Professional Documents
Culture Documents
İstanbul'da Gündelik Hayat
İstanbul'da Gündelik Hayat
İstanbul'da Gündelik Hayat
EKREM
IŞIN
İstanbul' da
1
İSTANBUL'DA
GÜNDEUK
HAYAT
Gündelik
Hayat
ISTANBUL'DA GÜNDELİK HAYAT
insan, Kültür ve Mekan ilişkileri üzerine Toplumsal Tarih Denemeleri
Ekrem ışın (d. ı 955, Ankara} Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Edebiyatı Bölümünü bi
tirdi. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Romanlannda Do.�u-Batı Sorunu başlıklı tez çalışmasıyla
girdiği kültür tarihi araştırmalarını, 1977-ı984 ytllan arasında yaptığı edebiyat merkezli in
celemelerle sürdürdü. Bu yazılan, Milliyet Sanat, Oluşum. Tan, Sanat Olayı. Çağdaş Eleştiri
ve özgür insan dergilerinde yayınlandı. ı 984 'ten itibaren 'İstanbul' konulu toplumsal tarih
araşarmalanna yöneldi ve başta Tarih ve Toplum, Sanat Dünyamız. Gergedan, Çağdaş Şehir,
Arredamento-Dekorasyon vs. gibi dergilerde yayımlanan incelemelerini 1995'te !stanbu/'da
Gündelik Hayat Tarih, Kültür ve Mekan //işkı1eri üzenne Toplumsa/ Tanlı Deneme/en· baş
lığıyla kitaplaştırdı. Dünden Bugüne lstanbul Ansik/opedisı'ni hazırlayan ekipte yer alan ya
zar, uluslararası tasavvuf tarihi araştırmalarında proje danışmanlığı yapmakta, Thierry Zar
cone ve Arthur F. Buhler ile birlikte /oumal efthe History efSefism 'in ortak editörlüğünü yü
rütmektedir.
EKREM IŞIN
omo
İSTANBUL
Yapı Kredi Yayınlan
Tarih - 7
Toplumsal Tarih Araşarmalan Dizisi - 3
önsöz• 9
ikinci Baskı için Not• 13
BİRİNCİ BÖLÜM
Mitos ve ütopya Arasında Gündelik Hayat
İKİNCİ BÖLÜM
Ahmed Midhat Efendi ve Gündelik Hayatın Pratik Bilgisi: Adab-ı Muaşeret• 135
İstanbul 1 9 1 2• 181
Dizin• 347
lstanbul'un gündelik hayat sarkacı, tarih boyunca Osmanlı dünyasının iki karşıt kutbu arasın
da salındı: Mitos ve ütopya. Kimi zaman durma noktasına gelip yaşanmış altın çağların sonunu
haber veren, kimi zaman da temposunu hızlandırarak insan hayatına yeni ufuklar açan bu top
lumsal salınım, şehrin kimliğini Doğu'nun mitosu ile Batı'nın ütopyası arasındaki kültürel deprem
kuşağı üzerinde belirledi. Bu kimlik, pek çok farklı kültürün kader oıtaklığı yaptığı imparatorluk
yeryüzü imparatorluklarında olduğu gibi lstanbul'da da bu yaratıcı tecrübe, dinler ve ırkların kay
naştığı kozmopolit bir kültür dokusu içinde şekillendi. Mitos, şehir hayatını düzenleyen koruyucu
bir yasa, manevi içeriğini kamu vicdanında bulan bir değerler terazisi, iyi ile kötü, güzel ile çirkin
arasındaki etik ve estetik ölçütleri belirleyen bir mihenk taşı olduğu sürece bu tecrübeyi, gündelik
hayatın temel dinamiği yapmayı başarabilmiştir.
Şehrin mitosu, Roma'nın küllerinden doğdu. Askeri üstünlük ve toplumsal güven duygusuna
dayanan bu arkaik dünya tasarımı, Constantinus'un siyasi ütopyasıyla birleşince, şehrin yıldızı
bütün bir Ortaçağ boyunca parladı. Zamanın labirentini bin yılda adımlayabilen Bizans lstanbul ·u,
kendi kendine yetebilmenin tarihsel sınırına göz kamaştırıcı saray törenleri, sonu gelmez teoloji
tartışmaları ve sefalet ile ihtişamın kışkırttığı ayaklanmalarla ulaşmıştı. Aydınlığın alacakaranlığa
dönüştüğü bu kaçınılmaz yol ayrımında şehrin Osmanlılar'a bıraktığı miras, yıkılan mitosun gün
delik hayat üzerine çökmüş tarihsel enkazından başka birşey değildi. lstanbul'un gündelik hayatı
nı canlandıran şehrin yeni sakinleri, kaldırdıkları enkazın altında parlayan imparatorluk mitosuna
sahip çıktılar. Fatih Sultan Mehmed, yalnızca adı Konstantinopolis olan bu şehri değil, aynı za
Osmanlı lstanbul'u, bugün kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğumuz toplumsal kim-
ÔNSÔZ 9
lik hazinemizin, göz kamaştırıcı mücevherlerinden birisidir. Üzerine ölü toprağı serdiğimiz bu hazi
neyi, tarih boyunca yağmalayan haramiler kadar, onun değerini insan hayatıyla tartan isimsiz
tüccarı; çıktığı Hac yolculuğunda önce Eyüb Sultan'ı ziyaret eden Özbek dervişi; Cevahir Bedeste
ni'ni elmas, akik ve zümrüt ışıltısına dönüştüren Ermeni kuyumcu; paranın sihirli gücünü keşfe
den Yahudi sarraf; gençliğini kahvehane peykeleri ve arnavut kaldırımlarında yaşayan tulumbacı;
başını ibret taşında bırakan Yeniçeri çorbacısı ve şeriat kılıcının gölgesinde demlenen Bektaşi, İs
tanbul mitosunu besleyip büyüten kültür iklimini ortaklaşa oluşturdular. Sonuçta insanlık, birara
da yaşamayı bu iklimde öğrendi.
lstanbul'un mitos çağı ilk büyük sarsıntıyı 1 8. yüzyılda geçirdi. Geleceğin ufkundaki ütopyayı
haber veren farklı duygu ve düşünceler, kendi hayat tarzlarını bu yüzyılda İstanbul kimliğine kat
tılar. Artık gündelik hayatın kültür dokusunda, karşıt zihniyet dünyalarını temsil eden çift kişilikli
bir toplumsal hayalet kol geziyordu. Bu hayalet, mitosun güvenlik dünyasına sığınanlar için ger
çekten ürkütücüydü. Nitekim siyasi otoritenin koruyucu kanatları altında güçlenen ütopya, bu ko
lektif korkuyu doğrulayacak şekilde mitosun hayat sahasına müdahale ediyor ve sonuçta geçmiş
zamanın değerler terazisi, gündelik hayatın şaşmaz doğrularını sürekli yanlış tartıyordu. Yanlış he
sap 1 730'da istanbul'a ağır bir fatura ödetti. Kamu vicdanında yara alan adalet duygusunu sar
mak isteyenler, ütopyanın Sa'dabad'daki görkemli sembollerini yıkarken hiç kuşkusuz mitosun yi
tik cennetine kavuşabileceklerini hayal ediyorlardı. Ama cennetin kapıları bir daha açılmamak
üzere kapanmış ve gündelik hayatın şehir ölçeğindeki ayrışma süreci başlamıştı. Bundan böyle mi
tos kendi tarihini, istanbul'un karanlıkta kalan yüzünde sessiz ve derinden derine hissedilen psi
yallere yeryüzü cennetini müjdeleyen bir uygarlık dini olarak sahneye çıktı. inançlı havarileri, gö
zü dönmüş meczupları ve hevesli müritleri vardı. Olimpos'un zirvesinde, tanrıya yakın bir yerde
dokusu içinde şekillendirilmeye çalışılan bir gelecek tasarımıdır. Geçmiş zamanın cenderesinden
kurtulma ve mitosun günahlarından arınma teması, bu tasarımın özünü oluşturmuştur. 1 9. yüzyıl
boyunca toplumsal bir komplekse dönüşen bu arınma duygusu , geçmişin günahlarını gündelik ha
yatın hafızasından silerek ütopyaya yeni bir yaşam alanı hazırlar. Bu amaçla gelenekler sandıkla
ra kaldırılarak unutulmaya terkedilir. Mitosun yıkılan putları şehir çarşılarına yığıldığında, artık İs
tanbul dünyanın en büyük bitpazarıdır. Bu pazarda müşteri bulamayan geleneksel zihniyet dün
yası, bütün bir toplumsal yaşam üslubunu tarihin derinliklerine gömerken, geride bıraktığı mitosun
başka zaman ve coğrafyada üretilmiş konfeksiyon tipi yaşam anlayışlarını toplumsal tüketime su
nan bir pazarlama mekanizması olarak çalıştı. Bunun sonucunda hayatın modernleşmesi üzerine
açılan her türlü tartışma, söz konusu mekanizmanın temel işleyiş biçimiyle çelişmeyecek bir rek
lam kampanyası şeklinde gelişti. Sonuçta gündelik hayatın verimli toprakları üzerinde, devlet rica
linin Avrupa rüyalarına uygun modernleşme projeleri hazırlayan aydınlar, taklit edilebilir bir dün
yanın dekorlarını inşa ettiler. Zayıf payandalarla desteklenen bu fantastik dünyanın insanı, kendi
sini bir başka kimliğe göre tanımlama zorunluluğunu hisseden ve dekorlaştırılan hayatın içinde sü
rekli olarak kültürel göçebeliği yaşayan tedirgin bir varlığa dönüştü. Kuşkusuz ütopyanın lstan
bul'a ödettiği en ağır fatura, mitosun kültürel norm esnekliğini kırarak şehrin başlıca özelliği olan,
farklı hayat tarzlarını üsluplaştırma becerisini ortadan kaldırmasıdır. Nitekim toplumsal repliklerin
standartlaşması, hayatın bireysel planda taklide dayalı olarak karikatürleşmesi ve her yeni kültür
girdisinin bu imparatorluk potasında erimeden kendi egemenliğini şehir ölçeğinde ilan etmesi, İs
tanbul 'un parçalanmış dokusundan günümüze uzanan en çarpıcı görüntülerdir. Diğer yandan
ütopya, gündelik hayatın teknik açıdan projelendirilmesi fikrini lstanbul'a kazandırmıştır. Hayatın
tanbul'un ödediği bedel, gündelik hayatın teknik açıdan pratikleşmesi ile kültürel açıdan yabancı
Gündelik hayat, en genel hatlarıyla sıradan insanın tarihidir. Bu isimsiz kahramanın hayatını
şekillendiren her türlü oluşum, toplumsal tarih araştırmalarının ilgi alanına girer. Amaç, insan mer
kezli değişimin boyutlarını, toplumun net bir görüntüsünü elde edinceye kadar detaylandırarak çö
zümlemektir. Geçmişle siyasi hesaplaşma temeli üzerinde gelişen klasik tarihçiliğimizin rağbet gös
termediği bu anlayış, genellikle popüler yazı türlerine konu olmuştur. Nitekim 1 920'li yıllardan iti
baren özellikle edebiyatçılar arasında yaygınlaşan bu popüler yazı türü, günümüz "İstanbul nostal
jisi"nin de gündelik hayata bakış perspektifini belirlemiştir. Aralarında Ahmed Rasim, Musahipza
de Celfü, O. Cemal Kaygılı, E. Ekrem Talu, S. Muhtar Alus gibi gazeteci ve edebiyatçıların, A. Refik
Alıınay, R.Ekrem Koçu, R. Ahmed Sevengil ve Haluk Y. Şehsuvaroğlu gibi araştırmacıların bulun
duğu bir grup yazar tarafından kaleme alınan bu popüler İstanbul yazıları, bir bakıma resmi tarih
çiliğe gizli bir tepki şeklinde gelişmiş, Cumhuriyet modernleşmesinin geleneksel Osmanlı kültürüne
yöııcllliği sert eleştirilere karşı oldukça abartılı ve duygusal bir üslupla geçmiş zamamn restorasyo
ıı uııu gündeme getirmiştir. Günümüzde basmakalıp üretilen ve kötü birer taklit olmaktan ileriye gi
demeyen "nostalji edebiyatı"nın kaynağı, bu yazarlar tarafından şekillendirilen lstanbul imajıdır.
ÖNSÖZ 11
Bu kitabı oluşturan yazılar. İstanbul'un gündelik hayatını toplumsal tarih açısından inceleme
yi amaçlayan kapsamlı bir tarih araştırmasının yan ürünleri olarak 1 985- 1 993 yıllan arasında ka
leme alınmışlardır. Birinci bölümde. !stanbul'un klasik ve modern dönemlerinin gündelik hayat
açısından sosyal topografyasının belirlenmesi ve şehir fizyonomisini şekillendiren dinamiklerin
sergilenmesi ana temayı oluşturmaktadır. Bu amaçla gündelik hayatın mahalle ölceğinden şehir
ölçeğine uzanan bir dizi kurucu öğesi. birbirleriyle olan sosyo-kültürel ilişkileri açısından ele alın
mış. tarihsel bütünleşmeyi sağlayan geleneksel kurumlar ile çözülmeyi gerçekleştiren modern ku
rumların belirledikleri yaşam alanları üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde ise Tanzimat sonrası
İstanbul ön plana çıkartılarak gündelik hayatın insan. kültür ve mekan ilişkileri düzleminde top
lumsal görüntüsünün çizilmesine çalışılmışur. İnsanı gündelik hayatla bütünleştiren toplumsal me
kanizmaların işleyiş biçimleri, modernleşme idolojisinin sunduğu standart yaşam kalıplarına uyum
ya da uyumsuzluk gibi bir dizi sorun. bu bölümün tartışma zeminini oluşturmaktadır.
Sonuç olarak şu söylenebilir: Bu çalışma. İstanbul'un yalnızca Beyoğlu ve eğlence kültürün
den ibaret bir panayır yeri olmadığını göstermek ve nostalji edebiyatıyla fetişleştirilen bu fantistik
dünyanın. aslında kaybedilen toplumsal kimliğin soru işaretleriyle dolu tarihine. nesnel bir açıkla
1995
Yeni bir çağın eşiğindeyiz. Eğer bu eşiği tökezlemeden aşmak istiyorsak, yalnızca üzerinde
yaşadığımız coğrafyaya değil, ama bizi kuşatan bütün bir kültür mirasına nüfuz edebilme cesare
tini kendimizde bulmamız gerekecek. Bu heyecan verici keşif, hatıraları bozkır hayatına uzanan
bir geçmişten başlayarak bugüne düğümlenen maceralı bir tarihin serinkanlı muhasebesiyle
mümkündür. öte yandan şu soru vazgeçilmez önemini hata korumakta: Bu muhasebeyi yap
makla yükümlü olan kimdir? Kuşkusuz hepimiz; ama en çok da günümüz tarihçisinin kendisi.
Yeni tarihçi tipini şekillendiren bu kültür toprağı, artık eskisi gibi geçmişe yolculuk yapan klasik
Zaman, tarihin ruhudur. Yüzyılımızın başında Osmanlı lmparatorluğu 'nu enkaza çeviren siya
si depremin üst üste yığdığı karmaşık olayların cansız bedenlerini terkeden bu ruh, beklenmedik
bir anda geriye dönüp bizi yeni bir çağın arefesinde benzer sorunlarla karşı karşıya bıraktı. Sanki
bilgi çağına eski zaman dekorları arasından geçerek giriyoruz. Bu aşina olduğumuz dekorlar önün
zu kendi siyasi projeleri içinde acemi figüranlara oynatmaya çalışıyorlar. Başarıya duyduğumuz
açlık, örselenmiş milli kimliğimiz ve medeniyetin kapısında beklemekten yorgun düşmüş idealleri
miz, bir bakıma bizi bu acemi figüranların sahnelediği trajik oyuna ortak ediyor. Oysa ruhumuzu
bu kadim trajedinin zevksizliğinden kurtaracak yeni hayallere ihtiyacımız var. Bu hayaller tama
men bize ait olmalı ve yalnızca bizi anlatmalı.
İstanbul, belki de tarih boyunca kurduğumuz en renkli hayaldi. Her nesil bu hayali kendinden
sonrakilere aktarmayı adeta görev bildi; ama biraz bozarak, biraz renk katarak veya bir hayli ken
disi olmaktan çıkartarak. Şimdi önünde durup seyrettiğimiz İstanbul, şairin 'hayal şehir'inden çok
'biz' kimiz?
Bu kitabın yazarı, 'biz'in ait bulunduğu medeniyet dairesi içinde 'asli unsur' olduğuna inan
makta. Postmodernizmin 'öteki' kavramı etrafında inşa etmeye çalıştığı kurmaca tarihe ise, 'asl1
unsur'u görmezden geldiği o kör noktada kendi kendini çürütecek bir siyasi kimlik projesi olarak
bakıyor. Fakat ortada bir gerçek var. 'Biz' ve 'öteki' kavramları etrafında parçalanmış, dahası kar
şı karşıya getirilmiş bir ideolojik zemin üzerinde bilim ahlakına uygun tarih yazımı gerçekten
mümkün mü? Diğer taraftan günümüz tarihçisi, sıradan insanın 'ben kimim' sorusuna, aldatmaca
nın ötesinde verebileceği dürüst bir cevaba gerçekten sahip mi?
/stanbuf'da Gündelik Hayat, bir imparatorluk şehrinin tarihçiye armağan ettiği zengin imkan
lar çerçevesinde, bu karmaşık kimlik sorununa kök salmış ilginç hikayeyi, farklı odaklardan kuşa
tarak dile getirmeye çalışıyor. Kitabın ikinci baskısına 6 adet yeni metin eklendi ve ayrınca ilk bas
kıda yer almayan görsel malzemelerle zenginleştirildi. Bu haliyle kitap, aradığı dürüst cevaba bir
Ağustos 1999
Bütün tarihsel şehirlerin dayandıkları te tanımaya çalışnkları, geleneksel kültür varlıkla
meller, İstanbul için de geçerlidir: Efsane, zen rını ortaya koyarak gündelik hayatı inşa etme
ginlik, karmaşa, yücelik duygusu . . . Fakat İs ye başladıkları bir tarih kesitidir. Bu kesiti, Ku
tanbul, bu genel kuralı bozar ve i mparatorluk ruluş Dönemi olarak adlandırıyoruz. Diğer
şehirleri için çizilmiş klasik sınırların ötesine taraftan 1 520- 1 703 yılları arasındaki yaklaşık
geçer. Onun tarihi içinde, diğer şehirlerin t1ırihi, iki yüzyıllık dönem ise, İstanbul ·u İstanbul ya
kültürü, yaşam üslubu ve hepsinden önemlisi pan, ona kişilik ve ruh veren insan enerjisinin,
gündelik hayat dediğimiz insan serüveninden gücü yettiği her alanda kendi sıııırlarıııı zorladı
bir parça vardır. Bu açıdan İstanbul, bir dünya ğı ve aştığı bir dönemdir. Şehir, tarihsel siluetini
sahnesidir. Hiçbir büyük devlet adamı, sanatçı, bu dönemde kazanır ve canlandırdığı imge, bü
tüccar, gezgin ya da sıradan insan yoktur ki bu tün zamanlar için bir değerlendirme ölçütü olur.
sahnede rol almasın veya en azından bu sah Bu tarihsel sürece de Klasik Dönem demekteyiz.
nedekileri izlemeye can atmasın. İşte bu yüz 1 8. yüzyıl başlarından 20. yüzyılın ilk çeyreği
den İstanbul üzerine düşünürken, çoğul bir ne uzanan son dönem ise, lstanbul'un yarattığı
söylemin kapısından gireriz. Çünkü onun uy geleneksel imgeye yabancılaştığı , dolayısıyla
garlığı değil, uygarlıkları; tarihi değil, tarihleri; kendini ifade edebilecek yeni sözcükler aradığı,
yaşam üslubu değil, üslupları vardır. zamana karşı tarih içinde yapılmış bir koşudur.
!stanbul'un gündelik hayatı, birbirini izle Genellikle Tanzimat sonrası için kullanılan
yen ve temelde birbirinden farklı üç ayrı döne ··modernleşme"' deyimini, bu dönem için uygun
min ürünüdür. 1453 - 1 520 yılları arasındaki bi görüyoruz. Bu çalışmada yalnızca ilk iki dönem,
rinci dönem, şehrin yeni sakinlerinin çevrelerini ana hatlanyla ele alınmıştır.
zans'ın Hıristiyan cemaatler mirasına Müslü farklı inanç gelenekleri içinde şekillendirmiştir.
man kesimin katılımıyla karmaşıklaşan bir gö Böylece gündelik hayatın manevi yönünü
rüntü sergiler. Ancak bu yapı, Bizans dönemi oluşturan kültürel dinamikler, mezhebe dayalı
gözönüne alındığında temel bir noktada farklı küçük örgütlenmelerin şer'i hükümlerine bağ
lık göstermektedir. Palaiologoslar idaresindeki lanmakla beraber, daha genel planda kendileri
İstanbul nüfusunun din birliği ilkesine oturan, ni Hıristiyan ya da Müslüman cemaatlerinin
ama diğer yandan da parçalanmış mezhep ay kurucu güçleri olarak ifade ederler.
rılıklarına dayalı karakteristik bölünmesi, ıı. Bizans'ın nüfus yapısı yeterince kesinlik
Mehmed zaman ı nda mezhepler üstü bir din ku kazanamamış bir konudur. ı Fakat, Akdeniz ile
tuplaşmasına bırakır yerini. Gündelik hayatı bi Balkanlar'a yayılmış bu im paratorluğun Os
rinci derecede etkileyen bu dini kutuplaşma, manlı istanbulu'na bıraktığı nüfus bileşimi,
nüfus yapısını Hıristiyanlık ile islamiyet'in coğrafi bölgeler dikkate al ı narak saptanabilir.
cemaate gelince; Rumlar Haliç'in güney sahili Langa,35 Yenikapı36 ve Balat'ta37 yerleşmiştir.
boyunca Fener,25 Cibali ve Ayakapısı'nda,26 Bütün bu iskan bölgeleri, birisi sur içindeki is-
Marmara sahilinde Yedikule'de,27 Balat. Has- tanbul kadılığı olmak üzere bilô.d-ı selô.se deni-
köy, Ortaköy ve Topkapı'da Ermeni ve Yahudi- len Eyüb, Galata ve Üsküdar kadılıklarına idari
ler'le birlikte bulunurlar. Boğaziçi'nde ise Rum yönden bağlanmışlardır.38
yerleşimi daha çok Arnavutköy'de yoğunlaş- Kuruluş dönemindeki gündelik hayatın to-
mıştır. Yahudi cemaatinin iskan edildiği semtler pografık sınırlarını mahalle yerleşimleriyle be-
ise Bahçekapı ve Yıldız Hamamı çevresi,28 Ba- lirledikten sonra. bu mekansal dağılımı şehir
lat,29 Ayvansaray ,3o Hasköy,3t Ortaköy ve ölçeğinde bütünleştiren bağlantı noktalarını
Kuruçeşme'dir. Ermeni nüfus başta Suluma- saptayabiliriz. Başlıca iki nokta dikkat çekicidir.
nastır32 olmak üzere Kumkapı,33 Topkapı,34 Bunlardan ilki, gündelik hayatı sosyal tabaka-
Kapalı Çarşı, şehniı Orcaçağ kalıncısı karmaşık sokak dokusuna göre şekillenmiş mıl?Yarür bir cı'carer labirenci idi. !sra11bul'ıı11
refah ve kırlık dönemleniıe damgas1111 vuran ikcisadf dalgalanmalar. gündelik hayara bu mektinda11ya11s?Yordıı.
med'in 1 454 kapitülasyonu ile tanıdığı kolay meslek hanıdır. Bunun yakınında da Kürkçü
lıklar sayesinde bir süre daha eski canlılığını Hanı ile birlikte, 36 ı dükkanlık bir kapas iteye
korumuştur. Bölgedeki ticari yapıların çevre sahip Han-ı Sultani (Bey Kervansarayı) var
sinde ise bir azınlık yerleşiminin bulundu!J.ı ke dır.53 Oivanyolu üzerinde ise Süleyman Paşa
sindir. Örneğin Balıkpazarı ile Odunkapısı ara Odaları Hanı54 ve ı 5. yüzyıl sonlarından itiba
sını işgal eden Venedik Loncası Mahallesi, şeh ren yabancı elçilerin ikamet ettikleri Elçi Hanı55
dir. Diğer yandan liman ile bedesten arasında gütlenme şekli lonca tipi korporasyonlara da
han, çarşı ve depolardan oluşan bir ticari me yanmakta ve farklı dini cemaatlere mensup bu
kanlar kuşağının bulunduğu, vakfiye kayıtla gruplar aras ında yapısal bir bütünlük göze
rından anlaşılmaktadır. Sur-içi'nin kozmopolit çarpmaktadır. N itekim göç ettirilerek bedesten
yerleşimlerinden Tahtakale, bu kuşağın merke ve çevres ine yerleştirilen Müslüman es naf,
zi durumundadır. Kürkçü Hanı;48 Katırcı Ha Anadolu kökenli fütüvvet geleneklerini şehir
nı49 ve Yemiş Kapanı Haııı,5o bu merkezin çev ortamına uyarlayabilmişler. diğer azınlık grup
res inde yer almışlardır. Haliç 'ten bedestene ları da mevcut lonca düzenine ayak uydurmuş
doğru açılan yol şebekesinin ve bedesten çev lardır. 56 Böylece Bizans mirası lonca gelenekle
resinin hanlar açısından yoğun bir ticari doku riyle Anadolu kökenli esnaf teşkilatının ortak
yu barındırdığını söyleyebiliriz. Bedesten yakı- bir zemin üzerinde kaynaşmaları sonucu , gün-
Kapalı Çarşı esnqfi, tan'kat dddbı vefatüvvet geleneklenjleyetişen insan tipıiıi bünyesinde banndınyordu. Gündelik hayatın bu
dışa dönük kültür üreticis(fetihten itibaren şehnlı değerler sistemini dengede tutan bir terazi işlevini üstlendi.
Deniz ticaretini ellerinde tutan azınlıklar, bu gerçekleştirdikleri dini cemaat oluşturma rolü-
alanda egemen durumdaydılar. Kara yoluyla nü, şehrin bütünsel dokusunda külliye camileri
getirilen hububat Edirnekapı'da, deniz yoluyla üstlenirle r. Külliye, her şeyden önce şehre
getirilen hububat ise Eminönü' ndeki kapanda damgasını vuran kültürün egemen sembolü-
toplanıp, çoğunluğunu Rumlar'ın oluşturduğu dür. Bu sembol ana hatlarıyla kamu hizmetleri-
aracılarla perakendeci esnafa dağıtılıyordu. So- ni bünyesinde toparlayan bir toplumsal örgüt-
ğan , sarmısak, yumurta ve tavuk gibi gıda lenme modeline göre şekillenmiştir. Cami, kül-
maddeleri İzmit' ten, koyun ve sığır Trak- liyenin merkezinde yer alır ve cemaatin belirli
ya'dan, yakacak odun ise Istranca' din temin zamanlarda toplandığı bir çeşitJorum işlevini
edilmekteydi. ikinci önemli sektör ise giyim- üstlenir. Saray yönetimi ile halk arasında bir
kuşam ve mefruşat dallarında odaklanmıştı. iletişim odağı durumundaki bu mekanlar, şehir
1 489 vakfiyesine göre bedestende, bu sektörü hayatını ilgilendiren kararları n cemaate duyu-
temsil eden 23 terlikçi, 4 4 takkeci, 50 terzi ve rularak tepkisinin ölçüldüğü yerlerdir. Böylece
çuhacı vardı. Bu ticaret kolunun hammadde ih- cami, dini ve dünyevi sorunların lslam şeriatı-
tiyacını azınlık tüccarları sağlar ve başta doku- na uygun olarak çözümlendiği bir toplumsal
ma ürünleri olmak üzere çeşitli ev araç-gereçle- kurum niteliği kazanmakta, gündelik hayatın
ri de büyük ölçüde Müslüman zenaatkarlar ta- kamu düzenini Saray adına kontrol altında tut-
rafından imal edilirdi. Gemi taşımacılığında maktadır. Genel anlamda külliyeler, bünyele-
Rumlar'ın, değerli madenleri işlemede ise Er- rindeki çeşitli kurumlar aracılığıyla eğitim ve
meni ve Yahudiler' in belirli bir üstünlükleri sağlık hizmetlerini yürüterek. bürokrasiye yö-
vardı. netici yetiştirerek sözkonusu kontrol mekaniz-
Gündelik hayatın şehir ölçeğindeki bir di- masının işlemesini sağlamışlardır. Yap ı mına
ğer önemli semboller grubu da cami ve tekke- ! 4 63'te başlanan Fatih Camii ve tmareti,58 şe-
lerdir. Yerel mescidlerin mahalle birimlerinde hir hayatında bu tür bir belirleyicilik rolünü oy-
nayan ilk büyük külliyedir. Hagion Apostolon özellikle bu son çarşı, İstanbul saraç esnafının
Kilisesi'nin yerine inşa edilen bu külliye, Sahn- topluca bulundukları bir merkezdi. 6 ı is tan-
ı Seman Medreseleri ile bunlara öğrenci (daniş- b u l ' u n i k i n c i b ü y ü k külliye s i , yap ı m ı n a
mend) yetiştirecek Tetimme Medreseleri'nden 1 5 0 ı 'de başlanıp 1 5 05 ' te bitirilen Bayezid
oluşan bir eğitim kompleksine sahiptir. Ayrıca Külliyesi'dir. Fatih Külliyesi örneğinde görülen
bir kütüphane ve ulemaya ayrılan konutlar da toplumsal ve kültürel semboliz m , bu yapı
bu kompleksi tamamlar. ilmiye sınıfının gün- kompleksiyle güçlenerek sürer. il. Bayezid'in
delik hayat içinde güçlenmesine yol açan bu sadrazamlarından Davud Paşa'nın 1 4 85 'te
medrese teşkilatı,59 ayrıca Fatih ve Beyazıt'ın yaptırdığı ve kendi adıyla anılan Davud Paşa
birer ulema semtine dönüşmesini de hızlandır- Külliyesi62 ile Sadrazam Mahmud Paşa 'nın
mıştır. Diğer yandan külliye, halkın sağlık ve yaptırdığı Mahmud Paşa Külliyesi63 bu döne-
gıda ihtiyaçlarını karşılayan kamusal bir öne- min şehir hayatını kültürel açıdan etkileyen di-
me de sahiptir. Daruşşifa, tabhane, kervansa- ğer önemli toplumsal kurumlarıdır.
ray ve hamamdanöo oluşan kamuya açık hiz- Camilerde toplanan cemaat, şehir hayatını
met birimlerine vakıf geliri sağlayan 280 dük- idari ve hukuki açıdan düzenleyen ehl-i sünnet
kanlık Sultan Hanı, Hızırçelebi Odaları ve Sa- dogmalarını medrese ulemasından öğrenmek-
raçlar Çarşısı ile maddi destek sağlanmıştı. te, fakat gündelik hayatın insan ilişkileri, mes-
rı bünyesinde barındıran bu tarikat, şehir yaşa- ortamda oluşan kimlik Hacı Bektaş muridliği ile
mına iki ayrı yoldan girmiştir: Birincisi, kendi- Padişah kulluğu arasında71 bölünmüş bir insan
!erini Tajfe-i Bektdşiyye olarak nitelendiren Ye- tipini yaratmıştır. Şehir hayatındaki siyasi den-
niçeri Ocağı;69 ikincisi de daha çok etkisini sivil gelerin altüst olduğu dönemlerde bu tip ön pla-
halk üzerinde gös teren tarikatın Babagdn ko- na çıkar. Dolayısıyla Yeniçeri, gündelik hayatın
!unun kurduğu tekkelerdir. Yeniçerilerin Bekta- en aktif üyesi ve bir alt-kültür üreticisidir. Bek-
şl tarikatıyla kurdukları organik ilişki, Ocak il- taşlliğin istanbul'da dayandığı kültür tabanı da,
kelerinin zamanla ahilik geleneğinden Bektaşi genel çizgileriyle bu aktif tipin yarattığı küçük
kültürüne doğru kayması sonucu başlamıştır. 70 esnaf tabaka tarafından desteklenen bir sem-
Kuşkusuz bu tür bir kültürel odak değişimi. boller s is temidir. Diğer yandan Bektaşiliğin si-
Bektaşiliğin askeri tabaka içinde güçlenip şehir vil halk üzerindeki etkisi ise büyük ölçüde Ba-
hayatına girmesini kolaylaştırmış ve bu yeni hm Sultan'ın temsil ettiği Babagdn kolu aracılı-
lstanbul imparatorlu!Jun merkezi, Mevlevilik ise bu Yeniçerilik ile Bekta şilik, gündelik lı ayara adalet
merkezde kök salan bir imparatorluk tarikatı idi. duygusu ve kamu vicdan1111 ortaklaşa yerlcşrircn
Gündelik h ayatın karma şas1111, estetize edilmiş bir toplumsal kurumlardı. Dervişin eli11deki teber. adalet
yaşam üslubuna dönüştürenler, bu impara torluk duygusunun Yeniçerileşrirdıgi Bektaşiyı; keşkül ise
tan'kat111111 mensup/an arasmdan çıktılar. kamu vıcdan111111 Bektaşileştırdi!Ji Ye11içeriyi sembolize
ediyordu.
daki Mustafa Ağa'nın konağında ikamet ettiği kazanmasında kuşkusuz 11. Bayezid ve ı. Selim
tarihi kayıtlardan anlaşılmaktadır. Tarikatın dönemlerinde yaşanan Safevi gerginliğinin pa
merkezi, Koca Mustafa Paşa Dergahı'dır.75 Es yı vardır. Diğer bir neden ise Halvetiliğin kendi
ki bir Bizans yapısı olan Hagios Andreas Ma etki gücünü pek çok yan tarikatlara bölerek,
nastırı'nın yerine kurulan bu önemli Halveti katılımı en üst düzeyde tutabilme başarısıdır.
kompleksi, medrese, imaret, hamam, hankah Örneğin Halvetiliğin Çelebi Halife tarafından
ve k ı rk adet derviş hücre s i n i kapsıyordu . temsil edilen Cemaliyye kolu, bu alanda üstün
1 489- ı 4 9 1 yılları arasında tamamlanan tari çaba göstermiş ve bu koldan ayrılan tarikatlar,
kat merkezi, 76 bu tarihten itibaren halk ile sa genelde istanbul'a özgü bir örgütlenme gerçek
ray arasındaki önemli bağlantı noktalarından leştirmişlerdir. Çelebi Halife'ye damat olarak,
birisi durumuna gelmiştir. Öyle ki, ı 7. yüzyıla akrabalık çemberine dahil olan Sinaneddin Yu
kadar, devlet bürokrasisi içindeki kilit noktalar suf Efendi 'nin kurduğu Sünbüliyye tarikatı da
da, Halveti şeyhleri ya doğrudan ya da akraba bu dönemde gelişen ve bütünüyle istanbul ' a
lık ve müridlik ilişkileriyle dolaylı biçimde söz özgü b i r tarikattır.78 Sünbül Sinan olarak tanı
sahibi olnıuşlardır. 77 Tarikatın bu ölçüde nüfuz nan Sinaneddin Yusuf'un Fatih ve Ayasofya
yeni yerleşimlerin artış hızındaki deııgeyi gös- istanbul'un mahalle hücrelerinden oluşan bir
termektedir. Yaklaşık bir yüzyıl sonra l 635'te çeşit topografık organizma karakteri gösterdiği,
ise istanbul'daki mahalle sayısı 292 olup, 1 2 bu tür parçalanma ve eklemlenmelerle gündelik
cemaat tarafından paylaşılmaktadır. 96 istan- hayatını sürdürdüğü açıktır. Nitekim, şehrin ta-
bul'a yapılan göçleri kısıtlamak amacıyla alı- rihinde dinamik bir işleve sahip bulunan kimi
nan önlemler, 1 7. yüzyılın ilk yansında başarı- yerleşimlerin, özellikle Haliç ve bedesten çevre-
lı sonuçlar vermiştir. Bunu net bir şekilde ma- sindeki mahallelerin, ikincil yerleşimleri bünye-
halle sayısının artmayıp, kısmen düşmesinde !erine katarak genişledikleri göıiilmektedir.
görmekteyiz. 1 6 72 'de mevcut 253 Müslüman Klasik dönem mahallesi, istanbul'un mül-
ve gayrimüslim mahallesi vardır. Yerleşim bi- ki, beledi ve adli teşkilatının ilk basamağıdır.97
rimlerindeki bu gerileyiş, nüfus yoğunluğunun Nahiye ve kazaları oluşturan bu küçük ölçekli
azalmasına değil, idar'i düzenlemeye bağlanabi- yerleşim birimi, organik bir bütünlüğe ve idar'i
lir. Organik bütünlüğünü sağlayamamış, güçlü açıdan imama bağlı, merkeziyetçi bir yapılan-
bir vakıf desteğinden yoksun kimi küçük yerle- ma modeline göre şekillenmiştir. Orga n i k bü-
şimler, zamanla cemaatlerini kaybederek daha tünlüğün toplumsal çerçevesini dışarıdan din,
büyük mahallelerin sınırları içine alınmışlardır. içeriden ise yerel kültürler çizer. Müslüman ya
tir. ı oo imamın Müslüman mahallelerindeki bu di vermekte, bundan başka fakir, dul ve yetim
çok yönlü görev alanına, Hıristiyan mahallele lerin bakımı için yapılan harcamaların kayna
rinde papazlar, Yahudi mahallelerinde de ha ğını oluşturmaktadırlar.
hamlar sahiptirler. Klasik dönem mahallesinde 1 6 . ve 1 7. yüzyıllarda istanbul'un yerle
kurulan bu tür güvenlik sistemi, yalnızca adli şim bölgelerinin çoğunlukla ticaret ve liman
önlemlere dayanmamakta, iktisadi açıdan da kesiminin etrafında şekillendiği, Galata'dan Pe
yaşam standardını belli bir düzeyde tutmayı ra'ya doğnı bir diğer iskan alanının gelişmekte
amaçlayan düzenlemeleri kapsamaktadır. Ce olduğu ve Boğaziçi köylerinin giderek şehir do
maat içi dayanışmayı iktisadi güvence altına kusuna katılmaya başladıkları görülmektedir.
alan bu tür düzenlemelerin en tipik örneği, bir istanbul'un doğal limanı Haliç'tir. ı o ı Ticari açı
çeşit sosyal yardımlaşma sandığı sayılabilecek dan Akdeniz ve Balkanlar' ı n kalbi sayılan bu
A vanz Sandıklan 'nın mahallelerde kunılması önemli iktisadi merkez, 1 5 . yüzyılda güney kı
dır. Hali vakti yerinde kimselerce finanse edilen yıları boyunca yoğun bir nüfus potansiyeline
bu sandıklar, ihtiyaç oranında düşük faizli kre- sahipken, ı 6 . yüzyılda aynı demografik hare-
Azınlık cemaatleri içinde en kalabalık grubu, Rumlar meydana getiriyordu. Divan-ı Humayün 'da rercümanlık, Galata'da
bankerlik yapan Bizans kökenli aristokrat Fenerlı!er cemaatin üst tabakasını, Anadolu ve Ege adalanndan getirı!en Rumlar da
esnefdeğerleniıe bağlı orta tabakayı temsı! ediyorlardı.
büyük bir bölümü, Kasımpaşa Tersanesi, Top 1 5 3 5 ' te inşa e d i l e n ve İstanbul tar i h i n d e
hane gibi askeri tesislerde görevli yöneticiler (ki "Fransız Sarayı" adıyla bilinen yapı, ı. Ahmed
bunlar Galata ' nın Müslüman üst tabakasını döneminde yeniden ele alınmış ve ek binalarla
temsil ederler) , yabancı elçilik kavasları, Mek genişletilmiştir. 1 7. yüzyılda Marquis de Noin
teb-i Sultani hocaları, dervişler ve hamam işle tel 'in çabasıyla kültürel etkinliklere de sahne
ten orta tabaka tarafından meydana getirilmiş olan elçilik, modern tiyatro sanatının da istan
tir. Klasik dönem Galatası'nın sakinleri arasın bul'da sergilendiği mekanların başında gelir.
da Yahudiler de tek bir mahallede toplanmışlar Moliere'nin Dffrit Amoureusxc ve Cocu !magi
dır. t t3 Galata Yahudileri, köken itibariyle Karay naire adlı oyunları elçiliğin tiyatro salonunda 8
Musevisi olarak kabul edilirler ı t4 ve İspanyol Ocak 1 6 73 'te başarıyla temsil edilmiştir. ı ı s İn
Yahudileri 'nin göçüyle bölgedeki etkinliklerini giliz elçiliği de 1 596'da Pera sırtlarına taşınır.
zamanla kaybederler. Elçi Edward Barton'un Kasımpaşa'ya nazır ko
Galata ve Pera'nın gündelik hayat içindeki nağı, bahçe içinde ve oldukça görkemlidir. 1 1 6
siyasi rolü ise, ı 6. yüzyıldan itibaren bölgeye İngiliz elçiliği, Pera'daki yabancı tüccarlar ile si
yerleşen yabancı elçiliklerin faaliyetleriyle art yaset adamlarının buluşup, Levant Company
mıştır. ilk kurulan elçilik Fransızl a r ' ı ndır. üyesi İngiliz diplonıatlanna ı ı 7 Osmanlı pazarı-
yalı kamu etkinliklerinin sergilenebildiği çoğul tir. ı zs Evliya Çelebi'nin verdiği bilgiye göre, böl
cu bir yapıya kavuşması anlamına gelmektedir. genin doğal güzelliği nedeniyle İstanbul halkı
Klasik dönemde bu tür kamuya açık alanların nın ilgisini çekmiş ve esnaf teferrüçleri için vaz
tipik örneği Kağıthane'dir. Asıl şöhreti ni ı 8. geçilmez bir mekan olmuştur. ı 7. yüzyılda Ka
yüzyılda yapacak olan Kağıthane, 11.Bayezid'in ğıthane Deresi vadisinde beş-altı bin çadır kuru
burada bir Baruthane inşa ettirmesiyle askeri bir lup eğlenceler düzenlendiği, özellikle kuyumcu
tesis etrafında şekillenmeye başlar. 127 Kağıtha ve saraçcı esnafının geleneksel lonca törenlerine
nenin gelişmesi, bu açıdan Kasımpaşa ve Top katıldıkları bilinmektedir. 1 29 Kağıthane'de dü
hane'nin gelişmesine benzemektedir. Kanuni zenlenen esnaf teferrüçleri, yalnızca belli bir
tarafından kargir olarak yeniden yaptırılan söz zümrenin katıldığı eğlence biçimi değildi. Gele
konusu Baruthane, Cebehane Ocağı'na mensup neğe dayalı bir programı olan ve her lonca teş
200 neferin istihdam edildiği bir askeri tesis- kilatının kendi hiyerarşisi içinde çıraklıktan us-
Padişah şenlik/en; devlet ile tebaa i/işkisıiıin kamu alamnda sahnclenmis(ydi. lktıdann csceciği.fiırklı külııir
u11surla1111da11 orcak bır eğlence programı çıkartarak, imparatorluk iınq/1111 şehir haya1111da görünebilır kıl(Yordu.
sup ve farklı dini cemaatlerin üyesi, karmaşık çarşı üçgeni içindeki kapalı yaşam anlayışını,
bir nüfus yaşamaktadır. Diğer yandan Boğazi farklı geleneklere dayalı kültür biçimleriyle
çi köyleri, istanbul'un mesire yerleridir. Klasik kaynaştıran mekanlardır. özel mülkiyete ait
dönem boyunca İstanbul halkının mesirelere bahçeler de en azından üst tabaka için aynı iş
giderek büyüyen bir rağbet gösterdikleri, başta leve sahiptirler. Klasik dönemin kültürel dola
Boğaziçi ve Haliç mesirelerinin önceki dönem şımında önemli pay sahibi olan bu tür mekan
dekilere oranla hem sayıca, hem de düzenleniş ların Boğaziçi'ndeki ilk büyük halkası, Fındıklı
yönünden ihtiyaca cevap verebilecek düzeyde sınırları içinde kalan Kabataş 'taki Kara Bali
olmalarından anlamaktayız. En genel anla Bahçesi' dir. 1 3 3 Bu mesireyi Beşiktaş Bahçe
mıyla mesireler, gündelik hayatın dışa dönük si'ne, ı. Ahmed'in sadrazamı Nasuh Paşa tara
yönünü somutlaştıran ve böylece cami, ev, fından denizi doldurtularak elde edilen Dolma-
çizade Ahmed Paşa, Cağaloğlu Mahmud Bey, yüzyılda en kalabalık Rum yerleşimlerinden
Kara Hasanoğlu, Çelebi Kethüda ve Nakkaş birisi de Arnavutköy 'dür. il. Mehmed zama
Paşa'ya aittirler. 1 40 Diğer tarafta bu üst tabaka nında iskan edilen Arnavutlar'ın bölgedeki
konutlarını kuşatan bir ikinci önemli kültür varlıklarını uzun süre koruyamayarak istan
çevresi içindeki Rum ve Yahudiler'in işlettikle bul 'a çekilmeleri sonucu, Arnavutköy, Rum
ri meyhaneler, Ortaköy'e özgü toplumsal kim- tüccarların gözde sayfiyesi haline gelmiştir.
Rumlar'ın tekelindeki bağcılık ve buna paralel E mirgfıne Han'a tahsis edilen Feridun Paşa
peksimet imalatı, ı 4 ı bu küçük sayfiyeyi iktisa Bahçesi de Boğaz'ın ünlü bir mesiresidir. ı 4s is
di açıdan da güçlendirir. Bebek, 1 7. yüzyılda tinye, 1 6 . yüzyıl ortalarından başlayarak ge
bir mesire yeridir. Adını, 11. Mehmed'in buraya lişmiş, sahip olduğu elverişli koy nedeniyle is
tayin ettiği Bebek Çelebi'den alan bölge, ı 42 tanbul'un sayılı kalafat yerleri arasına girmiş
"Bağçe-i Bebek Çelebi" diye bilinen mesiresiyle tir. Halkının büyük bir kısmı Rum ve Müslü
tanınmıştır. ı 43 Ayrıca Yeniçeri Ağası Hasan man'dır. 3 cami, 7 mescid, ı hamam ve 2 0
Halife ve Deli Hüseyin Paşa'nın bağları, mesi dükkandan eydana gelen iskele meydan ı ,
renin sınırlarını genişletmektedirler. Rumelihi Mustafa Yahya Efendi, Yeniçeri Efendisi Ko
sarı halkı, diğer Boğaz kalelerinde olduğu gibi yunzade , Hadım Ali Ağa ve Boşnak İsmail
Müslüman'dır. iskele çevresi çarşı, mescid ve Efendi'ye ait yalılarla kuşatılmıştır. ı 46 Yeniköy
hamandan meydana gelen tipik bir İslam yapı ise, Kanuni döneminde nüfusu Karadenizliler
grubuyla kuşatılmıştır. Yerleşim alanı iskele tarafından oluşturulan bir yerleşimdir. Rum
den sırtlara doğru sedlidir. Bu yüzden bağ ve nüfus daha sonraki yüzyıllarda artış kaydeder
bahçe tarımı gelişememiş, dolayısıyla halk ge ve peksimetçilikle geçinir. Tarabya, Büyükdere
çim kaynağı olarak balıkçılığa yönelmiştir. ı 44 ve Sarıyer, çoğunlukla Rumların yaşadıkları
Emirgan (Mirgfın) da Rumelihisarı'nın nüfus küçük balıkçı köyleridir. Sarıyer'de çıkan Kes
açısından bir benzeri Müslüman köyüdür. ı 6 . tane, Çırçır, Hünkar va Şifa suyu nedeniyle
yüzyıldan itibaren devlet ricalinin rağbet ettiği bölge, lstanbul'a uzaklığına rağmen ziyaret
bir sayfiye olup ıv. Murad tarafından İranlı edilen bir mesire olmuştur.
