Kızıl Çember -- E_ Wallace -- 1944 -- Türkiye Yayınevi -- 650a821d89821e49b97ea938599d76a0 -- Anna’s Archive

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 268

BAŞLANGIÇ

Eğer Mister Pallion’un doğum yıldönümü 29 Ey­


lülde olmasaydı, bu Kızıl Çember muamması da mu­
hakkak ki, olmıyacaktı. Hattâ, bir düzüneye yakın
insanda, şu fâni dünyada yaşayacak, Thalia Drum-
mond’da hırsızlıkla ve bir hırsıza yardım etmekle
şüphe altına alınarak tevkif edilmiyecekti.
Mister Pallion, Toulouse şehrindeki Altın Ho­
roz meyhanesinde, üç yamağı ile oturm uş bu geceyi
tesit ediyordu. Fakat sabahın üçüne doğru, Toulouse’a
bunun için değil de, bir İngiliz canisini asmıya gel­
diklerini hatırladılar.
Pallion, arkadaşlarına ciddiyetle:
— Bizim dul karıyı kurmadık. Saat üç oluyor, •
dedi.
Meşum yük arabasının durduğu hapishane av­
lusuna .koştular, uzun alışkanlıkların verdiği ustalık­
la idam sehpasını kurdular, bıçağı da, içinde aşağıya
düşeceği yatağa yerleştirdiler.
Fakat içtikleri fransız şarâpları damarlarında
3
gidip gelmeğe başlamış olacak ki, yaptıkları işin her
zamanki kadar m untazam olmadığını ve bıçağın es­
kisi gibi muntazam hareket etmediğini gördüler.
Mister Pallion:
— Bunu şimdi hallederim, diyerek bıçağın yu­
karıya çıktığı yuvaya, eskiden burada hiç bir çivi
olmadığı halde, bir çivi soktu.
Vakit ilerliyordu.
Hapishanenin kapıları açıldı ve mahkûm, muha­
fızları tarafından itilerek sehpanın üstüne çıkarıldı.
Sert bir emir duyuldu.
Mister Pallion:
— Cesaret, diye mırıldandı.
M ahkûm da:
— Şeytan canını alsın, diye cevap verdi.
Cellât düğmeye bastı... Bıçak aşağıya kaydı...
Çiviye gelince durdu. Bıçak üç defa kaldırıldı. Üç
seferinde de o aksi çivi ölümün oradan geçmesine
engel oldu. İdamı seyre gelen halk heyecana gel­
mişti. Hemen, idam sehpasının etrafındaki askerleri
yardılar ve m ahkûm un yine hapishaneye götürülme­
sini istediler... O bu suretle ölümden kurtuldu. Se­
kiz sene sonra da, o fena yerleştirilm iş çivi, birçok
insanların hayatlarına mal oldu.

4
I

ÇETEYE GİRİŞ

Vakit, namuslu insanların yatacakları kadar geç


olduğu halde, rıhtım daki eski evin yüksek pencere­
leri aydınlıktı. Soğuk bir rüzgâr, ağaçların son yap­
raklarını koparıyor, karm akarışık bir halde, rıhtım ın
üzerine savuruyordu.
Issız kaldırım ların üstünde gidip gelen adam sı­
kıca giyinmiş olduğu halde üşüyor ve kendisine ran ­
devu vermiş olan meçhul adamın, böyle bir yeri ne­
den seçmiş olduğunu anlıyamıyordu.
Önünde gidip geldiği ve kapısını çalacak olursa
ısınabilecek bir kabul görebileceği eve istekli bakış­
lar fırlatıyordu.
Yakınlardaki bir kilisenin saati on biri çaldı.
Son vuruşu daha bitm em işti ki, karanlıktan çıkan
bir otomobil, yavaşça önünden geçti ve birkaç m etre
ileride durdu.
Fenerleri çok hafif yanıyordu. İçerisi de karan-
i
lıktı. Adam, ufak bir tereddütten sonra yaklaştı, oto­
mobilin kapısını açarak girdi. Oturduğu yerden, şo­
förün şeklini bir karaltı (halinde görebiliyordu. Böyle
bir sergüzeşte atıldığını düşününce, korkudan boğa­
zını sıkıyorlar gibi geldi.
Otomobil hareketsiz duruyor, şoför de kımılda­
mıyordu. Adam dayanamadı:
— İşte geldim. Ne var? dedi.
Sesinde hiddete benzer bir hal vardı.
Şoför:
— Gelmeğe m ecburm uy dunuz? diye sordu.
— Olmasaydım gelir miydim? Yoksa buraya bir
m erak neticesinde mi geldim zannediyorsunuz? Ben­
den ne istiyorsunuz? Haydi söyleyiniz de ben de buna
mukabil ne istediğimi söyliyeyim.
— Benden ne istiyeceğinizi zaten biliyorum.
Şoför, bir maskenin arkasındaymış gibi anlaşıl­
ması zor ve boğuk bir sesle konuşuyordu. Otomobile
binenin gözleri karanlığa alışınca şoförün başının bir
ipek eşarpla sarılı olduğunu gördü.
Şoför sözüne devam etti:
— İflâs etmek üzeresiniz. Mahvoluyorsunuz. Size
ait olmıyan paraları sermaye olarak kullandığınız­
dan intihar etmek istiyorsunuz. Sizi buna sevkeden
yalnız mahvolmanız değil, yaptığınız sahtekârlıkları
bilen büyük bir düşmanınız oluşudur. Bunun sizi ele
vermesinden korkuyorsunuz. Eczacıların reçetesiz
vermedikleri kuvvetli bir zehirden çok miktarda al­
dınız. Eğer bir mucize olupta sizi kurtarmazsa, cumar­
tesi veya pazar günü intihar edeceksiniz... Muhakkak
ki, pazara yapmayı istiyorsunuz.
6
Otomobilin içinde oturan adam inledi.
Şoför devam etti:
— Benim için çalışmıya hazır mısınız?
— Ne yapacağım?
— Emirlerimi yerine getirmek. Bende sizin hiç bir
tehlike ile karşılaşmamanıza çalışacağım. Ve bol pa­
ra vereceğim. H attâ size, çok acele ödemeniz lâzım
gelen borçlarınızı karşılıyacak kadar çok para ver­
meğe de hazırım. Siz de buna mukabil, size vereceğim
banka çeklerini, tahvilleri hemen elden çıkarm ıya ve
- bir saniye durdu - size em ir vereceğim şekillerde
bu paraları sarfetmeğe çalışacaksınız.
Bu anlatış bir an için cevapsız kaldı. Sonra adam
sert bir sesle sordu:
— Kızıl Çember nedir?
— Siz.
— Ben mi?
— Evet, siz ve sizin tanıyamıyacağmız, onların
da sizi tanıyamıyacakları yüzlerce adam.
— Ya siz?
— Ben mi? Ben de bunların hepsini tanıyan. Ka­
bul ediyor musunuz?
— Evet.
Direksiyondaki adam yarı dönerek şişkin bir zarf
uzattı. Adam aldı, cebine koydu.
— A rtık gidebilirsiniz.
Adam bu em re itaat ederek otomobilden indi.
Birkaç adım ilerliyerek kendisini intihardan kurtaran
bu adamın - kendi em niyeti namına - yüzünü görmek
istedi.
Şoför:
7
— Sakın sigara filân yakmayınız., diye seslendi.
Yoksa yakacağınız kibritle yüzümü görmek istediği­
nize hükmederim. Unutmayınız ki, beni tanıyan bir
adam, ölmüş bir adamdır.
Sonra, otomobili hareket ettirdi.
Ötekisi, kaldırım ın üzerinde hareketsiz durmuş,
uzaklaşan otomobilin arkasındaki küçük ve kırmızı
ışığa bakıyordu. Dişlerinin arasında sıktığı sigarasını
yakacağı zaman, kibrit az kalsın, titriyen elini yaka­
caktı;
— İşte bu da oldu, diye söylenerek, amut gelen
yollardan birine saptı.
Daha yeni kaybolmuştu ki, yakınındaki büyük
kapılardan birinin gölgesinden bir adam çıktı ve onu
takibe başladı. Bu, iriyarı fakat zorlukla yürüyebi­
len bir adamdı. Çünkü nefes darlığı vardı. Birkaç
yüz adım yürüdü. Sonra durdu. Konuşan evvelki iki
adamı gözetlemek için kullandığı gemici dürbününü
kutusuna koydu.
Takibine devam etmek istemiyordu. Bu yayan
giden adamı tanıyordu; Esrarengiz şoföre gelince, o-
nu da ertesi gün bulabilirdi. Otomobilin numarasını
almıştı.
Mister Felix M arl başını salladı. Eğer şu gö­
zetlediği buluşma ve konuşmanın neye dair olduğu­
nu bilmeseydi bu kadar neşeli olamazdı.

8
II

İSTENİLEN PARAYI VERMİYENLER

Kızıl Çember, para istediği adam ları yalnız ölü­


me mahkûm etmekle kalmıyor, en ufak aksi hare­
ketlerinde de onları öldürüyordu. Parayı verenlerse
rahat ediyorlardı. Meselâ Philippe Bassard gibi, ban­
ker Jacques Rizzi’de istenilen parayı vermişti ama,
arkadan delirme hareketleri göstermişti. Bir ay sonra
da tabiî bir ölümle ölmüştü. Çünkü kalb hastalığı
vardı. Büyük avukatlardan Benson’a gelince, tehdide
aldırmamış ve hususî vagonunda öldürülmüş olarak
bulunmuştu.
Derrick Yale ismindeki hususî bir hafiye, adetâ
ermiş gibi hareketlerle katili bulmuştu. Katil, vago­
nun basamağına atlıyarak avukata eteş eden bir zenci
îdi. Zenci yakalandı ve idam edildi. Fakat kendisine
bu cinayeti kim in yaptırdığını söylemedi. Yale’in
takip ettiği Psychometrie usullerini polisin önemle
karşılaması lâzımdı. Yale metodu ile iftihar ediyordu.
9
Bu netice, bu faciadan sonra daha birçok zen­
ginlerin Kızıl Çemberden tehdit mektupları almala­
rının ve polise haber vermeden istenilen paraları ver­
melerinin önüne geçemedi.
Bu tehdit teşkilâtından artık hiç bir haber alın-
mamıya başlamıştı ki, b ir sabah, Mister M. James
Beardmore sabah kahvaltısını yaparken dörtköşe
bir zarf aldı. İçinden, üstünde kıpkızıl bir çember
işareti bulunan bir kâğıt çıktı.
Karşısında oturan oğluna uzatarak:
— Senin bu gibi şeylerden hoşlandığını zannedi­
yorum. Al da bak, dedi.
Jack Beardmore kaşlarını hafifçe oynatarak
bu kâğıdı tetkik etti. Bu alelade bir muhabere kartı
idi. Üstüne, dört kenarına değen kocaman ve kıpkır­
mızı bir çember çizilmişti. Bunun ortasında da mat­
baa harfleri şeklindeki bir yazı ile
«Birkaç bin liralık bir paranın servetiniz yanında
hiç bir kıymeti yoktur. Sizin, bu tarihten sonra
yirmi dört saat zarfında «Tribüne» gazetesinde neş­
redeceğiniz ve saat bildirir bir ilân üzerine gön­
dereceğim adama bu parayı, kâğıt para olarak verir­
siniz. .Bu son ihtardır.»
İmza yoktu. Zarfta da adres görünmüyordu.
— Peki, ne diyorsun?
İhtiyar Jam es Beardmore, gözlüklerinin altından
fırlattığı bakışlarla oğluna bakıyordu.
Jack:
— Kızıl Çemberden, dedi.
Oğlunun yüzündeki şaşkınlığı gören Beardmore
kahkaha ile gülerek:
10
— Evet.. Kızıl Çemberden, hem de dördüncü ih­
tarları, dedi.
— Dördüncü mü? Vay canına! yoksa Yale bunun
için mi burada?
— Hemen hemen.
— Onun bir hafiye olduğunu biliyordum ama bu­
nu hiç ümit...
— Aldırma canım., diye cevap veren baba da
sabırsız bir hal vardı.
— Hiç bir kıym et vermiyorum, diye ilâve et­
ti. Zaten benim için bunda şaşacak bir şey de yok.
Biz ikimiz, birbirimize düşman olabilecek şekilde ya­
ratılmış insanlarız.
Jam es Beardmore keskin çizgili, küçük sivri sa­
kallı çehresile, karşısında kahvaltı eden gencin büyük
babası zannedilebilirdi. Büyük bir servet sahibi idi
amma bunu hakikaten çetin mücadelelerle kazanmış­
tı. Klondyke altınlarını ararken donma tehlikeleri,
Kalahari çöllerinde elmas peşinden koşarken susuz­
luktan ölme anları geçiren, elinden elmas madenle­
rinin plânlarını almıya çalışan ve Kızıl Çemberden
çok vahşî çetelerle uğraşan bir adamdı o. Şimdi onu
ilgilendiren, kendisinden ziyade oğlunu tehdit eden
.bir tehlike idi.
— Senin iyi niyetlerine büyük bir inancım var­
dır, dedi. Yalnız şu söyliyeceklerime karşı gelmiye-
ceğini ümit etmek isterim. Senin eğlencelerinle ve
zevklerinle bugüne kadar hiç alâkadar olmak iste­
medim. Fakat emin ol ki, şimdi...
Jack anlamıştı:
— Miss Drummond’u söylemek istiyorsun? dedi.
11
İhtiyar «Evet» der gibilerden başım salladı.
Genç:
— Froyant’ın kâtibidir, diye söze başladı.
— Biliyorum. Kastim de bu değil. Yalnız Jack,
onun gerek kendisi ve gerekse ailesi hakkında hiçbir
bilgimizin olmadığı muhakkak.
Jack, sert bir hareketle peçetesini topladı. Kızar­
mıştı. Çenesinin adaleleri oynamıya başlamıştı. Zaten
babasının hoşuna giden de onun bu enerjik hali idi.
— Biz, yani bu kızla ben iki iyi arkadaşız, dedi.
Ona kur yapmıyorum. Çünkü bunun aramızdaki iyi
dostluğu bozacağını zannediyorum.
Baba, inanmış görünüyordu. O bunları, faideli ola­
cağı kanaatile söylemişti. Gelen m ektuplarının ara­
sından, üstünde fransız pulları bulunan kocaman bir
zarf aldı. Bunu açarak içinden daha küçük ve her ta­
rafı kırm ızı m um larla mühürlenmiş başka bir zarf
çıkardı. Bunu açmadan masanın üzerine koyarak:
— Ne âlâ! ne âlâ! dedi.
Öteki m ektuplarını okumıya başladı. Sonra ba­
şını kaldırarak oğluna şunları söyledi:
— Görüyorsun ya, ister kadın, ister erkek olsun,
bu dünyada hiçbir kimseye, yapm aları mümkün ola­
bilen fenalıklarım bilmeden itim at etmek doğru
değildir. İşte ben bugün en hürm ete değer bir cemi­
yete mensup, fakat geçmişi bir köm ür kadar kapkara
birisile konuşacağım ve onunla bir iş yapacağım. Çün­
kü fenalığında nerelere kadar ileri gidebileceğini bi­
liyorum.
Jack gülmeğe başladı ve cevap vermeğe hazırla­
nıyordu ki, misafirleri içeriye girdi.
12
îhtiyar Beardmore gelene:
— Günaydın Yale, dedi. Epey uyudunuz? Jack,
biraz daha kahve getirmeleri için zili çal.
Derrick Yale’in gelişi, Jack ’da büyük b ir neşe
uyandırdı. Jack, esrara ve rom antik sergüzeştlere ba­
yılacak bir yaşta idi. Sonra, Yale de öyle alelâde bir
hafiye değildi. Tabiat harici birçok bilgilere malik
bir insandı... Yahut da böyle görünüyordu. İri ve de­
rin gözleri, sevimli ve hoş görünür hareketleri, uzun
ve beyaz ellerinin, sözlerini canlandıran hareketlerile
iyi bir tesir bırakıyordu.
Hafiye, peçetesini açarken:
— Ben hiç uyumam, dedi. Sonra elindeki gü­
müş peçete halkasını dikkatle gözden geçirmeğe baş­
ladı.
Jam es Beardmore:
— Bu ‘h alkada ne gibi b ir fevkalâdelik görüyor­
sunuz? diye sordu.
— Yakın bir zamanda bu halkayı elinde tutan
fena bir haber almış. Ya akrabaları yahut da arka­
daşlarından hastası var.
— Bravo., tamam. Masayı hazırlıyan Jane bu
sabah -annesinin ölüm halinde hasta olduğunu haber
aldı.
Jack hayranlığını saklıyamadı:
— Bir peçete halkasına elinizi sürm ekle bunu
nasıl anladınız? diye sordu.
Yale başım salladı:
— Ben öğrenmeğe uğraşm am ki, dedi. Bildiğim
şey, buraya elimi sürdüğüm anda, beni boğan bir
M
sıkıntıya tutulduğum dur. Garip değil mi? Bugünkü
havadisler neler Mister Beardmore?
İhtiyar cevap yerine, ona üstünde Kızıl Çember
işareti olan kâğıt parçasını uzattı.
Yale yazıları okudu. Sonra kâğıdı açık avucuna
koyarak:
— Bu m ektup bir bahriyeli tarafından getiril­
miş, dedi. Hem de bu adam hapiste yatmış ve çok
para kaybetmiş bir adam.
Jam es Beardmore gülmeğe başladı. Masadan kal­
karken:
— Her halde kaybettiği paraları yerine, para ver­
meğe mecbur değilim, dedi. Bu yazılanı ciddî kabul
ediyor musunulz?
Yale sükûnetle:
— M uhakkak ki, size de bensiz evden çıkmama­
nızı tavsiye ederim, diye cevap verdi.
İhtiyar adamın bir hareketini elile durdurarak
sözüne devam etti:
— Bu şekilde, bir tiyatro kahram anı gibi öldü­
rülmeniz, varislerinizi teselli edecek bir şey değildir.
İhtiyar cevap vermedi. Oğlu üzüntü ile bakarak:
— Acaba, az bir zaman için yabancı bir memle­
kete gidilemez mi? diye sordu.
— Ne? böyle küçük ve sefil bir çeteden kaçmak
için başka memleketlere mi gidecek? Haydi canım...
Ben, onları göndermeyi tercih ederim.

14
III

GENÇ KIZ

Jack Beardmore o sabah evinden çıkarken çok


dalgındı. Beardmore’ların sayfiyelerini, Froyant’Iar-
dan genişçe bir çalılığın ayırdığı ve bir mil kadar
uzakta olan çayırlığa doğru, iradesiz bir halde gidi­
yordu: Geceki fırtına, çayırları hâlâ yaş tutan bir ıs­
laklık bırakmış ve etraf sarı bir ışık içinde idi. Jack,
Pentou Hill sırtını kaplıyan ağaçların arkasından
Harvey Froyant’ın büyük ve beyaz villâsını görü­
yordu. Kendi kendine de, beklediği insanın bu yaş
çayırlarda bu kadar uzaklara kadar gelecek cesareti
gösterip göstermiyeoeğini düşünüyordu.
Düzlüğün nihayetindeki bir küm e ağacın altında
durarak merakla, etrafına bakındı. Gözleri Tower
P House’ın eski sahiplerinin, arazilerinin nihayet nok­
tasına yaptırdıkları küçük binaya takıldı.
Görünürde kimsecikler yoktu. Çalılığı takip ede­
rek, birkaç gün evvel açtığı bir boşluktan geçti. Kü-
15

L
çiik pavyonun eşiğine oturm uş olsan genç kız, onun
derin iç çekişini duyabilirdi.
Yalnız, Jack’ı görünce yerinden kalktı, sonra et­
rafına bakındı. Sanki bir şeyden çekiniyordu.
Sabah ışığının, küçük hasır şapkası altındaki
yüzünü kırmızılaştırdığı bu kız, birden göz alacak
kadar güzeldi.
Soğuk bir tavırla:
— Günaydın Mister, dedi.
— Günaydın Thalia.
Kız kaşlarını çattı:
— Size, böyle ismimle çağrılmak müsaadesini
vermemiştim, dedi.
Bu soğuk cevap Jack ’ı şaşırttı ve üzdü. Kızı ilk
defa bir tavşanı kovalarken görmüştü. Bu genç ve
çevik kızın büyük bir neşe içinde koşuşu ne kadar
hoşuna gitmişti. Başka bir defa da şarkı söylerken
duymuştu. Bu seste hayatın bütün neşesini bulmuştu.
Ağzından, gayri ihtiyarî şu kelimeler döküldü:
— Ne için bana karşı bu kadar sertsiniz?
Kızın dudaklarının ucunda bir tebessüm dolaşır
gibi oldu. Sonra ciddiyetle:
— Çünkü, dedi. Birçok kitap okudum. Milyoner
çocukları elde edilmesi güç olmıyan fakir daktilola­
rın mahvolmalarına sebep olurlar.
Sert ve katî sesi ile devam etti:
— Size karşı güler yüzlü olmama bir sebep yok
ki. Sevilenlere karşı samimî ve güleryüz gösterilir.
Ben ise sizi hiç sevmiyorum...
Jack büyük bir tahkir altında kalmış gibi kı­
zardı.
16

ı
Kız devam etti:
— Size daha başka şeyler de söylemek isterim.
Bir genç kızla bir genç erkek bir boş adaya düşse­
ler, çok geçmeden bu genç, o kızın dünyada tek kız
olduğuna inanmıya başlar. Bu hayal tek şey üzerinde
toplanır ve neticede, dünyadaki bütün iyi şeylerin bu
kızda toplandığını görmeğe başlar. Mister Beardmore,
siz de burada az çok, böyle ıssız bir adaya düşmüşe
benzersiniz. Çoktanberidir, tavşanlar, kuşlar ve Thalia
Drummond’dan başkasını görmediğiniz b ir sayfiye­
desiniz. Kendi seviyenizdeki insanlarla buluşmak ve
vakit geçirmek için derhal şehre dönmenizi tavsiye
ederim.
Kız arkasını dönünce bir adım geriledi. Mister
Froyant ile karşılaşmıştı.
Froyant:
— Sizi hesapları gözden geçirmekle meşgul zan­
nediyordum, dedi.
Sesi sertti.
Bu adam, kırk yaşlarında kadardı. Zayıf, çehre­
si sert hatlı ve başı saçsızdı. H er söz söyleyişte dili­
ni dişlerinin arasında gezdirmek gibi hoşa gitmez bir
hareketi vardı.
Genç Beardmore’a:
— Günaydın.
Diyerek tekrar kıza döndü:
— Vaktinizi bu şekilde geçirmenizden memnun
değilim, dedi.
Kız sükûnetle cevap verdi:
— Vaktimi boş yere geçirmiyorum. Hesapları
tetkik etm e işini bitirdim.
F:2 17
Bunları söylerken kolunun altındaki deri çanta­
yı gösterdi.
— Bu işi kütüphanede de yapabilirdiniz. Bura­
da, böyle yalnız başınıza yapmıya hiç de lüzum yoktu.
Burnunu kaşıdı. Kaçamak bakışlarla iki gence
baktı.
— Bu kadarı kâfi, dedi. Jack, babana gidiyorum.
Benimle gelir misin?
Thalia zaten villâya doğru yürümeğe başlamıştı.
Jack’ın orada durması için b ir sebep kalmamıştı.
Birkaç adım yürüm üşlerdi ki, Froyant, gence:
— Jaok, dedi. Daktilomun zamanını kaybettirme­
seniz iyi edersiniz. Onun ne kadar işi olduğunu bile­
mezsiniz... Hem babanızın da buna razı olmıyacağma
eminim.
Jack, aksi bir cevap vermek istedi amma, yine
sustu.
Zaten Harvey Froyant’ı hiç sevmezdi. Kızla karşı
karşıya oldukları zaman yaptığı canavarca muamele­
den dolayı onu tahkire hazırdı.
M ister Froyant çitin boyunca yürürken söze tek­
rar başladı:
— Şu küçük daktilo, dedi.
Sonra bastonu ile biraz evvel Jack ’ın geçtiği yeri
gösterdi:
— Şu geçidi kim açmış? diye sordu.
Jack, sevinç ve hiddetle:
— Ben, dedi. Çit bize ait değil mi? Buradan
geçmek suretile yol hiç olmazsa yarım mil kısalıyor.
Yürüyelim Mister Froyant.
Adam bir şey söylemedi. Yürümeğe başladı. Ha­
18
fif meyilli sahaya geçerek biraz evvel Jaek’in dur­
duğu ağaç kümesine doğru yaklaştılar.
Mister Froyant susuyordu. Daktilosunu baştan
çıkardığını zannettiği gence karşı hiddetli olduğu
anlaşılıyordu.
Buradaki büyük ağacın önüne varm ışlardı ki,
ihtiyar adam, kolunun şiddetle çekildiğini duyup,
döndü. Genç arkadaşının baktığı tarafa bakınca kor­
ku ile bağırdı. Ağacın gövdesine koskocaman bir Kı­
zıl Çember çizilmişti. Boyası hâlâ yaştı.

19
i

IV

MİSTER FELİX MARL

Jack Beardmore bakışlarile her tarafı araştırdı.


Görünürde, Beardmore villâsına doğru sükûnetle yü­
rüyen bir adamdan başka kimsecikler yoktu. Elinde
bir çanta vardı. Jack seslenince durdu ve dönüp baktı.
Jack adama doğru koşarak:
— Kimsiniz?, burada ne arıyorsunuz? diye ba­
ğırdı.
Yabancı, sesinin duyulabileceği bir mesafeye ka­
dar yaklaştı. Vücudlu ve kuvvetli bir adamdı. Yalnız
elindeki çanta ağır olacaktı ki, zorlukla nefes alıyor­
du. Söz söyliyebilmek için bir lâhza durm ak zorunda
kaldı. Nihayet:
— İsmim Marl, dedi. Felix Marl. Belki de ben­
den bahsedildiğini ve ismimi duymuşsunuzdur. Si­
zin, Beardmore’un oğlu olduğunuzu zannediyorum.
— Evet., fakat burada ne yapıyorsunuz?
— İstasyondan gelirken bu yolun daha kısa ola-
20
cağını söylemişlerdi. Fakat bunun doğru olmadığını
görüyorum. Babanızı görmeğe geldim.
Genç, heyecanla sordu:
— Şu ağacın yanından geçtiniz mi?
— Neden sordunuz? Dosdoğru tarladan geldiğimi
görüyorsunuz.
Bu sırada Mister Froyant’da yanlarına geldi. Ya­
bancıyı tanımıştı.
— M ister Marl, imiş, diye bağırdı. Söyle baka­
yım Marl, bu ağacın yanından geçerken kimselere
rastlamadınız mı?
Mister Marl, hayır der gibilerden başım salladı.
Ağaçla bu ağaca bağlı esrarın onu ilgilendirmediği
görülüyordu. Hattâ:
— Geçerken burada bir ağaç olduğunun bile far­
kına varmamıştım, dedi. Bütün bunları sormaktan
maksadınız ne?
Harvey Froyant:
— Hiç, diye cevap verdi.
— Üçü, dosdoğru villâya yürüdüler. Jack, yeni ge­
lenin çantasını almış, taşıyordu. Adam, onda epeyi
bir tesir bırakmıştı. Sesi sertti, hareketleri çok lâübali
görünüyordu. Kendi kendisine, babasının bu adamla
ne gibi bir alâkası olabileceğini düşünüyordu.
Tam evin merdivenlerini çıkıyorlardı ki, koca
vücutlu Marl, ortada görünür hiç bir sebep yokken,
bağırarak geriye sıçradı... Bu, âni bir korkuya tutul­
ma gibi bir şeydi. Başından ayağına kadar titrem eğe
başlıyan adamın çehresinde de bu korkunun açık iz­
leri görünüyordu.
Froyant sinirli sinirli söylendi:
21
— Hay canına... Ne oluyorsunuz canim?
Kızıl Çemberi gördükten sonra düştüğü heyecan
zaten yeni geçmişti.
Marl, kekeledi:
— Hiç... Hiç... be., be., ben biraz,,,
Genç Beardm ore misafiri kabul salonuna aldık-
tan sonra Yale’i aram ıya başladı.
Hafiyeyi balhçede kollarım kavuşturm uş ve de­
rin bir düşünceye dalmış bir vaziyette ve bir şezlon­
ga uzanmış buldu.
Yale, gencin ayak seslerini duyunca gözlerini
açtı.
Jack’m sormak istediği sual daha dudaklarında
iken:
— Ben de bilmiyorum, dedi.
Sonra çocuğun şaşkın bakışları karşısında kah­
kahalarla gülmeğe başladı. Ve:
— M arl’in korkmasındaki sebebi soracaktınız de­
ğil mi? dedi.
— Evet... Fakat ne garip insansınız Yale. Bu
adamla beraber, aynı korku heyecanını geçirdiniz mi?
— Evet diyeceğim. Buradan her şeyi gördüm.
Zaten bu adam benim için meçhul bir kimse değil­
dir. Fakat ne gördüm? kimdir? işte bunları; bilmiyo­
rum. Her zaman buraya gelir mi? Babanız bana biri­
sini beklediğini söylemişti, her halde bu adam ola­
cak.
Jack:
— Ben de ilk defa görüyorum, diye cevap verdi.
Şimdi hatırlıyorum , babamla Mister Froyant, Marl
ismindeki bir adamla iş yapıyorlardı. Bu adamın bir
22
arazi simsarı olduğunu zannediyorum. Birkaç zaman-
danberidir babam bu gibi işlerle alâkadar oluyor. Fa­
kat bundan başka mühim şeyler var Yale. Kızıl Çem­
ber işaretini biraz evvel bir ağacın üstünde gördüm.
Jack gördüklerini teferruatile anlatmıya başladı:
— Eminim ki, ilk geçişimde ağacın üstünde bu
işaret yoktu, dedi. M uhakkak ki, biz konuşurken yap­
mışlar. Aramızdaki çit ağacı epeyce saklıyordu. B i­
risi, pekâlâ bize görünmeden ağaca kadar gidebilirdi.
Ne düşünüyorsunuz Yale?
Hafiye, ehemmiyet vermez bir tavırla:
— Bundan dolayı hiç de m eraka düşmüyorum,
diye cevap verdi.
Ayağa kalktı. Dolaşmıya başladı. Jack onun
söz söylemesini biraz bekledi. Sonra hafiyeyi kendi
haline bıraktı.
Bu sırada Mister Felix Marl, Mister Froyant ile
Beardmore’a teklif için buraya kadar gelmiş oldu­
ğu iş hakkında lüzumlu izahatı veriyordu. Hakika­
ten de bu iş bir arazi alış verişi idi. Yalnız Marl:
— Konuşamıyorum, diyordu. Bu âni bir hal...
Affediniz beni., bu sabah çok şaşırdım.
— Neden?
— Sö... Sö.. söyliyemiyeceğim... Bugün iş hakkın­
da konuşabilmeme im kân yok. Ya., ya... Yarına bırak­
sak iyi olur.
Mister Froyant hiddetlenmişti.
— Buraya gelmek zahmetine, şu kekelemeleriniz
için mi katlandım zannediyorsunuz? dedi. Bu işi ça-
23
bucak bitirmemizi teklif ediyorum. Mister Beardrnore’
da benim fikrimdedir.
İşin halledilip edilmemesi Mister Beardmore’u
pek alâkadar etmiyor olacaktı ki, gülerek:
— M arl’in belki haklı b ir sebebi vardır. Zbrla-
mıyalım, dedi. Marl bu gece için misafirim olmayı
kabul eder misiniz?
Marl, yeni bir korkuya tutulm uş gibi:
— Hayır, ihayir.. teşekkür ederim, dedi. Eve dön­
mem lâzım.
Ev sahibi masanın üstündeki kâğıtları toplarken:
— Nasıl isterseniz, diye söylendi.
Üçü birden Jack’ın bulunduğu hole çıktılar.
M ister Beardmore’un otomobili M arl’i istasyona
götürdü. Ve... Bundan sonra da bu iş adamının bü­
tün harekâtı dikkate değer bir şekle girdi. Çantasını
trenin bagajına verdi ve kendi de bindi. Fakat ilk is­
tasyonda indi.
En ufak bir hareketin nefesini kestiği bu adam,
büyük bir gayretle ıBeardmore’un evini bir istasyon­
dan ayıran dokuz millik mesafeyi yayan olarak yü­
rüdü. Hem de kese yollardan istifade etmemek şar-
tile.
Evin bahçesine bitişik ağaçlığa vardığı zaman
henien hemen gece olmuştu. Çimenlerin üstüne otu­
rarak ortalığın iyice kararm asını bekledi. Bu arada
da boş durmuyor, trenin bagajına verdiği çantasından
aldığı bir tabancayı dikkatle muayene ediyordu.

24
V

ORMANDA BİR GENÇ KIZ

Jam es Beardmore can sıkıntısı ile:


— Bu adam acaba neden bu sabah gelmedi? dedi.
Jack:
— Kim? diye sordu.
— Marl.
Yale’de söze karıştı:
— Şu dün gelen iş adamı mı?
Üç erkek villânın terasında idiler. Bulundukları
yerden, çok uzaklara kadar etraf görünüyordu.
Sabaih treni gelmiş ve gitmişti. Dumanı hâlâ, uzak­
lardaki tepelerin arkasından görünüyordu.
Mister .Beardmore:
— Evet, diye cevap verdi. Froyant’a telefon edip
haber vermek lâzım. Bari o da buraya beyhude yere
gelmek zahmetine girmesin.
Mister Beardmore çenesini avucuna almış düşü­
nüyordu. Birden:
^ 25
— Şu Marl beni iyice düşündürüyor, dedi. O, hak­
sız olmıyacağmı zannettiğim hapis cezasına uğramış
bir adamdır. Zannedersem şimdi namuslu olmuştur.
Fakat dün ona ne oldu? yanıma geldiği zaman bir
ölü gibi sapsarı idi ve her tarafı tirtir titriyordu.
Jack:
— Kardiyak bir kriz geçirdiğini zannediyorum,
dedi. Belki de kalbi tutm uştur.
Beardmore gülümsedi. Salona gitti. Döndüğü za­
man elinde bir baston vardı:
— Bir gezinti yapacağım, d e d i Benimle gelme­
nize lüzum yok. Düşündüm ve Yale size, bahçeden
dışarıya çıkmıyacağıma söz veriyorum... Her ne ka­
dar şu haydudun tehditlerine aldırmak istemiyorsam-
da...
Yale başını salladı:
— Ya, şu ağaca çizilen Kızıl Çember işareti?
dedi.
— Benim yüz bin liramı alabilmek için bu ki­
fayet etmez.
Diyen Beardmore elile «Şimdilik Allahaısmarla­
dık)) der gibi bir işaret yaparak terasın taş merdiven­
lerini indi, parka doğru yürüm eğe başladı. Oğlu ile
hafiye, onu gözlerile takip ediyorlardı.
Jack:
— Kanaatinizce babam hakikaten tehlikede
midir? diye sordu.
Yale, giden adamı gözlerile bir müddet daha ta­
kip ettikten sonra döndü: .
— Tehlike mi! dediniz, dedi. Evet., hakikaten
ciddi bir tehlikeye karşı olduğu kanaatindeyim. Ya­
rın ... Belki de öbürgün.
Genç, babasının kaybolmak üzere olan hayalini
gözlerde arıyarak:
— Yanıldığınızı zannediyorum, diye söylendi.
Babam, bu meseleyi hiç de sizin kadar ciddiye al­
mıyor.
— Çünkü bu işlerde benim kadar tecrübesi yok­
tur. H attâ emniyet m üdürüne giderek konuştuğunu
ve onun da babanızın hayatını muhafazaya Müfettiş
P arr’ı memur ettiğini biliyorum. O da...
Jack, kendisini de kaplamaya başlıyan korkuya
rağmen gülümsedi:
— Buna rağmen, dedi. Siz hususî hafiyeler, hiç
bir zaman resmî polislerle aynı düşüncede olmazsınız.
Yale ciddiyetle:
— M üfettiş P a rr’a hayranım, dedi. Belki biraz
yavaştır. Fakat m uhakkak ki, şahsiyet sahibidir. Hat­
tâ, onun, uzun zam anlardır emniyet nazırlığında bir
eşine tesadüf edilmemiş bir polis olduğunu da söy­
lerler. Fakat bu Kızıl Çember işinde üstleri onu ol­
dukça hırpaliyorlarmış. Ona, eğer şu Kızıl' Çember
çetesini yakalamazsa nezaretteki mevkiini kaybede­
ceğini söylemişler.
Yale bunları söylerken Mister Beardmore bah­
çeyi parktan ayıran çite varmış ve aşmıştı.
Yale devam etti:
— Kızıl Çember tarafından yapılan son cinayetin
tahkikatında Mister P arr ile beraber çalışmıştım. Ve
onun...
Birden sustu. İki adam birbirlerine bakıştılar.
27
Aldanmalarına imkân yoktu. Park tarafından bir
silâh sesi duyulm uştu. Jack hemen parmaklığı aşa­
rak parka doğru koşmıya başladı. Yale’de arkadan
gidiyordu.
Parkın hemen hemen yirm i m etre içerisinde
M ister Jam es Beardm ore’u yüzükoyun yere uzan­
mış buldular. Ölmüştü.
Jack babasında küçük bir hayat eseri bulmıya
uğraşırken, parkın öte tarafından çıkan bir kız bir
an durup kırmızıya boyanmış ellerini otlara sildi. Son­
ra, çitte, evvelce Jack ’m açmış olduğu gedikten geçe­
rek, metrûk pavyona doğru koşmıya başladı.
Oraya varınca, Thalia Drummond etrafına dik­
katle baktı. Zor nefes alıyordu. Yüzü kar gibi bembe­
yaz kesilmişti. Küçük orman tarafına bir kere daha
baktıktan sonra acele ile eve girdi. Titriyen ellerile
döşemenin bir tahtasını kaldırdı. Burada bir çukur
vardı. Bir saniyelik bir tereddüt geçirdi ve elinde tu t­
tuğu tabancayı buraya fırlatarak tahtayı yerine
oturttu.

28
VI

THALÎA DRUMMOND

Polis m üdürü Miralay Morton önündeki bir ga­


zete parçasına bakarken kum ral bıyıklarını ısırıyor­
du. Bunun neye delâlet ettiğini bilen baş Müfettiş
P a rr’da önünde durmuş, âmirinin vereceği emri bek­
liyordu.
P arr o kadar kısa boylu ve şişman bir adamdı
ki, polis mesleğine nasıl olup da girebildiği sorula­
bilirdi. Elli yaşından biraz küçüktü. Koskocaman,
zekâ ve incelik çizgilerinin bulunm adığı b ir çehresi
vardı. İri yuvarlak gözleri, uzunca yüzü ve çehresi­
nin diğer bariz tarafları hiç bir karakter eseri gös­
termiyordu.
Müdür, gazete parçasını eline alarak:
— Dinleyiniz, bu Morning M onitor’un bir ilâve­
sidir, dedi. Ve okumıya başladı:
«Bir seneden az bir zaman içinde şehir ikinci bir
«inayetle karşılaşıyor. Tafsilâtını aşağıda göreceğiniz
29
için buraya yazmıyoruz. Fakat bu iş karşısında poli­
sin aczi bizi hayrete düşürüyor. Emniyet müfettiş­
lerinden P arr bile, aylarca bu çetenin peşinde koş­
tuğu halde bize kati bir şey söylemiyor. Söyliyebil-
dikleri ancak müphem bazı vaitler. Hiç şüphesiz ki,
polisin daha faal, daha işgüzar insanlara ihtiyacı var.
Hükümetin bu işte daha kati hareket edeceğini ve
acı neticeler verse bile icap eden her türlü muamele­
den çekinmiyeceğini zannediyoruz.»
Polis m üdürü:
— Dinlediniz ya Parr, dedi. Bütün bunlar hak­
kında fikriniz nedir?
Müfettiş çenesini okşadı ve bir şey söylemedi.
Morton devam etti:
— Tehditçilerin, onu ölümle korkuttuklarını po­
lis bildiği halde Mister Beardmore katledildi. Hem de
evinin yanında öldürüldü. K atil hâlâ serbesttir, ya-
kalanmamıştır. İşte yeniden dikkate değer bir cina­
yet karşısındayız. Şu gazetelerin nasihatlarm ı dinle­
mek istediğimi sizden saklamak istemem. Birinci ci­
nayetten sonra şu Yale denilen hususî hafiyenin na­
sihatlerinden istifade etmiştiniz. Bu sefer de onu gör­
dünüz mü?
— Evet.
— Ne diyor?
— Esmer ve çürük dişli bir adamdan bahsedi­
yor.
— Bunları nereden çıkarıyor.
— Cinayet yerinde bulunan bir kovandan. Fakat
ben böyle psychometrie hislerile hareketten birşey
anlamıyorum.
30
— İşinize yarıyabdlecek delilleri kaçırmıyacağı-
nıza eminim. Bilhassa Yale’in söylediklerini pek ya­
bana atmaymız P arr. Bu adam da şayanı hayret bir
his var., sizin bunlardan bir şey anlamamanız onun
kıymetini azaltamaz.
P arr bu sözlerden sinirlenmiş bir halde:
— H akikaten buna inanıyor musunuz? diye sor­
du. Yerde bulunm uş bir kurşun kovanından, bu kur­
şunu atan adamın eşkâlini bulmanın, hele onun ru h î
vaziyetinin anlaşılabileceğine kani misiniz? Bu imkân­
sız bir şey:
Polis m üdürü sükûnetle:
— Psychometrie çoktan beridir tetkik ve istifa­
de edilen bir ilimdir, dedi. Bu çeşit insanlar fazla
hassasiyetleri yüzünden bazı ru h î hâdiseleri hisse­
derler. Yale’de bu cins insanlardan biridir.
— Beardmore’un katledildiği yerden iki yüz
metre mesafede olduğu halde katili yakalıyamadı.
— Evet biliyorum. Fakat siz de yakalıyamadıniz.
Bu Kızıl Çembere karşı tatbik edeceğiniz hücum plâ­
nını bana anlatalı birkaç ay oluyor. Ben de m uvafa­
kat etmiştim. Parr size söylemekten müteessirim
amma, kendinize başka bir hücum şekli bulmanız
lâzım.
P arr hemen cevap vermedi. Bir saniyelik bir dü­
şünceden sonra, m üdürün şaşgm bakışları altmda,
bir sandalye çekerek yanına oturdu.
— Bay Müdür, diye söze başladı. - sesinde her
zaman rastlanmıyan bir heyecan vardı. - Şu Kızıl
Çember çetesindeki insanları yakalam ak hiç de zor
değildir. Bana biraz daha müsaade ederseniz bu işi
31
halledeceğim. Fakat esas mesele çetenin başını ya­
kalamaktır. Eğer evvelâ onu yakalıyacak olursak öte­
kilerin işi basitleşmiş olur. Yalnız bu işi yapabilmek
için biraz daha açılmamız lâzım.
— Açılmamız mı? Biraz izah eder misiniz?
— Anlatacağım...
P arr uzun uzun anlattı ve o şekilde söylüyordu
ki, polis m üdürü susmuş biraz da hayretle dinli­
yordu
Yarım saatten az bir zaman sonra Mister Parr,
şehrin orta tarafındaki büyük bir binaya giriyordu.
Üçüncü katta, hafiye Derrick Yale’in «kapısını çaldı.
Hafiye de zaten onu bekliyordu.
Bu iki adam arasındaki ayrılık kadar farklı bir
şey, tasavvur edilemez. Müfettiş P arr ne kadar ağır ve
hantal ise, hususî hafiye de o kadar ince, seri hare­
ketli idi. Biraz da sinirli ve dikkatli görünüyordu.
Müfettişe:
— Ne oldu? Aranızda neler ğfeçti? diye sordu.
— Tahminimden fazla. M üdür adamakıllı çattı.
Siz yeni bir şeyler bulabildiniz mi?
— Bozuk dişli adamı buldum. İsmi Silby. Bu
adam bir bahriyelidir ve cinayetin ertesi günü Beard­
more villâsının yakınlarında görülmüş. Onun dün
sarhoşluk ve serserilik yüzünden tevkif edildiğini
bildiren telgraf üstünde, cinayetin işlenmesinde kul­
lanılmış tabanca olması ihtimali olan bir brovning
bulunmuş. Cinayette kullanılan tabancanın da bir
brovning olduğunu hatırlarsınız.
P arr hayret içinde kalmıştı.
— «Bütün bunları nasıl öğrendiniz? dedi.
32
— Benim hissî kabiliyetime itimadınız yok k i
Yoksa size boş kovanı koklamamın b u n lan öğren­
meğe kâfi geldiğini söylerdim. Adamlarımdan birini
bu adamı aram ıya gönderdim. Ve işte neticesi.
Bunları söylerken telgrafı gösteriyordu.
P a rr’m sakin çehresinde bir tebessüm dolaştı.
Fakat bu gülümseyiş çirkin çehresini hiç de güzel-
leştirmemişti.
— Demek ki, katil yakalandı, dedi. Yalnız bunu
yazanın o olup olmadığım kendi kendime soruyorum.
Para çantasından etrafı ateşten kararm ış bir kâ­
ğıt çıkartarak-Y ale’e uzattı.
Yale:
—Bunu nerede buldunuz? diye sordu.
— Mister Beardm ore’un şöminesindeki küllerin
arasında.
Bu, birçok parçalara yırtılm ış bir kâğıda ait
küçük bir parça idi. Üstünde acele ve titrek b ir yazı
ile yazılmış bir yazının şu parçaları vardı.

«Rahat bırakmak .
Rahat bvrakacaksınız»

Yale başını salladı. Kâğıdı açık avucunun içine


koydu:
Ateş h er şeyi yoketmiş. Hiç b ir şey duymuyo­
rum, dedi.
P arr kâğıdı dikkatle tekrar para çantasına yer­
leştirdi ve:
— Çivili bir ayakkabı giyen ve bir puro sigarası
içen bir adamın villâ etrafında dolaşmış olduğu hak-
F:3 33
kında bazı izler buldum, dedi. Ayakkabının izleri
açıkça göründüğü gibi, bir ağacın dibinde de puro si­
garası küllerine rastladım.
Yale hayretle:
— Yani, bunlardan ne mâna çıkarıyorsunuz?.,
diye sordu.
— Şunu, Mister Beardm ore’a bir şey haber ver­
mek istiyen birisi, şu parçasını gördüğümüz kâğıdı
gece villâya getirmiş. Mister Beardmore’un bu kâ­
ğıdı okuduğunu da yırtılm ış olmasından anlıyoruz.
Kapıya vurulan hafif bir darbe sözlerini -kesti.
Yale:
— Jack Beardmore geldi, diye fısıldadı.
Jack’ın yüzü büyük felâketlerle karşılaşmış in­
sanların yüzleri gibi sapsarı idi. Yale’in elini sıktı
P arr’ı selâmladı.
Yale:
— Yeni bir şeyler olmadığını tahmin ediyorum,
dedi. Dün şehirde idiniz değil mi? bir şeyler buldu­
nuz mu?
— Konuşmıya değmiyecek kadar ehemmiyetsiz
şeyler. Şehre Mister Froyant’ı görmeğe gitmiştim.
Onu acınacak derecede sinirli buldum.
D em ek Yale, bir bahriyelinin tevkif edilmiş ol­
duğundan bahsetti ve:
— Bu hâdiseye büyük bir ehemmiyet vermek
istemiyorum, dedi. Bu adamın, babanızı öldüren ol­
duğunu kabul etsek bile, bence bu onun bir vasıta­
dan, şu Kızıl Çember çetesi reisi hesabına hareket
eden bir adamdan başka bir şey olmadığı muhakkak.
Ötekiler gibi, tJu da bize aynı hikâyeyi anlatacak,
34
miişkül bir zamanında tanımadığı bir adamın onu
Kızıl Çember hizmetine aldığını, öldürmesi için bir
adamın gösterildiğini, buna m ukabil de bol bol pa­
ra verildiğini söyliyecektir. Fakat bir hal şeklinden
daha çok uzaktayız.
Üç adam beraberce sokağa çıktılar. Jack, baba­
sının işile uğraşan avukatı görmeğe gitmeden, iki
hafiyeyi trene kadar götürdü. P arr ve Yale, katil ol­
masından şüphe edilen gemicinin tevkif edildiği şeh­
re gidiyorlardı. Tenha bir sokaktan gegiyoıûarken,
Jack hayretle durdu. Sokağın karşı tarafında bir be­
lediye rehin dairesi vardı. Buradan çıkan bir kız da
onları görünce duraklamıştı. Bu güzel kızı görmesi
Jack’ı hayretle durdurm uştu.
Parr:
— Durunuz bakalım, dedi. îşte iki senedenberidir
görmediğim genç bir kızla karşılaşıyorum.
Jack, gözlerini açarak sordu:
— îki senedenberi mi? Şu karşı kaldırımda du­
ran kızdan mı bahsediyorsunuz.
— Evet., bir haydut çetesinden olduğunu tahmin
ettiğim Thalia Drum m ond’dur o.

