 43 lbnülenıin Mahmud Kemal inal, Son Asır Türk Şair­
kayıtlı 20 Zilhicce 1 1 58 tarihli istida ile BOA, Cev­ leri, Cüz. il, lstanbul, 1969, s. 2 1 7.
det Evkef, nr. 22 739'da kayıtlı 28 Cemaziyelahir 44 Bedi N. Şehsuvaroğlu, Eczacı Yarbay Ndyzen Halil
1 239 tarihli takrir suretleri. Can (1905-1973) , lstanbul, 1 9 74, s. 38.
1 3 zakir Şükı'i, Die lstanbuler Derıvisch-konvente und 45 Asitdne-i AliYye ve Bildd-ı Seldse'de Kd'in el-an
ihre Scheiche, Freiburg im Breisgau, 1980, s. 43. Mevcüd ve Muhtenk Olmuş Tekkelen·n isim ve Şöh­
1 4 Sakıb Mustafa Dede, Sçjfne-i Nçjfse-i Mevlevfydn, retten· ve Mukabele-i Şertfe Günlen· Beyan Olunur,
1, Mısır, 1 283, s. 39. lstanbul, 1 256, s. 1 1 .
15 Seh\ Bey, Tezkire-i Sehi, lstanbul, 1325, s. 72. 4 6 Bandırmalı-zade Ahmed Münib. Mecmü 'a-i Tekdyd,
16 Hadika, ll, 43. lstanbul, 1 307, s. 4; )ohn P. Brown, 71ıe Darvishes
1 7 Hüseyin Vassaf, Sç/fne-i EvliYd, V. Süleymaniye or Orienca/ Spıdtııalizm, London, 1927, s. 469.
Ktp., yazma bağışlar, nr. 2309, s. 1 6 1 - 1 65. 4 7 Raynıond Lifches-Zeynep Çelik, "The Dervish Tek­
1 8 Tarih-i Naimd, 1, lstanbul, 1 280, s. 357. kes of lstanbul: A Survey in Progress" , Essays in
1 9 Evliya Çelebi, Seyahatname, ı, Dersaadet, 1 3 1 4, s. !slamic Art and Archicectııre in Honor qfKhacari­
442 . na Occo-Dom, Malibu, 1 98 1 , s. 102.
20 jean de Thevenot, 'Travels ılıto ehe levant. London. 48 BOA, Plan, Prq.fe ve Kroki, nr. 745.
1 687, s. 253-254. 49 BOA, Plan, Prqje ve Kroki, nr. 392.
21 lbrahim Hilmi Tanışık, lscanbul Çeşme/en·, ll, İstan- 50 Tann-i Naimd, ı, 1 87.
bul, 1 945, s. 26. 51 Selanik1 Mustafa, Tarih-i Selaniki, il, lstanbul,
22 Seyahatname, ı, 444. 1 989, s. 730.
23 A. Gölpıııarlı, a.g e., 1 64-1 65. 52 Mehnıed Ziya, Merdkiz-i Mühimme-i Mevlev(yye­
24 BOA, Cevdet Evkef, nr. 887. den Yemkapu Mevlevihdnesi, Darü'l-hilafeti'l-aliy­
25 Tann-i Vds!f, ı, Bulak, 1 242, s. 2 1 7. ye, 1329, s. 36.
26 Şemdan1-zade Süleyman, Mün''t-Tevdnn, II/A, ls­ 53 Seyahatname, ı. 392.
tanbul, 1 978, s. 85. 54 Sç/fne-i Nçjfse-i Mevlevfydn, il, 37; Şahabettin Uz­
27 Atilla Çetin, "lstanbul'daki Tekke, Zaviye ve Han­ luk, Mevlevilikte Resim. Resimde Mevleviler, An­
kahlar Hakkında 1 1 99/1 784 Tarihli Önemli Bir Ve­ kara, 1 957, s. 54-55.
.
sika . , Vak!flar Dergisi, Xlll ( 1 98 1 ) , s. 589. 55 A. Gölpınarlı, Mevlevi Adab ve Erkam, İstanbul,
28 Sur-name, vr. 1 3a. 1 963, s. 35-36.
29 Ali Nutki, Defter-i Dervişdn, Süleymaniye Ktp., Ab­ 56 Zakir Şükri, a.g. e., 3 1 .
durrahman Nafiz Paşa, nr. 1 194, vr. 15b. 57 Seyahatname, 1 , 392.
30 Abdurrahman Şeref, Tann Mıısalıabeleri, lstanbul, 58 BOA, Cevdet Evkef, nr. 28368.
1 323, s. 27-38. 59 M. Ziya, a.g e., 89.
3 ı Tanlı-i Şdni-zdde, ı, lstanbul, 1 290, s. 249. 60 Hadika, 1, 22 1 .
32 Tann-i Cevdet, Xll , lstanbul, 1 309, s. 54-60. 61 Osman-zade Tiiib, Hadikatü'l- Vüzerd, lstanbul.
33 izzet Kumbaracılar, /stanbu/ Sebilleri, lstanbul, 1 2 7 1 , s. 88-89.
1 938, s. 5 1 . 62 Seffne-i Nçjfse-i Mevlevfydn, il , 76.
34 Erdem Yücel, "Galata Mevlevihanesi", Türk Dünya­ 63 Sç/fne-i Nçjfse-i Mevlevfydn, 1, ı 80.
sı Araştırmaları Dergisi, 112 ( 1 979) , s. 75-78. 64 Rauf Yekta, Mevlevi Ayin/en·, lstanbul, 1 934, s. vıı.
35 lsnıail Erünsal. Türk Kütüphaneleri Tarihi, ll, An­ 65 Mustafa Kara, Bıırsa 'da Tarikatlar ve Tekkeler. 1,
kara, 1 988, s. 12 7. Bursa. 1 990, s. 1 34-1 35.
36 BOA, Cevdet Evkef, nr. 1 4508. 66 Divan, lstanbul üniversitesi Ktp., TY, nr. 1245, vr.
3 7 BOA, irade DahiliYe, nr. 23883. 22a.

344 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


67 A. Gölpınarlı, Mevldnd'dan Sonra Mevlevflik, s . 96 Zakir Şükri, a.ge., 7 1 .
308. 9 7 Hüseyin Vassaf, Sefine, V , 1 77.
68 Hadika, l, 229. 98 Hadika, 11, 1 05.
69 Müri't- Tevdnh, ll/A, s. 1 7. 99 Seyalıatndme, ı, 450.
70 M. Ziya, a.ge., 53. 1 00 BOA, Cevdet Evkqf. nr. 8 7 1 4 , ( 6 Muharrem
7 1 A. Gölpınarlı, a.g e., 308. 1 060).
72 Müri't- Tevdnh, 11/A, s. 23. 1O1 Seyahatname, ı, 450, Zakir Şükri Efendi bu şey­
73 M. Ziya, a.g e., 53-54. hin adını "Hüseyin" olarak kaydetmektedir. Bkz.,
74 Hüseyin Vassaf, Sefine, v. 206; Al i Enver, Semahd­ zakir Şükri, a.g.e. 7 1 .
ne-i Edeb, lstanbul, 1 309, s. 236. 1 02 Hadika, 11, 1 05.
75 A. Çetin, a.g m. , 587. 1 03 Tanh-i Raşid, ı. lstanbul, 1 282, s. 1 6 1 ; Eremya
76 Rauf Yekta, Esdtiz-i E/hdn, lstanbul, 1 343, s. 1 2 7- Çelebi Kömürciyan, lscanbul Tarihi, lstanbul,
1 28. 1 988, s. 40.
7 7 Suphi Ezgi, Nazarf ve Ameli Türk Musıkisi. V, İs­ 1 04 H . Vassaf, Sefine, V. 1 78.
tanbul, 1 953, s. 528-530; lbnülemin Mahmud Ke­ 1 05 Silahddr Tanlıi, 11, lstan bul , 1 928, s. 65.
mal inal, Hoş Sadd, İstanbul , 1 958, s. 24-26. 1 06 Seyahatname, ı, 448.
78 Hüseyin Vassaf, Sefine, V, s. 207. 107 Tanh-i Raşid, v, 205.
79 Hadika, ı, 230. 1 08 Mün"t- Tevdnlı , 11/A, s. 87.
80 M. Ziya, a.g e., 58-6 ı . ı 09 H. Vassaf, Sefine. V, 1 78.
8 1 Mustafa Kara, "Tanzimat Dönemi ve Tasavvufi Ha­ 1 1 0 BOA, Cevdet Evkef, nr. 1 845, (27 Safer 1 1 80).
yat", Tanzimat'ın 150. Yıldönümü Uluslararası 1 1 1 Hadika, 11, 1 07. Sözkonusu Arapça Mesnevi şerhi-
Sempozyumu, Ankara, 1 99 1 , s. 30 1 . ni, dergahın daha önceki şeyhlerinden Çengi Yusuf
82 Sur-name, vr. ! 3a. Dede'ye ait bulunduğunu gösterir bir kayıt için
83 BOA, irade Dalıiltye, nr. 6298, ( 14 Receb 1 262) . bkz., A. Gölpıııarlı, a.g.e., 1 43.
8 4 BOA, Plan, Prqje ve Kroki, nr. 70, (29 Muharrem 1 1 2 Şehabettin Uzluk, a.g e. . 66-69.
1281). 113 BOA, Cevdet Saray, nr. 5337, (5 Receb 1 2 1 7) .
8 5 M . Ziya, a.g e., 63-64. 1 14 Tanlı-i Cevdet, V11 , 1 45.
86 1301 Nijfiis istatistik Cedveli, 54. ı 15 Hadika. II, 1 07- 1 08.
8 7 Mehmed Tahir, Yemkapı Mevlevilıdnesi Postnişini 1 16 Ali Nutki, Defter-i Dervişdn, vr. 22 a.
Şı;ylı Celaleddin lfendi Merlıı1m, İstanbul, 1 326, s. ı 1 7 Hadika, 11, 1 09.
9; M. Ziya, a.g e., 242. 1 1 8 Melımed Ziya. lstanbııl ve Boğaziçi, 11, lsıanbul.
88 M. Ziya, a.g e., 229-2 3 1 . 1 928, s. 24 1 .
8 9 M . Ziya, a.g.e., 273-274. 1 1 9 Bosıancıbaşı Defteri. lsıanbul Üniversitesi Ktp . .
90 "Esami-i Tekaya ve Zevayii", Şelıremaneıi llısatydı TV, nr. 8866. vr. 1 3b; Bosıancıbaşı Defteri, lstaıı­
Mecmuası, Dersaadet, 1 32 9. s. 1 9 . bul Ü ni ve rsites i Ktp., TV, nr. 88ö5. vr. 22a; Bos­
91 Nejat Göyünç, "Osmanlı Dev let i ' nd e Mevleviler", rcıncıbaşı Defteri, lstanbul Ktp .. TV. ıı r. 8830, vr.
Belleten, LV/2 1 3 (Ağustos 1 99 1 ) , s. 356. 25b.
92 Rusuhi Baykara, "Birinci Harb-i Umumide Mücalıi­ 1 20 Darü 's -Saltanati'l-Altyye'de Zdvtye- n işin Olan
din-i Mevleviyye Alayı", Yeni Tanlı Mecmuası. S. 3 Meşayilıin Drjreri ve Hayratı. Sülcyıııaııiye Ktp . .
( 1 953), s. 1 06-1 08. Zülıdü Bey, nr. 489. vr. ı b .
93 Asitdne, s. 9 , 1 5; Mecmü 'a-i Tekdyd. s. 10. 1 6; ). 1 2 1 lladika. 1 1 . 1 07.
P. Brown, a.g e. . 469. 1 22 Sür nıimc. vr. l 3a.
94 A. Tibet - E. Işın - D. Yelkenci. " Ye ni kap ı Mevlcvi­ 1 23 /!adı"ka. ıı. 1 09.
hanesi Haziresi", Is/dm Dünyasıııda Mezarlıklar ve 124 lsıııail l lakkı el-Üsküdari. Mcrükid i Mıı 'tebere i
Defin Gelenekleri Uluslararası Kollokyııııııı (2 30 Uskıidar. l sta ıı bu l . 1 976. s. 89.
Eylül 1991) , Mimar Sinan üniversitesi. lstanbul. 1 25 BOA. lradc Dalııltye . ıır. 1 4 1 4 0. (6 Rcccb 1267).
(basılmamış bildiri metni) . 1 26 110A. lradc nalıiliyc. ı ı r . 14oq2, ( 17 Rccclı 1 2 6 7) .
95 Tanh-i Nafmd , 11, 224; Solak-zdde Tarılıi. lstanbul. 1 2 7 Muzaffer Erdoğan. "Mevevi Kuruluşları Arasında
1 297, s. 7 1 7- 7 1 8 ; Hüseyin Ayvansarayi. Vrjeydı ı lstaııbul Mevlcvilıaııeleri", Gün cydoğ ıı A vnıpa
Selıitin ve Meşdlıfr-i Rical, s. 39. Ara,mrıııaları Deıgisi. IV-V ( 1 976) . s. 37.

ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT 345


1 28 H. Vassaf, Sefine, V, 1 79- 1 84 . 148 BOA, irade Evkef, nr. 2 9 1 1 1 5 , (15 Safer 1 326) .
129 A. Gölpınarlı, a.g.e., 458-459. 149 H. Fahreddin Dede, Mecmü 'a, vr. 1 09b.
1 30 BOA, irade Dahiliye, nr. 3 3 0 5 0 , (24 Şevval 1 50 H. Fahreddin Dede, Mecmü'a, vr. 1 1 Oa.
1 2 78 ) . 151 Lutfı Simavi, Sultan Mehmed Reşdd Hdn 'ın ve
131 Vak 'a-nüvis Ahmet Lu!fi ijendi ranhı', X, Anka­ Halefinin Sarayında Gördüklerim , !, lstanbul,
ra, 1 988,
s. 64 ; BOA, irade Dahil(ye, nr. 33050. 1340, s. 1 3 1 .
1 32 Takvim-! Vekayi, (5 Zilhicce 1 2 8 1 ) . 1 52 H. Fahreddin Dede, Mecmü'a, vr. 1 1 9a-b.
1 33 Mualla Yaman, Çırağan Sarayı Tarihi, 1 94 5 - 1 53 M. Baha Tanman, "Bahariye Mevlevihanesi", Di­
1 946, lstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., n r. 1 292, yanet Va/efı Is/dm Ansiklopedisi, iV, ( 1 99 1 ) , s.
s. 23. 472.
134 Bige Özkan, Jstanbu/'daki Mevlevihane/er, 1 96 7, 1 54 B. özkan, a.g. e., 66.
lstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., nr. 4842, s. 50. 1 55 M. Baha Tanınan, a.g.m., 4 72.
135 M. Yaman, a.g. e., 30. 1 56 Veled Çelebi lzbudak, a.g. e., 2 4 .
136 Pars Tuğlacı, "Çırağan Mevlevihanesi'', ranh ve 1 57 M. Baha Tanınan, a.g. m., 4 73 ; B. özkan, a.g. e.,
rop/um, XIIV78 (Haziran 1 990), s. 45. 64-65.
137 Mehmed Ziya, "Şeyh Hüseyin Fahreddin Efendi", 1 58 M. Baha Tanman, a.g.m., s. 4 73.
Musavver Nevsdl-i Osmani, lstanbul , 1 32 8 , s. 1 59 BOA, Plan, Prge ve Kroki, nr. 544, ( 1 1 Rebiülev­
274. vel 1326) .
1 38 Hüseyin F a h reddin Dede, Mecm ı1 'a, Konya 1 60 H. Fahreddin Dede, Mecmı1'a, vr. 1 l Ob-1 1 la.
Mevlana Müzesi ihtisas Ktp., nr. 7467, vr. 1 09b. 161 Selman (Tüzün) Dede ile 1 O . 1 2 . 1 992 tarihinde
139 M. Ziya, a.g. m., 273. yapılan özel görüşme notlan.
1 40 lbnülemin Mahmud Kemal inal, Son Asır Türk Şa­ 1 62 Ce111a/eddin Server Revnakoğlu Arşivi, Divan Ede­
irleri. Cüz 11, lstanbul. 1 969. s. 347. biyatı Müzesi Ktp., Dosya B/99.
141 Rauf Yekta, "Şeyh Hüseyin Fahreddin Efendi", 1 63 Asitdne, 1 3; john P. Brown, a.g. e. , 469.
Musavver Nevsdl-i Osmani, lstanbul, 1 32 8 , s. 1 64 Hacı lsmail Bey-zade Osman, Mecmı1a-i Cevdmi.
282. 11, lstanbul, 1 304, s. 1 0- 1 1 ; Bandırmalı-zade Ah­
142 ibnülemin Mahmud Kemal inal, Hoş Sadd, İstan­ med Münib, Mecmü 'a-i rekdyd, İstanbul, 1307, s.
bul, 1 958, s. 1 93 - 1 96; Sadeddin Nüzhet Ergun, 12.
Türk MusıkisiAntolgisi. 11, lstanbul, 1 943, s. 507. 1 65 Yeşil-zade Mehmed S a l i h , Rehber-! rekdyd,
1 43 M. Ziya, a.g. m., 279. Süleymaniye Ktp., Tırııovalı, nr. 1 035/4m, s. 2 1 .
1 44 H. Fahreddin Dede, Mecmı1'a, vr. 1 l Ob. 166 Erdem Yüce l . " Be ş i ktaş ( B a h a riye) Mev­
1 45 A. Gölpınarlı, a.g.e. , 2 1 1 . levihanesi", Sanat ranhi Yıllığı, Xll ( 1 982 ) , s.
146 Veled Çelebi lzbudak, Hdaralanm, lstanbul. 1 946, 1 66.
s. 24. 1 67 Erdem Yücel, a.g. 111 . . 1 66 ; M . Baha Tanman,
1 4 7 1301 N«fiJs lstutistık Cedve/i, 58. a.g. 111 . , 472.

346 İSTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT


DİZİN

abacılar 256 Abdülmecid 1 3 9 , 1 45 , 2 2 5 , 2 3 3 , Ahmed Cevdet (lkdamcı) 1 1 4


Abakan 203 235, 236, 304, 309, 323, 332, Ahmed Cevdet Paşa 8 6 , 8 9 , 1 09,
Abdi Fakih Mahallesi 4 3 333 1 1 1 , 1 1 2 , 1 20, 1 2 4 , 1 25. 1 26,
Abdullah Biraderler 2 0 1 Abdülmecid Sivasi 61 , 3 1 4 145, 227, 228, 229, 230, 233,
Abdullah Cevdet 1 1 5 , 1 29 , 1 30, Abid Çelebi 33, 300 234, 244
1 59, 1 60, 1 6 1 , 1 62 , 1 63, 1 65, Abid Çelebi Tekkesi 3 0 1 Ahmed Dede (Trabluslu) 332, 333
1 66, 1 67, 1 68, 1 69 , 1 70. 225, Acem 64 Ahmed Dede 62, 329, 330, 3 3 1
226 Acemioğlanlar Çarşısı 24 Ahmed Efendi (Evliyaziıde) 264
Abdullah Dede 62 Acemioğlanları 58 Ahmed Efendi (Mutafzade) 336
Abdullah Naili Paşa 3 1 8 Addb-ı Muaşeret Hasbilıdllen· 129, Ahmed Efendi 3 1 8
Abdullah Şükrü Efendi 202 1 63 Ahmed Eflaki Dede 3 1 3, 320
Abdurrahim Kunhi Dede 320, 32 1 Adalar 86, 96, 1 36, 1 79, 235 Ahmed Hamdi 1 99
Abdurrahman Kethüda 25 1 Addisson, joseph 275 Ahmed Haşim 1 83
Abdurrahman Nafiz Paşa Kütüpha- Adem Dede 304 Ahmed 1 4 4 , 4 8
nesi 323 Adıvar, Halide Edib 1 1 3 Ahmed 111 1 26, 329
Abdurrahman Sami Paşa 336 Adile Sultan 309 Ahmed kolu 65
Abdülahad Dede 330 Adile Sultan Şadırvanı 309, 3 1 0 Ahmed Midhat Efendi 1 1 O , 1 1 2 ,
Abdülahad Nuri 6 1 , 62 Adliye 8 7 1 1 4 , 1 1 5, 1 24 , 1 26, 1 27, 1 29,
Abdülaziz 2 0 2 , 2 72 , 2 8 4 , 3 2 2 , Afife Jale 1 1 3 1 30, 1 32 , 1 39, 1 40, 1 4 1 , 1 42.
332, 334, 335 Afrika 267, 3 3 1 1 43, 1 4 4 , 1 46, 1 4 7, 1 4 8 , 1 50,
Abdülbaki Dede 3 1 9, 324. 325 Afrikalılar 64 1 5 1 , 1 52, 1 6 1 , 1 67, 1 80
Abdülbaki Nasır Dede 320, 322 afyon 65 Ahmed Muhyieddin Efendi 323
Abdülbaki Sırri Dede 304, 3 1 8 Afyonkarahisar Mevlevihiınesi Ahmed Mustafa Efendi 1 99
Abdülhalim Çelebi 304 336, 342 Ahmed Rasim ı ı , 226
Abdülhalim Efendi 336 Ağacamii Mahallesi 42 Ahmediyye 62
Abdülhamid 1 304 Ahilik 30 Aile 1 1 3
Abdülhamid il 1 07, 1 1 0, 1 1 3, 1 1 4 , Ahmed (Tersaneli) 288 Akaretler 1 74
1 1 6, 1 33 , 1 35, 1 43, 162, 1 77, Ahmed Ağa (Eğribozlu) 332 Akataleptos Manastırı Kilisesi 29
1 79, 1 96 , 1 9 7, 1 98, 202, 2 1 3, Ahmed Bican Efendi 304. 3 1 8 Akbaba 51
224, 225, 272, 284, 287, 322, Ahmed Celiıleddin Dede 309, 3 1 O, Akdeniz 1 8 , 1 9 , 24, 35. 40, 4 3 ,
323, 324 , 338, 34 1 333 45, 1 40, 2 1 ı . 2 1 8, 283, 326,
Abdülkadir Dede 304, 332 Ahmed Cevad 1 2 9 327, 331

DiZiN 347
Akide kolu 65 arasta (lar) 81 Ayakapı 22
Akka 2 l Arif Çelebi (Ulu) 302 Ayasofya 2 1 , 56, 60
Aksaray 2 1 , 23, 25, 55, 60, 1 22 , Arif Hikmet (Hersekli) 230 Ayasofya Camii 32
1 75 , l 9 9 , 283 Arife Hanım l l 3 Ayasofya Çeşmesi 256
Aksaray Hamamı 269 Arifi Ahmed Dede (Peçevizade) Ayasofya Hamamı 269
Akse!, Malik 88 316 Ayasofya Meydanı 209
Akşemseddin 20, 34 Arifi Dede 3 1 8 Ayasofya vaizliği 6 1
Alaş 203 arka sakası 256 Ayastefanos 243
Aleksan 288 Arkadios Hamamı 268 Aynalıkavak 4 1 , 232, 31 O
Alev!lik 3 1 Armstrong Fabrikası 242 Ayşe Hanım 260
Ali Bey 243 Arnavut(lar) 2 1 , 49 Ayvansaray 22, 34
Ali Dede (Bakkalziide) 304 Arnavutköy 22, 49 Ayvansaray Loncası 284
Ali Emin Efendi 100, 103 Arnavutluk 55 Azablar Hamamı 269
Ali Fakih 20 Artuklular 268 Azapkapı 45, 86
Ali Hilmi Efendi 23 7, 240 Arzi Mehmed Dede 304 Azeri(ler) 54
Ali Kadri 1 99 Asaf (Detterdarlı) 288 Aziz Efendi (Horasani) 333
Ali Kemal 1 8 1 Asan 3 1 2 Aziz Efendi (Medeni) 336
Ali Nutki Dede 306, 307, 3 1 9 , 320 Asayiş vapuru 23 7 Aziz Mahmud Hüdai 52, 54, 63,
Ali Paşa 126, 1 3 7, 1 42, 1 43, 32 1 , Asmalımescid Mahallesi 4 2 314
326 Asya 52, 53, 267 Azimet vapuru 240
Ali Paşa (Hekimziide) 3 l 7 Aşık Ömer 2 7 7 Azmi Dede 336
Ali Sedad Bey 1 1 1 aşık kahveleri 277, 2 8 2 , 283, 285
Altay Dağlan 203 Aşiyan 1 77 Bab-ı Humayün 249, 253
Altınay, Ahmet Refik l ı Aşk-ı Memnu 1 78 Bab-ı Seraskeri l 73
Altıncı Daire-i Belediye 9 4 , 209, at sakalan 256 Baba Nazlı kolu 65
224 Atik İbrahim Paşa Camii 62 baba sofası 284
Alus, Sermet Muhtar l 1 Atik Valde 1 8 7 Babaeski 56
Amasya 3 1 Atikali 23 Babagan kolu 30
Amed vapuru 240 Atmeydanı 4 7, 65 Babıali 1 3 7 , 1 43 , 1 4 5 , 1 56, 1 66,
Ameli Ruh(Xydt l 62 Atmeydanı Çeşmesi 256 l 77, 1 84 , 209, 228, 23 1 , 232,
Amerika(lılar) 232 attarlar 1 99, 200 234, 235, 2 4 1 , 258
Anadolu 20, 2 1 , 2 5 , 30, 35, 4 2 , avanz sandıklan 40, 94 Babıali Baskını 2 1 2
43, 5 1 , 56, 58, 76, 1 00, 1 0 3 , Avni Bey (Yenişehirli) 336 Babıali caddesi 1 8 1
120, l 9 0 , 2 0 2 , 204, 2 1 1 , 233, Avrat Pazan l 99 Babıali efendisi 233
239, 244, 249, 267, 268, 299, Avrupa 1 1 , 2 4 , 43, 55, 58, 64, Babıali Hariciye Kalemi 244
302, 3 1 7, 326 8 1 , 94, 99, 1 1 4 , 1 1 7, 1 2 4 , Babıali katibi 202
Anadolu kazaskerliği 60 125, 1 2 6 , 1 2 7, 129, 1 30, 1 37, Babıali türkçesi 1 80
Anadolu Türkleri 2 l 1 39, 1 40, 1 4 1 , 142, 143, 1 44, Babil 1 8 1
Anadolu vapuru 23 7 1 45, 1 4 6 , 1 4 7, 1 48, 1 49, 1 50, Baedeker 1 4 1
Anadoluhisan 5 1 , 52 1 5 1 , 1 52 , 1 53, 1 54, 1 55, 159, Bağçe-i Bebek Çelebi 50
Ananyan, Paul 237 1 6 1 , 1 62 , 1 63, 1 68, 1 70, 1 73, Bağdat 74
Andon Bey (Mısırlı) 238 1 79, 1 82 , 1 97, 1 98, 20 1 , 205, Bağdat deı:niryolu 322
Anglikan kilisesi 45 208, 2 1 3, 2 1 7, 22 1 , 222, 224, Bahaeddin Dede 342, 343
Ankara 2 1 7 226, 230, 23 1 , 237, 238, 240, Bahai körfezi 52
Ankara Mevlevitıanesi 3 1 6 2 72 , 273, 274, 275, 309, 323, Bahariye 32 7, 336, 339
Apery, Pierre 2 0 1 336 Bahariye Adalan 339
Apollon Fotoğrafhanesi 202 A vrupa Adab-ı Mudşeretiyahud Bahariye Mevlevihanesi 305, 327,
Araba Sevdası 99 A lqfranga 1 2 5 , 1 4 1 330, 333, 335, 336, 337, 338,
Arap bacı(lar) 1 1 O Avrupa elçilikleri 4 3 339, 340, 34 1 , 342
Arap vilayetleri 80 A vrupa 'da Bir Cevelan 1 4 1 Bahariye vapuru 237
Arap (lar) 20, 43, 54, 63, 64, 76, Avrupalı (lar) 98 Bahçekapı 22, 4 1 , 56, 59, 1 8 1 ,
84 ayak naibleri 194 200, 209, 240, 283