ğurdu ve körfezi ile ünlüdür. 155 ıv. Mehmed'in nırladığı mesire yerinin önemli payı yadsına
şeyhülislamı Mehmed Bahaeddin Efendi ' nin maz. Arıcak klasik dönemde, yani 1 6 . ve 1 7.
Kanlıca Körfezi' ndeki yalısından ötürü bu eşsiz yüzyıllarda Göksu daha çok padişahların ge
doğa parçası halk arasında Bahai Körfezi ola zinti yaptığı, eğlence düzenlediği, servi ağaçla
rak tanınmış, yabancı elçilerin de katıldığı ilk rıyla kaplı bir hasbahçedir. ı 57 Fakat Göksu,
mehtab alemleri burada yapılmıştır. ı 56 Kanlı yalnızca bir sayfiye yeri de değildir. istanbul'un
ca'da artan Müslüman nüfus yoğunluğu Ana iaşesi için gerekli buğday, buradaki su değir
doluhisarı'nda devam eder. Evliya Çelebi'nin menlerinde öğütülür ve mavnalarla Unkapa
'
verdiği bilgiye göre Anadoluhisarı' nın 1 080 ııı na taşınarak depolanır. ı 58 Bahçe ve mesire
hanesi vardır ve bunlar içinde Defterdar Halıcı geleneğine bağlı olarak gelişen bir diğer Boğa
zi\de, Mustafa Paşa, Hoca Çelebi, Kaftancı Ali ziçi köyü de Kandilli'dir. ııı. Murad'ın yaptırdı
Çelebi ve Emir Paşa'nın yalıları kayda değer ğı bahçe, 1 5 9 bölgenin topografık konumuna
yapılardır. Anadoluhisarı'na rağbetin artmasın uyacak şekilde sedler halinde düzenlenmiştir.
da kuşkusuz Göksu ve Küçüksu derelerinin sı- Sedli bahçe düzenlemesi, özellikle Boğaziçi'nde
Mehmed Paşa Camii 1 4 7 1 'da inşa edilmiş ve tin başta gelen aracılarından Ermeniler ve
çevresi kısa sürede Müslüman nüfus tarafından Araplar, kervan taşımacılığı yapan Azeri kö
kuşatılmıştır. ı 66 Aynı şekilde iskele civarındaki kenli İranlılar' la birlikte Üsküdar iskelesi çevre
Mihrimah Sultan Camii 1 6 . yüzyıl ortalarında sinde yoğun bir tüccar kolonisi meydana getir
buna benzer bir örgütlenmeyi sağlamıştır. ı 67 mişlerdir. Evliya Çelebi, burada 1 1 kervansara
iskele çevresinde Mihrimah Sultan Camii ile yın bu kalabalık gruba hizmet verdiğini, bun
başlayan canlılık, Şemsi Paşa Camii ile sü lardan Mihrimah Sultan, Orta Valide ve Kösem
rer. ı 6s Celveti tarikatı nın kurucusu Aziz Mah Valide kervansaraylarının diğerlerine oranla
mud Hüdai tarafından inşa ettirilen tekke ise, daha lüks olduklarını yazmaktadır. 1 7 1 Kervan
hem bu tarikatın Üsküdar'daki merkezini, hem sarayları 2 . 600 dükkanlık bir iç pazar ve esnaf
de çevresinde oluşturduğu mahallenin manevi zümrenin başlıca barınaklarından olan hanlar
çekirdeğini oluşturur. 1 69 Üsküdar, iktisadi açı tamamlar. Toplumsal hareketlilik yönünden
dan istanbul'a bağımlıdır. Çarşısı, transit ticare canlılığını hiç kaybetmeyen Üsküdar iskelesi,
tin odak noktası sayılmakla beraber, uluslara sahil boyunca üst tabaka yalıları ve sayfiye sa
rası mal akışını karşılayamaz. ı 70 Transit ticare- raylarıyla devam eden bir yerleşim zincirine
Camii imaret, tabhane ve medreseden meyda hi boyunca korudu. Süymaniye külliyesi, is
na gelen kamu binalarıyla sur içini canlandıran tanbul'un gündelik hayatına birkaç yönden et
bir komplekstir. ı 74 Külliye, nüfus yoğunluğu kide bulunmuştur. Bunlardan en önemlisi,
yüksek bir bölgede inşa edildiği�çin, yer ka bünyesindeki tabhane, imaret, bimarhane, ker
zanmak amacıyla bazı eski dönem yapılarını vansaray, hamam, mektep, oda ve dükkanlar
yıkmak gerekmiş ve bu yüzden il. Mehmed ya ile, kamu ihtiyaçlarını sağlık, ticaret ve eğitim
pısı Yeniçeri Kışlaları'nın bir kısmı ortadan kal alanlarında karşılayarak, şehrin sosyo-kültürel
dırılarak, Aksaray'da Yeni Odalar adıyla daha dokusunda bütünleştirici bir rol oynamasıdır.
kapsamlı bir şekilde yaptırılmışlardır. Sinan ya Diğer bir etki ise, kurulduğu bölgeyi bir ulema
pısı diğer büyük külliye Süleymaniye'dir. ı 7s İs semti haline getirmesidir. Süleymaniye külliye
tanbul'un ana topografik ekseni üzerinde yük sinin yapımı sırasında lstanbul'un zenaatkar
selen bu külliye, şehir hayatını birinci derecede loncalarını da yakından ilgilendiren bir etkisin
etkilemiş yapı grupları arasındadır. Külliyenin den söz edebiliriz. özellikle külliyenin inşasın
ağırlık noktasında medreseler bulunur. Dört da çalışan pekçok usta, imparatorluğun değişik
büyük medrese yapısını tamamlayan bir tıb bölgelerinden getirilmiş ve bunlar da başta tez
medresesi ve bir Darü'l-hadis, bu eğitim sitesi yini sanatlar olmak üzere pekçok değişik alan
nin çekirdeğini oluşturmuşlardır. Süleymaniye da meslek bilgilerini istanbul'un kültür ortam ı
medreselerine, ıı. Mehmed'in yaptırdığı Dahil na aktarmışlardır. ı 7 7 Bu kalifiye işgücünü n ,
Medreseleri'ni bitirenler devam edebiliyorlar- külliye tamamlandıktan sonra ela çeşitli zcnaat-
!stanbul'wı kara surlarını kuşatan bostanlar, şehrin aç miğdesini bölge ve Tuna Prenslikleri ile Anadolu'da Hü-
doyuran başlıca iktisadi üretim alanlarıydı. Gündelik iaşesini davendigar, Karesi, lzmir ve Saruhan başlıca
imparatorlugun uzak-yakın vilayetlerinden saglayabilen şehrin,
kıtlık ve savaş dönemlerıiıde yaşadıgı buhranlar, bir ölçüde bu yeşil tahıl depolarıdır. Bu merkezlere Karadeniz'de
kuşa_ğın varlı_ğıyla atlatılabılmiştı: önemli bir ithalat merkezi olan Kırım da ekle-
nince, lstanbu'un yakın çevresindeki iaşe mer-
kar loncaları içinde istihdam edildikleri ve böy- kezleri ana hatlarıyla ortaya çıkmaktadır. ı 8 ı
lece lstanbul'daki el işçiliğinin kalite yönünden Tahıl ticareti genellikle deniz yoluyla yapılmak-
yükseldiği söylenebilir. İstanbul yapı sanatı, ta ve iki ayrı aşamada gerçekleşmektedir. Bi-
Süleymaniye'den teknik ve malzeme türü ko- rinci aşama, istanbul'a gönderilecek tahılın iç
nularında da çok şey öğrenmiştir. ı 78 Diğer ta- bölgelere nehir yoluyla aktarılmasıdır. Tuna,
raftan 1 7. yüzyılda iki önemli külliye daha Sü- D nyester, Dnyeper, Don, Meriç, Gediz ve Sa-
leymaniye'yi izler: Sultan Ahmed ve Yeni Ca- karya gibi nehirler bu tür taşımacılıkta yararla-
mii külliyeleri. Sultan Ahmed Külliyesi, ı 79 is- nılan doğal yollar olup aynı zamanda nehir ta-
tanbul'un yönetim merkezi olan Ayasofya ve şımacılığının gerektirdiği meslek kollarının da
çevresini, Yeni Camii külliyesi ı 80 ise, ticaret gelişmesini sağlamışlardır. ı 82 ikinci aşamada
merkezi Eminönü'nü dini bir sembol etrafında ise, iç bölgelerden getirilen tahılı istanbul'a gö-
şekillendirmiştir. Özellikle Yeni Cami'nin yapı- türecek gemilerin yanaştığı iskeleler devreye
mı, Bahçekapı'daki Yahudi cemaatinin Balar ve girer. 1 6. ve 1 7. yüzyıllarda bu tür transit tahıl
Hasköy'e yerleştirilmelerini zorunlu kılmıştır. ithalatı yapan iskelelerin başında, Tekirdağ-
istanbul'un gündelik hayatında karşılaşı- Rodosçuk limanı gelmektedir. 1 83 Trakya'daki
lan en önemli sorunlardan birisi, şehrin iaşesi- Lüleburgaz, Babaeski, Uzunköprü, Hayrabolu,
dir. Kendi iç pazarını beslemekte yetersiz kalan Keşan, Malkara ve inecik kasabalarında yetiş-
şehir, gıda ve hammadde açısından dışa ba- tirilen tahıl ürünleri, söz konusu ettiğimiz Te-
ğımlıdır. Bu bağımlılık, merkezden vilayetlere kirdağ-Rodosçuk üzerinden lstanbul'a gönde-
uzanan bir ticari denetim mekanizması kurul- rilmekteydi. ı 84 istanbul'a gelen buğdayın de-
masına yol açmıştır. Her vilayet, başta gıda ve polanıp fırınlara dağıtıldığı yer, Unkapanı'dır.
hammadde olmak üzere istanbul'un yıllık iaşe- Tahıl taşımacılığından önemli kazanç sağla-
sini karşılamakla yükümlü sayılmış ve bu bü- yanlar, toptancı tüccarlardı. Mısır Çarşısı civa-
Şeyhülislamlar, şehnn gündelik hayatmı dini kurallar llm(ye sm!fı mensupları, Müslüman cemaat içinde ıin
çerçevesinde düzenlemeyetkisine sahipti. Şer'i huku t(yazlı bir zümre meydana gerir(yorlardı. Bürokrasıiııiı
ku temsil eden bu zümre. 18. yüzyıla kadar gündelik nüvesini şekillendiren bu medrese çıkışlı kadı-olaı: ba
hayatın ağır temposunu, ellerindekiyetk(ye dayana zı köklü ulema ailelerinden gelmekte ve devletyöneıi
rak denetlediler. Ancak bu dönemden itibaren hızla mıiıin üst basamaklarındaki seçkinci grubun rcmc/ıiıi
nan tempo, kendi kurallanm yarattı ve şeyhülislam oluşrurınaktaydılar.
ların lstanbul'u eskiJetva mecmualarında kaldı.
sorumlu olan bu görevli,201 kalitesiz mal satan, lığı, Sultan hocalığı, Süleymaniye müderrisliği
hile yapan esnafı cezanlandırma yetkisine de ve mevleviyet payeli kadılıklar, ulema sınıfın
sahipti. Cezalar, genellikle para vezası ve so dan gelenlerin yükseldikleri stratejik mevkiler
kak ortasında dayak atma biçiminde yerine ge dir. 204 Bu sınıf, kendisine tanınan toplumsal
tirilirdi. 202 ı 7. yüzyılda istanbul'un 15 ihtisap haklardan en iyi şekilde yararlanmış ve 1 6 .
bölgesine ayrıldığını görüyoruz. Bunlar sırasıy yüzyıldan itibaren içe dönük bir yapılanmayı
la, Tahtakale, Eksik, Taraklı, Ayasofya, Tavuk gerçekleştirrniştir.205 örneğin, müsadere usulü
Pazarı, Kadıasker, Langa, Yedikule, Karaman, nün ulemaya uygulanmaması, bu sınıfın elinde
Edirnekapı, Balat, Unkapanı, R.ah-ı Cedld, Ak küçümsenmeyecek bir mal birikimine yol aç
saray ve Cibali'dir.203 Bu bölgeler aynı zaman mıştır. Bunun sonucunda 1 6. yüzyıldan itiba
da esnaf ve zenaatkar zümresinin yoğun ola ren belirli ulema aileleri gündelik hayat içinde
rak yaşadıkları semtlerdir. sivrilmişler ve bürokrasiye tamamen hakim ol
1 6. ve ı 7. yüzyıllarda istanbul'un günde muşlardır. Bu dönemde şeyhülislamlık maka
lik hayatında esnaf ve zenaatkar zümre kadar mına oturan yirmi şeyhülislamdan dördü, bu
güçlü bir diğer sınıf da ilmiyedir. Yönetim ka makamdakilerin oğlu ve torunu, beşi ilmiye ri
tında birinci derecede söz sahibidirler. örneğin, calinin, biri bürokrasinin üst tabakasından dev
Anadolu ve Rumeli kazaskerliği, İstanbul kadı- let adamının, biri de şeyh çocuğu olup yalnızca
lstanbu/'daki ılk Mevlevfleniı, Kalenderflik/eyakm ilişki/en· vardı. Di delik hayatın kültürel, siyasi ve iktisadi konu
vane Mehmed Çelebi ve YusefSıiıeçdk gibi mutasavvJf/ar, Kalenderi larında devreye giren baskı gruplarını oluştur
erkdm ile Mevlevi mistisizmıiıi bütünleştiren isimler olarak gündelik
hayattayer almışlardı. 17. yiizyılda Kalenderfliğıiı tanh sahnesıiıden muşlardır. Halvetilik, bu dönemde istanbul'un
çekilmes{yle şehir kültüründe bıraktığı boşluk ise, Mevlevflik biiırye en yaygın tarikatıdır. Yaygınlığını pekçok kola
sindeki Ehl-i beyt aşığı tasavvefzümresi tarefından dolduruldu.
ayrılarak, her sınıf içinde başarıyla örgütlenme
si sayesinde kazanmıştır. Bu kollardan Gülşe
dönem boyunca istanbul'daki belli başlı musiki niyye, Kanuni zamanında istanbul'a İbrahim
bestecinin yetişmesinde öncü bir rol oynamış şı'ndaki Atik İbrahim Paşa Camii, tarikatın ya
tır. örneğin klasik musikinin dehalarından sa yılma merkezi olmuştur.221 Gene Kanuni'nin
yılan Itri, Yenikapı Mevlevihanesi'nden yetiş saltanat yıllarında Halveti şeyhi ü m mi Si
miştir. Itri'nin dergahın dördüncü şeyhi el-Hac nan'ın kurduğu, Ahmediyye kolundan ayrılan
Ahmed Dede Efendi'ye ( 1 650- 1 6 7 1 ) intisap Sinaniyye tarikatı, Şehremiııi'ndeki tekkede fa
ettiğini biliyoruz.2 1 3 Ahmed Dede Efendi' nin aliyete başlamıştır.222 ııı. Murad'ın yakın des
Bektaşiliğe eğilimi olduğu ve Mevleviliğin rind teğini gören Şeyh Hüsameddin Efendi'nin Fa
kolunu temsil ettiği, çevresindeki kültürel or tih ' teki Nişancı Mehmed Paşa Zaviyes i ' nde
haneler, aynı zamanda Saray 'a musiki hocası ğin önemli bir şubesidir. 1 7. yüzyıl başlarında
teydiler. Itri, günlüğü 60 akçeden Enderun'a ve Şeyh Ramazan-ı Mahvi'nin temsil ettiği Ra
hoca tayin edilmiştir.2 1 4 Siyasi açıdan ise Mev mazaniyye tarikatı Koca Mustafa Paşa semtin
levihaneler gözden düşen devlet ricali için bir de gelişip, İstanbul içinde hızla yaygınlaşmıştır.
çeşit sığınaktır. Dönemin ünlü sadrazamların Havetiliğin önemli kollarından birisi de Siva
dan olup Yenikapı dergahının ikinci şeyhi Do siyye tarikatıdır. 1 7. yüzyıl ortalarına doğru İs
ğani Ahmed Dede'ye intisap eden Sufi Mehmed tanbul' da Şeyh Abdülahad Nuri tarafından
Paşa,2 ı s sert idaresi ve karıştığı bazı yolsuzluk temsil edilmiştir.223 Şeyh Karabaş-ı Veli' nin
lar nedeniyle görevden azledilmiş, kendini ko- öncülüğünde gelişen Karabaşiyye ise Halvetili-
ğin istanbul'daki en yaygın koll1'tlndan sayılır. delik hayatı birinci derecede etkileyen kültürel
istanbul'da en çok yaygın olduğu bölge üskü oluşumlarla tamamlamak için, eğlence türleri
dar'dır. Bu koldan ayrılan ve 1 7. yüzyıl sonla ve mekanlarını dikkate almak gerekir. Bu tür
rında Nasuhi Mehmed Efendi' nin geliştirdiği mekanların ortaya çıkması, 1 6. yüzyıldan iti
Nasuhiyye tarikatı da Üsküdar Doğancılar'da baren toplum hayatının sivilleşme yönünde
yaygınlaşan önemli bir Halveti koludur. Kadır yaptığı büyük aşamayı kanıtlamaktadır. Daha
ga civarındaki Sokullu Mehmed Paşa dergahın önce İstanbul halkının cami, çarşı ve tekke üç
da şeyhlik yapan Niyazi Mısri'nin kurduğu geni içinde sınırlı kalan dini hayat şekli, bu
Mısriyye tarikatı ile Halvetiliğin istanbul'daki yüzyıldan itibaren değişmeye başlamış, insan
genel çerçevesi tamamlanmaktadır. Halvetilik ların toplanıp doğrudan diyalog kurabilecekleri
kadar önemli bir diğer tarikat da Aziz Mahmud yeni mekanlar açılmıştır. Bu tür mekanların ba
Hüdai' nin kişiliğinde devlet ricalini etkileyen şında kahvehaneler gelir. ilk kahvehane Tah
Celvetilik'tir.224 Üsküdar'da gelişmiş ve döne takale'de Hakem ve Şems adlı iki Arap tarafın
min uleması tarafından da rağbet görmüştür. dan l 554- l 555'te açılmıştır.225 Tahtakale 1 6 .
Buraya kadar ana hatlarıyla çizmeye çalış yüzyılda istanbul'un belli başlı kozmopolit yer
tığımız şehir yaşamının genel çerçevesini, gün- lerinden birisidir ve bu açıdan Galata 'yı andırır.
Gündelik hayat, bir toplumun zaman ve yerleşim biriminde topumsal yapının prototipi
mekan değişkenlerine bağlı olarak kendi i ç ni kuşatabilecekleridir. Gündelik hayatı şehir
bünyesinde geliştirdiği iktisadi, kültürel v e din1 ölçeğinde gözlemlemek, aşırı işlevselleşmenin
pratiklerin birbirleriyle örtüşerek belli bir tarih ortaya çıkarttığı çok katlı kültürel tabakalaşma
kesitinde somutlaşmasıdır. Bu iki değişkenden nın kimi özgül oluşumları perdelemesi karşısın
bağımsız bir toplumsal organizasyon var ola da, salt görünür olanı tasvir etmek sonucunu
mayacağı gibi, konusu gündeılik hayatın kültü doğurur. öte yandan daha dar bir ölçeğin seçi
rel tabakalaşmasını çözümlemek olan bağımsız mi ise, saf ve bozulmamış bir kültür romantiz
bir yöntemden de söz edilemez. Yöntemin ha mine yol açabilir. Bu sakıncaları giderebilmek
reket noktası, değişkenlerin belli bir toplumun için, gündelik hayatın dar ve geniş ölçekleri
belli bir tarih kesitinde ortaya koyduğu günde arasındaki kültürel geçişi sağlayabilen ve top
lik hayata ilişkin pratikler üzerindeki dolaylı ya lumsal yapının prototipi olma özelliğini koru
da dolaysız etkilerinin önem sırasına göre sap yan bir yerleşim biriminden hareket etmek
tanmasıyla bulunur. Zaman ögesi, en genel an yöntemsel açıdan daha tutarlı bir yoldur. Başta
lamda gündelik hayat pratiklerinin bir süreç İstanbul olmak üzere Osmanlı şehirlerindeki
boyunca çözülme ya da bütünleşme doğrultu mahalle birimi, zaman ve mekan değişkenleri
sunda gösterdikleri farklılışmaları ifade eder. ne bağımlı bir yerleşim prototipi özelliklerini
Buna karşılık mekan ögesi , söz konusu farklı bünyesinde barındırmaktadır. Bu açıdan ma
lışmaların gündelik hayat içinde işlevselleşebil halle, gündelik hayatın hem dar ölçekli iktisa
dikleri somut sınırları belirler. Yöntem sorunu di, kültürel ve dini pratiklerini içermesi, hem de
nun bir diğer önemli noktası da, zaman ve me geniş ölçekli şehir yaşantısının kurucu ögesi ol
kan değişkenleri nin, gündelik hayatın hangi ması bakımından elverişli bir gözlem alanıdır.
Mahalleler
ögesi vardır: a) Cami ve diğer dini mekanlar; b) içindeki kültürün ana ekseni olduğu kadar, ma-
Çarşı; c) Sivil konut. Bu üç ögeyi, bir de sokak hallenin kurulmasında belirleyici bir öneme de
dokusu (bazı özel durumlarda çıkmaz sokak) sahiptir. Klasik dönemde mahallenin cami'nin
içine yerleştirirsek, gündelik hayatın fiziksel dini çekirdeği etrafında biçimlenmesi, gündelik
alanını elde ederiz. hayatın kültür temelinin de içeriğini açıklaması
bakımından ilginçtir. Kültürün belirleyici sem
bolü dini karakterde olduğu için gündelik haya-
Cami tın insan ilişkileri, iktisadi etkinlikleri ve değer
ler sistemi bu manevi atmosferin içinde kolektif
Cami, cemaatin toplanıp ibadet ettiği bir bir nitelik kazanmıştır. Bu durumda, gündelik
mekan olarak gündelik hayatın dini yaşantısını hayatın tüm pratiklerine egemen olan bütün
sembolize eder. Bu sembol mahalle sın ırları sellik duygusu, ayrıcalığı kabul etmeyen ve ce-
Şehıljizyonomisine damgasını vuran en güçlü sembol, cami idi Aynı zamanda lsranbu/'a Osmanlı sıluerıiıi kazandıran bu rop
/umsa/ sembol, kurumlaşmış inanç sistemi ile cemaatyaşanrısı arasındaki başlıca köpıüyıi o/u,<tıırııvordu.
Cami avlusu, camılıılı kendisinden daha geniş bir işlev a!a111na sa
karar aldıklan mekanlar sayılamazlar. Bu işle
hipti. Dıni hayatın ritüe!e ilişkinyönü camilerde, s{yasi ve sosyo-kü! vi, klasik dönemde cami avluları üstlenmek
türe! iletişim dokusu ise cami av!u!annda şekillen{yordu. Cami ile av
teydi. Dini bir sembolün bünyesindeki bu tür
lusu arasındaki sınır, ls!rim{yet ile s{yaset arasındaki sınır kadar
saydamdı. toplantıların amacı, gündelik hayata ilişkin bel-
Çarşı
müştür. Bu çatışma, gündelik hayatın gereksi yerli halkı, gerek azınlıkların gündelik hayatı
nimlerindeki farklılaşmayı kanıtlaması bakı na cevap verebilecek karmaşık bir yapıyı ba
mından önem taşır. Çatışmanın önemi, yalnız rındırıyordu. Bu temel özellikleri sayesinde ı 9 .
ca üst tabakaya ait bir tüketim alışkanlığından yüzyılın değişen koşullarına ayak uydurabil
doğan kültürel süreci yansıtması olarak değil, mişlerdir. Modernleşmenin gündelik hayata
aynı zamanda mahalle ölçeğine kadar giren soktuğu farklı tüketim kalıpları, bu geniş öl
çarşı iktisadının, alt tabakaların tüketim norm çekli çarşı iktisadının arz talep dengesini boza
larındaki değişiklikleri de somutlaştırması ba mamış, tam tersine bu tür örgütlenmeleri za
kımından üzerinde dikkatle durulması gereken manın gereklerine uygun yönde olumlu açıdan
bir konudur. etkilemiştir.
Geleneksel Osmanlı kültüründe iki tür çar Geleneksel kültürümüzdeki ikinci çarşı ti
şı tipi görüyoruz: Bunlardan ilki, çokmerkezli pi, daha çok belirli bir meslek kolunun etkinlik
ticari yapıyı bünyesinde barındıran çarşı tipi gösterdiği dar ölçekli iktisadi mekandı. Buna
olup, Kapalı Çarşı'yı buna örnek verebiliriz. Bu örnek olarak da ünlü Mısır Çarşısı'nı ve Vezne
tür çarşılar gündelik hayatın iktisadi yönünü ciler'deki Kiiğıtçılar Çarşısı 'nı gösterebiliz. Mı
i
şehir ölçeğinde belirleyen geniş açılı l ir öneme sır Çarşısı, baharatçıların merkeziydi. Özellikle
sahiptirler. Temsil ettikleri kültür, gerek kentin Uzakdoğu ve Arap vilayetlerinden getirtilen
lstanbu/'un
gelenekse/yaşam
üslubuna kişilik
kazandıran
mahremiyet duygusu,
günde/ık hayatın
tirizli/de ı(Yulması
gereken alı/dk
kurallanna dayön
veriyordu. Toplumsa/
alıldkın çekırdeği
kabul edilen aile
yaşanası ise, bu
köklü duygunun
kalesi sayılan ve
lıarem-seldmlık
aynmına dayanan
ahşap evlenil
bünyesıiıde koruma
alrına alınmıştı.
Gündelik hayatm çok parçail sosyo-kültürelyapısı, Tanzımat modemleşmes(yle birlıkte bütünleşme süı-ecliıegirdi. Şehir topogref
yasmdaklJarklı kültürel dokular birbinneyakmlaştıkça, bunlar arasmda geçiş sağlayan köprü ve caddeler de büyük önem ka
zandı. Geleneksel /stanbu/'u modem lstanbu/'a bağlayan Galata Köprüsü, Doğu-Batı buluşmas1111n şehir hayatındaki belki de en
önemli merkez(ydı:
..
!sranbu/'un çok kültürlüyapıs111da11, birbinyle �aynaşmış bir hayat tarzı çıkartan modem/eşme sürecı: roplu raşımacı/ık düşün
cesiııi, gündelik ılişkiler ağ111111 111erkezı/1eyerleşcılmişti. Vapwim; bıı düşüncenılı şehir lıayaımdaki ilk t{Ygıık(Yıcılan u!dıılaı.
Batılı seyyah, diplomat ve tüccarlann lstanbu/'da ilk ayak bastık/an küdar ve Köprü-Boğaziçi hatlarında sefere koy
yer. Galata nhtımıydı. Burada karşılaştık/an hayat dıiıamizmı; kefa duğu vapurlarla, bölgesel bütünleşmeyi ta
lanndaki egzotik Şark medeniYetiYle hiç bağdaşmıyordu. lstanbu/'un
mamlar. Bu kuruluşu. Eyüb-Hasköy hattında
aynı anda birkaç medeniYetgörüntüsü çizebilme gücü, ona bir düııya
kenti olma üstünlüğü sağlamıştı. çalışan Haliç-Dersaadet Vapur Şıd�eti ve Mar
mara-Adalar hattında çalışan Şirket-i Mahsusa
nn yaşantı üslupları birbirine karışarak günde izler. Bütün bu girişimlerin sonucunda doğa,
lik hayatın dokusunu oluşturdular. Yaşantı üs İstanbul. Galata ve Üsküdar arasındaki kültürel
luplarının birbiri içinde erimesi sürecini hızlan bütünleşmenin engeli olmaktan çıkar. Klasik
dıran bir diğer etken de iktisadi yetersizliğin. dönemin gündelik hayatı üzerindeki en belirgin
Müslüman halkı yeni alanlara doğru yönlen etkiyi yaratan bu üç geniş ölçekli yerleşim ala
dirmiş olmasıdır. İstanbul 'un önemli ticaret nının fiziksel sınırlan dışına taşmaları, 1 9 . yüz
merkezlerinin başında Bizans'tan bu yana öne yıl İstanbul 'unda gündelik hayatı bütünsel bir
mini koruyan Galata-Pera bölgesi gelmekteydi. çerçeveye sokar.
Bu bölge gene Bizas'tan beri değişmeyen gay Mahalle dokusunun 1 9. yüzyılda karakte
rimüslim tebaanın yerleştiği ve ticari etkinlikte ristik özelliklerini kaybetmeye başlaması, bu
bulunduğu başlıca mekandı. iktisadi açıdan dokunun kurucu öğelerinin zaman içinde deği
güçlü yerleşim birimleri. çevrelerinde halka şime uğramaları sonucudur. Bu değişim süre
halka genişleyen etnik grupları toparlamayı cindeki kurucu ögelerin gündelik hayatın yeni
1 9 . yüzyılda son sınırına vardırmışlardır. Gala gereksinmeleri doğrultusundaki işlevlerini sıra
ta-Pera bölgesi gibi, sur içi lstanbulu'nun Sirke sıyla ele alarak. lstanbul'un 1 9 . yüzyıldaki
ci-Unkapanı ekseni üzerinde yer alan diğer bir portresini çizmeye çalışalım.
ticaret merkezi de aynı yönde bir nüfus çeşitlili-
ğini barındırmaktaydı. Zamanla bu bölgedeki
gayrimüslim tüccarlar işyerlerini Galata- Pera "Dünyevi" Mekanlar
bölgesine taşıdılar, ancak bu, kentsel planda
gündelik hayatın parçalara ayrılmasını değil. Klasik dönemin dini yaşantısını sembolize
olgusu. bütünleşmedir. İstanbul, Galata ve üs- içeriği. bu dönemde etkisini sürdürmekle birlik-
te gündelik hayatın yeni gereksinimlerine ce nin 1 9 . yüzyılda gündelik hayat üzerindeki be
vap veren dünyevi mekanların fiziksel hacim lirleyici etkilerinin önemiyle orantılı geniş öl
leri yanında daha dar bir ölçeğe yerleşmiştir. çekte inşa edilmiş yapılardır. Bürokratik elit'in
Bu ölçek değişimine verilebilecek en güzel ör Tanzimat'la ülke yönetiminde hissedilen ağırlı
nek, Ill. Selim'in yaptırdığı dev boyutlu Selimi ğı, ulema sınıfının kısmen gerilemesine neden
ye Kışlası'nın dini mimarinin geleneksel hac olmuştur. Gerileyen sınıfın sembolü olan cami
mini aşan bir mekan tasarımıftı gündeme getir de, geçmişteki çokyönlü sosyal işlevselliğini
mesidir. Manevi yaşantı, dar ölçekler içinde iş kaybeder. Bu tür bir işlev kaybına verilebilecek
levini sürdürürken, gündelik hayatın dünyevi en somut örnek, 1 9 . yüzyılda yer yer parçalan
gereksinimlerini karşılayan mekan tasarımları maya başlayan imaret sistemidir. Bu sistem
böylece daha geniş bir ölçek içine yerleşirler. klasik Osmanlı düzeninde cami sembolü etra
Bunun doğal sonucu olarak da istanbul'un tari fında kümelenen medrese, hankiih gibi kurum
hi silueti yer yer zedelenir. Kışla mimarisinin lardan oluşurdu. Bütün bu saydığımız kurum
ulaştığı geniş ölçek, bir bakıma gündelik haya lar gündelik hayata dini yaşantının normları
tın dışa karşı korunması yolunda alınmış pratik doğrultusunda etki yapmışlardı. Ancak 1 9 .
bir önlemin sonucu gibi düşünülebilir. yüzyılda bu kurumsal bütünleşmenin parça
Sivil yaşantıyı organize eden bürokratik landığını görüyoruz. Örneğin bir eğitim kuru
kurumların da aynı ölçek içinde genişlemeleri, mu olarak medrese, modern okulların açılma
bundan böyle gündelik hayat üzerindeki yön sıyla önemini kaybeder. Geçmişte imaret siste
lendirici etkinin hangi kaynağa uzandığını gös mi içinde işlevselleşen sağlık kurumları da 1 9 .
termesi bakımıııdan ilgi çekicidir. Adliye binası yüzyılda asker-sivil bürokrasinin hizmet meka
ile Haydarpaşa tren garı, sivil-askeri bürokrasi- nizması içine alınır.
Klasik dönemde şehrin siluetinı; birer dini sembol olan minareler be
neksel Türk kahvehaneleri de birer eğlence me
lirliYordu. Modem/eşme çağ111111 mimari reperruarındayer alanyan kanı niteliği kazanmıştır. istanbui'Lın başlıca
gın ve saat kuleleri ise !stanbul siluetılıe dindışı kültürün göğeyükse
eğlence merkezi sayılan Şehzadebaşı'nda artık
len sembolleri olarak katıldılar.
cami ile tiyatro yanyana aynı mekanı paylaş
Caminin gündelik hayat üzerinde egemen maktadır. istabul halkı akşam namazını kıldık
sembol olmaktan yavaş yavaş uzaklaşması, di tan sonra tiyatroya taşınmakta, dindışı eğlence
ni yaşantının özüne maddi yaşantının gereksi kültürü giderek gündelik hayatın tüm dokusu
nimleri doğrultusunda bir kültürel sızmayı da na yayılmaktadır. Malik Aksel'in konuya açık
ortaya çıkarmıştır. Klasik dönemde camilerin lık getirebilecek bir gözlemini burada zikretmek
yanında açılan kahvehaneler, dini yaşantıııın yerinde olur: "Arada birgazetelerde 'Berat Ge
bir uzantısı olarak düşünülmüştü. Namaz vak cesi Kandil-i Şerjfi veya Kadir Gecesi münase
tini bekleyen mahalle halkı zamaııını kahveha betiyle tiyatromuz kapalıdır' gibi ilanlargö
nelerde oturarak geçirirdi. Bu geleneksel me rünse de, ertesi gün udf ve bestekar Şekerci
kanlarda din duygusunu güçlendiren menkıbe- Cemil'in kardeşi Şehzade Camii imamı hefız
yoruz. örneğin İstanbul hayatıyla ı 9. yüzyılda Kadın-erkek birarada eğlenme gibi henüz sur
iyice bütünleşen Boğaziçi, üst tabaka değerle içi istanbul'unda yaygınlaşmamış bir olgu, Bo
riyle biçimlenen bir eğlence kültürünü yarat ğaziçi'nde yabancı sefarethanelerin düzenle
mıştır. Osmanlı üst tabakası ı 9. yüzyıl önce dikleri garde11 party ve balolann etkisiyle, gele
sinde olduğu gibi sonrasında da kendi içine ka neksel kültürün çerçevesi içinde yeniden dü
palı bir kültürü barındınmıştır. Bu külttürel içe zenlenerek uygulanmıştır. Ahmed Cevdet Paşa
dönüklükte, avam/havas ka�ıtlığına son dere gibi ulema sınıfından gelen sivil bir bürokratın
ce dikkat edilir, havas'ın değerleri elit kültürün bu çifte standarda dayalı eklektik kültürü yoz
biçimlendiricisi sayılırdı. Bugün mehtab iilem laşma olarak değerlendirmesi, hatta Mısırlı
leri diye bilinen ve Boğaziçi aristokrasisinin 1 9 . zenginlerin Osmanlı kültürünü içinden çökert
yüzyılda yarattığı içe dönük eğlence kültürü, meye çalıştıkları vehmine kapılması, dini ya
havas·ın 1 9 . yüzyıl öncesi kolektif katılımla şantının gündelik hayatın sınırları içinde aza
gerçekleştirdiği etkinliklerin geleneksel tabanı lan etki gücüne bağlanabilir. Aslında Osmanlı
na sahiptir. Eski mesire geleneği, sanki kılık üst tabakası evrensel bir gerçeğe uymakta ve
değiştirip yeniden canlanmış gibidir. Liile Devri kendi geleneksel içe dönük kültürünü dışa dö
olarak bilinen ve 1 8 . yüzyıl saray hayatının bir nük bir yapıda yeniden kurmaktadır.
kültürel estetizme dönüştüğü bu tarih kesiti ı 9 . Cami sembolünün gündelik hayatın kül
yüzyıl Boğaziçi'sinin arketipi sayılabilir. türel yapısındaki egemen rolü gerilerken, sem
Boğaziçi ' nde yerleşen ve yalı hayatının bolün maddi çehresi de değişime uğrar. Klasik
maddi desteğiyle düzenlenen bu yeni eğlence dönem camilerinin dış cephe süsleme eleman
biçimi, biraz önce belirttiğimiz geleneksel taba ları, 1 9 . yüzyılda terkedilir. Kaligrafık tezyina
nın üzerine modernleşme sürecinin gündelik tın yerini gotik ve barok üsluplardan aktarılma
iktisadi Yaşantı
memişti. Oysa 1 9 . yüzyılla birlikte toplumsal sında kazanılmış bir üstünlüğün ve farklılığın
tabakalaşma giderek ayrımlaştı ve beğeni ölçütü sayılıyordu. Bu yüzden istanbul'daki
odakları, statü gruplarının gündelik hayatı ya pek çok paşa konağının gerekli gereksiz bu tür
şama biçimleri doğrultusunda çeşitlendi. El sa den yabancı objelerle doldurulup bir garabetler
natlarına dayalı üretimin bu çeşitlenmeyi her müzesine dönüşmesi, salt zevksizlikle açıkla
yönüyle tatmin edebilecek estetik standartları namaz. Gündelik hayatın moda kalıpları hem
yoktu. bu zevksizliği körüklemiş, hem de iktisadi ya
Çarşı sembolünün kendi bünyesindeki bu şantının yeni normları doğrultusunda bir statü
zayıflık, 1 9 . yüzyılda ithalata dayalı estetik ob belirleyicisi olarak işlev üstlenmişlerdir.
jelerin İstanbul piyasasına girmesine yol açmış Çarşı sembolü, 1 9 . yüzyılda iktisadi ya
tır. Osmanlı üst tabakası bu tür objelere sahip şantıyı ancak Kapalı Çarşı örneğinde gördüğü
olmayı , modernleşme sürecinde statülerini müz kozmopolit bir doku içinde sürdürürken,
yükseltmek isteyen diğer toplum tabakalarıyla ticari pazarlarını ithal ürünler üzerine kuran
arasındaki farkı belirlemesi açısından değerlen bonmarşeler de Galata-Pera bölgesinde günde
diriyordu. örneğin bir piyanoya sahip olmak, lik hayata girmişlerdir. Bonmarşelerde satılan
Chopin'in prelüdlerini çalabilmek gibi bir ülkü yabancı etiketli tüketim mallarının yalnızca
yü barındırmaktan çok, bu objeye sahip olama Osmanlı üst tabakasının ilgisini çektiğini san
yan daha alt tabakadaki bürokratik elit karşı- mak yanıltıcı olur. Toplumun daha alt tabaka-
lan da bu malların estetik çekimine kapılmıştı. rebilecek bir gerekçeye sahipti artık. Bu nokta
Kuşkusuz bu çekim gücünü körükleyen önem son derece önemlidir; çünkü Osmanlı insanı
li bir olgu da malın pazarlama yöntemine geti nesnelerin çekimine kapılarak, kendi bireysel
rilen yenilikti. Bu yeniliğin en önemli yönü tarihinde ilk defa oldukça farklı bir gerekçeyle
bonmarşelerin başlattığı vitrin düzenlemeleriy sokağa adımım atmıştı. Dolaştığı yer artık ge
di; bunu basın organlarındaki çarpıcı reklanlar leneksel mekanlar arasındaki sınırlı bölge de
izledi. Özellikle Beyoğlu bonmarşeleri vitrinle ğil, modern gündelik hayatın kendisiydi. Böy
rinde sergiledikleri ithal mallarla, caddelerin lece Osmanlı insaııı kazandığı bireysel dina
kalabalıklaşmasına yol açtılar. Böylece ilk de mizm sayesinde yüzyıllardır yaşadığı istan
fa, bir şey satın almasa da vitrinler önünde pi bul'u yeni bir gözle keşfetmeye başladı. Bu
yasa yapan insan tipi ortaya çıktı. 1 9 . yüzyıl keşfın en olumlu sonucu , modern Osmanlı dü
gündelik hayatının bu yeni tipi, en azından şüncesinin eleştirel bir etkinlik olarak fılizlcn
zamaııını geleneksel mekanların dışında geçi- mesidir.
lstanbul halkı içıiı Bryoğlu 'ndaki bonmarşe virniıleıini seyretmek, A vmpa meden(yer müzesıiıi gezmekle eşanlamlıydı. 811 vitrin
lerde sergilenen mallar sıradan ıiısamn zıhnine, modem hayat tarz111111 statü sembol/en· olarak yeni bıi· düııyanm standartla11111
yerleştiriyordu.
...
Gelenekse/ mahalle hayat111da zenginlik ileJakıi'/iğıiı kader ortaklığına dayalı aileyaşantısı, modernleşmenin erkis{yle sarsılma
ya başladı. Zengin aileler kendileniıeyeniyaşam alanları kurarlarken, arkalarında köhnemiş ahşap evler ve tevekkül dolu bir
hayat bırakmışlardı. Modem edeb{yat111 ana temalarından ihanete ugramış Müslüman !scanbul imq;i ise bu rerkedilen hayat111
içinde.filizlendi.
belirgindir. Henüz kadın için "tesettür" gele kanları arasında oteller, özellikle dikkati çeker
neği sürmekle birlikte, gündelik hayatın moda ler. Geleneksel toplumun kervansaraylarına
olgusu, giyim kuşamdaki örtünme zonınlulu karşılık oteller, modern dünyanın yaşantı biçi
ğunu dini bir buyruk olmaktan çıkartıp bir çe mine cevap verebilecek biçimde düzenlenmiş
şit süslenme biçimine dönüştürmüştür. Ferace lerdir. İstanbul otellerinin prototipi yabancı elçi
ve yaşmak gibi " tesettür" ögeleri giderek süs lik misafırhaneleridir. Diplomatik görev nede
lenme olgusunun moda malzemesine dönüş niyle istanbul'a gelen yabancılar bu misafirha
müşler, kadın yüzü dini mahremiyetin perdesi nelerde konaklarlardı. Ancak İstanbul ı 9. yüz
ardından yavaş yavaş gün ışığına çıkmıştır. yılın ikinci yarısından sonra salt yabancı gö
Moda olgusunun aile yaşantısına girmesiyle revlilerin geldiği bir kent olmaktan çıkmış, ça
geleneksel otoritenin dizginleri bu yeni kültü şitli amaçlarla yolculuk eden pek çok insanı
rel oluşumun eline geçmiş, gündelik hayat bu kendine çeken bir merkez durumuna dönüş
sayede bireyin özgürleşme sürecine tanık ol müştü. istanbul'a ilk yabancı turist grubu
Recaizdde'nıiı ünlü romanı Araba Sevdası 'na konu olanJaytonlar, bir ulaşım vasıtasmdan öre, bir kimlik sembolüydü/er. Yarar
rıklanJanrazya içinde dolaşan bu dört rekerlekli mülkiyer kale/en; lstanbu/ 111ekdn111da kendilerine has bir külrür coğrqjj;asıya
ram/ar.
Taşra insanı, Osmanlıyerliliğıiıin temsilcisiydi. Ait bulunduğu kültür coğref.yasıııı, kendi lıayar imkanları olarak kabul cdcıı bıı
insan, zaman çarkını ağır ama temkinli çeviren ilahigüce teslim olmuştu.
ra kahvehaneleri Battaln � e ' lerin , Daniş tapların büyük bir çoğunluğu tek nüsha olup
mendnılme'lerin okunduğu yerlerdi. Kahveha Osmanlı kültürünün altın anahtarlarıydılar. Bu
ne ocağı etrafında kümelenen taşra insanı, bu eşsiz koleksiyonu kendi kurduğu Millet Kütüp
destansı kültür aracılığıyla geçmişi bugün için hanesi'ne vakfeden Emiri Efendi, lstanbul'un
de yaşayabiliyor ya da bugünün değerlerini yangın, deprem gibi doğal afetleri ya da hırsız
geçmişin değerleri yerine koyarak, bir çeşit kül lık ve değerbilmezlik gibi geleneksel kültürü
türel anakronizm içinde bulunuyordu. Az önce yokeden kayıtsızlığı karşısında, kaybolan bir
sözünü ettiğimiz Ali Emir! Efendi'nin İstanbul dünyayı yeniden bize kazandırmıştır. Ali Emi
ölçeğindeki çizgidışı davranışı, köken bakımın ri'nin taşradan istanbul'a getirdiği hazine, bo
dan bu tür bir anakronizme dayanmaktaydı. zulmamış geleneksel kültürümüzün kendisiydi
Şimdi gene baş tarafa dönerek Emiri Efen ve taşra Ali Emiri Efendi'nin kişiliğinde bu ha
di'nin İstanbul serüvenini nasıl sonuçlandırdı zineye yüzyıllar boyunca sahip çıkarak, uygar
ğını izleyelim: Hayatının büyük bir bölümünü lığımıza en büyük armağanı vermiştir.
Osmanlı taşrasında geçiren Ali Emiri, Rumeli
ve Anadolu'daki gezileri süresince yaklaşık on Tanzimat 'tan Cumhuriyet 'e
beş bin kadar yazma kitap toplamıştır. Bu ki- Türkiye A nsiklopedisi, il, ( 1 985) . s. 538-563.