35
VII

ÇALINAN MARUD HEYKELCİĞİ

Jack Beardmore bu sözlerin ağırlığı altında dilsiz


ve hareketsiz durdu. Genç ıkız da böyle bir konuşmıya
sebep olduğundan habersiz, bir otomobil çağırdı, bi­
nip hareket etti.
Parr:
— Acaba burada ne işi vardı? dedi.
Jack’da, kendikendine: «Bir haydut çetesinden
ha» diye Söylendi. Sonra sokağın karşı tarafına ge­
çen haf iyeye:
— Nereye gidiyorsunuz kuzum? diye sordu.
— Onun burada ne aradığını öğreneceğim.
— Belki de para sıkıntısına düşerek bir şeyini
rehin etmiştir. Bu bir cinayet değil ya.
Jack bunları söylemekle beraber, yürüttüğü dü­
şüncenin zayıflığını görüyordu.
Thalia, haydut ve hırsızların ortağı? înamlmıya-
cak bir şeydi bu! İmkânsızdı! Buna rağmen haf iyeyi
36
takip ederek beraberce binaya girdi, onun rehin dai­
resi müdürile konuşmasında hazır bulundu. Müdür,
biraz evvel kızın rehine koyduğu şeyi getirtti. Bu,
altından yapılmış küçük bir Buda heykeli idi:
Müdür:
— îşin asıl garip tarafı, çok daha kıym etli oldu­
ğu halde kızın bunu on liraya rehin etmesidir, dedi.
— Bir şey söyledi mi?
— Âni olarak paraya ihtiyacı olduğunu, fakat
sonra ödeyerek çıkartmasının zor olmaması için çok
para istemediğini söyledi.
— Adresini verdi mi? İsmini söyledi mi ?
Genç kızın muamelesini yapmış olan memur ce­
vap verdi:
— Evet., ismi Thalia Drummond, adresi de 29
Park Gate.
Yale hayretle bağırdı:
— Fakat bu Froyant’m adresi.
Jack, bu ihtiyar hasisin şarka ait antikaları top­
ladığını hatırladı, fakat b ir şey söylemedi.
Parr bir senet vererek heykeli aldı ve cebine
soktu:
— Şimdi hemen M ister Froyant’a gidelim, dedi.
Jack ümitsizce atıldı:
— Allahaşkma bu kızı rah at bırakınız. O ser­
semle başını belâya sokmayınız. Eğer bu işin para
ile îhalli mümkünse ben elimden geleni yapmıya ha­
zırım.
Derrick Yale hayran ve memnun dinliyordu.
— Mis Drummond’u tanıyor musunuz? diye
sordu.
37
Jack tasdik yerine başını salladı. Söz söylemeğe
zorluk çekiyordu. Kaçmak ve saklanmak gibi sersem­
ce bir arzu duyuyordu.
Parr ciddi bir sesle:
— Bunun para ile halli imkânsız, dedi. Benim
resmî bir polis hafiyesi olduğumu unutmayınız. Va­
zifem de gidip Mister Froyant’tan bu şeyin buraya
kendi arzusu ve müsaadesi ile getirilip getirilmediğini
sormaktır.
Jack:
— O halde buyurunuz bensiz gidiniz, dedi.
Genç kızın karşılaşacağı müşkül anda onunla
yüz yüze bulunm ak istemiyordu. Bu çok canavarca
olacaktı. P arr bu işte vahşice bir şiddetle hareket
ediyordu. Yalnız kaldıkları zaman bunu Yale’e söy­
ledi. Hattâ:
— Bu kızın böyle bir hırsızlık yapması im­
kânsız, dedi. Ne yazık ki kızı- görmesine ben sebep
oldum.
— Ben de aksine, onun sizden evvel kızı gördü­
ğüne kaniim.
Diyen Yale, elini gencin omuzuna koyarak devam.
etti:
— Jack, çok müteessirsiniz. Neden?.. Muhakkak
ki, bu kıza, sayfiyede, M ister Froyant’m yanında sık
sık tesadüf (ettiğinizden değü mi?
— Evet... Ve P arr bu kızın işini takip ettiği şid­
detle Kızıl Çember işile de uğraşsaydı muhakkak ki,
babam şimdi hayatta olacaktı.
Derrick Yale onu teskin için çok uğraştı. Onu
evine kadar götürdü. Gülünç birçok şeyler anlattı.
38
Aradan bir çeyrek saat kadar vakit geçmişti ki, te­
lefonun zili çaldı. Konuşmak istiyen P arr idi.
Yale:
— Ne var? diye sordu.
— Thalia Drummond’u tevkif ettim. Yarın mah­
keme olacak.
Yale telefonu kapatarak Jack’m yanına geldi.
Jack konuşmanın neye ait olduğunu hissetmişti.
— Tevkif edilmiş değil mi? diye sordu.
Yale başile tasdik etti.
Jack Beardm ore sarardı. Yale sükûnetle:
— Siz de M ister Froyant gibi bir entrikacının
bir hırsız kızın kurbanısınız, dedi.
— Hırsız olsun, isterse daha fena olsun, ne ehem­
miyeti var? Onu hiç bir zaman daha az sevmiye-
ceğim.

39
VIII

BUDA

Mister P arr’m, Harvey Froyant ile karşılaşması


biraz garip oldu. Beardmore’un öldürülmesi tahkika­
tında hafiye ile karşılaşmış olan milyoner, yine onu
görünce, heyecanla:
— Ne var? ne var? diye bağırdı. Şu katiller yeni
bir cinayet mi işlediler?
Parr:
— Hayır, diye cevap verdi. Sizden yalnız bilgi
edinmeğe geldim.
— Thalia ne vakitten beridir yanınızda çalışı­
yor?
— Üç aydanberidir kâtibimdir. Neye soruyorsu­
nuz?
— Ne aylık veriyorsunuz?
Mister Froyant o kadar az bir para söyledi ki,
kendi de mahçup oldu. Ve kızın yemeğini evde ye-
40
diğinden, geceleri de serbest bulunduğundan bah­
setti.
— Ekseriyetle para sıkıntısı çektiğinden haberi­
niz var mıydı?
— Ne? Evet, evet... Meselâ dün benden avans
olarak beş lira istemişti. M uhakkak vermesi icap eden
bir borçtan bahsediyordu. Tabiatile bu teklifini red­
dettim. Herhangi iş olursa olsun avans vermekten
hoşlanmam. .Bu, insanların malî vaziyetlerini boz­
maktan başka bir şeye yaramaz.
— Mister Froyant. Sizin antika şeyleriniz oldu­
ğunu duymuştum. Şu son günlerde içlerinden kaybo­
lan bir şey var mı?
Froyant yerinden sıçradı. Bir şeyinin çalınmış ol­
ması düşüncesi onu altüst etmişti. Tek kelime söy­
lemeden dişan fırladı. Üç dakika sonra, yüzü terle­
miş ve gözleri dolmuş bir vaziyette geri geldi.
— Budam, diye inledi. Daha bu sabah yerinde
idi. Yftz liradan fazla kıymeti vardı.
Hafiye ciddiyetle:
— Mis Drummond’u çağırtınız, dedi.
Thalia geldi. Tamamile kendine hâkimdi. Elleri­
ni arkasında bağlamış Mister Froyant’ın önünde du­
ruyordu
Sorgu kısa fakat, Froyant için biraz da sıkıntılı
olmuştu Hiçbir şeyin bu kızın nazarında ehemmiyeti
olmadığı anlaşılıyordu. Patronunun gözlerinden, ’bu­
radaki işini artık kaybettiği iyice anlaşılıyordu. Ni­
hayet Froyant dayanamıyarak:
— Siz, siz, diye bağırdı. Beni soydunuz ha... Ha­
vaya kaldırdığı eli titriyordu... Siz, bir hırsızsınız.
41
Genç kız soğuk bir tavırla:
— Sizden bir avans isteıhiştim, dedi. Eğer bu
kadar merhametsiz ve hasis olmasaydınız verirdiniz.
Froyant, hiddetten sarhoş bir halde söyleni­
yordu:
— Siz ... Siz...
Birden sustu. Sonra:
— Mister Parr, bu kızı hırsızlıkla ittiham ediyo­
rum, dedi.
Sonra kıza dönerek ilâve etti:
— Yavrum hapse, evet hapse atılacaksınız. Yalnız
durunuz bakayım... Başka şeylerim de kaybolmuş
olmasın.
Thalia:
— Bu zahmete girmeyiniz, diye söylendi. İçle­
rinde en çirkinleri olan bu Budadan başka bir şey
almadım.
İhtiyar hırçmlaşmıştı:
— Çabuk anahtarlarım ı veriniz, diye bağırdı. Ne
yazık ki size, iş m ektuplarım ı açmak müsaadesini de
vermiştim.
— Biraz evvel bir tanesini açtım ki, hiç hoşunu­
za gitmiyecektir.
Kız ihtiyara, alaycı bir tavırla bir zarf uzattı.
Froyant zarfı açtı, içindeki Kızıl Çember işare­
tini ^görünce baygm bir halde bir koltuğa yıkıldı.

42
IX

İYİ BİR HÂKİM

Thalia’nm önüne çıkarıldığı hâkim, iyi 'bir aile


babası olacaktı ki, kızın haline kızdan fazla üzülmüş­
tü. Durup durup önündeki polis raporuna, Müfettiş
P a rr’a ve salonu güzelliği ile doldurmuş olan Thalia
Drummond’a bakıyordu. Vazifesi icabı, bin bir türlü
insan ve aldatıcı çehrelerle karşılaşmış olan bu yaşlı
hâkim, daha ilk bakışta kızın bir hiddete, yahut da
bir irada zayıflığına kapılarak bu işi yaptığına inan­
mıştı. Kızın, tahmin edildiği kadar fena bir mahlûk
olmadığına emindi:
— Başka mahkûm iyetleri var mı? diye sordu.
— Hayır.
Hâkim, gözlüklerinin altından kıza baktı ve ba­
baca bir tavırla:
— Bu işi nasıl yaptığınızı anlamıyorum, dedi.
İyi bir tahsil görmüş olduğunuz halde, küçük bir para
için bu hırsızlığı yapacak kadar alçalıyorsunuz. Bu
43
sizin için bu kadar lüzumlu m u idi? Paraya ihtiyacı­
nız bu kadar çok mu idi? Anlıyamıyorum. Fakat ne
olursa olsun, hiç bir şey sizi m azur gösteremez. Buna
rağmen, geçmişinizdeki temizlik, gençliğinizdeki tec­
rübesizlik ve iyi düşünceleriniz, bu düştüğünüz acı
vaziyetten bir ders almış olacağınız düşüncesile ka­
nunun bana verebileceği im kân nispetinde sizi koru­
yacağım. Sizi serbest bırakıyorum. Fakat dediğim
gibi, bu size bir ders olsun., neticesi çok fena olacak
yeni suçlar işlemekten kendinizi muhafaza ediniz.
Genç kız başile hâkimi selâmlıyarak suçlu
mevkiinden çıktı.
Harvey Froyant’da dinleyicilere mahsus kısım­
dan ayrıldı. Bu kadar zengin olan bu adamın, dün­
yada tek bir düşüncesi vardı: Para. O, her gece ce­
bindeki ufaklıkları sayan ve parasını çaldığından emin
olsa annesini bile hapse göndermekte tereddüt etmi-
yen insanlardandı. Yanından ayrılırken kendisine
Kızıl Çemberin m ektubunu veren Thalia için çok
daha ağır cezalar istiyordu.
Fakat hâkim in hareketi hiç te hoşuna gitmemiş­
ti. Koridorda Parr ile karşılaşınca bunu hemen söy­
ledi:
— Böyle bir kadın cemiyet için bir tehlikedir.
Şimdi de beni tehdit eden şu çeteden olmadığı ne
malûm? Benden kırk bin lira istiyorlar... Daha aşağı
değil, tamam kırk bin.
»Bu m iktarı söylerken sesi titriyordu. Devam etti.
— Müfettiş Parr, size, beni muhafaza etmenin
vazifeniz olduğunu hatırlatırım . Evet, bu vazife-
nizdir.
44
Müfettiş:
— Emniyet m üdürlüğü sizi muhafaza edecektir,
dedi. Bu kıza gelince., o kadar genç ki, daha Kızıl
Çemberden bahsedildiğini bile duymamış olacağına
eminim.
— Genç! bundan bana ne? Tam cezalandırılacağı
zaman. Gençler ne kadar ceza görürlerse o kadar iyi
vatandaşlar olurlar.
— Çok doğru!
Diyen M üfettiş, gayet soğuk bir sesle ilâve etti:
— Fakat gençlik için ne ağır bir hareket.
Froyant anlaşılmaz birkaç kelime daha söyledi.
Koridoru geçti, kapının önünde kendisini bekliyen
otomobiline bindi.
Müfettiş Parr, gözlerinde garip bir ışık olduğu
halde, onun gidişine baktı. Sonra, kapının önünde
kendisini bekliyen Jack ’ı gördü. Ona doğru yürüdü.
— M erhaba bayım, dedi. Genç bayanın çıkması-
nımı bekliyorsunuz?
— Evet., fakat onun serbest olarak çıkması için
ne çok muamele varm ış?
Parr, halden anlar bir adam tavrile:
— Gecikmez artık, dedi. Sonra, M ister Beardmore,
müsaade ediniz de size, bu kız hakkında gösterdiği­
niz alâkadan hayrete düştüğüm ü söyliyeyim.
Jack heyecanla:
— Ne söylemek istiyorsunuz? dedi. Bütün hır­
sızlık hikâyesinin asılsız bir şey olduğuna ve şu F ro­
yant hayvanının bir uydurm ası olduğuna...
— Hayır, hayır, Mis Drummond heykeli çaldığı­
nı bizzat itiraf etti. Sonra ben ve siz, onun emniyet
46
sandığından çıktığını gözlerimizle gördük. Şüpheye
im kân yok.
— Belki de, şahsî bazı sebepler yüzünden böyle
bir itirafta bulunm uştur. Onun gibi bir kızın hır­
sızlık yapmasına im kân var mı? Ne sebeple? Ben ona
daha çok büyük bir servet...
Birden sustu. Sonra:
— Hayır, hayır, diye söylendi. Anlıyamadığım
bir şeyler var .bu işte. Sizin bile gözlerinizden kaçan
bir esrar olduğuna eminim.
Birden mahkemenin iç kapısı açıldı ve iki ada­
mın, hakkında konuştukları kız göründü. Kız Jack’ı
görünce kızardı ve durdu:
— Mahkeme salonunda mıydınız? diye sordu.
Jack, hayır der gibi başını salladı. Genç kız söz­
lerine devam etti:
— Buraya hiç gelmemeliydiniz. İşin sonunu na­
sıl haber aldınız? size kim söyledi?
Sanki, hafiyenin orada duruşundan haberi yok­
muş gibi hareket ediyordu. Tevkifindenberi ilk defa­
dır ki, heyecanlı görünüyordu.
Hafifçe titriyen bir sesle:
— Bu... Hâdiseyi haber aldığınızdan çok m üte­
essirim, dedi. Ve sizin bunu bilmenize çok üzülüyo­
rum.
— Fakat Thalia, bütün bunlar iftira değil mi?
Bana itimat edebilirsiniz. Söyleyin bu aleyhinize ter­
tip edilmiş bir oyun değil mi?
Gencin sesi aşk ve ümit dolu idi. Fakat Mis
Drummond başını salladı. Tatlı bir sesle:
46
— Hayır, bu işte hiçbir hile yok, diye cevap ver­
di. Mister Froyant’in Budasım ben çaldım.
— Peki... Fakat.. Neden? Neden kuzum?
— Size bundaki sebebi söyliyemiyeceğimden
korkuyorum
Dudaklarının kenarında bir tebessüm dolaştı:
— Paraya ihtiyacım vardı, dedi. Ve bu da... Kâfi
bir sebeptir.
— Ben de size bütün bunlara inanmadığımı söy-
liyeceğim. Ve asla da inanmıyacağım. Siz böyle bir
iş yapabilecek yaradılışta değilsiniz. Bunu hissediyo­
rum, biliyorum.
Kız, söz söylemeden, uzun zaman gence baktı.
Sonra Mister P a rr’a dönerek:
— Belki siz Mister Beardmore ile münakaşa ede­
bilirsiniz, dedi. Ben bu işi yapamiyacağım.
Jack kapıya doğru b ir adım attı:
— Nereye gideceksiniz? diye sordu.
— Evime.
— Eviniz yok ki!
— Neden olmasın, mobilyalı bir odam var.
— Peki, öyle ise ben de sizinle geleceğim.
Kız itiraz etmedi. Beraberce yürüdüler. Yeraltı
trenine bininceye kadar tek kelime konuşmadılar.
Fakat trende Thalia:
— Artık beni serbest bırakınız, dedi.
— Ne yapacaksınız? Hayatınızı nasıl kazanacak­
sınız? Bu hâdise size bir engel olmıyacak mı?
Kız, soğuk bir tavırla:
— Bu vaka bu kadar korkunç mu? diye sordu.
47
Sonra, m erdivenleri inmeğe başladı. Jack onun
şiddetle kolundan tuttu:
— »Beni dinleyiniz Thalia, dedi. Sizi seviyorum.
Sizinle evlenmek istiyorum. Bunu size şimdiye kadar
söylememiştim am m a m uhakkak ki, hissetmişsiniz­
dir. Hayatımdan silinmenizi istemiyorum. Anlıyor
musunuz? Benden, aşkımdan başka bir şey...
Kız, Jack’m sözünü kesti:
— Siz bir Donkişotluk yapıyorsunuz ve biraz da
delisiniz, dedi. Müsaade etmiyeceğinizi söylüyorsu­
nuz. Ben de sizin bir hırsız kıza karşı olan geçici bir
arzunuz yüzünden hayatınızı mahvetmenize müsaade
etmiyeceğim. Benim hakkımda hiçbir şey bilmiyor­
sunuz. Bana bir sayfiyede rastladınız ve güzel bul­
dunuz... İşte hepsi bu... Size karşı iyi bir annıe, müş­
fik bir hala gibi bunları söylüyorum.
Gözlerinde bir teessür vardı. Bu son sözleri söy­
lerken elini Jack Beardmbre’a uzatarak devam etti:
— Belki birkaç gün sonra birbirimize tekrar
rastlarız. Bana karşı olan geçici 'İlişlerinizin kaybol­
duğunu göreceksiniz.
Süratle •m erdivenleri indi. Jack kendini topladı­
ğı zaman kız çoktan kaybolmuştu.

48
X

KIZIL ÇEMBER ÇAĞIRIYOR

Thalia Drummond, Mister Froyant’m yanına gir­


meden evvel, oturduğu Lexington sokağına girdi. Bu­
radaki odasını terketmemişti. Geçirdiği maceranın
haberi buraya kadar gelmiş olacaktı ki, ev sahibi onu
soğukça karşıladı. Eğer kızın peşin verdiği kiranın
bitmesine daha birkaç gün olmasaydı muhakkak ki
eve de almıyacaktı.
Küçük odası zevkle döşenmişti. Odaya girip de
kapıyı kapatınca rahatça bir nefes aldı. Yalnız ka­
lınca neyi düşünebilirdi? Tabiî Jack Beardmore’u
Ümitsizliğe düşürdüğü bu* gencin hayalini gözlerin­
den uzaklaştırm ıya çalıştı. H arvey Froyant’a gelin­
ce, onu hatırlayınca da acı acı içini çekti. Muhakkak
ki, ondan nefret ediyordu. Onun evinde geçirdiği
günler, hayatının en sıkıntılı günleri idi. Yemeğini
hizmetçilerle beraber yerdi ve her ağzına götürdüğü
lokmanın evvelce hesap edilmiş olduğunu bilirdi.
F : 4 49
Hem de, bir imzasının bir milyondan fazla kıymeti
olan patronu tarafından.
Gülümsiyerek «Bana k u r yapmadığına da şük-
retmeliyim» dedi. Pis tırnakları ile etajerleri yok-
lıyan, halıları çeviren, gümüş takımlarını kontrol
eden ve bütün bunlar için de odadan odaya dolaşan
bu ihtiyar hasisi, elindeki not defterde nasıl takip et­
tiğini hatırladı.
İhtiyar, her yemekte sarfedilen şarapları hesap­
lar, boşalan şişeleri, h attâ m antarları bile sayardı.
Villâsının kocaman bahçesinden bir gülün eksildi­
ğinin bile farkına varacağından bahsederek iftihar
eden bu adam, bahçesindeki meyvaları satmak için
çarşıya gönderir, çürüyen bir tek elma için 'bahçı­
vanına saatlerce söğüp sayardı.
Thalia bütün bunları hatırlayınca gülümsedi.
Elbisesini değiştirerek dışarıya çıktı. Ev sahibi onu
selâmlamadı. Komşulardan birisi, ev sahibi kadına:
— Şu m eşhur kiracınız gelmiş, diye seslendi.
Ev sahibi hiddetli bir sesle:
— Onun iyi bir kız olduğunu zannediyordum,
dedi. Evime kiracı aldıklarımın içinde ilk hırsız bu
kızdır. Fakat uzun zaman kalmıyacaktır. Bu akşam­
dan tezi yok, evden çıkartacağım.
Thalia, hakkında verilen bu ağır karardan ha­
bersiz otobüse bindi.
Fleet Street’de büyük bir gazete idarehanesine
girdi. Bir ilân yazma kâğıdı alarak şunları yazdı:
«Kâtibe:
Söm ürgelerden gelen bir genç kız iş arıyor.
50
Yatıp kalkmasının temin edilmesi, tercih edilir. îyi
vesikaları vardır. Steno ve daktilografi bilir».
Cevap yeri için num ara ve adres yazmadan bu
ilânı gişeye götürdü. Parasını verip çıktı.
İkindi vakti, çayını ev sahibi kadın kendisi ge­
tirdi:
— Mis Drummond size bazı şeyler söylemek te-
tiyorum, dedi.
— Söyleyiniz.
— Önümüzdeki hafta için odanıza ihtiyacım var.
— Beni kovuyorsunuz galiba?
— Hemen hemen... Evime ancak, sizi evvelce
zannettiğim gibi hürm ete değer, namuslu insanları
kabul edebilirim.
— Beni y in e ' böyle zannediniz.
Kadrn bu cevaptan memnun görünmedi.
— Bu biraz zor, dedi. Siz şimdi hapisten geliyor­
sunuz. Belki de siz, benim bundan haberim olmadı­
ğını zannediyorsunuz. Fakat gazeteler sizin bu güzel
maceranızı kâfi m iktarda yazdılar.
— Bundan hiç şüphem yok. Peki, haftaya evi­
nizden çıkacağım.
— Size şunu da söylemek...
Genç kız yerinden kalkıp kapıyı açtı. Elile dışarı­
sını göstererek:
— Lütfen bunları da dışar da söyleyiniz, diye
bağırdı.
Akşam olmuştu. Thalia lâmbayı yakarak manikür
yapmıya başladı. Daha işini bitirm em işti ki, ev sa-
51
hibi kadın büyük bir zarf getirdi. Hiddetle nefes
alarak:
— Dostlarınıza, artık buraya mektup gönderme­
melerini de tembih ederseniz iyi edersiniz, dedi.
Kız:
— Zaten bu kadar âdi bir yerde oturduğumu
dostlanma söylememiştim, diye cevap verdi.
Ve ev sahibi buna karşılık ağır bir söz söyleme­
ğe vakit bulamadan kapıyı kapattı.
Elindeki zarfa bakarken dudaklarında garip bir
tebessüm dolaştı. Adres matbaa harfleri şeklindeki
harflerle ve iri iri yazılmıştı. Açmadan puluna da
baktı. Sonra zarfı açarak içinden büyükçe bir kart
çıkardı. Kartın üstünde koskocaman bir Kızıl Çem­
ber görünce çehresinin çizgileri değişti. Kızıl Çem­
berin içine de aynı harflerle şunlar yazılmıştı:
«Size ihtiyacımız var. Yarın gece saat onda
Steyne Square köşesinde bekliyecek olan otomobile
bininiz.»
Kartı masanın üstüne koyarak uzun uzun baktı.
Kızıl Çemberin kendisine ihtiyacı vardı.
Bu çağırışa gitti... Fakat farkına varmadığı hal­
de, bu gidiş biraz geç olmuştu.

52
XI
İTİRAF

Ertesi gece, saat ona üç kala kapalı bir otomobil


Steyne Square ile Clarges Street sokakları köşesin­
de durdu. Az sonra da Thalia göründü. Siyah bir
manto giymişti. Küçük şapkasını başına sardığı
eşarpla sıkmıştı.
Tereddüt etmeden otomobile yaklaştı ve otomo­
bilin kapışım açarak içine girdi. Gece çok karanlıktı,
ö n tarafta oturan şoförü zorlukla görebiliyordu.
Şoför ne başım çevirip baktı, ne de otomobili hare­
ket ettirdi. Yalnız motor hafif hafif işlemekte de­
vam ediyordu,. Nihayet şoför:
— Dün alelâde bir polis mahkemesine girdiniz
dedi. Bir altın heykelcik çalmıştınız. Dün yine bir ga-
zateye ilân vererek sömürgeden geldiğinizi ve iş
aradığınızı bildirdiniz. Her halde maksadinız yeni
sanat eserleri aramaktı.
Thalia hiç heyecana kapılmadan:
53
— Syledikleriniz çok enteresan, dedi. Fakat si­
zin beni, hayatım ın hikâyesini anlatmak için bura­
ya çağırmadığınıza eminim. Mektubunuzu alınca,
size b ir faydam dokunacağını zannetmiştim. Yalnız
bütün bunlardan evvel size bir sual sormak istiyo­
rum.
— Lüzum görürsem cevap veririm.
Kız hafifçe gülümseyerek:
—• Anlıyorum, dedi. Yalnız sormak istediğim
Şey* ya ben sizin beni çağırdığınızı polise haber ver­
dimse, ya Mister P arr, m eşhur hafiye Yale ile bera­
ber bu civarda ise?
— Bence hiçbir ehemmiyeti olmaz, Fakat siz
kaldırım ın üstünde can verirsiniz. İşi alaydan uzak­
laştırarak biraz ciddi konuşalım. Size kolayca çok
para kazanmak ve rahat yaşamak imkânını teklif
ediyorum. Sanat eserlerile meşgul olup olmamanız
da beni alâkadar etmez, yalnız esas işiniz bana hiz­
m et olacaktır. Anladınız mı?
Thalia başile kabul işareti yaptı. Fakat sonra
karşısındaki adamın kendisini görmediğini hatırladı­
ğından:
— Evet, dedi.
— Benim için yapacağınız her işe çok iyi para
alacaksınız. Fakat?... Aleyhime en ufak hareketleri­
nizde de cezalandırılacaksınız. Gözüm daima sizde
olacaktır. Anladınız m ı
— Hem de pek iyi.
Meçhul şoför sözüne devam etti:
— îşiniz de gayet basit olacaktır. Yarın Braba-
54
zon bankasına m üracaat edeceksiniz. Bu bankanın
bir kadın memura ihtiyacı var.
— Beni kabul edecekler mi? Başka bir isimle mi
m üracaat edeceğim.
Adam sabırsızlıkla:
— İsminizi muhafaza ediniz, dedi. A rtık fazla
sormayınız. İşte size iki yüz .lira. Alınız?
Omuzunun üstünden iki tane yüzer liralık uzattı.
Kız parayı aldı. Yalnız bunu yaparken eli tesadüfen
adamın omuzuna temas etti. Şoförün elbisesinin al­
tında sert bir şey vardı. Kız «Kurşuna karşı b ir zırh»
diye düşündü. Sonra yüksek sesle şunları sordu:
— Bu güne kadar yaptığım işler hakkında Mister
Brabazon’a ne söyliyeceğim?
— Her şeyi söylemeğe lüzum yok. Benim emirle­
rimi bekleyiniz. İşte, söyliyeceklerimin hepsi bu.
Birkaç dakika sonra Thalia Drummond kendisini
Lexington’a götüren bir taksinin içinde idi. Bir baş­
ka otomobil de takip ediyordu. Kızm otomobili ya­
vaşlarsa ötekisi de yavaşlıyor, biraz hızlansa öteki
de hızlanıyordu. Yalnız hiç bir zaman önüne geçmi­
yordu. H attâ Thalia otomobilini durdurup indiği za­
man bu otom obilde durdu. Eğer anahtarını kapısı­
nın kilidine sokarken M üfettiş P a rr’m on adım ile
ride olduğunu görseydi, acaba takip edildiğinden
şüpheye düşermiydi? Eğer böyle bir şüpheye düşüp-
te bakmış olsaydı P a rr’ı görecekti.
Parr, karşı kaldırım da durdu. Karşısındaki bi­
nanın pencerelerinden birinde b ir ışık yanıncıya ka­
dar bekledi. Sonra geldiği taksiye bindi.
55
Yakasını kaldırm ış bir adam otomobilin yanın­
dan geçiyordu. M üfettiş hem en seslendi:
— Flush!
Adam durup döndü. Kısa boylu ve esmerdi.
K artala benzer bir çehresi vardı. O da polis m üfet­
tişini tanımış ve hayrete düşmüştü.
— Ne? Sizmisiniz M ister P arr, diye bağırdı. Bu
sakin mahallede sizi görceğimi kim tahm in ederdi.
— Flush size söyliyeceklerim var. Benimle ge­
liniz.
Flush denilen bu adam bir başka polis tarafın­
dan da böyle bir istek karşısında kalmış yani hapis
görmüş bir adamdı. Yüzünü biraz ekşitti. Korku ile
karışık bir sesle:
— Mühim bir şey mi? dedi.
— Yok, yok, korkacak b ir şey yok. Şimdi namus­
lu b ir şekilde hareket ediyorsunuz. Zaten hapisten
çıkarken de bunu bana vadetmiştiniz.
— Temin ederim ki, nam uslu yaşıyorum. Haya­
tım ı çalışarak kazanıyorum, h attâ evlenmek üzere­
yim.
P arr:
— Ya? dedi.
Sesinde tam b ir h ay ret şekli vardı.
— Ne diyorsunuz? Bella ile mi yoksa Milly ile
mi? Evleniyorsunuz diye sordu.
— Milly ile. O da nam uslu oldu. Çalışıyor.
P arr:
— Brabazon bankasında değil mi? dedi.
56
Sonra bir şey hatırlam ış gibi elini alnına vur­
du ve:
— Demek ki. böyle ha? diye söylendi.
Plush acele ile:
— Emin olunuz ki, nam us ile yaşıyor, diye tek­
rarladı. H ayatı ile alâkadar bile olsa, tek sigara israf
etmekten kaçmıyor. İkimiz de namusumuzla yaşıya-
CE^lZ.
P a rr’in dudaklarında bir tebessüm dolaştı.
— Flush, bu söylediklerin mühim havadisler, de­
di. Peki, şimdi nerede oturuyor?
— Nehirin öte tarafında. Eski hikâyelerle artık
meşgul olmıyacaksınız, değil mi M ister P arr?
— Hayır, Allah korusun. Fakat onunla biraz ko­
nuşm ak isterdim. Flush, sapa tesadüfüm den çok
memnunum.
Flush bu sevinci duymamıştı amma, duymuş gi­
bi göstermekte idi.
P arr kendi kendine «Demek ki, böyle ha?» diye
söylendiği şeyin ne olduğunu kimseye söylemedi.
H attâ yarım saat sonra kulüpte buluştuğu Yale’e
bile, işin asıl garip tarafı, bütün konuşmaları sıra-
rasında Thalia D rum m ond’un bir yabancı ile buluş­
masından bahis bile etmedi.
Ertesi sabah erkenden, Yale ile Parr, büyük
Beardmore’un katili olduğu tahm in edilen ve Ambrö-
se Silby ismindeki eski bir denizcinin hapsedilmiş
olduğu küçük şehre hareket ettiler, isteği üzerine,
m aktulün oğluna, iki hafiye ile beraber gitmesi için
57
müsaade edilmişti. F akat sorgu sırasında yanlarında
olmıyacaktı.
Bu bahriyeli her cihetten zavallı bir adamdı.
Küçük, pis, okuma yazmasını bilmiyen, sefil bir şey­
di. Tam mânasile bir serseri idi. Onun parmak izle-
rile çalışan Yale’in tesbit ettiği hakikatler hakkında
fena şeylerle dolu, koskocaman bir dosyası da vardı.
Evvelâ her şeyi inkâr etmek istedi. Fakat sonra
Yale’in ustaca sorulmuş sualleri ve P a rr’ın yapağı
tesir karşısında itirafa başladı:
— Evet.. Ben yaptım, dedi.
Hapishane odasında iki poliş hafiyesinden başka
bir de resmî stenograf vardı. Suallerle cevaplan ya­
zıyordu.
Adam:
— Beni tevkife muvaffak oldunuz. Bunun tek
sebebi de fazla viski içmemdir, diyordu. Mademki bir
kere başladım. A rtık her şeyi anlatacağım. Ben
H arry Hobbs’u da öldürdüm. O 1920 senesinde be­
nimle aynı gemide baş tayfa idi. İnsan iki defa asıl­
maz ya? Evet, bu adamı da öldürdüm ve cesedini
güverteden denize fırlattım . Sebep mi? İkimiz de
Amerikada Newport News,de tanıdığımız aynı ka­
dını seviyorduk. Gemi sahile yanaşınca beni, şüphe­
lendikleri için, işimden çıkardılar. Tayfaları koruma
cemiyeti beni himayesine aldı. F akat bir gece fazla
içtiğim için onlar da kovdular. Beni sarhoş olarak
bulan polisler yedi gün hapsettiler. Keşke bir ay
yataydım. Belki o zaman burada olmazdım. Hapis­
ten çıktığımdan bir kaç gün sonra, bir gece sokak-
58
larda dolaşıyor sigara izmaritleri topluyordum. Bir
lokma ekmek, bir yudum viski için canımı satmağa
hazırdım. Üstelik müthiş su rette de dişim ağrıyordu.
Burada, P arr gözlerini kaldırarak Yale’e baktı.
Gözleri karşılaştı. M ahkûm sözüne devam etti:
— Yine sokaklarda bir gece geçireceğimi düşünü­
yordum ki, kulağımm dibinde bir ses duydum «Bi­
niniz!» baktım. Yanımda ve kaldırım ın kenarında
bir otomobil durmuştu. Evvelâ yanlış duyduğumu
zannettim. Fakat otomobildeki adam tekrarlıyordu.
«Bininiz! Binsenize, size söylüyorum?» H attâ ismi­
mi bile söylüyordu. Üçüncü defa tekrarına meydan
vermedim. Otomobil hareket etti. Birçok gittik. Şo­
för hiçbir şey söylemiyor ve aydınlık yollardan ka­
çınıyordu.
Nihayet durduk. Şoför konuşmağa başladı. Başım­
dan geçen her şeyi biliyordu. Ne kadar hayrete düş­
tüğüm ü tasavvur edebilirsiniz. H attâ H arry Hobbs
meselesini bile. Bundan sonra benden, kolayca yüz
lira kazanmak isteyip istemediğimi sordu. İstediği­
m i söyleyince, bir sayfiyede kendine fenalık yapan
bir adam bulunduğunu ve ondan kurtulm ak istedi­
ğini söyledi. Evvelâ tereddüt ettim. Fakat bana o
kadar çok şeyler söyledi ki, nihayet razı oldum. İs­
temiş olsaydı beni H arry Hobbs’un katili olarak
astıracağını, fakat bunu istemediğini ve kaçmam için
bir bisiklet de temin , edeceğim söyledi.
Ertesi hafta Steyne Square’da tekrar buluştuk.
Bana em irlerini verdi.
Mister Beardm ore’un her sabah bahçesinde ufak
59
b ir gezinti yaptığını ve bu sırada öldürebileceğimi
anlattı. H areket ettim . Sayfiyenin civarına gece ya­
n sından sonra vardım. Geceyi geçirmek için küçük
ormana girdim. Daha bir saat olmuştu ki, büyük bir
korku geçirdim. Y anım dan uzun boylu birisi geçti.
Bir k ır bekçisi olabilirdi. Ben onu arkasından gör­
düm amma o beni görmemişti.
îşte, zannedersem anlatacaklarım ın htepsi bu.
Ertesi sabah zatı m uhterem gezintiye çıkipta benim
tarafa gelince bir el ateş ettim. Daha fazla hatırla­
mıyorum. Çünkü sabaha kadar, durmamış, yanımda
getirdiğim viskiyi içmiştim. Bunun içindir ki bisik­
letimi iyi kullanamadım. Yoksa sarhoş olmasaydım
daha uzaklara kaçabilirdim.
Söylediklerini imza etmesi için yazılı kâğıt verildi­
ği zaman, altına kocaman bir haç yaptı.
M ister P arr sordu:
— Hepsi bu kadar mı?
— Evet.
— Sana b ir cinayet y aptırtan bu adam hakkında
daha bir şeyler söylemez misin?
— Yemin ederim ki. hayır... Yalnız tek bir şey...
Biraz düşündü; sonra devam etti:
— Bu da onun sık sık söylediği ıbir kelime, benim
şimdiye kadar hiç duymadığım b ir kelimedir. O, tah­
sil görmüş bir adam olacak. Çalıştığım gemilerden
birinde bir baş tayfa vardı. Kolej tahsili görmüştü.
O da böyle efendice lâflar ederdi.
— Peki bu kelime ne idi? Hiç hatırlıyamıyor
musunuz?
60
F

— Bazan durup dururken hatırım a gelir. Fakat


şimdi hatırlıyam ıyorum .
Ona daha fazla bir şey söyletemediler ve bırak­
tılar.
D ört saat sonra yiyecek götüren gardiyan, onu
yatağında yatıyor buldu. K olundan tu tu p sarstı:
— Uyan artık, diye bağırdı...
Fakat Ambrose Silby artık hiç uyanamıyacaktı.
Ölmüştü.
Hücresindeki içme suyunun içinde, elli adamı
öldürmeğe kâfi gelecek kadar Siyanidrik bulundu.
M üfettiş P a rr5! hayrete düşüren bu değilde, tes­
tideki suyun üstünde yüzen kırm ızı ve yuvarlak bir
kâğıt parçası, Kızıl Çemberdi.

61
ÇİVİLİ AYAKKABILAR

Mister Felix Marl, kapının kilidini iki defa ki­


litlemiş olduğu yatak odasında garip bir işle meş­
guldü.
Yirmi sene evvel hapishanede iken ayakkabıcı­
lık öğrenmişti amma, yaptığı iş şimdiki gibi parça­
lam ak değil, tam ir etmekti. Halbuki şimdi, elindeki
bir çakı ile bir ayakkabıyı parçalıyor, parçalarını
ocaktaki ateşe atıp yakıyordu.
Bazı insanlar vardır ki, azap içinde yaşarlar. İş­
te Mister M arl’de bu cinstendi. Şu bir tek gün için­
de bir cehennem azabı çekmişti. Gazetelerde, Mister
Beardm ore’un bahçesinde ayak izleri bulunduğunu
okuyunca, zaten heyecanda olan kalbine büyük bir
korku, düşmüştü. H ava pek sıcak olmadığı halde
ceketini çıkarıp kollarını sıvamış b ir halde bu işi
yapıyor, alnından da iri iri te r taneleri dökülüyordu.
62
Nihayet son parçaların da yanıp kül olduğunu gö­
rünce pencereleri açtı. Çakısını kapatarak cebine
koydu. A rtık hiçbir korkusu kalmamıştı. Onu kimse
görmemişti.
Böyle hallerde, korku yerine emniyet çabucaçık
yer alır. Marl küçük kütüphanesine inerken büyük
bir tehlikenin etrafını çevirmiş olduğunu unutm uş­
tu bile.
Uşağı çayını getirdiği zaman:
— Bu bayı kabul edecek misiniz? diye sordu.
— Ne, Kimi? Hangi bayı?
— Biraz evvel birisinin sizi görmek istediğini
haber vermiştim.
Marl, ayakkabılarını keserken, oda kapısına vu­
rulm uş olduğunu hatırladı.
— Kimdir bu adam?
— K artını masanızın üstüne koymuştum efendim.
— Meşgul olduğumu söylemediniz mi?
— Söyledim. F akat bu bay, ziyaretinin beklen­
diğini söyledi.
Uşak kartı, koyduğu yerden alarak Mister Marl’e
uzattı. Marl karta bakınca sapsarı kesildi:
— Vay canına, em niyet m üfettişi imiş. Acaba ne
istiyor? diye söylendi.
Titrek elleri le alnını sildi.
Sakin görünmeğe çalışarak ve kendisini bunun
için zorlıyarak:
— îçeri alınız, dedi.
Marl, Mister P a rr’ı şimdiye kadar görmek fırsa­
tını bulamamıştı. Çehresini görünce biraz ferahladı.
63
— O turunuz bay Müfettiş» dedi. Beklettiğim ­
den çok müteessirim. F akat acele işlerim vardı. Çok
meşguldüm...
P arr gösterilen sandalyenin kenarm a ilişti. O da
rahatsız ettiğinden dolayı özür diledi. P arr elindeki
şapkası ile oynuyordu:
— Sizi Mister Beardmore meselesi için rahatsız
ettim, dedi.
Marl cevap' vermedi. B ütün kuvvetini dudakla­
rının titrem esine m âni olmağa sarfedayordu. Yine
»öz söyliyen P a rr oldu:
— M ister Beardm ore’u iyi tanıyordunuz değil
mi? diye sordu.
— Pek o kadar iyi değil... Onunla ancak bir iki
iş yapmıştım.
— Her halde onunla birçok defalar karşılaşmış­
tınız?
Marl durakladı. O, akıllarına evvelâ her şeyin ya­
lan tarafı gelen ve doğru yerine daima yalan söyle­
meyi tercih eden insanlardandı.
— Hayır, dedi. Çoktandır görmemiştim.
— Villâya girdiğiniz zaman Mister Beardmore
ne tarafta idi.
— Terasada.
— Gördünüz müydü?
— Evet!.
P arr yine elindeki şapkayı çevirerek:
— Bana, herhangi bir sebep, yahut da başka bir
şeyin tesiri altında birdenbire büyük bir heyecana
kapıldığınızı söylemişlerdi, dedi. Zavallı Beardmore’
64
un oğlu, sizin büyük bir korkuya kapıldığınızı söy­
lüyor. Bana bunun sebebini anlatabilir inisiniz?
Marl, zoraki bir tebessümle omuzlarını kaldırdı:
— O zaman bunun sebebini söylemiştim, dedi.
Bir cardique krizi idi bu.
Parr, sanki içini dikkatle m uayene edecekmiş gi­
bi şapkasını çevirdi ve gözlerini oradan ayırmadan:
— Bu acaba M ister Beardmore ile karşılaşmadan
mı olmuştu? diye sordu.
— Hayır efendim... Mister Beardmore’u görmek
neden beni korkutsun? Ben de sizden şunu sorayım.
Onu evvelce de tanıyordum , uzun uzadıya da mek-
tuplaşmıştık.
— Fakat senelerdir de onu görmemiştiniz.
— Doğru, fakat...
— Demek ki, bu heyecanın tek sebebi, geçirdi­
ğiniz kriz?
P arr bunları söylerken başını kaldırmış ve göz­
lerini ona dikmişti.
— Tabiî, hattâ ben bunu çoktan unutmuştum
bile.
— Çok güzel.. Yalnız aydınlatm ak istediğim bir
nokta daha var.
Hafiye bunları söylerken yine şapkasiyle oyna­
mağa başlamıştı. Sözlerine devam etti:
— O da şu: O ziyaret gününde ayaklarınızda çi­
vili ayakkabılar vardı değil mi?
Marl, kaşlarını çattı:
— Belki, fakat hiç hatırlam ıyorum , dedi.
— Bahçede dolaştınız mı?
¥ : 5 65
— Hayır.
— Yoldan ayrılarak şöylece binanın etrafında
falân dolaşmadınız mı? Binayı görmek için meselâ...
— Asla., evde birkaç dakikadan fazla kalmadım.
Sonra da otomobile binerek hareket ettim /
Mister P arr gözlerini tavana dikti.
— Nezaketinizi suiistimal ederek sizden bir ri­
cada bulunacağım, dedi. O gün giymiş olduğunuz
ayakkabıları görebilir miyim?
— Hay hay.
Marl odadan çıktı. Az sonra, boyalı ve ucu çok
sivri bir ayakkabı ile geldi.
Polis haf iyesi bunu eline alıp dikkatle muayene
etti, bilhassa ökçe kısmına çok baktı.
— Mükemmel, dedi. Tabiatile bunlar o gün giymiş
olduğunuz ayakkabılar değil.
Parmağını dikkatle ayakkabının topuğunda gez­
dirdi. Sonra ilâve etti:
— Çünkü topuğunda toz var. Halbuki o günden
beri havalar hep yaş gidiyor.
Marl, kalbini duracak zannetti. ,Soğ»uk bir ta­
vırla:
— O gün giydiğim ayakkabılar muhakkak ki,
bunlardır, dedi. Sizin toz dediğiniz kurumuş çamur­
dan başka bir şey değildir.
P arr yine parmağına baktı, sonra başını salladı.
— Garip değil mi? dedi. Bu mükemmel tozdur.
Ayakkabıyı yerine koyup ayağa kalktı ve:
— Bunun bir ehemmiyeti yok, diye mırıldandı.
66
Gözleri yerde o kadar bekledi ki, nihayet Marl
sabırsızlık gösterdi.
— Benden soracağınız başka şeyleriniz var mı?
diye sordu.
— Evet., terzinizin ismini ve adresini soracağım.
Lütfen yazıp .verir misiniz?
— Terzimi mi? Allah Allah, bunun Beardmore
işile ne ilişiği var?
Marl kahkaha ile gülüyordu. Yazı masasına y ü ­
rüdü. Bir kâğıda bir şeyler yazıp M üfettişe uzattı.
Müfettiş kâğıdı alıp cebine koydu:
— Çok teşekkür ederim, dedi. K usurum a bak­
mayınız.
Bir an sustuktan sonra ilâve etti:
— Sizi rahatsız ettiğimden hakikaten affınızı di­
lerim. Fakat siz de tasdik edersiniz ki, cinayetten
birkaç saat evvel geçen bütün hâdiselerin ehemmi­
yeti vardır. Kızıl Çember...
MarPde gayri ihtiyarî:
— Kızıl Çember, diye mırıldandı.
M üfettiş dikkatle M arl’e baktı:
— Bu cinayetten şüpheli görülenin Kızıl Çem­
ber çetesi olduğunu bilmiyor musunuz? diye sordu.
Marl hakikaten bunu bilmiyordu. Gazetelerde
okumuştu amma, gazeteler yalnız esrarengiz çetenin
isminden bahsetmişti. Büyük b ir korku ile titredi:
— Kızıl Çember mi dediniz?., diye kekeledi. Bunu
asla zannetmemiştim...
— Neyi zannetmemiştiniz?
Hafiye bunu gayet tatlı bir sesle sormuştu.
67
— Kızıl Çember... Halbuki ben...
M arl tek rar sustu. Bengi sapsarı İ4İ.
Polis M üfettişi gideli bir saatten fazla olduğu hal­
de Marl hâlâ odasında, yazı masasının başında ve
karanlıkta, başını iki elinin araşma almış bir vazi­
yette duruyordu
Kızıl Çember!
Korkm adan hatırliyam adığı o eski ve korkunç
hapis senelerinden sonra ilk defadır ki, karışık ve
üzüntülü bir işle karşılaşıyordu. Nihayet kendi ken­
dine yüksek sesle:
— Bunları sevmiyorum, dedi.
Elektriği yaktı. Geceyi hesaplarını tetkikle ge­
çildi, artık sükûnet ve teselli bulm uştu: Bildiğin-
« den istifade edebilirdi.. Ve sonra...

