Professional Documents
Culture Documents
Nasi Hat Ler Islam i
Nasi Hat Ler Islam i
Cenâb-ı Hakk’ın Rahmân ve Rahîm esmâsının kesif tecellîlerine nâil olan bu kâmil
mü’minlerde merhamet ve şefkat, tabiat-i asliyye hâlindedir. Yine bu sâlih
mü’minler, “nefsî, nefsî” hodgâmlığından kurtulup, “ümmetî, ümmetî” diğergâmlığına
nâil olarak bir irşad ömrü yaşarlar. Onların irşad ömürleri fânî cesetlerinden
sonra da devâm eder. Onlar, nefislerini ıslah netîcesinde ruhlarını köprü olarak
kullanıp ilâhî vuslata nâil olanlardır ki, ümmeti de bu yoldan geçirerek Rabb’e
ulaştırmanın gayreti içinde olurlar. Onlar, kurtuluş bekleyen kitlelerin
muallimleridir. Allah ve kulları huzûrunda bir cemaatin mes’ûliyetini vicdanlarında
taşıyan kahramanlardır.
Hak dostu, ışığın etrâfında dönen kelebekler gibi Mevlâ muhabbetiyle irâdesiz hâle
gelmiştir ki artık Mevlâ onun gören gözü, işiten kulağıdır. Hakk’ın aşk ve
muhabbetinin tecellîsi altında olduğu için, mercek altında bir kağıdın yanması gibi
nefsânî temâyüller onda ömrünü tüketmiştir. Böylece nûrânî bir câzibe merkezi
hâline geldiğinden, diğer insanlar da irâdî veya gayr-i irâdî onları sever ve
gönülleri onlara doğru akar. Onların îkaz ve nasîhatleri ruhlara merhem ve şifâ
olur.
2. Gelecek hayatı: Nasıl bir hayat sürecek, son nefesi nasıl verecek? Bu soruların
cevaplarını devamlı tefekkür eder.
Sizler kalblerinize çok dikkat edin. Onları devamlı Allâh’ın zikri ile yenileyin.
Zirâ kalb çabuk paslanır. Nefislerinizi de dizginleyin. Çünkü o çok azgındır. Eğer
siz nefislerinizin kötü isteklerine mâni olmazsanız, o birgün sizi korkunç bir
uçuruma yuvarlar.
Kendi ayıplarınız dururken başkalarını ayıplamaktan vazgeçmedikçe kâmil îman sâhibi
olamazsınız. O hâlde, başkalarının ayıplarına bakmadan evvel kendi ayıplarınıza bir
göz atın; onları düzelterek işe başlayın!
Ey insanlar! Kur’ân-ı Kerîm mü’minler için şifâ, müttakîler için rehberdir. Kim ona
uyarsa, hidâyete erer ve doğru yolu bulur. Ondan yüz çeviren bedbaht olur ve
felâketlere sürüklenir.
Ey Âdemoğlu! Tek başına ölecek, tek başına dirilecek, tek başına hesaba
çekileceksin!
2. Teheccüd namazına kalkmak ve o feyizli vakitte doya doya zikir ve Kur’ân ile
meşgûl olmak.
Mü’min kardeşine âit sevmediğin bir şey duyarsan, ısrarla onun bir mâzeretinin
olabileceğini düşün. Bulamazsan, belki benim anlayamadığım bir özrü vardır, de ve
ayıbını setret!
İlim için gereken ilk şart; onu bulma yollarını aramaktır. Bulunca ve ilmi elde
edince de amel gelir… Sonra sükût ve tefekkür... Daha sonra kâinâta ibret nazarı
ile bakış...
Oğlum! Kul borcundan son derece sakın! Bir kuruş borç yüzünden, kabul olmuş pek çok
ibâdetin sevabı gider. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, borçlu olarak
ölenlerin namazını kılmazdı. Bundan maksadı, zengini merhamete getirip alacağını
bağışlatmaktı. Mü’min, borç yaparken fuzûlî yere borca girmez. Lâkin zarûreten
borçlanırsa ve ödemek niyetiyle alırsa, Allah Teâlâ ona yardımcı olur. Hattâ
ödemenin gayreti içinde olup da borcunu ödeyemeden ölürse, kıyamette de Allah
yardımcısı olur.