348 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


bahçeler 205 303, 304, 305, 307, 3 1 6, 32 1 , Bonkowski, Charles 201
Bakırcılar Çarşısı 24 327, 328, 329, 3 3 1 , 332, 333, bonmarşeler 92, 93
Balaban Tekkesi 338 335, 336, 34 1 , 342 , 343 Bostan Çelebi 302, 3 1 5
Balat 2 1 , 22, 4 1 , 56, 60, 97 Beşiktaş Rüşdiyesi 336 Bostan Hamamı 269
Balat çingeneleri 2 1 Beşiktaş Sarayı 208 Bostancı 2 1 6
Balat Hamamı 269 Beşiktaş vapuru 236 Bostancı kolluğu 5 1
Balıkesir 33 1 Beşir Kemal 200 Bostancı Ocağı 32 7
Balıkpazan 2 5 Beyatlı, Yahya Kemal 1 8 1 , 1 82 , Bostanziide 2 75
Balıkpazan çarşısı 24 1 8 3 , 1 84 , 1 85 , 1 86, 1 88, 1 89 , Boşnak lsmail Efendi Yalısı 50
Balım Sultan 3 1 190, 1 9 1 , 1 92 Brighton 1 74
Bali Süleyman Ağa 2 0 Beyazıt 2 3 , 2 4 , 2 5 , 28, 59, 1 2 2 , Bristol Oteli 99
Balkan Savaşı 243, 324 1 35, 1 75 , 283 Buğ Gemisi 232, 286
Balkan şehirleri 35 Beyazıt Meydanı 1 73, 209 Buhara 33
Balkan(lar) 18, 19, 20, 24, 35, 40, Beyhan Sultan 33 1 Bulgaristan 55
5� 1 8 1 , 26� 3 1 6, 326 Beykoz 5 1 , 2 1 6, 233 burma 250
Balkapanı Hanı 25 Beykoz vapuru 23 7 burma lüle 2 5 0 , 2 5 1 , 2 5 2 , 2 5 4 ,
Baltacı Mahmud Paşa Yalısı 49 Beylerbeyi Sarayı 208 256
Baltalimanı 2 1 Beylerbeyi vapuru 236 Bursa 2 1 , 53, 57, 229, 230, 2 6 1 ,
balyos(lar) 43, 45 Beylikler 268 262, 299
Bambul Zindanı 4 1 Beyne'l-Kasreyn Çeşmesi 251 Bursa kaplıcaları 227, 228, 234
Barton, Edward 44, 45 Beyoğlu bkz., Pera (Beyoğlu) Bursa Mevlevihanesi 3 1 6, 329
Baruthane 46 Beyoğlu bonmarşeleri 93, 94, 1 79 Bursa Ulu Camii 229
Baruthane Kulesi 4 1 Beyoğlu Evlendirme Dairesi 31 O burun otu 280
Bastil 1 1 8 Beyoğlu Karakolu 1 73 Busbecq, Augier Ghislain de 2 7 1 ,
başhaneler 58 Beyrut 238 274
Batta/name 88, 103 Beyşehir 264 Büyük Fransız Oteli 99
Bayezid Camii ve Külliyesi 28, 29 biliid-ı selase 22, 42 Büyük Galata 2 1
Bayezid ıı 22, 28, 29, 3 1 , 32, 33, Bilecik Mevlevlhanesi 342 Büyük Kroecker Oteli 99
34, 46, 49, 5 1 , 264, 299, 302, Bilezikciyan, Mıgırdıç 236 Büyük Saray 268
Bayezid vapuru 23 7 Bizans 9 , 1 8 , 1 9, 24, 25, 29, 32, Büyükada vapuru 23 7
Bayramiyye 34, 299, 304 42, 43, 74, 79, 86, 1 00, 2 1 1 , Büyükada Yat Kulübü 2 1 7
Baytop, Turhan 201 249, 268, 269, 274, 300 Büyükdere 50, 2 1 O, 23 7
Beato, Felice A 201 Bizans forumlan 269 Byron 1 4 3
Bebek 50, 187 Bizans hamamlan 267
Bebek Çelebi 50 Bizans lstanbulu 1 8, 2 1 O Cadde-i Kebir 9 5
Bebek vapuru 23 7 Bizans monogramları 1 9 cafe chantant 13 7
bedesten 23, 24, 25, 3 7 Bodrum Kervansarayı 25 Cağaloğlu Hamamı 269
Bedevi Tekkesi 324 Boğaziçi 2 2 , 40, 4 7 , 48, 4 9 , 50, cağaloğlu Mahmud Bey Yalısı 49
bekar odalan 289 5 1 , 52, 53, 86, 89, 9 1 , 95, 96, caldarium 267
Bekir Ziya 1 99 98, 1 1 2 , 1 22 , 125, 1 39 , 1 59 , Cami Ahmed Dede 3 1 5 , 3 1 6
Bektaşi adabı 285 1 79, 1 8 7, 1 88, 1 89 , 190, 2 1 1 , Cami Mahallesi 43
Bektaşi babalan 2 8 1 2 1 2 , 2 1 4, 227, 230, 232, 233, cami(ler) 76, 77, 78, 79, 86, 87
Bektaşi tekkeleri 2 8 3 , 3 0 1 234, 235, 237, 238, 239, 240, canbazlar 64
Bektaşi (ler) 1 0 , 2 78 , 2 8 4 , 305, 24 1 , 242, 24� 244 , 29� 32� Canning, Stratford 1 45
307, 309, 333 329, 335 , 337, 34 1 Cebehane Ocağı 4 6
Bektaşilik 29, 3 1 , 33, 34, 62, 124. Boğaziçi aristokrasisi 89 celeb teşkilatı 58
283, 298, 299, 3 1 1 , 3 1 5, 337 Boğaziçi kaleleri 50 Celvetiler 53, 54
Belgrad kervanı 55 Boğaziçi köyleri 4 7, 48, 50 Celveıiyye 63, 3 1 4
berş 65 Boğaziçi mesireleri 48 Cem Sultan 32
Beşiktaş 48, 49, 200, 327 Boğaziçi vapuru 242, 244 Cemal Paşa 1 1 5, 2 1 2
Beşiktaş Bahçesi 48, 49 Boğaziçi yalıları 49 Cemaleddin Halveti 3 1 , 32
Beşiktaş Mevlevihanesi 62, 2 9 9 , Boğdan 57, 58, 233 Cenıaliyye 32

DiZİN 349
Cemiyet-i Eczaciyan der Asitane-i Çırakçı mezraası 331 Divan-ı Humayfın 4 2 , 1 43, 263,
Aliyye 201 Çırçır suyu 50 265
Cenab Şahabeddin ı ı 7. ı 76, 1 83 , çingene manileri 288 Divan-ı Humayfın hocalan 264
1 84 Çinili Camii Külliyesi Hamamı 269 Divane Mehmed Çelebi 62
Ceneviz(liler) 20, 4 1 , 45 Çinili Külliyesi 269 Divanyolu 25, 59, 1 8 1 , 1 99
cerrahhane 1 95 Çiroz Ali (Yenimahalleli) 288 DiYana 1 1 4
Cerrahpaşa Hamamı 269 Çömlekçiler 301 Dnyeper 56
Cevahir Bedesteni 1 O Çubuklu 5 1 Dnyester 56
Cevahir kolu 65 Çubuklu Bahçesi 5 1 Doğancılar 63, 2 1 0
Cevdet Paşa vapuru 243 Çukur Hamam 268, 269 Doğani A h m e d Dede 6 2 , 3 1 3 ,
Chateaubriand, François Rene 3 1 4, 3 1 5, 3 1 9
1 1 8, 1 43, 2 1 9, 220 Dahil Medreseleri 55 Doğani Ahmed Dede Türbesi 3 1 9
Cibali 2 1 , 22, 24, 60 dama 280 Dolmabahçe 9 1 , 1 8 1
Cihangir 1 92 Danişmendndme 88, ı 03 Dolmabahçe mesiresi 4 8
Cirit Meydanı Kasn 4 1 dans salonlan 2 1 7 Dolmabahçe Sarayı 48, 208
cirit oyunu 46, 49, 5 1 Darphane Çarşısı 24 Don 56
Cocu lmaginaire 44 Darü '!-Mesnevi 33 Dördüncü Haçlı Seferi 2 1 0
Concordia 1 79 Darülbedayi 1 1 3, 1 1 8 Dr. Bernard 1 9 9
Constantinus 9 Darülfünun 1 1 5, 1 2 9 , 1 3 7, 1 5 5 , Dün ve Yann 1 62
ereme Perrev 1 1 7 242
Cuhudkapısı Hamamı 2 70 Darülmuallimat 1 1 0, 1 1 3, 1 2 8 Ebe Mektebi 1 1 3, 1 2 8
cuma alayı 264 Davud Paşa 28 Ebniye Nizamnamesi 209
Cumapazarı Hamamı 269 Davud Paşa Hamamı 269 Ebu'l-vefa 20
Cumhuriyet baloları 1 58, 1 59 Davud Paşa Külliyesi 28 · Ebubekir Çelebi 306, 3 1 9, 330
de Amicis, Edmondo 1 64, 222 Ebubekir Dede 3 0 7 , 3 0 9 , 3 1 8 ,
Çakır Ağa 20 de Bouillon, Godefroi 2 1 O 337
Çakırağa Mahallesi 23 de Caranza, Ernest 201 Ebussuud Efendi 6 1 , 2 6 4 , 273,
çalgılı kahveler 277, 285 de Nerval, Gerard 2 2 1 274, 275
Çamlıca 187 d e Nointel, Marquis 44 Eckford, Henry 232
Çanakkale Savaşı 3 1 4 , 324 de Villalon, Cristobal 36 Eczacı 201
Çarşamba 2 1 , 23 debbağhaneler 4 1 Eczacı Mekteb-i Alisi 1 99
çarşı(lar) 79, 80, 8 1 , 9 ı , 92 Debbağlar Çarşısı 24 Eczahane-i Edhem Perrev 200
Çarşıkapı 1 75 debbağlar 58 Eczahane-i Hamdi 1 99
çaşnigir ağaları 264 Defn't Amoureusxc 4 4 Eczahane-i Mehmed Kazım 200
çay 273, 274, 275, 280 Defter-i Dervişdn 320 Eczahane-i Ziya 1 9 9
Çelebi Halife bkz .. Cemaleddin Hal- Defterdar Halıcızade Yalısı 52 Edebiyat Fakültesi 325
veti Demet 1 1 4 Edebiyat-ı Cedide 1 84
Çelebi Kethüda Yalısı 4 9 deniz banyosu donları 2 1 5 Edhem Perrev 200
Çelebi kolu 6 5 deniz banyosu elbiseleri 2 1 7 Edhem Perrev Müstahzeratı 201
çelebilik makamı 299, 304 , 3 1 7, deniz hamamlan 2 1 4 , 2 1 5, 2 1 6 Edirne 57, 302
318 denizlik 2 1 5 Edirne Mevlevihanesi 3 1 2
Çemberlitaş 285 Dergah-ı ali çavuşları 264 Edirnekapı 27, 3 4 , 60
Çengelköy 53 Derviş Çelebi (Mevlevizacte) 304 Edirnekapı gümrüğü 23
Çerkes(ler) 96 Devlet-i Osmaniye Eczacıları Der- Edremit 58
Çıfıt Kapısı 2 1 neği 201 Edward Vll 2 1 3
Çıkrıkçılarbaşı 62 Dickens, Charles 1 74 Eflak 57, 5 8 , 233
Çınar Vakası 304 Dikiliıaş çarşısı 24 Ege 57, 2 1 8
Çırağan Palas-Kempinski Oteli Dil-nişin vapuru 2 4 1 Ege adalan 42
335 Dilaver Paşa 3 2 7 Eğirdir 21
Çırağan Sarayı 48, 1 8 1 . 327, 330, Dıp/omalı Kız 1 1 4 Eğriboz 5 7
33 1 , 332, 333, 334 , 335 Disraeli, Benjamin 1 72 Eğrikapı 2 1
Çırağan Yalısı 329. 330 Divan Edebiyatı Müzesi 31 O Ehl-i beyt 62