68
X III

MİSTER MARL DEVAM EDİYOR

Kazıl Çemberin hizmetinde hoşa gitmiyecek hiç


bir şey yoktu. Thalia Drummond buna hayret etti.
Ve m üşkülâta uğram adan M ister Brabazon tarafın­
dan işe alınmıştı. Otomobildeki meçhul adamın h a ­
kikaten her şeyi gören bir adam olduğuna İnanmıştı.
Onu asıl hayrete düşüren, geçen b ir ay zarfında
bu meçhul hâmiden bir haber alamayışı idi. Nihayet
beklediği oldu. Bir sabah masasının üstünde bir m ek­
tup buldu. Bu adressiz ve içinde Kızıl Çember işa­
reti olmıyan bir m ektuptu. Açıp okudu:
«Mister Marl ile tanışm ıya çalışınız, m ünasebet
tesis ediniz.
Brabazon’u neden elinde tu ttuğunu öğreniniz.
Bankadaki hesabını bana bildiriniz. Eğer hesabım ke­
secek olursa hem en haber veriniz. P a rr ile, Derrick
Yale bankaya gelip gidiyorlar mı? Johnson, 23,
Mildred S treet’e telgraflaymız».
01
Thalia istenilenleri yaptı. Yalnız Mister Marl ile
ancak birkaç gün sonra karşılaşabildi.
Derrick Yale bankaya bir defa geldi. Onu Beard-
m ore’larda görmüştü. Zaten evvelce tanımamış bile
olsaydı yine tanırdı. Gazetelerin hepsinde resimleri
çıkmıştı.
Bankaya ne için geldiğini öğrenemedi. Yalnız
çalıştığı küçük odanın aralık duran kapısından, ban­
ka m em urlarından birisile konuştuğunu gördü. Bu­
nu da hemen Kızıl Çembere bildirdi.
M ister P a rr’a gelince, o hiç görünmedi. Çok şü-
kürki genç Beardmore ile de karşılaşmadı. Artık
onu düşünmek istemiyordu.

★★
Eski Seller bankasında da m üdürlük yapmış
olan Mister Brabazon’un garip bir hali vardı. Biraz
şaşırdı mı, hemen saçlarını”işaret parmağına sarma­
ğa başlardı. Bu sarada da eli gözlerini örter ve bu
hali ile düşünen yahut dua eden bir filozofa ben­
zerdi.
Fakat şmidi elini yüzünden çekmiş, karşısında
oturan adam a bakıyordu. Bu iri vücutlu» adam zor­
lukla nefes alıyordu. Bankacı:
— Dostum Marl, dedi. Demek ki, İsrar ediyor­
sunuz.
Ötekisi sükûnetle gülümsedi:
— Size emniyetli bir iş teklif ediyorum, Braba*
zon, dedi. Reddetmemelisiniz.
— Bana, kâfi derecede deli olmadığım için meş­
gul olmama imkân olmıyan şeyler teklif ediyorsunuz.
70
Buradaki paranızı tamamen almıya da lüzum yok.
Zaten hepsi yüz bin liradan fazla bir şey değil.
Marl kapının iyice kapalı olup olmadığına bak­
tıktan sonra bankacıya doğru eğildi:
— Size anlatacak küçük bir hikâyem var, dedi.
Bu hikâyem, cebinde beşparası olmadığı halde ban­
ker Seller’in dul karısile evlenen bir küçük banka
memurunun hikâyesidir. Fakat bu kadıncağız, İsviç-
rede bir dağ gezintisinde fecî bir surette öldü. Bir
uçuruma düşmüştü. B unu gayet iyi biliyorum. Çün­
kü o sırada ben de orada idim ve oraların lâtif m an­
zaralarının fotoğrafını alıyordum. Size bu resimleri
hiç göstermedim galiba Brabazon? Siz tahkikatı ya­
panlara, bu kaza esnasında uçurum un öteki tarafında
olduğunuzu, söylemiştiniz.
Mister Brabazon gözlerini kaldırmadı. Yüzü bir
heykel gibi hareketsizdi. Marl gayet tabiî bir sesle
devam etti: jj
— Şimdi de yeni bir iş peşindesiniz.
Bankacı bu sefer bir harekette bulundu:
— Ne demek istiyorsunuz? dedi.
Marl çok memnundu, ellerini dizlerine vurdu:
— Geçen akşam, Steyne Square’da, kapalı bir
otomobilde buluştuğunuz adam kimdi? İnkâr etme­
yiniz Sizi gördüm.
Brabazon heyecanını saklıyamadı. Sararmıştı.
Gözleri", çukura batmıştı.
— Bana teklif ettiğiniz işi kabul ediyorum, dedi.
Marl yeni bir şey söylemeğe hazırlanıyordu ki,
kapıya vuruldu. Banker:
71
— Giriniz! dedi.
İçeriye giren kadın, ikisinin de gözlerini üstüne
çekti. Elindeki bir telgrafı bankere verip te dışarıya
çıktığı zaman M ister M arl onun güzelliğine hayran
kalmıştı. Cildinin beyazlığı, güzel saçlarının altın
sarısı rengi, batlarındaki zarafet ile vücudundaki
bütün ahenk ve incelik onu mestetmişti.
Her zam ankinden daha hızlı bir nefes aldı. Kapı
kapanınca:
— Ne güzel bir yavru! dedi. Bir yerde daha gör­
müştüm gibi geliyor bana. İsmi ne?
— Drummond, yahut da Thalia Drummond.
— Thalia Drummond ha? Mister Froyant’m kâ­
tibi değil mi? Brabazon kıza pek hayran bakıyordun.
— Ben mi? M emurlarıma fena nazarla bakma­
mak en büyük prensibimdir. Mister Marl, Mig
Drummond iyi bir memurdur. Ondan istediğim de
zaten yalnız budur.
Marl ayağa kalktı. Hâlâ gülümsüyordu.
— İşimiz hakkında sizi yarin yine göreceğim,
dedi.
Banker:
— Saat on buçukta, haydi isterseniz saat onbirde
diyelim, dedi. Mümkün mü?
— Hay hay. On birde.
Kapı yeni kapanm ıştı ki, banker bir muhabere
kartı aldı. Kalemini kırmızı m ürekkebe batırarak
üstüne bir Kızıl Çember çizdi. O rtasına da şunları
yazdı.
72
«Felix Marl, sizinle Steyne Square’da buluştuğu­
muzu görmüş. Place M arisburg’da 79 num arada otu­
ruyor»
K artı bir zarfa koydu, üstüne de şu adresi
yazdı:

Mister Johnson,
23, Mildred Street.
THALÎA DAVET EDİLİYOR

Mister M arl giderken, bankanın salonundaki kar­


şılıklı gişelerin arasından geçmek zorunda idi. Bunu
yaparken de gözlerile, biraz evvelki güzel çehreyi
araştırdı. Nihayet gördü. Thalia Drummond ayrı, kü­
çük ve camları biraz kirli bir yazıhanede oturuyordu.
Kapısı da yarım aralıktı.
Marl buraya giderek:
— H er zaman meşgulsünüz değil mi Mis Drum­
mond? dedi.
— H er zaman.
— Hem de hoşa gitmiyen şeylerle değil mi?
— Eh, şöyle böyle.
— Sinema veya tiyatroya gitmek şartile bir ak­
şam yemeğine ne dersiniz?
Kız M arl’i boyalı saçlarından ayakkabılarının
ucuna kadar süzdü.
— Siz de hoşa gitmiyecek gibi değilsiniz, dedi.
74
Hem zaten böyle yemek davetlerine bayılırım.
— Moulin G ris’e gitmemize ne dersiniz?
— Yo! Ya Ritz C arlton’a gideriz yahut ta gel­
mem.
Marl ateşlenmiş bir halde idi.
— Hay hay! dedi. Bu akşam ister misiniz.
Kaz, peki gibilerden başım salladı.
— Kabul, bu, akşam saat 7.30 da evime gelip be­
ni alınız, dedi. Place M arisburg’da oturuyorum .
Marl teklif ederken kızın razı olmıyacağını zan­
netmişti:
— O halde akşama kadar Allaha ısmarladık,
— Güle güle.. Yalnız giderken kapıyı kapatınız..
Marl gittikten sonra, Thalia’nın yanına genç,
güzel bir kız geldi:
— Bu pinpon da kim? diye sordu.
Thalia sükûnetle:
— Tutkunlarım dan birisi, diye cevap verdi.
Kız biraz da kıskançlıkla:
— Allah versin, dedi.
— Her halde bana âşıklarım dan bahsetm ek için
gelmedin?
— Evet, doğru. Ciddî şeyler söyliyeceğim.
— Ciddî sözlere bayılırım.
— Geçen cuma, bankanın Sellinger şirketine gön­
derdiği m ühürlü zarfı hatırlıyor musunuz?
— Evet.
— O halde, bu zarfın içinden bembeyaz kâğıt­
lardan başka b ir şey çıkmadığından da haberiniz
vardır.
75
— Sahi mi? M ister Brabazon bana hiç bir şey
söylemedi.
— Zarfa paraları ben koymuştum. Kırmızı mü­
hürlerini de siz yapmıştınız. Bu paraları alan ya
sizsiniz, yahut da benim. Ben almadığıma yemin
ederim.
Thalia masum bir tebessümle:
— Şüphesiz ki, ben aldım değil mi? dedi. Fakat
Milly bu hakikaten ciddî bir mesele. B ir temiz kı­
zın üstüne bu şüpheyi atm ak nedir biliyor musunuz?
Milly hayranlıkla:
— Çok iradelisiniz, dedi. Haydi açıkça konuşa­
lım. Buraya geldiğinizden az bir zaman sonra, şöyle
böyle bir ay evvel, para bozma gişesinden yüz lira­
lık bir para kayboldu.
— Sonra?
— Sonrası, monrası yok.. Bu parayı Bilbury ma­
ğazasının parça kumaş dairesine verdiğinizi biliyo­
rum. İsterseniz size num arasını da söyliyeyim.
Thalia ümitsiz bir harekette bulundu.
— Ne fena, dedi. Vay canına... Yakalandım de-
mekki...
B unlan söylerken ciddiyetle içini çekmişti. Milly:
— Fevkalâde., dedi. F akat söz aramızda. Şu
Sellinger işinin can sıkacak bir şekle girmiyeceğini
zannediyor musunuz? B ütün dostlarınıza ihtiyacınız
olacak galiba.
— Ya sizin? Çünkü zarfa para koyar gibi yapa­
rak kâğıtları koyan da sizsiniz.
— Haydi Thalia bu mesele üzerine fazla müna­
76
kaşa etmiyelim. Aramızda anlaşırsak her şey düze­
lir. Ben sizin zarfı mühürlediğinize yem in ederim,
siz de benim paraları koyduğuma, işte olur biter.
Thalia’nın gözlerinde fena ışıklar dolaştı. Ya­
vaşça gülerek:
— Pek güzel, dedi. Demek ki, benim suçumu
saklamak pahasına benden bazı şeyler istiyorsu­
nuz.
— Çok bir şey değil yavrum. Şunu da söyliye-
yim ki, eğer paraya ihtiyacın varsa böyle küçücük
hilelere baş vurma. Bu işleri daha büyük şekilde
yapanlarla anlaş.
— Siz böylelerini tanıyor musunuz?
— Böyle bir centilmenle ahbaplığım var.
— Bir erkekle dersen daha iyi olur. Centilmen
sözü bana terzileri h atırlatır.
— Peki öyle olsun. O sizi bir iki haftadır göz
hapsinde tutuyor. Sizin, az zahm etle çok para elde
edebileceğinizden emin. Sizinle konuşmak istiyor.
— Yeni bir tu tk u n mu?
Milly’nin yüzü asılmıştı. S ert bir sesle:
— Hayır, dedi. Onunla nişanlıyız.
— Allah korusun. Hiç b ir zam an iki kalbin ara­
şma girmek istemem.
— Alay etmeyiniz. B u işte aşk falan olmadığım
söylemiştim. Mesele bir iş işidir.
Thalia kâğıt keseceği ile oynuyordu.
— Ya sizinle birleşm ek istemezsem? diye sordu.
— Bu kadar çabuk reddetmeyiniz. Bu akşam bi­
zimle yemek yemez misiniz?
77
— Yemek davetleri yağm ur gibi yağıyor.
— Tebrik ederim. Demek ki, bu pinpon da sizi
davet etti.
Milly’nin gözleri parlıyordu. Bir şey söylemek
istiyordu. Belki de bir sırrı ortaya atacaktı. Fakat
kendisine hâkim olarak sustu. Yalnız:
— Şansınız var, dedi. Herif altın babasıdır.
Sizi bir iki hafta içinde boynunuzda kocaman bir
elmas kolye ile göreceğime eminim.
Thalia işine başlarken:
— İncileri tercih ederim, dedi. Anlaştık demek­
tir Milly. Çıkarken sizi göreceğim.
F akat Milly’nin söyliyecek daha başka şeyleri
vardı:
— Yalnız dikkatli davran da nişanımızdan bah­
setme, dedi. Daha resmen nişanlanmadık.
Bir zil sesi duyuldu.
Thalia:
— Patron çağırıyor, dedi.
Ayağa kalktı. Fakat defterini alırken:
— Merak etme Milly, rahat ol, diye ilâve etti.
Böyle bir boşbağazlık yapmam. Zaten peri masalla­
rından hiç hoşlanmam.
Mister Brabazon kıza bir zarf uzattı:
— Bunu derhal postaya gönderiniz, dedi.
Thalia zarfı alınca adresi okudu. A rtık Mister
Brabazon onun için yeni bir ehemmiyet kazanmıştı.
Hakikaten şu Kızıl Çember adam larını h er muhitten
seçiyordu.

78
XV

THALİA FENA DOSTLAR BULUYOR

Bankadan en geç çıkan Thalia oldu. Kapının


önünde durdu. Eldivenlerinin düğmelerini iliklerken
sağma, soluna baktı. Sokağın karşı tarafında duran
bir adamın kendisini gözetlediğinin farkında oldu
mu? Bunu kimse bilemez. Yalnız bildiğimiz, kızın
kendisini bekliyen Milly’yi görünce onunla beraber
yürüdüğüdür.
Milly:
- — Geç kaldınız, dedi. Dostum beklemekten hoş­
lanmaz.
— O da alışır. Ben böyle işlerde pek öyle saati
saatine hareket edemem.
Birkaç dakikalık yürüyüşten sonra Reeder
Streete’ vardılar. Bu sem tteki lokantacılar, lokanta­
larına, Paris’in m eşhur yerlerinin isimlerini hatır­
latacak adlar takmışlardı.
79
Meselâ «Moulin Gris» küçüktü amma, büyük
cam lan ve lüks eşyaları ile meşhur bir yerdi.
Daha yemek zam anına iki saat olduğundan, ma­
saların çoğu boştu. îki kız birinci kata çıktılar. Ken­
dilerini esmer renkli, yassı ciltli ve saçları sanat-
kârane taranm ış bir gencin beklediği bir salona gir­
diler. Genç adam günün modasına uyarak siyah bir
elbise geymişti.
tik anda Thalia”nın dikkatini çeken, bir Origan
kokusu, iri bir el, parlak ve cesur bir çift göz oldu.
Genç süratle ayağa kalkmıştı.
— Günaydın Mis Drummond, dedi. Lütfen otur­
maz mısınız? Garson, çay. ,
Milly:
— Size Thalia Drummond’u takdim edeyim,
dedi.
Genç erkek neşe ile:
— Takdime falan lüzum yok, diye cevap verdi.
Mis Drummond sizden bahsedildiğini çok duydum.
Bana gelince, bende B arnet’im.
Thalia, karşısındakini can sıkıntısı ile hayrete
düşüren bir şey söyledi:
— Demek ki, Flush B arnet’siniz?
— Demek beni tanıyorsunuz!
Milly’de söze kanştı:
— Her şeyi bilir ve tanır o. îşin en iyi tarafı da,
bu akşam kendisini yemeğe davet eden Marl’i ta­
nımasıdır.
B am et sıra ile iki kadını gözden geçirdi. Milly’ye
tehdit eden bir sesle:
80
— Yoksa bir şeyler mi söyledin? diye sordu.
— Ona hiç bir şey söylemeğe lüzum yoktur. Size
tekrarlıyorum . O her şeyi bilir...
— Peki bu işi
— Marl meselesini mi?. Hayır, hiç bir şey söyle­
medim.
Çaylar geldi. Garson gidinciye kadar bir şey ko­
nuşmadılar. Nihayet Flush Barnet:
— A rtık rahat rahat konuşabiliriz, dedi. Hem de
açıkça söyliyeceğim. Biliyor musunuz size ne isim
verdim!
— Bilmem. Doğrusu ya bu pek garip bir şey
olacak.
Thalia bunları söylerken karşısmdakinden göz­
lerini hiç ayırmamıştı.
Genç adam sözlerine devam etti:
— Thalia size hilekâr diyeceğim. Nasıl, sizin için
tam bir isim değil mi?
B arnet bunları söylerken kızın yüzünü biraz da­
ha iyice görebilmek için sandalyesinde arkaya doğ­
ru yaslandı:
— Hilekâr, diye tekrarladı. Sizin için az bile ge­
lir değil mi? Yaramaz bir küçük kızsınız. İhtiyar
Froyant sizi, hırsızlıkla kabahatli gösterirken ben de
mahkemede idim.
— Mahkeme işlerine meraklı olduğunuzu görü­
yorum. Fakat her halde beni iltifat için çağırma­
dınız.
— M uhakkak ki, hayır.
F:6 81
Flush, bunu öyle bir sesle söylemişti ki, Milly
bu sözlerde yeni gelene karşı bir hayranlık gördü.
Flush devam etti:
— Sizden buraya gelmenizi, iş hakkında konuş­
mak için rica etmiştim. Burada hep arkadaşız. Aynı
zamanda meslektaşız. Sonra size şunu da söylemek
isterim ki, ben sahibinin cebini değiştirmiş bir
kaç lira ile geçinen bir insan değilim.
Flush çok güzel konuşuyordu. Yalnız «h» ları
fazla sert söylüyordu.
— Arkamda öyleleri var ki, yapacağımız işin zah­
mete değdiğine inanırlarsa düşünmeden bu işe bü­
yük paralar koyacaklardır.
Siz de küçük hilelerinizle bu işleri tatlılaştıra­
caksınız.
— Haydi öyle olsun diyelim. Şu küçük hileler
dediğiniz şeyler sizin bu büyük işlerinizde neye ya-
rıyacak?
B arnet gülüm siyerek başını salladı:
— Peki yavrum, dedi. Ben de sana bir şey so­
rayım. Zarfların içine para yerine kâğıt koymak işi
daha ne kadar devam edebilir? Eğer dostum Braba­
zon aptalca bir düşünce ile bu işi postanın yaptığını
kafasına sokmasaydı, şimdi polisin elinde olacaktı­
nız. Ona «Dostum» Brabazon dememin şaka için ol-s
madığına emin olabilirsiniz.
Flu-sh sustu. Biraz fazla söylemiş olduğunu dü­
şündü. Fakat ne de olsa bu bankerle olan dostluğu­
nu söyliyerek iftihar etmeden de yapamıyacaktı.
82
Fazla söylemiş olsa bile Thalia bunun farkına var­
mış gibi görünmüyordu.
Flush, kıza doğru eğildi:
— Ben ve Milly iki aydır bu bankayı kontrol edi­
yoruz, dedi. Burada yapılacak çok iş var. Yalnız
bankada değil. Çünkü Brabazon evvelce söylediğim
gibi dostumdur, M üşterilerde de iş çok. Burada en
fazla parası olan da MarPdir.
Thalia sükûnetle cevap verdi:
— İşte bunda yanılıyorsunuz. M arl’in banka­
daki hesabı bizim çayımızın parasım bile ödemeğe
kâfi gelmez.
Barnet dikkatle kıza baktı. Sonra Milly’ye
dönerek:
— Bana Marl’in bankada yüz bin liradan fazla
parası olduğunu söylemişmiydin? diye sordu.
— Evet:
Thalia:
— Bugüne kadar vardı, dedi. Fakat, bugün öğ­
leden sonra M ister Brabazon İngiltere bankasından
para getirdi.Gördüm, hepsi yepyeni idi. Beni odasına
çağırdı, beraberce saydık ve bana M arl’in hesabını
kestiğini ve Mister M arl’in zaten iyi b ir müşteri ol­
madığını söyledi. P arayı da bizzat kendisi Mister
M arl’e götürdü. H attâ dönüşünde de bana:
— Bu da bitti. A rtık bundan sonra bu haydut
herifi görmiyeceğiz, dedi.
Milly sordu:
— M arl’in sizi yemeğe davet ettiğinden haberi
var mı?
83
— Hayır!.
Mister B arnet artık bir şey söylemiyordu. İs­
kemlesinin arkasına iyice yaslanmış, gözlerini bir
yere dikmiş düşünüyordu. Nihayet:
— P ara oldukça büyüktü, dedi.
— Tamam altm ış iki bin lira., üst tarafı tahvilât.
Barnet heyecandan kıpkırm ızı kesilmişti.
— Demek ki, şimdi bu param n hepsi onda ha?
dedi. Altmış iki bin lira. İşitiyor m usun Milly? Son­
ra Thalia, siz de bu akşam onunla yemek yiyeceği­
nizi söylüyorsunuız. Ne düşünüyorsunuz bu iş için?
— Ne mi düşünüyorum?. Ne hakkında?
— Bu her zaman ele geçmez, şanstır. Bu akşam
onun evine gideceksiniz. Fevkalâde. Meselâ?.. Onu
uyutamazmısınız ?
— M uhakkak hizmetçileri vardır?
Barnet:
— Üç hizmetçisi var, dedi. F akat M arl’in kadın
misafiri oldu m u bunlar giderler.
— Beni evinde kabul etmiyecek ki.
— Olsun. Sinemadan sonra size evde küçük bir
supe teklif edecektir. Evet dersiniz? Ben adamımı bi­
lirim. Bu saatte de hizmetçileri evde olmiyacaktır.
— Peki benden ne bekliyorsunuz? P arayı çala­
yım mı? Burnuna bir tabanca tu tarak «Ya paranı
ya cananı» mi? diyeyim.
— Sersemlik etmeyiniz. Yapacak hiç bir işiniz
yok. İhtiyarı biraz meşgul ediniz. Hiçbir şeyden
korkmayınız. Bende sizinle beraber evin içinde olaca­
ğım.
Thalia gözlerini yere eğmiş çay kaşığı ile oynu­
yordu.
— Ya uşaklarını bir yere göndermezse? diye
sordu.
— îmkânsız. Her zaman gönderir. Haydi Mis
Drummond şu fırsatı kaçırmayınız. K abul ediyor­
sunuz değil mi?
Thalia başım salladı:
— Bu benim için çok zor b ir iş, dedi. Belki hak­
lısınız, fakat ne yapayım ki, küçük işler, küçücük
sahtekârlıklar hoşuma gitmiyor.
— Vallahi siz delisiniz. Hiçbir tehlike yok. Be­
nim gibi, sizi de polis tanım ıyor. Daimî göz hapsinde
değilsiniz. H aydi beni fazla yalvartm ayınız kuzum.
Kız, gözlerini b ir parça daha eğdi. Bir saniye
kadar durdu. Sonra başını kaldırdı erkeğin gözleri­
nin içine bakarak: ,
— K abul ediyorum, dedi. Ne de olsa bir koyun
için asılmak bir kuzu için asılmaktan iyidir.
B arnet’te neşeli b ir sesle:
— Y ahut da altmış bin liranın yarısı için, diye
ilâve etti.
★★
Thalia evine gitmek için bankanın önünden geç­
mek m ecburiyetinde idi. Otomobile binmeyi lüzumlu
görmediğinden kalabalığın içine karışarak yürümeğe
başladı.
Bu saatlerde çok kalabalık olan Regent S treet’ten
geçiyordu. Birisinin kolundan tuttuğunu hissetti ve
titrek bir sesin:
85
— Mis Drummond, dediğini duydu.
Thalia birden döndü ve bir an için soğukkanlı­
lığını kaybetti.
— M ister Beardmore beni takip mi ediyorsu-
sunuz? diye sordu.
Jack kızardı:
— Bir dakikadan fazla konuşmak istemiyorum,
diye yalvardı. Bir haftadır bu fırsatı kolluyordum.
— Demek ki, Brabazon bankasında çalıştığımı
biliyordunuz. Size bunu kim haber verdi?
Jack duraladı.
—'M üfettiş Parr, dedi.
Genç kızın gülümsediğini görünce ilâve etti:
— P a rr hakikaten fena bir adam değildir. Sizin
aleyhinizde bugüne kadar bir şey söylemedi.
— Ne iyi... Şimdilik müsaade ediniz de ayrıla­
yım Mister Beardmore.. Çok mühim bir randevum
var.
F akat genç adam onun elini sıkı sıkıya yakala­
mıştı:
— Thalia, diye yalvardı. Sizi çeken ve benim an-
lıyamadığım bu hâdiseler nelerdir? Bana söylemi-
yecek misiniz?
— Biraz evvel Moulin Gris’den çıktınız. Burada
Flush Barnet isminde bir haydut ve onun Darlington
müessesesini soyarken yardımcısı olan Milly Macroy
isminde bir kızla buluştunuz.
— Peki sonra?
Kız gülümsedi.
Jack devam etti:
86
— Sizin bu çeşit insanlarla buluşmanızın elbette
bir sebebi vardır?
— Hangi insanlar?
— Her halde bunların ne cins insanlar oldukla­
rından haberiniz yoktu.
— Peki siz bunları nereden tanıyorsunuz? Beni
takip ederken yalnız mıydınız, yoksa şu m eşhur
Mister P a rr’la beraber miydiniz? Bravo, yaman bir
polis hafiyesi olacaksınız.
Jack sarardı:
— Peki amma, bu işte Mister P a rr’m vazifesini
yaptığını biliyorsunuz, dedi. Fakat Thalia Allahaş-
kına istikbalinizi düşününüz.
Kız yine gülmeğe başladı.
— İstikbalim i Allah korusun, dedi.
— Thalia alay etmeyiniz. Sizin üzerinizde hiç
bir hakkım olmadığını biliyorum. F akat size bir
hizmetim dokunabilir. Bilhassa müşkül anlara düş­
tüğünüz zaman...
Kız yine gülümsedi:
— Teşekkür ederim, dedi. Şimdilik müsaade edi­
niz de gideyim.
Ve., genci şaşkın bir halde bırakarak kalabalı­
ğın arasında kayboldu.
Piccadilly’ye varınca bir taksiye binip yeni tu t­
tuğu ve Lexington Street’dıeki seki pansiyonundan
daha iyi olan yeni pansiyonuna gitti. Resmî elbiseli
bir uşak onu üçüncü kata çıkardı, şık düşeli bir dai­
reye götürdü.
87
Thalia zile bastı. Biraz yaşlıca bir kadın hizmetçi
geldi. Genç kız hizmetçiye:
— Martha, dedi. Çayımı dışarda içeceğim. Mavi
tuvaletim i hazırla ve W altham garajına tam saat
yedide bir otomobil göndermeleri için telefon et.
Halbuki... Mis Drummond çalıştığı bankadan
haftada ancak dört lira alıyordu.

88
XVI

MİSTER MARL GİDİYOR?

Mister Marl kızı selâmlamak için ayağa* kalktı:


— Nihayet gelebildiniz, dedi. Fakat yemin ede­
rim kd, fevkalâdesiniz, çok güzelsiniz.
Kızı elinden tuttu . Beyaz ve yaldızlı takım larla
döşeli salona götürdü. Boğulur gibi bir sesle:
— Fevkalâdesiniz, diyıe tekrarladı. Size şunu itiraf
edeyim ki, Ritz C arlton’a gitmemizi kabul ederken
çok düşünmüştüm. Yani sizi oraya götürm ekte tered­
düt geçirmiştim. F akat ne yanılmışım. Bir sigara içer
misiniz?
Cebinden bir altın tabaka çıkararak kıza uzat­
tı. Kız gülerek sigarasını yaktı ve:
— Demek ki, ben> bir m anken gibi giyinecek
zannediyordunuz, değil mi? diye sordu.
Marl, kızın karşısında bir koltuğa oturdu:
— Evet, dedi. 'Çünkü o garip insanlarla karşılaş-
89
tim, davetim e öyle garip kıyafetlerle gelenleri gör­
düm ki!
Yere eğdiği kirpiklerinin arasından karşısındaki
erkeği süzen Thalia:
— Böyle işlerde pek tecrübeliye benziyorsunuz,
dedi.
M arl ellerini oğuşturdu:
— K adınların meclisinden hoşlanmıyacak kadar
yaşlı değilim her halde, dedi.
Marl bu akşam hiç te fena değildi. Simsiyah
saçları, beyaz parlak dişleri ve zayıf vücudu ile az
çok yakışıklı görünüyordu. Gülümsedi:
— Haydi çabuk yemeğe gidelim, dedi. Sonra
W inter Palace’a gider «Kızlar ve Erkekler» i seyre­
deriz. Sonra da....
Bir an durakladı. Sonra:
— Küçük bir gece yemeğine ne dersiniz? diye
sordu.
— Bir gece yemeği mi? Bilmem ki.
—Çok bir şey değil canım. Bir meyva... Bir don­
durma...
— Peki amma nerede? Sinem alardan sonra bü­
tün lokantalar kapalı değil midir?
— Beni kırm anıza bir sebep yok ki... Her halde
bu kadar insafsız değilsiniz.
— Fakat!..
— Sonra sizi otomobilimle evinize kadar götü­
rürüm.
— Teşekkür ederim. Benim de otomobilim var.
90
Bu söz üzerine Marl gözlerini açtı. Sonra gül­
meğe başladı:
— Ne şeytansınız! dedi.
Bu gece yemeği cidden hoş oldu. Hele* Thalia
lokantanın holünde Flush B arnet’i gördükten sonra.
Sinemadan sonra Marl otomobilini çağırmak
için ayrıldığı zaman Thalia bir tereddüt devresi ge­
çirdi. Fakat M arl’in hem en dönüşü üzerine bu te ­
reddütten vazgeçti.
Saat on bir buçuğu vurduğu sırada Mister
Markin evinin önüne gelmişlerdi. Kapıyı hizmetçilerin
açması lâzım gelirken Thalia, M arl’in cebinden çı­
kardığı bir anahtarla kapıyı açtığım gördü.
Yemek salonunda özenilerek bir sofra hazırlan­
mıştı. Mister Marl:
— Size kendim hizm et edeceğim güzelim, dedi.
Hizmetçilerin bizi rahatsız etm elerinden de k u rtu l­
muş olacağız.
Fakat kız başını salladı:
— Bir şey yiyemiyeceğimi zannediyorum, dedi.
Hem artık eve dönmem lâzım.
— Bir dakikacık oturunuz. Sizinle bankadaki
vazifeniz hakkında konuşm ak istijyodum. Thalia
size çok yardımım dokunabilir. Kuzum size bu
Thalia ismini kim verdi?
— İsim babamla, isim annem.
Marl güldü. Masanın üstündeki bir tabağı almak
istermiş gibi kızın arkasından geçerken eğildi ve
kızı kucaklamak istedi. Fakat kız atik davranarak
kendini kurtardı. Biraz hiddetlice bir sesle:
91
— Eve gideceğim, dedi.
— Saçma., oturunuz bakalım.
Kız, MarPin yüzüne dik dik baktı. Birden sert
bir hareketle kapıya atıldı. Kapı kilitlenmişti.
Sükûnetle:
— Kapıyı açarsanız iyi edersiniz Mister Marl
dedi.
— Ben hiç te böyle zannetmiyorum. Haydi ra­
hat durunuz ve hakkm ızdaki iyi kanaatlerim i de-
ğiştirtmeyiniz.
Thalia itiraz etti:
— Hakkımdaki kanaatleriniz beni alâkadar et­
mez, dedi. Kapıyı açınız.
Marl kapıya doğru yürüdü. Cebindeki anahtarı
arıyormuş gibi yaptı ve kız daha ne olduğunu an­
lamadan üzerine atılarak genç kızı kollarına aldı.
Kıza hâkim olabilecek kadar kuvvetli idi.
Thalia kendine sahip bir halde ve hiç bir korku
eseri göstermeksizin:
— Beni bırakınız, dedi.
Marl, kızın m ukavem et etmediğini gjördü. Ka^
zanmıştı.
— Demek ki, kalıyorsunuz? dedi.
— Mani olamıyacaksınız. F akat bu da ne?
Kız bunları söylerken m asaya yaklaşmış ve çan­
tasını açmıştı. M arl onun mendil çıkaracağını zan­
nederken siyah ve yum urta büyüklüğünde bir şey
çıkardığını gördü. Kız, bundan iğne gibi bir şey çe­
kerek masanın üstüne attı.
Marl, korkudan açılmış gözlerile, kızın bu ani
92
hareketine baka kaldı. O, bu siyah yum urtanın ne
olduğunu pek âlâ biliyordu. Orduda çalıştığı için
el bombasını tanımıştı.
Kekeliyerek:
— Kaldırınız bunu, diye bağırdı. İğnesini takınız
Allahaşkına. Çabuk, çabuk ol deli kız.
Kız yine sükûnetle:
— Korkmaymuz, dedi. Çantamda ih tiyat bir
bağlama iğnesi daha var. Kapıyı açacak mısınız?
Kız, elinde bu ölüm makinesi olduğu halde, ev­
den çıkarken de sakindi.
Marl hemen yatak odasına çıktı.
Flush Barnet saklanmış olduğu yerden, kapıların
açılıp kapanmasını duydu. Sonra ses seda kesildi.
Yalnız, Mister M arl’in, yatak odasının kapısının
üstünde ve tavana yakın bir yerde bulunan vanti-
lâtör yerinden hafif bir ışık sızıyordu.
Harp sırasında bu ev yaralı subayların istirahat-
leri için ayrılmış olduğundan içinde süsten zi­
yade sıhhî bazı değişiklikler yapılmıştı.
Flush, ayakkabılarını çıkararak y u k an kata çık­
tı ve kapıdan dinlemeğe başladı.
Mister M arl’in söylendiğini duydu. İçerisini gö­
rebilmek için bir çare aradı Yakınındaki bir masayı
yavaşça çekerek üstüne çıktı ve vantilâtjörün ka­
natlarının aralığından baktı.
Mister Marl gömleğinin kollarım sıvamış, oda­
nın içinde bir aşağı bir y u k an dolaşıyordu.
Tam bu sırada aşağı kattan hafif bir ses geldi.
Sanki, yumuşak terlikler giymiş birisi halıların
93
üstünde yürüyordu. Flush çıktığı yerden inerek he­
men bir köşeye saklandı. Merdivenlerden kimsenin
çıkmadığını görünce yine cesaretlendi ve eski yeri­
ne çıktı.
Yatak odasının kapısının kilidini zorlamak bey­
hude olacaktı. En iyisi yazıhanedeki kasayı açmaktı.
Flush bu işi m aharetle yaptı. Ne yazık ki, için­
de beklediği büyük parayı bulamadı. Bir kaç parça
kâğıttan başka bir şey yoktu. Bu iş tamam iki saat
sürmüştü. Tekrar M ister M arPin yatak odasının
»önüne geldi. Girmeğe çalışmalı, b ü n u tecrübe et­
meliydi? Eğer M arl parayı üstünde tutuyorsa, bu
şekilde hareket etmesi lâzımdı.
Yalnız, Flush, adamın bu parayı başka bir ban­
kaya yatıracak kadar vakit bulabildiğini düşündü.
Yine alt kata indi. Ayakkabılarım, paltosunu
giydi, şapkasmı aldı. Hizmetçilerin girip çıktıkları
hizmet kapısından bahçeye çıktı. Bahçenin parmak­
lığını aşmıştı ki, kuvvetli bir el omuzundan yaka­
ladı ve:
— Flush, benimle gel, dedi.
Bu, polis m üfettişinin sesi idi.
Barnet kurtulm ak için uğraştı. Fakat karanlık­
tan çıkan üç polis onu sıkıca yakaladılar ve kara­
kola götürdüler.
Bundan sonra Parr, yanındaki hafiye ile evi
araştırm ıya başladı.
Flush’un kasayı açm aktaki m aharetini takdir et­
tiler, üst kata çıktılar. M arl’in yatak odasının kapı­
sını vurdular. Hiç ses çıkmadı. P arr haf iyeye:
94
— İnip bakınız bakalım, dedi. Hizmetçilerden
birini uyandırsanız fena olmıyacak.
Adam geri gelince, evde kimsenin olmadığını
söyledi. Polis Müfettişi, vantilâtör deliğinden gelen
ışığı göstererek:
— Bu odada birisi olacak, dedi.
Sonra, F lu sh ü n çektiği masayı görerek, vücu­
dundan üm it edilmiyecek bir süratle üstüne çıktı.
Odayı gözden geçirdikten sonra:
— Y atakta birisi yatıyor, dedi.
P arr uyuyanı uyandırm ak için seslenmeğe baş­
ladı:
— Uyansana yahu.
Kapıya vuran hafiye de, adamı uyandırm ak hu­
susunda m üfettişten geri kaflmıyp-rdu. P arr mua­
vinine:
— Aşağıya inerek bakınız bakalım, dedi. Belki
bir balta bulabilirsiniz.
Hafiye büyük bir çekiçle geldi. P arr cep lâm ­
basının ışığını kapıya tuttu. Beyaz kapının tam or­
tasında lâstik bir damga ile vurulm uş Kızıl Çember
işaretini gördü.
— Kapıyı kırınız, diye bağırdı.
Kilidi kırmak için beş dakika uğraştılar. İki ha­
fiye odaya girdikleri zaman, uyuyan adam hâlâ
uyanmamıştı. P arr ona yaklaştı ve tutup kaldırdığı
elinin yine düştüğünü gördü.
Mister Marl ölmüştü.

95
SABUN BALONCUKLARI

Mister Parr, sivil hafiye Derrick Yale’in kapısı­


nı çaldığı zankan hemen hemen sabah oluyordu.
Ona Mister M arl’in başına gelenleri anlattı.
Yale:
— Mademki bu işte Barnet ile Thalia Drum-
mond’un canî olmadıklarını söylüyorsunuz, katil
nasıl oldu da kaçabildi?
Yale, P a rr’m söylediklerini uzun uzadıya dinle­
dikten ve bir çok ta düşündükten sonra böyle sö y ­
lemişti.
P arr:
— Araştım a sonunda evle garaj arasındaki bir
geçidin muhafaza altına alınmamış olduğunu gör­
düm, dedi.
— H akikaten bu kızdan şüphe etmiyor musunuz?
P arr:
— Hayır, diye başını salladı:
— Peki, M arl’in evini kontrol altında bulundur­
mağa neden lüzum görmüştünüz?
P arr, sivil haf iyenin hayreti karşısmda:
— Senelerdir kontrol altında idi, dedi. Bunun
içinde bir çok sebepler vardı. İşin asıl garibi de ne­
dir biliyor musunuz? Mister Beardmore’un şöminede
yaktığı ve bizim de bir parçasını bulmuş olduğu­
muz kâğıdı da onun yazdığıdır. Bu kâğıt parçasını
hatırlıyorsunuz değil mi? İhtiyar Beardmore ile
Marl arasında ne gibi bir m ünasebet olduğunu bil­
miyorum. H attâ M arl’in sayfiyeye ne için geldiği de
meçhul. Sonra hatırlıyor m u unuz? Marl villaya
girerken büyük bir korkuya düşmüştü.
Yale:
— İşte bunu hiç hatırlamıyorum, dedi.
— Beardmore’un yanında kalmak istememiş,
Londraya döneceğini söylemişti. Sonra da onun, se­
kiz mil ilerideki Kingside’de trenden indiğini biliyo­
rum. Bundan sonra da villâya dönmüş olabilir ki,
belki de katilin gördüğü adam da odur. Şimdi sora­
rım, bu dönüşün sebebi ne idi? Villaya girerken
neden korkmuştu? M ister Beardm ore ile görüşmesi
mümkünken neden m ektup yazmıştı.
Uzun bir sessizlik oldu.
Yale:
— Marl nasıl öldürülmüş? diye sordu.
— Bu hâlâ bir sır. K atilin odaya girmesi im­
kânsızdı. Bu cinayetten hakikaten hiç bir haberi yok
F: 7 97
gibi görünen B arnet’i de sorguya çektim. Buraya
hırsızlık için girdiğini söylüyor.
Hafif bir ayak sesi duyduğunu ve saklandığım
anlatıyor. Az sonra da, bir gazın bir delikten çıkar­
ken çıkardığı sese benzer bir ses duymuş. Bundan
başka dikkati çeken bir şey de Marl’in yastığındaki
yuvarlak bir yaşlık. Bu M arl’in başını koyduğu yer­
den bir kaç santim ileride. Evvelâ bunun bir Kızıl
Çember işareti olduğunu, zannetmiştim. Fakat son­
ra böyle bir işareti yorganda buldum. Zabıta dokto­
ru da daha raporunu vermedi ki, ölümün sebebini
anlıyalım.
Bütün meselenin M arl’in parasını çalmak olduğu
muhakkak. Çünkü telefona çağırdığım Banker Bra­
bazon, Marl’in o gün bankadaki bütün hesabım ka­
patarak oldukça büyük bir para aldığını söyledi.
Sebep te bankerle bir mesele üzerinde anlaşamamış
olmaları imiş. Kasa Barnet tarafından kırıldı.
Fakat üstünde bir şey bulamadık.
B arnet’in kasada çok az para ile bazı kâğıtlar
bulduğu muhakkak. Peki, parayı kim aldı?
D ernek Yale elleri arkasında odada bir aşağı
bir yukarı dolaşıyordu.
— Brabazon’u tanıyor musunuz? diye sordu.
P arr hemen cevap vermedi. Nihayet:
— Hariçle çok iş yapan bir bankerdir, dedi.
— Kârlı işler mi?
— Zannetmem. Zaten hakkında da bir iki şikâ­
yet oldu.
— Brabazon ile Marl iyi ahbap mı idiler?
98
— Evet.. H attâ polisin bir raporuna göre, se ­
bebi bilinmiyen bir şey yüzünden M arl’in Braba-
zon’u hükm ü altında tu ttu ğ u hissediliyordu.
Yale:
— Garip şey, dedi.
Sonra ilâve etti:
— Brabazon’dan bütün parasını alıyor. Bankaya,
bu parayı almak için kendisi m i gitmiş?
P arr bildiklerinin pek azım söylüyordu. Banka­
da bir şeyin olduğu m uhakkaktı. F akat ne? Meç­
huldü.
D errick Yale, evvelce hafifçe hırpaladığı ve m a­
haretinden şüphe ettiği bu adam a karşı b ir saygı
duymağa başlamıştı.
— Hemen gidip cinayet yerinde bir araştırm a
yapmam m üm kün mü? diye sordu.
— Bilhassa bunu, ricaya gelmiştim.
B ütün yol boyunca sustular. A raştırm ada da
kısmen böyle oldu. Yalnız evin sofasında Yale, de­
rin bir uykudan uyanır gibi:
— Silindir şeklinde madenî bir tüp bulmamız lâ­
zım, dedi.
Bu sırada bir polis koşarak geldi ve em niyet
müfettişini selâmlıyarak:
— G arajda demirden küçük bir tüp bulduk,
dedi.
Yale, sevinçle:
— Tamam, diye bağırdı.
Merdivenlere atıldı, koşa koşa yukarıya çıktı.
H âlâ vantilâtörün altında duran masanın önünde
99
durup yere çömeldi. D ört ayak üstüne durarak yeri
koklamağa başladı. Öksürerek ayağa kalktı:
— Bana şu tüpü gösteriniz, dedi.
Bunun ucunda küçük b ir boru ve borunun nihaye­
tinde de bir m usluk vardı.
Yale:
— Bunun bulunduğu yerde bir de tas olacak, de­
di. Bu âdi bir şişe de olabilir?
Polislerden birisi:
— Evet, orada bir de şişe v ar amma kırılmış,
dedi.
— Gidip getiriniz. İnşallah içinde ne olduğunu
öğrenebiliriz.
Mister P arr bütün bunları sessizce dinliyordu..
Nihayet:
— Bütün bunlar nedir Allaaşkına? diye sordu.
Yale neşe ile:
— Cinayet işlemek için yeni bir usul, dedi. Oda­
ya girelim.
Mister M arl’in cesedi hâlâ yatakta idi. Üstü bir
örtü ile örtülm üştü. Y astıktaki yaşlık hâlâ kuru-
mamıştı. Pencereler açıktı.
Yale kendi kendine söylenerek:
— Tabiatile burada bir koku bulm ak mümkün
değildir, dedi. Yine dört ayak üstüne eğilerek halı­
yı kokladı. Öksürmeğe başladı ve hemen ayağa
kalktı.
K ırık şişeyi getirdier. İçinde bir kaç damla bir
su vardı. Yale bunu avucuna döktü:
— Tahmin ettiğim gibi sabunlu su, dedi. Şimdi
100
size Mister MaıTin nasıl öldürüldüğünü izah edebi­
lirim. Meşhur hırsızınız Bam et, bir delikten çıkan
gaz sesine benzer bir ses duymuştu. Bu, bu gördüğü­
nüz demir tüpten çıkan ağır bir gazdı. Belki alda­
nıyorum. Fakat bu odanın zemininde, ince bir ta ­
baka halinde bu gazden bulunduğu muhakkak. Be­
reket ki, ağır olduğundan aşağıda ve çok az oldu­
ğundan da çok alçakta. Yoksa hepimizi öldürebilir.
— Peki bunu odaya nasıl sokmuşlar? Vantilâ-
törün önüne tutulan bir borudan mı istifade etmiş­
ler?
— Hayır. Daha basit bir şey yapmışlar. Bu Kı­
zıl Çemberin kullandığı yeni bir usul. Odaya sabun
baloncukları göndermiş.
P arr:
— Sabun baloncukları mı? diye mırıldandı.
— Evet., şu, çocukların sabunlu suyu üfliyerek
kabartıp yaptıkları balonlarla. Gördüğünüz tüpün
ucundaki boru sabunlu suya sokulmuş. Sonra vanti-
îâtörün kenarından bu boru biraz ileriye uzatılmış.
Önündeki musluk açılınca dışarıya çıkmak istiyen
gaz, sabunlu suyu balon gibi şişirmiş, vantilâtör de bu
balonu odadan içeriye uçurmuş. A rtık bunun arka' ar­
kaya yapıldığını söylemeğe lüzum var mı?
Sonra masaya tırm anarak devam etti:
— îşte buradan yatağm başucu görünüyor. Bir­
kaç balon sağa sola kaçmış olabilir ki, bunu da yas­
tık ve yorgandaki yaşlıklardan görüyoruz. Fakat
bir tanesi uyuyan adamın yüzüne rastladı ise bu
da onu öldürmeğe kâfi gelmişti.
101
P arr hayretini gösteren bir harekette bulunmak­
tan kendini alıkoyamadı.
Yale devam etti:
— Bunu bulmama yastıktaki yaşlık yardım
etti, dedi. Aklıma çocukken yatağıma oturarak böy­
le sabun baloncukları yaptığım geldi. Sonra, bir gaz
sesi duyulduğunu söylediğiniz zaman hemen bu na-
zariyeyi kurdum. Bunun da doğru olduğunu zanne­
diyorum.
Parr:
— Öyle amma, odaya girdikgireli hiç bir gaz
kokusu duymadık, dedi.
Yale:
— Gaz havadan ağır olduğu için yyer e çökmüş,
dedi. Bakınız.
Cebinden çıkardığı bir kibriti yaktı. Kibrit iyi­
ce yanınca yavaş yavaş yere doğru» indirdi. Halıya
bir iki santimetre kala kibritin birdenbire söndüğü
görüldü.
Parr;
— Gördüm, deeP
— İsterseniz evi baştan aşağıya bir arayalım.
Belki de onun bu buluşundan, yahut ta onun ken­
dilerinden daha bilgili oluşunu gördüklerinden mi?
nedir, resmî polisler Yale’e hiç te iyi muamele yapmı­
yorlardı.
Yale resmî polislerin böyle ders almayı sevme­
diklerini bildiğinden, az sonra, yorgunluğunu baha­
ne ederek evine döndü.