Belâya da şükretmek lâzımdır. Çünkü küfür ve günahlardan başka belâ yoktur ki,
içinde senin bilmediğin bir iyilik olmasın! Allah, senin iyiliğini, senden daha iyi
bilir. Şer zannettiğin çok şey vardır ki senin için hayırdır. Hayır zannettiğin çok
şey vardır ki senin için şerdir. En selâmet yol, ilâhî takdîre râzı olman, her hâle
şükür diyebilmendir.
Oğlum! Son derece dikkat edeceğin bir cihet varsa, o da kimler ile düşüp
kalktığındır. Şunu iyi bil ki bir sepet sağlam elma, içindeki bir çürük elmayı
sağlama çıkartamaz. Fakat bir çürük elma, hepsini çürütür. Bunun için dâima
sâlihlerle düşüp kalk!
İyi arkadaş da, gül yağı satana benzer; ya satın alırsın, ya o sana biraz sürer
veya hiç olmazsa yanında bulunduğun müddetçe güzel koku taşırsın. Kişi sevdikleri
ile beraberdir. Dünyada kimi sever ve kim ile düşüp kalkarsan kıyamette onunla
haşrolunursun. O hâlde ilmi ile amel eden âlimlerin ve sâlihlerin sohbetine devam
et!
Oğlum! Hayatta her şey Allâh’ın taksîmi iledir. Allah; kimini zengin, kimini
yoksul, kimini sağlam, kimini sakat, kimini âlim ve kimini câhil kılmıştır.
Dünyanın düzeni ancak böyle sağlanır. Kendinden düşük kimseleri gördüğün vakit,
böbürlenip onları hakîr görme! Sen onların yerinde, onlar da senin yerinde
olabilirdi. İşte bunu düşünerek yoksullar ile arkadaş ol! Onlara karşı dâima alçak
gönüllü olmaya çalış! İnsanlık ve İslâmlık vakârını koru! Saâdet ancak böyle elde
edilir. Dünya ve âhirette huzur istersen, kimseyi incitme! Senden gencini gördüğün
vakit; “Bunun günahı benden az”, senden yaşlısını gördüğün vakit; “Bunun sevabı
benden çok, bilmediğim tarafları ile benden daha fazîletlidir” düşüncesi ile onlara
bak! Bir âlim gördüğünde; “Bunun ilmi var, kendisini kurtarır”, senden câhilini
gördüğünde; “Bu bilmez, Allâh onu bağışlar”, diye düşün! Hattâ bir kâfir gördüğün
vakit, son nefes belli olmadığından; “Allah Teâlâ buna hidâyet nasip ederse, bütün
günahları bağışlanmış ve tertemiz olarak ilâhî huzûra çıkabilir. Acaba benim son
nefesim nice olur?” diye âkıbetini düşün! Kendini ne kadar tanır ve ne kadar düşük
görürsen, Allah katında o nisbette mevkî kazanırsın.
Oğlum! Elinden geldiği kadar din kardeşlerinin ihtiyaçlarını karşıla! Zîrâ Rasûl-i
Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Kim mü’min kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah Teâlâ da onun bir ihtiyacını
giderir.” (Buhârî, Mezâlim, 3)
Diğer bir hadîs-i şerîfte Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle
buyurmuşlardır:
“Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah Teâlâ da dünya ve âhirette onun ayıbını
örter.” (Müslim, Birr, 72)
Aklı olan kimse nefsine demelidir ki: Benim sermâyem, yalnız ömrümdür. Başka bir
şeyim yoktur. Bu sermâye, o kadar kıymetlidir ki, verilen her nefes, artık hiçbir
şekilde ele geçmez. Nefesler sayılıdır ve azalmaktadır. O hâlde, nefeslerini iyi
değerlendir ve bu fânî dünyâya yarın ölecekmiş gibi nazar et. Bütün azâlarını
haramdan koru ve takvâya sarıl.
Hamd, âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’ya; salât ü selâm, Fahr-i Cihân Efendimiz
Muhammed Mustafâ’ya olsun!