350 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Ekmekçizacte Ahmed Paşa Yalısı 49 Eudoksia Hamamları 268 Fransız elçileri 43
Eksik 60 Evkaf-ı Humayün Nezareti 309, Fransız enfıyesi 280
Elçi Hanı 2 5 324, 338, 343 Fransız mürebbiyeler 96, 1 ıo
Eldem, Sedad Hakkı 208 Evliya Çelebi 2 1 , 36, 4 1 , 45, 46, Fransız Sarayı 43, 44
Eldorado 2 1 8 52, 54, 57, 65, 1 74, 1 93, 204, Fransız(lar) 44, ı 1 1
Elhdn-ı şitd l 75 269, 303, 3 1 2 , 3 1 3, 327, 328 Frenkler 2 1
Elixir Digestif Hamdi 200 Evyapan, Gönül Aslanoğlu 208 frigidarium 267
Emekderliler 2 1 Eyüb 1 0, 2 1 , 22, 86, 1 3 7 , 1 79 , Fuad Paşa (Keçeciziide) 86, 124,
Emeviler 268 1 82, 1 83 , 1 86, 1 87, 1 88 , 26 1 , 1 42 , 143, 227, 229, 230, 234,
Emir Buhari 33 263, 264, 274, 30 1 , 32 1 , 327, 240, 32 1 , 326
Emir Halil Ağa 3 1 6 335, 336, 337 Fuad Paşa vapuru 243
Emir Paşa Yalısı 52 Eyüb Hamamı 269 Fulton, Robeıt 2 3 1
Emine Semiye Hanım ı 1 5 Eyüb Salhanesi 58 Fuzuli 1 00
Eminönü 25, 27, 40, 56, 57, 1 38, Ezgi, Suphi 323, 336, 342 Fütüvvet teşkilatı 1 94, 1 95
239
Emirgan (Mirgün) 50, 1 8 7 falcılar 83, 84 Galata 22, 29, 40, 4 1 , 42, 43, 44,
Emirgüne Han 50 Fantan 1 74 45, 63, 85, 86, 88, 92, 94, 95,
Encümen-i Daniş 230 Fatih 2 1 , 23, 28, 32, 33, 62, 122, 13 7, 209, 22 1 , 222, 233, 236,
Enderun 62, 266 1 83 , 1 86, 300 240, 243, 283, 302
Endülüs Araplan 42 Fatih Camii ve Külliyesi 1 9, 27, 28, Galata antrepoları 24
enfiye 280 316 Galata Bankerleri 42, 94, 236
Enver Paşa 1 1 5, 1 59 Fatih Kanunnamesi 34, 2 64 Galata Bedesteni 24
Eote11 23 1 Fatih Mevlevihanesi 300 Galata kadısı 7 5
Er-Avrat Destanı 289 Fatma Aliye Hanım 1 09, l l o. l 1 1, Galata Köprüsü 84, 1 64, 1 66. 234
erbab-ı hıref 1 9 3 1 1 2 , 1 1 4, 1 1 5, 1 24 Galata Kulesi 4 1 . 42
Erdek 2 1 7 Fatma Aliye Hanım 336 Galata Mevlevihanesi 29. 6 1 . 62.
Eremya Çelebi 5 1 Fatma Fasiha Hanım 342 2 9 9 . 302 . 3 0 3 . 304 , 305,
Erenköy 1 35 Fatma Fuad 1 1 4 306, 307, 308, 309, 3 1 0,
Ergin, Osman Nuri 2 75 Fatma Sultan 2 6 1 , 329 3 1 1 , 3 1 3 , 3 1 6 . 3 1 7, 3 1 8 ,
Ermeni Aşuğları 288 faytonlar 99, 1 00 320, 326. 329, 330. 33 1 '
Ermeni cizyesi 328 Fazıl Ahmed Paşa 3 1 5 332, 333, 335, 338.
Ermeni Patrikliği 233 Felemenk 2 73 Galata nhtımı 86
Ermeni(ler) 1 0, 20, 2 1 , 22, 27, 43, Felemenk enfıyesi 280 Galata surları 209
49, 53, 54, 57, 1 80, 1 98, 199, Fener 22, 97 Galata vapuru 23 7
20 1 , 288, 303 Fenerkapısı 2 1 Galata Yahudileri 44
Ersoy, Mehmed Akif 1 83 Fenerkapısı Hamamı 2 70 Galatasaray Sultanisi bkz . . Mektcb-i
Es'ad Efendi 33 1 Fenerliler 42 Sultani
Es'ad efendi (Rumeli Kazaskeri) Ferdinand (Kral) 22 Galib Dede Caddesi 307. 309
313 Ferhat ile Şin'11 286 Giilib Dede Dergahı bkz .. Galata
Eser-i hayr vapuru 232 Ferid Paşa (Damad) 244 Mevlevihfinesi
Eser-i merhamet vapuru 24 1 , 244 Feridun Paşa Bahçesi 50 Gavsi Ahmed Dede (Mesncvihan)
Eser-i ticaret vapuru 233 Feriha K5mran 1 1 3 304, 3 1 8
Eski Lonca Mahallesi 43 Fındıklı 48, 3 2 7 , 336 Gayret vapuru 240
Eski Odalar 2 7 1 Filibe 57 Gaziyan-ı Rüm 1 9 1
Eskişehir Mevlevihanesi 323 Filibe Mevlevihanesi 3 1 6 Gazze 2 1
esnaf kahveleri 2 79 Filiz Ahmed 288 Gebze 58
esnaf loncaları 64, 65 Fincancılar 209 Gediz 56
esnaf teferrüçleri 46, 78 Fitzroy Meydanı 1 7 1 Gelibolu 2 1 . 243
esnaf-ı cerrahan 1 95 Florya plajı 2 1 7 Gelibolu Mcvlcvihanesi 309, 327
esrar 65 Forum Konsıaminos 24 Genç Kad111 1 14
Esrar Dede 306 Forum Tauri 24 Genç Kız Kalbi 1 78
Essai sur le the 2 7 4 Fransa 1 4 6, 2 1 0, 2 1 3 Gençlik Parkı 2 1 7

DİZiN 351
Germen(ler) 20 Halil Efendi (Mahmud Efendizacte) Hasköy Tersanesi 244
Gevheri 277 333 Haslar kadısı 75
Gladston, William Ewart 1 72 Halli Numan Bey 304 hassa gulamları 283
Göksu 52 Halil Paşa (Çandarlı) 34 Haşim Bey 333
Göksu vapuru 236 Halvetiler 31, 32 Haşune kolu 65
Guyau, jean-Marie 1 6 1 , 1 63 Halvetiyye 3 1 , 3 3 , 3 4 , 6 2 , 6 3 , Hatice Semiha 1 1 3
Gül Camii 3 1 299, 302, 3 1 4, 3 1 6 hatm-i hacegan 300
Gülhane Parkı 2 1 O hamamlar 2 1 2 , 2 6 7 , 2 6 8 , 2 70, Hatüniye Tekkesi 3 2 1
Gülşen-i Esrar 302 2 7 1 , 277 Havariler Kilisesi 1 9
Gülşeniler 33 Hamparsum 336 Haydarpaşa 1 35
Gülşeniyye 34, 62 hamüşan 30 1 , 326 Haydarpaşa Garı 8 7
Gümüşsuyu mesiresi 229 Hamza Bey (lzmirlioğlu) 331 Haydarpaşa Hamamı 269
Güzel Prens 1 1 4 Hamzaname 275 Haydarpaşa Hastanesi 1 9 6
Güzelhisar vapuru 242, 244 Hamzaviler 3 1 6 Hayırsız Ada 225
Han-ı Sultanı (Bey Kervansarayı) Hayrabolu 56, 58
hab-ı cihanbahş 65 25 hayranluk 65
hab-ı dilküşa 65 hanedan teşrifatı 1 56 Hayriye tüccarı 23 7
hab-ı dilşfıd 65 Hangay 203 Hayrullah Efendi (Şehremini) 320
hab-ı rasıfı 65 Hanım 1 1 4 hazine-i hassa 324
hab-ı sera 65 Hanım Kadın Mescidi 332 Henry 111 1 66
hab-ı şifa 65 Hanımlar 1 1 3 Hıristiyan cemaatleri 1 9 , 2 1
hab-ı uşşaki 65 HanımlarAlemi 1 1 4 Hıristiyan mahalleleri 20, 40
Habeşistan 294 Hanımlara Mahsus Gazete 1 1 4 Hıristiyan(lar) 20, 36, 43, 75, 222,
Habsburglar 1 53 Hanımlara Mahsus Malütfıat 1 1 4 247
Hacegan-ı Divan-ı Humayun 265, Hanway, john 274 Hıristiyanlık 1 9 , 74, 100, 1 1 4
266 Harb-i umüml 1 53 Hızırçelebi Odaları 28
Hacı Bektaş Asitiinesi 333 Harbiye Nezareti 3 1 4, 324 Hidiv hanedanı 125
Hacı Bektaş-ı Veli 30, 88 harci fırınlar 5 7 Hikmet Bey (Keçecizacte) 243
Hacı Hamdi 200 Harem 1 09 Hind 64
Hacı Hamza Mahallesi 43 harem 1 1 8 Hindistan 1 4 4
Hacı llyas Ağa 20 Harem iskelesi 240 Hintli Müslümanlar 74
Hacı Mimi Mahallesi 42 Harratlar Çarşısı 2 4 Hipodrom 267
Hadım Ali Ağa Yalısı 50 has fınnlar 5 7 Hoca Çelebi Yalısı 52
Hafız Tevfik Efendi 89 Hasan Ağa (Matbah emini) 304 Hoca Saadeddin 45
Hagion Apostolon Kilisesi 28 Hasan Ağa (Tırnakçı) 3 1 1 Hocapaşa 59
Hagios Andreas Manastırı 32 Hasan Ağa Çeşmesi 309 Hollywood 2 1 7
Hakem 63, 275 Hasan Dede (Leylek) 331 Horasan 30, 33
Hakkı Bey 288, 324 Hasan Dede 328 Houssmann 1 55
Halep 57, 84, 1 1 1 , 3 1 7 Hasan Efendi (Yeniköylü) 336 Hristos Akataleptos Kilisesi 300
Halep Eczahanesi 200 Hasan eş-Şazel1 294 Hulüs1 Dede (Aşçıbaşı) 306
Halep Mevlevlhanesi 31 7 Hasan Halife (Yeniçeri Ağası) 50 Hurufilik 34, 302
Halet Efendi (Devlet Kethüdası) Hasan Hüsni Dede 323 Hüdavendigar livası 56
307, 308, 3 1 9, 320 Hasan Nazif Dede 305, 333, 334, Hümayiş-i ticaret vapuru 233
Haliç 22, 23, 24, 25, 37, 40, 4 1 , 336, 337, 34 1 , 342 Hünkar iskelesi 55
4 5 , 5 3 , 8 5 , 209, 2 79, 283, Hasan NazifDede (Küçük) 342 Hünkar iskelesi vapuru 242, 244
296, 3 1 1 , 335, 337, 338, 339, hasbahçeler 208 Hünkar suyu 50
340, 34 1 , 343 Haseki Hamamı bkz . , Ayasofya Hüsameddin Efendi (Mesnevlhiı.n)
Haliç iskeleleri 13 7 Hamamı 32 1
Haliç kapanları 23 Hasırizadeler 3 0 1 Hüsameddin Efendi 62
Haliç kayıkçıları 286 Hasib Paşa 1 96 Hüseyin Ayvansarayl 6 4 , 3 2 7 ,
Haliç mesireleri 48 Hasköy 2 1 , 22, 56, 86 328
Haliç-Dersaadet Vapur Şirketi 86 Hasköy Fabrikası 243 Hüseyin Azmi Dede 309