102
XVIII

FLUSH BARNET YÜZÜNDEN

Mister MaıTin evini iyice aradıktan sonra Parr,


B arnet’i bir daha sorguya çekti.
Hırsızın, yaptığı h ırsızlık tan . eline geçen şeyler
masanın üstüne konmuştu. Yüzükler, bir saat, işine
yaramıyacak bir çek defteri, ve iki tane yepyeni
yüz liralık para.
Barnet, durmadan bu paraların kendisine ait ol­
duğunu iddia ediyordu.
Barnet karakterli insanlar umum iyetle tembel
olurlar. P araları olduğu m üddetçe hiç bir iş yapmaz -
lar. Onun da cebinde iki yüz lira para varken Mis­
ter M arl’i soymayı düşünmiyeceği m uhakkaktı.
Flush Barnet:
— Vallahi bu paralar benim, diyordu.
— Belki. Fakat ben de sizin bunları nereden
eiinize geçirmiş olduğunuzu öğrenmek itetiyorujm.
103
— Bir dostum vermişti.
— Peki., girdiğiniz evin yazı odasındaki ocakta
ne yaktınız?
Bu beklenmedik sual karşısında Barnet şaşaladı.
Tereddütle:
— Üşüyordum, dedi.
— Ya? Hele şuna bir bakınız? Cebinde iki yüz
lirası olduğu halde bir eve hırsızlık için giriyor,
sonra da üşüdüğünden ateş yakıyor. Bu ateş yakma
meselesi gayet basit yavrum. Kasada bulduğun bir
şeyi yoketmek için bu ateşi yaktın değil mi?
Barnet, akla yakın gelen bu sözleri itiraz etme­
den dinledi.
P arr devam etti:
— H attâ birisi size bu iki yüz lirayı MarPin
kasasını kırm ak ve içinde bulunan şeyi alıp yoket­
mek için verdi değîl mi? Belki bu, bir dosya idi.
Barnet:
— Allah canımı alsın ki...
Diye söze başlıyordu ki, P arr bir el işareti ile
onu susturdu:
— Yahut ta, dedi. Bütün yalancıların yemin et­
tikleri gibi, cehennemde yansın ki, bu» iş böyle değil­
dir, değil mi Barnet? Haydi doğruyu söyle, bu para­
yı sana kim verdi yavrum ?
Seni bu cinayoti işlemek suçundan kurtarıp
kurtarm ıyacağımı da daha kararlaştırm amış oldu­
ğumdan bunu söylemekle fena etmezsin. .
Barnet:
104
— Cinayet mi? diye yerinden fırladı. Ne demek
istiyorsunuz? Bu işte kimse öldürülm edi. ki.
— Mister Marl yatağında ölü olarak bulundu.
Yorganında da bir Kızıl Çember işareti vardı.
P arr suçluyu perişan bir halde bırakarak yemeğe
gitti. Döndüğü zaman B arnet’i, düşünüp taşınmış
ve doğruyu söylemenin iyi olacağına karar vermiş
bir halde buldu.
Barnet:
—Kızıl Çember çetesi ile hiç bir ilişiğim yoktur,
dedi. Ve bu söyliyeceklerimin de doğru olduğuna
emin olabilirsiniz. Brabazon bankasında kadın me­
m urlardan birinin dostuyum. Çalışma vaktinden
fazla iş yaptığı bir akşam kapının önünde onu bek­
liyordum. M emurların çıktıkları kapıdan bir adamın
çıktığını ve beni ismimle çağırdığını duydum. Dönüp
kim olduğunu görünce hayrete düştüm.
— Mister Brabazon idi değil mi?
— Evet. Beıîi yazıhanesine götürdü. Milly’den
şikâyet edecek zannediyordum.
Barnet susmuştu. P arr:
— Devam et, dedi.
— Brabazon, Mister M arl’in elindeki bazı mek­
tuplarla kendisini tehdit ettiğini ve bu m ektupları
kasasında sakladığını söyledi. Bunları yok edecek
olursam bana bin lira vereceğini vadetti. H attâ
Marl’in yanında çok para olduğunu da o haber verdi.
Mister Brabazon benim bir profesyonel hırsız oluğu­
mu biliyordu. Hakkım da da küçük bir tahkikat yap­
mıştı. Tam aradığı adam olduğumu, söylüyordu. Ben
105
de bunun üzerine MarPi kollamıya başladım. Evde
daima birkaç uşak vardı. Yalnız Marl eve bir kadın
davet edince bunlar gidiyorlardı. İşi bırakacaktım ki»
Mister M arl’in. Brabazon bankasındaki bir kızla alâ­
kadar olduğunu gördüm.
— Thlia Drummond1 mu?
— Evet, bu benim için bir şanstı. Hele dün ak­
şam MarPin onu yemeğe davet ettiğini haber alınca,
bunuaı ele geçmez bir fırsat olduğuna karar verdim.
Üstelik te M arl bankadaki bütün parasım almıştı.
Kasayı açmak zor olmadı. Ne yazık ki, içinde, bir ka­
yalığın üstünde duran bir kadınla bir erkeği göste­
ren bir fotoğraftan başka bir şey bulamadım. Ne pa­
ra vardı ve ne de başka bir şey.
Bu fotoğraf her halde yabancı bir memlekette
alınmıştı. Çünkü arkalarında karlı ve buzlu kayalıklar
görünüyordu. İşin garibi de, resimdeki erkek kadını
kayalardan aşağıya atmağa uğraşıyordu. Kadın da
düşmemek için kayalara sarılmıştı.
P arr:
— Anlıyorum, dedi. Hepsi bu kadar mı?
— Evet hepsi bu kadar. "İnanınız ki, kasada para
yoktu.
Bir saat sonra M ister Parr, yanında iki resmî po­
lis ve cebinde bir tevkîF em ri olduğu halde bankerin
evine gitti. Kapıyı açan uşak Mister Brabazon’un daha
odasından çıkmadığını haber verdi. P arr odanın
kapısına vurdu. Hiç bir cevap alamayınca kapıyı
kırdırıp içeri girdi. Oda bomboştu. Bir pencere açık­
tı. Binanın yangın merdiveni bankerin kaçmasını
106
temin etmişti. Yatak bozulmamıştı. Odada bir ka­
rışıklık falan da yoktu. Mister Brabazon polis gel­
meden çok evvel kaçmıştı. Yatağın başucunda bir
telefon vardı. P arr santralı istedi. Ve:
— Şimdi sizinle konulştuğum bu num ara ile
dün gece konuşuldu mu? diye sordu.
Bir 9aniye sonra cevap verildi.
— Evet. Birisi Baysw ater,den telefon etti.
— Bu bendim, ötekisi?
— Saat iki buçukta W estern Exchange’den.
— Teşekkür ederim.
Telefonu kapattı. Yanındaki m em urlara baka­
rak, rüyada söylenir gibi:
— Thalia Drummond kendisine başka bir yer
aram ak zorunda kalacak, dîye söylendi.

107
XIX

THALİA BİR İŞ TEKLİFİ ALIYOR

Brabazon bankasının hesaplarını tesbit için bir


haftadan fazla bir zaman geçlti. Bunuin slonunda
Thalia, bir haftalık bir ikramiye ile bankadan ayrıl­
m ak m ecburiyetinde kaldı.
Bundan birkaç gün evvel Mister P arr onu, ya­
nında Derrick Yale olduğu halde kabul etm iş ve:
— Sizi tevkif etmeyişim o gece size kapıyı Mister
M arl’in açıp sizi uğurladığını gözlerimle görmüş ol­
mamdır, dedi.
— Bu deliliniz olmasaydı bile yine bu işte
kabahatsiz olacaktım.
Thalia yanlarından çıktığı zam an M ister Parr,
hafiye Yale’e:
— Bu kız hakkında ne düşünüyorsunuz? diye
sordu.
— Beni şaşırtıyor... Küçük Milly Macroy onun
108
1

bankada ufak tefek hırsızlıklar yaptığını söylediği


halde hiç bir şey bulamadık. Elimizde tek delil yok.
Bize onun hakkm da katî bir hüküm verecek olan
dostumuz Brabazon’da ortada yok. Flush Barnet işin­
de bu kızı neden şahitlerin araşm a koymadınız.
Parr:
— Bu B arnet işi açık b ir şeydi, dedi.
Yale düşünceye daldı. Kendi kendine söylendi:
— Bilmem kİ?..
— Neyi bilmiyorsunuz?
— Bu kız, eğer bize Kızıl Çember hakkm da bir
şüphe vermiyorsa... Onu yanım a kâtibe olarak al­
m ak istiyorum.
P arr, ağzında anlaşılmaz bir şeyler geveledi.
Yale:
— Biliyotrum, dedi. Bunu biraz mânâsız bula­
caksınız. Fakat her halde sizin de tahm in edeceğiniz
gibi pek o kadar aptal değüim. Zaten yazıhanemde
çalınacak bir şey de yok. Her zaman gözümün
önünde olacaktır. Eğer Kızıl Çemberle münasebette
bulunur ve m ektuplaşırsa derhal farkında olacağım.
Sonra... Beni alâkadar ediyor da... Yani anlıyacağmız,
hoşuma da gidiyor.
— Vay vay!.. Demek ki, biraz evvel ayrılırken
bunun için elini uzun uzun sıktınız.
— Psychometrique tesiri altında kalmak istemiş­
tim. Temasının bana verdiği his, onun karanlık ve sinsi
bir kuvvetin esiri olduğudur. Bu küçük kendi hesa­
bına çalışmıyorsa arkasında birisi var.
P arr biraz alaycı bir sesle:
109
— Kızıl Çember, dedi.
Yale ciddiyetle:
— Mümkündür, dedi. Ne olursa olsun onunla ko­
nuşmak istiyorum.
Aynı gün öğleden sonra Thalia’nın evine gitti.
Bir hizmetçi kadın, onu çok şık bir salona aldı. Bir
saniye sonra da kız odaya girdi. Y ale’i görünce du­
daklarında bir tebessüm dolaştı.
— Mister Yale, dedi. Bana nasihat vermek için
mi geldiniz acaba?
— Hemen hemen onun gibi bir şey... Size bir iş
teklifine geldim.
Kız gözlerini kaldırdı:
— Yoksa size yardım mı edeceğim? diye sordu.
Demek ki, hırsızları yakalamak için hırsız kullana­
caksınız? Yoksa beni ıslah mı edeceksiniz? Bunu bir
çokları istiyor.
Kız piyanonun taburesine oturm uştu. Yale onun
kendisile alay ettiğini anlamıştı.
— Mis Drummond neden hırsızlık ediyorsunuz?
diye sordu.
Kız tereddüt etmeden:
— Yaradılışım böyle, dedi. Kleptomani denilen
çalma hastalığı her halde yalnız zengin kadınlara
mahsus değildir.
— Peki, yaptığınız bu hırsızlıklardan bir zevk
duyuyor musunuz? Sizi tatm in ediyor mu? Bunu
bir m erak için soruyorum. Bu, zevk duyduğum bir
araştırm adır.
Thalia elile işaret ederek:
110
— Çok, dedi. Dayalı düşeli bir apartımanım, iyi
bir hizmetçim var. Aç değilim. îşte zahmete değer
birçok faydalar. Şimdi biraz da bana teklif edece­
ğiniz işten bahsediniz. Beni bir polis hafiyesi mi
yapmak istiyorsunuz?
— Bundan ziyade em niyetli bir kâtibemin olma­
sını istiyorum. İşlerim çok dağılıyor. Tek başıma
hepsi ile meşgul olamıyorum. Şunu da söyliyeyim
ki, benim yazıhanemde şu zevkli hırsızlık sporunuz­
la meşgul olabilecek fırsatlar bulamayacaksınız
Ve ne olursa olsun, yanüm ayı da hesaba koyuyo­
rum.
Yale bu son cümleyi söylerken gülümsemişti.
Thalia karşısındaki adam dan gözlerini ayırmak-
sızm bir lâhza düşündü. Sonra:
— Mademki siz yanılmak tehlikesini gözünüze
alıyorsunuz, dedi. Ben de teklifinizi kabul ediyorum.
Yazıhaneniz nerede?
Yale ardesini verdi.
Thaîia:
— Yarın saat onda işbaşında olacağım, dedi.
Çek defterinizi saklayınız ve masanızın gözünde pa­
ra varsa kaldırınız.
Yale evine girerken:
— Şu kız çok yaman şey, diye düşünüyordu.
Mister P a rr’a bu kızın kendisini alâkadar e tti­
ğini samimiyetle söylemişti. Her ne kadar her cins
haydut ve katillerin karakterlerini biliyor ve bun­
ların ruhî hallerini, bütün tecrübelerine rağmen
P arr’dan daha iyi anlıyorsa da bu kız da anlıya-
111
madiği bir taraf buluyordu. Bir yandan da, gün geç­
tikçe bir çıkmaza girdiğini gördüğü şu zavallı polis
müfettişini de düşünüyordu. Kızıl Çemberin şu
üçüncü darbesinden sonra polis müdürü o n u ' kim
bilir ne kadar haşlıyacaktı.
Öte tarafta da M ister Parr, kendi kendine aynı
suali soruyordu. R ahat etmesi icabederken, büyük
bir üzüntü içinde idi. Resmî bir kâğıtla onu emniyet
m üdürlüğüne çağırmışlar, zavallı bu kâğıdı, kalbi
çarpa çarpa okumuştu. Meslek hayatının bir pamuk
ipliğine bağlı kaldığını hissediyor ve tekaüt edilme­
sinden korkuyordu.
P a rr’ı ertesi sabah M ister Froyant çağırttı. Git­
tiği zaman Derrick Yale’i de orada buldu. Araların­
daki dostluğa rağmen Kızıl Çember işi bu iki hafi-
yeyi birbirine rakip yapmıştı. Karşılıklı bir çarpış­
ma içinde idiler. Rakibinin parlak buluşları karşı­
sında P a rr’m vaziyetinin gün geçtikçe fenalaştığı
herkesin görebildiği bir hakikatti. Yale’in bu işe ka­
rışmamağa çalıştığını, fakat muvaffak olamadığını da
söylemek lâzımdır.
Hasisliğine rağmen, Froyant, Yale’in istediği bü­
yük parayı kabul etmekte tereddüt etmem'iş ve res­
mî polis olan P a rr’a karşı Y ale’i bu işe memur et­
mişti. Daha doğrusu Yale’i P a rr’a tercih etmişti.
Yale polis hafiyesini görünce:
— Mister Froyant Kızıl Çemberin istediği pa­
rayı vermeğe razı oluyor, dedi.
Mister Froyant hiddetle bağırdı:

112
— Başka nasıl hareket edebilirim, ne yapabili­
rim?
Zavallı adam, on yaş daha ihtiyarlam ıştı. M üthiş
surette sararmıştı. H er tarafı titriyordu. P a rr’a:
— Sizin polisiniz, dedi. Bu haydutları istedik­
lerini yapmakta serbest bıraktıkça, namuslu insan­
ların hayatları bunların ellerinde oyuncak oldukça
bunların istedikleri parayı verm ekten başka çare
var mı? dostum Pindle’de bunlardan böyle bir m ek­
tup almış ve parayı vermişti. Aksi halde karşılaşa­
cağım tehlikeyi düşünmek bile istemiyorum.
Bunları söylerken vahşî bir hayvan gibi, odanın
içinde bir aşağı bir yukarı dolaşıyordu.
Derrick Yale yavaş yavaş şunları söyledi:
— Mister Froyant bu parayı verecek amma,
bu sefer Kızıl Çemberin de pek ileriye gittiğini zan­
nediyorum.
—i Ne gibi ?
Yale Mister Froyant’a:
— Şu m ektubu gösterir misiniz? dedi.
Froyant, masasının gözünü hiddetle açarak çı­
karttığı bir kartı masanın üstüne fırlattı.
P arr:
— Ne vakit geldi? diye sordu:
— Bu. sabah, posta ile.
P arr, Kızıl Çember işaretinin içine yazılmış olan
şu satırları okudu:
«Cuma günü, öğleden sonra saat üç buçukta
Mister Yale’in yazıhanesine parayı almıya gelece­
ğiz. Para kâğıt para olacaktır. Numaraları birbirini
F: 8 113
takip eder seri olmıyacaktır. Eğer para orada olmaz­
sa aynı gece siz de öleceksiniz».
P arr bu m ektubu üç defa, üst üste okudu. İçini
çekti:
— Bu. işi kolaylaştırıyor, dedi. Tabiatile gelmi-
yecekler.
Yale:
— Geleceklerini zannediyorum, dedi. Fakat on­
ları karşılam ak için hazırlanm ış olacağım. Yardımı­
nıza güveniyorum, Mister Parr.
— Bu söylediğinizin içinde, olacağına emin ol­
duğum bir şey varsa, o da benim orada olacağımdır
Yale:
— İşte bunda sizinle aynı fikirde değilim, dedi.
Bu çetenin başı, m uhakkak ki, cesaretten mahrum
bir adam değil «sesini alçattı» hem yazıhanemde es­
ki bir tanıdığı da bulacaksınız.
Parr, kaçıcı ve şüpheli bir bakışla Yale’e
baktı. Onun gülümsediğini gördü.
— Anladım, dedi. Drummond.
— Tamam. Buldunuz. Zaten size onun beni alâ­
kadar ettiğini söylemiştim. Bu esrarın içine girebil­
memize yardım ı olacağından eminim.
Bu sırada, Mister Froyant yanlarına geldi. Parr
ile Yale konuşma mevzularını değiştirdiler.

114
XX

ESKÎ BİR EVİN ANAHTARI

Cuma sabahı, Mister F royant’ın bankadan lâzım


gelen parayı almasını kararlaştırdılar
Yale ile P a rr Kızıl Çemberin adamını yakalıya-
bilmek için, gereken tedbirler hakkında anlaştı­
lar.
P arr em niyet m üdürlüğüne giderken, genç Jack
Beardm ore’un oturduğu sokaktan geçti. K arşılaştı­
ğı acı hâdiseler, b u genci olgunlaştırm ıtı. Büyük bir
servete konm uştu amma, büyük bir m esuliyet ve
endişe içine düşmüştü. Thalia Drummond’u da bir
türlü unutamıyordu. Gece gündüz, her an, kızın ha­
yali gözlerinden kaybolmuyordu. Kendi kendine
«Deli mi oldum» diyordu. F akat bütün gayretine
rağmen onun çekici hayalinden kurtulam ıyordu.
Mister P arr ile de iyi i'ki dost olmuşlardı. On­
dan nefret ettiği anları olmuştu amma, nihayet, bir
115
polis müfettişinin histen ziyade vazifesine bağlı
olması lâzım geldiğini kabul etmişti.
Parr, evin önünden geçerken âni bir düşünceye
karşı koyam ıyarak kapıyı çaldı.
Kapıyı açan bir hizmetçi onu içeriye aldı.
Jack kahvaltı ediyordu.
— Giriniz M ister Parr, dedi. Sizin birkaç saat
evvel kahvaltı ettiğinizi tahm in ederim. Yeni bir
şeyler var mı?
— Mühim bir şeyler yok... Yalnız Mister Froyant
Kızıl Çemberin istediği parayı vermeğe razı oldu.
— Ooo, ooo!.. Fakat? Bundan sonra da vay Kızıl
Çemberin başına geleceklere...
— Neden?
— Babam derdi ki.. Froyant bir yere beş para
verirse m uhakkak ki, fazlasile geri alacağına emin­
dir. Ölüm korkusundan kurtulunca Kızıl Çemberin
peşine düşecek ve vahşice bir şiddetle onun hakkın­
dan gelecektir.
— Bu fikir bana da hoş görünüyor. Fakat Kızıl
Çember parayı henüz almadı.
Bundan sonra Parr, haydudun gönderdiği son
m ektuptan bahsetti.
Jack:
— Ne olursa olsun, dedi. Bu adam lar çok ileri
gidiyorlar. Kızıl Çemberin, bu işte Yale’e bir
oyun oyniyamıyacağma eminim.
Em niyet m üfettişi:
— Ben de bu kanaatteyim , dedi. Bu adamın
116
önünde eğiliyorum. H ayran kaldığım bir kudreti
var.
—Bilhassa bu kadar gizli iş görebilmek m aha­
reti, değil mi?
M ister P a rr başını salladı:
— Bir bakımdan değil, dedi. Ben onun daha baş­
ka şeylerinin hayranıyım. Daha bu hususlarda katî
bir bilgim yok.
Sonra sustu. Jack onun derin bir düşünceye dal­
dığını ve kötü kötü düşündüğünü gördü. Ve içten
gelen bir samimiyetle.
— Bu günlerde polis m üdüriyeti ile aranız pek
iyi olmasa gerek, değil mi? diye sordu.
— M uhakkak ki, pek rah at değilim. Fakat buna
pek üzülmüyorum.
P arr gence dikkatle baktı. Sonra:
— Himaye etm ek istediğiniz kızın yeni bir işe
girdiğinden haberiniz var mı? dedi.
— Mis Drummond’un mu?
— Evet, Yale onu yanına kâtibe aldı.
— Alay ediyorsunuz galiba?
— Yale, böyle bir fikri olduğunu bana söylediği
zaman, ben de onun alay ettiğini zannetmiştim.
Fakat hiç te alay değilmiş. Bu Yale çok garip bir
adam.
Jack boş bulunarak:
— Hattâ onun, em niyet müdüriyetinde resmî bir
vazifeye geçeceğini de söylüyorlar, dedi.
Söylediğine pişman olm uştu amma, bir kere
söylemiş bulunuyordu.
117
Parr, pek alâkadar olmamış gibi göründü. Yal-
ü ie :
— Yale m ahir bir* hafiye ve önünde açık bir
istikbal bulunan bir adam, dedi.
İki adam konuşarak açık bir pencerenin önüne
gelmişti. Burası, daima tenha olan bir sokağa bakı­
yordu.
Jack Beardmore birden eğilerek:
— Bu giden Mis Drummond değil mi? diye
sordu:
Genç kızı P arr da görmüştü. Kız karşı kal­
dırımda gidiyor ve durup durup evlerin num araları­
na bakıyordu. Birden kaldırım ı değiştirdi.
Jack:
— Buraya geliyor, dedi.
Ve kızı karşılam ak için merdivenleri dörder dör- ^
der atlıyarak aşağıya indi.
Kızın ellerini hararetle sıkarken:
— Sizi görmek ne büyük bir zevk, Miss Thalia,
dedi. Girmez misiniz? Yemek salonunda eski tanı­
dıklarınızdan biri de var.
— M ister P a rr’mı?
— Hemen anladınız. Yoksa beni yalnız mı gör­
mek istiyordunuz?
— Hayır. Mister Yale tarafından geliyorum. Rıh­
tım daki evinizin anahtarını rica ediyor.
Kız, birkaç kelime ile bunun sebebini anlattı.
Salona girdikleri zaman basile Mister P arr’ı selâm­
ladı, o da soğuk b ir selâmla cevap verdi.
Jack içinden «îşte birbirini hiç sevmiyen iki
118
kişi» diye düşündü. Sonra Thalia’nm gelişindeki
sebebi anlattı:
— Zavallı babamın, nehir kenarında boş bir evi
vardı, dedi. Bu ev senelerdenberidir boştu. Bana
söylediklerine göre tam iri için sarfedilmesi lâzım
gelen para ile yenisini almak m üm kün olabilirmiş.
Bu kadar harap bir şey. Mister Yale, Banker Bra-
bazon’un buraya saklanmış olduğunu tahm in ediyor­
muş. Burasını satmak işini babam Brabazon’a ver­
miş olduğundan, Banker bu binaya birçok defalar
girip çıkmıştır. Sizin fikrinizce onun buraya sak'-
lanmış olması ihtimali var mıdır?
P arr dudaklarını büktü:
— Bildiğim, Brabazon’un dışarıya kaçamadığı­
dır, dedi. Her an için ziyaret edilmesi ihtimali olan
bir yere saklanacağını zannetmiyorum. Fakat bu
m üm kün olabilir? Bu bina ne biçim bir şeydir.
— Yarısı depo, yarısı ev. Ben de şimdiye kadar
gidip bakmadım. Zannedersem, tüccarların, m alları­
nın yanında yatıp kalkmayı sevdikleri devirlerden
kalma bir şey.
Jack bir gözü çekti. Üstünde etiket olan bir
anahtar çıkardı:
— İşte anahtar, Miss Thalia, dedi. Şimdiki işi­
nizin hoşunuza gidip gitmediğini sorabilir miyim?
Bu sözü söyliyebilmesi, bu soruyu sorabilmesi
için kendim zorlamıştı. Kızın her zaman kendisini
azarladığını biliyordu.
Kız, hafifçe gülümsedi:
— Fena değil, eğlenceli bir şey, diye cevap ver-
119
di. İşe henüz bu sabah başladığımdan, bu hususta
daha katı bir şey söyliyemiyeceğim.
Thalia polis müfettişine dönerek sözüne devam
etti:
— Orada bir gümüş kâğıt baskısından başka bir
şey olmadığı için sizi zahmete sokamıyacağım. Ya­
zıhane Amerikan usulü döşendiğinden hei* taraf
kupkuru., bir de kapıdaki m ektup kutusu var. Doğ­
rusu ya çok can sıkacak bir şey.
Bunları ciddî b ir sesle söylemişti amma, gözle­
rinde garip bir parıltı vardı.
P arr:
— Ne kadar fena olsanız, yine sizde bir iyi ta ­
raf olduğuna eminim, dedi.
Bu sözler, genç kızı, gözlerinden yaş gelecek k a­
dar güldürdü. Jack bile bu neşeye katıldı. Yalnız
P arr gayet ciddî duruyordu. Genç kıza:
— Dikkat ediniz dedi.
Kız hemen ciddileşti ve hafiyeye:
— M erak etmeyiniz, diye cevap verdi. En ufak
bir şeyi size haber veririm. Fena bir harekette
bulunmamağa çalışacağım ve çok dikkatli olacağım.
— İyi edersiniz. F akat bundan şüpheliyim.

120
XXI

RIHTIMDAKİ EV

Thalia döndüğü zaman Yale’i bir yığın mektubun


önünde buldu. Yale:
— Anahtarı getirdiniz mi? diye sordu. Teşekkür
ederim. Bu m ektuplara cevap vermenizi rica ede­
ceğim. Birçok gençler, yanımda çalışarak polis h a­
fiyeliği öğrenmek istediklerini yazıyorlar. Şurada,
bu çeşit m ektuplara verilecek cevabın bir örneğini
bulacaksınız. Bu, da bir kadından, ona da yeni iş ka­
bul etmediğimi yazarsınız.
Kızın, masanın üstüne koyduğu anahtarı aldı.
— Demek ki, M ister P a rr’ı gördünüz ha? diye
sordu.
Genç kız gülümsiyerek:
— Buluşlarınız çok hayret verici, Mster Yale
dedi. Evet Mister P arr ile karşılaştım . Nereden an­
ladınız?
121

J
Yale başını salladı:
— Çok basit, dedi. Siz de nasıl, kıymetli şeyleri,
kolleksiyon yapm ak merakı varsa bende de bu his­
setme duygusu var.
Kız, birden cevap vermedi. Fakat sonra.
— Ben artık hareketim i değiştirdim, dedi.
— Belki... F akat bu beni hayrete düşürür.
Yale bir baş işaretile kıza artık çalışmasına baş-
lıyabileceğini anlattı.
Mister Yale, kızın yanm a girdiği zaman o ma­
kinesinin başına eğilmiş hararetle çalışıyordu. Ya­
le:
— Telefonda M ister P arr'ı arayınız, dedi. Reh­
berde numarasını bulabilirsiniz.
Bu saatte P arr yazıhanesinde değildi. F akat
kız, yarım saat sonra onu buldu. Ve konuşmayı Ya-
le’in telefonuna verdi. Aralık kapıdan, öteki odada
ne konuşulduğunu, duyuyordu.
— Siz misiniz P arr? Beardm ore’un rıhtımdaki
evinde bir araştırm aya gideceğim. Brabazon’un ora­
ya saklanmış olacağını zannediyorum. Yemekten
sonra mı? Peki, sizi iki buçuğa doğru bekliyeceğim.
Thalia bunları işittikten sonra önündeki k u ru t­
manın üzerine birkaç istenoğrafi işaretleri yaptı.
P arr tam saat iki buçukta geldi. Thalia onun
geldiğini görmedi amma sesini duydu. Yale’in oda­
sının dışarıya açılan ayrı kapısı olduğundan bura­
dan girmişti.
Kız, onların uzaklaştıklarını duyunca bir telgraf
kâğıdına şunları yazdı.
122
Johnson 23 Mildred Street:
«Derrick Yale, Beardm ore’un rıhtım daki evini
aramağa gitti».
Thalia Drummorid’un |hatalı tarafları vlardı; p
da. verdiği sözlere sadık kalması idi.

**

Nehrin kenarındaki bu bina haraplığın bir ör­


neği idi. Taş duvarları, yüksek bir hizaya kadar yo­
sun içinde idi. Etrafındaki küçük bahçe, vahşi
bir ormana dönmüştü. Evin iç kapısına giden yol»
büyüyen otların arasında kaybolmuştu.
Binanın bir tarafında depoya benzer b ir yer v ar­
dı. Harp esnasında buraya düşen bir bomba, kire­
m itleri parçalamış ve çatıyı yıkarak içeriye girmişti.
Burası olduğu gibi duruyordu.
Yale, anahtarla kapıyı açarken.
— İşte gönül açacak bir yer, dedi. Tam bizim
dostumuz Brabazon’a lâyık.
Girdikleri yer çok tozlu idi. Her tarafta örümcek
ağları vardı. Ortalık sessiz ve hayatsız idi. îk i hafi­
ye, içerde bir adam olduğunu gösterecek hiç b ir ize
rastlam adan evi dolaştılar.
Üst katın koridorunda, tavandaki bir deliği gös­
teren Yale:
— Tavan arası da var, dedi.
Ve orada bulduğu bir merdiveni dayıyarak tavan
araşma çıktı, delikten içeriye girdi. P arr onun ayak
seslerini duyuyordu. Yale az sonra döndü. Aşağı
inerken:
123
— Kimsecikler yok, dedi.
Parr:
— Bizim kuşu burada bulabileceğimizi zaten
biç tahmin etmiyordum, dedi.
Bahçedeki yabani fidanların arasından geçerek
giderlerken, tavan arası pencerelerinden bir tanesi­
nin tozlu camlarının arkasından birisi onları gözet­
liyordu. Bu bembeyaz çehresi, uzamış sakalı ile kim­
senin tanıyamıyacağı Brabazon’du.

124
X XII

KIZIL ÇEMBERİN ADAMI

— Siz bir aptaldan başka bir şey değilsiniz. Hal-


ki ben sizi akıllı bir şey zannederdim.
Mister Froyant müthiş hiddetli idi. Buna da se­
bep, masanın üstündeki deste deste paralardı. Bu
kadar çok paranın elinden çıkacağını düşünmek onu
deli ediyordu.
Derrick Yale:
— Belki haklı olabilirsiniz, dedi. Vazifemi bil­
diğim gibi yapıyorum. Eğer bu kız, z&nnetiğim gibi
beni Kızıl Çemberin izine düşürmezse çok şaşacağım.
İhtiyar hasis hiddetle bağırdı:
— Size bu söylediklerimi daima hatırlayınız. Bu
çapkın kız, Kızıl Çember çetesindendir. Parayı al­
mağa da onun geldiğini göreceksiniz.
i— Böyle bir şey yaparsa hemen tevkif ededile-
cektir. İnanınız bana Mister Froyant. Bu paraları
125
bir lâhza için olsun gözümden kaybetm ek niyetinde
değilim. Fakat, farzı m ahal olarak Kızıl Çember
Bunları elimden alacak olursa hiç bir mesuliyet k a ­
bul etmiyorum. Vazifem, sizi bunların kötülüklerin^
den korum aktır. Yoksa sizin yerinize ölmek değildir.
— Güzel, güzel. İşte h e r şeyi güllük gülistanlık
görmek diye buna derler. Siz de ötekisinden pek te
aşağı değilsiniz. İstediğiniz gibi hareket ediniz.
Mister F royant p araları bir kere daha okşadı,
sevdi, büyük bir zarfa koydu, içini çekerek hafiye-
ye uzattı ve:
— Zannedersem Brabazon’dan daha bir haber
yok, dedi. Bu 'haydut beni de iki bin lira zarara sok­
tu. M arl’in yaptığı bir işe onun tavsiyesi üzerine bu
parayı yatırmıştım.
— Marl’i tanıyor muydunuz?
Yale bu suali sorarken ayağa kalkmıştı.
— Bildiğim, onun da bir dolandırıcı olduğudur.
— Geçmiş hayatı hakkında bir bilginiz var mı?
— Zannedersem Fransadan gelmişti. Hakkında
pek az şey biliyorum. Onu bana tanıttıran James
Beardmore oldu. Onuın Fransada hileli bazı toprak
alım satımı işlerine girdiğini, h attâ bu yüzden hap­
sedildiğini duymuştum. F akat onunla pek alâkadar
olmadım. Bir iş için bana lâzım olmuştu. Sonra da
onun bir çok işlerinde epeyi k ârlar yaptım.
Yale gülümsedi. Kendi kendine: «Böyle olduk­
tan sonra da Mister Froyant bu küçük kayıptan do­
layı M arl’i affeder» dedi.
Yazıhanesine gelince, P a rr ile Beardmore’u ken-
126
dişini bekliyor buldu. Hafiye ne ise amma, ötekisi­
nin geleceğini zannetmiyordu. F ak at onu yazıhanesi­
ne çeken şeyin ne olduğunu hem en buldu. Bunun
için de, kâtibinin neden yazıhanede olmadığını an­
lattı ve P arr’a:
— Miss Drummond’a izin verdim, dedi. Bugün
öğleden sonra, burada olması ihtim ali olan hâdisele­
rin içine onu da sokmak istemedim. Her ne kadar
Mister Beardmore bu tehlikeyi seve seve gözüne al*
mıya hazır ise de...
Parr:
— Plânınız nedir? diye sordu.
— Tayin edilen vakitten birkaç dakika evvel
yazıhaneme çekileceğim. Bu odanın koridora ve Miss
Drummond’un odasına açılan iki kapısı da kilitli ola­
cak. Siz de bu küçük yazıhanede bulunacak ve benim
odamın buraya açılan kapısını sizin tarafınızdan ki-
litliyeceksiniz. V urulduğunu ve koridora çıkan ka­
pının açıldığını duyunca adam ın geldiğini anlarsınız.
Kapı kapanınca da hem en koridora çıkarsınız.
Parr:
— Çok güzel, dedi ve pencereye yaklaşarak dı­
şarıya mendilini salladı.
Yale gülümseyerek:
— Tertibatınızı almış olduğunuzu görüyorum, ,
dedi. Kaç kişi getirdiniz?
— Seksen, bina h er tarafm dan iyice sarılmıştır.
— Güzel, yalnız, Kızıl Çemberin buraya, bu işin
ne olduğundan haberi olmıyan bir adam göndermesi
ihtimali de var. Böyle olduğu takdirde bu adamı ta-
127
kip edeceğiz. Paranın, Kızıl Çember çetesi reisinin
eline geçmesini istiyorum. Bu, işin çok kolaylaşaca­
ğı birşey olacaktır.
Parrr
— Kabul ediyorum, dedi. Esasen bu zatı muhte­
remin kendisi gelmiyecektir. Sizin çalışma odanızı
görebilir miyim?
Parr, Yale’in odasını adamakıllı gözden geçirdi.
Tek penceresi vardı. Bir köşede kocaman bir dolap
duruyordu. Parr dolabı açıp baktı. İçinde çengele
asılı olan bir paltodan başka bir şey yoktu
Emniyet müfettişi Yale’e:
— Siz, küçük odaya çekilirseniz, ben burada ra­
hat rahat çalışır* ve burasını iyice gözden geçirmiş
olurum, dedi. Yanımda birisi olursa, hareketlerimi
şaşırırım. Bu da garip bir huy amma elimde değil.
Yale, gülümseyerek çekildi. Mister Parr kapıyı
Yale’in üstüne kilitledi. Sonra koridora açılan kapı­
yı açtı. Tekrar kapadığı duyuldu. Birkaç adım attı:
— Gelebilirdiniz? dedi. Göreceğim şeyleri gör­
düm.
Yale’in yazıhanesi basit döşenmişti. Fakat kulla­
nışlı idi. Hava pek o kadar sıcak olmamakla beraber,
içinde ateş bulunmıyan bir şömine odanın bir köşe­
sini süslüyordu.
Yale, polis müfettişinin bakışını takip etti. Neşe
ile:
—>Şömineden gelmelerini beklemiyorum, dedi.
Hiç ateş yakmak lüzumunu duymıyan sıcakkanlı
bahtiyarlardanım.
128
Bütün bunları büyük bir alâka ile takip eden
Beardmore, Yale’in masasının üstüne koyduğu kü­
çük tabancayı eline aldı. Yale:
— Aman dikkat, diye bağırdı. Doludur bir
kaza çıkmasın.
Sonra cebindeki paraları çıkardı. Deste deste,
tabancanın yanma dizdi. Saatine baktı:
— Haydi iş başına, dedi. Lâzım gelen tertibatı
alalım.
Yale koridorda açılan kapıyı kilitlemeğe yürü­
dü. Beardmore çok yavaş bir sesle fısıldadı:
— İşler hoşlaşmıya başladı.
Yale:
— Acele etmeyin? dedi. D urun bakalım. Daha
başındayız.
P a rr ile genç, yandaki küçük yazıhaneye çeki­
lerek, ara kapıyı kapattılar.
Jack, hiç b ir şey düşünmeden, Thalia’nın yazı
yazmak için oturduğu iskemleye çöktü. Fakat birden
bunu hatırlayınca fırladı.
Thalda hakikaten şut Kızıl Çember çetesi ile bir
mi idi? Jack, yavaş yavaş kız hakkında şüpheye
düşmeğe başlıyan P a rr’a böyle bir sual sormamak
için kendisini zorlıyarak belki de bunu biriinci defa
düşünüyordu. Dişlerini sıktı. Buna bir türlü inana-
mıyordu, Bu düşünceler onu kızdan soğutacağı yer­
de büsbütün aşkım kuvvetlendiriyordu. Bu kız bam­
başka bir yaradılışta idi., fakat ya böyle ise...
Düşüncesinin tam burasında gözleri, P a rr’ın
kendisine dikilen gözlerile karşılaştı:
F:9 129
— Ben öyle ruhî şeyleri keşfetmek iddiasında de­
ğilim amma, dedi. Sizin şimdi Miss Thalia Drum­
mond’u düşündüğünüz hakkında bahse girerim.
Jack:
— Haklısınız Mister Parr, dedi. Bu kızı görün­
düğü kadar fena zannediyor musunuz?
— Eğer Mister Froyant’tan çaldığı heykelcik
için bunu soruyorsanız zannetmeğe falan lüzum yok.
Buna eminim.
Jack sustu. Zaten hiç bir zaman Mister Parr’ı
bu kızın masum olduğuna inandırmayı düşünmüyor­
du». Buna imkân da yoktu. Kız kendisi bile, kabahatli
olduğunu itiraf ediyordu.
Yale kapının öte tarafından:
— Biraz susarsanız iyi edersiniz, diye seslendi.
Bundan sonra ne konuştular ve ne de kıpırdadı­
lar. Öteki odadaki hafiyenin bir iki adım attığını
duydular. Hepsi bu kadar.
Vakit yaklaşıyordu. Parr saatini çıkardı, masz
mn üstüne koydu. Tam üç buçuğu gösteriyordu.
Başını uzatmış, etrafı dinliyerek duruyordu.
Yale’in odasından bir ses geldi. Sanki hafiye
sandalyesine oturmuş gibi.
Parr ayağa kalktı.
— Ne var? diye seslendi.
Yale:
— Hiç bir şey, diye cevap verdi. Ses çıkarma­
yınız.
Beş dakika kadar beklediler. Parr seslendi:
— Ne var ne yok Yale?
Cevap gelmedi.
130
Parr sesi çıktığı kadar bağırdı.
— Yale! Yale!
Yine bir cevap alamayınca hemen kapıya atılıp
açtı. Beardmore ile içeriye girdiler.
Karşılaştıkları manzara, Parr’dan daha fazla
tecrübe görmüş bir polisi de şaşırtabilirdi. Yüzü bir
bezle örtülü ve elleri kelepçeli olarak Yale, yerde
yatıyordu. Pencere açıktı. Odada kuvvetli bir eter
ve kloroform kokusu vardı. Para desteleri kaybol­
muştu. Üç dakika sonra da ihtiyar bir postacı bina­
nın kapısından dışarıya çıkıyordu. Sırtında posta
çantası vardı. Binayı saran polisler, ona hiç bir şey
sormadılar ve bıraktılar.

131
X X III

DOLAPTAKİ KADIN

Mister Parr eğildi, hafiyenin yüzünü kapatan


bezi kaldırdı. Yale gözlerini açtı, şaşkın şaşkın et­
rafına bakındı.
— Ne oldu? diye inledi.
Fakat onun bileklerindeki kelepçeleri çıkarmıya
uğraşan Parr hiç bir cevap vermedi. Yale’in ayak­
larını bağlıyan ipleri de Beardmore kesiyordu. Ni­
hayet kelepçeler yere düştü. Yale’i kaldırıp bir kol­
tuğa oturttular. Güçlükle nefes alıyordu. Elini al­
nına götürerek tekrar kekeledi:
— Ne oldu bana?
Parr:
— Benim de öğrenmek istediğim zaten bu, de­
di. Nereden girdiler acaba?
Yale başını salladı:
— Bilmiyorum, diye cevap verdi. Hiç bir şey
hatırlamıyorum. Kapı kapalı mı?
132
Jack, koridora açılan kapıya koştu. Kilitli idi ve
anahtar da iç taraftaydı. Kimse buradan geçmemiş­
ti. Fakat pencere açıktı. P a rr odaya girer girmez bu­
nu görmüştü. Koşarak dışarıya baktı. Pencere yer­
den otuz m etre kadar yüksekti, yakınında ne bir kor­
niş, ne bir demir merdiven, yani bir insanin çıkabil­
mesini temin edebilecek hiç bir şey yoktu.
Yale bir parçacık kendine gelince:
— Ne olduğunu hiç hatırlam ıyorum , diye tekrar­
ladı. Masamın başında sükûnetle oturuyordum ki,
birdenbire başım a b ir bezin sarıldığını hissettim,
hiç bir insanda olabileceğini tahm in edemiyeceğim
kadar kuvvetli iki el beni sıkı sıkıya tuttu. Çırpın­
mağa, bağırm ağa vakit bulam adan bayıldım.
— Size seslendiğimi duymadınız mı?
Yale:
— Hayır, diye başını salladı.
Jack:
— Öyle amma M ister Yale, dedi. Biz bu oda­
dan, birisinin düşmesine benzer bir ses duyduk. Mis­
te r P a rr size seslendi, siz de cevap verdiniz.
— Ben değildim. Başıma bu bezin sarılmasından
sonra sizin gelip beni kurtarm anıza kadar hiç bir
şey hatırlam ıyorum .
P arr pencerenin yanm a gitmişti. Birkaç defa açıp
kapadı. Pencere tabanına baktı. Sonra gü|Iümsiye-
rek döndü:
— Bu, dedi. Şimdiye kadar raslamadığım dere­
cede bir ustalıkla yapılmış.
Jack’m polis m üfettişine karşı olan eski nefreti
tekrar uyanmıya başlamıştı:
133
— Ben bunun pek o kadar m ahirane bir şey ol­
madığını zannediyorum, dedi. Haydut Yale’i y a n
yarıya öldürüp kaçıyor, siz de buna ustaca bir iş
diyorsunuz?
P arr ciddiyetle:
— Anlatm ak istediğim, işin yürütülüşündeki us­
talıktır, dedi. Şimdi b ir de gidip aşağıdaki adamla­
rım ı göreyim. Bakalım onlar ne diyecekler?
Binanın avlusuna ve sokağa konulan adamlar
hiç bir şey söylemediler. Postacıdan başka kimsenin
binaya girdiğini görmemişlerdi.
P arr:
— Yaaa?.. Demekki postacıdan başkasını görme­
diniz? dedi. Demekki böyle., güzel.. İstirahat edebilir­
siniz.
Asansöre binerek Yale’in yanm a geldi.
— Para uçup gitti, dedi. Emniyet müdürlüğüne
raporum u verm ekten başka şimdilik yapılacak bir
şey göremiyorum.
Yale, tabiî halini bulm uştu. Başı iki elinin ara­
sında, makasının önüne oturm uş düşünüyordu:
— M ister P arr bu sefer bütün kabahat bende, de­
di. Size bir şey söyliyemezler. Hâlâ kendi kendime,
sessizce pencereden içeriye giripte beni nasıl bayılt­
tıklarını soruyorum.
— Arkanız pencereye mi dönüktü?
— Evet., oradan gelebileceklerini hiç tahmin et­
memiştim. îk i kapıyı da görebilecek vaziyette otur­
muştum.
— Şömineyede mi arkanızı dönmüştünüz?
— Oradan girmiş olabilmeleri imkânsızdır. Bu,
134
meslek hayatım da rastladığım en büyük bir esrar,
hattâ Kızıl Çemberin kendinden de esrarlı. Bundan
başka, şimdi bir de M ister Froyant’a giderek para­
sının çalındığını söylemem lâzım. Bu her halde biraz
gürültülü, patırtılı olacak. Müthiş bir hiddete kapı­
lacağından eminim. Benimle gelmez misiniz?
Hep beraber çıktılar. Yale kapısını dikkatle ka­
padı, anahtarı cebine koydu.
Mister F royant’m hiddeti müthiş ve korkunç
oldu.
— Bana söylemiştiniz, bana vadetmiştiniz, diye
barbar bağırıyordu. Param ı bana hemen geri vere­
cektiniz. Sonra da elleri boş olarak ve bir haydut­
luk masalı ile geliyorsunuz. B u canavarlıktır. Bu sıra­
da siz nerede idiniz M ister P arr?
Kendisini gülm ekten alıkoyamıyan emniyet mü­
fettişi:
— Kapının öte tarafında, diye cevap verdi. Mis­
ter Yale’in anlattıkları doğrudur.
Böyle bir hidetten sonra mümkün olmamakla
beraber, M ister F royant’m hiddeti birdenbire kesi­
liverdi.
— Çok güzel, dedi. Kızıl Çember parasını almış
oluyor ki, istenilen de bu idi. Teşekkür ederim Mis­
ter Yale.. m asraflarınızla, ücretinizi hesap ediniz,
vereyim.
Konuşma bu şekilde bitmişti. İki hafiye
Jack ile buluşmak için acele ederek ayrıldılar.
Jack, sokakta bir aşağı bir yukarı dolaşarak on­
ları bekliyordu.
Parr: 1
135
— Öyle bir adam ki, kendisini teskin edebiliyor,
dedi. Öyle bir an geldi ki, bizi yumruklıyacağını
zannettim. Sonra, birdenbire, kendini toplayıverdi.
Yale, sesindeki âni değişikliğin farkında oldunuz mu?
Yale, düşünceli bir tavırla:
— Evet, diye cevap verdi.
Mister Froyant’m âni değişmesi onun da dik­
katini çekmişti. FaJkat bu, onda, P a rr’ın düşünce­
lerinden çok başka bir düşünce yaratm ıştı. Adeta
korkmuştu.
P arr neşeli bir sesle:
— Şimdi sıra benim, dedi. Size Froyant fırtınası­
nı atlatm ıya yardım ettim. Em niyetteki fırtına için de
siz bana yardım edeceksiniz. Haydi, emniyet m üdü­
rüne beraber giderek raporumuzu* verelim.