Osmanlı toplumunda insan neslini temsil camalara oranla çok daha yüksek olduğu bol
etme hakkı, 1 84 4 nüfus sayımına kadar yal luk dönemlerinde erkek nüfus, ele geçirdiği dini
nızca erkeklere tanınmıştı. Bu hak Tanrısal bir imtiyazların da etkisiyle yarattığı askeri ve ma
armağan olmaktan çok, yerleşik idari zihniye li kaynaklar üzerinde saltanat sürme hakkını,
tin pratikteki uygulamalarından doğmuş, dün bir çeşit insanlığı temsil etme yetkisine dönüş
yevi bir kaçançtı. Tanzimat sonrasında ortaya türmüştür. Devlet yönetimi açısından ise bu tür
çıkan kadın sorunu, bir bakıma bu zihniyetin yetki sahiplerinin nüfus sayımı kapsamına
geçirdiği değişimle yakından ilgilidir. alınmaları, toplumsal üretim kaynaklarının
Tanzimat'la birlikte kadının nüfus icmal saptanması amacına yönelik pratik bir çözüm
defterlerinde tescil edilmesi, onun gündelik ha niteliğindedir. Ne var ki 1 9 . yüzyıl Osmanlı
yatta aldığı yeni konum için tam bir gösterge Devleti'nin sarsılan iktisadi dengesi, ister iste
sayılamaz; tam tersine bu tescil zorunluluğu mez dikkatleri toplumsal tüketimin boyutlarını
nun ardında yatan gerçek neden, kadına biçil ölçme konusunda yoğunlaştırır. Dolayısıyla
miş değerin hangi ölçüde geleneksel önyargı imparatorluk coğrafyası üzerindeki insan en
larla sınırlandığını ispatlar. Osmanlı devlet yö vanterini çıkarmak düşüncesiyle başlatılan ilk
netiminde 1 9 . yüzyılın ilk yarısına kadar ağırlı kapsamlı nüfus sayımlarına kadınların da dahil
ğını koruyabilen söz konusu önyargılar, bütün edilmesi, yalnızca tüketimdeki paylarınııı sap
Ortaçağ toplumlarında geçerli bir anlayıştan, tanabilmesi içindir. Tanzimat yöneticileri, orta
erkeğin üretici, kadının ise tüketici olduğu ya karamsar bir tablo çıkartan bu tüketici insan
inancından kaynaklanmışlardır. Bu inanca gö kalabalığını çeşitli düzeylerde üretici kılabilmek
re toplumsal düzeni ayakta tutan iktisadi üret için maarif politikasıııa öncelik vermişler ve bu
kenlik ile gaza ruhu arasındaki dengeyi erkek sayede kadın gündelik hayatta ağırlığını duyu
nüfus sağlar. Hazine gelirlerinin, yapılan har- rabilmiştir. il. Abdülhamid döneminde ilk so-
Geleneksel Osmanlı kültüründe kad111. hane hayat111ın pratik yükünü üstlenmiş bir varlıktı. Küçük aymıtı/ar ve ılıce hesaplar
dan ibarer bu cop/umsa/ sorumluluk, işlek bir zeka ve olaylara hakıln gizli bir ororireyaratmışa.
yatın pratik araçlarını kullanma becerisini ka- mekle beraber amaçladığı hedefler, ondan çok
zandınmayı hedef seçmesi dikkat çekicidir. He daha farklıdır. Konak eğitimi, entelektüel kadın
nüz dikiş makinasının, petrol lambasının gir tipini yaratmıştır. Osmanlı saraylarındaki kla
mediği evlerde el emeğinin önemini kavratan sik harem eğitiminin Tanzimat modernleşmesi
bu eğitim sistemi, aynı zamanda usta-çırak iliş ne ayak uydurmuş bir çeşidi olan bu kültürlen
kisini tanımış genç kızlara dış dünyanın küçük dinme biçimi, üst tabaka kadınına soyut bilgi
ölçekli üretim modeli ve çalışma düzeni hak aracılığıyla gündelik hayatın düşünsel çerçeve
kında da bilgi verebilmiştir. Kuşkusuz bu basit sini kazandırır. Öyle ki el becerisi yerine akıl
eğitim, alt tabaka kadınını gündelik hayatın yürütmeyi, duygu yerine de pozitif düşünceyi
mahalle sınırları dışına çıkartabilecek önemli benimseyen kadın, artık erkekle birlikte günde
etkenlerin başında geliyordu. Sonuçta bu yolu lik hayatın kültürel dolaşımını aynı anda izle
izleyen tipik bir Müslüman kızın kültürel evre yebilmektedir.
ni oturduğu mahallenin dünyasından geniş, fa Konak eğitiminin yarattığı ilk entelektüel
kat yaşadığı şehirinkinden çok daha dardı. kadın, Ahmed Cevdet Paşa'nın kızı Fatma Ali
Türk kadınını gündelik hayata kazandıran ye Hanım'dı. Yetişme biçimi, heııı yüksek bir
Modem kadın111 hayatına, mobilya katalog/an ve moda mecmua/an ise bu tür tartışmalara rağbet etmekle birlikte
yön veriyordu. Gündelik hayatı bıl· orunna odasın111 ol{/eler diill)'ası- meslek kadınını yüceltti. Diplomall Kız idealini
na ılıdirgeyen modem tasanma bağımlılık arttıkça, bu sentetik or-
tamda kad111111 da bir of?je olarakyer alması kaç1111/mazdı. modernleşmenin gerçek göstergesi sayması, bu
inancının bir sonucudur. Abdülhamid döne-
dıkları Parça Bohçası; yazı kadrosunda Fatma minde başlayan feminizm tartışmasında orta
Aliye Harı ı m ' ı n da bulunduğu Hammlara yolu izlemiş ve bu akımın kaynağını kadın
Mahsus Gazete; Hanımlara Mahsus Malumat, haklarını kısıtlayan Hıristiyanlığa karşı Avru
Kadm , Demet, Mehmed Rauf'un il. Meşruti pa'da doğan tepkiye bağlamıştır. Yazdığı son
yet'in ilanıyla birlikte yayımladığı Mehdsin, Ul romanı jön Türk 'te ( 1 9 1 0) feminizme yaklaşı
viye Mevlan Harıım'ın Kadmlar Dünyası; Gü mı, il. Meşrutiyet sonrasının düşünce akımları
zel Prens, Ahmed Cevdet'in haftalık Hammlar arasında bir denge arayışını yansıtır: "Her şey
Alemi; başyazarlığını Nigar Hanım·ın yaptığı den ifrat dafenddır, tefrit de! Kızlan esenyel
Kadmllk; ı. Dünya Savaşı arifesinde yayın ha lerden esirgemek gayretiyle kqfesler derünun
yatına giren Seyydle; izdivaç; Fatma Fuad'ın da kanarya kuşu gıbiyetiştirmek de tehlikeli
mütareke döneminde yayımladığı Genç Kadm; dir, bir hürriyet-i tribf'iyye ile başı boş gezen
tamının ne bir adım ilerisinde, ne de bir adım zaman yanlışa ya da ahlaksızlığa yol açabile
gerisindedir. ittihad ve Terakki içinde bile kadın cek bu güvenilmez varlık, sürekli olarak yakın
sorununun Enver Paşa'yı muhafazakar, Cemal çevresinin kontrolü altında bulundurulmalı, ge
Paşa'yı liberal kanadın temsilcisi yapacak ka rekli terbiye verilmelidir. özellikle ana-babalara
dar karşı kutuplar oluşturduğu düşünülürse, kız çocuğunun terbiyesi konusunda nasihatler
Midhat Efendi'nin durduğu noktanın, tam an veren bir pedagojik yayında öne sürülen görüş
lamıyla Osmanlı modernleşmesinin kadın ko ler gerçekten düşündürücüdür: "Kızlarınızı
nusunda vardığı en son nokta olduğu anlaşılır. ( . .) birgenç ile bir defadan z{yade, hatta hiç
Bu dönemde kadınları kendi politikalarına ka bir defa temas ettirmeyiniz. Aile efradmdan
zanmak amacıyla ittihad ve Terakki'nin dü erkeklerle yalnız bırakmayınız. Sararıp solu
zenlediği toplantllara ya da Darülfünun'da ve yor mu, iştıhası kesi!{yor mu, mektup vesaire
rilen konferanslara karşı çıkanlar da, ileri sür yaz{Yor mu? Buralarına dikkat ediniz; yazı
dükleri düşünceler bakımından Ahmed Mid yorsa men ediniz ve bu hal/erin {yi olamadığı
hat'ın çok gerisine düşmüşlerdi: "Müslüman mülayim ve münasib bir lisan ile onlara anla
kadınlarına mahsus koeferans!ara gelince: tınız. ''8 Abdullah Cevdet ile birlikte kadın hak
Ayıp değil a, kad111/anmız için bunlardan bir ları savunuculuğu yapan Celal Nuri, "Bize şim
Jaide tasavvur edem{yorum. Esasen Is/dm ka- dilik, s{yasf kadmlar, teknisyen kadmlar pek o
d111/anj/e koeferans/ar arasında bir mündse kadar lazım değı'/dir. Her şeyden evvel valide
bet-i cidd{ye bu!am{Yorwn. Bir Is/dm kadını, ye, zevceye, mürebb{yeye, insdl-i dt{yyeyiye
öğreneceği şeylen; kendi IJ.dnesinde öğrenmeli tiştirecek kadınlara muhtacız. işte mesele
dir. Bundan başka bir erkeğin velev kıJennf bundan ibarettir. ''9 diye yazarken Fatma Aliye
olsun, Is/dm kadm!arına koeferans vermesi Hanım'ın kız kardeşi Emine Semiye Hanım,
kadar çirkin bir hal olamaz. "6 Bu türden karşı Osmanlı Demokrat Fırkası ile ittihad ve Terakki
çıkışlar, Türk kadınının gündelik hayatta bir Cemiyeti'nde siyasi görev alarak, daha sonra
meslek sahibi olmaya başladığı mütareke dö yetişecek olan politikacı kadınlara öncülük ya
neminde bile bütün hızıyla sürmekteydi. Kadı pacaktı.
nın evi dışında herhangi bir işlevinin olmaya Fatma Aliye Hanım ise, kadın sorununa
cağı düşüncesi henüz terkedilmemişti: "Hayat eğilen Batılı yazarların önyargılarını sergileme
ta kadının vaz!fe ve san 'ati izdivaç etmek ve yi ve tslamiyet'in kadını toplum içinde ikinci sı
neticesinde vd!ıde, ev kadını, zevcinıiı riih-ne nıf yapan kurallarına yöneltilen eleştirileri ce
vdz refikası ve çocuk!arınm müşfik mürebbi vaplandırnıış, yazı hayatının neredeyse tümü
yesi olmak ve beşerin teksir ve tekamülüne nü bu konuya ayırmıştır. Aliye Hanım 'a göre
hidmet etmektir. "7 Dinin onaylamadığı her şey islamiyet'in koyduğu kurallar, kadının hakları
ahlaka aykırıdır ilkesi doğrultusunda, kadının nı korumak içindir; ancak bu kurallar zamanla
elde ettiği bazı haklarını gündelik hayatta kul- uygulamada amacından saptırılmıştır. özellikle
Batılılar' ın eleştirdikleri erkeğe tanınan çokeşli belki de gayr-ı mümkün olduğu görülür. Bir
evlilik hakkı ve kadının örtünmesi gibi konu peder ancak bir zevceden olabilecek kadar ço
larda, amacından saptırılan bu kuralların yanlış cuk/an ıdare edebiliyor. "i ı Kadının islaml ku
anlamalara yol açtığını savunur. Kendisini zi rallara göre örtünmesi konusunda dönemine
yarete gelen bir İngiliz kadın yazarla aralarında göre son derece açık ve ileri görüşlüdür. Bol bir
geçen çokeşli evlilik konusundaki tartışmayı elbise giyerek yalnızca saçların örtülmesini şe
şöyle aktarmaktadır: riata muvijik suretde tessettür olarak kabul
"F A liye: Madam güvercin yalnız bir eş edip, yaşmak, ferace, çarşaf ve peçe'nin sonra
ile iktifa eder. Horoz ise bir çok tavuklara dan yerleşmiş ve şer'1 kurallarla bağdaşmayan
hükm edeı: insan da kesirü'z-zevcat hayvanı uygulamalar olduğu görüşünü savunur. ı 2
nın bir nev'i değil mi? Kadının gündelik hayattaki yerini alma
Madam R: Güvercinler gibi olmak daha sında Osmanlı basınının rolü yalnızca düşünsel
sürdüğü de şudur: "Bu a/em-i medeniyette bir dergileri, özellikle şehirli kadını değiştirmeye
zevceden ziyadesini idare ne kadar müşkil ve başlamıştı. Saç ve cilt bakımı, kozmetik kulla-
.1{(ı)
varsayılan kadını artık ilgi alanına giren konu
larda bilgi sahibi yapmaktaydı. Gazete ve dergi
reklamları kadını hissedilir biçimde değiştiriyor
du. Bu değişiklik, sokağa yansıdığı zaman, ge
CREM E P ER TE V
nel bir ahlak bozukluğunun baş gösterdiği sa
nıldı. Erkek, sokaktaki kadının karşısında bo
caladı, şaşırdı; çünkü böyle bir karşılaşmaya
hazır değildi. Laf atma ve sarkıntılık olaylarının
en çok görüldüğü dönem, kadının gündelik ha
Batı dünyasını yüzyıllarca meşgül eden harem tanbul, (Cihan Biraderler Matbaası) , 1 34 2 , s. 3 1 2 .
5 Ahmed Midhat, /ön Türk, lstanbul, (Tercüman-ı
efsanesini yeniden körüklemiştir. Bu efsane
Haklkat Matbaası) , 1 326, s. 30.
bütün bir ı 9. yüzyılı kaplar. Nitekim 1 9 2 1 'de 6 Mehmed Süleyman, Kadın Esrdn, lstanbul, 1330,
Vakaresko adlı kadın yazar Cemiyet-i Ak s. 102.
7 Hasan Bahri, Kad111/ara Mahsus Penbe Kitab, Der
vam 'da Osmanlı hareminin bir kurul tarafından
saadet, (Kitabhane-i Sildi) , 1 9 1 9, s. 1 2 .
denetlenmesini teklif eder. Amaç , kadını uy 8 Mehmed Süleyman, Kızları Nasıl Evlendirmeli?,
garlık adına esaretten kurtarmaktır. Oysa Cha Dersaadet, (Necm-i istikbal Matbaası) , 1330, s. 4 .
9 Celiil Nuri, Kad111/anmız, lstanbul, (Matbaa-i lçti
teaubriand'ın ı 806 'da sokakta bulamadığı
had), 1 33 1 , s. 1 1 9- 1 20.
Türk kadını gerçekten haremde; fakat ı 92 1 'de 1 0 Fatma Aliye. Nisvdn-ı lsldm. lstanbul, 1 309, s. 94.
Vakaresko'nun denetlenmesini istediği yerde 1 1 Fatma Aliye-Mahmud Esad, Taaddüd-i Zevcdt,
Konsrannniye, (Tahir Bey Matbaası), 1 3 1 6 , s. 1 6 .
değil, Darülbedayi sahnesindeydi.
ı 2 Bu konuda ayrıca bkz., Nimet Basir, Alem-i Nisvdn.
Tesettür Etrefmda. Bakü. 1 9 1 4 .
Tanh ve Toplum, lX/51 (Mart 1 98 8 ) , s. 22-27 ı 3 Cenab Şehabeddin, Evrdk-ı Eyydm, Dersaadet,
(Kanaat Matbaası) , 1 33 1 , s. 1 03.
1 4 Bu alternatifin mitik bir yorumu için bkz., Kadriye
Hüseyin, Muhadderdt-ı is/dm, Mısır. (Maarif Mat
baası), 1 33 1 .
ı s Ahmed Cevad, Bizde Kadm, (Kader Matbaası) , Der
saadet, 1328, s. 1 9 .
Osmanlı toplumunda aile, gündelik hayatı ana hatlarıyla tanımlama basitliğine yol açar.
şekillendiren başlıca kurumlardan birisidir. Osmanlı ailesinin tutarlı bir tanımını yapabil
Şer'i ve örfi hukukun güvencesi altında, kan mek için, bölgesel planda etno-kültürel yapıla
bağına dayalı bir örgütlenme tipini temsil eden rın analizine ve her türlü dini inanç biçiminin
bu kurum, toplumsal değişimin farklı boyutları bu yapılar üzerindeki etkisini araştırmaya ihti
nı bünyesinde barındıran çok yönlü bir sosyo yaç vardır. ikinci bir araştırma alanı ise, Os
kültürel ilişkiler modeli olma özelliğini taşımak manlı ailesinin imparatorluk coğrafyasındaki
tadır. Bu temel özellik ise ona, çift yönlü bir iş sosyal topografyasını belirlemek ve bu topog
levsellik kazandırmakta \oe hem toplumsal di rafık çerçeve içinde farklı statü basamaklarını
namiklerin etkisi altında şekillenen pratik bir işgal eden aile örgütlenmelerinin ayrıntılı tipo
alan, hem de bu dinamikleri yönlendirme gü lojisini çıkartmaktır. Böyle bir çalışma en azın
cüne sahip bir örgüt niteliğini vermektedir. dan hangi aile Liplerinin geleneksel içeriklerini
aile modelinden söz etmek, tam anlamıyla ger sürecine ayak uydurarak değişime uğradıkları
çeği yansıtmaz. özellikle Osmanlı ailesinin nı saptayabilmemiz açısından büyük önem ta
rihten önce ise değişime kapalı geleneksel aile Aile araştırmalarının bir diğer yönü d e,
modelinin toplumsal örgütlenmenin çekirdeği toplumsal yaşam alanı olarak şehir hayatının
tutarlı değildir. Bir defa Osmanlı toplumu gibi çalışmada söz konusu yaşam alanı olarak im
çok farklı kültürlerin sentezinden meydana ge paratorluk merkezi İstanbul ele alınmış ve ge
len bir yapılanmada standart aileden söz et leneksel Türk aile yapısının Tanzimat ile başla
mek, sorunu aşırı genelleştirmek anlamına ge yan değişimi, dönemin modern adab-ı muaşe
lir ki, bu da sonuçta ele alınan olguyu yalnızca ret normlarıyla karşılaştırılarak saptanmıştır.
Osmanlı ailesinin tstanbul şehir hayatında ailesi, daha 1 5 . yüzyılda bile toplumsal köken
oynadığı çok yönlü rol, tarihi 1 5. yüzyıia kadar itibariyle şehirleşmiş bir sosyo-kültürel tabana
uzanan köklü bir geçmişe dayanmaktadır. Bir sahiptir. Sonraki yüzyıllarda ise bu temel özelli
şen modem ve geleneksel aile modellerinin menin aşın uygulamalan karşısında toplumda
gündelik hayat içindeki konumları, yeni değer ki dengeyi temsil edecektir. Tanzimat'tan sonra
lere açık ya da kapalı oluşları bu tarihsel derin modern aile yapısı üzerinde başlayan eleştiri ve
lik boyutunda temsil ettikleri iktisadi ve kültü tartışmalarda ön plana çıkartılarak savunulan
rel mirasla yakından ilgilidir. örnek orta tabaka kurumu da, bu dengeyi sağ
yattaki dinamik rolünü şekillendiren başlıca et Yönetici kesimi temsil eden, dolayısıyla
ken, 1 5 . yüzyılda şehrin yeniden iskanı için gündelik hayatı idari yönden denetleyen üst
uygulanan nüfus politikasıdır. ı Bu politikanın tabaka ailelerini ise iki grupta toplamak müm
temel ilkesi, şehir hayatına uyum sağlayabile kündür. Birinci grubu ulema aileleri oluşturur.
cek kalifiye işgücünü, aile yapısı içinde İstan Bu grup, şer'! hukukun uygulayıcısı sıfatıyla,
bul'a aktarmaktır. Böyle bir yöntemin, çok de kendi değerlerini değişmezlik ilkesi çerçeve
ğişik meslek kollarını temsil eden zanaatkar sinde belli bir anlayış tabanına oturtmakta ve
kesimi, birbirinden bağımsız kişiler topluluğu içe dönük bir kültürel yapılanmayı temsil et
olarak değil de, belli bir aile kökenine sahip mektedir. tdar! yargının dizginlerini elinde tu
gruplar olarak değerlendirmesi, daha başlan tan bu grup, ancak yakın akraba evlilikleriyle
gıçta İstanbul ailesinin gündelik hayatını ve iş genişlemekte, her evlilik de ailenin içe dönük
tirmiştir. özellikle zanaatkar orta tabaka ailele Babadan oğula geçen değerler, bu yüzden hiç
rin, şehrin iktisadi hayatını yeniden canlandır bozulmamış bir toplumsal mirası sembolize et
ma politikasının bir sonucu olarak önemli oran mekte, dolayısıyla gündelik hayatın değişimi
da maddi destek görmesi ve bu desteğin yöne ne ayak uyduran orta ve diğer üst tabaka aile
tim katında çeşitli çıkar çatışmalarına yol aç lerinin eleştirisini yapan en güçlü sözcüler bu
Kalifiye işgücünü temsil eden İstanbul ai modernleşmesine karşı tavır alan bu grup, bir
lesi, orta tabaka zanaatkar kesimin geleneksel yandan orta tabaka ailelerinin değerlerini deği
değerlerini barındırmakla beraber, bu değerleri şime karşı korumayı amaçlayan bir çeşit hima
gündelik hayatın değişim sürecine uyarlayabi yecilik siyaseti sürdürürken, diğer yandan da
lecek dinamiklere de sahiptir. Nitekim bu ailele kendisi gibi üst tabakada yer alan fakat top
rin Anadolu ve Rumeli'nin şehirleşmiş bölgele lumsal köken bakımından belirgin bir tabana
rinden İstanbul'a göç ettirilmesi,3 söz konusu sahip bulunmayan ailelerin modern yaşam üs
dinamiklerin şehirli insan kimliğini geliştirici luplarını eleştirmiştir. Ahmed Cevdet Paşa'yı
bu çift yönlü tavrın tipik bir temsilcisi olarak merkezli hayat standartları, toplumun diğer ke
gösterebiliriz. simlerince bir çeşit yozlaşma göstergesi olarak
ilmiye sınıfı gibi üst tabakayı meydana ge algılanmaktadır. Tanzimat modernleşmesini
tiren sivil b ürokrasiye mensup bir diğer aile eleştirenlerin, örneklerini hep bu grup içinden
grubu daha vardır ki, Osmanlı tarihinde mo seçmeleri, kuşkusuz rastlantı değildir. Nitekim
dernleşmenin tam bir göstergesi olmuştur. 1 9 . yüzyıl adab-ı muaşeret kitaplarında, bu ai
Gündelik hayatın modernleşme sürecine katı lelerin benimsedikleri değerlerin kıyasıya eleş
lan, dahası değişimin öncülüğünü yapan bu ai tirilmesi, sorunun hem özünü hem de kapsamı
leler, toplumsal kökenleri devşirme usulüyle iğ nı belirlemesi açısından dikkat çekicidir.
diş edilmiş, saray çevresi içindeki yönetici istanbul'da aile hayatı, kendi mekanlarını
zümrenin kültürel mirasını sahiplenen bir grup ve bu mekanların içinde yer aldığı yaşam alan
tur. Belirgin bir toplumsal kökene sahip olma larını kurması bakımından da önem taşımakta
ma duygusu, bu ailelerin yaşam üsluplarını et dır. Çünkü modernleşme eleştirisi aynı zaman
kileyen farklı kültür odaklarının devreye girme da ailelerin kendi yaşam alanları olarak belirle
sine yol açmakta, dolayısıyla bu ailelerin çok dikleri topografık yerleşim bölgelerinin de eleş-
cenin payı vardır. nitelikler açısından üzerinde henüz tam bir gö
istanbul'un klasik dönem gündelik haya rüş birliğine varılamayan 1 9 . yüzyıl Osmanlı
tında, belli bir toplumsal kökene bağlı ailelerin kurumlarının başında gelir. Ana hatlarıyla bu
en küçük ölçekli yaşam alanını, mahalle sınır kurumun görüntüsünü şöyle çizebiliriz: iktisadi
larının çizdiği bir gerçektir. Mahalle, kendi için açıdan üretici değil, tüketicidir. Bu temel özelli
de tutarlı bir kültürel değerler dünyasıdır. Aile ği nedeniyle üst tabaka bürokrat grubu içinde
ve ev hayatı bu dünya içinde şekillenir. Klasik yer alır. Gündelik hayattaki konumu hem orta
Osmanlı mahallesi, dini bir yapı etrafında şekil tabaka değerleri hem de kendisi gibi üst taba
lenen ve adını genellikle bu yapıdan alan, ce kayı paylaşan diğer muhafazakar grupların de
maat tipi örgütlenmenin ideal mekanıdır. 6 Baş- ğerleriyle uyumsuzluk ve çatışma sonucu belir-
lenmiştir. Kültürel yönelijrıi, Batı'ya doğrudur. Aile içinde uyulması gereken davranış kalıpları
Mekan olarak konak ve yalıyı seçmiş ve bu ya henüz yeterince moderııleşmemiştir. Gelenek
şam alanı içinde kalabalık bir kadroya sahip ol sel normlar bir ölçüde korunmakta, fakat aile
muştur. Bu kadronun büyük bir kesimi, ailenin bir bütün olarak kimliğini, modern dünyanın
gündelik hayatını sürdürebilmeleri için gerekli kültür malzemesiyle inşa etmeye çalışmakta
maddi ve manevi ihtiyaçları karşılayan hizmet dır. Kısacası Tanzimat ailesi, saydığımız bu te
sektörü içinde istihdam edilmiştir. Aile üyeleri mel özelliklerin şekillendirdiği yaşam alanında
arasındaki ilişki, geleneksel aileye oranla daha geleneksel ile modern dünya arasında kimliğini
gevşektir. Bu nedenle pederşahi denetim me arayan bir geçiş kurumu olup, toplumun mitos
kanizması bir ölçüde işlemekle beraber, aile ve ütopyasında bir denge kurmaya çalışmakta
üyelerinin kişisel özgürlükleri eskiye oranla da dır. Fakat bu denge, 1 9 . yüzyılın iktisadi ve
ha geniş bir alana yayılmıştır. Kadın ve gençle kültürel şartları altında hiçbir zaman sağlıklı bir
rin özel hayatları, sınırları giderek genişleyen biçimde kurulamamış, dolayısıyla Tanzimat ai
bu kişisel özgürlük alanı içinde yeniden şekil lesi, hem gelenekçi hem de modernleşme yanlı
lenmekte ve bu temel alan, ailenin gündelik sı gruplarca eleştirilmiştir. Bu eleştirilerin gele
hayata açılan en önemli penceresi olmaktadır. neksel ve modern adab-ı muaşeret konusunda
yoğunlaşmaları, Tanzimat ailesinin temsil ettiği rupa ailesinin temsil ettiği değerleri başlıca sa-
davranış normlarının mevcut kültürel yapı için- vunma aracı olarak kullanmıştır. Midhat Efen-
de farklı açılardan yorumlanması anlamına gel- di'ye göre geleneksel değerleri yadsımayan Av-
1 9 . yüzyıl Tanzimat ailesini temsil edebile- değildir. Bu temel özelliği Cevdet Paşa ailesinde
cek iki örnek verebiliriz. Sadrazam Fuad Paşa gözlemleyen Ahmed Midhat, Osmanlı üst taba-
ailesi, modern adab-ı muaşereti benimseyen, ka aile yapısını, gündelik hayatın üretici yönü-
bu yüzden de siyasi rakipleri tarafından eleştiri nü temsil eden orta tabaka değerleriyle restore
hedefi yapılan tipik bir örnektir. Aile üyelerin- etmeye çalışmış ve kadın hakları savunucusu
den özellikle kadınların gündelik hayattaki ser- olan Cevdet Paşa'nın kızı Fatma Aliye Hanım'ı
çok uygunsuzluklar apdşikdre görülüp dur samaktadır. Ebe Mektebi, Kız Sanayi Mekteple
makla beraber kadın-erkek beraber gitmek ri ve Darülmuallimat gibi kurumlar, kadını
her neden dolayı ise mugayir görünüyor. "ı 2 meslek sahibi yaparak gündelik hayata kazan
Kuşkusuz bu saptama, aynı zamanda Tanzi dırmanın yolunu açmışlardır. Diğer bir eğitim
mat sonrası toplum yaşantımızda kadının ko alanı da, üst tabaka Osmanlı ailelerinin uygula
numu ve üstlendiği rolleri de sorgulamaktadır. dıkları konak eğitimidir. özellikle aydın Os
1 9 . yüzyıl toplum yaşantımızda, kadını manlı kadını, bu konak içi eğitim sürecinden
gündelik hayata sokan temel etken, modern geçerek ortaya çıkmıştır. ı 3 Fakat her iki kadın
eğitim anlayışının benimsenmesi olmuştur. Bu tipini, gündelik hayatta sosyalleştirmek ama
dönemde kadınlara yönelik eğitimin iki ayrı cıyla uygulanan pratik ve teorik eğitimin, bu
alanda gerçekleştirildiğini görmekteyiz. Birinci noktada yetersiz kaldığı kısa sürede anlaşılmış
alan, toplumun pratik ihtiyaçlarını karşılamaya tır. işte kadın-erkek ilişkilerini modern anlamda
yönelik meslek kadınlarını yetiştirmek amacıy kurma noktasında ortaya çıkan bu sorunu çöz
la açılan modern kurumların faaliyetlerini kap- mek için atılan başlıca adımlardan birisi de,
na Abdullah Cevdet de değinmekte ve bir bakı Genç kızların üst tabaka yaşantısına katıl
ma modernleşmenin "serbest hayat" demek ol maları için öğrenmeleri gereken actab-ı muaşe
madığının altını çizerek vurgulamaktadır. Genç ret kuralları da gene aile içinde edinilen pratik
kızların toplum hayatındaki her hareketinin ge bilgilere dayanmalıdır: "Genç kızı birdenbire
niş bir kesimce dikkatle izlendiğini, bu nedenle kibar alemi sosyetesine sokmamalıdır. On se
uymaları gereken kuralların toplumdaki yerle kizyaşını bulmuş otan birgenç kız, babasının
şik düşünce yapısıyla çatışmayı değil, gelenek evinde venkn küçük suvareferde bulunduru
sel yargıları dönüştürmeyi amaçladığını belir larak yavaş yavaş ihzar olunmalı, o günde
ten Abdullah Cevdet, genç kızların yeni hayat gördüğü misallerden, nümuneferden ders at
tarzlarının da bu çerçeve içinde şekillenmesinin malıdır. Babalarının evfen.,ıde venlen çay zi
zorunlu olduğunu kaydetmektedir. yqfetferinde ve sairedeJa 'af bir ikram veya
Ahmed Midhat Efendi 'nin kadınlar için i'zaz rolü atmak suretljfe genç kızlar sosyete
öngördüğü " himayeci" adab-ı muaşeret anlayı hayatına ginneye hazırlanırlar. " ı 7
şını Abdullah Cevdet de onaylamakta, fakat Modern adab-ı muaşereti ilgilendiren bir
ondan bir adım daha ileri giderek bu "himaye diğer konu da asker aileleridir. Tanzimat mo
ci" yaklaşımının sınırlarını genişletmektedir. dernleşmesinin hem öncüsü hem de bu sürecin
Abdullah Cevdet genç kızların erkeklerle olan en tutarlı savunucusu olan asker zümresinin
ilişkilerinde gözönünde bulundurmaları gere gündelik hayat içi ndeki konumu, modern
ken bazı küçük ayrıntıları sıralarken, modern adab-ı muaşereti doğrudan uygulama önceliği
davranış kalıplarının ve değer yargılarının top ni bu gruba vermiştir. 1 9 . yüzyıl istanbul'un
lum tarafından yanlış algılanmaması için azami daki elçilik resepsiyonlarında Osmanlı toplu
dikkatin gösterilmesini de şart koşmaktadır: munun Batılı çehresini bu asker aileleri temsil
"Bir genç kız hiçbir erkekten kıymetti hediye etmektedir. Bir bakıma Osmanlı insanının Av
kabul etmez, meğer ki bu erkek nişanlısı ofa. rupa'ya açılan penceresi sayılan bu ailelerin ge
Bu nişanlı da kontrat akdi (nikah) gününe rek kendi içlerinde gerekse katıldıkları toplum
kadar genç kıza kitap, musıki notası, çiçek ve sal faaliyetlerde Tanzimat modernleşmesinin
şekerlemeden gayri bir hediye vermemelidir. sözcülüğünü yapmaları, bu grubun adab-ı mu
Bir genç kız her dakıkaJotoğref.yasını yaptır aşeret anlayışını ön plana çıkartmaktadır.
maz, ba-hususJotoğref.yafannı sağa sofa da 1 9 1 1 yılında yayımlanan ve yalnızca Os
ğıtmaz. ( . .) Hiçbir zaman susuz şarap içmez manlı asker sınıfına yönelik Usul ve A dab-ı
ve daima şarabına çok mıktarda su koyar. Li Muaşeret adlı kitap. söz konusu ettiğimiz önem
kör kabul etmez. Bir kadın müskiratdan te nedeniyle ayrıca üzerinde durulması gerekli bir
vakki etmelidir. Kadının güzeffiği ve nisai belge niteliğindedir. Osmanlı subaylarının uy
adab ve vakan bunu istilzam eder. ( . .) Maz- ması gereken modern adab-ı muaşeret kuralla-
Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk A ilesi, ı, nelmı1el Teşrjfat Kaide/en". lstanbul, 1 932, s. 7.
20 Ahmed Midhat, A vrupa Addb-ı Muaşereriyalıud
Ankara, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu,
Alefranga, s. 6 1 6-623.
1 992, s. 2 1 6-227 21 Usül ve Addb-ı Muaşeret, s. 29-30.
22 Lütfi Simavi, Teşrjfat ve Addb-ı Mudşereı, lstaııbul,
4. tab, I 927: Abdullah Cevdet, a.g: e. , s. 55-98.
23 Ahmed Midhat, a.g. e., s. 274-275.
24 Alan Ouben-Cem Behar, !stanbu/ Houselıolds: Mar
n'age, Family and Fertility (1880- 1940) , Caınbrid
ge, 1 9 9 1 , s. 202-2 1 4 .
len genç anneler Nestle'nin hazır bebek mama bu acemi öğrencinin kafasındaki geleneksel za
larını kullanmakta bir sakınca görmemişlerdir. man kavramını yıkmıştır. Mevsimlerin doğal
Gündelik hayatın pratikleşmesi, Osmanlı karakterleriyle şekillenen mistik zaman, mahal-
le hayatını idare eden bir halk takvimi olma gerçekliği karşısında acemilikten ustalığa geçip
özelliğini henüz korumaktaydı. Akrep ve yelko gündelik standartlara ayak uydurmak; başka
vanın belirlediği modern zaman ise, adeta kendi bir deyişle Beyoğlu'nda perdelerini açan tiyatro
koyduğu yasaya mutlak bir itaat istercesine, ya, Köprü 'den Adalar'a kalkan vapura ya da
gündelik hayatı programlamak düşüncesini do frengiyi tedavi eden doktorun randevusuna za
ğurdu. Zamanı rastlantıların girdabından çıkar manında yetişmek demekti. öte yandan eski
tıp her parçasını farklı işlevlere göre programla alışkanlıklar, programlanmış zaman içinde gele
mak, Osmanlı insanının kişisel dünyasına mo neksel tecrübeye dayalı pratiklerini sürdürebil
dern hayatın standartlannı kazadırmıştır. Akrep me gücünü koruyamayıp kendi mekanlarına
ve yelkovan arasındaki modern zaman, kendili çekildiler. Cami avluları, kahvehane peykeleri
ğinden akıp giden mistik zamana oranla insanı ve evliya kabirleri eskiden beri bu pratiklerin
gündelik hayatın hızlı ritmine daha kolay çeke zamanı öldürdükleri mekanlardı. Zamanı öldür
biliyordu. Bu ritmi yakalayabilmek, hayatın mek yerine yaşatmak ilkesini benimseyen gözü
dilini çözemeyenler için başka pratik yollar da adab-ı muaşereti için başvurulabilecek en son
vardı. Bunlardan ilki uygarlığın kalbi Avru çıkar yol sayılmalıdır. Bu romanlar Paris ' i n
pa'ya gitmekti ki, biraz para, cesaret ve Abdül gündelik hayatından alınma sahnelerle kadın
hamid aleyhtarlığını gerektiriyordu. Diğer ola erkek ilişkisini ve aile düzenini kısmen insanı
nak Beyoğlu hayatına karışmaktı. Ahmed Mid mıza yansıtabiliyorlardı. Ahmed Midhat Efendi
hat'a göre bir Avrupalı nasıl Beyoğlu otellerin de Avrupa'ya gitmeden önce Beyoğlu hayatını
de Doğu'yu tanıyamazsa, bir Osmanlı da bu gözlemlemiş ve Fransız romanlarından ideal bir
kozmopolit çevrede Avrupa adab-ı muaşeretini adab-ı muaşeret programı çıkartmıştı.
öğrenemezdi. Fakat sonuçta Beyoğlu hayatı, Midhat E fendi 'nin roman kahramanları,
ortaya bir Felatun Bey tipi çıkartsa da, istan kendisinden önce Avrupa'yı görmüş, Paris'in
bul'da Avrupa taşrasına özgü izlerin görülebi sosyete salonlarına girmiş ve Akdeniz limanları
leceği tek yerdi. Tercüme romanlar ise, Avrupa nı dolaşmışlardır. Bu gezgin tipler Osmanlı mat-
mitini şekillendiren ve bütün Batı toplumları yanlış kavrayışa göre Batı insanı serbest yaşa
için geçerli, genel bir adab-ı muaşeret yasasının yan, kural tanımaz bir tiptir. Eski geleneklerle
varlığına inanmak. Modern hayatı tanımaya ilişkisini kesmiş, gündelik hayatın maddi zevk
çalışan Osmanlı için bu yasa, kültürel farklılık lerini tatmayı başlıca ilke edinmiştir. Moderııist
ları ortadan kaldıran ve sınıfsal bölünmeleri si ya da muhafazakar olsun, Osmanlı aydı nının
lerek herkesi özgür insan ideali etrafında topar kafası ndaki Batılı insan buydu ve Avrupa
layan sihirli bir güce sahipti. Midhat Efendi'nin adab-ı muaşeretini savunanlar bu tipin çizdiği
savoir vivre cosmopo/ite diye adlandırdığı bu serbest yaşamı, uygarlığın bir göstergesi kabul
enternasyonel adab-ı Muaşeret, gündelik ha edip övüyorlar; karşı çıkanlar da ayııı noktayı
yatın toplumsal dinamiklerini hesaba katma ahlaki yozlaşma sayıp şiddetle eleştiriyorlardı.
yan bir soyutlamanın ürünüydü ve insanımıza Ahmed Midhat ise bu karşılıklı övgü ve suçla
cazip gelen özgürlük idealinin de ilkesiz bir ser- maların, Avrupa mitini yanlış yorumlamaktan
AHMED MİDHAT EFENDİ VE GÜNDELİK HAYATIN PRATİK BİLGİSi: ADAB-1 MUAŞERET 141
ki, bu da gündelik hayatın ona kazandırdığı bir
complftence'dır. Bu temel özellikten yoksun in
sanı Avrupa adab-ı muaşeretine nüfuz edeme
miş sayan Ahmed Midhat, sorunu Doğu-Batı
bağlamında örneklendirir: ". . . salahiyet öyle
nazik bir şeydir ki onun haricine çıkanlar her
yerde duçar-ı istigrab olurlar ise de bilhassa
Avrupa'da adeta istihkdra bile duçar olurlar.
Mesela bizim buralarda askerliğe dair bir söz
açılsa hepimiz asker kesiliriz. Tabdbete her
neye dair bir bahis açılsa, o bahsin ehli imişiz
gibi söze ginŞinz. Hanz ez-salahiyet derma
yan eylediğimiz mütalaat kabul edilmeyecek
olsa hiddet bile ederek mu'anedeye, mükdbe
reye kadar çıkışmz. Bu ise A vrupa'da pek bü
yük me'ayibden sayılır. Haklan da vardırya!
Herkes kendi salahiyeti dairesindeki ıŞlerle ıŞ
tigal eder ise asıl terakki dahi o zaman hasıl
olur. " Kuşkusuz bu karşılaştırma ve varılan so
nuç, sokaktaki Osmanlı insanı kadar bürokra
side gelişen modern merkeziyetçiliği de ilgilen
dirmektedir. Çünkü gündelik hayatın pratik bil
gisi, bürokratik mekanizmaya yerleşmiş intelli
Ahmed Midhac lfendı; modem/eşmenin aşın uygulamaları karşısın
da ilk kapsamlı eleştirileriyapan Tanzimatyazarıydı. Savunduğu de
gentsia nın stratejik kararlarını etkilemekle
'
ğerler orta tabakanın gündelik hayatına kök salmış Osmanlı kalmayıp, modern idealler ile geleneksel com
muhqfazakdrlığı tarefından beslen(yordu.
pr!tence arasındaki çatışmaya da yol açmak-
taydı. Gündelik hayatı, Avrupa mitine aşılan-
kaynaklandığı düşüncesindeydi. Ona göre bü- mış Osmanlı ruhuyla şekillendirmek isteyen
tün Batı toplumları için geçerli bir adab-ı mu- modern ideal, pratikte kişisel yetki sorununu
aşeret yasası yoktur. Her toplum kendine özgü bürokratik rasyonaliteyle bağdaştıramadığı
bir değerler sistemine sahiptir ve bu sistem ait noktalarda çıkmaza girmiştir. Reşid, Ali ve Fu-
olduğu toplumun halk tabakalarında farklı ad Paşa üçlüsü, kişisel yetkinin sınırlarını ge-
adab-ı muaşeret anlayışlarıyla temsil edilir. nişletip gündelik hayatı yönlendirebilecek stra-
Böyle bir temsil sisteminde ise bireysel özgür- tejik kararları alabilmişlerdi. Fakat ı. Meşruti-
lük değil. ancak sorumluluktan söz edilebilir. yet'e doğru durum tersine döndü. Yönetimde
Sorumluluk duygusu bir ilke sorunudur. Mo- kişisel yetki tekeline ortak çıkan bir grup aydın,
dem insan ilkelerine sahip çıktıkça ideallerinin modern ideallerin gündelik hayatın gerisinde
kapsamı üzerinde tutarlı bir düşünceye ulaşır kaldığı düşüncesindeydi. Osmanlı intelligent-
ğinde tanıyan genç kuşak, ! . Meşrutiyet'in ar topraklara taşıdılar. örneğin Paris, disiplinli bir
dından Abdülhamid'in idari mekanizmadaki ki Prusya şehri değildi ve sunduğu görüntü de
şisel conpetence'ı ortadan kaldırmasıyla kendi ilkbakışta sanki kuralsızlık temeli üzerine inşa
lerini Avrupa sokaklarında buldular. Ahmed edilmiş izlenimini veriyordu. Bu kanı, ı. Meş
Midhat Efendi'ye göre Batı'ya bu zorunlu sı rutiyet'ten sonra doğmuş değildir. 1 83 6 ' da
ğınma, Avrupa adab-ı muaşeretinin gerçek yü Mustafa Reşid Paşa'nın Prens Metternich ile
zünü bize öğretebilecek eşsiz bir fırsattı, ama yaptığı bir konuşmada geçen "Ldkinyine ln
yeterince değerlendirilemedi. Midhat Efendi bu gilterelü Fransa/uya müreccahtır. Zira lngil
konuda kendi kuşağını sorumlu gösterir. tere/ü 'nün hükümet-i meşnJtası kadim ve
1 9 . yüzyıl Batı şehirleri, başta Hindistan, Pransaya nisbetle ahalisi dahi erbdb-ı sebdt
Uzakdoğu sömürgeleri, Japonya ve Çarlık Rus ve edebden olmağla orada, Fransa kadar bi
yası 'ndan gelen uygarlık aşığı gençlere Avru edebdne şeyler vukua gelmez. şeklindeki bir
"
geçmişi olduğunu gösterir. öte yandan Os- tabakasında yaygınlaştırma çabalarına karşı
mantı aydını muhafazak� r Metternich'in bf- gelişmiştir. Modern adab-ı muaşeretin protokol
edebane saydığı Paris boulevard'larını arşın- çerçevesinde aldığı kuralcı şekle reformcuların
!arken kendisini özgür bir varlığa dönüştüren gösterdiği tepki, zaten eskiden beri süregelen
kuralsızlığın büyüsüne kapılmış ve bunun ne- geleneksel tepkiyle aynı noktada birleşir. Ah-
denlerini açıklamak zahmetine katlanmadan med Cevdet Paşa bu gelenekçi tepkinin tipik
kafasındaki anarşik imgeyle istanbul'a dön- temsilcisidir ve Tezakir'de Abdülmecid'in lngi-
m ü ş t ü . Avrupa adab-ı muaşeretine ait b u liz elçisi Canning'in verdiği baloya katılmasını
anarşik imgenin. compitence'ı yok sayan Ab- şöyle eleştirir: "Cumade 'l-ulanın yirmi dör-
dülhamid merkeziyetçiliğine karşı tepki olarak düncü cuma gecesi Zat-ı Şahane !ngiliz elçisi
Komün sonrası Paris'inde kolayca şekillenebi- Canning'in balosuna med'uven teşrj/ buyur-
lecek verimli ortamı bulduğu söylenebilir. Tep- du. ötedenberi sadnazamlar bile elçi z(yaret-
kinin kuralsızlık yönünde gelişen diğer bir bo- fenne ve balo/anna gitmek adet değil iken bir
yutu da ! 835'ten sonra etkinlikleri artan Os- seneden beri sadrazamlar gitmeğe başladı.
manlı daimi elçilerinin. tamamen aristokratik Bu sene Zat-ı Şahane için dahi bu kapı açıldı.
kurallara dayalı saray protokolünü modern Rüesay-ı ruhan(yye balolara gitmek adet o/-
adab-ı muaşeret anlayışı olarak Babıali'nin üst mayıp ale'l-husus ortodoks papaslanna göre
hambaşı dahi bulundu. Şeyhülislam {fendi girenler ise, savundukları ideallere yabancılaştı
dahi davet olunmuş idi. Lakin ftı'zar ryledi. " lar. Öte yandan üniversite dünyası, Osmanlı
Padişahın balolarda, muhaliflerin de boule aydınını bir diğer çelişkinin içine çekti. Fran
vard' larda görüp uyguladıkları Avrupa adab-ı sa 'nın Doğu üzerindeki ekonomik çıkarlarına
muaşereti, Ahmed Midhat Efendi'ye göre cos dayalı yayılmacı öğreti ve solidarist milliyetçilik
mopolite kültürün iki farklı pratiğiydi. Bu pratiği duygusu, bu çelişkinin gövdesini oluştururlar.
yurtdışında geliştirenlere gelince: Osmanlı aydı Bütün bu karmaşık etkenler biraraya geldiğinde
nı Avrupa'da tam bir bekar hayatı yaşamıştır. Osmanlı aydınının gündelik hayatın pratik bil
1 9 . yüzyılda Paris'in kenar mahalle pansiyon gisini, yaşadığı sınırlı deneyler ile tasarladığı sı
ları Doğulu intelligentsia'nın barınaklarıydı. nırsız idealler çerçevesinde rasyonalize etmeye
üniversite öğrencileri ile Osmanlı reformcuları çalıştığı söylenebilir.
en azından gündelik hayatlarını benzer bir çev Ahmed Midhat Efendi, Avrupa adab-ı mu
rede yaşamışlardır. Batı uygarlığının, bu yaban aşeretini, çarpıtılmış özgürlük ideali ile eksik bir
cı gruplar için geliştirdiği değişik kültür kodları gözlemciliğin sonuçları arasında rasyonalize et
yoktu, ama her grubun Avrupa mitini kavrayış me çabalarına kuşkuyla bakmıştır. Ona göre
açıları birbirinden farklıydı. Osmanlı aydını mik modern adab-ı muaşereti a priori bir kalıba
rokozmozunu oteller ve bekar odalarında şekil adapte etmek yeıine, müşahade'nin somut veri
lendirdi. Bu küçücük dünya, cosmopolite kültü lerinden yola çıkmak daha sağlıklı bir tutumdur.
rün çekim gücü karşısında yörüngesinden saptı. önce genel anlamda Avrupa miti'nin bütünlük
Aile hayatı ya da resmi bir görev gibi insanımızı ten yoksun olduğunu belirtir: "Bı'z Avrupa dedi
ayakta tutan toplumsal dayanak noktalarından ğimı'z zaman bu kelimryi umumiyet üzere söy
yoksunluk, bu sapmayı kolaylaştırmıştır. Gene ler isek de orası azfm bir kıt'adır. Üzeniıde bir
de gündelik hayatı bir bohem gibi yaşamak ba çok milletler müte'ayiştir. Bunların lisanları
zı aydınlarımıza itici gelmiştir. Parkları bohem mühteljfolduğugıbi usul-i hükümetlerı; siiret-i
mekanlara tercih etmek bir bakıma yalnızlığı ma 'işetten· dahi muhteljfdir. " Bu basit açıklama
seçmek demekti. Bu yalnızlık duygusu, vatan kuşkusuz 1 9. yüzyıl insanının bilgisi dahilinde
kurtarma misyonuyla yücelmiş bir idealizmin, ki bir gerçekliği dile getirmektedir; fakat Midhat
kendi ütopik dünyası ile gündelik hayatın sıra Efendi'nin daha sonra yapacağı adab-ı muaşeret
dan ilişkileri arasına koyduğu uzaklıktan kay sınıflandırması için gerekli bir uyarıdır. Bu sınıf
naklanır. Bir yandan misyonun ağırlığıyla gide landırmada ilk basamak, Avrupa toplumlarını
rek yoğunlaşan misanthropic kişilik, diğer yan halk tabakalarını temsil ettikleri adab-ı muaşeret
dan da cosmopolite kültürün insanı yalnızlıktan anlayışlarına göre yenilikçiler ve gelenekçiler ol
kurtaran özgürlük dünyası; Osmanlı aydını bu mak üzere iki kategoriye ayırmaktır: "imdi bi
karşıt kutuplar arasında Avrupa adab-ı muaşe zim buralarda efkar-ı atikd ve efkar-ı cedide
retine nüfuz etmeye çalışmıştır. Entelektüel dü erbabı diye halk esasen iki kısma münkasım
zeyi, Fransız aydınlarının devanı ettikleri ve kö- olduğu gıbi bu taksim Avrupaca dahi mevcud-
dur. Hem de iki kısım ha�ınyekdiğen"ndenJar kültürel alanla sınırlı kalmış, teknolojik modern
kı bizim buradakıJarka dahi kıyas olunamaz. leşmeye doğru bir sıçrama eğilimi göstermemiş
Bizce efkdr-ı cedide ile müşterek ve efkdr-ı tir. Gündelik hayatı kolaylaştıran pratik buluşta
cedide erbdbı dahi birçok noktalarda efkdr-ı n her iki kesim de benimsemiş ve Avrupa mitini
atika erbdbı birçok noktalarda efkdr-ı atikaya teknolojik üstünlük açısından değerlendirmede
münhemikdir. A vrupa'da ise bu iki sın!fhalk birleşmişlerdir. Ne var ki Osmanlı yenilikçileri
çoktan ben"yekdiğen"nden tebd 'üd eylemekde Avrupa mitinin evrenselliğini yalnızca teknolo
bulundukları cıhedle aralan pek ziyade açıl jik üstünlüğe bağlamıyorlar, asıl ağırlığı kültüre,
mışdır. " Toplumsal aynştırmayı efkdr-ı atika ile bunun gündelik hayatta aldığı pratik biçime, ya
efkdr-ı cedide arasında yapan Midhat Efendi, ni adab-ı muaşerete veriyorlardı. Böyle bir tavır
1 9 . yüzyıl klasik Osmanlı sınıflandırma modeli hem gelenekçi kesimle arayı açıyor, hem de bu
ne uymuştur. Bu modele göre bütün bir toplum, çevreyi evrensellik karşısında yerel bir kültürün
gündelik hayatın içinde iki ayn kategori olarak temsilcileri konumuna itiyordu. Midhat Efendi,
yer alır: Gelenekçiler ve yenilikçiler. Osmanlı Osmanlı kültür geleneğinin, uygarlık ölçeğinde
gündelik hayatında bu kategorilerin birbirleriyle lokal bir konuma itilmesine karşı, Avrupa mitini
olan temel çatışmaları Ahmed Midhat' a göre cosmopolite evrensellikten conservateur evren-
içinde şekillenmesi, önce bu kurumun değerler alarak zikretmiştir. Çünkü fıdab-ı muaşeret ko
süzgecinden geçmesiyle mümkündür. Ahmed nusunda eskiye ait her türlü değer ve davranış
Midhat, muhafazakar aile yapısının Doğu ve biçimi bir 1 9 . yüzyıl Osmanlı snobu için geri
Batı'da aynı temel özelliklere sahip bulunduğu kalmışlık göstergesi sayılmaktaydı. ikinci
nu söyleyerek, şu ortak noktalan sıralar: a) aile önemli nokta evlilik ilişkisine karşı gösterilen
şeceresine saygı ve bağlılık; b) ihtiyarlara göste tepkidir. Ahmed Midhat için radıcal'lerin ahlak
rilen şevkat; c) bireyler arasındaki dayanışma dışı konumlan, bu tepkiyle açığa çıkar.
nın süreklilik esasına dayanması ve bunu sağla Üçüncü toplum kesimi ise conservatuer'ler
yacak aile içi eğitime önem verilmesi; d) hizmet ile radıcal'lerin arasında yer alan lıbera/'lerdir.