352 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


Hüseyin Çelebi 329 lngiliz(ler) 45, 65. 1 ı 1 , 1 69, 1 74, istinye vapuru 23 7
Hüseyin Dede (Aşçıbaşı) 304 23 1 , 232 İtalyan ticaret kolonileri 20
Hüseyin Efendi 327, 336 İngiltere 2 1 3 , 236 lttihad ve Terakki 1 1 5, 21 7, 3 1 9
Hüseyin Fahreddin Dede 305, 330, İnönü, ismet 2 1 7 ITO Maden Fakültesi 336
333, 334 , 336, 337, 338, 342 lnsan{yet ı 1 3 izdivaç 1 1 4
Hüseyin Haki Efendi 2 3 7 , 2 3 9 , inşirah vapuru 242 lzmir 2 1 , 56, 233
240, 24 1 , 242, 243, 244 intizam vapuru 24 1 tzmit 27, 58, 243
Hüseyin Llimekiini 3 1 4 tran 3 1 , 1 00, 3 1 7 tzzeddin Dede (Akşehirli) 3 1 3
Hüseyin Paşa (Arnucazade) 3 ı 6 tranlı(lar) 43, 50, 54, 74 izzet Bey 242
Hüseyin Paşa (Deli) 50 !sa Dede 304, 308, 3 1 7 izzet Mehmed Paşa 3 1 8
Hüseyin Paşa (Ohrili) 62, 32 7 ishak Ağa 266 izzet Molla (Keçecizade) 1 24 , 307,
Hüsn ü Aşk 306 ishak Yahudi Yalısı 49 320, 32 1
Hüsnü Efendi 339 iskele Kapısı 43
Hüsrev Çelebi 3 1 3 tskender 202 )apon(lar) 1 54
Hyde Park ı 74 lskender Ağa 3 1 1 Japonya 1 4 4
Hz. Adem 245 lskender Efendi (Hintli) 336 johnson, Samuel 275
Hz. Ali 88 tskender Efendi 238 joseph, Franz 1 98
tskender Paşa 29, 5 1 , 302, 309 /oumal de la Societe de Phannacie
ırgat Hamamı 269 tskenderiye 1 O de Constantinople 201
lslahat-ı Turuk Komisyonu 209 lslamiyet 1 9, 46, 74, 78, 84, 1 02 , jön Türk 1 1 4
lstranca 27 1 1 0, 1 1 4 , 1 1 5, 1 1 7, 2 0 4 , 220, jön Türkler 1 72, 2 1 3 , 2 2 5 . 226,
Itri (Buhur1zade) 62, 3 1 2, 3 1 6 226, 292 3 1 9, 323, 324, 337
tsmail (Acem) 288
lbn Arabi 3 0 l , 303 lsmail Ağa (Sersekban) 264 Kaan Ahmed Dede 3 1 6
tbn-i Sufyan 325 lsmail Dede Efendi (Hamamizade) kabadayılar 2 76, 284, 288
İbrahim Bey Köşkü ı 8 1 3 1 1 , 320, 332 Kabakçı Mustafa isyanı 307
İbrahim Gülşeni 33, 62 tsmail Paşa 323 Kabataş 2 1 , 48, 86, 238, 240
lbrahim Müteferrika 3 1 0 İsmail Rüm1 3 1 4 Kabataş vapuru 23 7
tbrahim Paşa (Nevşehirli) 3 1 6, 329 tsmail Rusüh1 Dede (Ankaravi) Kadıasker 60
İbrahim Peçevi 64 302 , 303 . 304, 308 Kadıköy 1 89, 233
lbrahim Şinasi 1 25 , 1 82 , 1 84 , 224 lsmail Rusüh1 Dede Türbesi 306, · Kadm 1 1 4
ibret l 71 308 Kadmlar Dünyası ı 1 4
lctihıid ı 60, 225 ismet Bey 324 Kadmlık 1 1 4
ldris-i Muhtefı 3 ı 4 lspanyol Yahudileri 44 Kadırgalimanı Hamamı 269
ldrisköşkü 30 ı İstanbul çeşmeleri 246 Kadızade Mehmed Efendi 6 1
Ihsan (Muratpaşalı) 288 İstanbul dalyanları 5 1 Kadız<'ideliler 6 1 , 3 1 5, 3 1 6
Ihsan vapuru 240, 244 lstanbul hamamları 269 Kadir1hane 323
ihtisap ağaları 56 İstanbul kadılığı 22, 60 Kadiriyye 3 1 4
lhtıydrdt 3 ı 5 İstanbul kahvehaneleri 2 75, 2 8 1 Kafkasya 204
ikdam vapuru 24 l İstanbul köpekleri 220. 226 Kaftancı Ali Çelebi Yalısı 52
ileri, Celal Nuri ı 1 5 İstanbul limanı 25, 228 Kağıtçılar Çarşısı 80, 8 1
ilmiye sınıfı 28, 55, 87, 1 2 1 , 1 24 , lstanbul mahallesi 37, 38, 75, 276 Kağıthane 4 6 . 4 7 , 6 5 . 1 26, 339
264, 266 İstanbul mevlev1haneleri 30 1 Kağıthane Deresi 46
imaret sistemi 8 7 lstanbul Mevlev1liği 303 Kağıthane mesiresi 4 7
tiıan, Abdülkadir 203 İstanbul mezarlıkları 260 Kahire 84, 25 ı , 3 1 7
!nas Çelebileri 342 İstanbul Muhafızı 2 1 2 kahve 2 73 , 2 7 4 , 2 75 . 283. 2 9 4 .
!nas Rüşdiyeleri 108 İstanbul surları 20 297
inci 1 1 4 lstanbul tekkeleri 299 kahvecibaşı 2 7 5
lncirliköy 5 1 lstanbıı/'da Köpekler 225 kahvchanclcr 63, 64, 88. 1 02. 1 97.
lnecik 56 tstanbul-Paris deıniryolu 98 268. 274, 275. 277. 278. 279.
lngiliz elçiliği 44 tscanköy 58 280, 28 1 , 283. 284. 286, 287.
lngiliz kahvehaneleri 275 lstinye 50, 1 8 7. 234 288. 290. 293. 296. 297. 298

DiZiN 353
Kaiser Willhelm 1 98 Kasım Bey 262 Komiser Hüsameddin 'in Destanı
kakünç hapı 65 Kasımpaşa 4 1 , 4 4 , 46, 5 7 , 20 1 , 2 78, 289
Kal'a-yı Sulraniyye 243 213 konak hamamlan 2 7 1 , 2 72
kalem efendileri 233 Kasımpaşa Mevlevihanesi 62, 299, Konstantinos Hamamı 268
Kalender vapuru 242, 244 30 1 , 303, 304, 3 1 7, 3 1 8 , 327, Konya 299, 304, 3 1 1 , 3 1 3 , 3 1 5,
Kalenderhilne Zaviyesi 29, 300 329, 333 3 1 6 , 3 1 7, 3 1 8, 333, 341
Kalenderi erkanı 62 Kasımpaşa Tersanesi 44 Kosti Avram Kalfa 338
Kalenderiler 33, 302 kathisma 267 köpekler 2 1 9, 220, 222, 224, 225
Kalenderilik 34, 62, 302 Katırcı Hanı 25 Kösem Valide Kervansarayı 54
kallavi kavuk 263 katibi kavuk 265 Kudretullah Dede 307, 308, 309,
Kalpakçılarbaşı 1 73 Katolik kiliseleri 42, 43 318, 332
Kamer vapuru 242 Karun 203 Kulebahçesi 53
Kamil Bey (Mahşer Midillisi) 1 4 3 Kauffer, François 209 Kuledibi 43
Kamil Bey (Tanburi) 336 Kavd'id-i OsmdniJye 230 Kulekapı Mevlevihanesi bkz., Gala-
Kamil Paşa 1 2 6 , 2 3 7 , 238, 240, Kavak Sarayı 55 ta Mevlevihanesi
24 1 , 322 Kavaklar 233 Kumkapı 22, 1 99, 2 1 6
Kanal seferi 3 1 9, 325 Kaya Sultan 329 Kumkapı Nişancı Camii 260
Kandilli 52, 53, 1 87, 1 88 Kaygılı, Osman Cemal ı 1, 2 77 Kurşunlu Mahzen 280
Kandilli Bahçesi 53 kayıkçılık 229 Kuruçeşme 2 1 , 22
Kandilli vapuru 23 7 Kazancıoğlu Bahçesi 329 Kuyumcular Çeşmesi 256
Kani Bey Enfiyesi 280 Keçeci, Salih Fuad 124 Kuzguncuk 53
Kanlıca 5 1 , 52, 57, 1 87, 233 Kelly 232 Küçük Ayasofya Hamamı 269
Kanlıca körfezi 52 Kem 203 Küçük Galata 21
kanto 280 Kemal Ahmed Dede 6 1 , 3 1 1 , 3 1 3, Küçüksu 52, 1 8 7
Kanuni Sultan Süleyman 20, 3 3 , 319 Küçüksu vapuru 2 4 2 , 244
3 6 , 4 1 , 4 6 , 4 7, 49, 5 0 , 5 1 ' 5 3 , Kemaleddin Dede 336 külhanbeyi 2 7 1
55, 6 1 , 62. 65, 249, 254, 256, Kemaleddin Bey (Mimar) 324, 340 külhanbeyi manileri 288
2 7 1 , 274, 275 kervansaraylar 98 külhanbeyler 282, 284, 290
Kapalı Çarşı 23, 24, 26, 29, 79, 80, Kestane suyu 50 külliye hamamları 269
92, 1 75, 279 Keşan 56 külliyeler 55
Kara Bati Bahçesi 48 keşkül 3 1 Kürkçü Hanı 25
Kara Hasanoğlu Yalısı 49 Kevork (Sarra� 237 Kürkçü Kapısı 43
kara surları 56 kıpti köçekler 284 Kütahya 318, 333
Karabaş-ı Veli 62 Kıpti (ler) 84
Karabaşiyye 62 Kırım 56 Liile Devri 89, 1 90, 207, 229, 232,
Karabet 288 Kırım Savaşı 1 99, 20 1 , 233, 236 249, 257, 3 1 6, 329
Karaburçek 302 Kırk Çeşme 256 liilezar 207
Karaca Ahmed Sultan 52 kıssahanlar 64 Lambo (Lavtacı) 288
Karacaahmet 260, 2 6 1 , 264, 266, kısun 65 Langa 22, 57, 60
310 kıyamet-i sugra 34, 35 Latifi 64
Karacehennem lbrahim Paşa Kona- Kız Ahmed 64 Latin mezarlığı 209
ğı 327, 336 Kız Sanayi Mektebi 1 1 3 Latinler 20, 43
Karadeniz 56, 57, 237 Kinglake, Alexander William 2 3 1 Le Bon, Gustave 1 62
Karaköy 43 Kirişhane Çarşısı 24 Le Cocq, Charles 1 79
Karaköy Caddesi 2 09 Klermon 2 3 1 Lebib 309
Karaköy Köprüsü 86 Koca Sinan Paşa Camii 49 Lello. Henry 4 5
Karaköy Meydanı 45 Kocaeli 331 Levant Company 44
Karaman 58, 60 Kocamustafapaşa 23, 62, 1 86, 187 levanten kahvehaneleri 88
Karamürsel 243 Kocamustafapaşa Asitanesi 3 2 , Levanten (ler) 4 1 , 99, 202, 2 2 1
Karaylar 44 339 Limni 5 7
Karesi 56 Koçu, Reşad Ekrem 1 1 Lion Garı 1 8 1
Kasım Baba (Eyüblü) 3 1 5 Kola Hamdi 200 Lonca Hamamı 269