Onlar çıktıktan sonra Yale’in yazıhanesi sessiz
kalmıştı. Çıt yoktu. İki hafiye ile Jack’m gitmesin­
den on dakika geçmişti ki, bir kilit sesi duyuldu.
Odanın köşesindeki büyük b ir dolabın, kapağı açıl­
dı. İçinden Thalia Drummond çıktı. Dolabı yavaşça
kapadı. Odanın ortasında bir an durdu, düşünceye
daldı. Sonra cebinden bir anahtar çıkartarak kori­
dora çıkan kapıyı açtı. Dışarıya çıkıp tek rar kapadı.
Asansöre bindi. Dış antrenin koridorunda yürüye­
rek nihayetteki dar merdivenden inerek kapıcının
odasından binanın orta avlusuna geçti. Oradan da
sokağa çıktı, kalabalığa karıştı.
136
XXIV

ON BİN LİRALIK İKRAMİYE

«İngiltere birleşik bankaları, Kızıl Çember is­


mindeki çetenin reisini yakalatana veya yakalatabi­
lecek bilgiyi verene, on bin İngiliz lirası ikramiye ve­
recektir. Bundan başka, birleşik bankalar, hükümet­
ten, bu çetenin adamlarından olup ta, reisin yaka­
lanmasını temin edenin bütün kabahat ve cinayet­
lerinin affedileceği sözünü de almıştır». ,
Kırmızı büyük harflerle basılmış olan bu du­
var ilânı, bütün otobüs duraklarında, bütün posta-
hanelerde, bütün istasyonlarda göze çarpıyordu.
Derrick Yale’de bu ilânı gördü ve yazıhanesi­
ne girerken bunun ne gibi bir faydası olabileceğini
düşünüyordu.
Thalia Drummond, otobüsü bir sokak köşesin­
de durupta bu üânı okuyunca gülümsedi. Bu
ilân en ziyade Mister, Froyant’ı düşündürdü. Oku­
yunca yanakları kızardı ve gözleri parlamiya başla-
137
dı. Yazıhanesine gidiyordu. Fakat ilânı okuyunca
hemen evine döndü. Kızıl Çemberin aldığı paraların,
yazıhanesinin gözündeki num aralarını çıkardı. Bun­
ları, üşenmeden aşk ile şevk ile çalışarak bir kâğıda
çıkarmıştı.
Öğleden evvelki zamanının büyük bir kısmını
sarfederejk, num araların b ir aynını çıîkardı. Bu iş
bitince, kaybolan veya çalman* paralarla, tahvillerin
bulunm asında büyük bir m ehareti olan bir idareha­
neye uzun bir m ektup yazdı, m ektubu elile postaya
verdi.
Hegitt ismindeki bu yazıhane* şimdiye kadör
M ister Froyant’a birçok işler yapmıştı.
İdarehanenin sahibi olan M ister James Hegitt
ertesi gün milyoneri ziyarete geldi. Hegitt ismi,
pek te hürm etle anılan b ir isim değildi amma, mü­
essese, şimdiye kadar şikâyeti icap ettirecek dolam­
baçlı işlerle polisin dikkatini çekmemişti. Hegitt
mesleğindeki ve etrafındaki kuvvet sayesinde hu
gibi hücum lardan uzak kalıyordu. Büyük maliyeci*
ler onnunla bozuşmamiya çalışırlardı. Çünkü çalı­
nan tahvillerini bulması için her zaman ona muhtaç
olurlardı. Bu gibi hallerde hiç bir sızıltıya meydan
vermeden tahviller bulunurdu.
Mister Hegitt, M ister Froyant’a:
— M ektubunuzu aldım, dedi. Yalnız size şlunu
söyleyim ki, paralarınız bu sefer, eskiden olduğu
gibi aynı yolu takip etmemiştir.
Bir an sustu. Sonra ilâve etti.
— Çünkü bu gibi şeylere yataklık eden en mü­
him kimse ortadan kaybolmuştur.
138
— Kimdi o?
— Brabazon.
— Brabazon! Şu kaçan banker mi?
— Evet.. Londrada çalm an paralar ve tahvilleı
onun elinden geçerdi. O da bunları harice gönderirdi.
Hariçle iş yapardı. H albuki o şimdi ortada yok. Biz
daima bu gibi işlerin nereden geldiğini bilirdik. O
çla hem en düzeltirdi. Bilirdik dediğim şeyin de katî
deliller değilde, ufak şüpheler olduğunu söylememe
bilmem lüzum var mı? Yalnız bu işlerin kendisine
mahsus incelikleri olduğunu elbette kabul edersiniz.
Sizin paralarınıza gelince, bunların izini bulmanın
pek zor olmıyacağını zannediyorum. Çalınan birçok
paralar, at yarışlarında, kum arhanelerde, , eğlence
yerlerinde sarfedildiği gibi kısmen de memleket dı­
şına gönderilir. Bu işin içinde Kızıl Çemberin oldu­
ğunu söylüyordunuz değil mi?
— Evet. Bu adam larla hiç bir işiniz oldu mu, on­
larla hiç tem as ettiniz mi?
— Yalnız onların çok usta şeyler i olduklarım
biliyorum. Bildiğim başka bir şey varsa o da Braba-
zon’un onların adamı olduğu, ister istiyerek, ister
istemiyerek onlara yardım ettiğidir. H albuki şimdi
paraları yatıracak başka bir yer anyacaktır ki, bu
da işi güçleştirecek. Eğer paraların izini bulursam
ne yapayım?
— Hemen bana haber vermenizi isterim. Yalnız
bana, anladınız mı? Eğer Kızıl Çember benim bu
paralarla meşgul olduğumu haber alacak olursa bu­
nu hayatım la öderim. }
139
İş adamı başım eğdi. Kızıl Çemberin onu fazla-
sile ilgilendirdiği muhakkaktı. Mister Froyant'm bir
türlü anlıyamadığı bir çok şeyler söyledi.
— Bu çete, dedi. Yeni ve yaman usuller kullanı­
yor. İtalyada da «Kara Pençe» çetesi böyle tehdit
paraları almakta usta. idi. Bu gibi işlerin Londrada
yapılamıyacağmı zannederdim. Halbuki bunlar
mükemmel bir surette yapıyorlar. En dikkate çar­
pan taraf, bu çetenin adamlarının ağız sıkılığı. Ara­
larından hiç birisi kahpelik etmiyor. Kanaatim, bu
işin başında tek bir adamın olduğu. Bu adam, bir­
birlerini tammıyan birçok adamları idare ediyor. Hat­
tâ, bu adamlar kendilerini kimin idare ettiğini bil­
miyorlar. Yoksa muhakkak ki, bir gün gelir bunlar­
dan birisi diğerlerini haber verirdi
Mister Hegitt ayağa kalktı.
Mister Froyant’tan ayrılırken şunu sordu:
— Mister Felix Marl’i tanıyor muydunuz? Şu
garip surette öldürülen ve aynı gece Barnet isminde
bir hırsız tarafından kasası kırılan Marl.
Marl’i ilgilendiren her şey Mister Froyant’ı da
ilgilendiriyordu.
— Evet, dedi. Neden sordunuz?
Hegitt gülümsiyerek:
— O da garip pir adamdı, dedi. Vaktile Fransa-
daki iş adamlarını dolandıran bir çetedenmiş.
Noteri bu gün beni görmeğe geldi Madam Marl
isminde birsi miras itiyor, her şeyin aydınlanabile­
ceğini söylüyormuş. Marl ve Lightman isminde bi­
risi Fransada iyi para vurmuşlar. Birçok cinayetler
işlemişler. Marl, hakkındaki ispatların azlığından ya-
140
kasını kurtarmış. Fakat Lightman idam edilmiş. Ga­
liba başı kiyotinle kesilmiş.
— Bu Marl’in yaman bir ruhu varmış.
Froyant bunu dudak bükerek söylemişti.
Hegitt atıldı:
— öyle söylemeyiniz, dedi. Eğer bizim ruhları­
mızda okunabilse, kimbilir neler çıkar?
Mister Froyant sustu.
Demek ki, Brabazon bir sahtekâr, Marl de bir
cani idi. Mister Froyant, uzun seneler için hapse
mahkûm olan bu adamın nasıl olupta bundan kur­
tulduğunu düşündü ve böyle bir adama fazla para
kaptırmamış oluşuna sevindi.
Froyant giyindi. Kulübe gitmek üzere dışarı
çıktı.
Arabası bir dönemeçte yavaşladığı zaman, Kızıl
Çember çetesi hakkmdaki on bin liralık mükâfat
Hânını tekrar okudu. Bu ilân ona servetinden elli
bin lira kaybettiğini hatırlattı. Kendi kendine:
— On bin lira mükâfat, diye söylendi. Acaba kim
alacak? Her halde Brabazon değil.
Fakat Brabazon’u pek iyi tanımıyordu.

141
XXV

RIHTIMDAKİ EVİN KİRACISI

Mister Brabazon rıhtımdaki evin tavan arasın­


da ekmekle peynir yiyordu. Polis tarafından tevkif
edilmek tehlikesini atlattığı gece, üstünde bulunan
Smokin yine üstünde idi. Değiştirecek vakit bula­
mamıştı. Bu güzel elbise şimdi leke içinde idi. Be­
yaz gömleği gri bir renge girmişti. Kolalı yakası
kaybolmuştu. Yüzünü kaplıyan on günlük sakal onu
en aşağı on yaş ihtiyarlatmıştı.
Fakirce olan yemeğini bitirince, tavan arası pen­
ceresini açtı. Kırıntıları dişarıya silkti. Tavan ara­
sının kapağım açarak alt kata, mutfağın arka tara­
fına indi. Ne çamaşırı ve ne de sabunu vardı. Yüzür
nü su ile yıkadı. Kaçtığı gece cebinde bulunan men­
dillerle kurulandı. İnce bir pardesü ve bir şapka
ile üstündekilerden başka hiç bir giyeceği yoktu.
Tanımadığı bir adamın getirdiği yiyecekler de
hemen hemen bitmişti. Sinirleri fena halde bozul-
142
muştu. Artık bu sıkıntıya dayanamıyacaktı. Bir ta­
van arasında on gün yapayalnız yaşamak, her an ya­
kalanmak heyecanı, mahkûm olmak korkusu bür
adamın cesaretini kaybetmesine kâfi idi.
Yale’in tavan arasına çıktığı gün, bir kapının ar­
kasına sinerek saklanmış ve kendini göstermemişti.
Hâlâ bunu düşündükçe titriyordu.
Birinci katta bulduğu eski bir koltuğun üzerine
uzanarak geceyi geçirmeğe hazırlandı. Polislerin
gelip kendisini tevkif edeceklerini bir saat evvel te­
lefonla haber verçn, sonra da buraya yiyecek getiren
meçhul adam her halde yine gelecekti. Brabazon bu­
nu düşünüyordu ki, sokak kapısına bir anahtar so­
kulduğunu duydu. Ayağa kalktı. Yavaş adımlarla,
yukarıya çıkan merdivene doğru yürüdü. Tavan
arasının kapağını açarken bir ses duydu:
— İniniz.
Bu emri dinledi. Gözleri karanlığa alışmıştı. Ko­
ridordan, sesin geldiği tarafa doğru yürüdü. Esra­
rengiz adamla evvelce de burada konuşmuşlardı.
Birinci kata gelince, ses:
— Olduğunuz yerde durunuz, dedi. Size yiyecek
ve elbise getirdim. Bu, pakette, size lüzumlu her şe­
yi bulacaksınız. Tıraş olur ve dışarıya çıkabilecek
bir kıyafete girersiniz.
— Sonra ne yapacağım?
Öbürgün, Victoria iskelesinden Yeni Zelandaya
kalkacak olan vapur için size bir bilet aldım. Bile­
tinizle pasaportunuzu da paketin içinde bulacaksı­
nız. Şimdi dinleyiniz. Tıraş olurken bıyıklarınızı ve
143
kaşlarınızı da tıraş edeceksiniz. Çehrenizde en faz­
la göze çarpan kaşlarınızdır.
Brabazon, bu adamın kendisini evvelce görmüş
olması lâzım geldiğini düşündü. Ellerile kalın kaş­
larım yokladı. Adamın haklı olduğunu anladı.
Meçhul adam sözlerine devam etti:
— Size para getirmedim. Bankanızdaki hesabını
keserken Marl’e sahte paralar vererek çaldığınız alt­
mış bin lira yanınızdadır. Marl’in hesabım da gördü­
ğümü her halde biliyorsunuz.
■Brabazon kekeledi:
— Siz kimsiniz?
— Kızıl Çember. Benden fazla şey sormayınız.
Sizinle evvelce de karşılaşmıştık.
Banker:
— Evet.. Aaa.. Evet., diye kekeledi. Burada deli
olmaktan korkuyorum. Dışarıya ne vakit çıkabilirim?
— Yarm... Gece olmasını bekleyiniz. Vapurunuz
daha ertesi gün kalkacak. Fakat yarın gece binebi­
lirsiniz.
— Vapura binerken beni sorguya çekmezler mi?
Bu çok tehlikeli değil mi?
— Hiç bir tehlikede değilsiniz. Şimdi paraları­
nızı veriniz?
— Paralarımı mı?
— Evet hepsini.
Bu seste öyle bir emir ve tehdit vardı ki, Bra­
bazon titriyerek itaat etti.
İki kocaman deste para, meçhul adamın eldi­
venli ellerinde kayboldu. Sonra adam bunların yeri­
ne başka bir deste verdi. Brabazon’un alışkan elleri,
144
bu desteye değer değmez bunların yepyeni paralar
olduğunu anladı. Adam:
— Yabancı memleketlerde bu paraları değişti­
rirsiniz ,dedi.
Brabazon yalvardı:
— Bu evden bıktım artık, iğreniyorum. Bu gece
dışarıya çıkamaz mıyım?
Kızıl Çember bir an düşünür gibi oldu. Çünki
birdenbire cevap vermemişti. Nihayet:
— Ehhh, mademki istiyorsunuz peki, dedi. Bu­
nun biraz tehlikeli olduğunu da unutmayınız. Haydi
artık yukarıya çıkınız.
Emir kati idi. Brabazon itiraz edemedi.
Kapının kapandığını duydu. Tavan arası pence­
resinden bakınca, bu gölgenin bahçeden kaydığını
ve sokakta kaybolduğunu gördü.
Aşağıya indi. K aranlıkta elile etrafı yoklıyarak
meçhul adamın bıraktığı peketi arayıp buldu. M ut­
fağın arkasındaki odaya götürdü ve fazla düşünmi-
yerek, evin bir köşesinde bulduğu bir mum u yaktı.
Evvel, parası yerine verilen parayı saydı. Bunlar
yepyeni paralardı. Serileri başka başka idi. N um ara­
ları birbirini takip etm iyordu. Halbuki kendi para­
larının num araları sıralı idi.
Evden çıktığı zam an üstü başı muntazamdı, ke­
silen bıyık ve kaşlarile öyle tanınm az b ir şekle gir­
mişti ki, polislerin yanm dan ra h a t rahat geçebilirdi.
Euston istasyonuna yakın b ir otelde, küçük bir
oda tuttu ve hemen yattı. Bu, kaçtığmdanberi ilk
rahat gecesi idi:
Ertesi günü hemen hem en odasında geçirdi. Fa-
F :10 145
kat gece olunca akşam yemeğinden sonra, şöyle bir
az dolaşmak tehlikesini gözüne aldı. Polislerin ya­
nından geçerken tanınmadığını görünce içine bir ra­
hatlık geldi. V apura binerken de fazla bir tehlike
atlatm ıyacağm ı düşünerek sevindi. Fakat buna rağ­
men tenha yollardan gidiyordu. Müzenin yanma yak­
laşm ıştı ki, iri kırm ızı harfli bir reklâm dikkatini
çekti. M erakla okudu. Aklına bir fikir geldi. On bin
lira, hem de af. Zaten tehlikesizce kaçabileceğine
de emin mi idi? Ya Yeni Zelândada ne yapacak­
tı? Orada köpek gibi bir hayat sürecekti. Ya P ara­
sı da olmasaydı? Hem on bin lira, hem de hürriyet.
Sonra kimsede M arl’in altmış bin lirasının ne ol­
duğunu bilmiyordu. Hemen ertesi gün bu parayı bu
bankanın kasasına koyar ve em niyet müdürlüğüne
giderek Kızıl Çemberin yakalanmasında faideli ola­
bilecek haberler verebilirdi. Yüksek sesle:
— Bunu yapacağım, diye söylendi.
O anda yanında b ir ses duydu:
— Ve çok da iyi yapmış olursunuz.
Gözlerini kaldırıp baktı. Şişmanca bir adam ses­
sizce yanm a yaklaşmıştı. Hemen tanıdı.
— M ister Parr, diye bağırdı.
— Tâ kendisi. M ister Brabazon benimle uslu us­
lu biraz yürürm üsünüz? K arşı gelmenin ve kaçmak
istemenin faydasız olduğunu önceden haber vereyim.
En yakın karakola girerlerken buradan bir ka­
dın çıkıyordu. Korkudan titreyen Brabazon bunun,
eski m em urlarından birisi olduğunu farkedemedi.
M ister P arr:
— Bildiklerinizi bana söylemekle çok iyi edersi­
146
niz, dedi. Sıra bana gelirse, ben de size Bright ote­
linde kaldığınızı ve Tomson ismile İtinga vapurunda
Yeni Zelânda için bir bilet aldığınızı söylerim.
Brabazon:
— Vay canına, diye mırıldandı. Bunları nereden
öğrendiniz?
Parr bir şey söylemedi. Zaten bankerde de polisi
aldatmak neyeti yoktu. Her şeyi, polisin kendisini
tevkife geleceğini haber veren telefondan, Mister
Parr’m kendisini tevkif ettiği ana kadar geçen her
şeyi anlattı.
Mister Parr düşünceli bir tavırla:
— Demekki bütün bu müddet zarfında hep bu
evde idiniz, dedi. Peki ne yaptınız da biz bu evi
ararken Yale sizi tavan arasında göremedi?
Brabazon:
— Yaaa?.. Demek ki bu Yale idi ha, dedi. Hal­
buki tavan arasına çıkanın siz olduğunu zannedi­
yordum. Tavan arasındaki koridorun nihayetinde kü­
çük bir yer vardı. Buranın içeriye doğru açılan ka­
pısının arkasına saklandım. Yale kapıyı yarım açıp
odaya bakmıştı.
— Demek ki, Yale, sizin bu eve saklanmış ol­
duğunuzu düşünmekle haklı imiş. Anlatacakların
bu kadar mı Brabazon? Başka söyliyeceklerin yok
mu?
— Kızıl Çember hakkında ne biliyorsam hepsi­
ni söyliyeceğim. Bunların da onun yakalanmasına
yardım edeceğini zannediyorum. Yalnız onu yaka­
lamak için biraz da maharet ister. Size paralarımı
aldığını ve bunların yerine başkalarını verdiğini söy-
•147
lemistim. Verdiği paraların numaraları sıralı olma­
dığı halde benimkilerin sıralı idi. Bütün seri E. 19
idi. Sonra size bütün numaralan da söyliyebilirim.
P arr:
— Size verilenler Mister Froyant’m paralan ola­
cak, dedi. Devam ediniz.
— Bunların numaralan belli olduğundan sarfe-
dilemiyecekti. Halbuki benimkileri sarfedebilecek.
Şimdi size bu numaraları söylemekle ne büyük bir
yardımda bulunduğumu inkâr edemezsiniz.
Polis müfettişi bu sözler karşısında biran düşün­
dü. Biraz sonra Mister Froyant’a telefon etti. Vazi­
yeti haber verdi. Froyant:
— Param bulundu mu? dedi. Aman çabuk geti­
riniz.
Parr:
— Memnuniyetle yaparım amma, diye cevap
verdi. Bulduğumuz paralar aynen sizin paranın mik-
tannda olmakla beraber, sizin paralarınız değil.
Birkaç saat sonra Mister Froyant ile bu parala­
rın numaraları tetkik edildiği zaman adamcağız bü­
yük bir hayal düşüklüğüne uğradı. Hemen parasım
geri alacağını düşünerek çok sevinmişti. Parr’dan
ayrılırken.:
— Brabazon’ujı bu esrarengiz adama verdiği pa­
rkların numaraları sizde var mı? diye sordu.
— Var.
Mister Froyant bu numaraları da dikkatle not
etti.

148
XXVI

KLOROFORM ŞİŞESİ

Thalia bir m ektup yazıyordu. Kapıya vuruldu.


Bu akşam için hizmetçisine izin verdiğinden kapıyı
kendisi açtı. H ayret, gelen hiç te beklemediği bi­
risi, Milly idi. F akat Thalia hiç hayret eseri göster­
medi, Milly’yi gülüm seyerek karşıladı.
Milly takdir dolu bakışlarla etrafına bakarak:
— Ne güzel bir ev, âdeta saray, dedi. Siz, her
fırsattan Flush’dan iyi istifade etmesini biliyorsu­
nuz.
— Şu m eşhur Flush B arnet ne yapıyor şimdi?
Milly’nin suratı asıldı. Ciddiyetle:
— Rica ederim, ondan böyle alayla bahsetm eyi­
niz, dedi. O şimdi, sizin bulunm anız lâzım gelen b ir
yerde. O işte siz de onunla beraberdiniz.
— Düşüncelerinizde bu kadar aceleci olmayı­
nız. Şapkanızı çıkartıp oturunuz da konuşalım.
İ 49
Milly, mânası anlaşılmaz bir şeyler söyledi, kı­
zın gösterdiği yere oturdu ve:
— Sizi zaten onun hakkında konuşmak için zi­
yarete geldim, diye söze başladı. M arl’in ölümü için
kendisinden şüphelenildiğinden arasıra sorguya çe­
kiliyor. F akat bu, cinayeti onun yapmadığını siz de
biliyorsunuz.
— Biliyorum, biliyorum!.. Amma katî değil
Çünkü onun o sırada evde olduğundan haberim
yoktu. Bunu gazetelerden öğrendim. Şu gazetele­
rin, havadis vermek cihetinden teşkilâtlan cidden
muntazam.
Fakat Milly onu, gazetelerin asrı teşkilâtları
hakkm da münakaşa etmek için yoklamıya gelme­
mişti. Sözün, dostu Flush’dan başka tarafa dönmesi­
ne müsaade etmedi:
— Thalia sizinle m ünakaşa edecek değilim, dedi.
— Buna eminim. Esasen aramızda bir münakaşa­
ya sebep olabilecek bir şey de yok.
— Acele etmeyiniz., sebep şimdi ortaya çıkacak.
Asıl istediğim de em in olabilirsiniz ki, bu değildir.
Maksadım, sizin Flush’a ne şekilde bir yardımda
bulunabileceğinizi öğrenmektir. Emniyet müdürlü­
ğündeki bütün kodam anlarla temastasınız. Sonra
Yale’e de kâtiplik ediyorsunuz. Zaten M arl’in öldü­
rülm esinde cinayet şeklini bulan da Yale değil mi?
P arr bunu tek başına bulabilecek kadar zeki değil­
dir. Mademki Yale’in yanında çalışıyorsunuz...
— Beni güldürmeyiniz Milly.. Ben Yale’in ya­
nındayım amma, m ektuplarını yazmak ve masasının
üstünü düzeltmekten başka bir şey yaptığım yok.
150
Sonra şu kodamanlar dediğiniz kim lerdir, öğrenmek
isterim. Dostunuz Flush hakkında ne yapabilirim?
— Her zaman iyi neticeler veren eski bir hikâ­
yeyi kullanabilirsiniz. Flush’un sizi sevdiğimi, çok
kıskandığım ve bunun çin de sizi takip ederek eve
girdiğini, sonra da oradan çıkamadığını söyleyiniz.
Thalia sükûnetle:
— Ya evvelki ifadelerim, diye sordu. Hayır, h a­
yır Milly, başka şeyler bulmak lâzım, daha m antıkî
şeyler. Bu gün M ister Yale’den duyduğum şeylere
göre Flush’u bu cinayetten mesul görmeleri m üm ­
kün değildir.
Ayağa kalktı. Ellerini arkasına koydu, odada
dolaşmağa başladı:
— Sonra, diye devam etti.. Sizin dostunuz, çin
neden bu zahm etlere gireyim? Beni alâkadar eder
mi?
— Tabiî ve neden olduğunu söyliyeyim.
Milly de ayağa kalkmıştı:
— Çünkü, dedi. Brabazon meselesi mahkemeye
düşecek. O zaman hiç bir şey, beni mahkemeye gi­
derek, bankadan ne şekillerde para çaldığınızı söy­
lemekten alıkoyamıyacaktır.
— Brabazon meselesi mahkemeye mi düşecek?
Neden? Onu, tevkif ettilerm iki?
— Evet, dün akşam P arr yakalamış. Flush’un
bana bıraktığı paralar hakkında konuşmak için k a­
rakola gitmiştim. Ben çıkarken polisler bankeri ge­
tiriyorlardı.
Thalia:
—Zavalı Brabazon, dedi.
151
Milly, yarı inik göz kapaklarının altından Thalia'
ya bakıyordu. Thalia'yı hiç sevmemişti. Hele bu daki­
kada ondan nefret ediyordu. Fakat ondan korku­
yordu da. Bu kız da sinsi bir kuvvet ve kudret vardı.
N ihayet Thalia:
— Peki, dedi. Şu zavallı B arnet için elimden ge­
len her şeyi yapm ağa çalışacağım. Bunu, sakın siz­
den korktuğum için yapıyorum zannetmeyiniz. Çün­
kü sizi de m ahkem enin suçlular yerinde göreceği­
me eminim. Bunu sırf, zavallının bu cinayeti yap­
madığına emin olduğum için yapacağım. Mister Yale
ile görüşeceğim. Yalnız bu görüşmemin b ir faydası
olup olmıyacağını pek bilmiyorum.
Milly, biraz tatlı b ir sesle:
— Teşekkür ederim, dedi.
Sonra Thalia’nin evi hakkında methile dolu söz­
ler söylemeğe başladı. Thalia da ona evin içini gez­
dirmeğe başladı. Kapalı bir kapının önüne gelmiş­
lerdi kh Milly:
— Burası ne? diye sordu.
Thalia kapıyı açmamak istediğini gösterir bir
tavırla cevap verdi.
— Mutfak.
Milly şüphe dolu bir bakışla sordu:
— Yoksa, ben geldiğim zaman dostunuzu bura­
ya mı sakladınız?
Thalia’n’m önüne geçemediği bir çabuklukla ka­
pıyı açtı.
Mutfak küçücüktü. Kimseler yoktu. Yalnız elek­
triği yanıyordu. Bu da M illy’ye, kapıyı çaldığı zaman
Thalia’nm m utfakta bulunduğu düşüncesini verdi.
152
Thalia, misafirinin uğradığı şaşkınlığa bakarak
gülümsedi. Fakat onun musluğa doğru yürüdüğünü
görünce çehresi değişti. Milly musluğun yanındaki
bir şişeyi almış, aynı zamanda da etiketini okumuştu.
— Bu da ne? diye sordu.
- Küçücük şişe yarısına kadar bir şeyle dolu idi.
Etikette de «Kloroform ve Eter» yazılı idi.
MİIly:
— Demek ki, bunu kullanıyorsunuz? dedi. Fakat
bu, tehlikeli bir şeydir Mis Thalia.
Thalia bir an için cevap veremedi. Sonra kendi­
sini toplıyarak:
— Tehlikeli amma, lüzumlu, dedi. Milly, hapis­
hanenin rütubetli otlan üstünde yatan zavallı
Flusrh’u düşündükçe üzülüyorum. Sinirlerim bozu­
luyor. Rahat etmek için de bundan bir parça kok-
luyorum.
Milly küçük şişeyi yerine koydu:
— Biraz ileriye gidiyorsunuz Thalia, dedi. Günün
birinde gelip sizi tevkif edecekler ve dostlarınıza
söyliyecek bir şeyiniz olup olmadığını soracaklar.
— Ve ben de ne cevap vereceğim biliyor musu­
nuz? Tek arzum meşhur Flush Barnet haydudile bir
hücrede hapsedilmektir. Diyeceğim.
Milly buna verilecek cevabı ancak merdivenleri
inerken bulabildi.
XXVII

MİSTER PARRIN ANNESİ

Jack Beardmore Banker Brabazon’un yakalandı­


ğım haber alınca Mister Parr’ı görmek için hemen
emniyet müdürlüğüne gitti.
Müdüriyetten emniyet müfettişinin evine gitti­
ğini söylediler. Memur:
— Muhakkak görmeniz lâzımsa Stamford cad­
desindeki evine gidiniz, dedi.
Jack tereddüt etti. Pek acelesi yoktu. Bu. iş hak­
kında bilinen şeylerin hepsini Yale ona telefonla
söylemişti. Aynı zamanda:
— Bu yakalamanın birçok faydalarını göreceğiz,
demişti. Ben daha Brabazon’u görmedim amma, ya­
rın Parr’la beraber gidip konuşacağız.
Yaıle, tiyatroya gideceğini de söylemiş. Fakat
Jack hangi tiyatroya gideceğini sormamıştı.
Genç Beardmore otomobilini geri çevirdi ve
yayan olarak yürümeğe başladı. Küçük bir yürüyü-
154
şün can sıkıntısını gidereceğini ve fena düşüncelerini
unutturacağını zannediyordu. Y ürürken P a rr’m evi­
nin nasıl bir yer olabileceğini düşünüyordu. Emniyet
müfettişi ailesinden hiç bahsetmemişti. Cereyan eden
hâdiseler gibi bu da b ir sırdı.
Bu sırada Jack tenha bir sokağı geçiyordu. A r­
kasında bir ayak sesi duydu, dönüp baktı. Kimseyi
göremedi. Adi zam anlarda olsaydı hiç aldırmazdı.
Fakat böyle bir zamanda, böyle tenha ve karanlık
bir yolda bulunm ası onu korkuttu.
Birden birkaç adim gerisinde, karanlıkta bir
gölge gördü. Durdu, gölge de durdu. Bu da ne de­
mekti? Koşup bu adamı yakalamalı mı idi? Belki
de bir dilenci falandı.
Önündeki köşeyi dönünce iri bir polisle karşılaş­
tı. Arkasındaki gölge birdenbire kaybolmuştu. Jack
polise yaklaştı:
— Stamford caddesinin nerede olduğunu öğren­
mek istiyorum, dedi.
— Çok uzakta değildir, ilerideki sokaktan geçen
otobüs sizi doğru oraya götürür. B ir taksiye biner­
seniz on dakikada varırsınız.
Jack, taksiye binmeden evvel kararsızlık içinde
bir hayli düşündü. Bu sebepsiz ziyaret karşısmda
m uhakkak ki M ister P a rr şaşalıyacaktı. Nihayet âni
bir kararla bir taksiye bindi. P a rr’ın villâsının önün­
de de bir m üddet düşündü. Sonra kapıyı çaldı.
Kapıyı açan P a rr’m kendisi oldu. Çehresi her
zamanki gibi hareketsizdi.
— Giriniz, Mister Beardmore, dedi. Ben de ye-
155
ni geldim. Yemek yiyordum. Sizin yemeğinizi çok
daha evvel yediğinizi tahmin ederim.
— Rica ederim, hiç rahatsız olmayınız Mister
Parr. Bizim meşhur Brabazon’un yakalandığım ha­
ber aldım. Buaıun için konuşmağa gelmiştim.
Parr elini yemek odasının tokmağına atmış, mi­
safirini içeriye almak için kapıyı açıyordu ki, birden.
— Vay canına, diye mırıldandı.
Sonra Jack’a dönüp:
— Bir dakika bekler misiniz? dedi. Benimle be­
raber oturan ihtiyar halama, ziyaretinizi bildireyim.
Çünkü ihtiyar kadın böyle ziyaretlere alışık değil­
dir. Karım öldükten sonra evi halamın idare ettiğini
bimem biliyor musunuz?
Jack, ilk defa emniyet müfettişini böyle şaşkın bir
halde görüyordu.
Parr bu izahattan sonra yavaşça yemek odasına
girdi ve kapıyı dikkatle kapadı. Aradan bir iki da­
kika geçti. İçeride bir hareket oldu. Parr kapıyı tek­
rar açtı. Çehresi eskisinden daha kırmızı bir halde:
— Giriniz Mister Beardmore, dedi. Lütfen otu­
runuz ve dışarda beklemiş olduğunuzdan beni affe­
diniz.
Mister Parr’m halası ihtiyar bir kadındı. Ha-
fiyenin bu, kadına çok bağlı olduğu anlaşılıyordu.
Çünkü kadının her hareketini gözlerile takip ediyor­
du. Bir söz söyledi mi hemen atılıyor ve düzeltmeğe
çalışıyordu.
Parr yemeğini küçük bir masada yiyordu.
İhtiyar kadın:
156
— Karşılaştığınız şu karışıklığı affedeceğinizi
tahmitn ederim, Mister... Mister...
Jack:
— Beardmore, dedi.
Parr yavaş bir sesle:
— İsimleri aklında hiç tutamaz, diye söylendi.
İhtiyar kadın konuşmasına devam etti.
— Ev işlerini annesi gibi beceremiyorum.
Parr yine yavaşça fısıldadı:
— Hatıraları çok zayıftır.
Sonra Jack’a sordu:
— Gelelim işimize, benden ne öğrenmek istiyor­
dunuz Mister Beardmore?
Jack, verdiği rahatsızlıktan dolayı tekrar özür
diledi ve:
— Şu Kızıl Çember o kadar muammalı bir şey
ki„ dedi İnsan her karşılaştığı insandan, acaba bu
çetenin elebaşısı bu mu? diye şüpheye düşüyor.
Brabazon’un yakalanması bize yeni bir şeyler öğre­
tebilecek mi dersiniz?
— Şimdilik bilmiyorum. Fakat mümkün olabilir,
hattâ bunu bekliyorum. Şimdilik onu memurlarım­
la iyice muhafaza ediyorum. Hattâ hapishane gardi­
yanı bile içeriye girmiyor.
— Babamın katili Silby’nin âkıbetine uğramasın­
dan korkuyorsunuz galiba?
— Evet, Mister Beardmore, şu Silby’nin zehir­
lenme meselesi, Kızıl Çemberin yaptığı işlerin en
esrarlısı değil mi?
Tabiî bir halde konuşuyordu. Fakat gözlerinde
garip bir hal vardı. Jack:
157
— Ciddi mi söylüyorsunuz? dedi. Ben bunu haı
kikaten çok esrarlı buldum. Fakat siz?
— Evet.. Fakat ben, Silby’nin beklenmedik ölü­
münü, Brabazon’un yakalanmasından sonra meyda­
na çıkacak şeylerden daha önemli buluyor ve bize
Kızıl Çember esrarının çözülmesinde daha çok işe
yarıyacağım zannediyorum.
İhtiyar kadın ufak bir titreme ile Parr’a:
— Yine hep canilerden ve cinayetlerden konuşu­
yorsun, dedi. Belki bunlar annenin hoşuna giden
şeylerdi amma...
Parr acele ile:
— Haklısın halacığım. dedi.
İhtiyar kadın odadan çıkınca Jack:
— Şu «Anne» ihtiyar halanızın kafasını çok işgal
ediyor, dedi.
Jack, mânâsız bir şey sorduğunu zannediyordu.
Fakat Parr’in güldüğünü görünce rahatladı.
Parr:
— Evet., öyledir, dedi. Ben de annemi çok sever­
dim. Fakat ne yazık ki şimdi burada değil.
— Anneniz mi?
Emniyet müfettişi Jack’ı büyük bir hayrete dü­
şürdü:
— Hayır, büyük annem, dedi.

158
XXVIII

KARANLIKTA BÎR SİLÂH SESİ

Mister Parr elli yaşından pek aşağı değildi. Jack


bunu düşünerek hemen akimdan bir hesap yaptı ve
cinayet işlerini seven, bu büyük annenin yaşını bul­
mak istedi. Elinde olmıyarak:
— Yaman kadınmış, dedi. Her halde Kızıl Çem­
berle de alâkadardır.
Parr:
— Annem mi? diye sordu. Eğer benim yerimde
o olsaydı, şu, haydutların hepsi işmdiye kadar hapse
girmişlerdi muhakkak.
Bütün bu konuşma sırasında Jack, kendi kendi­
ne, her şey yerli yerinde olduğu halde yemek salo­
nunun neden insana bir intizamsızlık hissi verdiğini
düşündü. Fakat bunun üstünde fazla duramadı. Mis­
ter Parr çok neşeli idi. Hattâ gence, bu hâdiseler
karşısında emniyet müdürlüğünün neler düşündü­
ğünü bile anlattı:
159
— Tabiatile, dedi. Hükümet, böyle bir çok ci­
nayetlerin cezasız kalmasına razı olamaz. Ben de
Ripper cinayetindenberi böyle bir cani ile karşılaş­
madım. Elli senedenberidir ilk defa böyle bir cina­
yet teşkilâtı ile karşılaşıyoruz. Ekseriyetle böyle
çeteler, kendi kendine dağılır. Bunlar, çetedeki in­
sanların birbirlerine sadakatle bağlanmaları üzerine
kurulmuştur ve daima bunlardan bir tanesi, öteki­
lerini ele verir. Kızıl Çemberde ise, kimseye itimat
etmiyen bir elebaşı var. Çetedekilerden kimse onu
ele veremez, çünkü hiç birisi onu tanımıyor. Bir­
birlerini tanımadıkları için de birbirlerini ele vere­
mezler.
Parr, başından geçen birçok meşhur işleri anlat­
tı. Jack, gitmek için ayağa kalktığı zaman saat on
bir buçuk olmuştu.
P arr:
— Sizi kapıya kadar çıkarayım, dedi. Otomobiliniz
sizi bekliyor değil mi?
— Hayır, taksi ile geldim.
— Yaa... Halbuki kapının önünde duran bir oto­
mobil görür gibi olmuştum. Yakınımızda otomobili
olan kimseler oturmuyor. Muhakkak hastaya gelen
bir doktorun otomobilidir.
Sokak kapısını açtı. Dediği gibi kapının önünde
siyah bir otomobil duruyordu.
Emniyet müfettişi:
— Ben bu otomobili bir yerde daha görmüştüm,
dedi.
Ayağını kapıdan dışarıya attı. Aynı anda oto­
mobilden bir alev göründü, bir silâh patladı. Mister
160
P a rr gencin kollan arasına düştü. Bir saniye sonra,
otomobil büyük b ir sü ratle hareket etti. Arkasında
ışık yoktu. Köşeyi dönerek kayboldu.
Silâh sesine bir polis geldi. Polis hafiyesinin
yemek odasma götürülm esine yardım etti. Bereketki
ihtiyar hala yatm ıya gitm işti ve hiç bir şey duy­
mamıştı.
Emniyet m üfettişi gözlerini açtı:
— İyi bir tehlike atlattık, dedi. îy i tertip edil­
miş bir oyundu bu. Şu olmasaydı işim tamamdı.
Yeleğini açtı. Gömleğinin altından kurşunu çı­
kardı. Vücudunda çelikten b ir ikinci gömlek daha
vardı.
P arr sözlerine devam etti:
— Londrada bu çeşit gömlek giyen üç kişiyiz.
Kızıl Çemberin reisi bir, ben iki, bir de Thalia
Drummond.
Sonra uzun zam an sustu. Jack ’dan telefonla Ya-
le’e haber vermesini rica etti:
— Bu havadise pek şaşacaktır, dedi.
H akikaten de öyle oldu.
Yale yarım saat sonra, büyük bir heyecan içinde
çıkageldi:.
— Söyliyeceğimi fenaya almamanızı rica ede­
rim, dedi. Bu haydutların en son olarak ortadan kal­
dırmak istiyeceklerinin siz olacağınızı esasen tah ­
min ediyordum.
— Teşekkür ederim.
Evvelce de söylediğim gibi bunu», fena bir niyetle
söylemiyorum, maksadım, onların böyle bir hareketle
polisi büsbütün harekete getirm ek istemiyeceklerini
F : 11 161
anlatm aktır. Şimdi de size, kâtibem Thalia Drum-
mond’un bu sabah benden sizin adresinizi istediğini
söyliyebilirim. Adresinizin adres kitaplarında olma­
dığını siz de bilirsiniz.
— Peki ona ne dediniz?
— Hatırlıyamadığımı... Fakat onun bunu, elin­
deki hususî adres defterim den bulabileceğini düşün­
düm. Acaba bu suali bana neden sormuştu?
B unları duyan Jack derin derin içini çekti ve
kendini tutam ıyarak:
— M ister Yale, dedi. Her halde M ister P arr’a
ateş edenin Thalia olduğunu söylemek istiyorsunuz.
Bu çok gülünç olur. Onun o ufak hırsızlıklar yaptı­
ğını biliyorum, fakat adam öldürebileceğini hiç zan­
netmem.
Yale:
— Belki H akikaten de bu kıza karşı çok haksız
davranıyorum , dedi. Bırakalım onu. Söyliyecek baş­
ka şeylerim var.
Cebinden bir posta k artı çıkartarak P a rr’a uzat­
tı ve:
— Buna ne dersiniz? diye sordu.
— Ne vakit aldınız?
— Posta kutusuna atmışlar. Öğleden sonra gör­
düm. Nasıl, garip değil mi?
K artın üstünde Kızıl Çem berin m eşhur işareti
vardı. Ortasında da şunlar yazılı idi: j
«Mağlûp taraftasınız. Bizim tarafa geeçrseniz
m ükâfatınızı alacaksınız. Aksi şekilde hareketle,
şimdiki gibi bizimle uğraşırsanız, gelecek aym dör­
düncü günü öleceksiniz.»
162
P a rr ciddiyetle:
— On iki günlük bir vaktiniz kalıyor, dedi.
Yale neşe ile:
— Böyle lâflara pabuç bırakm am, diye cevap ver­
di. F akat ne de olsa geçen gün karşılaştığım hâdise­
den sonra bu adam ların akıl ermez kuvvetlerine
inanmağa başladım. Şeytanca bir zekâları var.
Parr:
— On iki gün, diye tekrarladı. Bu hususta bazı
düşünceleriniz v ar mı? Gelecek ayın dördünde ne­
rede bulunacaksınız?
— Deal’e balık avilamağa gideceğim. A rkadaşla­
rım dan birisi m otorunu verecek. O geceyi denizde
geçireceğm. îyi değilmi?
— İstediğiniz gibi h arekette serbestsiniz. Fakat
biz sizi yalnız bırakamayız. Şimdi dostlarım müsaa­
de ederseniz artık ben yatayım . Çok şükürki halam
duymadı, annem de burada değil.
P arr bu son kelimeleri Jack’a bakarak söylemiş,
o da zeki bir gülümseyişle cevap vermişti.

163
X XIX

K IZIL ÇEMBER

Mister H arvey Froyant kimseye itim at etmemesi


ile övünürdü. P arala n aram ak işini Hegi-tt’e v er­
mişti amma, bu idarehanenin pek itim at edilmiyen
insanlarla iş yaptığını bildiğinden, Hegitt’ten çok
çekiniyordu.
P a rr’ıh öldürülm ek istenilmesi vakasından iki
gün sonra ihtiyar Hegitt, milyoneri ziyarete geldi.
Paralardan bir kısmının verildiği yerin bulunduğunu
söyledi.
— Şimdi izi yakaladığımız için, bu parayı ilk
sarfedenin kim olduğunu bulabiliriz, dedi.
— F akat M ister F royant hiç te böyle düşünmü­
yordu. Çünkü bu işin takibini tamamile Hegitt’in
eline bırakm ak istemiyordu. Bunu öğrenen Hegitt:
— Doğrusu çok m üteessirim , dedi. İlk araştırmayı
ben yaptım. Bundan sonrasını bulmanın çok kolay
bir şey olduğunu size tem in ederim.
164
Froyant da bunu onun kadar biliyordu. Bunun
içindir ki, bu işi kendi yapm ak istiyordu.
H egitt’ten aldığı haberlerle ince bir araştırm a
yaptı. İz Parise gidiyordu. Parise hareket etti. Ora­
da iki günden fazla kalmadı. Güzel bir sabah Tou-
louse’a hareket eden bir vapura bindi. Bu işe başla-
dığmdanberi kendisine yardim eden şansı onu b u ­
rada da yalnız bırakmadı. Eski ticaret arkadaşların­
dan birinin burada avukatlık yaptığım ve tanınm ış
bir adam olduğunu öğrendi. A ralarında geçen eski
işlerden dolayı bu kadar iyi karşılanacağını hiç te
tahm in etmiyen Froyant, avukat Mösyö Brassard
tarafından çok iyi kabul edildi. F akat Avukat, onun
ne istediğini öğrenince eski iltifatı kalmadı.
— Bütün bu sorduğunuz şeyler hakkında o ka­
dar m alûm atım yok, dedi. F akat bunlar vaktile h er­
kesi çok alâkadar etmişti. M arl’in mahkûm edildi­
ğini ve bir ingilizin de...
— Lightm an değil mi?
— Tamam.. B unlar iki hayduttu. Nimes’deki bir
bankanın veznedarı ile b ir m em urunu öldürmüşler­
di. Burada Toulouse’da işlemek istedikleri bir cina­
yette yakalandılar. Bunları çok iyi hatırladığım gibi
bu vakaya ait ikinci bir şey de hatırımda...
— Ne gibi?
— Bu Lightm an idam edilirken cellâtlar birbiı>
lerine cesaret verm ek için fazla içerek sarhoş olmuş­
lardı. Kiyotin sehpasını da sarhoş olarak kurdukla­
rından bıçak iyi işlemiyordu. Üç defa kaldırıp bı­
raktılar. Üçünde de, tam katilin boynuna değeceği
yerde durdu. B ura halkının bir itikatları vardır.
165
Bundan, Cenabıhakkm katilin idamına razı olmadığı
manâsını çıkardılar. Bağırdılar, çağırdılar. Seyirciler
heyecana geldi. M ahkûm hapishaneye götürüldü ve
«KızılÇember» işte böylece idamdan kurtuldu.
Tam burada Froyant yerinden öyle bir heyecan­
la fırladı ki, elindeki kahve fincanı yere düştü.
— Ne?.. Ne diyorsunuz? Ne demiştiniz? diye
bağırdı.
Brassard da şaşırmış, şaşkın şaşkın bakıyordu.
Nihayet:
— Kızıl Çember denilen Lightman demiştim,
dedi. Bu ona verilen bir isimdi. Bu iş sizi bu kadar
ilgilendiriyorsa vaktile bu mahkemede bulunmuş olan
birisile konuşturayım sizi.
Zile bastı. Kalemini kulağının arkasına takmış
ihtiyar bir adam odaya girdi.
Brassard:
— Yules, dedi. Kızıl Çemberi hatırlıyor musunuz?
— Tabiî Mösyö. Şu bir türlü yapılamıyan idam
merasiminde bulunm uştum.
Ellerini havaya kaldırdı:
— Bu çok heyecanlı bir şeydi, diye ilâve etti.
Mister Froyant:
— Ona neden Kızıl Çember ismini vermişlerdi,
diye sordu.
— Vücudundaki bir işaretten.
Adam parm aklarile boynunun etrafını çevirdi.
— İşte boynunda böyle Kızıl bir Çember vardı,
dedi. Çok iyi görünüyordu, çünkü cildinin burası
kızıl renkte idi. H attâ o zam anlar söylenildiğine gö­
re, bu kısma hiç bir silâh tesir etmiyormuş. Halbuki
166
bunun, bir çok insanlarda, ana doğuşlarında rastla­
dığımız bazı işaretler gibi bir şey olduğuna kaniim.
Bu haydut idama m ahkûm edildiği zaman halktan
bir çoğu, şu veya bu sebeple, bu idamın yapılamıya-
cağını söylemişlerdi. Yoksa, güzel şaraplarım ızın
cellât yam aklarını sarhoş edeceğini mi biliyorlar­
dı? İdam sabahı cellâtların yanlışlıkla koydukları
bir çivi, bıçağı bir türlü aşağıya düşürmemişti.
Mister Froyant büyük bir m erakla dinliyordu.
Hakikat gözlerinde yavaş yavaş canlanıyordu:)
— Eee.. sonra? dedi.
— İdamdan kurtulan Kızıl Çember, uzak sömür­
gelerdeki bir zindana gönderildi. M arl’e gelince o,
hakkm daki delillerin azlığından, bir iki sene hapse
mahkûm edilmişti. Sonra, Kızıl Çemberin bu zin­
dandan kaçtığını duydum amma doğru olup olma­
dığını pek bilmiyorum.
M ister Froyant teşekkür ederek ayrıldı. Günü­
nün diğer saatlerini şehirde araştırm alarla geçirdi.
M üddeiumumiyi ziyaret etti ve bu araştırm anın so­
nunu, hapishane m üdürü ile uzun b ir konuşma ya­
parak, birçok fotoğrafları gözden geçirerek bitirdi.
Onun o gece büyük bir gönül ferahlığı ile otelin­
deki odasına çekildiğini söyliyebiliriz. En meşhur
polis hafiyelerinin yapamadığı bir şeyi yapmış, K ı­
zıl Çemberin sırrını öğrenmişti.