çilere iyi davranmak, eğitimlerini ihmal etmeyip Midhat Efendi bu kesimin, Osmanlı toplumun
zamanı geldiğinde evlendirmek suretiyle onlara da serbesti taraftarı olarak bilinen kesimden
yardım etmek; e) özellikle giyim-kuşam konu daha farklı olduğunu belirtmektedir. Her ne ka
sunda modayı izlememek. Kuşkusuz bu ortak dar liberal'ler birara grup oluşturmuşlarsa da
noktalar hem biçim, hem de içerik yönünden kendi içlerinde tam bir bütünlük yoktur. Adab
birbirini bütünleyecek niteliktedirler. Midhat ı muaşeret anlayışları kimi zaman consrvate
Efendi'nin cosmopolite Avrupa mitine karşı sa ur'lere, kimi zaman da radica/'lere yakındır.
vunduğu conservatuer mitin temeli, bu kurum Avrupa mitini üç ayrı zihniyet kümesi için
sal bütünleşmede odaklanır. Osmanlı aile yapısı de ele alan Ahmed Midhat Efendi, Osmanlı in
nın evrenleştirilmesi anlamına gelen bu karşı sanına daha çok orta tabakanın gündelik ha
mit yaratma çabası, modernleşmenin bireyci ka yatta uyguladığı adab-ı muaşeret standartlarını
rakterine bir tepki sayılabilir. tanıtmaya çalışmıştır. Bunu yaparken de işe bir
Ahmed Midhat Efendi'nin toplumsal sınıf Avrupa yolculuğu ile başlar ve gözlemlerinden
landırmasına göre efkdr-ı atlka'nın karşısında gere! sonuçlara vanr.
efkdr-ı cedide, yani radica/'ler yer alır. Bu züm 1 9 . yüzyılda Avrupa'ya gidecek bir Os
reyi ana hatlarıyla şöyle tasvir etmiştir: "Con manlı, ulaşım aracı olarak tren ya da vapurdan
servateur'lere mukdbil olanlara Radical derler. birisini seçmek zorundaydı. Midhat Efendi treni
pencerelereyakın olup dışansı temaşa edilebi tellerde her milletten her dinden her mezhep
lir. Ahmed Midhat tipik bir gözlemcidir ve te
" ten her meslek-i s{yaset erbabından adamlar
maşa'nın öğreticiliğine inanır. Trende uyulma bulunup bin'si ile münazara eder iken şayed
sı gerekli adab-ı muaşeret kurallarını da şöyle diğennin mese/eğine hakaretyolunda bir şry
sıralar: Yolcu kendisi için gerekli eşyayı yanına /er söylenir ise insamn başuıa o kadar işler
alarak vagonlardaki mevcut tel raflara, diğerle açılabilir ki bazen sevk-i düelloya kadar da
rini de ücret karşılığı yük vagonuna koymalı yanır. Bu küçük uyarılardan sonra birkaç ge
"
dır. Aksi halde hem dar olan vagonlarda rahat nel kuralı sıralamakla yetinir: Odayı kilitli tut
yolculuk etme olanağını ortadan kaldırır, hem makta yarar vardır. Çünkü otel hırsızları Avru
de başkalarının haklarını çiğner. Sarmısak, so pa'da oldukça yaygındırlar. Dışan çıkacağı za
ğan gibi ağız kokutan şeyler yenmez, içki içil man anahtar resepsiyona bırakılır. Otel salonu
mez. Yolculuk boyunca ufak tefek şeyler yeni na g i r i l d i ğ i n d e o rada b u l u n a nl a ra s e l a m
lebilirse de asıl yemek yeri trenin restoranıdır. vermek nezaket icabıdır v s . . .
Sigara içilebilecek vagonlar ayrıdır. Bu kurala 1 9 . yüzyılda gündelik hayatın bilgisi olan
AHMED MİDHAT EFENDİ VE GÜNDELİK HAYATIN PRATİK BİLGİSİ : ADAB-1 MUAŞERET 151
odası bir evin en mahrem yeridir. Yataktan salar mücehhezdirler. Bazı yerlerde siiret-i
başka tuvalet masası, küçük bir koltuk ve la mahsiisada kumarhaneler dahi mü'essesdir ki
vabo bulunur. Kızların yatak odaları sade dö ehemmiyetleri bir banka derecesine varır. "
şenmiştir. Din, ahlak ve edebiyat konularında Ahmed Midhat'a göre kumar kötü bir alışkan
eğitici kitapların bulunduğu küçük bir kütüp lık olup Avrupalılar'ın söyledikleri gibi bir za
hane buraya yerleştirilir vs . . . man geçirme aracı değildir. Kumar para için oy
Gündelik hayat, 1 9 . yüzyılda Osmanlı in nanır ve paranın bu yoldan kazanılma biçimi
sanına yeni bir kimlik kazandırmaya başlamış ahlak dışıdır. Bir de küçük uyarıda bulunur:
tır. Bu dönemde kullanılan kartvizitler, yeni "Bu oyunlarla büyük mebaliğ birkaç saat zar
kimliğin yansıdığı pratik bir buluştu. Ahmed .fında elden çıkanlabilir. Hele rulet de111"/en.fı
Midhat Efendi, kartvizit kullanmayı Avrupa nldak oyun gibi şeyler en ziyade dehşetlidir
adab-ı muaşeretinin gereği saymakla beraber, /er. " Kumar gibi düello da Avrupa adab-ı mu
bizdeki yanlış kullanılışını gündelik hayatın aşeretinden sayılır. Midhat Efendi, modern ka
pratik bilgisini yeterince kavrayamamak sayar: nunların insan haklarını koruduğu bir dünyada
"Kart dö visit isti'mali ef.yevm Osmanlılan bu yola başvurmayı saçmalık olarak kabul
mız için dahi levazım-ı medeniyye sırasma eder. Ona göre düello bir adet-i vahşiyane 'dir
girmiştir. Bunların imal ettirdikleri zaman ve her ne kadar bizde uygulanan bir yöntem
(/elan ifendı) veyahud (/elan bey), (/elan pa değilse de Avrupa'ya giden bazı Osmanlılar'ın
şa) diye ünvanlann dahi isimlenjle beraber bu yolu denediklerini belirtir.
yazdırmaktadır/ar. Bu bdbdaki mütald'alan Ahmed Midhat Efendi'nin Avrupa adab-ı
ne olduğunu bilemez isek de A vrupa'da erkek muaşeretini yorumlama çabası, Osmanlı insanı
len"n kendi kart dö vizitleri üzerine (mösyö) mn gündelik hayatına 1 9 . yüzyılda giren pratik
kelimesiniyazdırmaları ayıb sayılır. Yalmz bilgilenme sürecini en kısa yoldan işlevselleşti
birJamilyada kadmlann erkeklerin kartları rebilmek amacına yöneliktir. Pratik bilginin ar
başka başka olduktan ma'ada bir de ıkisi için dındaki etik yapıya önem verir ve gerçeklik ile
müşterek bir kartyapılarak işte bu kartlann ideal arasınraki dengeyi kurmaya çalışır. Avru
üzenne (mösyö ve madamJelan) diye kad111 111 pa mitinin cosmopolite ölçekte yarattığı değer
da erkeğın de ünvanlanyazılır. " karmaşasına ve dolayısıyla Osmanlı insanının
Osmanlı üst tabakasında giderek yaygınla pekçok konuda gündelik hayatın modern doku
şan kumar oynama alışkanlığı Avrupa adab-ı suna gösterdiği uyumsuzluğa çözüm olarak,
muaşeretinin bir gereği sayılmıştır. Midhat conservateur değerler üzerine kurulu bir karşı
Efendi bu alışkınlığın Batı dünyasındaki yay mit yaratma yolunu seçmiştir. Ahmed Mid
gınlığını şöyle anlatır: "Bir kerre hdl ü vakti iyi hat'ın yarattığı bu karşı mit, zamanla Türk mu
olan hemen herkesin hanesi kumarhane hük hafazakar düşüncesinin modernleşme karşısın
mündedir. Her balo ve her müsamerede kuma daki programını şekillendirir.
ra mahsus odalar tayin olunur. Club denilen
cem 'iyetgahlarda e'azım-ı mekasidden binsi Tanlı ve Toplum,
kumar olduğundan en enva'ma mahsus ma- VII/44 (Ağustos 1 98 7) , s. 3 1 -38
Son perdesi 1 9 l 8 ' de kapandığı sanılan yüzyılı bir teknolojik gelişme dönemi olarak
Harb-i umumi trajedisi, kurmay subaylar ve planlamış ve gündelik hayatın kamusal ahlakı
silah üreticileri için zevkli bir oyundu; fakat na, sanayi sektörünün çelik zırhını giydirmişti.
yaşlı Avrupa aristokrasisinin kalbi, bu kanlı Artık tekerlek ile pervane yeni ahlakın disiplin
oyunu daha fazla seyretmeye dayanamadı. Ça ve çalışkanlık sembolleriydiler. 1 9 . yüzyılın so
ğın başında, teknik bilgi ve stratejik karar alma kak barikatlarına, bireysel ahlak anarşizmine
yetenekleriyle dünyayı onurlandırdıklarına ve ütopik düşüncenin entelektüel soyutluluğu
inanan idealist kurmcfy ve mühendislere göre na karşı beliren toplumsal öfke, bu sembollerin
Habsburg ve Romanof'ların 20. yüzyıla ayak kitle ruhuna verdikleri güven duygusuyla daha
uydurmalarını beklemek, Mesih'in yeryüzüne da güçlendi. Orta sınıftan bir Batılı için geçmi
döneceği belirsiz bir geleceği hayal etmek ka şin aristokratik kuralcılığına ya da kuralsızlık
dar zamanın değerini hiçe saymaktı. Toplumsal yönünde gelişen modern ahlakçılığına karşı
vicdan ise, hanedanların çöküşünü ne bütü duyulan tepki, haklı nedenlere dayanmaktaydı.
nüyle unutma yolunu seçti, ne de aşırı bir nos Geçmişte köylülük ve aristokrasi arasında şe
talji nöbetine tutuldu; yalnızca savaşın 2 0 . killenen esnefkarakteri onu, iktisadi çalkantı
yüzyıl içinden ayıkladığı geçmiş zaman kalıntı lardan en çok zarar gören kişi durumuna getir
larını kayıtsız bir gözle izledi. Nitekim savaş miş, Marksçılar tarafından status quo · ııuıı
sonrasında piyasayı kaplayan adab-ı muaşeret temsilcisi sayılmış ve savunduğu muhafazakar
yayınlarını karıştıranlar, saray protokolüne ait aile ahlakı, Victoria döneminin baskıcı niteliği
bölümlerin kitaplardan çıkarıldıklarını gördük ne baş kaldıran salon aydınları tarafından alay
lerinde pek fazla şaşırmadılar; zaten aradıkları, konusu yapılmıştı. Ne var ki 20. yüzyıl milita
incelik ve zerafetin katı kuralcılığı değildi. rizmi, bütün kötülüklerin kaynağı olarak göste
Avrupa dünyası daha ilk adımında, 20. rilen bu solidarist ahlak dokusunda yurtsever-
lik ve kanaat duygularının bozulmamış özünü luriyet adab-ı muaşereti de doğal yetkinin kur-
keşfederek rencide edilmiş toplumsal gururu may subaylar tarafından laik toplum modeline
okşamasını bildi. Avrupa orta sınıf ahlakının, göre pratikleştirilmiş biçiminden başka bir şey
militarizmin kanatlarıyla faşizme doğru yükse- değildi.
lişi, Türk ve Japon modernleşmesinin esinlendi- Savaş sonrasında Avrupa'ya yeni bir çeh-
ği anti-demokratik moral dünya hakkında ge- re kazandırmak için kolları sıvayan iki grup in-
rekli ipuçlarını verir. Her iki toplum da teknolo- san vardı: Asker politikacılar ve mühendisler.
ji çağına Avrupa'nın saçtığı savaş kıvılcımla- Uygar dünyanın imarı, disiplin ve teknolojik
rından etkilenerek girmişti. Japon-Rus ve Türk- bilginin kesiştiği noktada artık birer orta sınıf
Yunan savaşlan, galip devletlerin uygar dünya mesleği sayılan bu iki pratiğin örtüşmesiyle
karşısındaki konumlarını belirleyen toplumsal gerçekleşebilecekti. Nitekim teknik öğretim ya-
güçlere, gündelik hayatın ahlak dokusunda da pan okulların sayısı yüzyılın başında hızlı bir
gerekli revizyonu yapma yetkisini tanıdı. Cun- tırmanışa geçmiş ve orta sınıftan gelme mezun-
etkenlerin başında, üst tabakanın kendi ola yaratabilen Osmanlı adem-i merkeziyetçiliği,
nakları .çerçevesinde Saray'dan bağımsız bir Cumhuriyetçiler' in gözünde tutarlı bir çağdaşlık
yol izleyebilmesi geliyordu. Devletin, bürokra imgesi canlandırabilme gücünden yoksun kal
tik elit dışında modern adab-ı muaşereti yay mıştır.
gınlaştırmaya çalıştığı başka bir toplumsal grup Avrupa karşısında Türk toplumunu uygar
yoktu. Gündelik hayata katılan diğer kesimler bir kalıba dökme programı, Cumhuriyet'in res
ise, aydınların üst tabaka snoblarına ve hane mi devlet politikasına katı bir merkeziyetçilik
dan teşrjfatz 'na yönettikleri eliştirileri dikkate kazandırır. Osmanlı dönemindeki gibi birbirin
alan ortalama bir yol izlemekteydiler. Peraken den farklı ütopyalar yaratmak yerine, farklı
deci tüccarlar ve kısmen Babıali basın çevresi, toplum kesimlerinin tek bir ütopya çevresinde
modern adab-ı muaşeretin orta tabaka normla toparlanmaya çalışılması, bu modernleştirme
rını b e n i m se m işlerdi. Dolayısıyla Osmanlı programının resmi karakterini yeterince somut
adab-ı muaşeretinin sivil karekterini oluşturan laştırır. Bu programın uygulayıcıları ise, daha
başlıca etken, merkeziyetçi bir motivasyondan önce belirttiğimiz askeri kadroydu ve ı. Dünya
yoksun oluşu ve buna paralel gelişen, her top Savaşı sonrasında Avrupa'nın gündelik hayatı
lum kesiminin kendi normlarını çağdaş imgeye nı şekillendiren subay-mühendis koalisyonuna
uygulayabilme esnekliğini saklı tutmasıydı. So oranla çizdikleri strateji daha az esnekti. Mo
nuçta ortaya çıkan birbirinden farklı, bütünsel dern adab-ı muaşeretin lidere göre düzenlen
likten yoksun ve her parçası karşıt ütopyalar mesi, şekilciliğin abartılmasına yol açsa da, uy-
gar insan tipinin maddi ve manevi çehresinin kalıbı, elden geldiğince pratikleştirmeye çalış
topluma tanıtılması konusunda zorunlu bir mak anlamına geliyordu. Bürokrasi, Cumhuri
aşamaydı. Lider, hem karar veren, hem de uy yet idealizminin laik ruhunu benimsedi ve ken
gulayan enerjik bir semboldü. Bu sembolün aç disine biçilen kalıba kısa sürede girdi. Dış görü
tığı yola ilk girenler Cumhuriyet'in öğretmen nüş bakımından devlet dairelerini dolduran yö
kuşağıdır. İleriyi görebilen ve çıkarlarını zama netici insan kalabalığı, sakalını kesmiş, çarşaf
na uydurmak zorunda kalan esnaf tabaka da ve fesini çıkarmış, takım elbiseli, kravatlı mo
bir ölçüde bu yolu yürümüştür. dern bir topluluğa dönüşmüştü. Bu yönetici
Cumhuriyet adab-ı muaşeretinin resmi topluluğun modern adab-ı muaşeretten anladı
özelliği yanında, belirgin bir dışa dönüklüğü ğı, dış görünüş kadar iç dünyanın da laik bir
sağlayan ruh ve bedenin bütünsel kompozis zemin üzerinde tavır, hareket ve jestlerde ken
yonuna verdiği aşırı önem dikkati çeker. Mo dini gösterebilmesiydi. Kendinden emin bir in
dern Türk insanını yaratmak amacıyla dış gö sanın hareket rahatlığı ya da esnek jest kabili
rüntüsünü Batı standardına göre düzenleme yeti henüz tam anlamıyla yerleşmemişti. Kıya
çabası, idealist bir ruh için bulunmuş en uygun fet disiplini kadar, kişisel dünyanın oluşumun-
Sakal traşı, Cumhur(yet insanına A vrupalı birgörüntü vermenin bel nevi bir anlaşma sayılırdı ve aynca her yıl ha
ki de en pratik çözümüydü. Cumhur(yet'in keskin usturası Osman tırlanmasına gerek yoktu.
lı'nın saka/mı kesebi/miş,Jakat matrüş çehrelen·n ardmdaki zıhn(ye
ti kazıyamamıştı. Eğlence hayatına ilişkin Cumhuriyet adab
ı muaşereti oldukça pratik bir düzeye indirgen
da da liderin karizması tayin edici rol oynuyor miştir. Osmanlı sarayının teşrifat düzeni içinde
du. Modern aile hayatı, kişisel dünyaya vuru yetişen son dönem vükela kalıntısı, yeni döne
lan resmiyet damgası nedeniyle, ortalama bir min eğlence anlayışını sönük ve renksiz bulur.
bürokratın çalışma hayatından bağımsız bir ya Adab-ı muaşeretin en asgari düzeye indirgen
şam alanı değildi. Bürokrat aileler birbirlerini miş kuralcılığını zerafet ve nezaketten yoksun
yakından tanırlar, tanımayanlar ise doğal kom luk olarak kabul eden bu çevre için Cumhuriyet
şu sayılırlardı. Hafta sonlarında yakın köyler Baloları, kasaba panayırından farksızdı. insan
gezilir; kan-koca boş zaman kavramını ortadan lar nerede nasıl davranacaklarını bilmiyorlar,
kaldıran bir misyon ahlakını aile biriminde or dilin saygı sözcüklerini rastgele kullanıyorlar,
taklaşa yaşarlardı. Bürokrat ailelerin düzenle vals ve tango 'dan sonra zeybek oynuyorlardı.
dikleri kabul günleri Cumhuriyet döneminde Bir bakıma bu tür bir kültürel karmaşa başlan
yaygı nlaşmıştır. gıçta doğaldı. Çünkü savaş sonrası cepheden
Modern adab-ı muaşeret, Abdullah Cevdet mid döneminde Taksim Bahçesi'nde yapılmak
için küçük yaşta aile terbilesiyle kazanılabile taydı. Abdullah Cevdet'in bu balolar hakkında
c e k b i r kurallar b ü t ü n ü d ü r . G u s t a v e Le "ÇokJaıdelıdir. Çocuklar için hem eğlence hem
Bon'dan çevirdiği Amel/ Ruhiyyat ( 1 9 1 4 ) ile de bir muaşeret, bir cemiyet hayatı mektebi
Dün ve Vann ( 1 92 4 ) başlıklı kitaplarda, aile olur" demekte ve ideal bir adab-ı muaşeret
terbiyesinin çocuk üzerindeki kişilik oluşturucu programı vermektedir: "Bu balolarda erkek ço
etkileri ele alınmıştır. Daha sonra çocukların ai cuklar kız çocuklara tıpkı büyüklen.,ı balola
le içinde ve gündelik hayatta ana babanın nnda kadınlara yapılan ihtiramkar ve nazik
muameleyi aynen yaparlar. Dans etmeye da kadının gündelik hayattaki rolünü, "Bir kad111111
vet ederler, sıra beklerler, beraber dans ettiği başlıca meşg(ıliyeti evine nezaretten, lıizmetçi
küçük hamm kızı dansın hitamında bijfeye leniıi idareden ibarettir" şeklinde formülleştir
götürürler, ikram ederler, sonra ebeveyninin mesi, kuşkusuz Cumhuriyet yönetiminin ideal
yamna kadar teşyi eder, orada bir iki dakika Türk kadını anlayışına ters düşer. Yazara göre
kalır, teşekkür eder, ayrılırlar. " Savfeti Zi kadın, "çocukların maddi ve manevi terb(yesıiıi
ya'nın Adab-ı Muaşeret Hasbıhal/en° kitabında yapmalıdır. " Bu terbiye için de ona gerekli tek
da çocuk balolarına ilişkin ayrıntılı bilgi vardır. bilgi pratik pedagojidir. Ne var ki kadının günde
Fakat Abdullah Cevdet bu konuyu kendi fante lik hayatta karşılaştığı sorunları çözmede her
zileriyle süslemekten geri kalmaz; özellikle zaman bu bilgi bir anahtar işlevi görmeyebilir. O
kostümlü (maskeli) baloların çocuklar için bir zaman da eline, ölçüyü kaçırmamak şartıyla
çeşit tarih dersi bile sayılabileceğini söyler. başka anahtarlar verilebilir. Guyau 'nun kadın
Aile , çocuğun olduğu kadar kadının da ile erkek arasında yaptığı zihinsel kapasite ayrı
adab-ı muaşeret konusunda eğitim gördüğü bir mına dayanarak, "malik olduğu kuvvet hudu
cemiyet lıücresi dir . Ancak Abdullah Cevdet,
' dunu geçmemek şartıyla " onu kültürlendirnıek
hayata vurulan resmiyet damgasını taşır. Av Onun adab-ı muaşeret anlayışına göre Cumhu
rupa'nın gözleri, sokaktaki bu yeni Batılı insan riyet insanı sokağa çıkarken tam bir aristokrat
adayının üzerindedir ve her yanlış hareketin tır; "Bir arabada bir hizmetçi hiçbir zaman
den bir mizah konusu çıkartıp milli gururu ren efendisinin yanına oturmaz, karşısına oturur.
cide etme fırsatını kollamaktadır. Bu duygu Bu halde arkası arabacıya yahud şçfore gele
Cumhuriyet'in ilk yıllarında özellikle yabancı cek vaz(yette oturur. Bir omnıbüste, bir tram
misyonun davet edildiği törenlerde öylesine vayda eğer serbest bir yer varsa hizmetçi
baskındır ki, ortalama bir bürokratın sıradan efendisinin karşısına oturur. Yalnızyanında
jestlerini bile abartılmış bir mizansene dönüştü boş biryer varsa o zaman hizmetçı; efendisin
rür. Kuşkusuz gündelik hayatın insanlar arası den uzakta biryer boşalmcaya kadar tramva
ilişkiler düzeni yalnızca devlet törenlerinde yın veya omnibüsün sahanlığında ayakta
temsil edilen modern adab-ı muaşeretin daha durmalıdır. " Belediye araçlarına kadar giren bu
basitleştirilmiş biçiminden ibaret değildir. Fakat efendi-hizmetçi protokolü, söz konusu abart
Abdullah Cevdet salon elitizminin katı kuralcılı manın Abdullah Cevdet'in dünyasındaki karşı
ğını sokağa taşımakta bir sakınca görm ez. lığıdır. Ne var ki Cumhuriyet yönetimi hiçbir
1 867 Londra'sında Fitzroy meydanı 1 5 nu tasarımını, somut bir görüntüye dönüştürmüş
maralı evin penceresinden Namık Kemal'in izle tür. 5 Kasım 1 8 72 tarihli ibrette Avrupa izle
diği tipik bir İngiliz sabahı: Gözüne ilk çarpan, nimlerinden çıkarttığı sonuçları sergilerken, bu
toplumsal alışkanlıklann ritüeüne uygun bir ha görüntüyü odak noktası seçer: "Riiy -ı arzda
reketlilik; seyyar satıcılann çay ve kahveye karı mevciid olan asar-ı terakki'miı.fotoğrefı!e res
lacak sütü erken saatte kapı önlerine bırakmala mi almmış olsa, medeniyet-i hazırayı ancak
n, günlük gazetelerin kahvaltıdan önce abonele Londra kadar gösterebilir. " Yazarın Osmanlı
re ulaştırılması ve mektupların düzenli şekilde kamuoyuna modern bir uygarlık örneği olarak
dağıtımı. Kamuoyunca benimsenmiş yaşam il yansıttığı bu görüntü, iki temel öğeyi kapsar:
kesi ile onu destekle� n pratik mantığın kay Büyük ölçekli mekanlarda kurulmuş figürleri ve
naştığı bu ayrıntılarda, genç şairin bir uygarlık zaman temposundaki alışılmamış hareketlilik.
görüntüsü yakaladığı açık. ilke ve mantık, uy Görüntünün merkezinde Westminster yer
garlığın zembeleğini kuruyor ve boşalan yay, alır. Yapımı 1 857'de tamamlanan, gotik ve Eli
geleneklerin alışılmış rahatlığı ile modern dün zabet dönemi üslubundaki parlamento binası,
yanın huzursuzluğu arasındaki zaman sarkacını çarpıcı bir uygarlık sembolüdür: "Londra'da bu
hızlandırdıkça görüntüye giren sokaklar kalaba lunan bir adam, ahkam-ı adaletin cerryamm
lıklaşıyor, her köşebaşından bir atlı tramvay çı görmek isterse, önüne her şeyden evvel mer
kıyor ve kar tutkusunu doyurmaya çalışan in kez-i teşri olan ve dünyada gördüğümüz ka
san enerjisi gündelik hayatı sarıyor. va'id-i siyasetden bir çoğunun mehd-i zuhuru
Namık Kemal'in 1 867- 1 8 70 yılları arasın bulunan, o koca parlamento çıkar kiyalmz bi
da yaşadığı Londra, kendi deyimiyle bir enmii nasma bakılsa, efkar-ı umumiyyenin dehşet ve
zec-i alem'dir. Farklı yaşam biçimlerini şehir mukavemeti nazar-ı idarrye karşı bir cismani
dokusunda bütünleştiren ticari etkinlik, uygar yet kesb etmiş ve giiya kı; o cism-i hd'il değme
lık sembollerini ön plana çıkartan büyük ölçekli bir sadme ile zevalden masıin olduğunu gös
yapılanma ve bu karmaşık kütleyi harekete ge termek için tahaccür eylemiş kıyas olunur. "
çiren teknik beceri, zihnindeki modern dünya Parlamento binasının temel figür olarak görün-
tüye girmesi ilk bakışta. Paris operası ya da Vi gücüyle cisman{yet kazanan canlı bir uygarlık
yana garı gibi büyük ölçekli yapıların fiziksel sembolüdür. öte yandan Osmanlı imparatorlu
boyutlarıyla Osmanlı yenilikçilerinde uyandır ğu'nun başkenti, özgürlük duygusunun madde
dıkları hayranlık duygusuna bağlanabilir. Yir leştirdiği böylesi sembollerden yoksundur. Na
misekiz Çelebi Mehmed'den beri bu duygu etki mık Kemal'in o güne kadar !stanbul'da görebil
gücünü derinleştirmiş ve tıpkı dini bir tasvirin diği tek büyük yapı, efkar-ı umüm{Y.Ye'nin de
karşısında yaşanan mistik heyecana katılmıştır. ğil, iktidarın sembolü olan Selimiye kışlasıdır.
Romantik edebiyatın etkisindeki Namık Ke Disraeli tarafından 1 868'de açılan Dışişleri
mal'de de bu heyecanın izlerine rastlayabiliriz; Bakanlığı binası da, parlamento kadar şairi et
ancak bir farkla, 1 848 Avrupasında monarşiye kilemiştir. imparatorluk merkezi ile sömürgeler
karşı özgürlük düşüncesinin yarattığı kahra arasındaki diplomasi trafiği burada yoğunlaş
manlık mitiyle beslenmiş olarak. işte İngiliz par makta, şark meselesi üzerinde yapılan Disraeli
lamentosunun fiziksel boyutları bu noktada, us Gladston tartışması dışişleri koridorlarından
ta bir mimarın yarattığı görkemli taş yığınına parlamentoya yansımaktadır. Kuşkusuz me
değil, iktidara karşı gelişen özgür düşüncenin kanların boyutları, işlevleriyle orantılıdır. Os
maddeleşmiş biçimine dönüşür. Cism-i h<i 'il de manlı Hariciye Nazırı'nın konağı, "on paralık
diği bina artık, efkar-ı umum{yye 'nin mücadele bir istida" ile girilen mesleğin ekmek kapısı du-
dan Beyoğlu Karakolu'na kadar Bayezid Mey saptaması, Osmanlı toplumundaki hareketliliğin,
dam ile Şehzade Caddesi arabalar ve Kalpak modem uygarlıklardaki gibi dairesel olmayıp dö
çılarbaşı arabasız/arla malamaldir. ifadem nemsel bir nitelik gösterdiğini vurgulaması açı
bütün bütün tahsfsa hami olunmasın, mura sından ilginçtir. Sa)' bir süre, zaman temposunu
dım eksenyyeti beyaı�ır. Yoksa Çarşı 'da bdzı hızlandırır ve gündelik hayat geleneksel stan
arabalar bulunuyor. Meydanla caddede dahi dardını koruduğu sürece hareketlilik devam
birçok p(yade kadın görülüyor. " eder; fakat bir hırka bir lokma ile sınırlandırılan
istanbul'un gündelik hayatındaki hareket standart zorlanmaz, dolayısıyla zaman temposu
lilik 1 9 . yüzyılda artmakla beraber, dönemsel giderek yavaşlar ve gündelik hayatın dizginleri
karakterini korumaktadır. Ramazan ayına öz tevekkül duygusunun eline geçer.
gü canlılık, zaman temposunu bir ölçüde hız Teknoloji , zamanı hızlandıran bir diğer et
landırır; fakat bu hareketliliğin ardında ne kendir. "Şehir içıiıde kırk bini mütecaviz olan ev
Londra'daki gibi iktisadi dinamikler ne de tek arabalanndan başka, otuz beş binden z(yade
nolojik bir güç vardır. iftar topuyla canlanan kira arabası ve on beş binden z(yade om111büs
şehir, yalnızca dinin emrine uymaktadır. vardır. Bununla beraber şehirde olan demıiyol
Zamanı, giderek küçülen birimler içinde ya lan111n büyük merkezindeyevmi 011 dört saat.
şayan modern uygarlık, Namık Kemal'e göre her iki dakıkada altmış arabalı bir vapur hare
yaratıcı karakterini servet ile sa)' arasında kur ket eder" diye izlenimlerini aktaran Namık Ke
duğu üretici ilişkiye borçludur: "Sayı; servet vü mal, Londra metrosunun temellerinin atılmasına
cude getirmez, seıveti sa)' vücude getinT. " Bu taııık olmuş, atlı tramvaylarla yolculuk etmiş ve
bir saatte iki yüz bin nüsha basan matbaaları rüntüsü çok daha zengindir: Dickens'ın arka ma
görmüştür. Gündelik hayatın hızı başını döndü halleleri, rehinciler, bankerler, Dress House adıy
rür; mantığın denetiminden çıkarak Evliya Çelebi la yaygınlaşan randevu evleri, yalnızca üst taba
üslubuyla apokaliptik görüntüler çize: "Fabnka ka erkeklerine açık kulüpler, Derby, buhar ve ha
larına girilse dehşetten vücutda tüyler ürpenr. vagazı, arabacıların grevi, baskı altında tutulan
işleyenler makine değil gıJyd dağparçası kadar cinsellik, Brighton'da deniz banyosu yapmak ya
bir div-i ahdnin-bedendir kı; ağzından ateşler da Hyde Park'da bisiklete binme modası, zengin
püskürerek ve her uvzu hareket ettikçe başka leşen orta sınıfın Londra ve Margate'de uyduğu
bir sadd-i müthiş peyda ederek, kendini zincir-i farklı ahlak kurallan, insanlan sayfiyelere çeken
hükmüne esir eden meleku'l-aklın gece gıJndüz hafta sonu kavramının bütün toplumu sarması.
bı!d-tevdkkefiıJfô.z-ı.fenndnına çalış11: " Namık Kemal özgürlük ruhunu, tabii hakları ve
Mösyö Fanton'dan aldığı özel derslerde birer kamu düzenini temsil eden bu figürleri oluşturdu
teori yığnına dönüşen Meden(yet ve Terakki tar ğu uygarlık görüntüsüne katmıştır. Modern dün
tışmalarının özü, Namık Kemal için, Picca yanın temellerinde yatan insan özgürlüğü dü
dilly'deki ticaret hayatı, Waterloo istasyonunda şüncesini Yeni Osmanlı ideolojisine taşırken ken
banliyölerden endüstriye işgücü taşıyan teknolo di yaşadığı toplumun da Avrupa uygarlığına ka
jik dinamizm, Westminster'da ise Kraliçe, kilise rarlı bir adım atacağı inancındadır; çünkü "Mede
ve halk ittifakına sırtını dayamış parlamento de n(yetsizyaşamak, ecelsiz ölmek kabilıiıdendir. "
mekti. Fakat bunların ötesinde Londra'nın gö- T'arih ve lop/um, 60 (Aralık 1 988) , s. 20-2 1
Talmudf bir üslupla anlatır. Eski dünyaya ait biyatçılar; kaybedenler ise nazireciler, iskatçı-
kültürel merkez, uygarlık haritası üzerinde ko- !ar, lügatçiler, intihalciler ve latifeciler'den dev-
ordinatlan bilinmeyen bir Batı noktasına doğru şirme Yeniçeri artıklarıdır.
kaydıkça, kişiler ve o�ylar bu üslup süzgecin-
den geçerek yeni dini müjdeleyen mucizeleri
yaratırlar. Geçmiş zaman zembereğini parçala il
yan hiçbir reform girişimi yoktur ki, yakasını
kısas-ı enbiya edebiyatından kurtabilmiş ol Servet-i fünun edebiyatı varlığını, Tanzi
sun. Servet-i fünun tarihi de, etrafını saran mat'ın eğitim mucizesine borçludur. Bir 1 9 .
böyle bir kutsal hale' den ayrı düşünülemez. yüzyıl gazelhanı ile Elhdn-ı şita şairini birbi
Hareket, 1 896- ı 90 ı yıllan arasındaki ilk dö rinden ayıran özellik, toplumsal köken farkın
nemde, içtihad kapısını zorlayan bir mezhep dan çok, eğitim sistemine aittir. ilk olarak ma
görünümündedir. Yeni akfde'yi öğreten laik dalyonun ön yüzüne bakalım. 1 880'1eriıı ııazi
havarileri ve izleyicilerinin kalplerinde lıebraic recileri, Muallim Naci' niıı etrafında bir esnaf
titreşimler yaratan kutsal metinleri vardır. Etki zümresi oluşturduklarında dayandıkları kültü
alanlan genişledikçe, üzerlerindeki geleneksel rel zemin, Süleymaııiye Medresesi ile Kapalı
baskı silahlanır ve sıcak kalem savaşının kıvıl Çarşı arasındaki verimsiz topraktı. Gazcl'in to
cımlan, matbuat alemı" nin eski efendilerini ga humları burada geleneksel yönteme göre ekili
zete sütunlarında mevzilendirir. Kısacası bir yor; hasat mevsiminde ürü n , divanlarda topla-
III
<l\.İ .,;ı Jif ..-�,,... -=_ _, 1
••"V.,,.,-.r��J4.,,f".;J� � ....
.
.:ı..•,,..ı ,ı .f,�..ı:....; .; .;;.f_, r:ı...
. ��\ıi �..r;.ı ............ ..."..;
Madalyonun tersini çevirelim. Aynı dö
....�. , �:� .._.,..,._.· c- • 1.
. .fu1 ;1,ı .;;., ..ı;, 1-;1t" ('""': .A\:o
. ,,....__ , .,. ,;;-- •. · " · e- .1 1 nemde Galatasaray Sultanlsi'ni bitiren bir genç,
. ,.,.:..,)',. .;,.,.ı J.';,,, _.f.1::,L-
Harbiye, Mülkiye ve Tıbbiye koalisyonu tara
.:..)1... , J\,...Y" ..
. '":""!·J .;.:{'.,;,; ;U.. �'(" .),f1.:..1JH ..!,._,, ..,.�ı t:,-"'; �,�, � C.�'. c_I;..-..:
.... .. ..:.
..:.�r..:ı) �,L -:J: L!:.,! .:.._,;.ı.;ı. rJ.:-· •..,., r-'! <!l·=·L·::o:u. .:.,..... .:..WS-.r -=-·� ,;-.,•,ı
fından parsellenmiş modern hayata ilk adımını
. ,....ıpı,
atar. Kendisini bu hayatın doğal üyesi saymak
ta ve diğer üyelerle, modern bir kültür çevresine
ait olma duygusunu paylaşmak istemektedir.
Servet-ifanun, gerçeklik ile haya/ılı kanşımından meydana gelen bir
modernleşme prqjesi ıdi. Batı dünyasını kavrama arzusu bu prqjeyi Birkaç yıllık Tanzimat eğitimi onu, toplumsal
gerçekci bir temele oturtmakta; ama sıra bu temel üzen'ndeyerli bir kökeninden koparmış; dolayısıyla ideallerini
hayat tasarımı inşa etmeye gelince, ancak hayalden ibaret bir
basit mahalle hayatının dar ufku üzerine çıkart
toplum görüntüsü ortaya çıkmaktaydı.
mıştır. ideal, her zaman uzakta bir yerdedir.
nıyor ve kalın bir tömbeki sisi çöken çayhane Ona ulaşmak isteyen genç insan, doğduğu ye
lerde kültürel dolaşıma sokuluyordu. Böyle bir re, bir daha dönmemek üzere veda eder; geride
ortamda sanatın üretim tekniğini şekillendiren bıraktığı mahalle hayatına ilişkin canlı sahneler,
eğitim, usta-çırak ilişkisini zorunlu kılar. Çırak, okul sonrası önüne serilen pırıltılı hayatın ışık
ustalık payesini alacağı zamana kadar, kişisel ları altında soluklaşırlar. Silinen hayat panora
becerisini çömezler loncasında nazireler yaza ması ile birlikte, toplumsal anatomiye ait her
rak geliştirmeye çalışır. Gördüğü eğitim, yaşa türlü bilgi de unutkanlığın girdabına terkedilir.
nan zamana ait olma duygusunu değil, geçmi Bu açıdan Servet-i fünun yazarı, Osmanlı orta
şin mirasına sahip bir insanın gururunu kuv tabakasının eğitim yoluyla iğdiş edilmiş üyesine
vetlendirir. Kendi üzerine katlanarak ağırlaşan güzel bir örnektir. Tevfik Fikret basit bir katibin;
bu yücelik duygusu, kısa sürede cılız omuzları Cenab Şahabeddin ise Pilevne'de şehit düşen bir
çökertir ve ortaya geçmişi sayıklayan paslı bir askerin oğluydu. Mehmed Rauf orta halli bir ai-
Halid Ziya, modernleşme rüzgarıyla parçalanıp Hayarın erotizmı; saydam bir alı/dk peçesıiıin alr111da
dağılan lıayar kınnnlan111 ustaca bir araya gecirerek, hep kendini anlatacak modem biryazarı bekleyip
mulıreşem bir roman mimarisi kunnuşru. Ancak bu durmuşw. Bu yazar, urangaç bir bahriyeli olan
mimarinin dil malzemesi zamana karşı o kadar Melımed Raef'dan başkası değildi. Oya/111zca peçeyi
dayanıksızdı ki, ay111 rüzgar bu defa bürün yapıyı kaldırmakla kalmadı, arzuyla kıvranan hayatı da
yerle bir ermekte tereddüd dııymadı. geleneklenlı düı!)las111da başköşeye owrttu.
. ,ı;,ı.
VI
ISTANBUL 1 9 1 2 1 81
Sirkeci Gan, A vrupa 'da medenryet rüyasına dalanların, gözlen·n i ait oldukları lıayatm gerçeklen'ne açtıkları son nokta idı:
Yalıya Kemal bütün gençlik ideallerini bu rüya111n peşinde tükettiğim� doğup büyüdüğü Rumeli'yi kaybeden Osmanlı 'nın
trenlerle Sirkeci Gan ·na taşıdığı muhacirlerle karşılaştığında anlamıştı.
Garı, cepheden dönen yaşanmamış gençlik öz yatına ilişkin genel yapı değildi; buna bağlı
lemlerinin gömüldüğü bir mezarlık; Eyüb ve olan zevk ve beğeni düzeyi de bölünmüştü.
Üsküdar, müslüman ruhunun kanadığı iyileş 1 9 1 2 'de şiir yazmak, Tanzimat şairlerinin akıl
mez birer yaraydı. 1 908 Temmuz darbesinin larından bile geçirmedikleri, çok farklı beğeni
kısa süreli özgürlük ortamında bir tek yabancı odaklarına ayrı ayrı seslenmek demekti. Her
elçiliklerin denetlediği Babıali'nin sesi duyulu kes için yazılan ideal şiir unutulmuş, şairleri de
yor, ama bu ses, halkın anlamakta güçlük çek toplumsal belleğin arka planına itilmişti. Tanzi
tiği bir dilde konuşuyordu. Yahya Kemal'in ls mat'ın öncü şairi Şinasi, l 9 1 2 ' nin şartlarında,
tanbul'unu Babil yapan işte bu parçalanmışlık adı dolaylı yoldan Kuleli Vakası'na karışmış,
duygusuydu. Artık şair, "A vrupa hayatından küskün bir yenilikçiydi. Şiiri pek okunmaz, ye
dönerken, müslümanlaşmış, kendi vatandaş ri geldikçe modern sanat zevkimizin kable't
larım içinJazla mütehassis bir niha rücu et tani ı' i olarak anımsanırdı. Namık Kemal ise,
miştim " diye yazarken, iç dünyasında olgun kalemiyle yalnızca Mekteb-i Harbiye'li genç
laşnrdığı kültür mistisizminin, savaş ve yoksul mülazımları heyecanlandıran bir Tanizmat ha
luğun açtığı uçurumlardan birinde yok olabile tibiydi. Bütün bir okumuşlar toplumunu etkile
ceğini dehşetle görmeye başlamıştı. yeceğini sandığı şiiri, askeri erkdn 'ın vatan
istanbul'da parçalanan yalnızca insan ha- perverlik duygusu içinde bir sendrom olarak
nır, saif ü nahv kurall'arı arasında kevser şara rallarını genel hatlarıyla belirlemiştir. Bu şiir te
bının tadını ararlardı. Önemli sayılabilecek bir mel ilke olarak zümre edebiyatının anaforuna
eksiklikleri de konuşmaktan yazmaya pek va kapılmayacak, kendi kaidesi üzerinde yükselen
kit bulamayışlarıydı; bu yüzdendir ki araların ve toplumun tüm beğeni odaklarını ortak bir
dan şair olarak bir tek Muallim Naci çıkabil sesle titreşime geçirebilen bütüncül bir yapıyı
mişti. Babıali'nin hak arayan sesi Süleyman benimseyecektir. Böyle bir yapıyı kurmak için
Nazif, daha çok gazetecilerin şairiydi. Şiirleri, şairin uyguladığı yaratma yöntemi, bir Ortaçağ
haber kalıbına dökülmüş dizelerden başka bir ustasının klasik yöntemiyle önemli benzerlikler
şık bir kalabalığın hiddeti, Mehmed Akif'in ka olan terzilik, Yahya Kemal'in şiir yazma yönte
leminden konuşuyordu. Bütün bu şiir ve şair minin başka bir yaratıcılık düzlemindeki karşı
kalabalığının ortasında ise, Ahmed Haşim'in lığı sayılabilir. Terzi, insan bedenine uygun
erken doğmuş şiiri, kendi okuyucusunu arıyor giysiyi ortaya çıkarabilmek için kumaşın bütü
İSTANBUL 1 9 1 2 1 83
deki parçaları birbirine ekleyerek bütüne var
maya çalışmaz; çünkü eklemenin doğal bü
tün 'ü değil, sentetik bir toplamı oluşturacağını
bilir. Ustanın yöntemi eklemek değil, ayıkla
maktır.