Ey oğul! Dünyâlık toplarken, gece odun toplayan fakat eline ne geldiğini bilmeyen
kişi gibi olma. Eline geçen dünyâlığın helâl mi haram mı, meşrû mu yoksa gayr-i
meşrû mu olduğuna dikkat et. Bütün fiillerinde tevhîd ve takvâ güneşi ile berâber
ol.
Ey oğul! Kur’ân ile amel etmek, seni Kur’ân’ın mevkîine yükseltir; oraya oturtur.
Sünnet ile amel etmek ise, seni Allâh’ın Rasûlü’ne yaklaştırır. Rasûlullâh -
sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalbî ve mânevî himmetiyle, Allah dostlarının
kalbleri çevresinden bir an dahî ayrılmazsın. Allah dostlarının kalblerini
güzelleştiren O’dur.
Ey oğul! Haram yemek kalbini öldürür. Helâl yemek ise ihyâ eder. Lokma vardır seni
dünya ile; lokma vardır seni âhiretle meşgul eder. Yine lokma vardır, seni dünyâ ve
âhiretin Yaratan’ına rağbet ettirir.
Ey oğul! Nefsinle cihâd husûsunda sana yardım edenle arkadaş ol. Onun sohbetlerinde
bulun. Nefsinin azmasına yardım edenle arkadaş olma. Önce kendi nefsinle meşgûl ol,
kendi nefsine faydalı ol ve kendi nefsini düzelt. Sonra başkalarıyla meşgul ol.
Başkalarını aydınlattığı hâlde kendini eritip bitiren mum gibi olma.
Ey Allah yolunda güzel ameller işlemek isteyen kişi! İhlâslı ol! Aksi hâlde, boşuna
yorulmuş olursun.
İnsanları irşâd etmek, lafla değil, gönülden hâlis bir inanış ve iştiyâkla
gerçekleşir. Yine bütün bunlar; halvet, ibâdet, zikir, riyâzât ve murâkabe ile
alınacak netîcelerdir. Yoksa, şekilcilikten ve zâhirî gösterişten öteye geçmeyen ve
rûha asla işlemeyen birtakım davranışlarla elde edilecek netîceler değildir. Bu
sebeple, Allah yolunun yolcusunun dili ile kalbi, içi ile dışı, sözü ile özü bir
olmalı ve aynı şeyi terennüm etmelidir.
Zikre devam ediniz. Çünkü zikir, vuslat-ı ilâhî için bir mıknatıs, kurb-i ilâhî
için sağlam bir iptir. Zikrullâha devam edenler, Allâh ile hoştur. Allâh ile hoş
olan, O’na kavuşmuştur. Zikrin kalbe yerleşmesi sohbetin bereketiyle mümkün olur.
Çünkü kişi dostunun yolundadır.
Dikkat edin! Elek gibi, unun incesini döküp, kepeğini kendinize koymayın. Sakın
ağzınızdan hikmet dökülürken kalblerinizde hîle ve fesâd olmasın. Yoksa, “İnsanlara
iyiliği emredip kendinizi unutur musunuz?” (el-Bakara, 44) âyetince hesâba
çekilirsiniz.
Efendiler! Tevâzû ve sükûnetle kapıyı çalana kapı açılır. İçeriye kabul edilir.
Boynu bükük olarak içeriye giren, izzetle ağırlanır.
Az ye, az konuş, az uyu; ve gâfillerden arslandan kaçar gibi kaç! Fitne zamanları
yalnızlığı tercih et, menfaati icâbı fetvâ vererek dînin hafife alınmasına sebep
olanlardan, mağrur zenginlerden ve câhillerden uzak dur! Helâl ye, şüpheli işlerden
sakın ve evlenmede takvâya dikkat et. Aksi hâlde dünyaya bağlanır ve o uğurda
dînini zedelersin...
Çok gülme; hele kahkahayla gülmemeye dikkat et! Çok gülmek kalbi öldürür. Fakat
tebessümü de elden bırakma.