167
MİSTER FROYANTI SUSTURMAK İÇİN

H arvey Froyant’ın Fransa seyahati Derrick Yale


ile Mister P a rr’ın gözlerinden kaçmamıştı. Eğer
Thalia tarafından çekilen bir telgrafta yerine gitti
ise, Kızıl Çember de bunu haber almış oluyordu.
P arr yazıhanesine girdiği zaman, Yale’in, etrafına
toplanan polis hafiyelerine, hissi kudret ve kuvve­
tini gösterir m arifetler yaptığını gördü. Bu hakika­
ten hayret edilecek bir şeydi: Hafiye alelâde bir
yüzükten, karşısındakini h ayretler içinde bırakan bir
çok şeyler söyliyor, hayatını anlatıyor, hattâ o ada­
mın yalnız kendisinin bildiğini zannettiği bazı sır­
larını da söyliyordu.
P a rr odaya girince kâtibi, kırm ızı mumla mühür­
lü b ir zarf verdi. P arr yazı makinesi ile yazılan zar­
fa bir göz attı, sonra Yale’in açtığı avucuna koyarak:
— Bil bakalım kim den geliyor? diye sordu.
— Kısa boylu, sarı sakallı birinden. Bu adam
burnundan konu»şuyor ve bir yabancıdır.
168
P a rr gülümsedi. Yale sözüne devam etti:
— Bunda Psychometri yok. Ben bu adamı iyice
tanırım . M ister Johnson değilmi? M ildred S treet’de
bulunuyor.
P a rr’ın şaşaladığını görünce kahkaha ile gülm e­
ğe başladı. Yalnız kaldıkları zaman izah etti:
— Kızıl Çembere gönderilen kâğıtların nereye
gittiğini bulduğunuzu biliyorum, dedi. Halbuki ben
bunu daha evvelden biliyor ve giden bütün haberle­
ri okuyordum. Mister Johnson bana sizin oraya gitti­
ğinizi söyledi. Ben de bütün bildiklerini size yazı ile
yazmasını söyledim. İşte, bu zarfta bulacağınız bun­
lardır.
— Demek ki, bunlardan evvelce haberiniz vardı?
— Kızıl Çembere gönderilen telgraf ve mektup­
ların bu Johnson adresine gittiğinden haberim var­
dı. H er öğleden sonra bir çocuk gelip bunları alı­
yordu. İtiraf biraz güç amma, sonra da bunları bu
çocuğun cebinden kimin çaldığını öğrenemedim.
— Cebinden mi çalıyorlar?
Yale’in bunları M ister P a rr’a anlatm akla zevk
duyduğu belli oluyordu. Sözlerine devam etti.
— Evet. Bu çocuğa bunları alıp cebine koyması,
sonra da çok kalabalık b ir cadde olan High S treet’te
bir aşağı bir yukarı dolaşması emrediliyor, bu sı­
rada da birisi gelip bunları cebinden çalıyordu. Bu
güne kadar bu adam ın kim olduğunu bu çocuk bir
türlü öğrenememişti.
M ister P arr düşünceye dalmıştı. Çenesile oynu­
yordu:
169
— H ayret edilecek bir adamsınız, dedi. Başka ne­
ler öğrendiniz bakalım?
— Çoktan beridir şüphelendiğim bir şeyi. Tha­
lia Drummond’un Kızıl Çemberle muhabere ettiği­
ni, ona her şeyi haber verdiğini.
P arr başını salladı:
— Peki, şimdi bu vaziyet karşısında ne yapacak­
sınız? diye sordu.
— Size her zaman söylediğim gibi, Kızıl Çembe­
re ancak onun vasıtasile yaklaşabiliriz. Bunun da
er geç olacağına eminim. Bu Johnson’a belki ay olu­
yor ki, bir vazife yüklemiştim. Bu vazife Kızıl Çem­
bere gelen m ektuplara bir göz atmaktı. Bu bir şey­
den habersiz olan dükkâncıya kendimi devlet me­
muru olarak tanıttım . Her halde iyi yapmadığımı
söyliyeceksiniz.
— Bilâkis her zaman sizin devlet memuru, res­
mî polis olmanızı düşünürüm. Demek ki bizim Tha­
lia Drummond her zaman Kızıl Çemberle mektup­
laşıyor.
— Evet. Ve onu yanımdan ayırmıyacağım. Eli­
min altında olmasını tercih ederim. Böyle olursa
daha az tehlikeli olacaktır.
P arr:
— M ister Froyant’m Fransaya neden gittiğini
biliyor musunuz? diye sordu.
— Hususî işleri için zannediyorum. Orada malı
m ülkü varmış. Champagne”da büyük bağlara sahip­
miş. Bunları bildiğinizi tahm in ediyordum.
Polis müfettişi «Evet» mânasında başım salladı.
Uzun bir sessizlik oldu. İkisi de kendi düşüncelerde
170
meşgul idiler. Bilhassa Mister P arr, Bankerin neden
Fransada Toulouse şehrine gittiğini düşünüyordu.
Yale birdenbire sordu:
— Toulouse’a gittiğini nereden biliyorsunuz?
Bu sorgu öyle beklenmedik ve kafasındaki dü­
şüncelere öyle uygundu ki, P a rr hayretle yerinden
fırladı.
* — Hay canına, diye bağırdı. Yoksa siz kafalardan
geçen düşünceleride mi okuyorsunuz?
Yale ciddiyetle:
— Bazan, diye cevap verdi. Halbuki ben onun
Pariste kaldığını zannediyordum.
P arr nereden öğrendiğini söylemedi amma:
— Toulouse”a gitti, dedi.
Yale’in şimdiye kadar bulduğu ve yaptığı işler­
den hiç birisi bu son seferki kadar P a rr’ı şaşırtma­
mıştı. Hususî düşüncesinin de böyle anlaşıldığını
gördükten sonra adeta korkmağa başlamıştı. O sı­
rada telefonun zili çaldı. Telefon eden Mister F:^-
yant idi:
— P arr siz misiniz? diye soruyordu. Sizinle gö­
rüşmem lâzım. Yale’i de alarak bana gelmek ister
misiniz? Size söyliyecek mühim şeylerim var,
P arr telefonu kapatırken:
— Acaba neler öğrendi, diye söylendi.
Bunları yüksek sesle söylemişti. P a rr’m bütün
hareketlerini dikkatle takip eden Yale’in gözlerinde
bir an süren bir parıltı oldu.

*
**
171
Thalia Drummond çok sade olan akşam yemeği­
ni bitirmiş, çorabını tam ir ediyordu.
Bu iş, unutm ak istediği düşüncelerini büsbütün
canlandırıyor, zihnini başka taraflara çevirme gay­
reti boşa gidiyordu. Evet Jack Beardmore’u unut­
mak istemesi gittikçe zorlaşıyor, h attâ ıstırap verici
oluyordu. Nihayet iğne ipliği bir kenara koydu. Ken­
disini daha fazla meşgul edecek b ir iş ararken kapı­
nın zili çaldı.
Kapıyı açtı ve postacının verdiği ayakkabı ku­
tusuna benzer bir paketi aldı. Adresi elle ve matbaa
harfleri şeklinde yazılmıştı. Kız yazıyı görünce tit­
redi.
Kapıyı kapadı. Acele ile odasına döndü, paketin
iplerini çözdü. K utunun üstünde bir kâğıt vardı.
Okudu:
«Froyant’m evinin içini iyi bilirsiniz. Yazıhane­
sinin altındaki bodrum ile bahçe arasında bir geçit
vardır. Bu kutuda bulunanları yanınıza alarak he­
men oraya gidiniz. Size yeni em irler verinciye ka­
dar bu bodrum da durunuz.».
Thalia m ukavva kutunun içinde bulunanları
gözden geçirdi. Uzun konçlu bir deri eldiven vardı.
Bu, bir erkek eldiveni idi ve sol el içindi. Bir de siv­
ri uçlu bir av bıçağı vardı. Thalia uzun zaman el­
divenle bıçağı gözden geçirdi. Sonra telefona gidip
bir num ara istedi. İstediği num aranın cevap verme­
diğini öğreninciye kadar bekledi.
Saatine baktı. Sekiz buçuktan fazla idi. Duracak
vakti yoktu. Bıçakla eldiveni büyükçe bir el çanta­
sına koydu. Uzun bir manto giydi ve dışarı çıktı.
172
Yarım saat sonra Derrick Yale ile Parr, Mister
F royant’m evine giriyorlardı. Evin holü tamamile
aydınlıktı. H er pencereden dışarıya ışık saçılıyordu.
Bu hasis ev sahibinin düşüncelerine taban tabana
zıt bir şeydi. H er zaman evin holünde küçük bir
lâm ba yanar ve bütün öteki pencerelerde kapka­
ranlık olurdu.
M ister F ro y an t’m yazı odası doğrudan doğruya
hole açılıyordu. Burası da çok aydınlıktı. Ev sahibi
onları oraya alırken gülümsüyordu:
— Efendiler, dedi. Söyliyeceklerim sizi her hal­
de biraz şaşırtacaktır. Şimdi em niyet nazırlığına
telefon ettim. Böyle anlarda insanın her türlü tedbi­
re baş vurm ası lâzımdır.
Bunları söylerken, dikkatle P a rr’a bakıyordu.
Devam etti:
— Olur ki, siz buradan çıkarken başınıza bir
felâket gelir, yahut ta başka b ir şeyle karşılaşırsı­
nız. Birçok kim selerin sırrım ızı blimesi doğru olmaz.
Pardesülerinizi çıkarmak istemez misiniz? Anlatacak­
larım uzun sürebilir.
Tam bu anda telefonun zili çaldı. M ister Froyant
konuşmıya başladı:
Bay m üdür, sizinle konuşulacak çok mühim şey­
lerim var. Bir dakika sonra rahatsız edebilir miyim?
Yeriniz de bulunacak mısınız? Çok güzel, teşekkür
ederim. Şimdilik müsaadenizle.
Telefonu kapattı. Bir lâhza olduğu yerde durdu.
Sora: '
— Sizin yanınızda m üdürle görüşmek istemedim,
dedi. Çünkü bildiklerimi ilk öğrenmesi lâzım gelen
173
odur. Sonra öğrendiğim şeyleri birdenbire söyliye-
rek zevkini kaçırm ak istemiyorum. Bir dakika için,
yalnızca kalarak nazırla konuşmama müsaade eder
misiniz?
P arr:
— Tabiî, dedi ve odadan çıktı.
Yale tereddüt eder gibi görünüyordu.
— Söyliyecekleriniz Kızıl Çemberle ilgili mi? di­
ye sordu.
M ister Froyant:
— Beş dakika müsaade ediniz, siz de bunları
öğreneceksiniz, diye cevap verdi.
Derrick Yale gülmeğe başladı. Koridorda duran
P a rr bu kahkahaları duyunca gülümsedi.
Yale odadan çıkarken:
— Her halde mühim şeyler olsa gerek, dedi.
Kapıyı kapartırken durakladı ve şunları ilâve
etti:
— Sizin söyliyeceklerinizden sonra, ben de eski
m em urunuz hakkında size bazı m alûm at verece­
ğim... Bayan Drummond hakkında... B unların sizi
artık ilgilendirmediğini biliyorum amma sizi biraz
olsun hayrete düşürecektir.
Yale dışarı çıktı, kapıyı yavaşça kapadı. P arr’a:
— Bize söyliyeceği bu mühim şeylerin neler ol­
duğunu pek m erak ediyorum doğrusu, dedi.
İki kafiye, lâm baları yakılmış olan büyük salo­
na geçtiler.
Yale:
— Bu ne çok ışık? diye söylendi.
Sonra orada duran uşak Steere’e:
174
— Bu evde şimdiye kadar böyle ışık yakılmış mı
idi? diye sordu.
Uşak:
— H ayır efendim, dedi. M ister Froyant elektrik­
ten pek hoşlanmazdı. Yalnız bu akşam her tarafın
yakılması em rini verdi. H erhangi b ir hâdiseye mey­
dan vermemek için olduğunu da söyledi. Sonra her
iki cebine de birer tabanca koydu ki, bu da şimdiye
kadar görmediğim bir haldir.
Mister P arr heyecanla sordu:
— İki tabancası olduğunu nereden biliyorsunuz?
— Çünkü elimle doldurdum . Evvelce askerdim.
Silâhları iyi bilirim. Tabancalardan bir tanesi de
benimdir.
Derrick Yale:
— O halde, bildiklerinin kendisine bir fenalık ge­
tirmesinden korkuyor, dedi. P arr, dışarda adam ları­
nız var mı?
— Evet, iki kişi.
Mister Froyant’m sesini duymuyorlardı. Çünkü
bölme duvarları çok kalındı.
Yanından ayrıldıklarm danberi bir çeyrek saat ol­
duğu halde hâlâ kendilerini çağırmamıştı. Yale sa-
bırsızlanmıya başlamıştı.
Yarım saat olunca uşağı çağırdı. Gidip efendi­
sinin telefonla konuşmasını bitirip bitirm ediğini öğ­
renmesini söyledi. Uşak özür diledi:
— Affedersiniz yapamam», dedi. Çjünkü ketndisi
çağırmadan gidemeyiz. Rahatsız edilmemesi için
emir vermiştir. Belki de siz bunu yapabilirsiniz.
P arr kapıya yakın bir yerde duruyordu. Kapıyı
175
açtı. Yanan bütün lâm balardan çıkan göz kam aştı­
rıcı ışık karşısında bir saniye durakladı. Sonra ba­
kışları ev sahibinin sapsarı çehresi ile karşılaştı.
M ister F royant ölmüştü. Sandalyesinde yana
kaymıştı. Göğsünde sapm a kadar batırılmış bir bı­
çak duruyordu. M asanın üstünde de uzun konçlu ve
kan içinde bir eldiven duruyordu.
P a rr’in bağırm ası üzerine Yale de koştu. İki
adam hiç söz* söylemeden bir an durdular. Sonra
P arr:
— Adamlarımı çağırınız, evden dışarıya kimse
çıkmasın, dedi. U şaklan da m utfakta toplasınlar.
Odayı araştırm ıya başladı. K üçük bahçeye açı­
lan pencerelerin, önünde uzun kadife perdeler var­
dı. Bunları kaldırıp baktı. Perdelerin hepsi kapalı
idi.
Peki Harvey Froyant nasıl öldürülmüştü? Katil
nereden girmişti? Bıçağın duruş vaziyeti yukardan
aşağıya saplandığını gösteriyordu. Bu eldiven ne idi?
Em niyet m üfettişi bunu dikkatle muayene etti. Bu,
çok kullanılmış bir şoför eldiveni idi.
H er şeyi olduğu yerde bırakarak müdüre te­
lefon etti. M üdür hâlâ F royant’m telefon etmesini
bekliyordu.
P arr: ;
— Size yeniden telefon etmedi mi? diye soıdu.
— Hayır, ne var?
Em niyet m üfettişi olanları kısaca anlattı ve hiç
sesini çıkarmadan m üdürünün verdiği aksi cevapla­
ta n ve azarlam aları dinledi. Telefonu kapatınca
adam larının, kendisini beklediği hole çıktı.
176
— Bütün evi arıyacağım, dedi.
P arr yarım saat sonra dönünce Yale sordu:
— Ne var?
— Hiç. Burada olmaması lâzım gelen hiç bir
kimse bulamadım.
— Peki, yazıhaneye nasıl girmişler? Uşak
S teere’in bizimle konuştuğu an müstesna, holde mu­
hakkak birimiz vardık, hiç boş kalmadı.
— Evet.
— Odanın döşemesinde bir kapak falan olmasın?
Hakikaten de halıyı kaldırınca küçük bir kapak
buldular. Uşak, harp sırasında M ister F royant’m
tayyare hücum larından korunm ak için bir sığınak
hazırladığını ve buraya çabuk girip çıkmak için de
kapağı yaptırdığını anlattı.
P arr bir mum getirtti. Kapağı açtırtarak bodru­
ma indi. Burası dört köşe bir yerdi. Bir tarafında
kilitli bir kapı vardı. Öldürülen milyonerin ceplerini
karıştırınca, bu kapının anahtarını buldu. P a rr ka­
pıyı açtı. Burasının, bitişik evlere ait bir avluya çık­
tığını gördü. Bu avlu yolla birleşiyordu.
Yale:
— Odaya buradan girilmiş olması m üm kündür,
dedi. Katilin buradan gelip gitmiş olması lâzım.
Yale bunları söylerken cebinden elektrik lâmba­
sını çıkarmış ve mahzene inmişti. Oradan da avlu­
ya çıktı.
Birden yere eğildi.
— Bir ayak izi, dedi. Bakınız, yum uşak toprak­
ta bir ayakkabı izi var. Hem de b ir kadın iskarpini.
P arr da baktı:
F : 12 177
— Şüphe yok, gayet açık gürünüyor, dedi.
Daha eğilip baktı. Sonra kendini arkaya fırlata­
rak hayretle:
— Aman yarabbim, ne karışık bir iş, dedi.
P arr, Thalia D rum m ond’un ajyak izlerini tam - ı
mıştı.

178
XXXI

THALİANIN CEVABI

D errick Yale sabah gazetelerini okumıya dalmış­


tı. Belki de on taneden fazla okuduğu gazeteler ya­
nında ve yerde duruyorlardı.
Bu vakadan bahseden gazetelerin baş yazıları
çok acı idi. «Polisin gözü önünde işlenen bir cinayet»
yahut ta «Emniyet m üdürlüğünün aczi» gibi sert
yazılar yazılmıştı.
Yale gazeteleri yan tarafa iterek:
— Bu yazılar P a rr’ı hiç m em nun etmiyecek, de­
di. Fakat bu iş ne sizin ve ne de benim önüne geçe­
bileceğimiz bir şey değildi değil m i Mis Drummond?
Thalia sararm ış görünüyordu. Gözlerinin altı
simsiyahtı. H er günkü neşesini kaybettiren bir hali
vardı. Soğuk bir tavırla:
— Harbe, ölümü göze alm adan girilemez, diye
cevap verdi:
Yale hayretle kıza baktı:
179
— Polise karşı m uhabbeti olmıyan birisisiniz,
dedi.
— Bunda haklıyım.
Diyen kız Yale’in önür^e b ir deste mektup koydu.
Sözlerine ilâve etti:
— H er halde benden, polis m em urları hakkında
iltifatlı sözler beklememelisiniz, dedi.
Yale gülümseyerek:
— Garip bir kızsınız, dedi. Bazı anlar oluyor ki,
sizin merhametsiz olduğunuza inanacağım geliyor.
Fakat Froyant’m kâtipliğini yapmıştınız, değil mi?
— Evet.
— O zaman onun evinde kalıyordunuz.
Kız mavi gözlerini hafiyeye dikti:
— Evet, dedi. Bunları bana neden soruyorsunuz?
F royant’m çalışma odasının altındaki bodrumu
h er halde biliyordunuz?
— Evet.. Zavallının saklı hiç bir şeyi yoktu. Bu­
rasının kendisine ne kadar paraya m al olduğunu
belki on defa söylemişti.
— Bodrumun dış kapısının anahtarı her zaman
nerede dururdu?
— M ister F royant’m çalışma odasında. Bu anah­
ta rla rı alabileceğimi ve dün akşamki cinayetle bir
alâkam olabileceğini mi düşünüyorsunuz?
— Hiç bir şey düşünmüyorum. Bu merakım çok
tabiidir. Çünkü uzun zaman bu evde kaldınız. Peki
söyleyiniz bakayım, gürültü yapm adan bu kapağı
açmak m üm künm üdür?
— Tabiî... Kapak yağlı bir yatak üstünde hare-
180
ket ediyor. Bu m ektuplara kendiniz mi cevap vere­
ceksiniz?
Hafiye m ektupları kenara iterek:
— Mis Drummond dün gece ne iş yaptınız? di­
ye sordu.
Bu sefer, hücum a açıktan açığa geçm işti
Kız, elleri arkasında:
— Evimde idim, diye cevap verdi.
— B ütün gece mi?
Kız cevap vermedi.
— Saat sekiz buçukta, kolunuzda küçük bir pa­
ket olduğu halde evinizden çıkmadınız mı?
Kız yine su<stu.
— Adamlarımdan birisi sizi görmüş, dedi. Fa­
kat sonra gözünden kaybetmiş. Saat on birde dön­
düğünüze göre o vakte kadar nerede idiniz?
— Dolaştım. Eğer bana bir Londra şehri haritası
verirseniz geçtiğim yerleri gösteririm.
— Eğer sizden başkası da buraları dolaştı ise.
— O vakit bunları size anlatm ak zahmetine k a t­
lanmama lüzum yok.
— Mis Drummond sizin bir insan öldürecek ka­
biliyette olmadığınızı biliyorum. Fakat dün geceki
hareketiniz şüphe uyandırıyor. B unlan daha P a rr’a
söylemedim.
— Daima herhangi bir şeyin şüphesi altındayım .
Bu şekilde yaşamak benim için artık tabiî b ir şey
oldu. Mademki bir şeyler biliyorsunuz, size fazla
bir şey söylememe lüzum yok.
Hafiye, kıza gözlerini dikerek baktı. O da göz­
181
lerini ayırm adan bu bakışlara cevap verdi. Yale
omuzlarını silkerek:
— Dün akşam ne yaptığınızı öğrenmenin pek
m ühim olmadığını zannediyorum, dedi.
Kız yazı makinesine yürüdü:
— Ben de bu kanaatteyim , diye mırıldandı.
K adınlar, umum iyetle Yale’i alâkadar etmezlerdi.
F akat Thalia bu um um iyetin dışına çıkıyordu. Onu
çeken, kızın güzelliği değildi. Zaten Thalia’nm gü­
zel olduğunu, odasının kapısının ne renge boyandı­
ğını, karın beyaz olduğunu bildiği gibi bir katiyetle
biliyordu.
Tekrar gazeteleri aldı. Aşağı yukarı hep polisin
iş bilmemezliğinden, kabahatinden bahseden yazı­
ları okudu. Az sonra, beklediği gibi P a rr geldi.
— Emniyet m üdürü tekaütlüğüm ü istememi
söyledi, dedi.
Yale’in hayreti karşısında neşesi biraz daha
arttı:
— Hiç üzülmüyorum, diye ilâve etti. Üç sene ev­
vel, kardeşim ufak bir m iras bıraktığı zaman böyle
bir âkıbeti düşünmüştüm.
Yale, m üfettiş P a rr’m b ir serveti olduğunu bil­
miyordu.
— Şimdi ne yapacaksınız? diye sordu.
— H üküm et m em uriyetinde itaatten başka ya­
pacak bir şey yoktur. Tekaüt muamelem de ancak
önümüzdeki ayın nihayetinde 'biter. Sizin başınıza
neler geleceğini görmeyi bekliyeceğim.
— Benim mi? Şu ayın dördü için yapılan tehdit­
ten mi bahsediyorsunuz? Daha iki üç günlük bir
182
ömrüm var. Bu işi fazla beklemiyeceğinizi zannedi­
yorum. Fakat şakayı bırakalım. Neden tekaütlüğü­
nüzü istiyeceksiniz. İsterseniz gidip polis m üdürünü
göreyim?
— Bunun hiç b ir tesiri olmaz. Bundan başka,
tekaütlük muamelem bitinciye kadar yine Kızıl
Çember işile meşgul olacağım. Bunu da size borçlu­
yum.
— Bana mı?
— Evet. Polis m üdürüne hayatınızın tehlikede
olduğunu, buna mâni olmağa çalışabilmek için de
vazifede kalmamın lâzım olduğunu söyledim.
Bu sırada Thalia Drummond elindeki bir deste
mektupla odaya girdi.
— Günaydın Mis Drummond:
— Günaydın M ister P arr. Bu sabahki gazeteler
sizden çok bahsediyor. M eşhur oluyorsunuz.
— Mis, m atbuat h er zaman iyidir. Fakat ne ya­
zık ki, siz, çoktandır gazetelere hakkınızda yazı yaz­
dırmıyorsunuz.
Genç kızın, hâkim in önündeki halini düşünmek
P a rr’ı eğlendiriyordu.
Thalia:
— M üsterih olunuz, dedi. Elbet benim sıram da
gelecektir. Kızıl Çem ber hakkm daki son havadisle­
riniz nelerdir?
— Son havadislerim mi? Kızıl Çemberin Mildred
S treet’e giden m ektupları adres değiştirdi galiba:
Parr, Thalia’nm yüzünde hafif bir değişiklik
gördü. Bu bir şimşek gibi görünüp kaybolmuştu
amma ona kâfi gelmişti.
183
Kız soğukkanlılıkla:
— Yoksa Kızıl Çember şehirde yazıhane mi açı­
yor? diye sordu. Hem neden yapmasın?
İstediğini yapm ak iktidarının elinde olduğu gö­
rülüyor. Onun neden asansör ve önünde elektrikli
ilânları bulunan bir binada oturmadığına şaşıyorum,
Yok, yanlış söyledim. Elektrikli ilânlara lüzum yok.
Sonra polis görüp onu ^yakalar.
P a rr ciddiyetle:
— Bu şekil alaylar genç ve güzel b ir kızın ağzına
hiç yakışmıyor, dedi.
Yale bu konuşmayı, dudaklarında bir tebessüm
olduğu halde dinliyordu. Kız onu şaşırttığı kadar po­
lis m üfettişini de şaşırtıyordu. F akat şu iri vücutlu,
ağır hareketli görünen adam, isterse zekice konuşa­
biliyordu. Genç kıza:
— Dün geceyi nerede geçirdiğinizi sorabilir mi­
yim? dedi.
— Yatakta... Hoş rüyalar görerek.
— O halde siz uykuda gezenlerdensiniz. Öyleya?
Gece saat dokuz buçukta, M ister Froyant’m evinin ya­
nındaki arsada bulunm anız için bundan başka bir
sebep olamaz.
— Doğru mu? Demek ki bu arsanın çimenleri
üstünde ayak izlerim i buldunuz. Biraz evvel de
M ister Yale peri masalına benzer şeyler söyledi.
Hayır, yalnız umum î bir bahçede biraz dolaştım. Yal­
nızlık insana düşünmek im kânını veriyor.
P a rr hâlâ, dikkatle yerdeki halıya bakmakta de­
vam ediyordu.
— Güzel, dedi. Canınız istediği zaman bir parka
184
giderek geziniz. Fakat genç Beardm ore’a pek yak­
laşmayınız. Geçen sefer onu çok korkuttunuz.
Kız kulaklarına kadar kızardı:
— M ister Beardmore bu kadar çabuk korkma­
sın, dedi. Sonra., sonra...
Cümlesini tamamlıyamadı. Birden odadan çıktı.
Az sonra P a rr onun odasının önünden geçerken
kız gözlerini kaldırarak:
— Öyle anlar oluyor ki, M ister P arr, dedi. Siz­
den tamamile nefret ediyorum.
Em niyet m üfettişi:
— Bu sözlerinizle beni hayrete düşürüyorsunuz,
diye cevap verdi.

185
XXXII

KIRLARA DOĞRU BÎR SEYAHAT

Emniyet müdürlüğünde büyük b ir şaşkınlık


vardı. Gazetelerin yazıları 0 e büsbütün heyecana
getirilen halk, artık canlarını ve m allarını m uhafaza­
ya m em ur edilen polise em niyet etmez olmuştu. En
m üşkül mevkide^ kalan bilhassa em niyet m üfettişi
idi. îşin başmdanberi Kızıl Çem ber işini takip eden
o idi. Vaziyeti kurtarm ak için onu feda etmek icap
ediyordu.
P arr, âm irlerinden b ir F ransa seyahati için mü­
saade aldı. Orada tahkikat yapacaktı. Bulunmadığı
zam anda işlerine bakacak birisi lâzımdı. Halbuki
polis m üdüriyetindeki büyüklerin içi(nde b ir tek
dostu vardı. O da bizzat, polis m üdürü idi. P a rr’ın
işlerini dönünceye kadar polis m üdürü üstüne aldı.
Esasen P a rr’ı him aye eden de o idi. Fakat artık iş
ümitsiz bir şekle girmişti.
Yale, polis m üdürüne giderek, resmî bir memur
185
w

olan arkadaşı P a rr’m, F royant meselesindeki şerefi­


ni kurtarm ak için, cinayetin bütün • tafsilâtını bir
kere daha anlattı.
— Düşününüz, dedi. M ister Froyant’m hayatım
korum ayı üstüm e alan ben de orada idim. Bu işte
M ister P a rr,ı m esul edecek hiç bir şey yoktur.
Polis m üdürü koltuğunun arkasına yaslandı,
kollarını kavuşturarak:
— Darılm ayınız amma M ister Yale, dedi. Biz
sizin orada bulunm anızı resmî olarak tanıyanlayız.
Söylediklerinizin M ister P a rr’a bir yardım ı olamaz. O
taliini denedi ve mağlûp oldu.
Yale odadan çıkarken polis m üdürü:
— Yalnız bir noktayı belki aydınlatabilirsiniz?
dedi. Sorm ak istediğim Beardm ore’un katili Silby
hakkında., hatırlıyorsunuz değil mi?
— Evet...
— Onun hücresine girdiğiniz zaman kimler var­
dı orada?
— Mister P arr, ben ve bir zabıt kâtibi.
— Kadın mı, erkek mi?
— Erkek., zannedersem emniyet m üdürlüğün­
den idi. Hapishane gardiyam da bir iki defa girip çık­
tı. H attâ bir seferinde, sonradan içinde zehir bulunan,
su testisini getirdi.
Polis m üdürü önündeki bir dosyayı açarak için­
den bir mektep defteri kâğıdı çıkardı:
— İşte gardiyanın ifadesi, dedi'. Beni asıl meraka
düşüren de bu. Okuyalım da dinleyiniz:
«Mahkûm karyolasına oturmuştu. M ister P arr
karşısında idi. M ister Yale’de, ben içeriye girdiğim
187
zaman kilitli olmıyan kapıya arkasını dayamıştı. Tes­
tiyi alarak avludaki m usluktan doldurm ıya gittim.
Destiyi biran için musluğun altında bırakarak ayrıl­
dım. Başka b ir hücreden çağırmışlardı. O ^kadar ça­
buk geri geldim ki, destinin yanma bir başkasının git­
miş olmasına imkân yoktur. Destiyi hücreye götürün­
ce Mister P arr elimden aldı ve kendilerini bir daha
rahatsız etmememi söyledi.»
Polis m üdürü okumak için taktığı gözlüklerini al­
nına doğru kaldırdı:
— Görüyorsunuz ya? dedi. Bu işte zabıt kâtibinin
bir alâkası yok. Bu adam size oradan mı verilm işti?
— Zannetmiyorum. Doğrudan doğruya emniyet
m üdürlüğü m em urlarından biri olacaktı.
— Bu hususta P a rr’dan da izahat istiyeceğim.
Fransadan dönmüş olması lâzım. H azır siz burada
iken telefon edeyim.
M ister Parr, bu zabıt kâtibinin em niyet m üdür­
lüğünden gönderilmemiş olduğunu, hapishanenin
bulunduğu küçük şehirden tem in edildiğini, ve
Silby’nin çok esrarlı ölüm ünün verdiği heyecanla
bu adamı daha fazla araştırıp sormayı akıl edemedi­
ğini söyledi.
Kâtip, Silby’nin ifadesi yazılı kâğıdı ona vermiş,
o da ücretini doğrudan doğruya tediye etmişti. Bu
mesele hakkında P a rr’ın söyliyebildikleri bu kadardı.
Yale, P a rr’ın bu ifadesinin meseleyi kâfi m iktar­
da aydınlatmadığını söyledi.
Polis m üdürü:
— Siz bu kâtibin yüzünü hatırlıyabiliyor mu­
musunuz? diye sordu.
188
Yale başını sallıyarak:
— Hayır, diye cevap verdi. Bana arkası dönüktü.
M üdür, bir m üddet kendi kendine söylendi.
Sonra:
— Bu kâtibin, Kızıl Çemberin adam larından ol­
masından şüpheleniyorum, dedi. Bu kadar mühim
bir meselede kullanılan bir adamın, kim olduğunun
tesbit edilmemiş olması affedilemiyecek b ir kaba­
hattir? P arr büyük b ir hata işlemiş. Onu severim
amma, eski usullere bağlı bir zabıta m em uru oldu­
ğunu söylemekten kendim i alamıyacağım. Bu hata
sını vazifesinden ayrılm akla ödiyecektir. Bu husus
kendisine bildirilm iş olduğundan size söylemekte
hiç bir mahzur görmüyorum.
Zaten bunu herkes duymuştu.
Fakat bundan hiç m üteessir görünmiyen birisi
vardı. O da P a rr’m kendisi idi. Hiç bir şey olmamış
gibi her günkü işlerile uğraşıyordu.
Bir gün öğleden sonra, tesadüfi olarak Jack
Beardmore’a rastladı. O da P a rr’ı bu kadar neşeli gö­
rünce hayret etti. P a rr ona tekaüt olacağım anlattı.
Genç Beardmore:
— F akat bu vaziyette ayrılamazsınız? dedi. Öy­
le bir vaziyettesiniz ki, b u işin bütün esrarım toplı-
yan bağlar sizin elinizde. Bu korkunç katillerin ya­
kalanması için yegâne üm it olan sizi kaybetmek bir
budalalıktır.
Mister P a rr bu üm idin çoktan kaybolduğunu dü­
şündü. Fakat gence bir şey söylemedi.
Jack, babasının feci ölümü üzerine ayrıldığı say­
fiyeye dönmek üzere hazırlık yapıyordu. Oraya git-
189
inek -istemiyordu amma, bir çok sebepler, çiftlikle­
rinin idaresine ait meseleler, yapılması icabeden bir
çok tam ir işleri onu gitmeğe mecbur ediyordu.
P arr:
— Yalnız m ı gideceksiniz? diye sordu.
— Evet., ne yazık ki, sizi davet edemiyeceğim
Mister P arr. M uhakkak işleriniz sizi şehre bağla­
m aktadır. Eğer böyle değilse, memnuniyetle...
— Bu davetinizi büyük bir mem nuniyetle kabul
edeceğim. Zavallı babanızın ölümünden sonra ora­
sını bir daha görmemiştim. Civarda araştırm alar yap­
makla çok m em nun olacağım.
P arr Amirinden iki gün izin istedi. Jack hemen
o akş^m hareket edeceğinden o da evine giderek
küçük bir çanta hazırladı. Hareketini Yale’e bildir­
mek için de bir mektup karaladı. M ektubun altına da
bir hatırlatm a olarak şunları yazdı:
«Bazı hâdiselerin, hem en şehre dönmemi icabet-
tirm esi mümkündür... Böyle bir şey olursa beni ça­
ğırınız.»
Bu son cümleden sonra P a rr’ın hareketleri git­
tikçe garipleşmeğe başlamış oluyordu.

190
X X X III

UYKUSUZ BİR GECE

M ister P arr hiç te iyi b ir seyahat arkadaşı de­


ğildi. Bütün yol boyunca gazetelerini okumağa dal­
dı. Kızıl Çemberin son m uvaffakiyetini anlatan ha­
vadislerin tek kelimesini atlam adan okuyordu. Jack,
onun kendi aleyhine yazılan bu yazıları sükûnetle
okumasına hayretten kendini alamadı. Hattâ bu dü­
şüncesini ona da söyledi.
Hafiye sükûnetle:
— Bilmem ki, neden, dedi. Kanaatimce, her şeye
rağm en bu tenkitler iyidir. Sonra ben, tuttuğum yo­
lun doğruluğuna kani olduğumdan bunlar beni hiç
üzmüyor.
Küçük bir istasyonda indiler ve eve olan üç mil­
lik mesafeyi otomobille gittiler. Eve varınca P arr’a
b ir telgraf uzattılar. P a rr zarfı yırtınca şunları
okudu:
«Mühim hâdiseler var acele dönünüz. Yale».
191
Tek kelime söylemeden telgrafı Jack’a uzattı.
Genç:
— Ne aksilik, dedi. Saat dokuzdan evvel tren
yok.
— Zaten benim de dönmeğe hiç niyetim yok.
Doğrusu seyahat çok yordu.
Bu sözler Jack ’ı şaşırttı. Diğer taraftan da, ken­
disine hayallerle dolu gibi görünen bu binadaki ilk
gecesini onunla geçireceğine mem nun oldu.
P a rr telgrafı eline aldı. Tekrar okudu ve:
— Londradan hareketim izden yarım saat sonra
çekilmiş, dedi. Burada telefonunuz v ar değilmi?
— Tabiî, istediğiniz gibi kullanabilirsiniz.
P arr Londrayı aradı. A radan yarım saat geçmiş­
ti ki, istediği num aranın hazır olduğunu bildirdiler.
Jack, onun bitişik odada telefonla konuştuğunu
duydu.
P a rr salona dönünce:
— Yale ile konuştum, dedi. Thaminim gibi çık-r
tı. Telgraf onun tarafından çekilmemiş.
— Böyle olduğunu nereden tahm in etmiştiniz?
P a rr gülümsedi:
— Ben de hâdiseleri «Hissetmeğe» başlıyorum,
dedi. Nerede ise bu işte Yale ile rekabet etmeğe baş-
lıyacağım.
Geceyi P iket oynamakla geçirdiler. P arr oyuna
hâkimdi. Ve ikisi de o kadar dalmışlardı ki, holdeki
saatin on ikiyi vurduğunu duyunca hayret ettiler.
Mister P a rr’ın yatak odası M ister Beardmore’un
hayatta iken yattığı oda idi.
Hafiye gence:
192
— Sizin odanız nerede? diye sordu.
— Bitişiğinde.
P arr gencin kapusunu kapattığını duydu. Çeke*
tini çıkardı ve soyunmıya devam edeceği yerde çan­
tasından çıkardığı eski bir ropdöşambrı giydi, sonra
lâmbayı söndürdü. Pencerenin perdelerini açtı. Dı­
şarısı çok karanlık olmadığından yatağını kolaylık­
la buldu ve olduğu gibi uzandı.
Büyük bir gayretle uyumamağa çalışıyordu. Sa­
baha karşı, daha ortalık ağarm adan yavaşça kalktı
ve gürültü yapm amıya çalışarak pencereye kadar
gitti. Uzaklardan bir otomobil sesi duyar gibi ol­
muştu. Fakat şimdi hiç bir şey duyulmuyordu. Lâ-
vaboya giderek soğuk su ile yüzünü yıkadı. Acele
etmeden kurulandı. Sonra pencerenin önüne gitti.
Bir sandalye koyup oturdu. Öyle bir vaziyette otur­
m uştu ki, her tarafı görebiliyordu.
Yarım saat geçti. Ağaçların arasından çıkan ve
biraz yaklaştıktan sonra tek rar kaybolan bir gölge
gördü. Gölge az sonra tek rar göründü. Eve daha çok
yaklaşmıştı. Gölgeyi b ir kere de tam evin önünde
gördü.
M ister P a rr yavaşça odadan çıktı. Ayaklarının
ucuna basa basa aşağıya indi. Sokak kapısı kilitli
idi. Açmak için biraz uğraştı. Dışarıya çıktığı zaman
kimseyi göremedi. Evin etrafını dolaştı, yine kimse­
ler yoktu. Yeniden bir otomobil sesi duydu. Gece
ziyaretçisi gidiyordu.
Sokak kapısını tek rar kilitledi. Yavaşça odasına
çıktı. Hâdiseler onu şaşırtıyordu. Yalnız bu gelen
F :18 193
adamın, gözetlendiğinden haberi olmamalıydı ki,
hemen kaçmamıştı.
Bu gece ziyaretçisinin ne için geldiği kahvealtıda
anlaşıldı. P a rr kahvaltıya indiği zaman genç Beard-
m ore’un bir kâğıdı evire çevire okuduğunu gördü.
Bu kâğıt Kızıl Çemberin k artların a benziyordu.
Genç adam kâğıdı P a rr’a uzattı:
— Buna ne dersiniz? dedi. Tam penceremin al­
tındaki ağaca yapıştırılm ış buldum...
P arr kâğıdı aldı ve okudu:
«Babanızın borcu ödenmemiştir. Eğer dostunuz
P arr ile Y ale’in bize karşı olan hareketlerini dur­
durursanız sizi rahat bırakırız».
Bu satırların biraz altına da daha küçük harfler­
le şunlar yazılmıştı:
«Onlann hareketleri karşısında bir adım gerile-
miyeceğiz.».
P arr:
— Demek ki gelen onların adamı imiş, dedi. Fa­
kat neden' bu kadar çabuk kaçtığım anlıyamadım?
— Bu m ektubu getireni gördünüz mü?
— Evet., esasen Kızıl Çemberin adamlarından
birisinin gelmesini bekliyordum. H attâ adamlarmdan
birisinin değil de...
P arr sözünü burada kesti. Sofraya oturdu ve
kahvaltının sonuna kadar bir şey söylemedi. Sonra
birdenbire şunları söyledi:
— Eğer sizin Thalia Drummond’u sevdiğinizi
bilse?
Jack kızardı:
194
— Bu söz neden icabetti? diye sordu. Thalia’dan
intikam alacağını mı zannediyorsunuz?
— Eğer işler bunu icabettirirse yapacağından
eminim. Haydi, vaktimizi boş yere sarfetmiyelim.
M arl’i buraya geldiği gün korkutan şeyin ne oldu­
ğunu öğrenmek istiyorum. Onun bu heyecana ka­
pıldığı anda nerede bulunduğunu gösterebilir mi­
siniz?
— Tabiî., geliniz.
Jack MarPin kapıldığı heyecan içinde gerilerken
çiğnediği gül fidanlarını bile gösterdi.
— Burası olduğunu çok iyi hatırlıyorum , dedi.
P arr, Jack’m gösterdiği yere gidip durdu, yavaş
sesle:
— Yalan söylediğine eminim, diye mırıldandı.
;Şonra yüksek sesle:
— Teras buradan görünmüyor, dedi. Halbuki
Marl bana, kalp tutmasına, babanızı terasta gördüğü
zaman uğradığım söylemişti. Benim ilk düşüncem
de, onu şaşırtan şeyin babanızı görmek olduğu idi.
Jack:
— Ben de aksini ispat edebilirim, dedi. Babam
o sabah çalışma odasından hiç çıkmamıştı. Biz m er­
divenleri çıktığımız zaman o ancak aradaki camlı
kapıya gelmişti.
Parr, çabucacık oranın bir krokisini çizdi:
— Zannederim öğrenmek istediğim şeyleri öğ­
rendim, dedi.
Eve dönünce Kızıl Çemberin son tehdidinden
bahsetti:
— Bu onun yanlış bir hareketi, dedi.
195
Sonra terasın parm aklıklarına oturdu, düşün­
meğe başladı. Bu» hali ile b ir polis hafiyesinden ziya­
de b ir em lâk sahibine benziyordu. Fakat son sözle­
rindeki em niyet Jack’m hoşuna gitmişti:
P arr:
— Eminim ki, bu gece gelen Kızıl Çember çe­
tesinin başı idi, dedi. Tehdidin baş tarafındaki yazıyı
size getiriyordu, fakat yolda aklına yeni bir fikir
geldi ve altındaki yazıları o zaman ilâve etti. Yale
ve benim hakkım da söyledikleri doğrudur. Bizi yo­
lundan uzaklaştırm ayı çok istiyor ve bizim yolundan,
çekileceğimizi düşünerek te delilik ediyor. Şu mek­
tubu bana bir daha gösterir misiniz?
P arr m ektubu tek rar gözden geçirdi:
— Evet, dedi. Alttaki yazı biraz daha intizam­
sız. Otomobilde yazılmış olması mümkün.
M ister P arr çenesini okşadı. Kendi kendine:
— Acaba plânı ne? diye düşündü.
Bu düşüncesini zannından çok daha az bir za­
manda halledecekti. Nitekim, bir uşak gelerek Jack’m
çalışma odasındaki telefonun uzun zamandır çaldı­
ğını haber verdi.
Telefonu açan Jack ahizeyi hafiyeye uzatarak:
— Sizi istiyorlar, dedi.
P arr polis m üdürünün sesini tanıdı.
Müdür:
— Derhal dönünüz, diyordu. Bugün öğledfen
sonraki nazırlar toplantısında bulunacaksınız.
P a rr telefonu kaparken h er zaman hareketsiz
olan yüzünü bir gülümseme kaplamıştı.
196
Jack:
— Ne var? diye sordu.
— N azırlar toplantısında bulunacağım.
Diyen hafiye öyle kahkahalarla gülmeğe başla­
dı ki, Jack onun bu kadar gölebileceğini hiç tahmin
etmezdi.