Yahya Kemal, ı 9 1 2 'de, Türk şiirinin mo
dern dönemini hem teknik yaratıcılık hem de
kültürel atmosfer açısından geleneğin dışında
bir yol aramak çabası olarak kabul eder. Döne
min şairleri, siyasi hayatın terimlerinden, son
derece kişisel düşlere kadar her türlü öğeyi kul
lanmışlar, dolayısıyla dilde yaptıkları restoras
yonla klasik bütünü parçalamışlardır. Tanzimat
şiiri, klasik biçimden, ana gövdeye yabancı te
rim ve sözcük grupları ekleyerek kopmuş; dü
şünce boyutunu fazlasıyla zorlayarak didaktik
bir yöne kaymıştır. Şinasi, bu didaktik kaygı
nın sonucu olarak, şiirin düşünce boyutunu si
yasi terimlerle desteklemiş; Namık Kemal de
imparatorluğun dağılma sürecine tamk olan Yahya Kemal, sosyo-kül vatan duygusunu bu yeni çerçeve içinde ele al
türel kınlmalannyol açtığı o dipsiz tanlı uçunımunun kenannda, dü mıştır. Tanzimat şairinin yöntemi, ayıklama
nü bu.,,aüne bağlayacak köpn'/yü inşa etmek ist/yordu. Devamlılık.fikn·
ne dqyandırdığı dil ve tanh bilıiıci, onun şıiriyle kurduğu bu köpninün değil, eklemedir. Bu hitabet şiirinin gövdesine
bütün bir Osmanlı mirasını taş{Yabilecek kadargüçlü ayaklanydı. eklenen ise, Babıali bürokrasisine mauhalif ay
dın grubun, siyasi özlemleridir.
lışma yöntemi aynıdır. Yaratmak istediği biçimi Edebiyat-ı Cedide şairleri de Tanzimatçıla
önce tasarlar ve ağacı yontmak suretiyle kafa rın yolunu izlemişlerdir. Aralarındaki fark, dü
sındaki biçimi tüm boyutlarıyla düzenlenmiş şünsel boyutun yerine kişisel düşlerle örülmüş
olarak bütünün içinden çıkartır. Kuyumcu da melankolik bir yapının temellendirilmesidir.
aynı yolu izler. işe, elmas cevheri içinde, yarat Abdülhak Hamid ve Recaizade Ekrem'le başla
mak istediği biçimi görmekle başlar; cevheri yan bu süreç, Tevfik Fikret' de naif bir gerçekçi
traşlayarak fazlalıkları atar ve sonuçta ustanın liğe, Cenab Şahabeddin'de ise, estetik hazza
avuçlarında hayranlık uyandıran kusursuz bi dönüşür.
çim kalır. Yahya Kemal, yeni şiirin, genel dil ve zevk
Geleneksel yaratıcılık, bütün ve eksiksiz beğenisinden bir uzaklaşma olduğunu 1 9 ı 2 'de
olanı, güzel kabul etmiştir. Güzel olana varmak açıkça görmekteydi. Tanzimat sonrasını her
için de bütün 'ün dışında kalan parça'nın bilgi yönüyle bir çöküş dönemi olarak nitelendiren
sine sahip olmak gerekir. Geleneksel yöntemi şair, gördüklerini trajik vurgularla şöyle dile ge
benimsemiş bir usta, yaratma sürecinde, elin- tirir: "Tepeden tırnağa, içimizden dışımıza ka-
ISTANBUL 1 9 1 2 1 85
Sahabe dönemine kadar uzanan hacıralarıyla Eyüb, Yahya Kemal'in şiiniıi besleyen lstanbul kültüründe ayncalıklı bir öneme
sahipti Şair, ağaç ve mennerin bile bu mistik coğrqjyada adeta Müslümanlaşcığına ıiıanıyordu. Bu köklü ıiıanç onun şiıdni,
sqjlığı bozulmamış bir kültürün etrqjinda dönen kendi kdıiıatımızın sözcüsüyapmışcı.
İSTANBUL 1 9 1 2 1 87
"Kandilliyüzerken uykularda I Mehtabı sü
rükledik sularda " beyitiyle açılan sükut tema
sı, "Hulya tepeler, haydi ağaçları Durgun su
da dinlenen yamaçlar. . . " beyitiyle doğanın
dinginliğine katılır. Eyüb, Üsküdar gibi kültürel
temeli dini içerikli bir hüzün duygusunu yaşa
tan mekanlara, Kandilli de kendine özgü esteti
ze edilmiş hüzün duygusuyla yaklaşır: "Kan
dilli'de, eski bahçelerde, ı Akşam kapamnca
perde perde, I Bir hatıra zevki var kederde. "
Kandilli'de duyumsanan keder, geçmişi anım
sayan bir hafıza ve bundan haz duyan kişisel
leşmiş bir ruh durumudur. Yahya Kemal'in, şi
irinde işlediği semt ve mahalle mitosunun duy
gu evreni, işte bu ruh durumunun kendi içine
kapanarak, geçmişi bize yaşatma gücüyle örül
müştür.
Yahya Kemal'in şiirine Beyoğlu, hiçbir bi
çimde girmemiştir. Böyle bir tutumu yadırga
mamak gerek. Şaire göre bu ve benzeri levan
ten semtler, azınlık kültürünün cennetidir. Be
yoğlu, müslüman istanbul'un tanıdığı duygula
ra kapalıdır. Burada hayat sur-içi lstanbul'unda
Yahya Kemal'e göre Üsküdar, 107J 'den buyana Anado/u 'da
şekillenen Türk-Is/dm medeniYetinin kendi içinde tutarlı bir özetiydi.
olduğu gibi dışardan içeriye doğru tevekkülle
Gündelik hayattan mimariYe, insan malzemesinden toplumsal değil, içerden dışarıya doğru hızlı bir tempoda
görgüye kadar kendimize has aidiYet bilincinin sembolü olan bu
yaşanır. Sükut'un dengesini, dolayısıyla kültü
ınedeniYet coğrqfyası, ay111 zamanda şairin poecikas1111 kuşatan
venini! bir kültür alanrydı. rel bütünlüğü bundan daha güzel bozabilecek
bir yaşam üslubu düşünülemez. Hayatı manevi
edilmiş biçimleriyle Osmanlı toplumunun incel ölçekte yaşamak yerine maddi ölçekte yaşa
miş zevk dünyasını yansıtır. Osmanlı kültürü mak, Beyoğlu'nun tarih boyunca temel ilkesi
nün aristokrat mekanlan olan Boğaziçi semtle olmuştur. Yahya Kemal, hazzın karşılığını
ri, dinin yumuşak yönüne, doğanın pastoral maddi çıkar olarak tartan bu mekana, yabancı
renklerini eklemiş insanların, hayatı bir sanat bir ülke gözüyle bakar. " Sayfiyede Payitaht"
olarak yaşadıkları manevi birer dünyadırlar. başlıklı yazısında Beyoğlu bütün çıplaklığıyla
Hayatın nazik dokusu burada kendini bir yü ortadadır. "Beyoğlu lstanbul'un parasını al
celme ve manevileşme duygusuyla bütünler. dıktan sonra şanını, şerefim; cdzibesim; nesi
Yahya Kemal'e göre sükut, gerçekten de bu varsa hepsini aldı; büyüdü, yükse!dı; genişle
mekanda, altındır. " G ece" başlıklı şiirinde, dı; kabına sığamadı. Sağdan, soldan, kab111 -
dan taştt. Şişli'nin müntehasına kadar uzan Yahya Kemal' i etkileyen eski lstanbul
dı. Hiçbir taşında mdzfnin nJhu olmuyan bu semtleri, doğanın içine yerleşmiş, onu değiştir
binayığmı daha büyüyecektir de .. Çünkü mek yerine, olduğu gibi kabul etmiş mekanlar
imarı için müslümatf4sdhib-akaarları hınsti dır. Çağdaş yerleşim mekanları ise doğaya kar
yan zenginlerıjleyarış ed{yorlar. Gecelen· Be şı kurulmuş ve geometrik tekdüzelikle insan
yoğlu z{yalar içindeyanarken eski Jstanbul zi ruhunu baskı altına almışlardır. Şairin Beyoğ
firi karanlıkta matemini çek{yor. " Şairin bura lu' na bir bina yığını gözüyle bakması, bu baskı
da mazinin nJhu olarak adlandırdığı olgu, kül- altındaki ruhun dışavurmasıdır. Yahya Ke
türel mitostur. Bu mit, yalnızca Beyoğlu'na öz mal'in şiiri. her şeyden önce, insan ruhunu öz
gü olmayıp istanbul'un Kadıköy, Moda gibi da gürce soluk alabileceği manevi bir atmosfer ya
ha yeni yerleşim mekanlarında da kendini du ratmaya çalışır. Dolayısıyla ruhu daraltan,
yumsatır. Bir başka yazısında ise bu yeni me duygu kaynakları taşlaşmış mekanların onun
kanları, istanbul'un köklü semtleriyle karşılaş şiirine giremeyeceği açıktır.
tırmıştır: "Biz bugünün Türk/en" bildkıs Şişlı; istanbul'u semt ve mahalle gibi makro öl
Nişan taşı, Kadıköy, Moda gibi küçük bir şehrı· çekler içinde şiirine sokan Yalıya Kemal 'in,
andıranyerlereyerleştık,Jakat oyerler müslü köşk, konak ve yalı hayatı gibi mikro yaşantı
man rühundan drf, çorak ve kurudur. Bir üs ölçeklerinden kaçındığını görüyoruz. Şiirinin
küdar'a bakımz bir de Kadıköyü'ne. Üsküdar temel özelliklerinden birisi de budur. İstanbul
yanında Kadıköy, Tatavla'yı andırır. " mahallelerini dolaşan şair, bu mekanların kafes
ISTANBUL 1912 1 89
arkalarına girmez. içine girdiği tek mikro me irinde yaşayan, düşünen ve hepsinden önemli
kan, dini bir yapı olan camidir. si bir ruha sahip olan canlı varlıktır. Somutun
Köşk ve konak, bir mikro yaşantı ölçeği ruhunu araştırmak şairi, şiirsel söz'ü bir le
olarak bireysel dünyanın mekanlarıdır. Oysa jand'a bağlamaya kadar götürür. "Siste Söyle-
cemaat'ın yaşantı alanı, makro ölçekli mahal yiş" şiiri, somut bir mekan olarak Boğaziçi'ni,
ledir. Yahya Kemal, bireysel dünyanın şairi de "Som zümrüt ortasında, muzqffer, akıp giden
ğildi. Bireyi edilgen bir varlık olarak görmüş ve I Firılze nehri nerde? Bugün saklıdır, neden? "
onu cemaatin içinde eriterek şiirine almıştır. dizeleriyle kurgusal bir lçjand'a dönüştürmüş
Yahya Kemal'in şiirinde işlenen mikro mekan tür.
lar, mimari yapılardır. Cami dışında bu mekan Yahya Kemal'in şiirinde madde'nin kişi
ların iç yaşantısı şairi ilgilendirmez. Cami'nin leşmesi, en çarpıcı biçimiyle, şairin lstanbul'a
bir istisna oluşturması ise, bireyin değil, cema aziz sıfatıyla seslenmesinde kendini gösterir.
atin dini yaşamını kuşatmasındandır. örneğin Bu sıfat daha çok yaşayan ve yaşamış kişilere
Süleymaniye'ye giren şair, bireyi burada, ce özgüdür. Yahya Kemal'de ise, maddeyi, yaşa
maatin içinde kaybolmuş isimsiz bir kahraman yan ve saygı duyulan bir insan kimliğine dö
olarak bulur. "Süleymaniye'de Bayram Sabahı" nüştürür. Şair, lstanbul'u tevekkül içindeki bir
adlı şiirde; "Gördüm ön sefta oturmuş nefer es sufı olarak düşünür ve bu manevi varlığın ha
vaplı biri I Dinl(yor vecd ile tekrar alınan Tek yatında, tarihin görkemli görüntülerini yakalar.
bir'/; I Ne kadar sijıdi siması bu mü'min ne- istanbul'un mahalle ölçeğine geçersek, burada
Jerin! / Kimdi? Banisi mı; miman mı ulvi ese da müslüman mekanlarının insani giysiler için
rin " dizeleri, bu isimsiz kahramanı gündelik de karşımıza çıktıklarını görürüz. Bu mahalle
yaşantının somutluğundan çıkartır, öncesiz ve ler, tıpkı canlı varlıklar gibi yaşar, hasret çeker
sonrasız bir zamanı yaşayan müminler cema ve duygulanırlar. Yahya Kemal, kişilik kalıbına
atinin üyesi yapar. dökülmüş bu maddi kültürle, şiirinde diyaloga
Yahya Kemal'in şiirinde gündelik hayatın girmiştir. Mahallenin hayatına minnet ve şük
nesneleri de yer almaz. Küçük nesne betimle ran duygularıyla bakar; kendini manevi b i r
melerine karşı kapalı duran bu şiir, büyük öl borcun altında eziliyor hisseder v e bundan gu
çekli nesneleri, özellikle mimariyi dekor olarak rur duyar.
kullanmıştır. Eski şiir tarzında yazdığı "Şerera Mekanın bilgisini, somut zamanın bilgisiy
bad" gazelinde, Lale Devri 'nin bu ünlü kasrı, le bütünleyen Yahya Kemal, şiirine ikinci
silik de olsa, estetize kültürün dekorudur. Şa önemli dayanak noktası olarak tarihi almıştır.
irin kullandığı asıl dekor, makro ölçekte İstan Onun şiirinde tarih, mekanın hafızasıdır. Kişi
bul peyzajıdır. "Sana dün bir tepeden baktım ya da kişileştirilmiş madde, şiirinde düş görme
aziz Jstanbul" dizesi, bu peyzajı ister istemez metoduyla tarihin içine çekilir. Türk tarihini,
zihnimizde canlandırır. Anadolu haritası üzerindeki bütünsel kültürün,
Dekorun canlandırma güc ü , kuşkusuz, u z a n a b i ldiği e n e s k i zaman kesiti olan
Yahya Kemal'in maddeyi kişileştirme eğilimiyle l 0 7 1 'den başlattığını biliyoruz. Tarih, Yahya
kuvvetlenmiştir. Süleymaniye Camii, onun şi- Kemal 'in şiirini tematik yönden çerçevelemekle
İSTANBUL 1 9 1 2 1 91
"Sanki halkın uyanık gördüğü rüya idi of" di açık kapılar bırakır. örneğin Yahya Kemal, ya
zesini yazan şair, en genel anlamda bu motifi ratmak istediği şiirsel bütünlüğü bozmamak
bir özlemin dışavurumu olarak kullanmıştır. uğruna, yaşadığı İstanbul'un gündelik hayatı
"Hayal Şehir"de ise, "Git bu mevsimde, gurup na ilgisiz kalmıştır. Gündelik hayat, ancak Ra
vakti Cihangir'den baki / Bir zaman kendini mazan ayına ait manevi bir boyut olarak şiirine
karşındaki rüyaya bırak! " dizeleri, bu defa girebilmiştir. Şiirinin ağır gelişen zaman tempo
Üsküdar'ı doğa estetiğinin merceğinden görür. su şehrin 20. yüzyıl başlarında iyice hızlanan
Düş, Yahya Kemal'in şiirinde ister soyut isterse yaşam ritmine ne yazık ki ayak uyduramamış
somut bir noktaya uzansın, bize daima özne ile tır. Tren ve elektrikli tramvayların İstanbul 'u,
nesne arasındaki uzaklık duygusunu vermiştir. ona yabancıdır; buna karşın o, zorunlu olarak
Şiiri, Yahya Kemal örneğinde olduğu gibi ideal istanbul ' u yazmıştır. Çünkü 1 9 1 2 ' de
tarih ve kültürün genel bir kurgusu olarak ta ölen, İstanbul 'un idealidir.
sarlamak ve bu kurguyu bozabilecek oluşum
lardan kaçınmak, kuşkusuz bazı noktalarda Gergedan, 2 (Şubat ı 98 7) , s. 96-99
III
Tanzimat'tan so rtr'a açılan modern okullar, rün şekillendirdiği bir alışkanlıklar ve değerler
berberlik türü meslek gruplarının parçalanma bütünü olan bu görgü, kısa sürede yapısal de
sına neden oldular. Bu parçalanmadan bağım ğişim geçiren meslek kollarına da yansıdı. Ber
sız meslekler doğdu. öte yandan bu okulların berler için böyle bir değişimin anlamı, öncelikle
ilk öğrencileri, berber ve attar dükkanlarından kendisini modern mekanlara bağımlı hisseden
yetişme , becerikli çıraklardı. Gördükleri kısa sü bu yeni insan tipine uygun ortamı hazırlamak
reli eğitimden sonra berber çırakları cerrah ve tı. Nitekim, mesleklerini kahvehane köşelerin
dişçi; attar çırakları da eczacı diploması alarak de icra eden bazı eski berberler, zamana ayak
meslek hayatına atıldılar. uydurup kendi dükkanlarını açmaya başladı
Modern berberlik mesleği ise, tam anla lar. Bu yeni dükkanların iç düzenlemeleri de
mıyla il. Abdülhamid döneminde ortaya çıktı. Avrupa modeline göre yapılıyordu; duvarlara
Bu mesleği modernleştiren okul eğitimi değil, aynalar ve raflar asıldı, kahvehane peykesi ye
gündelik hayat içinde olgunlaşan toplumsal rine arkalıklı berber koltukları, büyük leğenler
görgüdür. yerine de küçük tıraş tasları ve fırçalar mesle
1 9 . yüzyılda ortaya çıkan yeni insan tipi, ğin yeni araç gereçleri arasına katıldılar. öte
çağdaş görgünün de mimarıydı. Modern kültü- yandan tıraş yöntemi de değişti. Eskiden nıüş-
Şifalı ot toplayıcılar, lstanbu/'un sağlık hayatmı kontrol eden Mısır Çarşısı attarlanna bağlı olarak çalışırlardı. Den·n bıJ· cabiat
bilgisine sahip bulunan bu zümrenin, manevi köklen· tasavvef kültün/ne uzanan çok zengin bir dünya/an vardı. Tabiata ve
insana ait bu bilgiyumağından hem bir hayat tarzı hem de bunu kuşatan panteist bir düşünceyapısı oluştıınnuşlardı.
Eczahane-i Edhem Pertev; Hacı Hamdi ve Beşir Çarşısı'ndaki attar dükkanlarıydı. Kapıdan gi
Kemal Beyler tarafından 1 898'de Bahçekapı'da rişte reçete kabul yeri ve arkasında da laboratu
açılan Halep Eczalıanesi ve Beşiktaş'ta Mehmed var yer alırdı. Bu laboravutarlar, Osmanlı gün
Kazım Bey'in kurduğu Eczalıane-i Melımed Ka delik hayatını önemli ölçüde etkileyen buluşla
zım adlı işletmeler, Türk eczacılık tarihinde kalıcı rın yapıldığı yerlerdir. tik müstahsarlar bu kü
bir etki bırakmışlardır. özellikle bu eczahaneler çük laboratuvarlarda imal edildiler. 1 880'ler
Mekteb-i Tıbbiye'yi bitirenler için mesleğin asıl den sonra müstahzarat piyasası, attarların ge
öğrenildiği yerlerdi. Ayrıca Müslüman kesimin, leneksel piyasasını ele geçirmeye başlamıştı.
attar dükkanlarından çok eczahanelere rağbet Eczacı Hamdi Bey' in yaptığı Kola Hamdi ve
etmeye başlamasında önemli rol oynamışlardır. Elixir Digestjf Hamdi adlı müstahsarlar, kısa
İstanbul eczahanelerinin ilk modeli, Mısır sürede ilgi uyandırdılar ve bu ilgi Edhem Per-
Günümüzde teknoloji tanrılarının yarattığı Ağaç, ırmak, göl, dağ, hatta belirgin bir şekle
ölü doğayı insanlık cenneti olarak görmek, te sahip kaya parçaları, göçebe Türk boylarının
davisi zorunlu bir uygarlık hastalığı sayılıyor. şamanistyer-su kültünü oluşturan kutsal doğa
Oysa 1 9 . yüzyıl sonlarında, teknolojik bir ru elemanlarıdır. Başlangıçta bunların her birine
hun varlığına inanan pozitivist din, tanrısal doğrudan Tanrı niteliği verilip, ibadet edilmiş
cenneti yeryüzüne indirdiğini açıkça öne sürü ken, zamanla maddeleşmiş Tanrı düşüncesi,
yordu. insanoğlunun kendi mutluluğu için kur kutsal ruhun madde içine girerek ona insan
duğu bu yapay cennette mutsuzluğu tanıması, özelliği kattığı kişileştirilmiş doğa anlayışına
ekolojik bilincin ten� llerini atmıştır. Doğa kav dönüşmüştür. Abdülkadir inan, bu kişileştiril
ramını, insan yapısı bir cennet dekoruna dö miş doğa anlayışının çerçevesini şöyle çizer:
nüştüren uygarlığa ilişkin kuşkular, bir bakıma "Şamanist/ere göre bütün dünya ruhlarla do
bu bilincin ürünüdürler. Çağdaş toplumun doğa ludur. Dağlar, göller. ırmaklar (yer-su) hep
ile barışma çabalannı, ekolojik bilinç ölçeğinde canlı nesnelerdir. Takdis ettikleri Alaş, Tan
gözlemlemek, insanlığın çocukluk döneminden nau, Hangay, A ltay dağları, Abakan, Kem
kalma bazı görüntülerin de canlanmasına yol (Yenisey), Katun, Bey Sütgöl ırmak ve gölleri
açmaktadır. Bu görüntülerde, geçmişe ait me şamanistler için yalnız coğrefi isimler değil,
rak ettiğimiz insan-çevre ilişkisinin hikayesi Jakat konuşan, duyan, evlenen, çoluk çocuk
gizlidir. salubi varlıklardır. Bir şamanistin dağlardan
Doğa, göçebe toplum inancına göre, insan ve ırmaklardan bahsettiğini dinlerken bunun
gibi hareket edebilen, cezalandırıcı ya da bağış gözle görülen dağlardan ve sulardan mı. yok
layıcı kişiliğe sahip tannsal bir öze sahiptir. Or sa bu coğrqfi isimleri taş{Yan insanoğulların
ta Asya Türkleri, tannlann dağlarda oturdukla dan mı balısettiğinıJarketmek güçtür; ruh.
rına inanırlardı. Bu inanç şamanist bir karekter bizzat dağdır,· dağ, bizzat ruhtw: "
taşır ve doğaya kutsallık merceğinden bakar. Göçebe Türk insanının yaşadığı ortanı , do-
ğanın kendisiydi. Çevresini kuşatan bu ruhlar hayatının getirdiği bazı zorunlu sınırlamaların
dünyası içinde korku ve saygının birbirini bü etkisiyle geçmişteki kutsal niteliğini kaybeder.
tünlediği gündelik hayatını, yurt bildiği doğa Doğaya karşı insanoğlunun koyduğu ilk sınır,
nın kucağında yaşamıştır. B,u hayatın somut korunma içgüdüsünün sonucu olan kale ve
izlerini göçebe kültürün dil hazinesinde bulmak onu çevreleyen surlardır. Anadolu 'nun ı 6 .
mümkündür. özellikle çiçek ve renk adlan ko yüzyıl sonlarına kadar süren klasik döneminde
nusunda hiçbir yerleşik kültür dili Türkçe kadar şehir hayatı, doğayı surların dışında bırakır. Bu
zengin değildir. Bu dil zenginliği kimi zaman uygulama yaygın değildir; fakat geçerli olduğu
doğaya karşı ilkel bir korkunun, kimi zaman da bölgelerde insan-doğa sınırını somut biçimde
dini bir saygının sonucu ortaya çıkmıştır. En ti sembolize etmiştir. Kale duvarlarının hemen
pik örnek, avcılıktan hayvancılığa geçiş süre önünde başlayan doğa, geçimini çiftçilikle ka
cinde kendini belli eder. Orman kültürü, henüz zanan insanlar için artık bir Tanrı yurdu değil,
avcılık aşamasındaki toplulukların inanç dün kendilerine Tanrı tarafından bağışlanan ve an
yalarında yaratıcı bir ruhun barınağı sayılırken, cak işlevsel açıdan önem taşıyan bir tarla görü
hayvancılıkla geçinen göçebe Türk boylan, ar nümüne dönüşmüştür. Kale içindeki yaşantı,
tık terk ettikleri ormanı kötü ruhların ülkesi ka bir bakıma gündelik hayattan kopartılmış do
bul etmişler ve bu eski kültüre ilişkin kutsal ad ğaya bağımlı ise de, temel sorun düşmana kar
bakır, böyle bir analayışın izlerini taşıyan ve çenin içine yerleştirilmiş kır evine benzer. Do
insan-doğa ilişkisinirfarasına korunma içgüdü ğa-şehirlerinin tipik görüntüsü de aslında bu
sünün sınırlarını çeken tipik bir yerleşim birimi dur. Çevrelerini kuşatan doğayı yıkarak geniş
dir. Askeri amaçlı kale-şehirlerin insan hayatını lemek yerine, onu kendi bünyeleri içinde deko
doğadan bağımsız bir koza içine almaları, bü re ederek yaşatırlar. Bu yüzden İstanbul, hiçbir
yük ölçekli tarımsal etkinlikleri surların dışında döneminde ağaçsız ve bahçesiz kalmamış; do
bırakarak sur içinde küçük çaplı bahçe tarımı layısıyla yeşil alan bakımından Ortaçağ şehirle
nın gelişmesine yol açmıştır. rinin son büyük temsilcisi olma özelliğini koru
Bahçe, insan eliyle dekore edilmiş doğadır. muştur.
Başta İstanbul gelmek üzere Türk şehirleri 1 9 . Osmanlı şehir kültüründe doğa kavramı,
yüzyıl ortalarına kadar dekoratif doğaya sahip bahçe-konut ilişkisinde somutlaşır. Konut da
çıkmışlar ve bu temel özellikten kaynaklanan ima bahçe ile organik bir bütünlük kurar. Os
koruyucu bilinci yaşatmışlardır. İstanbul, Av manlı klasik döneminde varolan çevre bilinci,
rupa'nın büyük yerleşim merkezlerine oranla bir bakıma bu bütünlüğü korumak anlamına
çok daha gelişkin bir bahçe şehriydi. Osmanlı geliyordu. Bir İstanbullu için doğanın tahribi
kültürü ev ile bahçeyi bir bütün olarak kabul demek, konut-bahçe bütünlüğünü kuran has
etmiştir. Bu anlayışa göre şehir, büyük bir bah- sas dengenin bozulması demekti. Başka bir de-
yişle, dekoratif doğanın sahip olduğu dokunul !ar. Kuşkusuz böyle bir yaklaşım, cemaat ya
mazlık, Osmanlı şehirlerinin mekansal organi şantısı içinde bireyciliğin rolünü abartmaktır.
zasyonuna belirgin bir kişilik kazandırmış ve Oysa Osmanlı insanındaki çevre bilinci, Batılı
çevre bilinci bu kişiliğe sahip çıkarak her şehrin rasyonaliteye karşıdır ve doğada insan eliyle
kendi kimliğini bulmasına yol açmıştır. Anlaşı yaratılmış bir düzenleme yoktur. Bize bir çeşit
lacağı üzere bahçe-konut bütünlüğü şehir bün düzensizlik gibi görünen bu doğal irrasyonalite
yesinden bağımsız, kendi içlerine dönük edil aslında, Tanrı 'nın şekillendirdiği mantıklı bir
gen yaşam alanları değildi; tam tersine genel düzenlemedir. insan bu düzene uyduğu sürece
dokuyu şekillendirici bir özelliğe sahiptiler. ör çevresini tanır ve ona uyum sağlar. Osmanlı
neğin İstanbul sokakları bu şekillendirme özel çevre bilincinde Tanrı'nın gölgesini görmemek
liğinden fazlasıyla paylarını almışlardır. Avru olanaksız. Ne var ki bu etkiyi fazla abartmak
palı şehirciler, istanbul'un çıkmaz sokak olgu da doğru değil.
sunu bir Doğu irrasyonalitesi sayarlar. Bu dü Doğada simetri yoktur. Osmanlı kültürü
şünceye göre Doğulu insan, içinde yaşadığı nün yarattığı dekoratif doğada da simetriye
mekan, sokak dokusuna göre konumlamaz; rastlanmaz. Geometrik şekilcilik, tam anlamıy
tam tersine önce konutu inşa eder ve ardından la bu dekoratif düzenlemeye yabancı kalmıştır.
onu bir çıkmaz sokak ile şehir bünyesine bağ- Belirli şekillerin yarattığı sınırlı etki yerine, do-
ğal görüntünün bütününe duyarlı Osmanlı çev yışına bağlıdır. Tarihiıııizde Lô.le Devn' adı veri
re bilinci açısından bahçe-konut kompozisyonu len bu dönemde doğa kavramı, işlevsel ve este
içinde oluşturulmu,ıı . dekoratif mekanların tik olmak üzere iki ayn kategoriye bölünür. Os
mantığa değil, duyguya seslenecekleri açıktır. manlı orta tabakası için dekoratif doğa işlevsel
Nitekim 1 9 . yüzyıl şekilciliğine karşı beliren dir; esnaf sınıftan bir lstanbullu, bahçesindeki
hoşnutsuzluğun altında, bu duygu dünyasının ağaçlara Tanrı nimeti saydığı meyvalan ve sağ
parçalanması yatar. Günümüze kadar gelen ladığı gölge bakımından işlevsel bir gözle ba
Osmanlı mirası arasında, klasik dönem çevre kar. Oysa Saray kültürüyle yetişmiş bir üst ta
bilincinin bu duygusal özü de vardır. İstanbul, baka yöneticisi için dekoratif doğa artık bir süs
ne zaman modern şekilcilik açısından ele alın öğesidir. Dönemin üst tabaka modası, doğa
sa, "şehrin parçalanan doğası" , nostaljik bir te kavramını estetize edilmiş bir /ô./ezar'ın güzel
ma olarak ortaya çıkar. lik dünyasına indirgeyerek bütün bir yaşam
Osmanlı klasik çevre bilinci için tehlike çevresini bu sınırlı mekandan ibaret saymaktır.
çanları, 1 8 . yüzyılın sonlarına doğru çalmaya öte yandan dekoratif doğa ilk defa Lô.le Dev
başlamıştır. Daha yüzyılın başında Avrupa et ri'nde maddi bir yatırım alanı olur. Estetize
kisi taşıyan ilk belirtiler, Saray kültürünün es edilmiş doğadan zevk alan züıııre çok geçme
tetize doğa anlayışına yönelmesiyle gün ışığına den bu dekoratif güzelliği yaşatmakla görevli
çıkarken henüz orta tabaka işlevsel doğa anla- hizmet sektörünü de yaratır. Bahçıvanlık mes-
Kaynakça:
uygulama aksamıştır. ıı. Meşrutiyet'ten sonra
Clifford, Derek, A History efGarden Design, New York,
Cemil Topuzlu 'nun başlattığı yangın yerlerinin 1 963.
istimlaki ve elverişli alanların Avrupa örneğinde Denel. Serim, Batılılaşma Sürecinde lstanbu/'da Tasa
nm ve Dış Mekıinlarda Değişim ve Nedenleri, An
parklara dönüştürülmesi hızla gerçekleştirilir.
kara, 1 985.
önce Topkapı Sarayı bahçesinin bir bölümü Eldem, Sedad Hakkı, Türk Balıçelen-, lstanbul, ı 9 76.
Gülhane Parkı adıyla halkın hizmetine sokulur; Erdoğan, Muzaffer, "Osmanlı Devrinde lstanbul Bahçe
leri", VakylarDergisi, V, s. 1 49-1 82.
bunu Sultanahmet ve Üsküdar'daki Doğancılar
Evyapan, Gönül Aslanoğlu, Eski Türk Bahçeleri ve
parklarının açılmalan izler. özellikle Eski lstanbu/ Bahçe/en-, Ankara, 1 972.
1 9 . yüzyılda her ne kadar ahşap yerine Evyapan, Gönül Aslanoğlu. Tarın içinde Fonnel Bahçe
nin Gelişimi ve Türk Bahçesine Etkileri, Ankara.
kii.rgir konut yapımı desteklenmiş ve bu konu
1 9 74 .
da birbirini izleyen pek çok kararname kaleme inan, Abdülkadir, Makaleler ve incelemeler, Ankara,
alınmışsa da, ahşap ev yapımı nüfus artışına 1 968.
inan, Abdülkadir, Tanlıte ve Bugün Şamanizm. Mater
paralel olarak bütün hızıyla sürmüştür. Bunun
yaller ve Araşrınnalar, Ankara, ı 9 72 .
sonucunda orman varlığının tahribi önemli bo Osman Nuri, Mecel/e-i Umur-ı Beled(yye, 1, lstanbul,
yutlara ulaşır. Ormanlardan sağlanan kereste 1 338.
Topuzlu, Cemil, istibdat-Meşrut/yet Devirlerinde 80
ihtiyacının artışı yanında, odun kömürü kul
Yıllık Hatıralannı, lstanbul, 1 95 1 .
lanma alışkanlığıyla, öncelikle lstanbul'un Yigitoğlu, Ali Kemal, Türk(ye'de OnnanC1!ığın Temelle
odun talebini karşılayan Istranca bölgesini do- n; Şartlan ve Kuruluşu, Ankara, 1 936.
Roma dünyasında Akdeniz, siyasi bir kav !umsa! gövdesine canlılık veren bozkır ruhuna
ramdı. imparatorluğun mare nostrum'u, lejyon adadığı bir döneme rastlaması, tarihsel gecik
kanıyla kutsallaşan kahramanlık mitini şekil mişlik sorununu 1 9 . yüzyıl yenilikçilerine trajik
lendirmiş ve Bizans ticaret ahlakıyla yoğurarak biçimde yaşatmıştır. Bütünleşmenin yanında
Osmanlı gaza geleneğine miras bırakmıştı. parçalanmanın, uyumun içinde çelişkinin boy
Anadolu insanı bu mirasın yalnızca Romalı ka verdiği bu olağanüstü yüzyılın kazanç ve ka
rakterine sahip çıktı ve bozkır hayatını yeni bir yıpları, kimi zaman Tanrı gölgesinde, kimi za
kültürün eşiğine getiren manevi sonsuzluğu, man da zabtiye kayıtlarında yaşanmış, ama
fethedilecek bir ülk�olarak gördü. Kahraman, sonuçta çerçevesi genişleyen toplumsal hayat,
kılıcın şavkı gözünü kamaştırdığında artık geri eski mitleri yeni ideallerin eleğinden geçirmesi
dönemeyeceğini kavramış, Akdeniz'i Türk gö ni bilmiştir.
lü' ne çevirerek toprak kökenli miti canlandır Denizi, karadan izlemenin Osmanlı Kültü
mıştı. Denizi göle çevirmek, kahramanlık miti rüne katkısı dolaylı yoldan oldu. Kıyı mimarisi
nin, fethedilmiş topraklarda ruhunu saran pat nin, gecikmiş bir özlemi tüm nimetleriyle yaşa
riarkal yabancılık duygusunu gidermek için mak istercesine, Boğaziçi' nde egemenlik kur
buşvurduğu en kestirme çözümdü. ması, deniz ile insan yaratıcılığı arasıııdaki bu
insanlığın, savaş rüzgarlarına kapıldığı dö dolaylı ilişkinin ürünüydü. Ama gene de bu kül
nemlerde tek boyutlu bir kültürlenme evrimi türel tabloda eksik renkler vardır. Birer mücev
geçirdiği ne derece doğruysa, bu sürecin, ait ol her kutusunu andıran yalıların mutfaklarına,
duğu toplumsal kültür dokusunda sonradan or deniz ürünleri tüm zenginliğiyle girememişti.
taya çıkaracağı zayıf noktalarla bir tarihsel ge Beslenme konusunda eski alışkanlıklar sürer
cikmişlik sorunu yaratabileceği de o derece ken, kafes ardında seyredilen Boğaz· ı , ruhun
doğrudur. Nitekim Osmanlı dünyasının deniz derinliklerine akan bir cennet ırmağı olarak düş
kültürüyle tanışması, henüz tüm benliğini, top- lemek de en azından damak zevki kadar gele-
neksel b i r zihin alışkanlığına dayanıyordu. Osmanlı kadını her ne kadar ahlak duvarı
S{Yx'i, Boğaziçi'ne dönüştüren bu tasanın gücü, nı aşıp denize girememişse de, aynı engel erkek
doğa ile insan arasına çektiği ahlak perdesini için de geçerliydi. Toplumun büyük bir kesimi
1 9. yüzyıl sonuna kadar kaldırmak gereğini hiç bu tür eğlenceye hazır değildi. Müslüman ce
duymadı. Huriler, cennet-i dld' nın ırmaklarında maat, yaşadığını hissedebilmek için ayağını
yüzebilirlerdi ama, yeryüzünün melek-simd'ları yerden kesmeyen bir müminler topluluğuydu
için Boğaz'a sandalla çıkmak kanun hükmün ve bünyesinde, etkinliğini karada sürdüren
deydi. Osmanlı toplumunda kadının su ile ilişki mistik bir canlı türünü barındırıyordu. Ne var
si, ya bir dere kenarında oturup güfl ü gü yap ki, sandalla mehtaba çıkmayı bile kafirlik sa
mak ya da mahalle hamamında görücüye çık yan bu zümre, denize girip yüzmeyi deneyen
mak türünden gerçek amaçların ardındaki ma iki ayn insan grubunu engelleyemedi: Şehza
sum bahanelerle kurulabilmişti. Kadının mahal deler ve tulumbacılar.
le hamamından deniz hamamına taşınması 1 9. Şehzadeler için yüzmek, bir çeşit spor olup
yüzyılda gerçekleşmiş, Cemal Paşa'nın lstanbul binicilik, okçuluk gibi saray eğitiminin gereğiy
Mulıqjizı olduğu Babıali baskınından sonra bu di. Müslüman cemaatin gözünden uzak oluşla
hamamlar altın devirlerini yaşamışlardır. rı, hiç değilse gençliklerinde daha rahat hareket
şanı tarzının sergilendiği bölgelerdi. Eğlence yordu. Aile ziyaretleri, çarşı alışverişi gibi temel
kültürünün aristokrasiye özgü nimetlerinin her ihtiyaçları karşılayan etkinlikler de bu motife
çeşit halk kesimi tarafından yağmalandığı bu ekleniyor ve Tanrı'nın gölgesinde yaşanıyordu.
dönem, Osmanlı toplumunda benzer gelişmele- Ayrıca bu dönemde İstanbul sayfiyelerinin he-
re yol açmayıp, yalnızca birer gazete haberi nüz Osmanlı orta tabakasına yeterince açıla-
olarak kaldı. Özellikle hafta sonu tatili kavra- mamış olması da, denize girip yüzmenin, kişi-
mını ortaya çıkartan toplumsal dinamikler biz- sel bir alışkanlık haline gelmesini geciktirmişti.
de gelişmemişti. Cuma günü başlayan gelenek- Bütün bu olumsuzluklara karşın gene de insan
sel tatil, dini içerikli olup, boş zaman yaşantısı- ile doğa arasındaki gelenekten kaynaklanan
na elverişli değildi. Tatilin bu dar çerçevesi için- sosyo-kültürel engeller, insan ihtiyacına kıs-
de yapılacak etkinlikler, camide topluca kılınan men çevap verebilecek biçimde, dolaylı da olsa
Cuma namazı ve özellikle kadınların ilgi duy- çözümlenmeye çalışılmıştır.
dukları evliya kabirlerini ziyaret türünden yal- Deniz hamamları, Osmanlı insanının yüz-
nızca tek bir kültür motifı etrafında biçimleni- nıe ihtiyacına çözüm olarak, geleneği ürkütme-
lstanbul'da yaşayan canlı türleri arasında Başta İstanbul gelmek üzere Osmanlı şehirleri
köpekler, en az insanlar kadar şehir hayatının ni birer hayvan cennetine çeviren temel neden,
toplumsal serüvenine katılmışlar; kendi bağım söz konusu etmenlerin gündelik hayatı belirle
sız kolonilerini, ihtiyar meclislerini kurmuşlar; me güçleriydi. Osmanlı insanı bu güçlerin kay
yönetim ve güvenlik sorunlarını uzmanlaşma nağı üzerinde kafa yormadı; manevi hayatın
düzeyinde çözümlemişler; törel değerlerini ge kalıbına gömülerek yaşamayı seçti ve hayvan
liştirip, ortak yaşamın felsefesini şaşmaz bir lara karşı beslediği merhamet duygusunu ken
doğrulukla uygulall)OŞlardır. di iç huzurunun bir parçası kabul etti. Avrupalı
Gündelik şehir hayatının boyutlarını insan gezginin gözünde ise Osmanlı şehirleri ile hay
modeline göre benimsemek, sokak köpeklerini vanat bahçeleri arasında pek bir fark yoktu.