354 lSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


loncalar 26, 58 Medine 3 1 6 Mehmed Subhi Bey 309
Londra 58, 1 71 , 1 73, 1 74 , 238 medrese uleması 28 Mehmed Şemseddin Dede 3 0 4 ,
Londra metrosu 1 73 Mehdsin 1 1 4 317
Londra Oteli 99 Mehmed (Derviş) 2 6 1 Mehmed v (Sultan Reşad) 1 59 ,
Louis xıv 1 46 Mehmed Ağa (Mimar) 269 3 1 4 , 324, 325, 338, 339, 340
Lüksemburg Oteli 1 39 Mehmed Ağa (Vardakosta) 32 1 mehtab alemleri 52
lüle 250 Mehmed Ağa 2 6 1 Mekki Efendi 320
Lüleburgaz 56 Mehmed Ali Paşa 125, 2 3 3 , 2 3 7 Mekteb-i Harbiye 1 76, 182
Lütfi Efendi 228, 233 Mehmed Ali Paşa Hanı 2 4 1 Mekteb-i Mülkiye 1 76, 199
Mehmed Ataullah Dede 308, 309, Mekteb-i Sultani 44, 1 76, 202
Ma'rCizdt 1 2 6 3 1 0, 3 1 8, 330, 336 Mekteb-i Tıbbiye 1 76 , 1 8 3 , 1 96,
Macuncu Mahallesi 2 1 Mehmed Bahaeddin 3 1 , 52 1 99, 200
Maçiç tspanyol 2 7 7 Mehmed Celaleddin Dede 3 2 3 , Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye 1 96
Maçka 3 2 7 , 336 324, 330 Melamet 326
Maçka Mevlevihanesi 336 Mehmed Dede (Dolapçı) 301 Me!am1ler 3 0 5 , 3 1 4 , 3 1 5 , 3 1 6 ,
Magnifica Comunita di Pera 42 Mehmed Dede (Eyyubi) 329, 330 3 1 8 , 337
mahalle çeşmesi 257 Mehmed Dede (Kerestecizade) 31 7 Melling, Antoine-Ignace 208, 209
mahalle hamamlan 268 Mehmed Dede (Küçük) 3 1 8 Mendkıbü 'l-Arj/in 3 1 3
mahalle imamlan 275 Mehmed Dede 3 3 1 Menas Kalfa 309
mahalle kahveleri 276, 277, 297 Mehmed Efendi (Malkoç) 6 1 , 3 1 1 , mendeflıane 256
mahalle kültürü 20 3 1 3, 3 1 4 Mercan 209
mahalle tulumbacıları 284 Mehmed Efendi 2 3 7 Meriç 56
mahalleler 73, 74, 77, 1 22, 205 Mehmed Elif Efendi (Hasırizade) Merkez Efendi Tekkesi 3 1 1
Mahmud Dede (Mesnevihan) 302 324 Merkezefendi Mahallesi 326
Mahmud Dede 306, 307, 332 Mehmed Es'ad Dede bkz . , Şeyh Merkezefendi Mezarlığı 3 1 9
Mahmud 11 2 2 4 , 2 2 5 , 226, 2 3 1 , Galib Mersin 58
232 , 263, 266, 283, 284, 286, Mehmed Hakiki Dede (Ağazade) Meserret vapuru 240
307, 308, 309, 320, 323, 33 1 , 62, 327, 328 mesireler 44, 45
332 , 338 Mehmed Hüsni Dede 320 Mesnevi 2 9 , 33, 300, 30 1 . 303,
Mahmud Paşa 28 Mehmed 11 (Fatih) 9 , 1 9 , 20, 25, 3 1 6, 32 1 , 323, 33 1 , 336
Mahmud Paşa Hamamı 269 3 3 , 34, 4 1 , 49, 5 0 , 53, 55, Metanet vapuru 24 1, 244
Mahmud Paşa Külliyesi 28 269 Mevlana Asiranesi 302, 304, 307,
Mahmud Resmi 20 Mehmed ııı 65.. 3 1 1 3 1 0, 3 1 1 , 3 1 3, 3 1 5 , 3 1 6, 3 1 7,
Mahpeyker Sultan 269 Mehmed ıv 49, 52, 263, 329 3 1 8, 329 , 34 1
Mai ve SiYah 1 78, 1 79 Mehmed Kadri Dede 32 1 , 332 Mevlana Celaleddin-i Rümi 3 3 ,
Makedonya 58 Mehmed Kazım 200 299, 300, 3 0 1 , 302
Malkara 56, 58 Mehmed Kutbeddin Efendi 339 Mevlanakapı 31 1
Maltepe 57 Mehmed Paşa (Kaptan-ı derya) Mevleviler 29, 62, 30 1 , 309, 3 1 1 ,
Manisa 2 1 262, 264 3 1 5 , 3 1 8, 3 1 9 , 325, 329
Manolaki 236 Mehmed Paşa (Nişancı-Karamani) Mevlev1lik 29, 30, 3 1 , 33, 34, 6 1 ,
Manukyan Matbaası 243 2 1 , 260 62, 1 24 , 299, 30� 302, 302,
mare nostrum 2 1 1 Mehmed Paşa (Rum) 2 1 303, 305, 307, 3 1 2 , 3 1 5 , 31 6,
Margate 1 74 Mehmed Paşa (Sufi) 62, 3 1 5 3 1 7, 3 1 8, 322, 326, 328, 330,
Marmara 22, 85, 86, 3 1 1 Mehmed Paşa 3 1 1 333, 337, 34 1
Marsilya 1 8 1 Mehmed Rauf 1 1 4, 1 76, 1 78 Mevlevi Tekkesi Sokağı 326
maslak 65 Mehmed Rühi Dede 306, 308, 332 Mevlevihane Caddesi 3 1 9 , 326
mavnacılar 239 Mehmed Sadık Dede (Aşçıbaşı) Mevlevihane Çıkmazı 339
Mecidiye nişanı 239 32 1 meydan çeşmeleri 257, 258
Meclis-i Meşayih 322, 323, 324 Mehmed Sadık Dede 304 , 3 1 8 . meyhaneler 45, 75
Medar-ı ticaret vapuru 233 329 Meyit Kapısı 4 1
meddahlar 64 Mehmed Said Dede 332, 333, 336, Meymenet vapuru 240
Medie 1 8 1 341 Mıgırdıç (Resimci) 236

DiZİN 355
Mısır 1 0, 2 0 , 5 7 , 5 8 , 1 25 , 2 3 3 , Mustafa Sakıb Dede 3 0 2 , 3 1 2 , nizam-ı alem 205
237, 332 3 1 5, 3 1 8 Nizam-ı Cedid 283
Mısır Çarşısı 5 6 , 80, 1 98 , 1 99 , Mustafa Yahya Efendi Yalısı 50 Nuri Dede (Keresteci) 320
200 Mutahhara Hatun 342 Nuri Bey (Bolahenk) 336
Mısır Darülmevlevisi 336 mutnb 29 Nusret vapuru 240, 244
Mısır Mevlevihanesi 309, 3 1 6 Muvazene-i umumiyye cedvelleri Nüzhet vapuru 240
Mısırlı(lar) 89 241
Mızıka-i Humaylın 332, 336 Mücahidin-i Mevleviyye Alayı 325 Odeon 1 79
Midhat Paşa 1 43, 322 mücevveze 263, 264 Odunkapanı 24, 25
Mihri Müşfık 1 1 3 Mühr-i Süleyman 2 6 1 Odunkapısı 25
Mihrimah Sultan Camii 54 Mükemmel ve Resimli Addb-ı Mu- Offenbach 1 79
Mihrimah Sultan Kervansarayı 54 aşeret Rehben· 1 6 1 Olimpos 1 0
Mikado 1 79 Münif Paşa 224 Olivier 22 1
Millet Kütüphanesi 1 03 Müslüman cemaatler 1 9 Onnik (San) 288
Mimar Mustafa Ağa Yalısı 49 Müslüman mahalleleri 20, 40 Orient Express 99
Mimar Sinan 5 1 , 5 5 , 2 4 4 , 2 5 4 , Müslüman(lar) 20, 26, 27, 29, 36, Onman Müdürlüğü 2 1 O
269 37, 42, 43, 44, 49, 50, 5 1 , 52, Onman Nizamnamesi 2 1 O
Mirgiin vapuru 23 7 53, 54, 57, 59, 64, 75, 85, 86, Orta Asya 46, 3 1 5
mit! değinmenler 5 7 96, 9 7, 1 08 , 1 09 , 1 3 7, 1 79 , Orta Asya Türkieri 203
Miskinler Tekkesi 3 1 O 1 82, 1 88, 1 90, 1 99, 200, 2 1 2 , Orta Valide Kervansarayı 54
Moda 1 89 2 1 3, 2 1 8, 220, 2 2 1 , 222, 234, Ortadoğu 74, 1 00, 232
Moliere 44 247, 248, 270, 274 Ortaköy 22, 49, 57
Molla tıahi 33, 300 Müteferrika Matbaası 232 Ortaköy yatılan 49
Montagu, Lady Mary Wortley 2 7 1 müteferrikalar 264 ortaoyunu 280
Mora 2 1 , 307, 333 Oryantalizm 222, 225
Muallim Naci 1 75 , 1 80, 1 83 Nabi 1 00 Osman Ağa (Çavuşbaşı) 304
Muhadarat 1 1 3 Nafı'a Hanı 240 Osman Dede (Kutb-ı Nayi) 304,
Muhsin (Mukallid) 288 Nahı! alayları 65 3 1 8, 323
Munika, Koch 208 Nakkaş Paşa Yalısı 49 Osman il 327
Murad ııı 52, 6 1 , 62, 65, 254 Nakşbendi 300 Osman Nuri (Bahriyeli) 288
Murad iV 50, 5 1 , 53, 275, 3 1 4 , Nakşbendiyye 33, 299, 309 Osman Salaheddin Dede 1 24, 32 1 ,
3 1 5 , 329 Namık Kemal ı 1 4 , 1 25, 1 43, ı 7 1 , 322, 323, 324, 332, 336, 337
Musa Kazım Efendi 338 1 72 , 1 73, 1 74, 1 82 , 1 84 Osmanlı ailesi 95, 1 1 9, 1 20, 1 24,
Musa Kazım Paşa 3 4 1 nargile 283 1 2 7, 1 33
Musa Safı Dede 3 1 7, 3 1 8, 320 Nasuh Paşa 48 Osmanlı Demokrat Fırkası 1 1 5
Musalıib Abdi Bey Yalısı 332 Nasuhi Mehmed Efendi 63 Osmanlı hanedanı 30
Musahipzade Celal 1 ı Neave, Dorina L 222 Osmanlı lstanbulu 1 9
Musliheddin Vefa 33 Necati 1 00 Osmanlı mahallesi 75, 78, 83, 84,
Mustafa Ağa (Hazinedar) 260 Nedim 2 6 1 , 3 1 6 94, 1 22
Mustafa Ağa 32 Nefi 1 00 Osmanlı pazan 44
Mustafa Efendi (Hatab Emini) 327, Nesib Dede (Aşçıbaşı) 333 Osmanlı taşrası 1 00 , 1 0 1 , 1 02 ,
336 Nesim (Balatlı) 288 1 03, 2 7 7
Mustafa Efendi (Reisülküttap) 265 Nestle 1 35 Osmanlı(lar) 9 , 2 0 , 2 4 , 3 5 , 4 1 ,
Mustafa Efendi 3 1 6 Neveser vapuru 2 4 1 49, 75, 89, 9 1 , 92, 93, 97,
Mustafa III 33 ı Neyzen Tevfık 325 1 00 , 1 0 3 , 1 0 7 , 1 0 9 , 1 1 0 ,
Musrafa izzet (Yesanzade) 309 Nezr-i Mevlana 3 1 2 , 340, 34 1 1 1 2, 1 1 4' 1 1 5, 1 1 6, 1 1 9,
Mustafa Naili Efendi 324 Nigar Hanım 1 ı 1 , 1 1 2 , 1 1 4 1 2 1 , 1 25 , 1 2 6 , 1 28, 1 29,
Mustafa Naili Paşa 326 Nikolaki Efendi 240 1 3 0, 1 3 1 . 1 3 5 , 1 3 6 , 1 3 7 ,
Mustafa Paşa Yalısı 52 Nisari Ali Efendi 304 1 3 9, 14 1 ' 1 4 2 , 1 4 4 ' 1 45 ,
Mustafa Reşid Efendi 305 Nişancı Mehmed Paşa Zaviyesi 62 1 4 6 , 1 4 7 , 1 4 8, 1 50, ı s ı ,
Mustafa Reşid Paşa 1 42 , 1 44, 228, Nişantaşı 1 12 , 1 89 1 52 , 1 55 , 1 5 6 , 1 58 , 1 59 ,
229, 235, 236 Nizam Plajı 2 1 7 1 6 0 , 1 6 1 ' 1 62 , 1 6 4 , 1 65 ,