197
XXXIV

KIZIL ÇEMBER MEYDAN OKUYOR

Jack Beardmore ile M ister P arr Londraya var­


dıkları zaman bütün gazeteleri günün bu en mühim
hâdisesi ile dolu buldular.
Hâdise herkesi heyecana düşürmüştü. O günün
sabahı bütün nazırlar yazı makinesi ile yazılmış bi­
re r dosya almışlardı. Bunların üstünde ne adres, ne
başka bir şey, yalnız b ir Kızıl Çember vardı.
İçinde de şunlar yazılı idi:
cİster resmî olsun, ister hususî olsun bütün ha-
fiyelerinizin, Derrick Yale ile meşhuar müfettişiniz
Mister P a rr’ın hiç bir işe yaram adıklarını gördünüz.
Kullandığımız ve muvaffak: olduğumuz usullerimizin
çoğunu daha bilmiyorsunuz. Maalesef ki, birçok in­
sanların canına kıym ak zorunda kaldık. Bunları in­
tikam düşüncesile değil de, başkalarının selâmeti
için yaptık. H attâ bu sabah bile, Mister Harvey Fro-
yant’in mânâsız m erakları ile yolumuza attığı Mis-
198
ter Samuel H egitt’i öldürdük. Yaptığı tahkikatı tek
basma yürüttüğünden ve elde ettiği neticeden baş­
kalarına haber vermediğinden yalnız onu ortadan
kaldırmak bize kâfi gelmiştir. Cesedini Marsden ve
Brixton arasında, demiryolunun üstünde bulacak­
sınız.
Mademki polis âcizdir ve biz de - denildiği gibi -■
bir büyük belâyız, insanları korkutan b ir afetiz, o
halde bize bir milyon lira veriniz, derhal yaptıkları­
mızdan vazgeçelim. Bu paranın verilm e şekli ayrıca
bildirilecektir. Bundan başka, sonradan kim olduğu­
muz anlaşıldığı takdirde tam am ile serbest bırakıla­
cağımıza dair de b ir tem inat verilecektir.
Bu isteklerimizin kabul edilmemesi büyük ve
feci cinayetlere yol açacaktır. Eğer önümüzdeki haf­
ta sonuna kadar bu* dileğimiz kabul edilmezse aşa­
ğıya isimlerini yazdığımız on iki nazırdan birisi öl­
dürülecektir».
P a rr’in emniyet m üdürlüğünde karşılaştığı ilk
adam Yale oldu. Hususî polis haf iyesi, her zaman­
kinin aksine düşünceli görünüyordu.
— Bu çeşit bir darbeden korkuyordum, dedi.
Hem de bu iş, tam benim, bu çetenin elebaşıların­
dan birini yakalıyacağımı üm it ettiğim bir zamanda
oluyor.
P a rr’ın elini sıktıktan sonra ilâve etti:
— Bugün balık avına da çıkmam lâzım.
— Doğru., bugün ölecektiniz değil mi? Anla­
şıldığına göre Kızıl Çember işlerini geri bırakm ağa
başlıyor.
Yale gülümsedi:
19»
— B ütün mevcudiyetimle emrinizde çalışmağa
hazır olduğumu temine geldim, dedi. Söylediklerine
göre, siz nazırlar meclisine çıkmadan evvel, em niyet
m üdürlüğü bana resmî bir vazife teklif edecek ve
Kızıl Çember işini verecekmiş. Daha evvelce de ça­
ğırılmış ve bunu reddetmiştim. Bu işi takibe sizin
lâyık olduğunuza kaniim ve sizden başka bir şefe
bağlı olmak istemiyorum.
P arr sadece:
— Teşekkür ederim, dedi. F akat belki de toplan­
tı başka bir karar verir.
Toplantı dahiliye nazırının odasında oldu. Devlet
nazırlarından hepsi bu ültim atom u aldıklarından
aralarında eksik y o k tu / Bir m üddet sonra lüzumlu
şahıslar çağm lm ıya başlandı. Evvelâ Yale girdi.
On beş dakika sonra da sıra P a rr’a geldi. Bu­
rada toplu olan bu büyük insanların hepsini evvelce
görmüştü. Odaya girdiği zaman başliyan fısıltı da­
hiliye nazırının bir baş işaretile kesildi.
Dahiliye nazırı:
— M ister P arr, dedi Şimdi, umumî bir tehlike
haline girmiş olan şu katiller çetesi Kızıl Çember
hakkında toplanmış bulunuyoruz. B unların başı ]o
kadar ileriye gitti ki, bütün nazırlara sizin de gaze­
telerde okumuş olmanız lâzım gelen bir tehdit gön­
derdi.
— Evet efendim.
— Bu» güne kadarki çalışmanızdan memnun ol­
madığımızı saklıyacak değilim. Bütün kolaylıkların
size temin edildiği, hususî salâhiyetler verildiği ve
hattâ...
200
Nazır sözünün burasında bir kâğıda baktı.
Polis müfettişi:
— Yüksek sesle ve herkesin önünde bu hususî
salâhiyet ve müsaadelerden bahsetmeniz her halde
ihtiyatlı bir hareket olm ıyacaktır bay nazır, dedi.
Nazır şaşaladı. Bir an durdu: Sonra:
— Güzel, dedi. Yalnız um um î olarak şunu söy­
leyeceğim ki, istediğiniz h er şeye müsaade edildi,
elinize her türlü kuvvet ve salâhiyet verildi. F akat
her seferinde de m uvaffak olamadınız, elinize geçen
fırsatları kaçırdınız. H attâ bir cinayetin işlendiği
anda orada olduğunuz halde önüne geçemediniz.
M ister P arr, sözlerinizde haklısınız der gibiler­
den eğildi. Nazır sözlerine devam etti:
— İsteğimiz bu işi tamamile M ister Yale’e ver­
mekti. Fakat o bunu ancak sizin maiyetinizde çalış­
mak şartile kabul ediyor, razı oluyoruz. İstifanızı
emniyet m üdürlüğüne vermiştiniz. Şimdilik bunun
muamelesi geri bıraktınlacaktır. Emin olunuz ki,
Mister Parr, bu haydudun istediğini kabul tamamile
imkânsızdır. Aksi takdirde, hüküm etin bütün kuv­
vet ve kudretini kıracak ve kanunları bozacak bir
şey olacaktır. Tehdit edilen bütün nazırların hayat­
larının muhafazasını sizden üm it ediyoruz. İstikba­
liniz buna bağlıdır.
— Emniyet m üfettişi ayağa kalktı ve:
— Nazırlardan hiç birisinin bir hücum a uğramı-
yacağım temin ederim, dedi. F akat bununla beraber
size Kızıl Çember denilen haydudun tevkif edilece­
ğini temin etmem imkânsızdır.
Nazır: .
201
— Şu son gelen tehditlerin bahsettiği H egitt’in
öldürülmüş olduğunu zannediyorum, dedi.
Yale:
—^Maalesef ki, evet, dedi. Hegitt dün akşam
Marsden’deki evine giderken öldürülmüştür.
H üküm et reisi başını salladı:
— Yaman bir öldürme makinesi bu adamlar, di­
ye söylendi.
Salondan ayrılan iki hafiye, neticenin ne oldu­
ğunu m erakla bekliyen bir gazeteci ve halk kalaba­
lığı arasına düştüler. Kızıl Çember işi herkesi mera­
ka düşürüyordu. Yale tanındı ve alkışlandı, fakat
P a rr’ı kimse tanımadı.
Derrick Yale yazıhanesine girdiği zaman Thalia
dikkatle bir gazeteyi okuyordu. Hafiye, kızın kaba­
hat işlerken yakalanmış gibi gazeteyi acele ile sak­
ladığını ve makinesi ile çalışmıya başladığını gör­
müştü.
— Eee, ne dersiniz bakalım Mis Thalia? diye
sordu. Kızıl Çemberin şu son işi hakkında fikriniz
nedir
Kız bunu her cihetten takdir ediyormuş gibi:
— Çok yaman! dedi.
Yale:
— Bunda takdir edilecek bir taraf göremiyorum,
dedi. Hâdiseleri kıym etlendirm ek yolunda öyle ga­
rip görüşleriniz var ki...
Sonra odanın kapısında durdu. Kızı süzmeğe
başladı. Thalia’da gözlerini onun gözlerine dikmiş
bakıyordu. Hafiye:
— Yazıhanemi em niyet müdürlüğüne taşımam
202
ihtimali var, dedi Oranın havasının size yaramıya-
cağmı zannediyorum. Bunun için sizi burada bıra­
kacağım. İcabeden işleri takip edersiniz.
Kız sordu:
— Kızıl Çemberi yakalam ak işi size mi verildi?
Hafiye başını salladı:
— Mister P a rr tahkikatı idare edecek ben de
muavini olacağım.
Yale bu iş hakkında fazla bir şey söylemedi.
Sabah öylece geçti. Öğle olunca gitti. Ve giderken
de ertesi sabaha kadar gelmiyeceğini söyledi.
Hafiye gittikten birkaç dakika sonra telefo­
nun zili çaldı. Thalia konuşanın sesini duyunca az
kalsın telefonu elinden düşürecekti. Konuşan Jack
Beardmore idi.
— Evet benim, M ister Beardmore.
— M ister Yale orada mı?
— Biraz evvel çıktı. Y arm a kadar da gelmiye­
ceğini söyledi. Çok mühim bir şeyse nerede olacağını
biliyorum.
Thalia sesinin titrediğini belli etmemek için bü­
yük bir gayret sarfediyordu.
Jack:
— İşin pek mühim olup olmadığım bilmiyorum,
dedi. Mesele şu: Bu sabah babam ın eski kâğıtlarını
karıştırırken - ki bunun benim için ne kadar ıstıraplı
olduğunu takdir edersiniz - MarPe ait b ir yığın kâ­
ğıt buldum,
—MarPe... Felix M arl’e mi?
— Evet., zavallı babam, onun hakkında bizim
bildiklerimizden çok fazlasını biliyormuş. M arl vak-
203
tile hapse girmişmiş. Sizin bundan haberiniz var
mıydı?
— Bu tahm in edilebilirdi.
— Babam iş yapacağı adam lar hakkında evvelâ
bir tahkikat yaptırırdı. Bu tahkikatı da yapan bir
Fransız hafiyesidir. Elimdeki kâğıtlara göre bu Marl
yam an bir adammış. Asıl şaştığım şey de babamın
böyle bir adam la iş yapm ağa nasıl cesaret ettiğidir.
•Sonra bu kâğıtların içinde garip b ir zarf var ki, üze­
rinde «idamın fotoğrafları» yazılı. Gönderen Fransız
hafiyesinin üstüne bastığı Kırmızı m um lu m ühürler
açılmamış olarak duruyor. Anlaşılan babam merak
edipte açmamış.
Kız, Jack’ı hayrete düşüren bir yalvarma ile ve
inler gibi.
— Bana bir iyilikte bulunm ak ister misiniz?
dedi.
— Ne oluyorsunuz Allahaşkma... Tabiatile size
karşı her şeyi yapm ağa hazırım.
Thalia kendini topladı. Daha sakin bir sesle:
— O halde bu zarfı açmayınız, dedi. M arl’e ait
bütün bu kâğıtları çok emin bir yere koyunuz. Söz
veriyor musunuz?
-r- Tabiî! Fakat bu neden icabediyor?
— Bunlardan başka birisine bahsettiniz mi?
— M ister P a rr’a bir m ektupla haber verdim.
Kız can sıkıntısını gösterir bir şeyler söyledi. Ve:
— Ondan başkalarına, bilhassa bu fotoğraftan
hiç bahsetmiyeceğinize söz veriyor musunuz? diye
sordu.
204
— Evet.. Evet.. İsterseniz bunları size göndere­
yim.
— Hayır. Sakin, yapmayınız bunu.
Thalia bunları söyleyince telefonu şiddetle kapa­
dı. Bir an nefes alm adan durdu. Sonra şapkasını giy­
di, yazıhaneyi kilitleyip anahtarım aldı ve yemeğe
gitti.

205
XXXV

THALİA BİR NAZIRLA YEMEK YİYOR

Yale, Müfettiş P a rr’la beraber çalıştıkları odaya


girince:
— Şu ayın dördü geçti, hâlâ da yaşıyorum, de­
di. Ne yazık ki, balık avını kaçırdım.
Parr:
— Daha iyi, dedi. Balık avına gitmediniz amma,
biz de sizi kaybetmedik. Eğer gitmiş olsaydınız, sizi
bir daha göremiyeceğimize emindim.
Yale gülümsedi:
— Sizin, şu Kızıl Çemberin her dediğini yapa­
bileceğine büyük bir itimadınız var.
— Evet... Yalnız m uayyen bir yere kadar.
P arr bunları söylerken gözlerini okuduğu mek­
tuptan kaldırmamıştı.
Yale küçük bir sükûttan sonra:
— Dediklerine göre Brabazon bazı itiraflarda
bulunmuş, dedi.
206
— Evet amma pek de mühim şeyler değil. Uzun
zamanlar, bilmeden, Kızıl Çemberin şunu bunu teh­
ditle aldığı paraları değiştirmiş olduğunu söyledi.
Fakat ben onun bunu bilerek yaptığına eminim.
— M arl’in ölüm ünden onu mesul tutm uyor mu­
sunuz?
P arr okuduğu m ektubu tekrar zarfına koydu:
— Hayır, diye cevap verdi. Bu hususta elimiz­
de kâfi ve katî deliller yok.
— Fransada neler öğrendiniz? Şimdiye kadar
bunu sizinle konuşacak vakit bulamadım.
P arr piposunu çıkarıp' doldurdu. Sonra yaktı.
Bir nefes çekti:
— Froyant’m öğrendiklerinin aynını, dedi. Onun
takip ettiği 'izi takip ettim. Meselenin aslı Marl ile
geçmişine aitti. Onun Fransadaki bir haydut çete­
sinden olduğunu ve arkadaşı Lightman ile tevkif
edildiğini, Lightm an’m idama mahkûm olduğunu ve
M arl’in de hapsedildiğini bilirsiniz. Lightman da ha­
yatını fena işleyen bir kiyotin bıçağı yüzünden kur­
tarmış. Uzak Fransız sömürgelerinden birindeki bir
zindana gönderilmiş ve orada ölmüş.
Yale sükûnetle:
— Hayır, dedi. Lightman oradan da kaçmanın
yolunu bulmuş.
— Vay şeytan. F akat ne olursa olsun beni alâ­
kadar eden o değil de M arl’dir.
— Fransızca konuşmasını bil(İr mîsiniz P arr?
— Şöyle böyle.
— Bunu, oradaki tahkikatınızı nasıl yhpfığını-
zı öğrenmek için sordum.
207
P arr konuşmalarını başka bir tarafa çevirmek
için:
— Evet... Fransızcayı oldukça konuşurum, dedi.
— Şu zindandan kaçan Lightman’m ne olduğunu
m erak ediyorum.
Parr, sesindeki belli bir sabırsızlıkla:
— İşte, bu benim hiç ilgilenmediğim bir şey,
dedi.
— Evet., yalnız M arl ile alâkadar olan yalnız siz
değilsiniz. Masanızın üstündeki açık bir mektuptan
Beardm ore’un, babasının kâğıtlarını karıştırırken
M arl’e ait kâğıtlar bulm uş olduğunu öğrendim.
M arl’in geçmişini araştırmış. İhtiyatlı bir adammış
şu Beardmore.
Yale emniyet m üdürü ile yemek yiyecekti. P arr
kendisinin çağırılmamış olduğuna memnun oldu.
N azırların hayatını koruyacak adam ları ayırmak
gibi mühim bir işi vardı.
Zaten onun bu ziyafette bulunuşu da Yale’in
istemiyeceği bir şeydi. Çünkü emniyet müdürü ile
P a rr’m işitmemesi lâzım şeyler konuşacaktı. Bunla­
rı yemeğin sonuna doğru söyledi.
Müdür yerinden sıçradı:
— Em niyet m üdürlüğündeki adam lardan biri­
midir diyorsunuz? diye bağırdı. F akat b u imkânsız
b ir şeydir Mister Yale.
Hafiye başını salladı:
— Haklısınız, dedi. Ben de imkânsız görmek is^
terdim amma, hâdiseler bize bunu ispat eder gibi
görünmüyor mu? Kızıl Çemberi yakalamak için al­
dığımız bütün tertib at aksine çıkıyor. Silby’nin
208
hücresine kim girebilirdi? Tabiatile emniyet m üdür­
lüğünden olması lâzım gelen birisi. Şimdi de Froyant
meselesini düşünelim. Birçok polis m em urları evi
bekledikleri halde katil kimseye görünmeden nasıl
girip çıktı?
Polis m üdürü biraz daha sakinleşmiş bir halde
cevap verdi:
— Açık konuşalım Mister Yale, yoksa P a rr’dan
m ı şüphe ediyorsunuz?
Yale gülümsedi:
— Yok canım, dedi. Bu adamda hiç te katil hali
yok. Fakat bu işi dikkatle tetkik edecek olursanız.
Sözünün burasında, sesini iyiae alçalttı. Yavaş
bir sesle devam etti:
— Kızıl Çem berin h er işinde daima her şeyi ev­
velden haber almış olduğunu görürsünüz.
— P a rr’ mı?
— Bu kadar ileriye gitmek istemiyorum. Belki
de em niyet ettiği m em urlarından birisinin kurbam
oluyordur. Emin olunuz ki, bay müdür, şüpheleri­
min hakikat olduğunu görsem, bu siz bile olsanız,
söylemekte hiç tereddüt etmem.
Müdür:
— Her ne olursa olsun, dedi. Şu Kızıl Çember
bize hayatımızı zindan edeceğe benziyor. İleride
oturan ve hep size bakan kız kimdir?
— Bu küçüğün ismi Thalia Drummond’dur. Be­
raber yemek yediği de zannedersem başvekil mua­
vini Rafael Willings,dir.
Emniyet müdürü:
— Thalia Drummond’mu? dedi. Hani şu hırsız-
F : 14 209
lıktan dolayı tevkif edilen kız değil mi? Kâtipliğini
yaptığı F royant’m b ir şeyini çalmıştı.
— Tam am efendim. O benim için muammanın
canlı bir timsalidir. Bilhassa ondaki en akla sığmaz
şey de soğukkanlılığıdır. H attâ bu saatte, yazıha­
nemde oturup gelen m ektuplarım a cevap vermesi
lâzımdı.
Em niyet m üdürü h ay ret etm ekle bferabjer gü­
lümsedi:
— M emurunuz m udur? diye sordu. Gözlerine
bakılacak olursa pek öyle h er şeyden yılara benze­
miyor. Acaba nasıl olm uşta M ister Willings ile an­
laşmış ve onu elde etmiş.
Yale cevap vermedi. Daha m üdürün masasından
kalkm am ıştı ki, kızın kalktığım ve yanındaki adam­
la gittiğini gördü.
Kızın kapıdan çıkabilmek için hafiyenin masası­
nın yanından geçmesi lâzım gelmişti ve geeçrken de
gülüm seyerek ve bir baş işareti yaparak Yale’i se­
lâmlamış, hafiye de onu gözlerile takip etmişti.
Yale m üdüre:
— Bu hareketine n e dersiniz? diye sordu.
— B u akşam h er halde sizden iyi b ir tekdir işi­
tecektir.
Yale bunu yapm anın tahm in etmiyeceği kadar
zor olduğunu anladı.
Thalia yazıhaneye hafiyeden pek az evvel gel­
miş, şapkasını çıkartıyordu.
Yale:
— Bir dakikanızı rica edeceğim Matmazel
Drummond, dedi. Size söyliyeceklerim var. Bugün
210
yazıhaneden çıkmamanızı bilhassa rica ettiğim hal­
de neden çıktınız?
Thalia masumane b ir gülüşle:
— Mister Willings beraber yem ek yememizi
rica etti, dedi. O b ir nazır olduğu için bu davetini
kabul etmemi hoş göreceğinizi zannettim.
— M ister Willings ile nerede tanıştınız?
Thalia hafiyeyi tepeden tırn ağ a kadar süzdü:
— Erkeklerle tanışm anın m uhtelif şekilleri var­
dır, dedi. Ya gazetelere evlenme ilânları verilir, ya­
h u t parklarda tesadüf edilir, y ah u t d a onlara takdim
edilmiş olunulur ki, ben de M ister Willings’e takdim
edilmiştim.
— Ne vakit?
— Bu gece sabaha karşı saat ikide Merros Club’
da. Oraya bazan dansetm eğe giderim. Gençliğimin
m azur göstereceği b ir eğlence.
Yale cebinden b ir m iktar para çıkardı. Masanın
üstüne koydu. Ve:
— İşte peşin olarak bir haftalığınız, dedi. Bu
akşamdan itibaren sizin hizmetinize ihtiyacım kal­
mamıştır.
Kız gözlerini kaldırdı.
— Beni kovuyorsunuz galiba? dedi.
Yale, kendini tutam adı. Gülmeğe başladı:
— Hiç ıslah olmıyacaksınız Mis Drummond, de­
d i Birçok şeylerinize ses çıkarmadım. Paralarım da­
ki bazı eksikliklere aldırmadım. F ak at benim mü­
saadem olmadan yazıhanem den ayrılm anıza razı ola­
mam.
Thalia paraları alıp saydı:
211
— Tamam, dedi.
— Ahlâkızımn düzelmesi için bir tek çare vardır.
Yale bunları, kelim eleri bulm akta güçlük çeki­
yormuş gibi teker teker söylüyordu.
— Acaba nedir? Söylemenizi rica ederim.
— Bir koca bulmak.
Thalia yazı masasının kenarına oturdu. Gülmeğe
başladı:
— Ne garipsiniz? dedi. Sizin büyük bir ahlâkçı
olduğunuzu ancak şimdi anlıyorum.
Sustu, sonra gayet ciddî bir sesle devam etti:
— İtiraf ediniz ki, benim üstüm de bir tecrübe
yapmağa kalktınız. Ve bundan sonra da nazarınızda
şu mürekkep şişesinden farklı bir kıymetim yoktur.
— Muhakkak. Hem size âşık değilim.
— Çok güzel. Ben de gidiyorum. Sizin gibi bir
adamı tanım am im kânını ve şerefini verdiğiniz için
teşekkür ederim.
Hafiye, daha fazlasını dinlemedi ve odasına çe­
kildi:
Böyle birdenbire işinden çıkarılması kızı düşün­
dürmüştü. iki ihtim al vardı. Ya Yale ondan şüphe-
ediyordu, yahut da ne yapacağını anlamak için ze­
min hazırlıyordu. Birinci ihtim al daha fena idi.
Birden, Yale’in Mildred Street’deki Johnsona gi­
den m ektuplara karşı gösterdiği alâkayı hatırladı.
Kızıl Çemberle m ektuplaşm akta olmasından daha
mühim şeyler mi biliyordu?
A partım anına dönünce, h er zamanki gibi bir
mektup buldu. Odasına girip zarfı açtı.
cSöylediklerimi güzel yaptınız. Willings’e takdim
212
edilmeniz çok ustaca oldu. Bu adamı çok iyi tanı­
manızı ve neye karşı düşkün olduğunu öğrenmenizi
isterim. N azırlara karşı olan hareketim hakkındaki
düşüncelerini ve nazırların bana karşı ne şekilde
hareket edeceklerini de öğrenmeğe çalışınız. Bugün
onunla yemek yerken giymiş olduğunuz elbise hiç
de iyi değildi. Tuvaletleriniz için m asraftan hiç ka­
çınmayınız. D errick Yale bugün sizi işinizden çı­
kardı diye katiyen üzülmeyiniz. Çünkü yazıhanesin­
de bulunmanızın artık onca bir faydası kalmamıştı.
Bu akşam yine Willings ile yem ek yeyiniz. Kadın­
lara karşı çok düşkündür, güzel kadına mukavemet
edemez. Kendinizi evine davet ettirtm eğe uğraşınız.
İftihar ettiği bir silâh kolleksiyonu vardır. Bunu gör­
mek istediğinizden bahsediniz. Bu suretle evinin iç
vaziyetini öğrenebilirsiniz.»
Tekrar zarfın içine baktı ve iki tane yüzer liralık
buldu. Bunları çantasına koydu. Çehresi çok düşün­
celi bir hal almıştı.

213
XXXVI

KIZIL ÇEMBERLERİN TOPLANTISI

Mister Raphael Willings istikbali parlak bir


siyaset adamı değildi. K ırk yaşından genç nazır ol­
duğu halde fazla tanınmam ıştı. Onda iyi söz söyleme
kabiliyeti vardı amma söz söylerken öyle yapmacık
hareketler yapıyordu ki, bu hali dinleyicileri üzerin­
de fena tesirler bırakıyordu.
Arkadaşları arasında da itibarı yoktu. Yalnız
bazı parlamento âzalarının birer koyun gibi peşinden
gittiğinden çekiniyorlardı. H attâ b ir defa büyük bir
rezaletten güçlükle yakasını kurtarabilm işti. Devam
ettiği kulüp, iki defa polisin baskınına uğramış bir
,yerdi. Bütün bunlardan başka b ir de bir kadın ma­
cerası geçirmişti, hem de bu kadın bir arkadaş kansı
idi. Willings tarafını tu tan birkaç gazete bu faciaya
kurban olan kocaya o kad ar hücum etmişlerdi ki,
zavallı nihayet silinip kaybolmıya mahkûm olmuştu.
214
WiUings güzel görünüşlü, yakışıklı bir adam de­
ğildi. Başı çıplaktı. T oplantılarda hiç sevilmezdi.
Thalia’ya takdim edilmesi meselesinde çok us­
taca hareket ettiğini zannediyordu. Eğer, kızın aynı
sabah Kızıl Çember tarafından böyle bir emir aldı­
ğını ve bununla harek et ettiğini bilseydi herhalde
pek şaşırırdı. Bu Kızıl Çember, adamlarını cemiyetin
her sınıfından seçiyordu. Cemiyetin yüzlerce adamı
içinde veznedarlar, bir şim endifer kumpanyasının
ikinci müdürü, bir doktor, üç otel m üdürü vardı.
Bunların hepsi iyi p ara alıyorlardı. Yapacakları iş
de çok değildi. Birkaç defa, bu sefer olduğu gibi,
birbirlerine bazı adam lar tanıştırm ak vazifesini al­
mışlardı. Her iş talebinde de em irler aynı şekilde
gelirdi.
En müşkül anlarında veya felâketli günlerinde
herhanki bir yere çağırılan, bilhassa para müşkül­
leri halledilen, kendilerinden gayet kolay işler is­
tenilen bu adamlar, her zaman aldıkları yüksek pa­
ra la n düşünerek, vadedilen on bin liralık ikram iye
için reislerini ele vermek istememişlerdi. Esasen bunu
isteselerdi bile bu ikram iyeyi alamazlardı. Çünkü
reislerinin kim olduğunu bilmiyorlardı. İçlerinden
bazı korkaklar, hemen polise koşarak bildiklerini
söylemek istediler. Fakat Kızıl Çemberin yam an bir
haber alma teşkilâtı vardı. Meselâ, ilk defa olmak
üzere bütün adam larını bir yere çağırdığı ve hepsi­
ne de birbirlerini tanıtm am alarını tem in için ne şe­
kilde kıyafet değiştireceklerini bildirdiği zaman şüp­
helileri çağırmamıştı.
Londranın içinde birçok eski kiliseler yardır. Fa-
215
kat hiç birisi Saint - Agnes kadar eski değildir. Et­
rafındaki kendinden yüksek binalar sayesinde büyük
yangından kurtulan bu kilise, parmakla sayılacak
kadar az adamın geldiği b ir yerdi. Buna rağmen bir
vaiz her pazar orada vâz ediyor, bina da temiz tutu­
luyordu. Kilisenin evvelce çok büyük ve güzel bir
mezarlığı olduğu halde, asrı şehirlerin hiç bir şeyi
dinlemez genişlemeleri mezarlığı yoketmişti.
Kilisenin kapısı eski mahallenin dar sokakların­
dan birine çıkan bir geçide açılıyordu. Yoldan ge­
lenler bu geçide hem en geçiverdiklerinden, bunların
gölgeleri, büyük binanın geceden daha karanlık ka­
pısında hemen kayboluyor, eriyiveriyor zannını ve­
rirdi.
İşte Kızıl Çemberin ilk ve son genel toplantı­
sını yaptığı yer bu Saint - Agnes kilisesi idi.
Toplantının hazırlığı fevkalâde bir tarzda olmuş­
tu. Kızıl Çemberlerden her biri kendine mahsus bir
emir almıştı. Bunda, toplantı yerine gireceği dakika
bile bildirilmişti. Bu öyle hesaplanm ıştı ki, iki
kişi bir arada girmiş olmıyacaktı.
Thalia’da kendisine bildirilen saatte kapının
önünde bulundu ve kapı açılarak içeriye alındı.
İçerde hiç ışık yoktu. Yalnız dışardan gelen hafif bir
ışık camlardan sızıyordu.
Bir ses fısıldadı:
— Dosdoğru yürüyünüz. Sağdaki ikinci sıranm
başına oturunuz.
Kilisede daha başkaları da vardı. H er sırada otu­
ran iki gölge sessiz hayaletlere benziyordu. Gelenle­
ri karşılam ak ve oturtm ak için kapıda duran adam
216
kürsüye çıkıp da söz söylemeğe başlayınca, gelenler
bunun reisleri Kızıl Çember olduğunu anladılar.
Sesi boğuk ve az geliyordu. Thalia derhal, ilk
karşılaştığı günkü gibi, yine onun yüzünde bir mas­
ke olduğunu tahmin etti. Kızıl Çember.
— Arkadaşlar, dedi. Cemiyetimizin faaliyet gös­
termesi zamanı gelmiştir. Hepiniz, hükümete yaptı­
ğım teklifi gazetelerde okumuşsunuzdur. Alınacak
paranın yüzde yirmisini size dağıtacağım için bunun
olabilmesinde hepinizin m enfaati vardır. Şimdi, bek­
lenmedik bir baskına uğram am ızdan korkusu olan­
lar varsa onlara en yakın polis devriyesinin bir sa­
atten evvel gelemiyeceğini ve sesimin kilisenin dışın­
dan işitilemiyeceğini tem in ederim.
Bir saniye sustu. Söze başladığı zaman sesi daha
sertti.
— Kalplerinde şüphesi olanlar buradaki toplan­
tımızın çok tehlikeli olduğunu zannederler. Onlara,
her türlü tedbiri aldığımı ve bu gece rahatsız edil­
mememizi temin ettiğimi söyliyebilirim.
Baylar bayanlar, Kızıl Çemberin tehlikede oldu­
ğunu sizden saklamıyacağım. İki defa, hiç tahm in
etmediğim iki kişi benim kim olduğumu keşfettiler
ve az kalsın polise haber veriyorlardı. Büyük polis
Yale benim izimde olduğu gibi em niyet m üfettişi
P a rr’da pek yabana atılacak bir düşmanım değildir.
İşte bu anda, her birinizden büyük fedakârlıklar bek­
liyorum. Yarin her biriniz tam am ve tafsilâtlı em ir
alacaksınız. Hepiniz de benim gibi aynı tehlikede ol­
duğunuzu ve muvaffak olduğumuz takdirde büyük
m ükâfatlar alacağınızı unutm ayınız. Şimdi her biriniz
217
teker teker, otuzar saniye aralıklarla çıkınız. Evvelâ
sağdaki ilk sıradakiler, sonra soldaki ilk sıradakiler
olmak üzere gideceksiniz. Haydi buyurunuz.
Gölgeler, yavaş yavaş ve verilen emre göre ha­
reket ederek kayboldular.
Bu sözleri söyliyen adam kilisenin tamamile bo­
şalmasını bekledi. Sonra kendisi de çıktı. Sokağa
varınca taksi beklemeğe başladı.
Thalia Drummond çok evvel çıkmıştı. Bindiği
taksi onu şehrin öteki ucuna götürürken üstündeki
kürk mantoyu, siyah şapkasile yüzündeki tülü çı­
karınca üzerinde fevkalâde şık ve zarif bir balo tu­
valeti göründü.
Birkaç dakika sonra güzelliğinin göz kam aştırt-
tığı Meros kulübe giriyordu. Güzelliği, orada bulu­
nan Jak Beardmore’un arkadaşlarının da nazarları­
nı üstüne çekmişti. Jack’ın arkadaşlarından birisi:
— Buı da kim AUahaşkma, diye sordu.
Bir diğeri cevap verdi:
— Bilmem., yalnız onu karşılıyan nazırlardan
Raphael Willings,dir.
Öte taraftan, Thalia’da, Jack’ı görmüştü. İçini
bir heyecan kaplamıştı.
Mister W illings,in söylediği şeyleri yarım yama­
lak dinliyordu. F akat söylediği bir söz üzerine ken­
dini topladı, alâka göstermeğe başladı ve:
— Eski silâhlar mı, dediniz? dedi. Sizin bunlar­
dan mükemmel bir kolleksiyonunuz olduğunu söy­
lüyordu.
Mister Willings:
— Bunlar sizin hoşunuza gider mi? diye sordu.
218
— Evet... Biraz... Yani... Severim bunları...
— O halde size bunları gösterebilmem için bir
kere evime çay içmeğe gelmenizi diliyebilir miyim?
Bir kadının böyle şeylere alâka gösterm esi hakikaten
pek az tesadüf edilir bir şeydir Meselâ yarın gelmek
ister misiniz?
Thalia acele ile:
— Yarın değil amma öbürgün, dedi. H attâ belki
de daha öbürgün.
O sırada Thalia, Jack’m kendisine bir kere ol­
sun bakmadan gittiğini gördü.
Genç kız bir acı duydu. O nunla konuşmayı ne
kadar isterdi. H attâ onun, bana meydan vermek ve
masasının yanından geçmek için bir bahane bulaca­
ğını zannetmişti.
Mister Willings onu otomobili ile evine görürmek
için ısrar etti. Kız ondan ayrılırken büyük bir nefes
aldı.
Oturduğu yer büyük bir bina idi. Bina biraz
içerlek olduğundan yoldan b ir avlu ile ayrılıyordu.
Thalia nazırın elinden kurtulup ta evine girebilmek
için bu beş altı m etrelik avluyu geçerken kapının
yan tarafında bir adamın durduğunu gördü. Wil-
lings’in otomobilinin gitmesini bekledi, sonra bu
adama doğru cesaretle yürüdü. Bu adam onunla ya­
vaşça bir şeyler konuştu, o da yine yavaş sesle ce­
vap verdi ve ellerini sıkm adan ayrıldılar. Kız binaya
girdi, adam da sokağa çıktı.
Bu adam hiç bir hareketi ile belli etmediği hal­
de takip edildiğini biliyordu. Kızın gelmesini uzun
2-9
zaman beklemiş, yolun karşı tarafındaki dükkânın
gölgesindeki adamı görmüştü.
Buna rağmen hiç aldırm adan yoluna devam etti.
A rkasından birisinin geldiğini, arasıra da yüzünü
görm ek için önüne geçtiğini anlıyordu. Daha az ay­
dınlık olan bir başka yola saptı, adımlarını yavaş­
lattı. îşte burada, bir fenerin ışığı altında iken arka­
dan gelen adam hemen önüne geçti, tekrar yüzünü
görmeğe çalıştı. Adam, yüzünü görmek için kendisi­
ni takip eden adamın yüzüne iki yum ruğunu birden
indirdi. Adam yere düştü ve aynı anda da karanlık­
tan çıkan üç adam onun üstüne atıldılar.
Yediği yum rukla bayılan adam, ayıldığı zaman
takip ettiği adamın yüzünü iyice gördü.
— Vay canına siz misiniz? diye bağırdı.
Ötekisi gülümsedi:
— Beni tanıdınız amma, dedi. Ne yazık ki, bun­
dan hiç bir istifadeniz olmıyacak.

220
XXX V II

«EĞER YAŞIYACAK OLURSANIZ, YARIN


SİZİ TEKRAR GÖRECEĞİM»

O akşam, Jack Beardmore büyük bir ümitsizlik


içinde evine dönmüştü. Ondan nefret etmesini icap
ettirecek bütün sebeplere rağmen, aşkım bir tü rlü
unutamıyordu. Elleri cebinde çalışma odasında bir
aşağı bir yukarı dolaşıyordu. Kendisine verdiği bu
acıdan dolayı imkânını bulsa onu acımadan hırpalı-
yacaktı. Masasına oturdu, başını ellerinin arasına
aldı, düşünmeğe başladı.
Bir müddet sonra, hiddetle ayağa kalktı, kasası­
na yürüdü. Bir yığın kâğıt çıkanp m asanın üstüne
attı.
Babasının, M arl’e ait kâğıtların arasına koymuş
olduğu m ühürlü zarf da bunların içinde idi. Jack,
çıldırasıya sevdiği Thalia’nm isteği üzerine şimdiye
kadar bu zarfı açmamıştı. F ak at bu ümitsizlik anın-
221
da, bu zarfı açmak ve onun isteğinin aksine hareket
etm ek için şiddetli bir arzu duyuyordu.
Acaba Thalia onun bu zarfı açmamasını hangi bü­
yük b ir korku ve sebeple istemişti. Birden Marl’in
öldüğü gece Thalia’nın onunla yem ek yediğini h atır­
ladı. K âğıtları aldı, yatak odasına götürdü. O kadar
yorgundu ki, m erakı dağıldı ve «İdamın fotoğrafı»
zarfını açmadı.
Gece gözlerini bir dakika olsun kapatamıyacağını
zannediyordu. Fakat gençliğin bilinmedik kaynakla­
rı vardır. Başını yastığa koyar koymaz uykuya dal­
dı. Rüyasında Thalia Drttmmond’u gördü. Kız, P a rr’a
benziyen bir ejderha ile uğraşıyordu. Sonra korkunç
şekillere giren M arl’i gördü. Rüya buya? Marl gûya
M ister P a rr’m annesi olan ihtiyar bir kadın şekline
girmişti.
Jack’ı, tuvalet masasının üstündeki aynaya vu­
ran b ir ışık uyandırdı. Yatağında doğrulduğu zaman
ışık kaybolmuştu. Ne olmuştu? Sanki sokakta b ir­
denbire bir aydınlık olm uşa benziyen bu ışığı gör­
düğü m uhakkaktı.
Yüksek sesle:
— Kim var orada? diye bağırdı.
Yatağının başucundaki lâm bayı yakm ak istedi,
fakat bulamadı. Kaldırılm ıştı. Hemen yatağından
fırladı.
Kapı tarafından hafif bir p ıtırtı duydu ve koştu.
Kaçıp kurtulm ak istiyen ve çırpınan birisini yaka­
ladı. Fakat birden bu tu ttu ğ u şeyi bıraktı. Bunun
bir kadm olduğunu anlamıştı. İçinden gelen bir his
de bunun Thalia olduğunu söylüyordu.
222
Elini uzatıp elektrik düğmesini aradı ve birden
odayı kuvvetli b ir aydınlık kapladı.
H akikaten bu Thalia idi. Kız bir ölü gibi bembe­
yazdı. Elinde, arkasına saklamak istediği bir şey
vardı. K abahatini örtm ek için dudaklarındaki acı bir
gülümseyiş ile bakıyordu. Jack:
— Thalia, diye kekeledi.
Thalia odasına neden gelmişti acaba?
Genç adam:
— Ne için buraya geldiniz ve ne saklıyorsunuz?
diye bağırdı.
Kız âdeta hiddetli bir sesle:
— Bu kâğıtları neden odanıza getirdiniz? diye
sordu. Eğer kasada bırakm ış olsaydınız... Ohhh.. Ne­
den kasada bırakm adınız?
— Kızın elinde tuttu ğ u şeyin m ühürlü zarf ol­
duğunu gördü.
Jack:
— Fakat Thalia, hiçbir şey anlamıyorum, diye
kekeledi. Neden bana söylemediniz?
—ı Sizden bu resm e bakmamanızı istemiştim.
Onu buraya getireceğinizi de hiç tahmin etmemiştim.
Bu gece sizden bu zarfı almıya gelmişlerdi.
Kız titriyordu. Nerede ise hüngür hüngür ağla-
mıya başlıyacaktı.
Jack:
— Buraya m ı gelmişlerdi? Kimler gelmişlerdi?
diye sordu.
— Kızıl Çember. Bu zarfın sizde olduğunu, bili­
yorlardı. Çalışma odanıza girdiler. Ben de orada
saklanmıştım. B ütün kalbim le bu zarfı bulm alarını
223
istiyordum. Fakat şimdi, sizin bu fotoğrafı gördüğü­
nüzü zannediyorlar. Neden bunu yaptınız., neden
yaptınız Allahaşkma.
Jack, yatak kıyafetini örtm ek için üstüne bir şey
giydi:
— Bütün bu söyledikleriniz benim için birer
muamma, dedi. Hiç bir şey anlamıyorum. Anladığım
tek bir şey varsa o da bu gece evime hırsızların gir­
diğidir. Benimle geliniz.
Beraberce çalışma odasına indiler. Kız doğru
söylemişti. Kasanın' kapağı arkasına kadar dayalı
duruyordu. İçindekiler hep yere atılmıştı. Yazı m a­
sasının gözleri de darmadağınık idi. H er yer acele
ile aranmış ve dağıtılmıştı. Kâğıt sepeti bile yere
devrilmişti.
Jack:
— Hiç bir şey anlamıyorum, diye söylenirken
pencerenin perdelerini kapattı.
Thalia:
— Size anlatırdım amma, dedi. Hepsini anlıya-
mıyacağmızdan korkarım . Şimdi benim dediğimi ya­
pınız ve bir kalem kâğıt alınız:
Jack, yine h ayret içinde:
— Ne yazacağım Allahaşkm a, diye sordu.
— M ister P a rr’a mektup. Başlayınız.
«Sayın M ister P arr.
İşte size babam dan kalan ve açılmamış bir foto­
ğraf zarfı. Ben bu zarfı açmadım amma belki de size
bir faydası olur diye gönderiyorum».
Jack hiç bir şey sormadan m ektubun altını im-
224
zaladı. Kız kâğıtla içinde resim bulunan zarfı aldı ve
ikisini de büyük b ir zarfa koyarak: ı
— Şimdi de adresini yazınız? dedi. En üstüne ve
sola: Gönderen Jack Beardmore deyiniz. Tamam.
Altına da içinde fotoğraf vardır katlam ayınız diye
yazınız.
Bu iş de bitince zarfı aldı, kapıya doğru, yürüdü
ve çıkarken:
— Eğer yaşıyacak olursanız sizi yarın yine görü­
rüm, dedi.
Jack, kahkahalarla gülmek istiyordu amma, kı­
zın yüzünde, gözlerinde, titriyen dudaklarında öyle
bir şey vardı ki, iliklerine kadar üşüdü.

225
XXXVIII

THALİA’NIN TEVKİFİ

N azırlar toplantısının üstünden bir hafta geçmiş­


ti. Hükümet, gayet açık bir tarzda Kızıl Çemberin
isteğini reddetmişti.
O gün öğleden sonra Mister Raphael Willings bir
misafir kabulüne hazırlanıyordu. Onslew Gardens’
deki evi m eşhurdu. Burada çok eski silâhların bir
kolleksiyonu vardı.
M ister Willings bunlara bakarak gülümsiyordu.
Aldığı bir ihbar m ektubunda ona Thalia’nm biblo­
larla antika şeyleri çok fazla sevdiğinden bahsetmiş­
lerdi. Fakat bu m ektup onu hiç heyecana düşürme­
mişti. Thalia’m n hoşuna giden bir altın mücevheri
yahut da antika bir kitabı götürmesinde ne zarar
vardı.
Genç kız gelince bir ecnebi uşak tarafından kar­
şılandı. Thalia nazırın yalnız İtalyan uşaklar kullan­
dığını hatırladı. Kendisini aldıkları odayı gözden
226
geçirmeğe başladı. Burası geniş cemekânları içinde
güzel antikalar saklıyan büyük b ir salondu. Thalia,
Willings’le başbaşa çay içeceklerini sandığı bu k a­
bul karşısında hayrete düştü. Biraz sonra salona ge­
len Willings onu hararetle karşıladı Melodram ar­
tistleri gibi:
— Yiyelim ve içelim, çünkü yarın öleceğiz. Ye­
ni havadislerden haberiniz var mı? diye sordu.
— Hayır!
— Kızıl Çemberin ilk kurbanı ben imişim. Bu
korkunç teşkilâttan bahsedildiğini elbette duymuş­
sunuzdur. Ötekilere gözdağı verm ek için benim se­
çilmiş olmamdan bir şeref duyuyorum.
Kız, onun böyle bir anda bu kadar sakin ve ne­
şeli oluşuna hayret etti. Nazır sözlerine devamla:
— H attâ haber verildiğine göre cinayet yeri burası
imiş, dedi. Ve bu gün öğleden sonra olacakmış. Ba­
na büyük bir lütuf ta bulunm ak ister misiniz?
Kapıya vuruldu. İçeriye giren bir uşak İtalyanca
bir şeyler söyledi. M ister Willings başını salladı. K ı­
za dönüp:
— Otomobilim kapının önünde, dedi. Küçük kız
evimde çayımızı içmemizi kabul eder misiniz? Yarım
saatta orada olabiliriz.
Thalia programın değişeceğini tahm in etmemişti.
— Eviniz nerede? diye sordu.
— Barnet ile Hatfield arasında. H ertfordshire’i bi­
liyor musunuz? Şirin bir yerdir.
— Burada kalmayı tercih ederim.
— Bunda Kızıl Çemberin tehdidinin tesiri oldu­
ğunu tahmin etmiyor musunuz? Sizinle başbaşa ol-
227
duktan sonra bu ev benim için bir cennettir. Fakat
polis burada kam am am ı istedi. Onlara bu gün bir
misafirim olacağım söyledim. Sayfiyenize götürünüz
dediler. Ne yazık ki, serbest bir adam değilim, siz­
den binlerce defa affımı diler, hem de beraberce ge­
çireceğimiz bu sakin ve tatlı saatlerden m ahrum et­
memenizi rica ederim. Lâzım gelen hazırlığı yap­
m aları için iki uşak gönderdim. Aym zamanda size
Londranın en güzel bir k ır evini göstereceğim.
Kız kabul etti. Nazır şapkasını ve paltosunu al­
mağa gitti. Thalia da oradaki antikalara bakmağa
başladı. M ister Willings odaya döndüğü zaman genç
kız bu şark hançerleri kolleksiyonunun önünde idi.
Nazır:
— Ne güzel şeyler, değil mi, dedi. Bu silâhlar
hakkında size izahat verecek vaktin olmayışı ne
fena.
Willings’in birdenbire sesi değişti:
— Ayyy.. Âsur hançeri yok, diye bağırdı.
H akikaten kolleksiyonda bir hançerin yeri boş­
tu. Her silâhın yanında b ir etiket olduğundan bu boş
yerden b ir hançerin kaybolmuş) olduğu belli olu­
yordu.
Thalia:
— Ben de bunun farkına varmıştım, dedi.
— M ister Willings kaşlarım çattı:
— Belki de bir uşak çıkartm ıştır, dedi. Halbuki
kimsenin el sürmemesini tem bih etmiştim. Neyse,
bunu, dönüşte öğreniriz. Acele gidelim.
Kızı, kapının önünde bekliyen lüks otomobile
götürdü.
228
F akat nazır, hâdiseyi unutm uşa benzemiyordu.
B arnet’ten geçerlerken:
— Bu hançerin dün yerinde olduğunu iyice ha­
tırlıyorum , dedi. Çünkü Sir Thomas Summers’e gös­
termiştim. Ş arka ait çelik işlerine bayılır. Hizmet­
çilere gelince, onlar da benim silâhlarıma hiç do­
kunmazlar. Şu büyük polis m üfettişinden başka hiç
bir yabancı da dündenberi bu odaya girmedi. Mu­
hakkak ki bunda, şimdilik halledemiyeceğimiz bir
sır var.
Bundan sonra, bütün yol boyunca bundan hiç
bahsetmedi. G ayet nazik ve neşeli davranıyordu.
Güzel kızı eğlendirm ekten başka bir isteği yok gibi
idi. Hatfield yolunun üstünde ve ana caddeden üç mil
uzaktaki kır evini m ethederken mübalâğa etmemişti.
Kızı, boyalı tahtalarla süslenmiş bir holden içe­
riye soktu:
— İşte geldik, dedi.
Çay içecekleri yer çok güzel hazırlanmıştı. Çay
hazırdı, fakat Thalia ortalıkta uşak göremedi.
Willings başka bir tavır ve başka bir sesle:
— Çok şükür artık yalnızız, dedi.
Thalia mühim anların geldiğini hissetti. Fakat
bardağına çay koyarken elleri titrem iyordu. Çayları
doldurmuş ve nazıra şeker kabını uzatmıştı ki, onun
uzandığını, kendisini kucaklıyarak kollarına aldığını
hissetti.
Kız kendini m üdafaa etmedi. Yalnız gözlerini
onun gözlerine dikti:
— Size söyliyeceklerim var, dedi.
229
Willings onu kollarında daha fazla sıkmıya ve
kucaklamıya çalışırken:
— Ne isterseniz söyleyiniz, diye cevap verdi.
Bunun üzerine kız, m ektepte öğrendiği Japon
güreşi usulile onun kollarından kurtulm ıya çalıştı.
Fakat nazır da bunu biliyor, her hareketinde, karşı
hareketle mâni oluyordu. H attâ onu sürüklemeğe
benzer bir zorlukla küçük bir odaya doğru götür­
meğe başladı. Kız ümitsizce, fakat sessizce karşı
koymağa uğraşıyordu. İki defa söylemek istedi, iki
seferinde de susmak zorunda kaldı. Her şeye rağmen
bu küçük odanın kapısındaki perdeye doğru yakla­
şıyorlardı. Daha yakma... Biraz daha yakma...
Evin öte başındaki m utfakta bulunan iki İtalyan
uşak birden acı bir bağırış duydular. Korkuyla bir­
birlerine baktılar. Sesin geldiği tarafa koştular. Çay
sofrasını hazırladıkları odaya girince efendilerini
küçük odanın perdesi önünde, sırtında sapma kadar
saplanmış bir  sur bıçağı ile yerde yatıyor buldu­
lar. Genç kız da yanında ve ayakta durmuş, bayıla­
cak bir halde ona bakıyordu.
U şaklardan birisi bıçağı çıkarttı. Nazırı bir ka­
nepeye kaldırdı. Ötekisi de telefona koştu. Nazırın
yanındaki uşak bir yandan yaradan akan kanı din­
dirmeğe çalışırken bir yandan da Thalia’ya bir şeyler
söylüyor, o da başını sallıyarak İtalyanca bilmedi­
ğini anlatm ıya uğraşıyordu.
Thalia sanki bir rüyadaym ış gibi yavaş yavaş
yürüyerek odadan çıktı ve kendini bahçede buldu.
İki uşak ta onu alıkoymayı akıl etmemişlerdi. Kız,
şoförün kapının önünde bıraktığı otomobili gördü.
230
Etrafına bakındı. G örünürde kim seler yoktu. A rtık
soğukkanlılığını elde etmişti. Hemen otomobile at­
ladı, hareket ettirdi. Birden önüne bahçenin parm ak­
lığı çıktı. G elirken şoförün inip parm aklık kapışım
açtığım hatırladı. Şimdi kapı kapanm ıştı. Kaybedi­
lecek vakit yoktu. Hemen geri vitesine yapıştı. Oto­
mobili birkaç m etre geriletti, sonra bütün süratüe
parm aklığa çarptı. E trafına cam kırıkları saçıldı.
Kırılan cam ların şangırtısı, demirlerin, tenekelerin
sesleri duyuldu. F akat otomobil de parm aklığı geç­
mişti. Birkaç saniye sonra cam ları kırılan fenerleri ve
şurası burası ezilmiş olan otomobil, son süratle Lon-
draya doğru, gidiyordu.
Evine geldiği zaman, asansördeki çocuk genç kı­
zın haline şaştı ve:
— Hastamısımz Mis? diye sordu.
Kız güçlükle kafasını salladı. Dairesine girince
doğru telefona koştu. Konuştuğu adama, hıçkırık­
larla kesilen bir şeyler anlattı. H attâ-sözlerinin ni­
hayetini getiremedi.
— Yetişir artık yetişir artık bunlar, diye bağır­
dı. Yapamıyacağım artık, istemiyorum... Bu çok kor­
kunçtu... İstemiyorum., istemiyorum.
Telefonu kapatınca etrafına korkulu bakışlarla
baktı. Kendi kendine hâkim olamazsa bayılacağını
hissediyordu. Bayılmadı amma aradan saatler geç­
tiği halde hâlâ sinirleri sükûnet bulm amıştı. Bere­
ket akşama doğru kapı çalındığı zam an kendine hâ­
kim bir halde açabildi. Gelen Yale idi. Genç kız:
— Bu ne şeref, dedi.
231
Sonra kapının gerisinde duran bir adamı Yale’e
göstererek:
— Dostunuz m udur? diye sordu.
Yale ciddiyetle:
—>Thalia Drıummond, dedi. Hakkınızda bir tevkif
em ri var.
— Yine mi? Desenize kendimi şu polislerin elin­
den kurtaram ıyacağım . K abahatim ne imiş?
— Nazır Raphael W illings’i öldürm ek istemeniz.
Bu andan itibaren söyliyeceğiniz her şeyin ifadeniz
. olacağını haber vereyim.
Yale’in arkadaşı yaklaştı ve kızı kolundan tuttu.
Thalia geceyi Marylebone polis karakolunda ge­
çirdi.