İstanbul vatandaşı yapan tarihsel dönüm nok Yadırgatıcı bir görüntü karşısında bulunduğunu
tasıdır. Kuşkusuz bu belirleyici noktaya yalnız kavraması, hayvanları bile toplumsallaştıran
ca kendi türlerine özgü bir içgüdüyle ulaştıkları bir kültürün inceliklerine merak duygusuyla
söylenemez. Ne var ki insanlarla ilişki kurabi eğilmesini sağladı ve yakaladığı bazı ipuçları
len ilk hayvan türünü temsil etmelerinde içgü geçmişe ait bilmecenin çözümünde yararlı ol
düsel özellikleri önemli rol oynamış ve toplu du. Bu ipuçlarını izleyerek İstanbul köpeklerini
yaşama katılmalarını kolaylaştırarak araların şehir hayatı içinde toplumsallaştıran kültürel
daki dayanışmacı yapının güçlenmesini sağla etkenleri somutlaştırmak mümkündür.
mıştır. öte yandan köpeğin toplumsal hayata Chateaubriand l 806'da çıktığı Paris-Kudüs
şehir bünyesinde katılmasını gerçekleştiren, Yolculuğu 'nun İstanbul durağında, şehri üç te
Doğu'ya özgü sosyo-kültürel etkenler de, keli mel özelliğiyle tanımlar: Sokakların ıssızlığı, te
menin tam anlamıyla bu yaratıkların dünyasını kerlekli arabaların bulunmayışı ve köpek nüfu
kuşatan bir güvenlik çemberi oluşturmuşlardır. sunun kalabalıklığı . Yazar bu özellikleri dini ko-
insanlar kadar köpekler de gündelik hayatın birerparças(Ydılar. Şeh ni kuısal kazanca dönüştürerek belli birer işlev
n· ıiısa11larla birlikte paylaşa11 köpekleri11 hayatı, mahalle kültürü11ü11 üstleniyorlardı. Osmanlı insanı kendisini bu iş
ge!e11ekselyardımlaşma ve merhamet duygusuyla kuşatılarakgüve11-
levsel mekanlara ait bir varlık gibi hissetmekle
ce altma almmıştı.
sokağın kutsallıktan yoksun gerçekliğine uzak
nularda önyargıyla yaklaştığı Müslüman dün kaldı. işte bu uzaklık duygusu sokağı, lstanbul
yasından rastgele seçerek bir şehir tablosuna köpeklerine bir vatan olarak bağışlamıştır.
dönüştürmemişti. Dikkatli bir göz 1 9. yüzyılın Köpeklerin gündelik hayatında sokağın ro
ortalarına kadar en azından İstanbul'un mahalle lünü basit bir barınağa ya da yaşam çevresine
görüntüsünü Chateaubriand'ın çizdiği bu tablo indirgemek yanıltıcıdır. Kelimenin en doğru an
da yakalar. Söz konusu tarih dönemecine kadar lamıyla İstanbul sokakları, İstanbul köpeklerini
ana yolların ve pazarlara açılan kesişme nokta yaratmışlardır. Ahşap evlerin etrafını kuşatan
lannın dışında İstanbul sokaklannın ıssız karak bu yaratıcı dış dünya, yüksek hayat standardını
teri, şehir hayvanlarını gündelik hayata kazan tanımayan ve belli bir ırka ait seçkin özellikler
dıran başlı başına bir olgu değerindeydi. Nitekim göstermeyen soyu sopu meçhul bir köpek türü
köpekleri toplumsallaştıran dayanışmacı yaşam nün üremesini kolaylaştırdı. Sokak, tür özelliği
biçimi eğer Osmanlı insanının sokağa kapalı ni ortadan kaldırmış; dolayısıyla birbirine eşit
inanç dünyasıyla bütünleşmeseydi, sonuç Av lenmiş ortak bir köpek karakteri yaratarak, do
rupa şehirlerindeki gibi bir yurtsuzluk sorununa ğal dayanışmanın gerekli koşullarını oluştur
dönüşebilirdi. Fakat böyle olmadı; toplumsal muştu. İstanbul köpekleri kendiliğinden oluşan
kültür kendi dengesini bozmadan, şehrin tüm bu sınıfsız toplumun koşullarını hiç çaba harca
yaşam olanaklarını bünyesindeki canlı türleri madan sokakta hazır buldular. öte yandan bu
arasında paylaştırdı. Bu paylaşmada İstanbul şanslı yaratıkların hayatlarını sürdürebilmeleri,
Levantenler, Galata-Pera 'daki sokak köpeklen'ni kendi hayat sahalanna tecavüz eden barbarlar olarak görüyorlardı. Bu zılıni-
yet, gelenekse/ hayatm sembol/en· olan köpekleri sokaklardan temizleme düşüncesini doğuracak ve A vnıpayı örnek alan modem
beled!yecilik anlayışı carefından da uygulamaya konulacaktı.
sokağın olanaklarına bağlıydı. Sanıldığının ter nun koruyucu kanatları altında gelişerek, ma
sine sokağın klasik dönemdeki hayat olanaktan halle aralarında küçük barınakların ve çeşme
çok daha zengindi ve Müslüman dünyasında den su içebilmeleri için özel yatakların yapılma
kurumlaşmış merhamet duygusu tarafından sına yol açtı. Yaralı hayvanlar dikkatle tedavi
güvence altına alınmıştı. Her ne kadar ulema sı edilirlerdi. içi saman döşeli külubeler bir çeşit
nıfı, köpeği, mekruh bir hayvan saymış ve evde sokak kliniği işlevini üstlenirler ve bu yardıma
beslenmesini şiddetle yasaklamışsa da, dini muhtaç hayvanlar her zaman çevrelerinde ıııer
inancın sokağa çıkmış biçimi olan hurafe kültü lıaııı etli bir hemşireler kalabalığı bulabilirlerdi.
rü, merhamet duygusunun kapsamını yasak sı Gezgin Olivier, 1 8 . yüzyılın sonlarında geldiği
nırının ötesine doğru genişletebilmişti. Yabancı istanbul'da bazı yurttaşların köpeklerin beslen
gezginlerin hayretle kaydettikleri köpeklere mesi için belli bir miktar para vasiyet ettiklerini
gösterilen yakın ilgi, bu kurumlaşmış duygu- yazar. Gerard de Nerval ise ı 843'te aynı gözle-
met, karşılığında sevap kazandıran bir duyguy mıştı. Müslüman mahallelerinde yalnızca kutsal
du ve Osmanlı dünyasında hayvanlara doğal mekanları birbirine bağlayarak ikincil bir işlevi
yaşam hakkı olarak yansımıştı. Köpekler, ken üstlenen sokaklar, bu bölgede bütünüyle ekono
dilerine tanınan bu yaşam hakkını özgürce kul minin yükünü taşıyan atardamarlarıydılar. So
lanabildikleri sürece gündelik hayatın ritmi, ara kaklarda canlı bir hayat hüküm sürüyordu ve bu
sokakların labirentinde bir serseriler cumhun· hayat yalnızca insanlara özgü maddi tutkunun
yetı'nin doğmasına yol açtı. kültürel dolaşımını sağlıyordu. Pera ise daha çok
Köpeklerin yaşamı istanbul'un her kesimin elçiliklerin ve şirket bürolarının semtiydi, ama
de böylesine rahat koşullarda geçmemiştir. Ör sokak dokusu bu bölgeyi de Galata'ya maddi çı
neğin Galata-Pera bölgesi köpekler için sömürge kar bağıyla bağlamıştı. Bu yüzdendir ki Galata
hayaunın bütün zor koşullarını kapsıyordu. İtal Pera -sokakları köpeklerin özgürce yaşayabile
yan yazar Edmondo de Amicis izlenimlerini, cekleri bir alan olmaktan uzaktılar. Hıristiyan
"Pera ile Galata'da lstanbul'dakinden daha az azınlık köpeği mekruh saymamıştı ama, çok ça
uyuşuk davranır/ar, çünkü orada daha zoryi buk üreyebilen bu hayvanların toplu varlıklarını
yecek bulurlar. lstanbu/'da pans(yondadırlar. gündelik düzenlerinin bir engeli gibi görmüşler
Pera'da ve Galata'da alakartyerler" şeklinde di. Ancak aralarından belli bir cinsin özelliklerini
ifade ederken, en azından hayvanlara karşı de taşıyanlara kendi özel malikanelerinin bekçiliği
ğişen zihniyet biçiminin de altını çizmekteydi. ni yaptırıyorlardı ki, bu da Avrupa'da uygulanan
Azınlıkların yaşadığı bu bölge, köpeklerin ye oldukça yaygın bir yöntemdi.
mek artığı bulmakta güçlük çektiği bir cehennem Oryantalizm, Doğu'nun insanlarına olduğu
olmakla kalmadı, toplu halde öldürüldükleri bir kadar hayvanlarına da pozitif bir mercekle bak
mezarlığa da dönüştü. Gene yabancı kaynaklar, tı. Çözümleyemediği ilişkilerin sırrını Avrupa'nın
köpeklere zehirli et verilerek öldürüldüğünü yaz standartlarına yaklaştırarak benzer karşılıklar
maktadırlar. Dorina L. Neave, "Türkler on/an ya da eksiklikler bulmaya çalıştı. Bu durumu
öldürtmemiz/ önlüyor/ardı. Bu dertten kurtul yadırgamamak gerek; çünkü Doğu şehirlerine
mak için uyguladığımız usullerden biri, parayla adım atan yabancı kitle, karşılarında değişik
bir kayıkçı tutup, mümkün olduğu kadar köpe canlı türlerinin özgürce yaşayabildikleri egzotik
ği' karşı yakaya bırakmasmı sağlamaktı " diye bir ortam bulmuştu. Oysa doğal hayatın kendi
rek. gerçeği tüm açıklığıyla sergilemekteydi. siyle yüzyüze gelmeleri, o güne kadar bu ortamı
Kuşkusuz bu noktaya değinirken amacımız bü eski bir Roma geleneğine uyarak kafese kapatıp
tün sadist ruhlu insanların Galata-Pera bölgesin gösterime çıkartan Avrupalılar için yadırgatıcıy
de ikamet ettiklerini söylemek değil, yalnızca dı. Bütün bir Ortaçağ boyunca gezginci kum-
peklere yaptınldığını sanmakla, bir bakıma Do canlı türüne verilen önemin ardındaki kültür bi
ğu 'ya biçilen ras1onel kalıpları fazlaca zorla rikimini hesaba katmamış, en azından görü
mıştır. Helmut von Moltke 'nin izlenimleri ge nenle yetinerek eski bir klişeyi tekrarlamıştı.
nelde bu zorlamanın baskısı altında şekillenir. Gerçekte ise lstanbul'un sokak çöplüğü bu ka
Bu Prusya düzenine hayran asker için köpekler, dar kalabalık bir hayvan kolonisini besleyebile
istanbul'un belediye memurlarıydı; dolayısıyla cek kapasitede değildi; çünkü sokağa yemek
halkın sokağa döktüğü yemek artıklarını öğüte fazlası dökmenin dini açıdan günah sayıldığı
rek şehir temizliğini sağlamakla yükümlüydü herkesçe biliniyordu. Zengin konakları ve Saray
ler. Moltke' nin ileri sürdüğü ve daha önce de mutfağı, yemek fazlasını fakirlere dağıtarak is
pek çok Avrupalı'nın görüş birliğine vardıkları rafın Doğu kültüründe eleştirilen görüntüsünü
bu pratik çözüm düşüncesi, 1 835'in koşullann başka bir boyutta tüketime sunmuşlardı. Ma
da kısmen doğruluk payı taşıyabilirdi; fakat ba halle ölçeğinde ise ekonomik kazançla orantılı,
kış açısının ardında yatan felsefe, niçin yemek hatta onu aşan bir israftan söz etmek olanağı
artıklarının papara yapılarak köpeklere bir ziya yoktu. Köpeklerin besin kaynağı yalnızca artık
fet gibi sunulduğu sorusuna cevap bulmaktan lardı ve bunlar da çoğunlukla papara ve çorba
acizdi. Nitekim köpeklerin beslenmesini pratik şekline dönüştürülerek, çöp kavramının dışına
müş ve gündelik ı1ayatın düzeni hakkında ras kamuoyu engelini hesaba katmayan eksik
yonel ölçütler elde etmişti. jön Türk hareketi, is yönlerini ortaya çıkartmıştır. Köpekleri ıssız
tanbul'u bu ölçütlerin terazisinde tarttı. adalara sürdürme geleneği Abdülmecid döne
Köpekler bu tartı sonucunda Şark ' ı n ge minde de gündemdeydi, ama sonuç bir önceki
reksiz bir fantazisi sayılmaya başlanmıştı. Var deneydeki gibi başarısız kaldı. istibdat dönemi,
lıkları, kaderci bir dünyanın hayaletlerini andı aydınlar kadar köpeklerin de rahatlarım kaçı
rıyor ve kendini zamanın akışına bırakmış ça ran bir tarih kesitidir. istanbul'un bu en eski
resizliğin hiç tedavi etmeyi düşünmediği bir ya hizmet sektörü, görevlerini Abdülhamid'in üni
ra gibi sürekli irin akıtıyordu. Bu yaraya ilk formalı belediye memurlarına bırakmakla kendi
neşteri vurmak düşüncesi il. Mahmud'un kafa sonlarına bir adım daha yaklaşmışlardı.
sında doğmuş, fakat Hayırsız Ada'ya sürgüne Abdullah Cevdet ı 909'da ilginç bir kitap
gönderdiği köpekler halkın tepkisine neden yayımladı: istanbuf'da Köpekler. Daha önce
olunca, bu masum canavarları tekrar istanbul'a ictihdd dergisinde makale olarak basılan bu ki
getirtmişti. Köpeklerin bu kısa ada ziyareti, il. tap, il. Meşrutiyet sonrasıııın çok satan istibdat
Mahmud'un kişiliğinde reformcu politikanın hatıraları arasında pek dikkati çekmedi . Oysa
dar Tanzimat efendisinin (o zaman henüz pa şa'nın yakın desteği olmasaydı, en azından şir
şalığa terfi etmemişlerdi) işgüzarlığı sayılmış, ket projesinin gerçekleşmesi bütünüyle ortadan
şirketin kuruluşuna ilişkin kaleme aldıkları la kalkmasa bile, uzunca bir süre Babıali 'nin ev
yiha, dönemin adeta bir geleneği sayılan Dev rak deposunda gün ışığına çıkacağı zamanı
fet-i Osman(yye 'nin lsfahı hakkında rapor ya beklerdi. Vakanüvis Lütfi Efendi, Reşid Pa
zarak bürokraside yükselme kurnazlığı olarak şa' nın Fuad ve Cevdet Efendiler' e verdiği yakın
değerlendirilmişti. Tanzimat bürokrasisi 1 9 . desteği; "her s111Jf mu 'teberanını teşvikô.t ve
yüzyılın ilk yarısında tam anlamıyla bir arı ko tergibô.t-ı fô.zime ife lıissefer afmağa sevk ryfe
vanına benzer. Makam hırsı, reformların bay miş ıdi" şeklinde kaydeder.
raktarlığını kendi kişiliğinde sembolleştirme ar Reşid Paşa'nın ileri görüşlülüğü kuşkusuz
zusu ve en önemlisi gelenekçilik ile modernleş Şirket-i Hayriyye'ııin kuvveden fiile çıkmasın
me arasındaki hassas zihniyet dengesi, pek çok da başlıca etkendi; fakat Babıali ricali arasında
Tanzimat paşasını "habbeyi kubbe yapmak" ki Bursa kaplıcalarına ilişkin dedikoduyu önle
yanılgısına düşürmüştür. Nitekim Reşid Pa- yemedi. Devletin kaderini sadaret makamında
Bister-i rahat-ı aşık eşiği tlişidir anonim denilen şirket-i i'tibar.(yyelere bizim
Ulu-Cami'deki mihrabı neyapsın lişık d(yanmızda henüz heves ü rağbet olunmadı
Kıble-i vahdet anayann iki kaaşidir ğına mebni halka bir de nümune göstenlmek
Kaplıca suyu gıbi ateş-i sfY.Yale-i eşk ve Boğaziçi ahalisinin amed ü şüdlenne sühu
Aşıkın bak eser-i ah-ı şerer-plişıdir let verilmek üzere bir vapur şirketi te'sis olun
Reh-i na refte Burusa'da açıp kılk-i Fuad mak hususuna Bursa'da iken Fuad ij'endi ile
Bendesi Cevdet anın pey-rev üyoldlişidir. birlikte haylice sarf-ı efkar eyledik. (. . .) Bur
sa 'dan avdetimizde şirket-i mezkure için is
Cevdet Paşa mütegazzillik mesleğini fazla tanbul'da bir komisyon akd olundu ve bi'l
ca benimsemiş olmalı ki, Hersekli Arif Hik müzakere venlen karar üzere Boğaziçi'nde iş
met'in bir gazeline yazdığı nazireyi Tezakir' ine lemek üzere Şirket-i Hayri.Y.Ye nam!.Yla bir va
kaydettikten sonra Şirket-i Hayriyye konusun pur kumpanyası yapıldı ki halli bakidir. "
daki sınırlı bilgiyi de, o sıralar üzerinde çalıştığı Efendilerin tstanbul'a dönüşlerinde getirdikleri
Kava'id-i Osman(yye 'den uzun uzadıya söz hediyeler arasında Bursa kumaşlarıyla Ka
ederken araya sokuşturuverir: "Avrupa'ca bü va'ıd-i OsmanİJ(Ye Cevdet Paşa tarafından En
yük servet ve ma'mur(yyeti mucib olan ve cümen-i Daniş'e, Şirket-i Hayriyye layihası da
Yelkenli ve buharlı gemiler, geçmiş ilegeleceği !stanbul /imanında buluşturmuşlardı. Gündelik hayatmyükünü taşıyamayan kol
gücü, artıkyenni teknolqj(ye bırakıyordu.
ratik mekanizmanın yoğun iş kapasitesiyle ça- mıştır. Fuad ve Cevdet Paşalar'a Bursa kaplıca-
lışmadığı Tanzimat öncesinde önemli aksaklık- larında Şirket-i Hayriyye layihasını kaleme al-
lara yol açmamıştır; fakat her iki olgunun top- dıran gelişmeler, iki aşamada özetlenebilir. Bi-
lumsal yaşamı etkilemeye başladığı bir dönem- rinci aşama, Batı teknolojisini ülkeye getirme
de, İstanbul-Boğaziçi ulaşımının mevsimlik ilkesi etrafında şekillenmiş ve Osmanlı bahriye-
özelliği, yerini gündelik ihtiyaca cevap verebi- sinde kullanılan ilk buharlı gemilerin askeri ve
lecek çözümlere bırakmıştır. Düşünülen ilk çö- ticari yönden sağladıkları avantajlar, teknolojik
züm yabancı şirketlerin Boğaz'da vapur işlet- modernleşmenin aynı zamanda karlı bir yatı-
melerine izin vermektir. Ancak Müslüman hal- nm alanı olduğu düşüncesini doğurarak, şirket
kı, kafirlerin insafına terk etmek, ulema arasın- projesini mali yönden cazip kılmıştır. ikinci
da çeşitli dedikoduya yol açmakta gecikmedi. aşama ise Boğaziçi'nin demografik verileri doğ-
Bunun üzerine Tersane-i Amire' den bir vapur, rultusunda ortaya çıkmış ve bölgenin bürokrat
yolcu taşımak amacıyla 1 850'de hizmete so- sakinleri Babıali'ye baskı yaparak, artan nüfu-
kuldu. Vapur, günde bir sefer yapmak üzere sun ulaşım sorununa kesin bir çözüm getiril-
Köprü'den hareket ederek, yolcularını Boğaz'ın mesini istemişlerdir. Sonuçta Şirket-i Hayriy-
her iki sahiline bıraktıktan sonra geceyi istin- ye'nin temelleri, Fuad ve Cevdet Paşalar tara-
ye'de geçirip, ertesi sabah aynı yolu izleyerek fından bu somut gerçeklerin kesiştiği noktada,
Köprü'ye dönüyordu. Bu uygulama bir süre de- gündelik hayatın arz-talep dengesi gözönüne
vam etmiş, fakat yetersizliği çok çabuk anlaşıl- alınarak atılmıştır.
ğaziçi'ne gelip gidenlere medar-ı suhulet ve lık ve işineyararlık bulsa vapur mılştensi bir
emniyet olmak için Tersane-i Amire'den va kaç kat daha tezayüd edeceğı'nden asıl Boğa
purlar tahsisiyle Boğaziçi'ne ve Adalar'a iş/et ziçi'nin aded-i nijfussiyesine nazaran daha
tirilmekte ise de mevsim-i se.xfde mahal-i pekçok vapura ihtiyaç olduğu derkdrdır. ileri "
Yandançarklı vapurlar kolay manevrayapabilme kabiliyetlenyle birbin·neyakın iskeleler arasındaki ulaşımı sağlamada büyük
başan elde etmışlerdı. Artık şırket vapurlanmn yanaştığı her iskele, çevresindeki hayat şekilleriyle birlikte şehre kaı ıfan canlı
bır orgamzmaydı.
ketin kuruluş iznini verir. Satışa çıkartılan üç Ticaret Nezareti 'nde toplanıp şirketi i!tizô.m'a
bin kuruşluk şirket hisselerinden Abdülmecid vermeyi kararlaştırırlar. Şirket-i Hayriyye b u
yüz adet, Valide Sultan elli adet ve Reşid Paşa karar doğrultusunda iki b i n yüz kese bedel kar
da yirmi adet satın alarak projeyi desteklerler. şılığı altı yıllık bir süre için Hoca Mıgırdıç Bile
Toplam iki bin hissenin satışı kısa bir sürede zikciyan'ın garantörlüğü ile Andon Kalcıyan ve
gerçekleşir ve Mösyö Manolaki aracılığıyla in Agop Bilezikciyan'a ihale edilir. Bilezikciyan'ın
giltere'ye sekiz adet vapur siparişi verilir. An Galata'daki ticarethanesi, aynı zamanda Şirket
cak Şirket-i Hayriyye'nin kendi hesabına yap i Hayriyye'nin de ilk yönetim bürosu olmuştur.
tırdığı 1 88 tonilatoluk Rumeli, Tarabya, Göksu Ne var ki şirketin giderleri, elde edilen karı den
vapurları ile 1 98 tonalitoluk Bey!erbeyı; Top geleyemez ve mültezim Bilezikciyan iltizam
hane ve Beşıktaş vapurları 1 854 'te sefere baş hakkını Resimci Mıgırdıç'a devreder. Dönem,
Jayabilmişlerdir. Bu ilk vapurların tekneleri ah ticaretle uğraşanlar için büyük risklerle dolu
şap olup, makineleri altmış beygir gücündedir. dur. Kırım Savaşı, devlete dış borç kapısını aç
Vapurların işletilmesi ve şirket yönetimi mış ve para piyasası Galata bankerlerinin eline
başlangıçta çeşitli sorunlar doğurmuştur. Bu geçmiştir. Mıgırdıç Efendi de bu olumsuz koşul
sorunları çözmek amacıyla otuz kadar hissedar lardan etkilenmiş olacak ki ''Aman ben batıya-
rafından Avrupa'ya konak mefruşatı almak Hüseyin Haki Efendi dönemi, Şirket-i
için gönderilmiş, fakat Raşid Efendi'nin Şirket-i Hayriyye'ye araba vapurlarının altın çağını ya
Hayriyye müdürlüğünden uzaklaştınlması üze şatmıştır. Boğaziçi'nde 1 8 70- 1 8 72 'de hizmete
rine, 1 866'nın Ağustos ayında Kamil Paşa'nın giren ilk araba vapurları 26 numaralı Suhulet
nüfuzuyla şirket yönetimine getirilmiştir. Bu ve 2 7 numaralı Sahilbend'dir. Şirket salname
görevin yabancısı değildir; daha önce şirket yö sine göre: "O zamanlar Londra'da bile araba
netim kurulu üyeliği ve komisyon başkanlığı vapuru nev'inden olan vesa'it-i nakl(yye iki
yaptığını biliyoruz. Şirketin geçmişindeki yol zincir arasından bir kıyıdan diğer kıyıya gider
suzluk söylentilerine bir daha yol açmamak ve açık denizde seyr ü sefer icra edemez iken
için önce yönetim kademesinde yeni düzenle Hüseyin Haki ijendi mijfettiş-i umumilikte
melere gitmiş ve Beyrut-Şam bölgesi aşar mül bulunmuş olan lskender I;fendi ile tersane us
tezimi Mısırlı Andon Bey'i organizasyon işiyle talanndan olup şirket tamirat memurluğunda
görevlendirmiştir. Bu reform girişiminin sonu bulunan Mehmed Ustayı bi'l-izam maksadını
cunda şirket, 1 9 . yüzyıl Osmanlı kumpanya lngiliz şirket-i inşa'(yyesine tefhim edebilmiş
idaresi anlayışına modern muhasebecilik yön ve o zaman 26 numaralı ve tek silindirli ara
temlerini kazandırmıştır. Ayrıca Haki Efen ba vapurunu sekiz bin lngiliz lirasına sipanŞ
di'nin çabasıyla ortaya çıkan 1 8 75 ve 1 890 ta ettinniştir. Bunun eşi olan 27 numara, çift si
rihli iki şirket yönetmeliği ile kaptanların mes lindirli olup on iki bin lngiliz lirasına satın
leki hak ve güvencelerini belirleyen bir talimat alınmıştır. " ilk seferini Kabataş-Üsküdar ara
name, personel sorununa verilen önemin açık sında, devlet rici'ılinin de hazır bulunduğu bir
kanıtlarıdır. törenle yapan Suhulet, top arabaları taşımış ve
bu başarısından dolayı Haki Efendi'ye üçüncü Şirket-i Hayriyye 'nin Boğaziçi kayıkçılarının
dereceden Mecidiye nişanı takılmıştır. Ne var ki ekmeğine engel olmak yerine, Anadolu'dan ls
bu ilk sefer, Üsküdar iskelesinde mavnacıların tanbul'a kayıkçılık yapmak için gelen acemileri
tepkisine neden olmuş, o güne kadar yük taşı önleyeceği şeklinde idi. Böylece hem gedik def
ma tekelini elleriı'ı1ie bulunduran mavnacılar teri ne kayıtlı mavnacı ve kayıkçı esnafını
Suhulet' i iskeleye yanaştırmamışlardır. Bu memnun etmek, hem de şirket projesinin güçlü
olay, Tanzimat reformlarının geleneksel toplum bir engelle kar�ıla�masını önlemek amacı hedef
hayatında doğurduğu ve mesleki lonca sistemi seçilmişti. 1 8 70'te ortaya çıkan mavnacıların
nin ticari kazanç kaygısıyla yeni düzenlemelere direnişi, verilen bir fetva-yı şerife ile kırılınca,
karşı gösterdiği somut tepkinin tipik örneğidir. Şeyhülislamlık makamı da, tanzimat modern
Bu türden olayların esnaf zümresi içinde yol leşmesinin teknolojik yeniliklerine açık tutu
açabileceği huzursuzluğa daha önce Şirket-i munu destekleyici bir konuma yerleşmiştir.
Hayriyye'nin kuruluş mazbatasında da değinil Dünyada ilk modern araba vapuru olma
diğini görüyoruz. 1 850'lerde istanbul'un ticari özelliğini taşıyan Suhulet, saatte 8 mil hız ya
hayatını yönlendiren esnaf tabakayı ürkütme pabilen, yandan çarklı bir Tanzimat buluşudur.
mek, teknolojik modernleşmenin en azından Projesi Hüseyin Haki Efendi'nin kafasında doğ
bu zümreyi tehdit eden bir olgu olmadığını ka muş ve İngiliz tezgahlarında gerçekleştirilmiş
nıtlamak amacıyla oldukça karmaşık düşünce tir. Arabaların gireceği bölme, çift silindirli Sa
ler ortaya atılmıştır. Örneğin bunlardan birisi. hilbend'e oranla biraz daha yüksek yaptırılmış
Mehmed Ali Paşa Hanı'nda üç oda daha kira mil Paşa'nın yetiştirmesi Hafız Vehbi Efendi 22
lanmıştır. Mayıs 1 896 tarihinde müdür tayin edilmiştir.
Taşınan yıllık yolcu sayısında 1 880'lerden Vehbi Efendi de Haki Efendi gibi müdürlük gö
sonra hızlı bir tırmanış görülmektedir. Şirketin revini üstlenmeden önce yönetim kurulu baş
her yıl yayımlad l'ğ ı Muvazene-/ umumiyye kanlığı yapmıştır. 1 86 6 yılındaki Haki Efendi
cedvellen°'nde bu artış açıkça izlenebilir. örne yönetiminde, bu görevde bulunuyordu. Hafız
ğin 1 8 8 7 ' de yapılan 4 1 . 7 1 9 seferde toplam Vehbi dönemi, Şirket-i Hayriyye tarihinde iki
8 . 804 . 6 72 yolcu taşınmıştır. Vapur sayısının büyük yeniliği gerçekleştirir. Bunlardan ilki
yolcu talebini karşılayamaması, Hüseyin Ha 1 902 'de pervaneli vapurların, yandan çarklı
ki'nin son yöneticilik yıllarında yeni vapurların vapurlar yerine hizmete girmesidir. Yandan
alınmasıyla bir ölçüde giderilmeye çalışılmıştır. çarklı vapurların dönemine son veren başlıca
1 8 9 0 ' d a ihsan, Şükran, Neveser, Rehber; neden, Boğaziçi' nde artan nüfusa paralel ola
1 89 2 ' de Metanet, Resanet ve Eser-i Merha rak kurulan iskelelerin birbirlerine giderek yak
met; 1 894 'te ise ikdam ve intizam vapurları laşması ve bu kısa mesafelerde eski tip vapur
hizmete sokulmuştur. Aynı yıl Hüseyin Haki ların manevra yetenekleri açısından yanaşma
Efendi hastalanmış ve 1 895 'teki ölümünden ve kalkışlarda zorluk çekmeleriydi. Pervaneli
sonra bir süre şirket, yönetim kurulunun idare vapurlar bu zorluğu ortadan kaldırdılar. 4 7 nu
si altında kalmıştır. maralı Tarz-ı nevin ve 48 numaralı Dil-nişin,
Hüseyin Haki Efendi'nin yerine Yusuf Ki\- Şirket-i Hayriyye'nin tek pervaneli ilk vapurla-
rıdır. 1 905'te yaptırılan Süreyya ve Şelıab ' ın da bir kruvazörü andırır. " Çift pervaneli va
küçük olmaları nedeniyle Armstong fabrikası purların liman giriş çıkışlarında ve iskeleye ya
na daha büyük çapta inşirah vapuru yaptırılır. naşmada gösterdikleri manevra yeteneği gözö
Bu son vapurların görüntüsü eskilere oranla bi n ü n e alınarak önce Fransızlara Sultaniye,
raz farklıdır; nedenini şirket salnamesinden Hünkar iskelesi, Sütlüce, Küçüksu vapurları si
okuyalım: "Bu vapurlara uskur şqftının hare pariş edilmiş, daha sonra bunlardan daha az
ketinden dolayı yolcuların rahatsız olacağı kömür yakan 69 numaralı Hüsryin Haki ve 70
mülahazasıyla alt kamara konulamamış ol numaralı Ziya vapurları Boğaziçi'nde işletilmiş
duğundan şeklen duba üzerine oturtulmuş tir. Fransız yapımı bu vapurların yanında İngi
köşklere benziyorlardı. " Tek pervanelileri liz yapımı olan Saraybumu, Boğaziçi, Kalen
1 907'de yaptırılan Kamer ve Rağbet adlı çift der ve Güze/hisar çift pervaneli vapurları da
peıvaneli vapurlar izler. 59 numaralı Kamer'de aynı dönemde hizmet vermişlerdir.
birinci mevki üç ve ikinci mevki iki salonludur. Hafız Vehbi Efendi'nin Şirket-i Hayriyye
Ayrıca tekne içindeki oturma yerleri de bir hay işletmesine getirdiği ikinci önemli yenilik, kuş
li değişikliğe uğramıştır: "Birıiıci mevkı; bıd alt kusuz Seyr ü Sefer Kalemi'ni kurdurmasıdır.
kamara, diğeri güverte salonu ve üçüncüsü Darülfünun geometri hocalarından izzet Bey'in
güverte üstündeki salondan ıbaret olmak üze başkanlığında çalışmaya başlayan bu büro, ilk
re üç kat mevkiye lıdvidir. ( . .) 59 ve 60'ın kıç defa olarak o güne kadar gerçekleştirilemeyen,
tarqjlanyla heyet-i mecmu'ası küçük mikyas- vapurların hareket programlarını hazırlar. önce
musluk karşısında yaşayamaz. Her iki durum da kapladığı nesnenin pratik işlevini insan bel
da su, aynı kimyasal bileşime sahiptir fakat, leğinin karanlık boşluğuna iter. Haz duygusu,
Musluğun insan yapısı nesneler dünyasın zihnimizde bir güzellik tanrısı olarak canlandır
daki işlevi, öncelikle kullanım değeri açısından masıyla yaşanır. Bir dolmakalemin pratik açı
önem taşımaktadır. Yüzünü yıkamak ya da su dan kullanım değeri, bizi divit taşıma külfetin
suzluğunu gidermek için bir akarsu kenarına den kurtarmış olmasıdır; fakat bu nesnenin es
gitmek zorunda kalan insan ile ihtiyacını mus tetik formu onu kadife kutusunda seyredilen
luğu çevirerek karşılayan el, onun kullanım de nadide bir mücevhere dönüştürür. Musluk da
ğerinin bilincindeki bir insana aittir ve bu uygar aynı şekilde içine yerleştiği çeşme kompozisyo
varlık, yarattığı nesnenin gündelik hayatına nuyla bir mimari anıta dönüşür ve kullanım de
getirdiği kolaylığı salt doğaya karşı kazanılmış ğerini estetik değerinin ardına gizler.
insanın su ile ilişkisini doğrudan sağlayan gıçtaki imgesel değerini kaybeden doğa, bu
İstanbul çeşmelerinde musluk yoktu. ilk defa İstanbul halkının burma lüle'li çeşmelere
l 560'lı yılların başında İstanbul çeşmelerine tepkisi umulmadık biçimde sert oldu. Merkezi
burma lüle adı verilen musluklar takılmaya otoritenin, yalnızca su israfıııı önlemek ve in-
başlandı. Lüle, suyun çeşmeden son çıkış yeri- san sağlığım korumak düşüncesiyle taktırdığı
dir ve eski metinlerde kimi zaman sô.de lüle muslukları mahalle sakinleri, kamusal hakları-
olarak da adlandırılır. Bunna lüle ise, musluk nı sınırlandıran birer araç olarak yorumladılar.
karşılığı kullanılmış olup bazan yalııızca bur- Böyle bir yorumu doğuran iki önemli neden
ma da denilirdi. Musluk, çeşmelere takılmadan vardı. ilki, kamusal hak kavramının içeriğiyle
önce şarap, sirke vs. gibi sıvı maddelerin sak- ilgilidir. Osmanlı' nın klasik döneminde doğa-
landığı fıçılarda kullanılmaktaydı. Bu maddele- dan yararlanma hakkı oldukça esnek bir çerçe-
rin tüketimi kişisel olduğu ve değerleri parayla veye oturtulmuştu. Bu çerçeve içine giren doğa
ödendiği için fıçılara musluk takmak zorunluy- nimetleri, ayııı zamanda Tanrı'ııın nimetleriydi
du; fakat tüketimi hem kamusal, hem de bedel- ve bu ilahi kaynak üzerinde hiçbir dünyevi
siz olan su konusunda musluk, doğal hak kav- otorite kısıtlayıcı tasarrufta bulunamazdı. Oto-
ramını ortadan kaldıran bir araç işlevini üstlen- rite yalnızca bayındırlık alanında, halkın ka-
mişti. musal yararını düşünerek, doğa üzerinde tasar-
me damgasını vuran kamusal bayındırlık dü musluklu çeşmelerin, üst tabakanın su üzerin
şüncesine ters gelen bir kişisellik barındırıyor deki kişisel tasarrufunu güçlendirerek, alt taba
du. Şehir belediyeciliği henüz doğmamıştı; dev kayı mağdur durumda bırakmasından kaynak
let, çarşı ve pazarı kendi denetliyor, ama ma lanıyordu. Klasik Osmanlı mahallesinin Müslü
halle aralarını burada yaşayanlara bırakıyordu. man cemaati hem zengin, hem de fakiri kuşa
işte böyle bir toplumsal düzende, basit bir nes tan bir toplumsal özelliğe sahipti. Esnaf ile bü
ne olan musluk, devlet ile insanı karşı karşıya rokrat 1 6 . yüzyılda henüz birbirlerinden farklı
getirdi. Burma lü/e'ye karşı çıkışın ikinci önem bir kültür kodu geliştirnıemişlerdi. Aynı nıalıal
li nedeni ise , toplumun alt ve üst tabakaları le ölçeği içinde yaşıyorlar ve böylece temel ay-
Musluk, 19. yüzyılda bile henüz orta tabaka evlerinde kullanılan pratik bir araç değildi. Mahalle sakinlerinılı gıindc/ik su ılı
t(yacım sakalar sağlryor, dolayısryla lstanbul'un bu gedikli esnefi şehnn karmaşık labirerinde geleneksel dağınm şebekesi gibi
çalışryordu.
musluk mandallarında da kendini gösterir. Sti oluşturması, Osmanlı yaşam üslubundaki nite
lize çiçek motiflerinin işlendiği mandallar, 1 8. liksel değişmenin de bir göstergesiydi. Klasik
yüzyıldan sonra natüralist anlayışa uygun dönemin içe dönük üslubu artık skolastik ka
yönde, daha gerçekçi bir tasvir sanatıyla süs buğunu çatlatıyor ve önce bina cephelerindeki
lenmişlerdir. Klasik Osmanlı çeşmelerinin en süslemelerle kendi estetiğini sokağa yansıtıyor
önemli süsleme ögesi, dini kaligrafıydi. Hat sa du. Meydan çeşmeleri, mahalle kültürünün şe
natı, çeşme mimarisinin dış cephesine tama hir kültürüne doğru genelleşmesinin birer ürü
miyle hakimdi. Bu hakimiyet, Lfıle Devri'nden nüydüler. Barok ve rokoko üslupları 1 8 . yüzyı
sonra gücünü kaybetmemekle beraber, aynı lın ikinci yarısından sonra, bu dışadönük mi
yüzeyi barok motiflerle paylaşmaya başlamış mari anlayışı süslemeye başladı. özellikle çeş
tır. özellikle bu dönemde çeşme yapımının hız me yüzeyleri barok çiçek ve meyve motifleriyle
landığını görüyoruz. Külliye duvarlarına bitişik doğanın gerçekçi tasvirlerinin yapıldığı natüra
çeşmelerin yerine, kendi kütlesini boş bir alan list bir tuvale dönüşmüştü. Musluk mandalları
da hissettiren meydan çeşmelerinin yapılması da bu dönüşüme ayak uydurmuş, stilize biçim
1 8 . yüzyılın karakteristik özelliklerindendir. lerinin yanında, natüralist çiçek ve meyve tas
Çeşme mimarisinin kendi başına bir bütünlük virleriyle süslenmişlerdir.
Doğu'da ya da Batı'da olsun, farklı uygar ce kanıtlar. Yok edildiklerinde bir toplumun
lıklara ait şehirlerin paylaştıkları ortak bir özel kültür dünyasında bırakacakları boşluklar, ger
likten söz edilebilir mi? Bu soru doğrudan bizi, çekten düşündürücüdür.
tarihsel perspektif kavramıyla yüzyüze getiri Osmanlı dönemine ait zengin bir mezartaşı
yor. Uygarlık haritasında yerini almış bütün kolleksiyonuna sahip olan İstanbul, ne yazık ki
önemli yerleşim merkezleri, insan yaşamına bu özelliğini, uygulanan çarpık sosyo-kültürel
tarihsel bir perspektif kazandırabilecek kültür politikalar sonucunda kaybetmeye başlamıştır.
sembollerine sahiptirler. Kanlı ayaklanmaların Bugün araştırmacılar için istanbul'daki mezar
bastırıldığı meydanlar, manevi yaşamın sığına taşlarının eksiksiz bir tipolojisini yapabilmek
ğı tapınaklar, iktidar gücünü perçinleyen sa neredeyse imkansızdır. Kaybolan örnekler, bu
raylar, kervan yClllarından akan servetle göz tür çabaları olumsuz yönde etkilemekte, varı
kamaştıran çarşılar ve tarihin künyesine kayıt lan sonuçları yetersiz kılmaktadır.
lı pekçok kişi için dikilmiş anıtlardan oluşan bu Bütün bu olumsuzlukları gözönüne alarak,
semboller yumağı insan belleğini harekete ge istanbul'daki Osmanlı dönemi mezartaşlarını
çirdikçe, geçmiş zaman üzerindeki sis perdesi kültürel ve estetik yönden gruplandırabiliriz.
aralanır ve uygarlığımızın görüntüleri tarihsel Birinci ayrım erkek ve kadın mezartaşları ara
perspektifi içinde netleşir. sında yapılabilir. Erkeklere ait taşlar, genellikle
Mezartaşlan bir toplumun kültür sembolle mensubu bulundukları toplumsal sınıfın kul
ri arasında yer alırlar. Hayatın mitik kökenine landığı başlık tipi ile tanınırlar. Kadın taşları ise
uzanmış insan kimliğine, ölümden sonra ikinci başlıksız ve dekoratif süslemelerle bezenmiştir.
bir yaşam bağışlayan bu semboller, kültürel Fakat bu sınıflandırma bir noktada yetersiz kal
sürekliliğin de somut örnekleridirler. Tari h , makta, her iki grup için de kendi tipolojisine
folklor, edebiyat v e plastik sanatların kesişme aykırı örneklere rastlanabilmektedir. Nitekim
noktasında var olmaları ise, bu sürekliliği han erkek taşlarının önemli bölümü başlıksız, silin
gi kültürel boyutlarda temsil ettiklerini yeterin- dirik ya da prizıııatik bir kütle olarak karşımıza
Bursa üslubu11da 16. yüzyıla ait Kasım Bey'i11 burma Kapta11 -1 derya Mehmed Paşa'11111 paşai kavuklu
sarıklı mezartaşı, iktidarı sembolize ede11 başlığı ve mezartaşı. Kallavi sadrazam kavuğu11u11 bir be11zeri
yaşa11mış bir hayatı belgeleyen kitabesiyle geçmişi ola11 bu üzeri istivalı başlık, kapta11 -1 deryalar
gü11ümüze bağlamakta. rarefı11da11 padişah huzuru11da giyilirdi.
Hayatta iken sahip olunan iktidar, ölümden sonra ancak mezartaşlanna hükmedebil[yordu. Her mezartaşı, ya
şadığı hayatla orantılı bir değer hükmüne sahpti.
i lstanbul'u bir açıkhava müzesine çeviren deJarklı hayat rarz
lannın kendi değerleniıi, zengıiı birer estetıkJormyelpazesi içinde gözler önüne serebılmeyeteneğıjdi.
mamları ile Büyük Saray dahilindeki Arkadios Emeviler tarafından İslam sanatı içinde yorum
Hamamı, şehir ölçeğinde merkezi önem taşı lanarak Anadolu ' ya aktarılmaları, Ortaçağ
yan yapılardı. Saray ve çevresinin rağbet ettik Türk hamam tipolojisinin de daha sonra Ar
leri bu hamamların yanısıra, Osmanlı döne tuklular döneminde yetkinleşmesine zemin ha
minde inşa edilen Çukur Hamam'ın eski yerin zırlamıştır.
deki Konstantinos Hamamı ile Babıali'deki Eu Selçuklular'dan itibaren Türk hamamları
doksia Hamamları da sur-içi lstanbulu'nun Bi Beylikler ve Osmanlı dönemlerini kapsayan
zans eserleri arasındaydılar. Bu yapılar gerek tarihi süreç içinde dini ve ticari yapılarla birlikte
mimari özellikleri, gerekse şehir hayatındaki şehir hayatının çekirdeğini oluşturmuşlardı.2
toplumsal işlevleriyle Osmanlı dönemi İstanbul Başta İstanbul olmak üzere Anadolu şehirleri
hamamlarına örnek teşkil etmişlerdir. ı Anado nin imaret sistemi çerçevesinde şekillenmeleri,
lu'da ise bu türden örneklerin kökeni 8. yüzyı hamamların da diğer yapılarla organik bir ilişki
la kadar uzanmaktadır. Bizans'ın Doğu sınırın kurmalarına yol açmaktaydı. Böyle bir ilişki,
da önemli bir ticaret merkezi sayılan Suriye'de çift yönlü bir işlevselliğin kaçınılmaz sonucu
ki mimari geleneklerin, söz konusu yüzyılda dur. öncelikle toplumsal gelenekler açısından
bu yapı, lstanbul'da yaptırılan son büyük ha zamanla sınırlarını genişleterek hamam ve
mamlardan sayılabilir. Hamam kültürü en kahvehane gibi mekanlar dışında halkın topla
renkli dönemini 1 9 . yüzyılda yaşamakla birlik nabildiği yegane merkezlerdi. Farklı toplum ta
te, bu canlılık yalnızca varolan semt ve çarşı bakaları arasındaki iletişimi sağlayan bu mer
hamamlarında sürdürülen bir çeşit halk eğlen kezlerde, esnaf, ulema ve sanatçılar biraraya
cesiyle sınırlı kalmış, yeni hamamlar yapmak gelebiliyorlardı. Bu bütünsel yapı içindeki tek
yerine, geliri azalanlar yıktırılarak tramvay ayrım, Müslümanlar ile azınlıklar arasında çe
yolları açılmıştır. ı 3 Topkapı'daki Safa Hamamı, kilen dini sınırla belirlenmişti. Azınlıkların ya
inşası daha eski olmakla beraber 1 898'de res şadıkları bölgelerin kesin sınırlarla çizilmesi,
tore edilmiş, fakat ilgisizlik yüzünden kısa sü cemaat hamamlarının da bu sınırlar içinde fa
rede harabeye dönmüştür. ı 4 aliyet göstermelerini zorunlu kılıyordu. Patrik
Türk hamam kültürü, geleneksel şehir ha hane ve Hamambaşılığın desteğiyle kurulan ve
yatımızın dinamikleri arasında yer alır. Fetih dini vakıflara gelir temin eden bu azınlık ha
ten sonra istanbul 'un kültür coğraflasını şekil mamları içinde Feııerkapısı Hamamı Rumlar'ın,
lendiren toplum tabakalarının cami, çarşı ve Cuhudkapısı Hamamı da Ya[ıudiler'in devam
tekke üçgeni içinde yaşadıkları gündelik hayat, ettikleri mekanlardı.
sından da kahve her tareftan gelen misq/ir/er başa bırakır. Yangıııdan yangına koşan bu in
le tamamıylayükü alınca mani havası ile ma sanlar ya korkunç serüvenlerden çıkıp gelmiş
nilere başla111rdı. " ler ya da böyle serüvenlere gözü kapalı atılma
Semai kahveleri aynı zamanda tulumbacı ya hazır gönüllüler izlenimini uyandırırlar. Se
kahveleriydi. Ramazan ayında Çalgılı kahveye rüven, uydurma bile olsa, tulumbacının gözün
dönüşen bu mekanlar, kültürel değişimin en de sıradan insanı epik bir kahraman yapar. Bir
yakın tanıklarıdır. Kahvehanenin atmosferine tulumbacı kahvesinde basit insanın serüveni,
hakim olan tip, tulumbacıydı. Osmanlı dünya her zaman fantastik dekorlar içinde dinlenmiş
sının yarattığı bu yarı gerçek, yarı efsane kişi tir. Yorgancı Sadık Desta111 ya da Komiser Hü
lik, Yeniçeri külhanbeyliği ile Bektaşi adabını sameddin 'in Desta111 ' na kulak verenler, gözle
kaynaştırabilen ve sokağın yalnızlığını toplum rini duvarlardaki Othe/lo ve Helenayı Kaçıran
sal kalabalığın baskısına karşı savunabilen bir Paris tablolarından ayıramazlar. Böylece haya
tiptir. Gündelik hayatın bütün titreşimlerine tııı yalın gerçekliği, psikolojik atmosferin say
açık bir bireysellik anlayışını benimsemiş, ken dam örtüsü altıııda epik renklere bürünür.
di töresini kurmuştur. Bu töre tulumbacıyı ha Tulumbacı kahvelerinde anlatılan destan
yatın içine çeker ve onu feleğin cilveleriyle baş- ların konuları birkaç temel motif etrafıııda top-
lanmıştır: Küçük yaşta yetim kalmak, esraren- Esnaf kahvelerinin kıdemli müşterileriydiler.
giz bir cinaye�t< kurban gitmek ya da karşılıksız Diğer yandan bu kahvehaneler kendilerine iş
bir sevginin esiri olmak. Motiflerin hepsinde verecek patronu bekleyen zenaatkarlarla dolup
yaşanmamış bir hayatın hüznü duyulur ve bu taşardı. Bahçıvanlar. duvarcı ustaları. sırık ha
duyguyu içinden söküp atmak isteyen tulum malları, saraçlar ve binbir çeşit meslek erbabı
bacı İstanbul sokaklarında kendi serüvenini Esnaf kahvelerinde iktisadi hayatın atardama
arar, ta ki Ramazan gecesi arkadaşlarının an rını ellerinde tutmuşlardır.
lattığı destan kahramanı oluncaya kadar. . . Esnaf kahveleri birer meslek kahvesiydi.
Haliç rıhtımlarına ve belli başlı çarşıların etrafı
na yayılan bu mekanlar, esnaf kahyalarının
VI denetlediği birer ekmek kapısıydı. işlevleri ge
reği, etkinlik alanları sınırlı kaldı fakat. bütü-
istanbul'daki iktisadi hayatın bir ucu Ka- nüyle gündelik hayattan silinmediler. Artan iş-
palı Çarşı'ya, diğeri ise Unkapanı' ndaki Esnaf sizlikle paralel büyüyen ucuz işgücü, Esnaf
kahvelerine açılırdı. Kapalı Çarşı için mal üre- kahvelerini tenhalaştırırken, ırgat pazarlarının
tenler, toptan ve parekende satışını yapanlar kalabalıklaşmasına yol açtı.
Vll
özelliğe rastlanmaz. Romanlara konu olan bazı tan hatıralarını canlandırmış, kimi zaman da
küçük çete tipi örgütlenmelerin dışında kaba şehir hayatının labirentleri içinde adalet duygu
dayı, genellikle bireysel tarih adına konuşur. sunu yitirmiş bir nihilist olarak bireysel serüve
Devletin Yeniç�riler'e verdiği resmi kolluk göre nini yaşamıştır.
vinden de yoksundur; fakat mahallesinin ve Semai kahveleri, İstanbul kabadayılarının
bağlı olduğu toplumsal çerçevenin namusunu mekan tuttuğu yerlerdi. En son örneklerine
korumakla kendini yükümlü sayar. Kişisel so Çemberlitaş civarındaki Tavukpazarı ' nda rast
rumluluk duygusunu toplumun üstünde gördü lanan aşık kahvelerinin mirasçısı sayılan bu
ğü için daha rahat hareket eder ve bu yüzden mekanlar, Osmanlı toplumunun, mevsimlere
en doğal hareketleri bile birer saldırganlık gö göre düzenlenmiş geleneksel takvimine uygun
rüntüsü kazanır. Gündelik hayatın ilkelerini biçimde faaliyet gösterirlerdi. Semai kahveleri
kendine göre düzenler ya da bir çırpıda bozu nin yalnızca Ramazan'da açıldığı konusunda
verir. İstanbul kabadayılığı bir çeşit çizgidışılık ileri sürülen görüşler ile kış mevsiminde ya da
sayılabilir. Tanzimat'la girilen yeni düzende as yalnızca Cuma akşamları çalgıcı kahvehane bi
keri ve mülki hiyerarşide yer almayan bu ka çimini aldığına ilişkin kayıtlar vardır. Semai
nun koyucu tip, esnaf tabakasının geleneksel kahvelerinin faaliyet zamanları yıl içinde mev
bağlayıcı değerlerine karşıt bir konumda, kimi sime göre değişiklik gösterse de, temel kural
zaman tulumbacılığın Yeniçeri ahlakını yaşa- olarak Ramazan boyunca işletildiklerini söyle-
ve kahvehaneye bir tiyatro havası veren sah oluşturan türler arasında bir bütünlük olduğu
nenin konumuna uygun biçimde dizilmişlerdir. söylenemez. Gerek Saray'da, gerekse Beyoğlu
Çalgıcıların yer aldıkları sahne, zeminden biraz tiyatrolarında icra edilen popüler marşların ka
yüksektedir. Mevcut malzeme ile süslenmiş badayı zevkini oyunhavalanyla birlikte şekillen
kahveocağı atrıca, aynaları ve tulumbacı fo dirmeleri, Semai kahvelerindeki kültürel yapı
toğraflarıyla bezenir. lanmanın çoğulcu karakterini sergilemektedir.
Programlı eğlence anlayışı, Tanzimat'la be Uvertür müziği olarak marş çalma geleneğinin
raber Semai kahvelerine girmiştir. Ramazan ge Beyoğlu tiyatrolarından çıktığı ne derece kesin
celerinde teravih namazından sonra başlayan ise, bu türün Semai kahvelerinde icra ediliş biçi
program, sahura kadar sürer. Bu programın içe minin de aslına göre çok farklı olduğu o derece
riği ı 9. yüzyıl boyunca zamanın modalarına uy kesindir. Semai kahvelerinin marş çalan saz he
gun şekilde değişikliğe uğramıştır. Yüzyılın ba yetlerinde şu çalgılar bulunuyordu: Klarnet, çirre
şında, aşık tarzının egemen olduğu bu kahveha nara, darbuka ve zilli maşa. Oyunlıavalan ve di
nelerde, il. Abdülhamid döneminden itibaren ğer alaturka türler için ideal bir kuruluş düzeni
alafranga müzik zevkinin de geliştiğine tanık ol sağlayan bu çalgı kompozisyonundan marş.
maktayız. Bu dönemin standart programı, marş polka gibi Batı müziği türlerinin tam bir icrasını
ve polkalarla açılır, ardından kantolar dinlenir ve beklemek yersizdir. Zaten amacın bu olmayıp,
sonra alaturka oyun havalarına geçilirdi. Bir çeşit deformasyon yoluyla üst tabaka zevkinin kari
program uvertürü sayılabilecek bu müzik faslını katürize edilmek istendiği ve böylece kabadayı
Osmanlı medeniyeti bir sohbet medeniyeti yoldan bir iletişim mekanizması gibi çalışan
idi. Toplumsal hayatımızın geçmişine ilişkin bu sohbet geleneğinin çerçevesini çizmektedir.
tespit, Osmanlı medeniyetinin adeta omurgası Burada hemen akla, konunun özüne ilişkin ba
nı meydana getiren kültürel aktarım sürecinin zı sorular gelmektedir. örneğin Osmanlıdaki
niteliği hakkında bize genel bir çerçeve sun yeme-içme kültüründen sohbet geleneğine
maktadır. Sohbetin dar anlamıyla tanımı, kuş uzanan süreç, salt toplumsal işleyiş mekaniz
kusuz onun bir eğitim metodu ve toplumsal ile masını açıklamaya yönelik zihinsel bir kurgu
tişim ağını düzenleyen geleneksel bir mekaniz mudur, ya da bu sürece katılan pratiklerin han
ma olduğunu dikkate almak zorundadır. Diğer gi temel özellikleri bir üst aşamada farklı gele
yandan geniş anlamda yapılabilecek bir tanım neklere zemin hazırlamaktadır?