356 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


1 6 6 , 1 6 9 , 1 7 1 , 1 72 , 1 7 3 , Pera (Beyoğlu) 1 2 , 40, 4 1 , 43, 44, Roma 9, 21 ı . 222, 267, 274
1 74 , 1 7 7 , 1 8 1 , 1 8 3 , 1 8 4 , 85, 86, 88, 92, 94, 95, 97, 99, Roma Banşı 2 73
1 86 , 1 88 , 1 9 1 , 1 93 , 1 99 , 1 22, 1 36, 1 3 7 , 139, 1 40, 1 4 1 , Roma hamamlan 267
200, 2 0 1 ' 202, 205, 206, 1 79, 1 88, 1 89, 202, 209, 22 1 , Romanoflar 1 53
207, 208, 209, 2 1 1 , 2 1 2 , 222, 224, 233, 309 Ruhi-i Bağdadi 3 1 5
2 1 3 , 2 1 4, 2 1 5, 2 1 6, 2 1 7, Pera (Beyoğlu) tiyatrolan 277, 287 Rum aristokrasisi 42
2 1 9, 220, 224, 226, ' 227, Pera levantenleri 43 Rum köçekler 284
23 1 , 232, 234, 240, 243, Pera Palas 98, 99 Rum Mehmed Paşa camii 54, 260
244, 248, 249, 250, 25 1 , Pertev Bey 338 Rum Mehmed Paşa Camii Mahalle-
2 5 2 , 2 5 6 , 2 5 7 , 2 5 9 , 2 60 , Pertev Şurubu 201 si 53
2 6 1 , 262, 264, 267, 268, Peyk-i ticaret vapuru 233 Rum Patrikliği 233
2 73 , 2 7 4 , 2 7 6 , 2 7 7 , 2 7 8 , Phebus Efendi 202 Rum (lar) 20, 2 1 , 22, 26, 2 7, 42,
282, 285, 288, 289, 290, Pınarbaşı mesiresi 229 43, 45, 49, 50, 53, 1 98, 1 99,
29 1 , 2 9 2 , 299, 303, 305, Piccadilly ı 74 270
307, 3 1 0, 326, 328, 329, Pilevne 1 76 Rumeli 20, 2 1 , 47, 49, 5 1 , 56, 76,
330, 336 , 337, 343 Pirs 1 79 1 00, 1 03, 1 20, 1 82 , 233, 249,
Othello 278 Plais de Cristal ı 79 316
Othmar 202 Planquette 1 79 Rumeli kazaskerliği 60
Odukçuyokuşu 300 Pompeia 1 79 Rumeli vapuru 236
otomobiller 99, ı 00 Prens Menernich 1 44 Rumelihisan 2 1 , 49, 50
Prusya 1 44, 223 Rus(lar) 4 1 , 240
Ömer (Badik) 288 Rusya 58, 1 44, 229
Ömer (Kaptan) 240 rafızi(ler) 29 Rüçhan vapuru 244
Ömer Dede 3 1 8 Rağbet vapuru 242, 244
örf 263, 264 Riih-ı Cedid 60 Sa'dabiid 1 O, 206
Özbek(ler) 1 O Rahat vapuru 240 Sa'di Tekkesi 324
Rakofça 1 8 1 Sa'diyye 301
padişah şenlikleri (Sur-i Humayun) Ramazan Mahfi 62, 3 1 4 Sabuhi Ahmed Dede 3 1 5 , 3 1 6 ,
47, 65 Ramazaniyye 62 337
Palaiologoslar 1 9 Ramle 2 1 sade lüle 250
Palazzo del Commune 4 5 Raşid (Zibidi) 288 Sadık (Darbukacı) 288
Pamukçu lhsanBry'in Destanı 289 Raşid Dede 334, 336 Sadreddin Çelebi 3 1 6, 334, 336
Parça Bohçası 1 1 4 Raşid Efendi 237, 238, 240 Safa Hamamı 2 70
Paris 36, 58, 1 12 , 1 40, 1 44, 1 45 , Ratib Efendi 336 Safa 'i Dede 302
1 46, 1 8 1 , 1 96, 2 0 1 , 323 Rauf Bey 240 Safed Yahudileri 2 1
Paris Belediyesi 94, 209 Rauf Yekta 323, 336, 342 Safevi(ler) 32, 33
Paris Operası ı 72 Ravzatü 'n-nür 329 Safı Musa Dede 304
Pans-Kudüs Yolculuğu 2 1 9 Recaizade Mahmud Ekrem 9 9 , Safiye Sultan Yalısı 49
pasban bkz., pazvant 1 8 0 , 1 83, 1 84 Safranor 1 79
paşa daireleri 233 Relt vapuru 240 Safveti Ziya 1 29 , 1 63
Paşabahçe 5 1 Rehber vapuru 24 1 , 244 Sahih Ahmed Dede (Aşçıbaşı) 3 1 8,
paşai kavuk 263 Renan, Ernest 1 39, 1 43 319
Paşakapısı 59, 265 Resanet vapuru 2 4 1 sahib Molla 322
Paşa/imanı Cinayeti Destanı 289 Ressam-ı Hazret-i Şehriyari 202 Sahilbend vapuru 238, 239
Patakoğlu kolu 65 Reşid Paşa vapuru 243 Sahn-ı Seman Medreseleri 28
Patrona isyanı 31 7 Revue Medico-Plıarmaceutique Said Efendi 331
Paulus 273 201 Said Hemdem Çelebi 332. 333
pazvant 39 Rhodes, Forster 232 Sakarya 56
Pean 1 96 Rıza (Toygarlı) 288 Sakız 58
Pehlivan Parpul kolu 65 Robenson 286 Salacak 55
Pendari Naci Ahmed Dede 3 0 4 , Robertson, )ames 20 1 Salacak Mahallesi 53
3 1 6, 3 1 9, 328, 329 Rodoslu Yalısı 331 Salaheddin Çelebi 342, 343

DiZİN 357
salhaneler 58 Sevengil. Refik Ahmed ı ı 55, 56, 87, 1 90, 269
Salıpazan 21 , 4 1 Seyr ü Sefer Kalemi 242 Süleymaniye Medresesi 55, 1 75
Salih Dede (Neyzenbaşı) 336 Seyydle ı 1 4 Süleynıaniye müderrisliği 60
Samatya 1 9 seyyar kahveciler 293 Sünbül Sinan bkz., Sinaneddin Yu-
Samsun 2 1 seyyar satıc�ar 27, 224 suf
Samurkaş kolu 65 . Seyyid Hasan Ağa 20 Sünbüliyye 32, 339
Sanayi-i Nefise Mektebi 1 1 3, 1 1 7, Seyyid Nureddin Efendi 3 1 8 Sür'at vapuru 232
129 Sırıi Abdi Dede 302, 303, 329 Süreyya vapuru 242
Sandal Bedesteni 2 4 Silahtarağa Caddesi 339, 343 sürre alayı 286
Sanderson, )ohn 45 Silivrikapısı 2 1 Süs 1 1 4
Saraçhanebaşı 24 Silivrikapısı Hamamı 269 Sütgöl 203
Saraçlar Çarşısı 24, 28 Sinan Paşa 36 Sütlüce 57, 324
saraçlar 28, 4 6 Sinaneddin Yusuf 32, 34 Sütlüce vapuru 242
Sarafim Kıraathanesi 2 7 5 Sinaniyye 62
Saraybumu vapuru 242 Sinop 2 1 Şah lsnıail 33
Sanyer 50, 1 8 1 Sirkeci 86, 209 Şahidi 302
Sanyer vapuru 2 3 7 Sirkeci Gan ı 82 Şahkulu Kapısı 4 1
Saruhan 56 Sivas 2 ı Şah kulu Sokağı 31 O
satranç 280 Sivasüer 6 1 Şam 57, 74, 84, 238, 3 1 7
Saville, Henıy 2 74 Sivasiyye 62 Şanı Mevlevihanesi 3 1 S , 3 1 6
saz şairleri 2 77 Siyahi Mustafa Dede 3 1 6 Şamanizm 203
Schedel, Hartmann 1 9 sokaklar 206 Şarköy 243
Sebah ve )oaillier 202 Stockholm 1 4 1 Şazel11er 294
Sedad Simavi 1 1 4 Styx 2 1 2 Şehfıb vapuru 242
Sedes, Selami izzet ı ı 4 Suhulet vapuru 2 3 8 , 2 3 9 , 2 4 3 , Şehir Harlan işletmesi 244
Sefaradlar 2 2 244 Şehir Oğlanı Kapucuoğlu Osman
Sefine-i Nefise-i Mev/evfydn 302, sukiya 273 kolu 65
3ı8 Sultan Ahmed Camii ve Külliyesi Şehremini 62
Selamet vapuru 240 56 Şehsuvaroğlu, Haluk 1 1
Selanik ı 8 ı, 233 Sultan Ahmed Külliyesi Hamamı Şehzade Caddesi 1 73
Selanik Yahudileri 2 1 269 Şehzade Camii ve Külliyesi 55, 88
Selçuklu(lar) 30, ı oo. 268, 3 1 5 Sultan Bayezid Hamamı 269 Şehzactebaşı 88, 2 7 ı
Selim Ağa 266 Sultan Hanı 28 şehzadeler 2 1 2
Selim Dede 304, 3 ı 8 Sultan Selim Camii 55 Şekerci Cemil 88
Selim I 32, 34, 4 1 , 1 9 ı Sultan Süleyman Hamamı 269 Şekerci Yahudi Yalısı 49
Selim m 8 7 , ı s ı , 264, 283, 305, Sultan Veled 299 Şems 63, 275
306, 3 1 9 , 331 Sultanahmet 2 1 O Şems kolu 305
Selimi kavuk 263 Sultanhanıanı 25, 209 Şemseddin Sami 1 1 3, 1 1 4
Selimiye Kışlası 55, 87 Sultaniye mesiresi S 1 Şemsi Dede 304
Selman Faik Dede 342, 343 Sultaniye vapuru 242, 244 Şemsi Paşa Camii 54, 260
Sema'! Mehmed Dede (Sultan-ı Di­ Sultanselim 30 1 Şerh-i Şahfdf 320
vani) 29, 302, 3 ı 3 Sulunıanastır 2 ı . 22 Şerif Haydar Bey (Evkaf Nazırı)
semai kahveleri 2 7 7 , 2 78 , 2 8 1 , Sunımer Palace 98, 99 338
282, 284, 285, 286, 288, 289, Suriye 20, 268 Şevki Efendi 338
290, 298 Surp Lusavoriç Kilisesi 43 Şeyh Galib 3 0 4 , 305 , 306, 308,
Sender 202 Süleyman Ağa 1 1 ı 3 1 2, 320
Septimus Severus 267 Süleyman Dede 328 Şifa suyu 50
ser-eribba-i hassa ı 96 Süleyman Efendi (Hacı) 332 Şii 3ı
Servet-ıJünun 1 75, I 76, ı 77, Süleyman Nazif 1 83 Şile 2ı 7
ı 78, ı 7 9 , 1 80, 202 Süleyman Paşa Odaları Hanı 25 Şimendifer idaresi 240
Seıvi kolu 65 Süleynıaniye 10, 1 83 Şirket-i Hayriyye 86, ı 80 , 2 2 7 ,
Sester 208 Süleymaniye Camii ve Külliyesi 54, 228, 2 2 9 , 230, 23 ı , 232, 233,