Herkese şefkat gözüyle bak ve kimseyi hakîr görme! Kendi dışını aşırı bezeyip
süsleme ki, dış mâmurluğu iç haraplığından gelir. Münâkaşa etme, kimseden bir şey
isteme, müstağnî kal, kanaatle zengin ol, vakarını koru!
Sende emeği olanlara ve seni terbiye edenlere karşı vefâkâr ol, malınla ve canınla
onlara hizmet et ve onların hâli ile hâllen! Onları kınayan gâfiller felâh bulmaz.
Dünyaya ve dünya ehli olan gâfillere meyletme!
Gönlün dâima mahzûn, bedenin kulluğa güçlü, gözün yaşlı ve kalbin rakik olmalı.
İşin hâlis, duân ilticâ ve libâsın mütevâzî, yoldaşın Hak dostları, sermayen zahirî
ve batınî din ilimleri, evin mescid ve yakının Allah dostları olsun!
Ahlâkı ile halkı hoşnud etmeyen kimsenin Allah katında hiçbir değeri yoktur.
Hastaları ziyâret et, çünkü bu, Peygamber sünnetidir. Elinden gelirse susuzları
suya kandır. Meclislerde insanlara hizmet et. Yetimlerin hâl ve hatırlarını sor ki,
Allah seni azîz eylesin. Çünkü yetimin bir anlık ağlaması bile, Arş-ı Âlâ‘yı
titretmeye yeter. Bir yetimi ağlatan zâlim, cehennem ateşine odun olur. Hasta bir
yetimi sevindiren, kendisi için cennet kapısını açmış olur.
İsteyeni boş çevirme, güzel bir sözle dahî olsa onun gönlünü al, güler yüz göster.
İleride Allâh’a mülâkî olacağını düşün.
Dünyâlık için Allah’tan başkası seni kul edinmesin. Çünkü sen ancak seni kul olarak
kabul eden Allâh’ın kulusun.
Allâh’ın mü’min kullarına, selâm vermek, yemek yedirmek, işlerini görmek sûretiyle
muhabbet göstermelisin. Şunu iyi bil ki, mü’minlerin tümü, tek bir insan, tek bir
vücut gibidir.
Kendini cemâate alıştır. Allah korkusundan ağlamaya çalış. Allâh’ın ipine sarıl.
Allâh’ın sevip hoşnud olacağı şeylere rağbet göster.
Sen aklını başına al da, velîlerin öğütlerini canla başla dinle! Dinle de,
üzüntüden, korkudan kurtul, mânevî rahata kavuş, eminliğe eriş!
Velîlerin sözleri âb-ı hayatla dolu, saf, dupduru bir ırmak gibidir. Fırsat elde
iken ondan kana kana iç de gönlünde mânevî çiçekler, güller açılsın.
Efendi, bilmiş ol ki edeb, insanın bedenindeki rûh gibidir. Aslında edeb, Allah
dostlarının göz ve gönül nûrudur. Eğer şeytanın başını ezmek dilersen, gözünü aç da
gör ki, şeytanın kâtili edebdir.
Gözünü aç da, baştan başa Allah kelâmı olan Kur’ân-ı Kerîm’e bak! Kur’ân’ın bütün
âyetleri edeb tâlim eder, edeb öğretir.
Sen varını, yoğunu, malını, mülkünü ver de bir gönül al. Al da, o gönül, mezarda, o
kapkara gecede, sana ışık versin, nûr versin...
Hak dostu olan bir insan ile bir an beraber bulunmak, bir ömre bedeldir. Ondan
düşen bir kıl ise kıymetli bir madene bedeldir. Fakat Hak dostlarının zıddı olan
öyle katı kalbli insanlar da vardır ki, onlarla bir arada bulunmak ve konuşmak
şöyle dursun, onları görmemek ve onlardan uzak olmak, cihân mülküne bedeldir.
Gönlüme dedim ki: “Önde olmaya heves etme, lutuf merhemi ol. İnciten diken olma.
Kimseden sana bir kötülük gelmesini istemiyorsan, kötü sözlü, kötülük öğreten,
kötülük düşünen olma. Her hâlinle amel-i sâlih içinde ol.