�1
lamanın kapsa 1na, sohbetle bütünleşen, ade Konusu sıradan insan olan ve toplumsal
ta bu manevi geleneği kendi erkanıyla kuşatan tarihin bu en değişken figürünü mercek altına
yeme-içme kültürünün ritüelleşmiş yapısı da alan araştırmacı, kuşkusuz olg1ılar arasındaki
girecektir. Osmanlı toplumu, dahil olduğu me çok yönlü bağlantıları netleştirmede, zihinsel
deniyet dairesi içinde yeme-içme kültürünü kurgunun önemini yadsıyamaz. Ancak böyle
kendi başına bir amaç, başka bir deyişle gün bir kurgunun nesnel veriler etrafında gerçekleş
delik hayatın mutlaka yerine getirilmesi zorun tirilmesi araştırmacı için esastır. Diğer yandan
lu bir pratiği olmaktan çıkarmış, temel dayanak aralarında yeme-içme gibi gündelik pratiklerin
noktasını dini söylemde bulan bir dizi kurallar de bulunduğu bir dizi toplumsal faaliyetin baş
bütünüyle destekleyerek bir çeşit ibadete dö lıbaşına ele alınıp, barındırdıkları dini kurallar
nüşmüştür. işte toplum hayatının her gün tek sistemiyle birlikte çözümlenmeleri, bu pratikle
rarlanan pratikleri etrafında şekillenmiş manevi rin bir üst aşamada hangi oluşumları meydana
dokusu, neticede sohbet kültürünün varoluş getirdiklerini kavramak için kuşkusuz en elve
nedeni olmakta, yeme-içme eylem i , dolaylı rişli yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır.
bu sihirli içeceğin etrafında toplanan tiryaki yaygınlaşması üzerinde olumsuz etki yaratmış
lerin de sohbet mekanları olmuştur. sa da, medreseden kovulan bu içecek kendisine
Kahvenin İslam dünyasında başka hiçbir tekkede yeni bir yaşam alanı bulmuştur. Tekke
içeceğe nasip olmayan mistik bir madde kimli nin, kahveyi bir actab ve erkan içeceği yapan bir
ğiyle gündelik hayata girmesi, onu diğer içecek mekan olduğu rahatlıkla söylenebilir. Uzun sü
lerden ayıran ana özelliktir. Şaze11 tarikatının pi ren zikir ve sohbet meclisinde zihni açık tutmak
ri Hasan eş-Şazell tarafmdan keşfedilmesi ve ge amacıyla kahvenin tekkelerde revaç gördüğü bi
ne Şazeli dervişleri tarafından Habeşistan'ın linmektedir. Burada asıl önemli nokta, tekke ça
yüksek yaylalarından Yemen'e getirilmesi hak tısı altında kahvenin kazandığı mistik kimliktir.
kıııdaki rivayet daha başlangıçta mistik sembo Tekkelerde onun adına tören düzenlenmiş ve
lizm aracılığıyla kahveyi menkıbe kültürünün kahvecilik de bir hizmet makamı olarak "seyr ü
odağına yerleştirmiş ve bir ulu tarikat pirini de sülük"ta yerini almıştır.
bu menkıbenin kahramanı yapmıştır. Her ne ka Tasavvufi anlamda "seyr ü sülük"un da
dar ilmiye sınıfının kahveye karşı şer'i hükümler yandığı iki temel esas, hizmet ve sohbet'tir.
çerçevesindeki karşı çıkışları kahve kültürünün Kahvenin her iki esası da bünyesinde toplama-
Tavla oynamak bir kahvehane geleneği idi. Şans ile zekdmn birbiıini dengelediği bu oyunda, halk kelamı kadar dcıviş sıikuru da
geçer akçeydi. Sohbetin bir çeşit oyunlaştınlmış şekli olan tavla, kendisiyle başbaşa kalmış zihnin karşısmdakiylc konıı,wnasm
dan başka birşey değildi.
baren kendi mekanlarını kuracak ve böylece kendi ülkelerinde kötü şöhret sahibi batılı ti:ıc
kahvehaneler, sıradan insana dışa dönük ha carların, geçimini karanlık yollardan sağlayan
yatın imkanlarını sunarak toplumsal kültürü sahte asilzadelerin ve Doğu'nun büyüsüne ka
yepyeni bir dönüşümün eşiğine getirecektir. pılmış seyyahların geçici bir süre konakladıkları
Sıradan insanın yüzünü ev hayatından dış karanlık bir dünya idi. Bu dünyaya bir ucundan
dünyaya çeviren kahvehane, bu temel özelliği esnaflaşma sürecine girmiş bulunan Yeniçeriler
ne paralel olarak İstanbul 'un belki de en dışa de 1 6. yüzyıl sonlarından itibaren girmeye baş
dönük kültür dokusunu barındıran Tahtaka lamışlardı. Bütün bu insan ve kültür karmaşası
le'de kurulmuştur. 1 6 . yüzyılın Tahtakalesi , na bir de oyuncu loncalarını eklemek gerekir.
mahallenin v e ev hayatının gündelik dünyasına istanbul'un eğlence ihtiyacını karşılayan bu
alışmış insanı için hiç de tekin bir yer sayılmaz meslek zümresi, genellikle Kıpti idi. Ayrıca
dı. Burası, Haliç iskelesiyle bağlantılı bir ticaret mevsimlik gösteri yapan canbazlar, ateş yutan,
bölgesi olması nedeniyle maceracı denizcilerin, ipte gezen ve vahşi hayvanlarla akıl almaz
Mevlevlhanesi ise, taşradan istanbul'a gelen Aslı Bizans dönemine ait Hristos Akataleptos
dervişlerin konaklama ihtiyaçlarını karşılamak Kilisesi olan bu yapı, ı fetihteh sonra camiye
amacıyla, içinde çile çıkartılmayıp yalnızca ayin çevrilerek Mevlevi dervişlerine tahsis edilmiş2
icra etmeye mahsus bir "zaviye" şeklinde inşa ve vakfıyesi gereği tarikatın ayin icra ettiği bir
edilmiştir. mekan özelliğini taşımıştır. 3 ikinci tekke, aslen
Klasik bir mevlevihane özelliği taşımadık Mevlana soyuna mensup bulunan, fakat Nakş
ları halde, istanbul'da Mevlev1lik ile ilişkisi bu bendi şeyhi Molla ilahi'ye intisap ederek Nakşi
lunan ikinci bir dergah grubu daha vardır; an icazeti alan Abid Çelebi (903/ 1 49 7) ' niıı,4 1 5 .
cak bu grubu meydana getiren tekkelerde Mev yüzyıl sonlarında Fatih Otlukçuyo kuşu'nda
levilik, ya geçici ya da diğer tarikatlarla ortak bir kurduğu dergahtır. Eski kaynaklarda Fatih
meşihat sürdürebilmiştir. Bu tekkelerden birin Mevlevihanesi şeklinde geçen bu çift tarikatlı
cisi, aynı zamanda Mevleviliğin istanbul'daki tekkede hem Mesnevi okutulmuş, hem de Nak
ilk örgütlenme merkezi sayılan ve kaynaklarda şi usulünce "hatm-i hacegan" icra edilmiştir.
Kalenderhane Zaviyesi olarak geçen yapıdır. 1 9 . yüzyılda tekkenin yönetimini üstlenen
ve türbeden meydana gelen yapı grubu oluştu hem de tarikat içi eğitiminin verildiği mekanlar
rur. Bu çekirdeğin etrafında, özellikle türbeyi dır. Bu mekanları matbah-ı şerif, somathane,
bir kuşak gibi saran mezarlık alanı Hamfışan şerbethane, gusülhane, çamaşırhane, kütüpha
ve ibadet amaçlı meydan-ı şerif ile mescid yer ne, muvakkithane, kiler, hela ve hamamdan
alırlar. Şeyh ailesinin ikamet ettiği harem ve oluşan diğer bir yapı grubu bütünler. Çeşme,
selamlık daireleri ile geçici konaklamaya mah şadırvan, sebil, sarnıç ve kameriye gibi mimari
sus mihmanhane, Mevlevi dergahlarının barın unsunlar da mevlevihanelerin bünyesinde yer
ma amaçlı yapıları olup yine bu gruba dahil almışlardır. s
nesi şeklinde geçen ve halk arasında Galib De Sefine-i Nefise-i Mevlev[ydn ve Şahidl'nin Gül
de Dergahı olarak da bilinen Galata Mevlevlha şen-i Esrdr ında Sema'! Dede'ye ilişkin mevcut
'
nesi, !stanbul'daki ilk büyük Mevlevi kurulu bilgiler, onun tam anlamıyla Hurufi-Kalenderi
şudur. ll. Bayezid dönemi vezirlerinden !sken meşrepte bir Mevlevi dervişi olduğunu kanıtla
der Paşa'nın9 Galata sırtlarındaki av çiftliğinde yıcı niteliktedir. Tıpkı Mevlana Asitanesi post
1 4 9 1 'de inşa edilmiştir. 1 0 !skender Paşa adına nişini Ulu Arif Çelebi gibi şarap ve esrar içmek
düzenlenen vakfiyede Edirne·ye bağlı Vize ka te, Anadolu'daki heterodoks hareketlerle yakın
zası köylerinden Karaburçek"deki mezraa gelir ilişkisi bulunmaktadır. Nitekim onun !stanbul'a
lerini n dergaha tahsis edildiği kayıtlı bulu geliş nedeni de, temas halinde olduğu Kalende
nup, ı ı daha sonraki yüzyıllarda da bu gelirle rller'in il. Bayezid'e suikast düzenlemeleri üze
rin Galata Mevlevlhanesi'nin başlıca maddi rine açılan soruşturmanın bir sonucudur. 1 4 işte
Dergahın ilk postnişini, Sultan-ı Divani Se ma·ı Dede'nin !skender Paşa'ya intisap yoluyla
ma'! Mehmed Dede (9361 1 529) 'dir. 1 3 Mevla üzerindeki kuşkuları dağıttığı ve karizmatik ki
na soyuna mensup Sema'i Dede, Galata Mevle şiliğini kullanarak Galata Mevlevlhanesi'nin
Vıhanesi'ni kendi adına !skender Paşa'ya yap temellerini attırdığı anlaşılmaktadır. Postnişinli
tırtan şeyh olarak bilinir. Son derece ilginç bir ği çok kısa sürmüş ve yerine halifesi Safa'! De
kişiliğe sahip bulunan bu şeyhin mistik portresi de (9401 1 533) geçmiştir. 1 5 Tarikatın Galata
Mevlevlhanesi'nde odaklanan asıl örgütlenme
faaliyetleri bu şeyhin zamanına rastlar. Daha
sonra meşihat makamında Mesnevlhan Mah
mud Dede (955/ 1 548) 'yi görüyoruz. Aşçıbaşı
Veli Dede ile birlikte yürüttüğü Mevleviliği yay
gınlaştırma çabaları, il. Bayezid'in siyasi deste
ğiyle istanbul'a sokulan Halveti tarikatının şe
hirdeki yoğun gelişimi karşısında fazla etkili
olamamış ve Galata Mevlevihanesi bu dönem
de geçici bir süre Halvetiyye 'nin denetimine
girmiştir. 1 6 Dergahı yeniden Mevleviliğe bağla
yan şeyh ise, Sırrı Abdi Dede ( 1 04 1 / 1 63 1 ) 'dir.
/sranbul'da kurulan ilk Mevlevi rekkesı; Galara Mevlevihdnesi idi. Fakat bir süre sonra Mevlana Asiranesi postni
Başlangıçca Kalenderi meşrep Mevlevilik anlayışının egemen olduğu şini Bostan Çelebi tarafından meşihati kaldırıl
bu merkezde, 11. yüzyıl baş/anndan itıbaren lsmail Rusıihi Dede'nin
erkis{yle kendi kişiliğini bulan zengin bir casavvefkülrüıiinün remel
mış ve yerine Şarih-i Mesnevi İsmail Rusühi
/eri acılınıştı. Dede ( ı 04 ı / l 63 1 ) tayin edilmiştir. 1 7 Bu meşi
hat değişikliği nedeniyle dergahtan ayrılmak
zorunda k�lan Abdi Dede'nin Kasımpaşa Mev aliyete geçmeleriyle birlikte, tarikatın istan
levihanesi'ni kurması, İstanbul Mevleviliği tari bul'daki tekmerkezli yönetim şekli sona ermiş,
hinin başlıca dönüm noktalarından birisini bu yeni dergahlardan yetişen dervişler güçlü
oluşturur. Bu tarihsel dönüşümün Galata Mev şeyh aileleri oluşturarak çokmerkezli bir örgüt
levihanesi üzerindeki en önemli etkisi, İsmail lenme modeline doğru ilk adımı atmışlardır.
Dede'nin dergahda odaklanan banni eğilimleri Galata Mevlevihanesi'nin bu ilk dönemine
tasfiye ederek, tarikatın Osmanlı üst tabakasın ait yapılan hakkında kapsamlı bilgilerden yok
da hızla kökleşmesine zemin hazırlamasıdır. sunuz. Evliya Çelebi, dergahda yüz adet derviş
Buna karşın İbn ·Arabi etkisiyle kaleme aldığı hücresi bulunduğunu yazmakta ise de bu bilgi
Mesnevi şerhinden dolayı da zahir ulemasının yi, mevlevihanenin daha başlangıçta geniş öl
şimşeklerini üzerine çekmiştir. ı s ikinci etki ise çekli bir mimari programa dayanılarak inşa
daha çok Mevleviliğin örgütlenme yapısını ilgi edildiği şeklinde yorumlamak mümkündür. 1 g
lendirmektedir. Söz konusu dönemde Yenikapı, Dergahtan bu döneme ait günümüze kalabilen
Beşiktaş ve Kasımpaşa Mevlevihanelerinin fa- tek eser, aslen bir Ermeni mühendisi olan ve
hanesi,27 Osmanlı modernleşmesinin köklü re kapatıldığı 1 925 tarihine kadar kesintisiz sür
formlarla toplumsal yapıyı şekillendirmeye müştür.
başladığı ııı. Selim zamanında, bu değişimi ya Galata Mevlevihanesi ' nin bu dönemdeki
kından destekleyen yenilikçilerin başlıca mer ilk postnişini, Şeyh Gillib olarak tanıdığımız
kezi durumuna gelmiştir. Kendisi de Mevlevi Mehmed Es'ad Dede ( 1 2 1 3/ 1 799) 'dir. Köklü
olan ııı. Selim'in askeri ve idari alanda başlattı bir Mevlevi ailesine mensup bulunan Şeyh Ga
ğı reformlara karşı, özellikle Bektaşilerden kay lib, babası Mustafa Reşid Efendi aracılığıyla
naklanan muhalefeti bir ölçüde dengelemek Melamiliğe de bağlanmış ve böylece İstanbul
amacıyla Mevleviliği güçlendirme yolunu seçti Mevlevi kültürü içinde Şems kolu olarak bili
ği görülmektedir. Nitekim bu açık destek saye nen coşkun tasavvuf anlayışının yeniden do
sinde Galata Mevlevihanesi, adeta bir rönesans ğuşunu hazırlamıştır. Bu anlayış, Beşiktaş
dönemi yaşamaya başlamış ve dergahın top Mevlevihanesi şeyhi Nazif Dede ve oğlu Baha
lumsal kültürümüz üzerindeki yenilikçi etkisi, riye Mevlevihanesi şeyhi Fah reddin Dede'niıı
Mehmed Acaul/ah Dede ve derviş/en: Acaullah Dede, 19. yüzyı/111 bilimsel mecoc anlayışına salııp birşeyhti. Mevlevi miscisizmini
bu anlayış çerçevesinde cemsil ecmesı; Galata Mevleviluinesi'11i de pekçokyabancı araştırmacmın uğrakyen'yapan bir kültür
merkezi lıalılıe getimıişti.
vekaleten, 1 909'da asaleten Üsküdar Mevlevi hane ile ilgisi bulunmayan kişilere ait mezarları
hanesi postnişliğine atanmıştır. 43 Bir yıl sonra buraya rastgele taşınarak, Osmanlı dönemi der
1 9 1 O' da ise, Ataullah Dede' nin yerine dergahı gah hazirelerinde görülen tarikat bağına dayalı
vekaleten yöneten Veled Çelebi'nin Mevlana sosyo-kültürel bütünlük ilkesi bozulmuştur. Ni
Asitanesi'ne postnişin olmasıyla, Galata Mevle tekim, hazire yeniden düzenlenirken, lbrahim
vihanesi meşihatine getirilmiştir. Tekkelerin ka Müteferrika'ya ait mezartaşının 1 842 'de Ayna
patıldığı 30 Kasım 1 925 tarihine kadar dergah lıkavak'dan buraya getirilmesi, dergah hazlrele
meşihatinde kalan Celaleddin Dede ' nin kabri, rinin sosyal topografyaları ve yapısal bütünlük
Karacaahmet Miskinler Tekkesi civarındadır. 44 leri incelenmeden yapılan iyi niyetli bir girişim
İstanbul Mevlevi dergahtan içinde Yenikapı örneği olarak söz konusu ilkeyi ortadan kaldır
Mevlevihanesi gibi haftada iki defa, salı45 ve mış ve gelecekte yanıltıcı bir tarih yazımıza ze
cuma46 günleri mukabele yapılan Galata Mev min hazırlamıştır. Dergah günümüzde Divan
levihanesi semahanesi, tarikatın 8 sayısına ver- Edebiyatı Müzesi olarak faaliyet göstermektedir.
bir törenle açılışı yapılan Yenikapı Mevlevihiı fından Yeniçeriler ' i n kontrolünü sağlamak
nesi 'nins ı kurucusu Malkoç Mehmed Efendi amacıyla tayin edilen ve tamamen saraya bağ
ailesi hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Ba lı kişilere verilen bir görevdir. Bu açıdan Mal
bası, III. Mehmed dönemi devlet adamlarından koç Mehmed Efendi'nin Bektaşiliği bir yakıştır
tskender Ağa'dır. Mehmed Efendi' nin taşıdığı madan öte anlam taşımaz. Nitekim intisabı Ke
Malkoç lakabından ötürü ailesinin İstanbullu mal Ahmed Dede aracılığıyla Mevlevi tarikatı
olmadığı ileri sürülmüştür. 52 Daha sonra ise na olup Hacca giderken uğradığı Konya Mevla
Yeniçeri ocağı Başhalifelik görevini yürüttüğü na Asitanes i ' nde, lstanbul 'a döndüğü zaman
için kendisine yakıştırılan Kocabektaş lakabı bir Mevlevihane kurma arzusunu dile getirmesi
inanç çevresi hakkında yeterli ipuçlarını ver ğ i arslan figüründen övgüyle bahseder. Sakıb
mektedir. Dede ise, bu ressamın Edirne Mevlevihanesi
Kuruluşuna, "Bab-ı rıza" terkibiyle tarih dervişlerinden olduğunu belirterek, bizi kısmen
düşürülen Yenikapı Mevlevlhanesi ' n i n 1 6 . aydınlatmaktadır. 54
yüzyıla ait ilk yapıları , semahane, mescid ve Burada dergahın kuruluş dönemine ait ya
1 8 adet derviş hücresidir. 1 7. yüzyıl başlarında pılarına değinirken, önemli bir noktayı açıkla
inşa ettirilen meydan odası ve matbah ile de mak gerekir. Bütün tarikatlarda olduğu gibi
dergahın çekirdek yapı grubu şekillenmeye Mevlevilik'te de vahdet-i vücCid düşüncesini
başlamıştır. Bu yapılardan hiçbirisi günümüze meydana getiren mistik kozmogoninin dayan
gelemediği için, üzerlerinde fıkir yürütebilecek dığı bir kutsal sayılar sistemi vardır. Bu siste
durumda değiliz. Ancak Evliya Çelebi'nin ver min gündelik hayattaki pratik uygulaması, en
diği bilgiler çerçevesinde Mevlevlhane'nin bağ somut şekilde tarikatın mimari anlayışında gö
lık arazide semahane, imaret ve yetmiş kadar rülür. Örneğin Mevlevilerce 9 ve bunun katları
derviş hücresinden meydana gelen bir asitane kutsal kabul edildiğinden, " Nezr-i Mevlana"ya
olarak inşa edildiğini öğreniyoruz.53 Ayrıca tekabül eden ı 8 sayısı, aynı zamanda Mevlevi
Evliya Çelebi, dergahın duvarlarına Asarı adlı haneler' deki hücre adedini de belirlemiştir.55
bir ressamın ceıı hatla yazdığı ayet ve nakşetti- Nitekim Yenikapı Mevlevihanesi'nde inşa edi-
len ilk derviş hücreleri de bu sistem gereğince manzum çeviriyle sağlamıştır. Dört yıl süren
1 8 adettir \re Evliya Çelebi'nin verdiği rakam meşihatinden sonra yerine Doğan! Ahmed De
hiçbir şekilde gerçeği yansıtmamaktadır. de ( 1 0401 1 630) geçer. Konya'nın sayılı zen
Dergahın ilk postnişini Kemal Ahmed De ginlerinden iken Mevleviliğe intisap edip Mev
de ( 1 0 1 0/ 1 60 1 ) 'dir.S6 Mevlevi şeyhi Akşehirli lana Asitil.nesi'nde çile çıkartan Doğan! Ahmed
izzedd1n Dede'nin oğlu olup Mevlana Asitil.nesi Dede'nin meşihat dönemi, hem Yenikapı Mev
postnişini Hüsrev Çelebi'den hilafet almıştır. levihanesi, hem de tarikatın lstanbul'daki tarihi
Kişiliği etrafında yaratılan efsane onu bize, coş bakımından son derece önemlidir. Meşihatinin
kun bir sufı ve riyazata aşırı düşkün bir derviş ilk yıllarında dergahın 1 608 tarihli vafıyesi,
olarak tanıtır. Tıpkı Galata Mevlevihanesi şeyhi Rumeli Kazaskeri Es'ad Efendi tarafından Mal
Sema'! Mehmed Dede gibi karizmatik bir kişili koç Mehmed Efendi adına düzenlenmiş ve
ğe sahip bulunduğu, Malkoç Mehmed Efendi mevlevihanenin başlıca gelir kaynakları ara
üzerindeki nüfuzundan anlaşılmaktadır. Mev sındaki vakıf mülkleri kayda geçirilmiştir. Evli
levi kültürü içindeki yerini ise, Eflaki'nin ünlü ya Çelebi'nin sözünü ettiği dergaha ait yetmiş
eseri Mendkıbü '/-Arjfin'den kısaltarak yaptığı seksen kadar dükkanın. Ycnikapı Mcvleviha-
nesi 'ne gelir sağlayan başlıca kaynaklar ara gündelik hayatında giderek ağırlığını hissetti
sında bulunduğu açıktır.57 Nitekim 8 Cemazi ren derviş zümrelerinin son derece güçlü şeyh
yelahir 1 1 9 7 tarihli arzuhal suretinde Malkoç ler aracılığıyla hem saraya karşı belli bir nüfuz
Mehmed Efendi vakfına yapılan müdahale ne kazandıkları, hem de medrese kökenli ulema
deniyle bu vakıf mülkleri zikredilmektedir. s s ile çatışmaya girdikleri bir zaman kesitidir. Do
Dergahın tarihini ilgilendiren bir başka olay da, ğan! Ahmed Dede'nin çağdaşı olan şeyhler ara
ı 622 'de Mevlevihane sınırları içine kagir bir sında Celvetiyye'nin kurucusu Aziz Mahmud
köşk yaptırılmasıdır. Günümüzde mescid ve Hüdai, önde gelen Halveti halifelerinden Ab
derviş odalarının bulunduğu sahada inşa ettiri dülmecid Sivasi ve Ramazan Mahfi. Kadiriliği
len ve şeyhlerin ikametine ayrıldığını tahmin istanbul'a sokan lsmail Rumi ve Melamiliğin
ettiğimiz bu köşkten bugün hiçbir iz yoktur. temsilcileri idris-i Muhtefı ile Hüseyin Lamekii
Doğan! Ahmed Dede'nin meşihati. iV. Mu ni'nin adlarını saymak bile, dönemin lstanbu
rad'ın saltanat yıllarına rastlaması nedeniyle, lu' ndaki canlı tasavvuf hayatını. dolayısıyla ta
dönemin çalkantılı siyasi hayatına da tanıklık rikatların birbirleriyle olan muhtemel rekabetle
etmiştir. Gerçekten de bu dönem. lstanbul ·un rini kavramamıza yeter. işte böyle bir ortamda
bu ortama katılmıştır. Kendisini izleyen Keres 1 73 1 'de sadrazam olunca, aynı yıl Yenikapı
tec i - z a d e Mehmed Dede ( 1 1 4 5 / l 7 3 2 ) ' ni n Mevlevihanesi semahanesini eski mimari üslu
postnişinliği zamanında ise bu kültürel ortanı, buna bağlı kalarak yeniden inşa ettirmiştir. 70
tam anlamıyla istanbul'a özgü zengin bir ta ı 8. yüzyıl ortalarına doğru İstanbul mev
savvuf hayatına dönüşmüş, fakat 1 730'da çı levihanelerinin ortak yönetimi, güçlü bir şeyh
kan Patrona isyanı sonucunda toplumun alt ta ailesinin eline geçer. Musa Safi Dede ailesine
bakalarından gelen tepkiler nedeniyle gereği mensup bulunan Mevlevi şeyhleri, bu yüzyılın
gibi yaygınlaşabilme şansını bulamamıştır. Ke sonuna kadar Galata, Kasınıpaşa ve Yenikapı
resteci-zade Mehmed Dede, Konyalı'dır. Mev Mevlevihaneleri'nde postnişinlik yapmışlardır.
lana Asitanesi nıesnevihanı iken, Arif Dede'nin Trab l u s şam ' da doğan M u s a S a fi Dede
vefatı üzerine Yenikapı Mevlevihanesi nıeşiha ( 1 1 5 71 1 74 4 ) , ilk defa ı 708 ' de Halep Mevlevi
tine atanmıştır. Postnişliğinin son yıllarında hanesi şeyhliğini üst l e n m i ş , daha s o n ra
dergah önemli bir tamir geçirir. Derviş zümrele 1 72 3 'de Kasımpaşa ve ı 732'de de Yeııikapı
rine yakınlığıyla tanınan Hekim-zade Ali Pa Mevlevihanesi meşihatine getirilmiştir. Oğulları
şa,69 tran seferinde gösterdiği başarı nedeniyle Mehmed Şemseddin Dede ile İsa Dede, damadı
rafından yaptınlmaya başlanmış, Ebubekir De Dede'nin vefatıyla postnişin olan Ali Nutki De
de'nin 1 775 ' de vefatıyla yerine geçen oğlu Ali de ( 1 2 ı 9 / 1 8 04 ) , ailenin birinci kuşak üyele
Nutki Dede'nin ilk meşihat yıllarında tamam rindendir. Yaşça küçüklüğü nedeniyle meşiha
lanmıştır. Nutki Dede'nin henüz çocuk yaşta tinin ilk yılları, amcaoğlu Aşçıbaşı Sahih Ah
bulunması nedeniyle, bu tamirat işini dergah med Dede ' nin himayesinde geçmiştir. Daha
adına takip eden, Aşçıbaşı Sahih Ahmed De sonra bilinmeyen bir nedenden ötürü bu iki in
'de'dir. 1 774 tamiratı daha çok mevlevlhanenin sanın araları açılmış ve Ahmed Dede, Yenikapı
türbesini ilgilendirmektedir. Doğan! Dede Tür Mevlevlhanesi' nden uzaklaştırılmıştır. Ahmed
besi adıyla bilinen ve semahaneye bitişik olan Dede'nin bugün halen mevcud bulunan ve Ha
bu alçak tavanlı dar yapı, o zamana kadar yal let Efendi tarafından yaptırılan türbesi, bu
nızca Ebubekir Çelebi, Kemal Ahmed Dede, Do olayla bağlantılı olarak dergahın dışında, Mer
ğan! Ahmed Dede, Naci Ahmed Dede, Seyyid kezefendi mezarlığının Mevlevhihane Cadde
Ebubekir Dede ve Abdülahad Çelebi-zade Veled si 'ne bakan cephesindedir. ili. Selim dönemi
Çelebi ' nin sandukalarını ihtiva edip, ihtiyaca şeyhlerinden olan Nutki Dede,74 zamanının in
cevap vermediği için yıktırılarak, semahanenin ce sanat zevkiyle yetişmiş, hat, şiir ve musıki
mihrap yönüne doğru genişletilmek suretiyle dallarında eserler vermiştir. Günümüze bıraktı
yeniden inşa edilmiştir. 73 ğı en önemli iki eseri, kendi türündeki tek ör
Henüz 1 4 yaşında iken babası Ebubekir nek niteliğini taşıyan ve Yenikapı Mevlevilıa-
rinden olan Kunhl Dede ( 1 24 71 1 83 1 ) , musıkl mini ümmi Sinan Tekkesi şeyhi Zekai Efen
sahasındaki geniş kültürüyle tanınır. Uzun yıl di'nin damadı Aşçıbaşı Mehmed Sadık Dede
lar dergahın kudümzenbaşılığını yapmış, arala vekaleten yürütmüştür. Gençliğinde ünlü Nakşl
rında Vardakosta Mehmed Ağa'nın da bulun şeyhi Hoca Hüsameddin Efendi'den Mesnevi
duğu besteciler yetiştirmiştir. Hicaz ve nühüft okuyan Salaheddln Dede, Eyüb HatCıniye Tek
makamlarında bestelediği iki Mevlevi ayini kesi'nde düzenlenen bir törenle mesnevihanlık
vardır. icazeti almış ve Yenikapı Mevlevllıanesi'nde
Yenikapı Mevlevlhane s i ' n i n Tanzimat uzun yıllar Mesnevi dersleri vermiştir. fakat
sonrası dönemine ve 1 9 . yüzyıl siyası hayatına onun üzerinde durulması gereken en önemli
damgasını vuran Osman Salaheddln Dede özelliği, Tanzimat dönemi siyası kadrolarıyla
( 1 304/ 1 887) , amcası Kunhl Dede'nin vefatıyla kurduğu yakın ilişki sonucunda, Yenikapı
1 83 1 'de postnişin olmuş ve bu görevi yarım Mevlevlhanesi'ni özgürlük fikirlerinin tartışıla
yüzyıldan fazla bir süre üstlenerek, dönemin bildiği başlıca merkezlerden birisi durumuna
en nüfuzlu şeyhleri arasına girmiştir. Henüz 1 1 getirmesidir. Kendisine intisap eden devlet
yaşındayken posta oturan Salaheddin Dede'yi, adamları arasında Tanzimat'ın iki büyük sad
Beşiktaş Mevlevihanesi şeyhi Mehmed Kadri razamı, Keçeci-zade Fuad Paşa ile Ali Paşa var
Dede yetiştirmiş ve bu sırada dergahın yöneti- dır. Fuad Paşa'nın intisabı, babası izzet Mol-
la'nın Abdülbaki Nasır Dede müridi oluşundan gah üzerindeki kuşkularını sürekli canlı tutan
ötürü, bu dergaha ailece bağlanmanın bir so başlıca neden, henüz şehzade iken Midhat Pa
nucudur. Her iki devlet adamının ailelerine ait şa 'yı kendisine tanıştıran kişinin Salil.heddin
mezarlar, Yenikapı Mevlevihanesi haziresinde Dede olmasıdır. s ı Bu tanışma esnasında Şeh
halen mevcutturlar. Mısırlı olarak anılan Kamil zade Abdülhamid'in Midhat Paşa'ya Teşkilat-!
Paşa ve Şeyhülislam Sahib Molla da Salil.hedin Esil.siyye Kanunu'nu padişah olduğunda ilan
Dede'nin dergah toplantılarına katılarak, devlet edeceğine dair ver'1iği sözün tek tanığı da Sala
sohbeti yapan kişiler arasında ilk anda dikkati heddin Dede'dir. Fakat il. Abdülhamid, padi
çeken isimlerdir. Fakat Salaheddin Dede'nin si şahlığı döneminde Midhat Paşa ve yakın çevre
yasi hayattaki yerini belirleyen kişi, yakın dos si hakkında Abdülaziz'e komplo düzenlemek
tu Sadrazam Midhat Paşa olmuştur. Yenikapı iddiasıyla soruşturma açtırmış, dolayısıyla Sa
Mevlevihiinesi yakınındaki Arap-zade çiftliğini laheddin Dede'nin de Saray'la ilişiği kesilmiş ve
satın alarak buraya kendisi için bir köşk yaptı Yenikapı Mevlevihanesi istibdat yılları boyunca
ran Midhat Paşa, 1. Meşrutiyet öncesi anayasa jurnalcilerin en yakından takip ettikleri bir yer
tartışmalarını hiç kuşkusuz Salaheddin De olma özelliğini kazanmıştır.
de'nin toplantılarına da taşımış ve bu durum Tanzimat'ın getirdiği idari reformlar sonu
daha sonra Yenikapı Mevlevihanesi'nin il. Ab cunda Şeyhülislamliğa bağlı olarak kurulan ve
dülhamid tarafından kontrol altında tutulması tarikatların devlet denetimi altında tek merkez
sonucunu doğurmuştur. il. Abdülhamid'in der- den yönetimini amaçlayan Meclis-i Meşayih 'in
Cumhunjet döneminde kaderine terkedilen ve 1961 'de çıkan biryangın sonucu tamamen ortadan kalkan Yenikapı Mev
levihdnesi'nin türbesi. Çöken bir tanlıin bu hüzün vencigörüntüsü, lstanbul kültürünü ayakta tutan temel direklenlı birbiri ar
dınca nasılyıkıldığını gözler önüne sennekte.
Ağazade Mehmed Hakiki Dede'den sonra Dede ' nin şeyhliğini onaylayan söz konusu
yerine geçen postnişin hakkında, birbiriyle çeli hüccete göre, bu dönemde yıllık iaşe bedeli
şen farklı bilgiler mevcuttur. Zakir Şükr1 Efen 7.200 akçe olarak İstanbul Ermeni cizyesinden
d i ' n i n listesinde bu şeyh, Süleyman Dede tahsil edilmektedir. Dergahın 1 650 yılındaki
( 1 065/ 1 654) 'dir. Evliya Çelebi ve Hüseyin Ay gelir kaynakları arasında bu tür vergilerin de
vansarayl ise, Hasan Dede ( 1 0 7 1 / 1 660) ' nin bulunması, bir bakıma mevlevihanenin kuru
adını vermektedirler. Diğer yandan Beşiktaş luş yıllarında güçlü bir vakıf sistemine dayan
Mevlevihanesi'ne ait 6 Muharrem 1 060/ 1 650 madığını göstermektedir. 1 8 . yüzyıla gelindi
tarihli hüccet suretinde Hasan Dede 'nin şeyh ğinde, dergahın İstanbul dışındaki vakıf arazi
olarak zikredilmesi, Süleyman Dede'nin meşi lerinden büyük miktarda gelir temin ettiğini
hatinin bu tarihten önce kaldırıldığını kanıtla dikkate alırsak, 1 650 yılına ait bu kaynak tah
maktadır. ı oo Mevnevlhan Hasan Dede ' n i n sisinin geçici bir çözüm olduğunu varsayabili
coşkun bir tasavvuf neş'esine sahip bulundu riz. Hasan Dede ' ni n vefatıyla posta oturan
ğunu, Evliya Çelebi'den öğreniyoruz. ı o ı Hasan Pendari Naci Ahmed Dede ( 1 1 22/l 71 O) . önce
Eyyubi Mehmed Dede ve oğlu Ahmed Dede'nin içinde adı çeşitli söylentilere kanşmış bir kişidir.
meşihat yılları boyunca, Osmanlı üst tabaka Tokat Mevlevihanesi postnişini iken. aynı za
kültürünün birbirini bütünleyen farklı iki boyu manda bölgenin önde gelen ayanlarından ol
tunu temsil etmişlerdir. Ne var ki 1 9 . yüzyıla ması nedeniyle Mevlevi dervişlerini adeta birer
gelindiğinde, Çırağan Yalısı'nın Çırağan Sara devlet memuru gibi kullanmış, halkın yaşam
yı'na dönüşmesiyle birlikte dergah, bu eşsiz gü tarzına ters düşen hareketlerinden dolayı gide
zellikteki mekanı Tanzimat modernleşmesinin rek artan şikayetler sonucunda Ebubekir Çelebi
yeni sembolüne terk etmek zorunda kalacaktır. tarafından meşihati kaldınlarak şehirden ayrıl
ı 764'de Eyyubi Mehmed Dede ailesinin mak zorunda bırakılmıştır. ı os Abdülahad De
meşihat dönemi sona erince dergah, kısa bir de'nin Beşiktaş Mevlevihanesi postnişinliği iki
süre Abdülahad Dede 'nin yönetiminde kalmış yıla yakın sürer. Bu kısa dönemde çevresine
ve ardından Ahmed Dede'ye bağlı Trablus kö rind meşrep Mevlev11eri toplayarak dergahı,
kenli şeyh ailesinin denetimine geçmiştir. Ab Osmanlı üst tabakasının ilgi odağı haline getir
dülahad Dede ( 1 1 80/ 1 766) , Mevlevi tarikatı meyi başarmıştır. ı 09
Mevlevi zerefetı; /stanbul kültürünün incelmişyönünü temsil ed(yor yalıda Mehmed Kadri Dede'yi hemen her hafta
du. Bu zerefetin ortadan kalkmasıyla gündelik hayatın bütün bir ziyaret etmiş ve 1 839'da kendisinin de katıldı
defferler sistemi önce insanın ruhundan, ardından da şehre kimlik
ğı bir mukabelede İsmail Dede'nin ferahfeza
veren can damarlanndan çekilerek geriye sagır ve kör bir kalabalı.tın
hayat düzenini bıraktı. ayinini izlemiştir. 1 850'de vefat eden Mehmed
Kadri Dede, önce dergahın türbesine defnedil
Yusuf Zühdi Dede 'nin vefatıyla boşalan miş, fakat 1 867'de dergaha ait müştemilat Ab
meşihat makamına damadı Mahmud Dede dülaziz tarafından Çırağan Sarayı'nın yeniden
( 1 234/ 1 8 1 8) atanır. önce Mehmed Ruhi De inşası amacıyla tekrar yıktırılınca, Üsküdar
de'nin yerine Galata Mevlevlhanesi postnişinli Mevlevihanesi türbesine nakledilmiştir. 1 24
ğine getirilen Mahmud Dede, daha s o n ra Trabluslu Ahmed Dede ailesinin Beşiktaş
1 8 1 6'da yerini Kudretullah Dede'ye bırakarak, Mevlevihanesi'ndeki son temsilcisi, Mehmed
Beşiktaş Mevlevihanesi şeyhliğini üstlenmiş ve Said Dede ( 1 2 70/1853) 'dir. Mehmed Kadri De
bu görevini ancak iki yıl sürdürebilmiştir. Tari de'nin kardeşi Hacı Süleyman Efendi, abisinin
kat geleneğine göre Mahmud Dede'nin maka vefatıyla boşalan meşihat makamına geçmek
mına oğlu Mahmud Said Dede getirilmek isten üzere sadarete başvurmuş ise de, 1 25 dergah me
miş ise de, yaşça küçüklüğü nedeniyle posta şihatnamesi Said Hemdem Çelebi tarafından
oturması 1 850 'ye kadar mümkün olamamış, Mehmed Said Dede'ye gönderilmiş ve 1 3 Receb
bu süre zarfında Beşiktaş Mevlevihanesi şeyh 1 2 67'de Galata Mevlevihanesi şeyhi Kudretul
liği Mehmed Kadri Dede ( 1 26 71 1 850) tarafın lah Dede'nin de hazır bulunduğu bir törenle ken
dan yürütülmüştür. 1 20 Kaynaklarda daha çok disine verilerek resmen 1 7 Receb 1 2 6 7' de Be
Abdülkadir Dede şeklinde geçen Mehmed Kad şiktaş Mevlevihanesi postnişinliğine atanmış
ri Dede, Yenikapı Mevlevihanesi mensupların tır. 1 2 6 Kısa meşihati süresince dergaha ilişkin
dandır. ı 2 1 Bu dergahın 1 9 . yüzyıldaki ünlü kayda değer bir olaya rastlanmaz. Vefatıyla yeri
postnişini Osman Salaheddin Dede'yi yetiştir ne oğlu neyzen Yusuf Paşa geçmek istemiş, fa
miş ve bir bakıma 1 8 1 8- 1 850 tarihleri arasın kat Mızıka-i Hümayfın hocalanndan olduğu için
da Yenikapı ile Beşiktaş mevlevihanelerinin saraydaki resmi görevinden ayrılması Abdülme
kültürel dolaşımlarındaki ortak neş'eyi kişili- cid tarafından uygun bulunmamıştır. 1 2 7 Böylece
muş ise de, söz konusu aile, hiçbir zaman Ba- diğer farkWık da. siyasi hayat içindeki konum-
hariye Mevlevlhanesi üzerinde ortak meşihat landır. Daha 1 8 . yüzyıl sonlarından itibaren
anlamına gelebilecek bir idari tasarrufta bulun- Ebubekir Dede aracılığıyla Osmanlı modernleş-
mamıştır. Kuşkusuz bunda, her iki dergahı mesinin siyasi tercihlerinden yana bir tavır ser-
temsil eden farklı meşrepteki Mevlevilik anlayı- gileyen Yenikapı Mevlevihanesi, özellikle Sala-
şının da büyük rolü vardır. Yenikapı Mevlevi- heddln Dede döneminde açıkça jön Türkler'in
hanesi, son dönem İstanbul Mevlevi kültürün- destekçisi olmuş ve anayasacı düşünce akımla-
de, tarikatın geleneksel tasavvuf yorumunu rı ile masonluğu, temsil ettiği geleneksel tasav-
sürdüren bir merkez olarak dikkati çekerken, vuf kültürüyle bütünleştirerek, tipik bir Tanzi-
Bahariye Mevlevlhanesi daha çok Ehl-i beyt mat kurumuna dönüşmüştür. Buna karşın Ba-
bağlılığı temelinde gelişen Bektaşi-Melami hariye Mevlevlhanesi, Fahreddin Dede'nin ki-
meşrep Mevlevlliğin .odaklandığı bir dergah gö- şiliğinde odaklanan bir tutumla gündelik siya-
rünümü kazanmıştır. 1 45 Sabfıhi Ahmed Dede setin dışında kalma ilkesini benimsemiş, dola-
ile 1 7. yüzyılda Yenikapı Mevlevihanesi'nde yısıyla Yenikapı Mevlevihanesi'nden daha ba-
şekillenen Bektaşi meşrep Mevlevilik anlayışı, ğımsız bir çizgi izlemiştir.
asıl gelişimini Beşiktaş Mevlevihanesi'nde Ha- Topografık konum itibariyle Beşiktaş Mev-
san Nazif Dede'nin postnişinliği döneminde levihanesi'nin mimari özelliklerini belirleyen ko-
göstermiş ve Bahariye Mevlev!hanesi, 1 9. yüz- şullar, Bahariye Mevlevihaııesi için de geçerlidir.
yıl sonlarından itibaren bu kültürel mirası de- Bu açıdan her iki dergah da, Boğaziçi ve Haliç
vam ettirmiştir. Her iki dergah arasındaki bir kıyılannda şekillenen üst tabaka yaşam üslubu-
nü Efendi'nin duasıyla birlikte Bahariye Mevle meyille Bahariye Adaları' nın karşısına düşen
vlhanesi kudümzenbaşısı Zekiil Dede'nin oku Haliç kıyısına kadar uzanır. Topografık komım
duğu na't-i şerife geçilerek ısfahan ayini icra itibariyle, Silahtarağa Caddesi yönünde uzanan
olunmuştur. Ayinin bitiminden sonra ayrıca bahçe tarımına elverişli doğal bir kuşakla çevri
Kocamustafapaşa Asitanesi postnişini Mehmed li bulunan mevlevihanenin asıl yapıları, kıyı
Kutbeddln Efendi tarafından Sünbüll devranı şeridinde yoğunlaşmıştır. Bu yapılar moloz taş
ve kıyam tevhidi icra edilerek semahanedeki örgülü bir rıhtım boyunca doğu-batı yönünde
tören son bulmuştur. ı s2 sıralanan harem, semahane-türbe ve selamlık
Bahariye Mevlevihanesi, 1 9 1 O ' daki bu dairelerinden meydana gelirler. ı 53 Rıhtım vası
büyük tamir faaliyetiyle son şeklini almış, tasıyla Haliç'e açılan dergah kompleksinin asıl
1 92 5 tarihine kadar da önemli bir değişiklik giriş kapısı ise, Silahtarağa Caddesi'nden kıyıya
geçirmemiştir. Elimizdeki mevcut bilgiler çerçe doğru uzanan Mevlevihane Çıkmazı ' nın so
vesinde dergahın topografık konumu ve yapı nunda yer almaktadır.
ları hakkında şu genel değerlendirmeyi yapabi Günümüzde mevcut bulunmayan cümle
liriz: Mevlevihane, Haliç'irı Kağıthane kıvrı kapısı, 1 9 1 0 tamiratı sırasıııda Sultan Reşad
mındaki Bahariye mevkiinde yer almaktadır. tarafından neo-klasik üslupta inşa ettirilmiştir.
Kara tarafından Silahtarağa Caddesi ile sınırla Kesme köfeki taşından yaptırılan kapınııı basık
nan dergaha ait saha, güneye doğru lıafıf bir kemerli açıklığı üzerinde, dikdörtgen bir bordür
içine yerleştirilmiş 1 328/ 1 9 1 0 tarihli ta'lik ki nümüzde bu mahfil mevcut değildir. Mescidin
tabenin tarih beyti şöyledir: "Baş keser derviş kuzeybatı köşesindeki küçük minare ise, yapı
ler tanlıine Remzi hemıin / Oldu ılıyıi gel cıi-yi ya sonradan eklenmiştir.
naz!f-i Mevlevi. Bu kitabeyi, zemini küre şek
" Mescidin yanında iki grup halinde doğu
linde kabartılmış Sultan Reşad'ın tuğrası ve da batı yönünde sıralanan derviş hücreleri yer al
ha üstte de sivri kemerli bir alınlık tamamla maktadır. Birinci grup üç hücreden ibaret olup,
maktadır. neyzenbaşı, kudümzenbaşı ve aşçıdedeye aittir.