358 ISTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


234 , 235, 236, 237, 238, 239, tarikadar 29 Trablusşam 3 1 7
240, 242, 243, 244, 289 Tarz-ı nevin vapuru 2 4 1 Trabzon 233
Şirket-i Mahsusa 86 Taşlıburun Tekkesi 3 4 3 Trafalgar Meydanı ı 72
Şişli 189, 209 taşra hanları 2 5 Trakya 27, 56, 5 7 , 58
Şüra-yı Devlet Bidayet Mahkemesi Tatavla 1 89 tulumbacı kahvehaneleri 2 77, 2 78,
324 tavla 280, 295 298
Şükran vapuru 2 4 1 , 244 Tavukpazan 60, 277, 285 tulumbacı şairleri 288
Şükrü Efendi (Hafız) 338 Tavukpazarı kahveleri 277 tulumbacı(lar) 4 1 , 2 1 2 , 2 1 3 , 2 7 1 ,
Şük(jfendme 208 Tayyar (Eyüblü) 288 276, 278, 279, 282, 284, 286,
Şüküfezar 1 1 3 teber 3 1 289, 290, 298
7edkik u Tahkik 320 Tuna 56
Ta'n'b-i Şahidi 320 Tekfur Ağa 237 Tuna Prenslikleri 56
tabakhaneler 58 Tekfur Sarayı 2 1 Türk boyları 203, 204
tahıl ticareti 56 Tekfurdağı 243 Türk eczacılar 201
Tahir Paşa 3 3 1 Tekirdağ (Rodosçuk) 56, 57, 232 Türk hamamları 267, 268, 269
Tahrfriyye 320 Tepebaşı Bahçesi 1 79 Türk Kadmı 1 14
Tahsin Efendi 338 tepidarium 267 Türk kahvehaneleri 88
Tahtakale 1 O Terakki 1 1 3 Türk Ocakları 1 70, 325
Tahtakale 1 0, 2 1 , 24, 25, 60, 63, Terbiye ve Veraset 1 6 1 Türk(ler) 2 0 , 4 1 , 4 3 , 1 00, 1 08 ,
64, 275, 296, 297 Terceme-i Mandkıbii 'l-Arj/fn 320 1 09, 1 1 2 , 1 1 3 . 1 1 5 , 1 1 7, 1 1 8,
Tahtakale meddah kahveleri 64 Tercüman-ı Hakikat 14 1 1 52, 1 54 , 1 55, 1 56, 1 5 7, 1 59,
Taife-i Bektaşiyye 30 terlikçiler 2 7 1 63, 1 66 , 1 80, 1 85, 188, 189,
takkeciler 2 7 Tersane 2 1 190, 1 99 , 200, 204, 205, 21 O,
Taksim 209 Tersane Zindanı 4 1 2 1 6, 2 1 8 , 2 3 1 , 288, 3 1 2 , 3 1 6,
Taksim Bahçesi 1 62 Tersane-i Amire 232, 234 , 235 320, 330
Taksim Kışlası 201 terziler 2 7 Türk-Amerikan Dostluk, Ticaret ve
Talu, Ercüment Ekrem 1 1 Teşkilat-ı Esasiyye Kanunu 322 Seyr-i Sefüin Muahedesi 232
Tannau 203 Tetimme Medreseleri 28 Türkmen 58
tanzifat amelesi 209 Tevfik Fikret 1 76, 1 77. 1 83, 1 84 tütün 274, 2 75 , 280
Tanzimat 65, 8 1 , 84, 85, 87, 89, Tezdkir 1 45 , 229
1 02, 1 07, 1 08 , 1 09, 1 1 1 , 1 1 2 , Ticaret Nezareti 21 O. 236. 237
Ulviye Mevlan ı14
Umay 204
1 1 3, 1 1 4 , 1 1 9 , 1 20, 1 2 1 , 1 22 , Tire 2 1
Unkapanı 24, 25. 52. 56. 59. 60,
1 2 3 , 1 25, 1 26, 1 2 7, 128, 1 30, tiryaki kahveleri 280
86, 2 79, 283
1 32, 1 33 , 1 37, 1 42, 1 44 , 1 75, tiryakiler 273, 274, 280
Unkapaııı Caddesi 209
1 76, 1 77, 1 82 , 1 84 , 1 85. 1 95. Tokat 2 1
Usül ve Addb-ı Mudşereı 1 30
1 97, 208, 2 1 0, 227, 229, 231 , Tokat Bahçesi 5 1
Uşaklıgil, Halid Ziya ı 77. ı 78
233, 234, 237, 239, 244, 2 7 1 , Tokat Mevlevihanesi 330
Uşşakiyye 62, 3 1 6
272, 277, 280, 281 , 284, 285, Tokat Sarayı 5 1
uyuşturucu maddeler 65
287, 307, 3 1 9, 32 1 , 322, 326, Tokatlıyan Oteli 99
Uzakdoğu 64, 80. 144
330 Tomtom Kaptan Sokağı 45
Uzunköprü 56
Tanzimat ailesi 1 2 2 . 1 2 3 . 1 2 4 , Tophane 2 1 , 4 1 , 4 4 , 45, 46, 2 1 3
126 Tophane rıhumı 273 Üçüncü Ahmed Meydan Çeşmesi
Tanzimat bürokrasisi 228 Tophane vapunı 236 249, 253
Tanzimat efendisi 228 Toplıane yangını 304 Ülgen 204
Tanzimat şiiri 1 84 Topkapı 22. 2 70 ümmi Sinan 62
Tarabya 50, 96. 99. 2 1 3 Topkapı Sarayı 35. 48. 2 1 O Ümmi Sinan Tekkesi 32 1
Tarabya vapuru 236 Topuzlu, Cemil 1 96, 209. 21 O üsküb 2 1 . 1 8 1
Taraklı 60 Toygar Hamza Mescidi Mahallesi 53 üsküblü Mahallesi 2 ı . 3 9
Tarcan, Selim Sırrı 1 1 7 tömbeki 280 Üsküdar 2 1 . 2 2 . 5 2 , 53. 54 . 57.
Tarhan, Abdülhak Hamid 1 6 0 , Trablus 330. 33 1 6 3 , 8 6 , 8 8 . 1 3 7 . 1 7 9 . 1 82 .
1 83, 1 84 Trablus Mevlevihancsi 33 1 1 87. 188. 1 89 , 1 92. 2 1 0 , 238.
Tarjfü 's-Su/iik 333 Trablusgarb Savaşı 243 239, 240, 260. 288

DiZiN 359
Üsküdar iskelesi 54 Welt-chronik 1 9 32 1 , 322, 3 2 3 , 3 2 4 , 325,
Üsküdar Mevlevihanesi 299, 304, Westminster 1 7 1 , 1 74 3 2 6 , 329, 3 3 0 , 33 1 ' 332 ,
3 1 0, 327, 332 336, 337, 34 1
Üsküdar Sarayı 55 Yagobyan, Yagob 23 7 Yenikapı Mevlevihanesi Türbesi
Yahudhane 9 7 325
Vahdet-i vücud 204, 301 , 3 1 2 Yahudi hekimler 2 2 Yeniköy 50, 233
Vak'a-i hayriyye 1 2 4 , 2 2 7 , 282, Yahudi mahalleleri 2 0 Yenimahalle 2 1
284 Yahudi sarraflar 2 2 Yenisey 203
Vakaresko 1 1 8 Yahudi(ler) 1 0, 2 0 , 2 1 , 22, 27,36, Yenişehir 2 1 , 333
Vakıflar Genel Müdürlüğü 326 44, 45, 49, 53, 56, 57, 97, 99, Yeşilköy 96, 2 1 6
Vani Mehmed Efendi 53, 3 1 5 , 329 199, 270 Yıldız Hamamı 22
Vaniköy 53 Yahudilik 74 Yıldız Sarayı 48
vapurlar 85 Yalova 58 Yirmisekiz Çelebi Mehmed 1 72
Vasıf (Üsküdarlı) 288, 289 Yasef Moiz 1 99 Yorgancı Sadık Destanı 2 78, 289
Vasıta-i ticaret vapuru 233 Yedikule 22, 24, 60 Yugoslavya 55
Vefa 2 1 Yedikule Salhanesi 58 Yunan hamamları 267
Vefa Hamamı 269 Yemen 273, 275, 294 Yusuf Dede (Çengi) 329
Vehbi Efendi (Hafız) 24 1 , 2 4 2 , Yemiş Kapanı Hanı 25 YusufNesib Dede 3 1 6
243 Yeni Cami ve Külliyesi 56 Yusuf Paşa (Neyzen) 332, 336
Veled Çelebi (Abdülahad Çelebiza- Yeni Odalar 55 Yusuf Sineçak 62
de) 3 1 9 Yeni Odalarbaşı Hamamı 269 Yusuf Zühd1 Dede 307, 33 1 , 332
Veled Çelebi 3 1 0, 333, 338, 34 1 Yeni Osmanlılar 1 2 5 , 1 3 7 , 1 72 , Yusufı kavuk 263
Veli Dede (Aşçıbaşı) 302 1 74
Venedik 36, 58, 201 Yeniçeri ağası 59 Zilim Ağa (Habeşizade) 3 1 8
Venedik balyosu 45 Yeniçeri Efendisi Koyunzade Yalısı zakir Şükri Efendi 328
Venedik Cumhuriyeti 45 50 Zal Mahmud Paşa camii 301
Venedik Loncası Mahallesi 25 Yeniçeri hamamları 2 7 1 zatü'l-hareke 2 1 6
Venedik Sarayı 43 Yeniçeri kahvehaneleri 6 5 , 2 8 3 , Zekai Efendi 32 1
Venedik ticaret kolonileri 25 284, 286, 296, 298 Zekai Dede 336, 339
Venedik(liler) 20, 43, 45 Yeniçeri kışlaları 55 zerrin külah 266
Venedikli tüccarlar 58 Yeniçeri Ocağı 30, 226, 3 1 1 Zeuxippe Hamamlan 267
Vense!, Fritz 208 Yeniçeri odaları 2 8 1 , 284 Zeyniyye 299
Vezneciler 29, 80 Yeniçeri(ler) 30, 32, 45, 57, 65, Zeyrek 23, 59, 1 9 9
Vezneciler Hamamı 269 1 75, 1 9 1 , 2 1 3, 271, 276, 278, Zeyrek Medresesi 3 3
Victoria 1 53 282, 283, 285, 296, 297, 298, Zeytinburnu 326
Vivitz 1 79 309, 3 1 1 , 32 7 Zihni (Bayburtlu) 2 7 7
Viyana Garı 1 72 Yeniçerilik 3 1 , 45 Zihni Salih Dede 3 1 6 , 329
Vize 302 Yenikapı 22 Ziver Paşa 323
von Moltke, Helmut 209, 223 Yenikapı Mevlevihanesi 6 1 , 6 2 , Ziya Paşa 1 83, 243
1 2 4 , 303, 304, 306, 307, Ziya vapuru 242, 244
Waterloo istasyonu 1 74 310, 3 1 1 , 3 1 2 , 3 1 3, 3 1 5, Zübeyde Havva Hanım 336
Weinberg 202 3 1 6, 3 1 7, 3 1 8, 3 1 9, 320, Zümtüd kolu 65

360 İSTANBUL'DA GÜNDELiK HAYAT


RESİM KAYNAKLARI

Kitap hazırlanırken pek çok kişinin yakın desteğini gördüm . Başta M. Baha Tanman, E.
Nedret işli, Cengiz Kahraman ve ö . Faruk Şerifoğlu, görsel malzeme temini konusunda kendi
arşivlerini istifademe sunmak nezaketini gösterdiler. Hepsine şükran borçluyum.
Sayfa 30, 1 24 , 3 1 0, 3 1 2 , 32 1 , 325, 334, 337, 339, 342 'deki gravür ve fotoğraflar M. Baha
Tanman arşivinden; 55, 56, 78 (üst) , 85, 87, 88, 89, 90, 98, 1 1 6, 1 26, 1 76, 1 86, 1 89, 1 98, 206,
207, 229, 230, 234, 2 4 1 , 260'daki resim ve kartpostallar E. Nedret işli arşivinden; 26, 52, 63,
80, 8 1 , 82, 96, 1 1 0, 1 1 1 , 1 1 3, 1 1 4 , 1 2 1 , 1 42 , 1 44 , 1 45, 1 59, 1 60, 1 72 , 1 74 , 1 77 , 1 78, 1 79,
184, 1 9 6 , 200, 20 1 , 2 1 6, 2 1 7, 220, 223, 2 2 4 , 289, 322 'deki görsel malzeme Cengiz Kahraman
arşivinden; 1 99 'daki fotoğraf ö. Faruk Şerifoğlu' ndan alınmıştır. Ayrıca, sayfa 1 5 7, 1 58, 1 62 ,
1 63 , 1 6 7, 1 68 , 2 1 5'deki fotoğraflar YKB Sermet Çifter Kütüphanesi'ndeki Salahattin Giz arşivine
aittirler. Sayfa 262, 263, 2 6 4 , 265, 266, 302, 306, 3 1 4 , 3 1 5, 340'daki fotoğraflar ise tarafımdan
çekilmiştir.

RESİM KAYNAKLAR! 361


İ n s anlığın varoluş h aritasında İstanbul, imp aratorluklar d ö n e m i b oyun­

ca hep yön e tici gücün merkezini te msil etti. Ro ma, B izans ve O s manlı,

bu merkezin etrafında şekillenen birer medeniyet dairesi olarak tari hte

yerlerini aldılar. Tarihe bu açıdan b akmak ve onun sayfaları n d a in sanlı­

ğın m acerasını okumak demek, bir b akıma An adolu, Balkanlar ve Akde­

niz'in göğü n d e p arl ayan bu göz kama ştı r ı c ı y ı l d ı z ı her defa s ı n d a yeni­

den ke şfetmek d emekti . İnsanlık İ stanbul'u keşfettikçe , kendi geçmi şi­

ne uzanan yolun d a tutkulu bir yolcusu olduğunu farketti. B u gün İstan­

bul, kaybettiğimiz bütün değerleri itinayla saklayan bir hazinedir. Yönü­

nü şaşıran toplumsal kimliğimiz için bir p u su l a , çürüyen e stetik zevki­

miz için bir mihenk taşı ve b o zulan a d alet d uygumuz için güvenilebilir

bir terazi olma işlevini üstlenen bu şehir, kendisine sorul acak her türlü

soruya cevap n iteliği taşıyab ilecek insan tecrübesini ve b ilgi b i rikimini

bize cö mertçe sun maktadır.

İstan b u l 'da Gündelik Hayat toplumsal kimliğimizin kökenlerine d oğru

çıkılan bir yo lculuğun çarpıcı görüntülerinden ib aretti r. İnsan, Kültür


ve Mekan ili şkileri düzleminde bir imparatorluk şehrinin tarih i n i kuşa­

tan çalı şma, so syal di siplinler aras ı n d aki dengeyi b a şarıyla kuran yeni

t a r i h ya z ı m ı n ı n da d i kk a te değer bir ö r n e ğ i d i r . S i y a s e tt e n k ü l t ü r e ,

mimariden edeb iyata uzanan çok b oyutlu b ir zemin üzerinde gerçekleş­

tiri l m i ş kur gu su ve k e n d i n e h a s ü s l u b uy l a ay n ı z a m an d a , gü n ü m ü z

tarihçisinin de İ stanbul'a sunduğu b i r armağandır.

Kapak Fotoğrafı: Albert Barry, 1 9 2 0 başlarında Galata Köprüsü .

.J!!!.
TÜRKİYE ÇÖL OLMASIN!
(0212) 281 10 27

ISBN 97 5-08 -005 4-0

You might also like