Ey Kur’ân-ı Kerîm’i okuyup ezberleyen kimse!.. Onu okuyup ezberlediğin için fazla
övünme... Hâline bir bak: Onun gereği ile amel ediyor musun? Yoksa etmiyor musun?
O kimse ile otur kalk ki, şerîati ve hakîkati özünde toplamış ola. Şunu unutma ki,
bu yolda sana en çok yardımı dokunan kişiler, bu gibi insanlar olacaktır.
Oğlum! İsterim ki, dâimâ sünnetle amel edesin... Bu yolda lüzûmlu olan edeb esâsına
da riâyet edesin.
Allah Teâlâ bir gün ve gecede yetmiş iki kere kullarının kalbine nazar eder. O
hâlde, kalbinizi temiz tutunuz, güzel ve parlak kılınız. Çünkü orası, Rabbinizin
nazargâhıdır.
Ey kardeşim! Sakın kendi başına bir şey yaptım zannetme. Bil ki; oruç tuttuğunda
onu sana Allah tutturmuş, namaz kıldığında onu sana Allah kıldırmış, bir iş
yaptığında onu sana Allah yaptırmıştır. Takvâ derecesine ulaşmışsan Allah seni
ulaştırmış, maddî-mânevî bir şeye mazhar olmuşsan Allah seni mazhar kılmıştır.
Ey oğulcuğum! İnsanların ve cinlerin ameli kadar amelin olsa bile “ben” demekten
sakın! Zîrâ Allah, “ben” iddiasında bulunanları acziyet içerisinde bırakır. Benlik
davasında isen maddî ve mânevî derecen düşer, bunu unutma!
Yolumuz, sohbet ve muhabbet yoludur. Sahâbe-i kirâmın yolunun sohbet olduğu gibi...
Hayır ve bereket, beraberliktedir; beraberlik de sohbetle olur. Yalnızlığa
(inzivâya) çekilmekte şöhret tehlikesi de olabilir, şöhret ise âfettir.
Birincisi; Allah Teâlâ’ya karşı edebdir. Yâni zâhiri ve bâtını ile tamamen kulluk
içinde olmalı, Allah Teâlâ’nın bütün emirlerini yerine getirip, yasaklarından
sakınmalı, Allah Teâlâ’dan başka her şeyi gönülden çıkarmalı ve nîmetleri Allah
yolunda seferber etmelidir.
Yenilecek bir gıdâ, bir yiyecek, her ne olursa olsun gafletle, öfke ile veya
istemeyerek hazırlanmış ve tedârik edilmişse, onda hayır ve bereket yoktur. Zîrâ
ona nefs ve şeytan yol bulmuştur. Böyle bir yiyeceği yiyen kimsede, mutlaka feyiz
ve huzurunu bozacak bir netice meydana gelir. Gaflete dalmadan yapılan ve Allah
Teâlâ’yı düşünerek yenen helâl ve hâlis yiyeceklerden hayır meydana gelir.
İnsanların hâlis ve sâlih ameller işlemeye muvaffak olamamalarının sebebi; yemede
ve içmede harama, şüpheli şeylere ve kul haklarına dikkat etmemeleridir. Her ne hâl
olursa olsun, bilhassa namazda huşû ve huzur hâlinde bulunmak, zevkle ve gözyaşı
dökerek namaz kılabilmek; helâl lokma yemeye ve yemeği Allah Teâlâ’yı hatırlayarak
pişirip O’nun huzûrunda imiş gibi yemeye bağlıdır. Vücûdu haram lokma ile beslenmiş
olan bir kimse, namazdan bir neşve duyamaz.
“Namaz, mü’minin mîrâcıdır.” (Süyûtî, Şerhu İbn-i Mâce, I, 313) ifâdesinde hakîki
namazın derecelerine işâret vardır. Namaza duran kimsenin, iftitâh tekbîrini
söylerken, Allah Teâlâ’nın azametini, yüceliğini düşünerek, huşû ve huzur hâlinde
olması gerekir. Öyle ki, bu hâlini istiğrak, yâni kendinden geçme hâline
eriştirmelidir. Bu hâlin zirvesi, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dedir.