Cümle kapısının solunda, meydan-ı şerif Diğer grup ise on beş hücreden meydana gelir
olarak kullanılan tuğla duvarlı mescid vardır. ve her iki gruptaki hücre adedi, "Nezr-i Mevla
Neo-klasik üslupta inşa edilen kare planlı yapı, na "ya tekabül eden 1 8 sayısını verir. Hücrelerin
iki köşesi kesilmek süretiyle dar kenarlı bir altı iç avluya bakan cephesi, ahşap direkli bir sakıf
gen şeklini almıştır. ı 54 Cephe duvarları sivri la çevrelenmiş ve bu sakıf, yapı grubuyla güne
kemerli ikişer pencere ile donatılan yapıya, do ye kıvrılarak birbirine bitişik somathane ile mat
ğu yönündeki çift kanatlı bir kapıdan girilir. Bu bah-ı şerifi kuşatmıştır. Tek katlı ahşap yapılar
basık kemerli giriş kapısı doğrudan ana meka dan meydana gelen bu kitlenin güneyinde, der
na açılmakta ve güneyinde mihrap ile kuzeyin gahın harem kısmıyla ilişkili bir hamam ile mut
de ahşap kadınlar mahfili bulunmaktadır. Gü- fak yer almakta ve bu grubu Haliç kıyısı boyun-
Bahar(ye Mevlevfhanesi'nin günümüze ulaşamayan selamlık bölümü. Hüseyin Fahreddin Dede 'nin ikametine ayrılan bu
mütevaziyapı, aralarında Raef Yekta ile Dr. Suphi Ezgigıbi üstatların da bulunduğu saz ve söz meclislerine tamk olmuştu.
semahanenin yanında yeniden inşa ettirilmiş nemi kapsayan Nazif Dede'nin ı 9 1 5 ' de vefa
tir. üzeri kırma çarıyla örtülü tek katlı ahşap bir tıyla meşihat makamı, Fahreddin Dede'nin kızı
yapıdır. Merkezi bir sofa etrafında sıralanan al Fatma Fasiha Hanım'dan doğma Selman Faik
tı adet odadan ibaret bir mekan organizasyonu Dede'ye asaleten geçmiş ise de, bu tarihte yaşça
na sahip olup, kütüphane ve kahve ocağı gibi küçüklüğü nedeniyle dergah önce, Salaheddin
birimleri de bünyesinde barındırmaktadır. ı 59 Çelebi ve ardından da Bahaeddin Dede· nin ve
1 9 1 0 tamiratına başından sonuna kadar kaleten idaresinde kalmıştır. Salaheddin Çelebi.
nezaret eden Hüseyin Fahreddin Dede 1 9 1 1 'de Mevlana'nın torunu Mutahhara Hatun'a bağlı
vefat edince, yerine oğlu Küçük Hasan Nazif "İnas Çelebileri" kolundandır. önce Afyonkara
Dede ( 1 3341 1 9 1 5) geçer. Büyükbabası, Beşik hisar Mevlevlhanesi postnişinliğinde bulunmuş,
taş Mevlevihanesi şeyhi Hasan Nazif Dede' den ardından da kısa bir süre Bahariye Mevleviha
ayrılmak için "Küçük" lakabıyla anılmıştır. Na nesi meşihatini vekaleten yürütmüştür. Sala
zif Dede'nin dergahtaki çocukluk ve gençlik yıl heddin Çelebi'den sonra dergah meşihatini ve
larını kapsayan bazı kayıtlar Fahreddin De kaleten üstlenen ikinci postnişin, Beşiktaş Mev
de'nin Mecmua'sında bulunmakla birlikte, daha levihanesi şeyhi Büyük Nazif Dede'nin kardeşi
sonraki postnişinliği dönemine ait yeterli bilgi el-Hac Arif Efendi'nin torunu, Bahaeddin De
den yoksunuz. 1 8 78 ' de dergahta doğmuş ve de'dir. Fahreddin Dede tarafından düzenlenen
henüz yedi yaşında iken 1 885'de sema çıkart aile şeceresinde, babasının Ahmed Dede olduğu
mıştır. ı öo Postnişinliği dört yıl gibi kısa bir dö- kayıtlıdır. Bilecik Mevlevihanesi postnişini iken
dergahlar gibi kaderine terk edilerek hızla ha kon zur Topographie. /scanbuls, Tübingen, 1 9 77,
s. 1 53-1 58; Nejat Göyünç, '"Kalenderhiıne Camii'",
rap olmuştur. Uzunca bir süre Hazine, Vakıflar
Tanlı Dergisi. xxxıv ( 1 984), s. 485-494.
ve mirasçılar arasında dergah mülkiyeti konu 3 Fatılı Mehmet il Vaijiyelen", Ankara, 1 938, s. 259-
sunda çıkan anlaşmazlık çözümlenememiş, 260; Abdülbaki Gölpınarlı, Mevldnd 'dan Sonra
Mevlevilik, lstanbul, 1 983, s. 336-337.
1 935'de semahane Vakıflar tarafından yıktırıl
Mchnıcd Mecdi, Haddıku 'ş-Şakdik, lsıanbul. 1 269.
mış ve kısa bir süre sonra ı 939'da da harem s. 367-368; Mustafa Kara, '"Molla lliıhi: U n precur
binası yanmıştır. ı 66 ! 960'lı yıllarda ise, mev scur de la Nakşibendiye en Anatolie'", Naqshbaıı
dis. Clıemiııcments et situatıon acruc/lc d'wı on/re
levihanenin arsasında bir tuğla imalathanesi
ll(YStiquc musulman. lsranbul-Paris. 1 990. s. 3 ı 9.
faaliyet göstererek mescidi tuğla deposu olarak 5 Siir-11d111c, lstanbul Üniversitesi Ktp . , l b nülcnıin
kullanmıştır. 1 968'de mülkiyet davasıııı kaza yazmaları, nr. 2802, vr. 21 b.
6 BOA, irade Evkqf n r . 1 9 6 6 1 7 , (20 l\aııı azan
nan mirasçılar, yanmış bulunan türbedeki
1 3 1 3) .
postnişin mezarlarını Silahtarağa Caddesi üze 7 Hac/ika, 1, 265; A. Gölpıııarlı, a.g e., 339-340.
rindeki 1 6 Mart şehidlerinin eski yerine nakle- 8 Ahmet Işık Doğan, Osmanlı Mimarisinde Tarikııı
DiZiN 347
Akide kolu 65 arasta (lar) 81 Ayakapı 22
Akka 2 l Arif Çelebi (Ulu) 302 Ayasofya 2 1 , 56, 60
Aksaray 2 1 , 23, 25, 55, 60, 1 22 , Arif Hikmet (Hersekli) 230 Ayasofya Camii 32
1 75 , l 9 9 , 283 Arife Hanım l l 3 Ayasofya Çeşmesi 256
Aksaray Hamamı 269 Arifi Ahmed Dede (Peçevizade) Ayasofya Hamamı 269
Akse!, Malik 88 316 Ayasofya Meydanı 209
Akşemseddin 20, 34 Arifi Dede 3 1 8 Ayasofya vaizliği 6 1
Alaş 203 arka sakası 256 Ayastefanos 243
Aleksan 288 Arkadios Hamamı 268 Aynalıkavak 4 1 , 232, 31 O
Alev!lik 3 1 Armstrong Fabrikası 242 Ayşe Hanım 260
Ali Bey 243 Arnavut(lar) 2 1 , 49 Ayvansaray 22, 34
Ali Dede (Bakkalziide) 304 Arnavutköy 22, 49 Ayvansaray Loncası 284
Ali Emin Efendi 100, 103 Arnavutluk 55 Azablar Hamamı 269
Ali Fakih 20 Artuklular 268 Azapkapı 45, 86
Ali Hilmi Efendi 23 7, 240 Arzi Mehmed Dede 304 Azeri(ler) 54
Ali Kadri 1 99 Asaf (Detterdarlı) 288 Aziz Efendi (Horasani) 333
Ali Kemal 1 8 1 Asan 3 1 2 Aziz Efendi (Medeni) 336
Ali Nutki Dede 306, 307, 3 1 9 , 320 Asayiş vapuru 23 7 Aziz Mahmud Hüdai 52, 54, 63,
Ali Paşa 126, 1 3 7, 1 42, 1 43, 32 1 , Asmalımescid Mahallesi 4 2 314
326 Asya 52, 53, 267 Azimet vapuru 240
Ali Paşa (Hekimziide) 3 l 7 Aşık Ömer 2 7 7 Azmi Dede 336
Ali Sedad Bey 1 1 1 aşık kahveleri 277, 2 8 2 , 283, 285
Altay Dağlan 203 Aşiyan 1 77 Bab-ı Humayün 249, 253
Altınay, Ahmet Refik l ı Aşk-ı Memnu 1 78 Bab-ı Seraskeri l 73
Altıncı Daire-i Belediye 9 4 , 209, at sakalan 256 Baba Nazlı kolu 65
224 Atik İbrahim Paşa Camii 62 baba sofası 284
Alus, Sermet Muhtar l 1 Atik Valde 1 8 7 Babaeski 56
Amasya 3 1 Atikali 23 Babagan kolu 30
Amed vapuru 240 Atmeydanı 4 7, 65 Babıali 1 3 7 , 1 43 , 1 4 5 , 1 56, 1 66,
Ameli Ruh(Xydt l 62 Atmeydanı Çeşmesi 256 l 77, 1 84 , 209, 228, 23 1 , 232,
Amerika(lılar) 232 attarlar 1 99, 200 234, 235, 2 4 1 , 258
Anadolu 20, 2 1 , 2 5 , 30, 35, 4 2 , avanz sandıklan 40, 94 Babıali Baskını 2 1 2
43, 5 1 , 56, 58, 76, 1 00, 1 0 3 , Avni Bey (Yenişehirli) 336 Babıali caddesi 1 8 1
120, l 9 0 , 2 0 2 , 204, 2 1 1 , 233, Avrat Pazan l 99 Babıali efendisi 233
239, 244, 249, 267, 268, 299, Avrupa 1 1 , 2 4 , 43, 55, 58, 64, Babıali Hariciye Kalemi 244
302, 3 1 7, 326 8 1 , 94, 99, 1 1 4 , 1 1 7, 1 2 4 , Babıali katibi 202
Anadolu kazaskerliği 60 125, 1 2 6 , 1 2 7, 129, 1 30, 1 37, Babıali türkçesi 1 80
Anadolu Türkleri 2 l 1 39, 1 40, 1 4 1 , 142, 143, 1 44, Babil 1 8 1
Anadolu vapuru 23 7 1 45, 1 4 6 , 1 4 7, 1 48, 1 49, 1 50, Baedeker 1 4 1
Anadoluhisan 5 1 , 52 1 5 1 , 1 52 , 1 53, 1 54, 1 55, 159, Bağçe-i Bebek Çelebi 50
Ananyan, Paul 237 1 6 1 , 1 62 , 1 63, 1 68, 1 70, 1 73, Bağdat 74
Andon Bey (Mısırlı) 238 1 79, 1 82 , 1 97, 1 98, 20 1 , 205, Bağdat deı:niryolu 322
Anglikan kilisesi 45 208, 2 1 3, 2 1 7, 22 1 , 222, 224, Bahaeddin Dede 342, 343
Ankara 2 1 7 226, 230, 23 1 , 237, 238, 240, Bahai körfezi 52
Ankara Mevlevitıanesi 3 1 6 2 72 , 273, 274, 275, 309, 323, Bahariye 32 7, 336, 339
Apery, Pierre 2 0 1 336 Bahariye Adalan 339
Apollon Fotoğrafhanesi 202 A vrupa Adab-ı Mudşeretiyahud Bahariye Mevlevihanesi 305, 327,
Araba Sevdası 99 A lqfranga 1 2 5 , 1 4 1 330, 333, 335, 336, 337, 338,
Arap bacı(lar) 1 1 O Avrupa elçilikleri 4 3 339, 340, 34 1 , 342
Arap vilayetleri 80 A vrupa 'da Bir Cevelan 1 4 1 Bahariye vapuru 237
Arap (lar) 20, 43, 54, 63, 64, 76, Avrupalı (lar) 98 Bahçekapı 22, 4 1 , 56, 59, 1 8 1 ,
84 ayak naibleri 194 200, 209, 240, 283
DiZİN 349
Cemiyet-i Eczaciyan der Asitane-i Çırakçı mezraası 331 Divan-ı Humayfın 4 2 , 1 43, 263,
Aliyye 201 Çırçır suyu 50 265
Cenab Şahabeddin ı ı 7. ı 76, 1 83 , çingene manileri 288 Divan-ı Humayfın hocalan 264
1 84 Çinili Camii Külliyesi Hamamı 269 Divane Mehmed Çelebi 62
Ceneviz(liler) 20, 4 1 , 45 Çinili Külliyesi 269 Divanyolu 25, 59, 1 8 1 , 1 99
cerrahhane 1 95 Çiroz Ali (Yenimahalleli) 288 DiYana 1 1 4
Cerrahpaşa Hamamı 269 Çömlekçiler 301 Dnyeper 56
Cevahir Bedesteni 1 O Çubuklu 5 1 Dnyester 56
Cevahir kolu 65 Çubuklu Bahçesi 5 1 Doğancılar 63, 2 1 0
Cevdet Paşa vapuru 243 Çukur Hamam 268, 269 Doğani A h m e d Dede 6 2 , 3 1 3 ,
Chateaubriand, François Rene 3 1 4, 3 1 5, 3 1 9
1 1 8, 1 43, 2 1 9, 220 Dahil Medreseleri 55 Doğani Ahmed Dede Türbesi 3 1 9
Cibali 2 1 , 22, 24, 60 dama 280 Dolmabahçe 9 1 , 1 8 1
Cihangir 1 92 Danişmendndme 88, ı 03 Dolmabahçe mesiresi 4 8
Cirit Meydanı Kasn 4 1 dans salonlan 2 1 7 Dolmabahçe Sarayı 48, 208
cirit oyunu 46, 49, 5 1 Darphane Çarşısı 24 Don 56
Cocu lmaginaire 44 Darü '!-Mesnevi 33 Dördüncü Haçlı Seferi 2 1 0
Concordia 1 79 Darülbedayi 1 1 3, 1 1 8 Dr. Bernard 1 9 9
Constantinus 9 Darülfünun 1 1 5, 1 2 9 , 1 3 7, 1 5 5 , Dün ve Yann 1 62
ereme Perrev 1 1 7 242
Cuhudkapısı Hamamı 2 70 Darülmuallimat 1 1 0, 1 1 3, 1 2 8 Ebe Mektebi 1 1 3, 1 2 8
cuma alayı 264 Davud Paşa 28 Ebniye Nizamnamesi 209
Cumapazarı Hamamı 269 Davud Paşa Hamamı 269 Ebu'l-vefa 20
Cumhuriyet baloları 1 58, 1 59 Davud Paşa Külliyesi 28 · Ebubekir Çelebi 306, 3 1 9, 330
de Amicis, Edmondo 1 64, 222 Ebubekir Dede 3 0 7 , 3 0 9 , 3 1 8 ,
Çakır Ağa 20 de Bouillon, Godefroi 2 1 O 337
Çakırağa Mahallesi 23 de Caranza, Ernest 201 Ebussuud Efendi 6 1 , 2 6 4 , 273,
çalgılı kahveler 277, 285 de Nerval, Gerard 2 2 1 274, 275
Çamlıca 187 d e Nointel, Marquis 44 Eckford, Henry 232
Çanakkale Savaşı 3 1 4 , 324 de Villalon, Cristobal 36 Eczacı 201
Çarşamba 2 1 , 23 debbağhaneler 4 1 Eczacı Mekteb-i Alisi 1 99
çarşı(lar) 79, 80, 8 1 , 9 ı , 92 Debbağlar Çarşısı 24 Eczahane-i Edhem Perrev 200
Çarşıkapı 1 75 debbağlar 58 Eczahane-i Hamdi 1 99
çaşnigir ağaları 264 Defn't Amoureusxc 4 4 Eczahane-i Mehmed Kazım 200
çay 273, 274, 275, 280 Defter-i Dervişdn 320 Eczahane-i Ziya 1 9 9
Çelebi Halife bkz .. Cemaleddin Hal- Defterdar Halıcızade Yalısı 52 Edebiyat Fakültesi 325
veti Demet 1 1 4 Edebiyat-ı Cedide 1 84
Çelebi Kethüda Yalısı 4 9 deniz banyosu donları 2 1 5 Edhem Perrev 200
Çelebi kolu 6 5 deniz banyosu elbiseleri 2 1 7 Edhem Perrev Müstahzeratı 201
çelebilik makamı 299, 304 , 3 1 7, deniz hamamlan 2 1 4 , 2 1 5, 2 1 6 Edirne 57, 302
318 denizlik 2 1 5 Edirne Mevlevihanesi 3 1 2
Çemberlitaş 285 Dergah-ı ali çavuşları 264 Edirnekapı 27, 3 4 , 60
Çengelköy 53 Derviş Çelebi (Mevlevizacte) 304 Edirnekapı gümrüğü 23
Çerkes(ler) 96 Devlet-i Osmaniye Eczacıları Der- Edremit 58
Çıfıt Kapısı 2 1 neği 201 Edward Vll 2 1 3
Çıkrıkçılarbaşı 62 Dickens, Charles 1 74 Eflak 57, 5 8 , 233
Çınar Vakası 304 Dikiliıaş çarşısı 24 Ege 57, 2 1 8
Çırağan Palas-Kempinski Oteli Dil-nişin vapuru 2 4 1 Ege adalan 42
335 Dilaver Paşa 3 2 7 Eğirdir 21
Çırağan Sarayı 48, 1 8 1 . 327, 330, Dıp/omalı Kız 1 1 4 Eğriboz 5 7
33 1 , 332, 333, 334 , 335 Disraeli, Benjamin 1 72 Eğrikapı 2 1
Çırağan Yalısı 329. 330 Divan Edebiyatı Müzesi 31 O Ehl-i beyt 62
DİZiN 351
Germen(ler) 20 Halil Efendi (Mahmud Efendizacte) Hasköy Tersanesi 244
Gevheri 277 333 Haslar kadısı 75
Gladston, William Ewart 1 72 Halli Numan Bey 304 hassa gulamları 283
Göksu 52 Halil Paşa (Çandarlı) 34 Haşim Bey 333
Göksu vapuru 236 Halvetiler 31, 32 Haşune kolu 65
Guyau, jean-Marie 1 6 1 , 1 63 Halvetiyye 3 1 , 3 3 , 3 4 , 6 2 , 6 3 , Hatice Semiha 1 1 3
Gül Camii 3 1 299, 302, 3 1 4, 3 1 6 hatm-i hacegan 300
Gülhane Parkı 2 1 O hamamlar 2 1 2 , 2 6 7 , 2 6 8 , 2 70, Hatüniye Tekkesi 3 2 1
Gülşen-i Esrar 302 2 7 1 , 277 Havariler Kilisesi 1 9
Gülşeniler 33 Hamparsum 336 Haydarpaşa 1 35
Gülşeniyye 34, 62 hamüşan 30 1 , 326 Haydarpaşa Garı 8 7
Gümüşsuyu mesiresi 229 Hamza Bey (lzmirlioğlu) 331 Haydarpaşa Hamamı 269
Güzel Prens 1 1 4 Hamzaname 275 Haydarpaşa Hastanesi 1 9 6
Güzelhisar vapuru 242, 244 Hamzaviler 3 1 6 Hayırsız Ada 225
Han-ı Sultanı (Bey Kervansarayı) Hayrabolu 56, 58
hab-ı cihanbahş 65 25 hayranluk 65
hab-ı dilküşa 65 hanedan teşrifatı 1 56 Hayriye tüccarı 23 7
hab-ı dilşfıd 65 Hangay 203 Hayrullah Efendi (Şehremini) 320
hab-ı rasıfı 65 Hanım 1 1 4 hazine-i hassa 324
hab-ı sera 65 Hanım Kadın Mescidi 332 Henry 111 1 66
hab-ı şifa 65 Hanımlar 1 1 3 Hıristiyan cemaatleri 1 9 , 2 1
hab-ı uşşaki 65 HanımlarAlemi 1 1 4 Hıristiyan mahalleleri 20, 40
Habeşistan 294 Hanımlara Mahsus Gazete 1 1 4 Hıristiyan(lar) 20, 36, 43, 75, 222,
Habsburglar 1 53 Hanımlara Mahsus Malütfıat 1 1 4 247
Hacegan-ı Divan-ı Humayun 265, Hanway, john 274 Hıristiyanlık 1 9 , 74, 100, 1 1 4
266 Harb-i umüml 1 53 Hızırçelebi Odaları 28
Hacı Bektaş Asitiinesi 333 Harbiye Nezareti 3 1 4, 324 Hidiv hanedanı 125
Hacı Bektaş-ı Veli 30, 88 harci fırınlar 5 7 Hikmet Bey (Keçecizacte) 243
Hacı Hamdi 200 Harem 1 09 Hind 64
Hacı Hamza Mahallesi 43 harem 1 1 8 Hindistan 1 4 4
Hacı llyas Ağa 20 Harem iskelesi 240 Hintli Müslümanlar 74
Hacı Mimi Mahallesi 42 Harratlar Çarşısı 2 4 Hipodrom 267
Hadım Ali Ağa Yalısı 50 has fınnlar 5 7 Hoca Çelebi Yalısı 52
Hafız Tevfik Efendi 89 Hasan Ağa (Matbah emini) 304 Hoca Saadeddin 45
Hagion Apostolon Kilisesi 28 Hasan Ağa (Tırnakçı) 3 1 1 Hocapaşa 59
Hagios Andreas Manastırı 32 Hasan Ağa Çeşmesi 309 Hollywood 2 1 7
Hakem 63, 275 Hasan Dede (Leylek) 331 Horasan 30, 33
Hakkı Bey 288, 324 Hasan Dede 328 Houssmann 1 55
Halep 57, 84, 1 1 1 , 3 1 7 Hasan Efendi (Yeniköylü) 336 Hristos Akataleptos Kilisesi 300
Halep Eczahanesi 200 Hasan eş-Şazel1 294 Hulüs1 Dede (Aşçıbaşı) 306
Halep Mevlevlhanesi 31 7 Hasan Halife (Yeniçeri Ağası) 50 Hurufilik 34, 302
Halet Efendi (Devlet Kethüdası) Hasan Hüsni Dede 323 Hüdavendigar livası 56
307, 308, 3 1 9, 320 Hasan Nazif Dede 305, 333, 334, Hümayiş-i ticaret vapuru 233
Haliç 22, 23, 24, 25, 37, 40, 4 1 , 336, 337, 34 1 , 342 Hünkar iskelesi 55
4 5 , 5 3 , 8 5 , 209, 2 79, 283, Hasan NazifDede (Küçük) 342 Hünkar iskelesi vapuru 242, 244
296, 3 1 1 , 335, 337, 338, 339, hasbahçeler 208 Hünkar suyu 50
340, 34 1 , 343 Haseki Hamamı bkz . , Ayasofya Hüsameddin Efendi (Mesnevlhiı.n)
Haliç iskeleleri 13 7 Hamamı 32 1
Haliç kapanları 23 Hasırizadeler 3 0 1 Hüsameddin Efendi 62
Haliç kayıkçıları 286 Hasib Paşa 1 96 Hüseyin Ayvansarayl 6 4 , 3 2 7 ,
Haliç mesireleri 48 Hasköy 2 1 , 22, 56, 86 328
Haliç-Dersaadet Vapur Şirketi 86 Hasköy Fabrikası 243 Hüseyin Azmi Dede 309
DiZiN 353
Kaiser Willhelm 1 98 Kasım Bey 262 Komiser Hüsameddin 'in Destanı
kakünç hapı 65 Kasımpaşa 4 1 , 4 4 , 46, 5 7 , 20 1 , 2 78, 289
Kal'a-yı Sulraniyye 243 213 konak hamamlan 2 7 1 , 2 72
kalem efendileri 233 Kasımpaşa Mevlevihanesi 62, 299, Konstantinos Hamamı 268
Kalender vapuru 242, 244 30 1 , 303, 304, 3 1 7, 3 1 8 , 327, Konya 299, 304, 3 1 1 , 3 1 3 , 3 1 5,
Kalenderhilne Zaviyesi 29, 300 329, 333 3 1 6 , 3 1 7, 3 1 8, 333, 341
Kalenderi erkanı 62 Kasımpaşa Tersanesi 44 Kosti Avram Kalfa 338
Kalenderiler 33, 302 kathisma 267 köpekler 2 1 9, 220, 222, 224, 225
Kalenderilik 34, 62, 302 Katırcı Hanı 25 Kösem Valide Kervansarayı 54
kallavi kavuk 263 katibi kavuk 265 Kudretullah Dede 307, 308, 309,
Kalpakçılarbaşı 1 73 Katolik kiliseleri 42, 43 318, 332
Kamer vapuru 242 Karun 203 Kulebahçesi 53
Kamil Bey (Mahşer Midillisi) 1 4 3 Kauffer, François 209 Kuledibi 43
Kamil Bey (Tanburi) 336 Kavd'id-i OsmdniJye 230 Kulekapı Mevlevihanesi bkz., Gala-
Kamil Paşa 1 2 6 , 2 3 7 , 238, 240, Kavak Sarayı 55 ta Mevlevihanesi
24 1 , 322 Kavaklar 233 Kumkapı 22, 1 99, 2 1 6
Kanal seferi 3 1 9, 325 Kaya Sultan 329 Kumkapı Nişancı Camii 260
Kandilli 52, 53, 1 87, 1 88 Kaygılı, Osman Cemal ı 1, 2 77 Kurşunlu Mahzen 280
Kandilli Bahçesi 53 kayıkçılık 229 Kuruçeşme 2 1 , 22
Kandilli vapuru 23 7 Kazancıoğlu Bahçesi 329 Kuyumcular Çeşmesi 256
Kani Bey Enfiyesi 280 Keçeci, Salih Fuad 124 Kuzguncuk 53
Kanlıca 5 1 , 52, 57, 1 87, 233 Kelly 232 Küçük Ayasofya Hamamı 269
Kanlıca körfezi 52 Kem 203 Küçük Galata 21
kanto 280 Kemal Ahmed Dede 6 1 , 3 1 1 , 3 1 3, Küçüksu 52, 1 8 7
Kanuni Sultan Süleyman 20, 3 3 , 319 Küçüksu vapuru 2 4 2 , 244
3 6 , 4 1 , 4 6 , 4 7, 49, 5 0 , 5 1 ' 5 3 , Kemaleddin Dede 336 külhanbeyi 2 7 1
55, 6 1 , 62. 65, 249, 254, 256, Kemaleddin Bey (Mimar) 324, 340 külhanbeyi manileri 288
2 7 1 , 274, 275 kervansaraylar 98 külhanbeyler 282, 284, 290
Kapalı Çarşı 23, 24, 26, 29, 79, 80, Kestane suyu 50 külliye hamamları 269
92, 1 75, 279 Keşan 56 külliyeler 55
Kara Bati Bahçesi 48 keşkül 3 1 Kürkçü Hanı 25
Kara Hasanoğlu Yalısı 49 Kevork (Sarra� 237 Kürkçü Kapısı 43
kara surları 56 kıpti köçekler 284 Kütahya 318, 333
Karabaş-ı Veli 62 Kıpti (ler) 84
Karabaşiyye 62 Kırım 56 Liile Devri 89, 1 90, 207, 229, 232,
Karabet 288 Kırım Savaşı 1 99, 20 1 , 233, 236 249, 257, 3 1 6, 329
Karaburçek 302 Kırk Çeşme 256 liilezar 207
Karaca Ahmed Sultan 52 kıssahanlar 64 Lambo (Lavtacı) 288
Karacaahmet 260, 2 6 1 , 264, 266, kısun 65 Langa 22, 57, 60
310 kıyamet-i sugra 34, 35 Latifi 64
Karacehennem lbrahim Paşa Kona- Kız Ahmed 64 Latin mezarlığı 209
ğı 327, 336 Kız Sanayi Mektebi 1 1 3 Latinler 20, 43
Karadeniz 56, 57, 237 Kinglake, Alexander William 2 3 1 Le Bon, Gustave 1 62
Karaköy 43 Kirişhane Çarşısı 24 Le Cocq, Charles 1 79
Karaköy Caddesi 2 09 Klermon 2 3 1 Lebib 309
Karaköy Köprüsü 86 Koca Sinan Paşa Camii 49 Lello. Henry 4 5
Karaköy Meydanı 45 Kocaeli 331 Levant Company 44
Karaman 58, 60 Kocamustafapaşa 23, 62, 1 86, 187 levanten kahvehaneleri 88
Karamürsel 243 Kocamustafapaşa Asitanesi 3 2 , Levanten (ler) 4 1 , 99, 202, 2 2 1
Karaylar 44 339 Limni 5 7
Karesi 56 Koçu, Reşad Ekrem 1 1 Lion Garı 1 8 1
Kasım Baba (Eyüblü) 3 1 5 Kola Hamdi 200 Lonca Hamamı 269
DiZİN 355
Mısır 1 0, 2 0 , 5 7 , 5 8 , 1 25 , 2 3 3 , Mustafa Sakıb Dede 3 0 2 , 3 1 2 , nizam-ı alem 205
237, 332 3 1 5, 3 1 8 Nizam-ı Cedid 283
Mısır Çarşısı 5 6 , 80, 1 98 , 1 99 , Mustafa Yahya Efendi Yalısı 50 Nuri Dede (Keresteci) 320
200 Mutahhara Hatun 342 Nuri Bey (Bolahenk) 336
Mısır Darülmevlevisi 336 mutnb 29 Nusret vapuru 240, 244
Mısır Mevlevihanesi 309, 3 1 6 Muvazene-i umumiyye cedvelleri Nüzhet vapuru 240
Mısırlı(lar) 89 241
Mızıka-i Humaylın 332, 336 Mücahidin-i Mevleviyye Alayı 325 Odeon 1 79
Midhat Paşa 1 43, 322 mücevveze 263, 264 Odunkapanı 24, 25
Mihri Müşfık 1 1 3 Mühr-i Süleyman 2 6 1 Odunkapısı 25
Mihrimah Sultan Camii 54 Mükemmel ve Resimli Addb-ı Mu- Offenbach 1 79
Mihrimah Sultan Kervansarayı 54 aşeret Rehben· 1 6 1 Olimpos 1 0
Mikado 1 79 Münif Paşa 224 Olivier 22 1
Millet Kütüphanesi 1 03 Müslüman cemaatler 1 9 Onnik (San) 288
Mimar Mustafa Ağa Yalısı 49 Müslüman mahalleleri 20, 40 Orient Express 99
Mimar Sinan 5 1 , 5 5 , 2 4 4 , 2 5 4 , Müslüman(lar) 20, 26, 27, 29, 36, Onman Müdürlüğü 2 1 O
269 37, 42, 43, 44, 49, 50, 5 1 , 52, Onman Nizamnamesi 2 1 O
Mirgiin vapuru 23 7 53, 54, 57, 59, 64, 75, 85, 86, Orta Asya 46, 3 1 5
mit! değinmenler 5 7 96, 9 7, 1 08 , 1 09 , 1 3 7, 1 79 , Orta Asya Türkieri 203
Miskinler Tekkesi 3 1 O 1 82, 1 88, 1 90, 1 99, 200, 2 1 2 , Orta Valide Kervansarayı 54
Moda 1 89 2 1 3, 2 1 8, 220, 2 2 1 , 222, 234, Ortadoğu 74, 1 00, 232
Moliere 44 247, 248, 270, 274 Ortaköy 22, 49, 57
Molla tıahi 33, 300 Müteferrika Matbaası 232 Ortaköy yatılan 49
Montagu, Lady Mary Wortley 2 7 1 müteferrikalar 264 ortaoyunu 280
Mora 2 1 , 307, 333 Oryantalizm 222, 225
Muallim Naci 1 75 , 1 80, 1 83 Nabi 1 00 Osman Ağa (Çavuşbaşı) 304
Muhadarat 1 1 3 Nafı'a Hanı 240 Osman Dede (Kutb-ı Nayi) 304,
Muhsin (Mukallid) 288 Nahı! alayları 65 3 1 8, 323
Munika, Koch 208 Nakkaş Paşa Yalısı 49 Osman il 327
Murad ııı 52, 6 1 , 62, 65, 254 Nakşbendi 300 Osman Nuri (Bahriyeli) 288
Murad iV 50, 5 1 , 53, 275, 3 1 4 , Nakşbendiyye 33, 299, 309 Osman Salaheddin Dede 1 24, 32 1 ,
3 1 5 , 329 Namık Kemal ı 1 4 , 1 25, 1 43, ı 7 1 , 322, 323, 324, 332, 336, 337
Musa Kazım Efendi 338 1 72 , 1 73, 1 74, 1 82 , 1 84 Osmanlı ailesi 95, 1 1 9, 1 20, 1 24,
Musa Kazım Paşa 3 4 1 nargile 283 1 2 7, 1 33
Musa Safı Dede 3 1 7, 3 1 8, 320 Nasuh Paşa 48 Osmanlı Demokrat Fırkası 1 1 5
Musalıib Abdi Bey Yalısı 332 Nasuhi Mehmed Efendi 63 Osmanlı hanedanı 30
Musahipzade Celal 1 ı Neave, Dorina L 222 Osmanlı lstanbulu 1 9
Musliheddin Vefa 33 Necati 1 00 Osmanlı mahallesi 75, 78, 83, 84,
Mustafa Ağa (Hazinedar) 260 Nedim 2 6 1 , 3 1 6 94, 1 22
Mustafa Ağa 32 Nefi 1 00 Osmanlı pazan 44
Mustafa Efendi (Hatab Emini) 327, Nesib Dede (Aşçıbaşı) 333 Osmanlı taşrası 1 00 , 1 0 1 , 1 02 ,
336 Nesim (Balatlı) 288 1 03, 2 7 7
Mustafa Efendi (Reisülküttap) 265 Nestle 1 35 Osmanlı(lar) 9 , 2 0 , 2 4 , 3 5 , 4 1 ,
Mustafa Efendi 3 1 6 Neveser vapuru 2 4 1 49, 75, 89, 9 1 , 92, 93, 97,
Mustafa III 33 ı Neyzen Tevfık 325 1 00 , 1 0 3 , 1 0 7 , 1 0 9 , 1 1 0 ,
Musrafa izzet (Yesanzade) 309 Nezr-i Mevlana 3 1 2 , 340, 34 1 1 1 2, 1 1 4' 1 1 5, 1 1 6, 1 1 9,
Mustafa Naili Efendi 324 Nigar Hanım 1 ı 1 , 1 1 2 , 1 1 4 1 2 1 , 1 25 , 1 2 6 , 1 28, 1 29,
Mustafa Naili Paşa 326 Nikolaki Efendi 240 1 3 0, 1 3 1 . 1 3 5 , 1 3 6 , 1 3 7 ,
Mustafa Paşa Yalısı 52 Nisari Ali Efendi 304 1 3 9, 14 1 ' 1 4 2 , 1 4 4 ' 1 45 ,
Mustafa Reşid Efendi 305 Nişancı Mehmed Paşa Zaviyesi 62 1 4 6 , 1 4 7 , 1 4 8, 1 50, ı s ı ,
Mustafa Reşid Paşa 1 42 , 1 44, 228, Nişantaşı 1 12 , 1 89 1 52 , 1 55 , 1 5 6 , 1 58 , 1 59 ,
229, 235, 236 Nizam Plajı 2 1 7 1 6 0 , 1 6 1 ' 1 62 , 1 6 4 , 1 65 ,
DiZİN 357
salhaneler 58 Sevengil. Refik Ahmed ı ı 55, 56, 87, 1 90, 269
Salıpazan 21 , 4 1 Seyr ü Sefer Kalemi 242 Süleymaniye Medresesi 55, 1 75
Salih Dede (Neyzenbaşı) 336 Seyydle ı 1 4 Süleynıaniye müderrisliği 60
Samatya 1 9 seyyar kahveciler 293 Sünbül Sinan bkz., Sinaneddin Yu-
Samsun 2 1 seyyar satıc�ar 27, 224 suf
Samurkaş kolu 65 . Seyyid Hasan Ağa 20 Sünbüliyye 32, 339
Sanayi-i Nefise Mektebi 1 1 3, 1 1 7, Seyyid Nureddin Efendi 3 1 8 Sür'at vapuru 232
129 Sırıi Abdi Dede 302, 303, 329 Süreyya vapuru 242
Sandal Bedesteni 2 4 Silahtarağa Caddesi 339, 343 sürre alayı 286
Sanderson, )ohn 45 Silivrikapısı 2 1 Süs 1 1 4
Saraçhanebaşı 24 Silivrikapısı Hamamı 269 Sütgöl 203
Saraçlar Çarşısı 24, 28 Sinan Paşa 36 Sütlüce 57, 324
saraçlar 28, 4 6 Sinaneddin Yusuf 32, 34 Sütlüce vapuru 242
Sarafim Kıraathanesi 2 7 5 Sinaniyye 62
Saraybumu vapuru 242 Sinop 2 1 Şah lsnıail 33
Sanyer 50, 1 8 1 Sirkeci 86, 209 Şahidi 302
Sanyer vapuru 2 3 7 Sirkeci Gan ı 82 Şahkulu Kapısı 4 1
Saruhan 56 Sivas 2 ı Şah kulu Sokağı 31 O
satranç 280 Sivasüer 6 1 Şam 57, 74, 84, 238, 3 1 7
Saville, Henıy 2 74 Sivasiyye 62 Şanı Mevlevihanesi 3 1 S , 3 1 6
saz şairleri 2 77 Siyahi Mustafa Dede 3 1 6 Şamanizm 203
Schedel, Hartmann 1 9 sokaklar 206 Şarköy 243
Sebah ve )oaillier 202 Stockholm 1 4 1 Şazel11er 294
Sedad Simavi 1 1 4 Styx 2 1 2 Şehfıb vapuru 242
Sedes, Selami izzet ı ı 4 Suhulet vapuru 2 3 8 , 2 3 9 , 2 4 3 , Şehir Harlan işletmesi 244
Sefaradlar 2 2 244 Şehir Oğlanı Kapucuoğlu Osman
Sefine-i Nefise-i Mev/evfydn 302, sukiya 273 kolu 65
3ı8 Sultan Ahmed Camii ve Külliyesi Şehremini 62
Selamet vapuru 240 56 Şehsuvaroğlu, Haluk 1 1
Selanik ı 8 ı, 233 Sultan Ahmed Külliyesi Hamamı Şehzade Caddesi 1 73
Selanik Yahudileri 2 1 269 Şehzade Camii ve Külliyesi 55, 88
Selçuklu(lar) 30, ı oo. 268, 3 1 5 Sultan Bayezid Hamamı 269 Şehzactebaşı 88, 2 7 ı
Selim Ağa 266 Sultan Hanı 28 şehzadeler 2 1 2
Selim Dede 304, 3 ı 8 Sultan Selim Camii 55 Şekerci Cemil 88
Selim I 32, 34, 4 1 , 1 9 ı Sultan Süleyman Hamamı 269 Şekerci Yahudi Yalısı 49
Selim m 8 7 , ı s ı , 264, 283, 305, Sultan Veled 299 Şems 63, 275
306, 3 1 9 , 331 Sultanahmet 2 1 O Şems kolu 305
Selimi kavuk 263 Sultanhanıanı 25, 209 Şemseddin Sami 1 1 3, 1 1 4
Selimiye Kışlası 55, 87 Sultaniye mesiresi S 1 Şemsi Dede 304
Selman Faik Dede 342, 343 Sultaniye vapuru 242, 244 Şemsi Paşa Camii 54, 260
Sema'! Mehmed Dede (Sultan-ı Di Sultanselim 30 1 Şerh-i Şahfdf 320
vani) 29, 302, 3 ı 3 Sulunıanastır 2 ı . 22 Şerif Haydar Bey (Evkaf Nazırı)
semai kahveleri 2 7 7 , 2 78 , 2 8 1 , Sunımer Palace 98, 99 338
282, 284, 285, 286, 288, 289, Suriye 20, 268 Şevki Efendi 338
290, 298 Surp Lusavoriç Kilisesi 43 Şeyh Galib 3 0 4 , 305 , 306, 308,
Sender 202 Süleyman Ağa 1 1 ı 3 1 2, 320
Septimus Severus 267 Süleyman Dede 328 Şifa suyu 50
ser-eribba-i hassa ı 96 Süleyman Efendi (Hacı) 332 Şii 3ı
Servet-ıJünun 1 75, I 76, ı 77, Süleyman Nazif 1 83 Şile 2ı 7
ı 78, ı 7 9 , 1 80, 202 Süleyman Paşa Odaları Hanı 25 Şimendifer idaresi 240
Seıvi kolu 65 Süleynıaniye 10, 1 83 Şirket-i Hayriyye 86, ı 80 , 2 2 7 ,
Sester 208 Süleymaniye Camii ve Külliyesi 54, 228, 2 2 9 , 230, 23 ı , 232, 233,
DiZiN 359
Üsküdar iskelesi 54 Welt-chronik 1 9 32 1 , 322, 3 2 3 , 3 2 4 , 325,
Üsküdar Mevlevihanesi 299, 304, Westminster 1 7 1 , 1 74 3 2 6 , 329, 3 3 0 , 33 1 ' 332 ,
3 1 0, 327, 332 336, 337, 34 1
Üsküdar Sarayı 55 Yagobyan, Yagob 23 7 Yenikapı Mevlevihanesi Türbesi
Yahudhane 9 7 325
Vahdet-i vücud 204, 301 , 3 1 2 Yahudi hekimler 2 2 Yeniköy 50, 233
Vak'a-i hayriyye 1 2 4 , 2 2 7 , 282, Yahudi mahalleleri 2 0 Yenimahalle 2 1
284 Yahudi sarraflar 2 2 Yenisey 203
Vakaresko 1 1 8 Yahudi(ler) 1 0, 2 0 , 2 1 , 22, 27,36, Yenişehir 2 1 , 333
Vakıflar Genel Müdürlüğü 326 44, 45, 49, 53, 56, 57, 97, 99, Yeşilköy 96, 2 1 6
Vani Mehmed Efendi 53, 3 1 5 , 329 199, 270 Yıldız Hamamı 22
Vaniköy 53 Yahudilik 74 Yıldız Sarayı 48
vapurlar 85 Yalova 58 Yirmisekiz Çelebi Mehmed 1 72
Vasıf (Üsküdarlı) 288, 289 Yasef Moiz 1 99 Yorgancı Sadık Destanı 2 78, 289
Vasıta-i ticaret vapuru 233 Yedikule 22, 24, 60 Yugoslavya 55
Vefa 2 1 Yedikule Salhanesi 58 Yunan hamamları 267
Vefa Hamamı 269 Yemen 273, 275, 294 Yusuf Dede (Çengi) 329
Vehbi Efendi (Hafız) 24 1 , 2 4 2 , Yemiş Kapanı Hanı 25 YusufNesib Dede 3 1 6
243 Yeni Cami ve Külliyesi 56 Yusuf Paşa (Neyzen) 332, 336
Veled Çelebi (Abdülahad Çelebiza- Yeni Odalar 55 Yusuf Sineçak 62
de) 3 1 9 Yeni Odalarbaşı Hamamı 269 Yusuf Zühd1 Dede 307, 33 1 , 332
Veled Çelebi 3 1 0, 333, 338, 34 1 Yeni Osmanlılar 1 2 5 , 1 3 7 , 1 72 , Yusufı kavuk 263
Veli Dede (Aşçıbaşı) 302 1 74
Venedik 36, 58, 201 Yeniçeri ağası 59 Zilim Ağa (Habeşizade) 3 1 8
Venedik balyosu 45 Yeniçeri Efendisi Koyunzade Yalısı zakir Şükri Efendi 328
Venedik Cumhuriyeti 45 50 Zal Mahmud Paşa camii 301
Venedik Loncası Mahallesi 25 Yeniçeri hamamları 2 7 1 zatü'l-hareke 2 1 6
Venedik Sarayı 43 Yeniçeri kahvehaneleri 6 5 , 2 8 3 , Zekai Efendi 32 1
Venedik ticaret kolonileri 25 284, 286, 296, 298 Zekai Dede 336, 339
Venedik(liler) 20, 43, 45 Yeniçeri kışlaları 55 zerrin külah 266
Venedikli tüccarlar 58 Yeniçeri Ocağı 30, 226, 3 1 1 Zeuxippe Hamamlan 267
Vense!, Fritz 208 Yeniçeri odaları 2 8 1 , 284 Zeyniyye 299
Vezneciler 29, 80 Yeniçeri(ler) 30, 32, 45, 57, 65, Zeyrek 23, 59, 1 9 9
Vezneciler Hamamı 269 1 75, 1 9 1 , 2 1 3, 271, 276, 278, Zeyrek Medresesi 3 3
Victoria 1 53 282, 283, 285, 296, 297, 298, Zeytinburnu 326
Vivitz 1 79 309, 3 1 1 , 32 7 Zihni (Bayburtlu) 2 7 7
Viyana Garı 1 72 Yeniçerilik 3 1 , 45 Zihni Salih Dede 3 1 6 , 329
Vize 302 Yenikapı 22 Ziver Paşa 323
von Moltke, Helmut 209, 223 Yenikapı Mevlevihanesi 6 1 , 6 2 , Ziya Paşa 1 83, 243
1 2 4 , 303, 304, 306, 307, Ziya vapuru 242, 244
Waterloo istasyonu 1 74 310, 3 1 1 , 3 1 2 , 3 1 3, 3 1 5, Zübeyde Havva Hanım 336
Weinberg 202 3 1 6, 3 1 7, 3 1 8, 3 1 9, 320, Zümtüd kolu 65
Kitap hazırlanırken pek çok kişinin yakın desteğini gördüm . Başta M. Baha Tanman, E.
Nedret işli, Cengiz Kahraman ve ö . Faruk Şerifoğlu, görsel malzeme temini konusunda kendi
arşivlerini istifademe sunmak nezaketini gösterdiler. Hepsine şükran borçluyum.
Sayfa 30, 1 24 , 3 1 0, 3 1 2 , 32 1 , 325, 334, 337, 339, 342 'deki gravür ve fotoğraflar M. Baha
Tanman arşivinden; 55, 56, 78 (üst) , 85, 87, 88, 89, 90, 98, 1 1 6, 1 26, 1 76, 1 86, 1 89, 1 98, 206,
207, 229, 230, 234, 2 4 1 , 260'daki resim ve kartpostallar E. Nedret işli arşivinden; 26, 52, 63,
80, 8 1 , 82, 96, 1 1 0, 1 1 1 , 1 1 3, 1 1 4 , 1 2 1 , 1 42 , 1 44 , 1 45, 1 59, 1 60, 1 72 , 1 74 , 1 77 , 1 78, 1 79,
184, 1 9 6 , 200, 20 1 , 2 1 6, 2 1 7, 220, 223, 2 2 4 , 289, 322 'deki görsel malzeme Cengiz Kahraman
arşivinden; 1 99 'daki fotoğraf ö. Faruk Şerifoğlu' ndan alınmıştır. Ayrıca, sayfa 1 5 7, 1 58, 1 62 ,
1 63 , 1 6 7, 1 68 , 2 1 5'deki fotoğraflar YKB Sermet Çifter Kütüphanesi'ndeki Salahattin Giz arşivine
aittirler. Sayfa 262, 263, 2 6 4 , 265, 266, 302, 306, 3 1 4 , 3 1 5, 340'daki fotoğraflar ise tarafımdan
çekilmiştir.
ca hep yön e tici gücün merkezini te msil etti. Ro ma, B izans ve O s manlı,
niz'in göğü n d e p arl ayan bu göz kama ştı r ı c ı y ı l d ı z ı her defa s ı n d a yeni
miz için bir mihenk taşı ve b o zulan a d alet d uygumuz için güvenilebilir
bir terazi olma işlevini üstlenen bu şehir, kendisine sorul acak her türlü
tan çalı şma, so syal di siplinler aras ı n d aki dengeyi b a şarıyla kuran yeni
t a r i h ya z ı m ı n ı n da d i kk a te değer bir ö r n e ğ i d i r . S i y a s e tt e n k ü l t ü r e ,
tiri l m i ş kur gu su ve k e n d i n e h a s ü s l u b uy l a ay n ı z a m an d a , gü n ü m ü z
.J!!!.
TÜRKİYE ÇÖL OLMASIN!
(0212) 281 10 27