“Lâ ilâhe illâlâh” kelimesini söylemenin hakîkati, Allah Teâlâ’dan başka ne varsa
hiçbirini kalbde put hâline getirmemektir. İslâm dîninin hükümlerini îfâ etmek,
yâni emirleri yapıp yasaklardan sakınmak; haramları, şüpheli şeyleri, hattâ
mübahların fazlasını terk etmek, ruhsatlardan uzak durmak, mübahları zarûret
miktarınca kullanmak, tamâmen nûr ve safâdır. Aynı zamanda evliyâlık derecelerine
kavuşturan bir vâsıtadır. Velâyet derecelerine bunlarla ulaşılır. Uzak kalanların
hepsi, bunlara dikkat etmediklerinden uzak kalırlar ve kendi arzularına uyarlar.
Yoksa Cenâb-ı Hakk’ın feyzi her an gelmektedir.
Gıybetini yapsalar dahî sen kimsenin gıybetini yapma. Hiç kimsenin dünya malından
bir şey alma. Şerîatın alınmasını helâl kıldığını al ve onu hayır yollarda harca.
Mü’min kardeşlerin aç ve yoksul durumda bulunurken, şehvetin için harcama yaparak
lezzetlenme. Kesinlikle yalan söyleme. Hiç kimseyi hakîr görme. Hiç kimseden
nefsinin üstün olduğunu düşünme.
Kalbî ve bedenî ibâdetlerde tüm kuvvetini sarfet. Bunun yanında nefsine “Hiçbir
zaman makbul olacak hayır işlemedim.” düşüncesini kabul ettir. Çünkü ibâdetlerin
rûhu niyettir. Niyet ise ancak ihlâs ile mümkündür. Senden daha büyük olanlara
ihlâs gerekirse sana nasıl gerekmesin. Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki; annem beni
doğurduktan bugüne kadar, Allah katında makbûl ve mûteber olup hesabı sorulmayacak
bir tek hayır işlediğime inanmıyorum.
Eğer kendi nefsini bütün hayır işlerde iflâs etmiş olarak görmüyorsan bu, cehâletin
en son noktasıdır. Eğer iflâs etmiş olarak biliyorsan Allâh’ın rahmetinden de
ümitsiz olma.
Mûsâ Efendi (k.s.) sözleri
Bir mü’minin gönül âlemi ve kemâli, davranışlarında sergilenir. Bu güzelliklerin en
başta gelenlerinden birkaçı şöyledir:
Bir insan mensûb olduğu cemiyete, rızâ-yı ilâhî için güzelce hizmet etmeyi pek
kıymetli bir vazife bilmelidir. Bir cemiyetin hayatına, intizâmına, refahına hizmet
eden kimse, o cemiyet arasında pek kıymetli bir varlık sahibi demektir. Binâenaleyh
onun ecir ve mükâfâtı da o nisbette büyüktür.
“Bir kavme hizmet eden kimse, (ecir ve mükâfâta nâiliyet itibâriyle) onların en
büyüğüdür” buyrulmaktadır. (Deylemî, Müsned, II, 324)
Birçok kimseler, ibâdet ve tâate çokça yöneldikleri hâlde, Cenâb-ı Hakk’ın sıfatı
olan “settâru’l-uyûb”, yâni ayıpları örtücülük ve kusurları affedicilik hasletine
lâkayd kalıyorlar. Bu sebeple de tam istenildiği gibi terakkî edemiyorlar. Hâlbuki
bağışlamak ve kusur örtmek, güzel ahlâkın en ehemmiyetlilerinden biridir. Allah
Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri biz kullarının sayısız kusur ve hatalarını örtüp
affettiği gibi, biz de affedici olmalıyız. Zirâ Allah sevgisine sâhip olanlar,
affetmeyi bilirler.
Bütün hüner, bu dünya hengâmesinde ve binbir türlü meşgale içinde Hak’la beraber
olabilmektir. Bu öyle hoş bir hâldir ki, Cenâb-ı Hakk’ın kuluna bir atiyyesi, yâni
hediyesidir. Bu pek ulvî vazifeyi teemmül edebilirsek, dünyanın gel-geç
oyuncaklarına aldanmaktan da kurtuluruz.