232
X XXIX

HAPİSHANE HAYATI

Yale kendisini, dikkatle dinliyen emniyet m ü­


fettişine:
— Ne olduğunu daha ben de bilmiyoirum, dedi.
Willings’in evine, tam Thalia ile kır evine hareket et­
tikleri zaman vardım . Uşaklar bunu evvelâ benden
saklamak istediler, fakat çabucak öğrendim. Yalnız
öğrenmek istediğim, hangisinin hangisini bu işe ra ­
zı ettiği idi. Çoktan beridir de ben bu kızın Kızıl
Çetecilerden birisi olduğundan şüphe ediyordum.
Şüphelendim ve m eraka düştüm. Hemen Hatfield
yakınındaki bu kır evine gitmeğe karat1 verdim.
Oraya vardığım zam an da nazırı bütün kamnı kay­
beder bir vaziyette buldum . Kız, W illings’in otomo­
biline binerek kaçmıştı. H attâ çabuk kaçabilmek için
bahçenin parm aklıklarını kırmış. Bu kızın yaman si­
nirleri var.
— Willings nasıl?
233
— A tlatacaktır. Yara derin değil. Yalnız bu ci­
nayetin evveden hazırlandığı muhakkak. Cinayetin
işlenmesinde kullanılan hançer, nazırın kızı bir da­
kika için salonda yalnız bıraktığı zaman silâh kol-
leksiyonunun içinden çalınmış. Yaralı, kızın hançe
ri m antosunun altında saklamış olduğunu zannedi­
yor. Bundan sonrası için bir şey söylemiyor. Hâdise
pek âni olmuş.
'— Cinayet villânın acaba hangi odasında olmuş?
— Willings,in Türk odası dediği ve şark eşyala­
rı ile döşenmiş odaya perdeli bir kapı ile açılan kü­
çük bir salonda. İşte Willings bu perdenin önünde
vurulmuş. Bu odanın pek de iyi m aksatlara şahit
olmuş bir yer olmadığını zannederim.
P arr düşüncelerine o kadar dalmıştı ki, Yale
onun uyuduğunu zannetti, fakat emniyet müfettişi
tamamile uyanıktı. O, Kızıl Çember işine ait yeni bir
hâdisenin yine Yale tarafından aydm lanm akta ol­
duğunu düşünüyordu, fakat kıskanmıyordu. !
Hiç istifini bozmadan bir fikir söyledi. Bu fik­
rin, bu işle hiç alâkası yoğa benziyordu.
— B ütün büyük caniler, dedi. Yaptıkları çok
ufak yanlışlar yüzünden yakalanırlar.
Yale gülümsedi:
— Bu işte bir hata varsa, dedi. O da katilin
Willings,i öldüremediğidir. Bunu yapsa idi pek büyük
bir kayıp da olmıyacaktı ya, neyse? Buna rağmen
ben bu darbenin öldürücü olmadığına memnunum.
— Beni düşündüren bu Willings işi değil de, çok
daha akıllı olmasını beklediğim bir adamın söyle­
diği küçük bir yalandır.
234
P arr bunları söyledikten sonra odadan çıktı ve
Jack Beardm ore’a gitti.
Ahlâkının garip ve dikkate değer neticesi ola­
rak, Thalia’nm tevkif edildiğini ilk defa ona haber
verdi. Onun, Jack’a karşı, genç adamın farkına v ar­
madığı bir muhabbeti vardı. Yale bile bunun mâna­
sını anlıyamıyordu.
Jack bu kara haberi daha evvel almıştı. Bu tev­
kif haberi gazetelerin son baskısında yazılı idi. P arr
onu büyük acılar içinde buldu. Jack:
— Onun iyi avukatları olması lâzım, dedi. Fakat
bunu neden size söylediğimi de bilmiyorum. Çünkü
siz onu himaye ta ra ftarı değilsiniz M ister Parr.
— Tabiî. Amma beni bu kadar insafsız, insani­
yetsiz zannetmeyiniz. Yakaladığım caniye karşı hiç
bir kinim yoktur. Fakat, meselâ adam zehirliyerek
öldüren Truland’da şimdiye kadar bir eşine rastlıya-
mıyacağım kadar kibar b ir insandı. Buna rağmen onu
küreğe mahkûm ettirdim. Ne yapalım mesleğimiz
böyle.
Jack ürperdi:
— Çok rica ederim, Thalia’yı onlarla beraber
anmayınız, diye bağırdı. Onun Kızıl Çemberden biri
olduğunu zannediyor musunuz?
— Birisi gelip te bana, Kızıl Çemberin, Ingiltere
Baş Piskoposu olduğunu ve elinde bunun ispatları
bulunduğunu söylese, onu tevkife tereddüt etmem.
Şu Kızıl Çember işi halledilmeden daha ne garip
şeylerle karşılaşılacağını b ir bilseniz. A raştırm am a,
acaba Kızıl Çember kim olabilir? diye başladım.
Belki siz? Belki Marl? Belki emniyet nazırı? Yahut
235
da Thalia Drummond. Kim bilir? Kimseye emniye­
tim yok.
Genç adam gülümsedi:
— P ek güzel, acaba kendinizi de bu şüpheliler
listesine koydunuz mu? diye sordu.
— Neden koymıyayım. *Annem» diyor ki...
Jack m üfettişin lâfını büyük b ir kahkaha ile
kesti:
— Şu büyük anneniz hakikaten dikkate değer
b ir insan olacak, dedi. Kızıl Çember hakkında bir
kanaati var mı?
— Tabiî...
P arr bunu em niyetle söylemişti, devam etti:
— O, daha ilk cinayette o rtaya bir fikir attı. Da­
ha işin başında bunların zayıf b ir noktalarına par­
mağını koydu. Bu onun yeni yaptığı bir şey değildir.
Bugünkü m evküm i zaten hep ona borçluyum. Son­
ra şu bütün...
M üfettiş birdenbire susmuştu.
Jack onu daha fazla söyletmek istemedi. Za­
ten mesleğinde bu kadar muvaffakıyetsizliklere uğ-
rıyan bu adama acıyordu. Belki de mesleğindeki bu­
günkü mevkiini açık kalpliliği ile elde etmişti. Za­
ten resmî vazifelerde yükselme, biraz da zaman me­
selesi değil miydi? Sırasını bekliyerek, senelerin ver­
diği derce derece yükselm elerle mevkiini yükselt
miyor muydu? Bilhassa, en büyük zekâların, Kızıl
Çemberin korkunç esrarını çözmeğe uğraştıkları
böyle bir zamanda, oturup ta bu şişman adamdan
büyük annesinin böyle esrarlı işler hakkında söyledi­
ği şeyleri dinlemesi garip değil mi idi?
236
Jack nezaketle:
— Bu kadar bahsettiğiniz büyük annenizi gör­
m ek ve tanışm ak için bir gün size gelmem lâzım ge­
lecek, dedi.
P arr:
— Ne yazık ki, sayfiyeye gitti, diye cevap verdi.
Şimdilik yalnızım. Sabahları biir kadın gelip evin
işni görüyor. A kşam ları evde yapyalnızım... ö y le ki,
kendimi kendi evimden dışarıda b ir yerde zannedi­
yorum.
Jack sözü hep başka taraflara çevirmeğe uğra­
şıyordu. Fakat P arr, yine mânâsız ve sıkıcı şeyler
söylemeğe başladı:
— Thalia Drummond y arın son sorguya çekilip
mahkûm edilecek.
— Kefalet verip de mahkemesinin serbest olma­
sını temine imkân yok mu?
— Hayır. Halloway hapishanesine götürülecek.
Fakat bunun ona bir zararı olmaz. Bu hapishane,
memleketin en iyi hapishanesidir. Belki de Mis, bir
müddet istirahat etm ekten hoşlanacaktır.
— Nasıl oluyor da onu Yale tevkif ediyor? Zan­
nedersem bu sizin vazifenizdi.
P arr:
— Onu ben m em ur ettim , dedi. Yale artık res­
men hüküm et m em urudur. M ister Willings işinde ilk
tahkikatı yapan o olduğu için, işin sonunu getirm e­
ğe de onu m em ur ettim.
Emniyet m üfettişinin dediği gibi, Thalia son sor­
guya çekildi M ister Willings gelebilecek bir halde
olmadığından aynı gün başvekile istifasını gönder-
237
iniş ve istifası kabul edilm işti Başvekil Willings,i
seviyordu amma hâdiseler onuı buna mecbur etmişti.
Hâdisenin şekli zaten nazırı siyaset arkadaşları ya­
nında çok küçük düşürm üştü. Onun başına gelen işe
herkes isyan ediyordu. Evine, pek az tanıdığı bir
genç kızı davet etmiş, ona zorla sahip olmak istemiş,
uğraşma sırasında da sırtına bir bıçak saplanmıştı.
Bir insan bundan daha kötü b ir vaziyete düşemezdi.
P a rr hapishaneye giderek Thalia’yı görmek is­
tedi. Kız, onu hücresine kabul etmedi. Konuşmanın
umumî salonda ve bir dinleyenin yanında olmasın­
da ısrar etti ve bu isteğinin sebebini de söyledi:
— Beni m azur görünüz M ister P arr, dedi. Sizinle
yalnız olarak konuşmak istemediğim şundandır. Kı­
zıl Çember çetesinden olan bazıları, pek genç yaşta
oldukları, hayattan ve gelecekten birçok şeyler bek­
ledikleri bir zamanda, hücrelerinde bir polisle yal­
nız başlarına konuştukları için bu dünyaya veda et­
tiler.
Em niyet Müfettişi:
— Böyle tek bir kişi tanıyorum, dedi. O da
Silby’dir.
— Peıki.. benden ne istiyorsunuz?
— Mister Willings,in evine girdiğiniz andan iti­
baren neler olduğunu anlatmanızı rica edeceğim.
Kız, hâdiseyi tâ başından ve dosdoğru olarak
anlatmağa başladı.
— Hançerin kolleksiyondaki yerinde olmadığının
ne vakit farkına vardınız?
— Mister Wilüngs palto ve şapkasını almağa
238
gittiğinde yalnız kalmış ve etrafım a bakmıya başla­
mıştım.
— Geri gelir gelmez hem en mi bu hançerin ye­
rinde olmadığının farkına vardı?
— Evet.
— Bir manşonunuz var mıydı?
— Evet. Hançeri buraya sakladığımdan mı şüphe
ediliyor?
— Villâya girerken manşon elinizde mi idi?
Kız biraz düşündü. Sonra:
— Evet, diye cevap verdi.
Mister P arr ayağa kalktı:
— Şikâyet edecek bir şeyiniz yok mu? diye sor­
du. Meselâ yediğiniz şeyler hakkında?..
— Hayır. Hapishane hayatı hoşuma gidiyor. Yal­
nız kimsenin bana yiyecek, öteberi göndermesini is­
temiyorum. Hapishanenin yemekleri pek nefis.
Mister P arr çenesini okşadı ve:
— Çok zeki olduğunuzu anlıyorum, dedi.

239
XL

KAÇIŞ

Raphael Willings’in öldürülmek istenmesi, nazır­


ları heyecana düşürmüştü.
Mister P arr, em niyet m üdürlüğüne döndüğü za­
man bunun farkına vardı. Başvekil de heyecanda idi
ve haklı idi de. Kızıl Çember bu sefer kime fenalık
yapacağım bildirmediği gibi vaktini ve yerini de
haber vermemişti.
Em niyet m üfettişi derhal başvekilin yanm a ça­
ğırıldı ve bu konuşma iki saat sürdü. Arkasından da
b ir nazirlar toplantısı oldu. Bu toplantıya da gaze­
telerin yazdığı bir şey sebep olmuştu. Nereden çık­
tığım kimsenin bilmediği bir havadise göre, başve­
kilin hayatı tehdit ediliyordu.
Aynı akşam apartım anm a dönen Derrick Yale
kendisini merdivende karşılıyan P a rr ile karşılaştı.
Heyecanla:
— Ne var? diye sordu.
240
Parr:
— Yardımınızı istemeğe geldim, dedi.
P a r r b u sözleri, ancak eve girip te bir ateşin önün­
de e lle rin i ıs ıtır k e n söylemişti. Biraz sonra devam etti:
— Yale, biliyorsunuz ki, mevkiimi kaybetmek
üzereyim. H attâ başvekil, verilen zamandan daha
evvel yerim den ayrılm am ı istiyor. Bugünkü toplan­
tıda bu iş üzerinde polisin takip etmekte olduğu usul­
ler soruldu. Başvekil bunların anlatılmasını istiyor.
Bunun için de beni, yarınki toplantıda bunları an­
latmağa m em ur etti.
— Peki ne istiyorlar, m aksatları ne?
— Benim bir konferans vermemi istiyorlar.
P arr biran sustu. Sonra sözüne devam etti:
— Kızıl Çemberi yakalamam için hangi usuller­
le çalıştığımı, neler yaptığım ı anlatacağım. Siz de
bilirsiniz ki, bu iş için bana, nazırların bile haberleri
olmıyan, çok gizli bazı müsaadeler verilmişti. Şim­
di bunların hesabını vereceğim. Bunun için de size
ihtiyacım var.
— Elimden gelebilecek h er yardım a hazırım
dostum.
— Teşekkür ederim. Bu Kızıl Çember işinde,
bana hâlâ esrarlı görünen şeyler vardı ki, bunları
yavaş yavaş görmeğe başlıyorum. Meselâ, şimdi
bende, emniyet m üdürlüğündeki yüksek m em urlar­
dan birinin, Kızıl Çemberin suç ortağı olduğu kanaa­
ti var.
P arr yavaş yavaş anlatm ağa başladı:
— Meselâ, dedi. Genç Beardmore, babasının kâ­
ğıtları arasında b ir fotoğraf bulm uş ve bana gön-
F : 16 241
dermişti. Bunun bana m ühürlerine hiç ilişümemiş bir
halde geldiği muhakkak... Fakat açınca içindeki fo­
toğraf çıkmadı. Sonra, bunu postaya atanın Thalia
olduğunu öğrendim. F akat Beardmore, kızın, zarfı
evin karşısındaki posta kutusuna attığım, gözlerile
gördüğünü söylüyor. Eğer bu doğru ise, zarf emni­
y et m üdürlüğünde açılmış oluyor. îçindekini almış­
lar, sonra da ustalıkla kapamışlar.
Yale m erakla sordu:
— Bu fotoğraf neym iş acaba?
— B ir idam hâdisesinin resmi imiş. İdam edilen
de Lightm an isminde birisi imiş. Resim kiyotinde
bulunan ve adamın idam dan yakasını kurtarm asına
sebep olan b ir bozukluk esnasında alınmış. Zarf, ih­
tiyar Beardmore’a öldürüldüğü günün sabahında gel­
miş. Sonra da bunu Jack bulmuş ve bana göndermiş.
Yale:
— Thalia Drummond vasıtasiyle mi? diye heye­
canla sordu. Zannedersem P arr, siz emniyet müdür­
lüğü m em urlarının günahına giriyorsunuz., işte Tha-
lia’nm bulunuşu' kâfi. O, Kızıl Çemberin bütün işle­
rine girmiştir. A partım am nda küçük bir araştırma
yaptım ve bakınız neler buldum.
Hafiye, bitişik odaya gitti. Az sonra geri geldi.
Elinde koyu kâğıda sarılmış b ir paket vardı. Kâğıdı
açtı. İçindekileri em niyet m üfettişinin önüne koydu.
Bunlar uzun konçlu bir deri eldiven ile büyük bir
bıçaktı.
Yale:
— Bu eldiven, F royant’m öldürüldüğü odadaki
242
masanın üstünde bulunan eldivenin aynı, d ed i Bı­
çak ta zavallı adama saplanan bıçağm bir eşi
P arr bunları eline aldı. D ikkatle muayene etti ve:
— Evet, dedi. B ir sol elin eldiveni. Froyant’ın
evinde bulunan da bunun sağı idi. Bunlar bir şoför
eldiveni. Haydi bakalım, şu hisle bulm a usulünüzü
kullanınız.
Yale:
— Tecrübe ettim fakat bir şey bulamadım, dedi.
Çünkü eldiven, elden ele çok dolaşmış. Yalnız, bun­
lar, Thalia’nm Kızıl Çem berin cinayetlerine karışmış
olduğunu gayet açık ispat ediyor.
Yale, paketi toplarken sözlerine devam etti:
— Neyse esas konuşmamıza dönelim. Müsaade
ediniz de size şu toplantı için yardım a tamamile h a­
zır olduğumu söyliyeyim. Sizin için o gün ne yapa­
bilirim?
— Ricam şu... Anlatacağım şeylerde unuttuğum
yerler olursa, bunları tamamlamanız.
P arr başını salladı ve mırıldandı:
— Ah, ne olurdu «Annem» de bulunabilseydi.
— Anneniz mi?
P arr:
— Evet, büyiik annem., diye yavaşça m ırıldan­
dı. Sizden ve benden sonra gelen en büyük polis ka­
fiyesidir.
Yale, ilk defa M ister P a rr5m bir alaycı olup ol­
madığından şüpheye düştü.

Bütün konuşmaların Kızıl Çembere ait olduğu
bu günler de, hâdiseler birbirini öyle çabuk kovalı-
243
yordu ki... Fakat bunların içinde hiç biri Thalia’mn
hapishaneden kaçtığı haberinden daha heyecanlı ol­
madı.
Kadm m ahkûm ların hapishanelerden kaçmaları
rom anlarda olur. H akikatte ise, bazan usta bir mah­
kûm, vilâyet hapishanelerinden kaçarsa da şimdiye
kadar bir kadının kaçması görülmüş bir şey değildir.
Hele Halloway’dan. İşte böyle olmasına rağmen de,
bekçi kadın, o sabah Thalia’nın hücresini bomboş bul­
muştu.
Derrick Yale’i ufak tefek şeyler hayrete düşür­
mediği halde, bu havadis âdeta onu felce uğrattı.
Bu kaçış havadisini kelim e kelime okudu, bir daha,
bir daha okudu. Bundan şüpheye lüzum yoktu. İşte
önündeki gazetede, beyaz kâğıt üzerine basılmış iri
siyah harflerle bu iş hakkında bir «Resmî demeç»
vardı. Yazı da hüküm etin resmî bir memuru şunları
söylüyordu:
«Bu mahkûma fazla ehemmiyet verildiğinden
muhafaza ve gözaltında tutulm ası işi çok sıkıya alın­
mış, bu işte kullanılan m em urlar iki misline çıka­
rılm ıştır. Hücresinin bulunduğu yerden geçen nö­
betçi devriyeler, h er saat yerine, her yarım saatte
bire yükseltilmişti. Bu nöbet dolaşmasında, mahkûm­
ların kapılarındaki pencerelerden bakm ak âdet ol­
madığı halde, o gece nöbetçilerinden Madam Hardy
saat üç nöbetinde dolaşırken pencereden bakmış ve
kızı içerde görmüştür. Bunu temin etmektedir. Fa­
kat saat altıda kapısı açılınca Thalia Drummond ye­
rinde bulunamamıştı. Odanın pencere ve demir par­
maklıklarında hiçbir değişiklik olmadığı gibi kapımn
kilit ve sürgülerinde de hiç bir şey görülmemiştir.
Derhal binada, avlularda, içerde, dışarda yapılan
araştırm alar bir fayda vermemiştir. Ne bir iz ve ne
de bir eser bulunmamıştır. Kızın, kalın bahçe d uvar­
larını aşmış olabilmesine m antıkla im kân ve ihtimal
yoktur. Kapıdan da çıkmamıştır. Çünkü binadan
sonra, muhafızlar tarafından beklenen altı kapıdan
ve en son kapıdaki bekçi kulübesinin önünden geç­
mesi lâzımdır. Bu kapılarda da hiçbir zorlama eseri
görülmemiştir.
İşte bu hâdise, Kızıl Çemberin ne esrarlı bir
kudrete sahip olduğunu açıkça gösteriyor. Bu, aynı
zamanda devletimizin karşılaştığı tehdidin büyüklü­
ğünü de belirtm ektedir».
Yale duvardaki saate baktı. Saat on bir buçuktu.
Y ataktan fırlıyarak kalktı. Doğru em niyet m üdürlü­
s ü n e gitti, P a rr’ı buldu. P arr âdeta keyifli idi.
Yale:
— Hey Parr, diye bağırdı. Bu imkânsızdır, bu
olamaz. Y ahut onun hapishane m em urları içinde
dostlan vardı.
Parr:
— İşte ben de bu kanaatteyim , dedi. Biraz evvel
nazıra: «Muhakkak ki, hapishane m em urlarının için­
de arkadaşları vardır.» dedim... Yoksa nasıl kaçabi­
lirdi?
Yale, P arr’a şüpheli bir bakış fırlattı. Zaman,
şaka yapılacak zaman değildi. Fakat 'buna rağmen,
emniyet m üfettişinin sesinde öyle b ir gariplik vardı
ki, insana, nerede ise kahkaha ile gülmeğe başlıya-
cak hissini veriyordu.
245
XLI

ELE GEÇMİYEN KIZIL ÇEMBER

Yale polis m üdüriyetinde daha fazla bir şey öğ­


renem edi ve iki gündenberidir hiç uğramadığı hu­
susî yazıhanesine gitti.
Kanaatince, Thalia Drummond’un hapisten ka­
çışı P a rr’in tahm in edemediğinden çok daha mühim
bir şeydi. Adam sende! Zaten P a rr’ın düşünceleri­
nin ne ehem miyeti vardı. Bununla beraber?? Birden
aklına korkunç b ir ihtim al geldi. Parr! Şu kocaman
göbekli adam... Fakat buna imkân yoktu. Yale başını
salladı amma, bir yandan da bütün hafızasını toplıya-
rak P a rr’m yaptıklarını düşündü. Verdiği karar yi­
ne «İmkânsız» oldu.
Bunları düşünerek yazıhanesine geldi. Kapısını
açarken ilk karşılaştığı şey, m ektup kutusunun bom­
boş olduğunu görmek oldu. Bu kocaman 'bir kutu idi
ve kapının iç tarafına yerleştirilm işti. Dışardan atı­
lan mektuplar, kutunun içindeki alüminyum çubuk-
246
ların üstüne düşüyor, bunlar da dönüp m ektubu içe­
riye itiyorlardı. Bu çubuklar öyle tertip edilmişti ki
içeriye bırakılan m ektupların, bunların arasından
tekrar geçirilerek alınması imkânsızdı. Buna rağmen
kutu bomboştu.
Yale hususî çalışma odasına girdi. B urada da bir
şey anlıyamadı. B ütün dolapları açık duruyordu.
Şöminenin yanındaki küçük k asad a zorlanmıştı.
Hemen masasına yürüdü. Burada, iki gözün arasına
yerleştirilmiş ve herkesin bulamıyacağı gizli bir göz-
vardı ki Yale Kızıl Çembere ait en m ühim dosyalan
buraya koyardı. Bu göz de kırılm ış ve bir makasla
gizli kilidi açılmıştı. İçi bomboştü.
Yale uzun zaman hareketsiz durdu. Kollarını
kavuşturmuş, gözlerini yere eğmişti. Uzun zaman dü­
şünmenin faydası yoktu. Kimin yaptığını bulmak
lâzımdı. Hemen küçük bir soruşturm a yaptı ve ilk
sorguya çektiği asansörcü çocuk şüphelerini hal­
letti:
— Evet bayım, dedi. Kâtibeniz bayan bu sabah
geldi. Bir saat kadar yazıhanede kaldı, sonra gitti.
— Çantası var mıydı?
— Evet., küçük b ir el çantası vardı.
Yale:
— Teşekkür ederim, dedi.
Sonra sükûnetle teıkrar emniyet müfettişine
gitti:
— P arr, dedi. Size, şimdiye kadar em niyet m ü­
dürüne de söylemediğim b ir şey söyliyeceğim. Kı­
zıl Çemberi idare eden bir erkektir. Thalia’nm bu *
adamı tanıdığını bildiğim gibi yine Thalia’m n bu
247
adama itaatten ziyade emir verdiğini de biliyorum.
Bu kız bu çetenin başıdır. Bütün yapılan fenalıklar
onun eseridir.
P arr:
— Vay canına! diye bağırdı.
— Bu kızı neden yanıma aldığıma hayret edi­
yordunuz? O zaman, onun vasıtasile Kızıl Çemberi
yakalam ak istediğimi söylemiştim. Bunda haklı
idim.
— Peki sonra neden kovdunuz?
— Çünkü kovulmasını icebettirecek bir kabahat
işledi. Eğer buna göz yummuş olsaydım onu yanımda
tutm akta gizli bir maksadım olduğunu anlıyacaktı.
Bunda da ne kadar haklı olduğumu bu sabahki hâ­
diseden anladım.
Yale bunları gülümsiyerek söylemişti. Bir m üd­
det sustu. Sonra daha ciddi bir sesle devam etti:
— Bu akşam nazırlar önünde bildiğinizi söyledi­
ğiniz zaman, ben de bazı şeyler söyliyeceğim. Bunlar
orada bulunanların hepsini şaşırtacaktır.
Parr, gülümsiyerek:
— Söyliyecekleriniz beni hiç bir zaman hayrete
düşürmez, dedi.
D errick Yale apartım anina döndüğü zaman ye­
ni bir hayret içinde kaldı. Bu iki taraflı bir hayretti.
Evvelâ hizm etini yapan kadının evde olmadığını
gördü. Bu kadın her sabah dokuzda gelir, akşam do­
kuzda giderdi. Halbuki saat daha altı idi.
Elektriği yakınca evinin de yazıhanesi gibi bir
araştırm aya uğradığını gördü.
Bu sırada hizmetçi kadın geldi. Sabahleyin ken-
248
dişinden, şehirden iki saat uzakta küçük bir istas­
yonda bulunması için bir telgraf aldığını ve oraya
gittiğini fakat bulamayınca döndüğünü öğrendi.
K âfir Thalia, apartım anda da araştırm a yapmak
için böyle bir hileye baş vurmuştu.
Yale içten gelen yüksek bir sesle:
— Ne usta, diye bağırdı.
Kızı samimî olarak takdir ediyordu. Kaçalı on
iki saat bile olmamıştı. Buna rağmen, yazıhanesini,
evini araştırm ış, Kızıl Çembere ait en mühim ve en
gizli dosyaları alıp götürmüştü.
Bu kızın daha ne işler yapabileceğini düşünerek
dikkatle giyindi. Yapacağı işlere gelince, plânı ga­
yet açıktı. Yirmi dört saat geçmeden P arr tevkif
edilecekti.
Dolabından bir tabanca aldı. Tabancayı bir sa­
niye elinde tuttu. Sanki cebine koymağa k arar ve­
remiyordu. Sonra katî bir kararla cebine koydu.
Akla gelmedik hâdiseler olabilirdi.
Başvekilin odasının yanındaki küçük odada hiç
ümit etmediği birisile karşılaştı. Bu Kızıl Çemberin
Öldürdüğü B eardm oreün oğlu Jack’dı.
Jack gülümsedi:
— Beni burada görünce hayret etmiş olacaksınız,
dedi. Ben de davetiyeyi aldığım zaman sizden az
hayret etmedim.
— Davetiyeyi size kim gönderdi, P arr mı?
— Hayır, başvekilin hususî kâtibi. F akat bunun
P arr tarafından tem in edildiğini zannediyorum.
Bu anda genç bir m em ur geldi, onları büyük bir
salona soktu. Salonda bir ciddiyet havası içinde on iki
249
kişiye yakın adam vardı. Bunlar ikişer ikişer top­
lanmış konuşuyorlardı.
Onları başvekil karşıladı ve Yale’e:
— M ister P a rr daha gelmedi, dedi.
Sonra Jack’a döndü:
— Bay da M ister Beardm ore zannedersem, diye
sordu. M ister P a rr sizin de bu toplantıda bulunma­
nızı ısrarla istedi. Babanızın ölüm ünün aydınlanma­
sına lüzumlu bazı şeyler söyliyeceğini zannediyorum.
Nihayet M ister P arr geldi. Üstünde siyah bir
redingot vardı amma pek yeni değildi. Kolalı yakası
çok alçaktı. Geniş yüzü büsbütün meydanda kal­
mıştı. Polis m üdürü de az sonra göründü. P arrü ba-
şile selâmladı ve başvekilin yanm a oturdu. Alçak
sesle bir şeyler konuştular. Sonra em niyet m üdürü
Yale’e yaklaştı.
— P a rr’m söyliyeceği şeyler hakkm da malûma­
tınız var mı? diye sordu. Anlıyamadığim b ir şey
varsa oda bize Kızıl Çemberin işlerinin küçük bir
tarihçesini yapmak isteyişidir. Bizimle alay etmek
niyetinde olmadığını üm it ederim...
Jack:
— Ben de aynı fikirdeyim, dedi.
Emniyet m üdürü biraz alaycı ve sorucu bir ba­
kışla gence baktı. Yale:
— Ben de M ister B eardm ore’un fikrindeyim,
dedi. H attâ onun bize birçok yeni hâdiseler, beklen­
medik neticeler vereceğinden eminim. Bunları temin
için de hâdiseleri birbirine zincirliyecektir. Bu zin­
cirlerin halkalarında bir boşluk kalacak olursa bun­
ları da ben tamamlamıya çalışacağım.
250
Buı sırada nazırlar, ortadaki büyük masanın et­
rafına toplanmışlardı. Başvekil P a rr’a yaklaşması
için emir verdi.
P arr:
— Müsaade ederseniz yerim de kalayım, dedi, tyi
söz söyliyen bir adam değilim. Olduğum yerden san­
ki içinizden birisi ile konuşuyormuş gibi söz söyle­
meyi tercih ederim.
Biran söyliyeceği kelim eleri bulm ak için durdu.
Sonra sesini biraz daha yükselterek anlatmağa baş­
ladı:
— Kızıl Çember, Lightm an ismindeki bir katilin
lâkabıdır. Bu adam Fransada işlediği cinayetler yü­
zünden Toulouse mahkemesinde ölüme mahkûm edil­
di. Fakat fena işliyen b ir idam makinesi bıçağı onu
ölümden kurtardı. Asıl ismi Ferdinand W alter
Lightm an idi ve ölüme m ahkûm edildiği zaman yir­
mi üç yaşında vardı. Dediğim gibi, cellât yamakla­
rının acemice b ir işleri yüzünden idamdan k u rtu ­
lunca «Güyan» daki zindanlara gönderildi. Buradan
da bir gardiyanı öldürerek kaçtı. Avustralyaya git­
tiği zannediliyordu. îsm i başka olmakla beraber ay­
nı şekilde b ir adam, A vustralyada M elbourne’da bir
antrepoda on sekiz ay çalıştı. Sonra da iki sene,
Macdonald isminde birisinin yanında durdu. Fakat
patronunu ölümle tehdit ederek para koparmak is­
tediğinden dolayı tevkif edileceğini görünce, Avus-
tralyadan kaçtı.
İngilterede m eydana çıkan ve yazdığı tehdit
m ektuplarına «Kızıl Çember» imzasını atan hayduda
kadar onun izini kaybediyoruz. Bu haydut sabrı, dik-
251
katli çalışışı, enerjisi, zekâsile kendisine bağladığı
ve birbirlerini tanım ıyan birçok adamları vasıtasile
plâm nda m uvaffak olmağa başladı. Adamlarını, müş­
kül durum lara düşmüş ve paraya ihtiyaçları olan
kimselerden seçiyordu. B unların haklarında evvelce
gayet güzel tahkikat yapıyor ve sonra da, kaçabile­
cek yerleri çok olan ve karanlık sokaklardan birinde
«Hepiniz Londramızm sokaklarının hemen hemen
pek sefilâne aydınlatılmış olduğunu bilirsiniz» bun­
larla buluşuyordu. Bu buluşma, yüzü maskeli Kızıl
Çember tarafından idare edilen kapalı bir otomobil­
de oluyordu.
Bazan Silby gibi evvelce birçok defalar hapse
gtrmiş, basit düşünceli insanlar buluyordu. Bazan
da âdi hırsızlar çalıştırıyordu.
P arr; burada bir an durdu;. Sonra:
— Meselâ Thalia Drummond gibi, dedi.
Bir şimendifer kum panyası m üdürünü bir zen­
ciye Beardmore’u Silby’ye öldürttü, Felix Marki ken­
di öldürdü. Çünkü bu adam, Kızıl Çember denilen
Lightman’m eski suç ortağı idi. Ve M arl hiç ümit et­
mediği bir yerde onu görünce çok şaşırmıştı. Bu tesa­
düf M arl’i ölüme mahkûm etti.
Parr, sözlerde nazırların alâkalarını çekebilmiş­
ti. Hepsi dikkatle onu dinliyorlardı.
— Anlatabiliyor muyum sayın baylar? dedi. «Kı­
zıl Çember»...
Yale birdenbire:
— Bu ismi kendisine neden vermiş? diye sordu.
Emniyet müfettişi, suç üstünde yakalanmış bir
‘252
adam gibi biran sessiz du<rdu. Sonra Yale’in soru­
suna cevap verdi:
— Kızıl Çember ismi kendisine zindan arkadaşla­
rı tarafından verilmişti. Boynunda, anadan doğma ve
tabiî kızıl renkte bir çember vardı., ve... Kıpırdarsanız
beyninizi patlatırım .
Par^r birdenbire ayağa kalkmış, elinde tuttuğu
iri bir tabancanın namlusunu, Yale’in kulağına da­
yamıştı.
— Ellerinizi yukarı kaldırınız, diye bağırdı.
Aynı anda da sol ;eüle ve çok çabuk bir h are­
ketle Yale’in kolalı yakasım kopardı. Hafiyenin
boynunda kızıl renkte ve çember şeklinde bir leke
vardı.

253
XLH

ANNEM

Nereye saklandıkları belli olmıyan üç adam bir­


denbire meydana çıktı, Yale’in üstüne atıldılar ve
ellerine kelepçeleri geçirdiler. Bunlar, vaktile bir
casusa karşı P a rr’ı korum uş olan üç polisti. Yale’in
cebinden çıkartmıya uğraştığı tabancasını aldılar, 'ba­
şına kalın b ir torba geçirdiler, sonra da alıp götür­
düler.
Em niyet m üfettişi yüzündeki terleri sildi. Şaşkın
bir hale giren nazırlara döndü:
— Bugün için beni affetmenizi rica ederim, de­
di. Hikâyemin sonunu y arın anlatabileceğim.
N azırlar hep birden etrafını sardılar, herkes bir
sual soruyordu. P a rr hepsine sadece başını sallıyor­
du. Polis m üdürü:
— Çok müşkül anlar geçirdik... Bunları benden
başka kimse bilemez, dedi. Sayın başvekil, bu hikâ-
254
yenin sonunun, müfettişimizin istediği gibi, yarın
anlatılm asına müsaadenizi istirham ederim.
Başvekil:
— Hay hay, dedi... Bilhassa Mister P a rr yarın
bizimle kahvaltı etm eyi de kabul ederlerse...
Emniyet m üdürü, memuruı namına bu ziyafeti
kabul etti.
M ister P arr, Jack’m koluna girdi. Salondan çık­
tılar. Beraberce b ir taksiye bindiler.
Jack:
— Rüya gördüm gibi geliyor, dedi. Derrick Yale
katil olsun ha... Bu imkânsız bir şey... Hem de...
P arr:
— Hemdesi falan yok, dedi. Bu imkânsız bir şey
değil.
— O halde Thalia Drummond’un da onun suç
ortağı olduğunu kabul edeceğiz.
Em niyet m üfettişi:
— Heh... Heh... Heh, diye güldü.
— Peki bunları nereden keşfettiniz?
— «Annem» buldu. Annemin benim için ne kadar
kıymetli olduğunu bilemezsiniz. H attâ bugün bile
bana diyordu ki...
— Demekki sayfiyeden geldi.
— Evet., sizin onunla tanışmanızı isterdim. Fi­
kirlerinde ısrar eder ve münakaşayı sever.. Ben onu,
her zaman düşüncelerini söylemekte serbest bırakırım.
Çünkü haklı olduğundan eminimdir.
Jack:
— Daha tanım adan hayran oluyorum, diye ba-
255
ğırdı. Kızıl Çemberi artık yakaladığınızdan emin mi­
siniz?
— Sizi gördüğüme emin olduğum kadar... Anne­
m in dünyadaki kadınların en akıllısı olduğunu söy­
lerken emin olduğum kadar.
Jack, P a rr’m oturduğu sokağa girinciye kadar
konuşmadı. Nihayet:
— Demek ki, Thalia’da mahvoldu artık, dedi. Pe­
ki Mister Beardmore, bu Thalia Drummond ile ne­
d e n bu kadar alâkadar oluyorsunuz?
Jack hiddetli b ir haldıe:
— Onu sevdiğimden.. Bunu anlamıyor musunuz?
diye bağırdı.
Fakat sonra, bu hareketinden pişman olarak
sustu.
P arr gülümsedi:
— Hiç bir şeyden bir şey anlamadığımı görüyo­
rum, dedi... Fakat böyle düşünen yalnız ben değilim
M ister Beardmore. Eğer bir nasihat isterseniz, şu
Thalia’yı unutunuz... Eğer m uhakkak birisi ile alâ­
kadar olmanız lâzımsa, alâkayı ((Annem» e karşı gös­
teriniz.
Jack hiddetinden, şu büyük anne için hiç te ho­
şa gitmiyecek şeyler söylemeğe hazırlanıyordu ki,
otomobilleri P a rr’ın evinin önünde durdu.
P arr merdivenin altından bağırdı:
— Anne... M ister Beardm ore’u getiriyorum.
M erdivenleri çıktılar. P a rr neşe ile:
— Giriniz, giriniz M ister Beardmore sizi anne­
me takdim edeyim, dedi.
Jack içeri girince yıldırım la vurulm uş gibi duır-
256
du. Önünde gülümseyen bir genç kız duruyordu.
Biraz sararm ış, biraz zayıflamış olmasına rağmen,
eğer deliripte yanlış görmüyorsa, bu Thalia Drum­
mond idi.
Kız, Jack ’m elini sıktı. Genç adamı, evvelce h a­
zırladığı sofraya, babasile kendisinin 1 ortasına
oturttu.
— Baba!. dedi..haniya em niyet m üdürünü de
yemeğe getirecektin?
Jack:
— Baba? diye tekrarladı. Fakat., fakat...
Thalia, Jack ’ın sözlerini kesti:
— Babam şa,kayı çok sever, dedi. Annem öl­
dükten sonra evin bütün işlerini ben gördüğüm için
bana hep «Annem» der. Size anlattığı şu büyük an­
ne hikâyesi için de... Affedeceğinizden eminim.
— Kimi?
— Babamı. Bana gelince, benim de asıl ismimi
bilmezsiniz. İsmim Thalia Drummond P arr’dır. Çok
şükür ki, polis değilsiniz. Yoksa benim bu sırrım ı
çoktan öğrenirdiniz. Haydi, şimdi biraz b ir şeyler
yeyiniz bakayım Mister Beardmore. Bunları sizin
için hazırladım.
Fakat Jack olanları anlamadan ne bir şey yiyecek
ve ne de içebilecek bir halde idi.
Thalia nihayet hepsini anlattı...
— Kızıl Çember ilk cinayetini işlediği zaman
babam yalnız yeni b ir iş karşısında değil, aynı za­
manda istikbalini kaybetmek tehlikesinde de kalmıştı.
Babamın, emniyet m üdürlüğünde o kadar çok düş­
manı vardı ki, em niyet m üdürü bile onun bu işle uğ-
F: 17 257
râşmasını istemedi. Çünkü emniyet müdürü benim
vaftiz babam olduğundan bizimle alâkadar oluyor­
du. Babam ısrar etti, vazifesinin şerefi ve namusu
nam ına bu işten kaçamazdı. Belki de içinde biraz da
korku vardı amma., buna aldırmadı. Bana gelince,
ben de yalnız polis rom anlarından değil, hakikî po­
lis vakalarından zevk duyarım. Nihayet babam, Kı­
zıl Çemberin adam larını ne şekilde seçtiğini öğre­
nince, ben de- bu işe karışmağa karar verdim.
Ben düşüncemi daha tatbike başlamadan üç ay
evvel, babanız ilk tehdit m ektubunu almıştı. Mister
Froyant’ın yanm a kâtip olarak girmemdeki tek se­
bep de villâsının, sizin villâya yakın oluşu idi. Ay­
nı zamanda ahpap olduklarından, hâdiseleri iyice ta­
kip edebilecektim. Hattâ, evvelâ babanızın yanında
bir işe girmek istemiş fakat fırsat bulamamıştım.
Meselenin en korkunç tarafı, babanız öldürül­
düğü zaman benim de aynı korulukta oluşumdur.
Bu çok feci bir an idi. Tabancayı kimin attığını gör­
medim fakat babanızın öldüğü tarafa koştum. Onu
yerde yatıyor ve sizin de o tarafa koştuğunuzu gö­
rünce kaçmayı daha doğru buldum. îşin en feci ta­
rafı, elimde bir tabanca bulunm ası idi. Ormanda do­
laşan bir serseri görmüş ve onu takip etmek için bu
tabancayı almıştım.
Babanızın ölümünden sonra, artık Froyant’in ya­
nında kalmama bir sebep kalmamıştı. Kızıl Çemberle
tanışmağa ve onun hizmetine girmeğe karar ver­
miştim ve bu cinayet çetesine girmem için de bir
cani ve haydut olmam lâzımdı. Mister Froyant’tan
çaldığım heykelciği em niyet sandığına koyup da
258
çıkarken beni görmeniz b ir tesadüf değildi. Babam,
D errick Yale’i şaşırtm ak için bunu çok hesaplı ter­
tip etmişti. Mahkeme oluşumda böyle idi. Mahkûm
olmama im kân yoktu. F ak at bir hâdise, beklediği­
miz gibi, beni Kızıl Çemberle tem asa getirdi.
Kızıl Çemberle gece Steyne S quare’da buluşa­
caktık.
O gece babam ın bizden uzakta olmıyacağma
emindim, değil mi baba?
P a rr gülümsedi:
— Birkaç m etre ileride idim, anneciğim, dedi.
O gece senin için çok korkmuştum...
— Kızıl Çember beni B anker Brabazon’un yanı­
na girmeğe m em ur etti. Görüyorsunuz ya Yale’in
usulü, adam larını birbirlerine kontrol ettirmekti.
Brabazon beni evvel şaşırttı. Onun namuslu veya
namussuz olduğuna bir k arar veremediğimden tabi-
atile de Kızıl Çemberden olduğunu anlıyamadım.
Şüphe uyandırm am ak için ufak tefek suçlar işledim.
Bu da yeni bir çete ile tanışm am a sebep oldu. Ve
M ister M arl’in öldürüldüğü gece evinde bulundum.
Yale’in bütün isteği, şüpheleri benim üstüme
çevirmekti. Y ahut da birgün gelecek beni de orta­
dan kaldıracaktı. F royant’ı öldürdüğü gece beni bir
eldiven ve bir bıçakla o eve göndermişti. Bunlar,
onun cinayet işlerken kullandıklarının aynı idi.
Jack:
— Peki Allahaşkma, hapishaneden nasıl kaçtı­
nız? diye sordu.
Kız, gence acır gibi baktı:
— Zavallı dostum! dedi. Orada, o kadar zaman
259
nasıl kalabildiğimi sorsanız daha iyi olur. Hapisha­
nenin direktörü ve iki değerli polis komiserinin hi­
mayesinde evime getirildim.
M ister P a rr burada söze karıştı:
— Maksadımız Yale’i sıkıştırm aktı, anlıyorsunuz
değil mi? dedi. Thalia’nm hapisten kaçtığım duyun­
ca, o da ortadan kaybolm ak için kaçmağa hazırlan­
dı. F akat evinin ve yazıhanesinin soyulduğunu gö­
rünce Thalia’nın tahm in ettiği gibi birisi olmadığı­
nı anladı.

260
x l iq

TOPLANTININ SONU

Başvekil tarafından verilen çay ziyafetine, Mis­


te r P a rr’la beraber Jack ’da gitti. Günün kahram anı
olan Thalia da davet edilmişti. Yemekten sonra, em­
niyet müfettişi, birgün evvel yarım kalan anlatması­
na devam etti:
— Sayın baylar, dedi. Derrick Yale’in sahneye
ilk çıkışının, Kızıl Çem berin ilk cinayeti sıralarına
rastladığını lütfen hatırlayınız. Bundan evvel hafiye­
liğe başladığı, ilânlar bastırdığı, Psychometrie deki
bilgisinden bahsettiği halde hiçbir müşterisi yoktu.
O esas darbesini hazırlıyordu. îlk cinayetinden son­
radır ki, büyük bir gazeteye m üracaat ederek Psy-
chometrie’deki bilgisinden istifade edilmesini istedi.
Bu onun için zor bir iş değildi. Katili, katilden
daha iyi tanıyordu. Çünkü katile kullanacağı silâhı
veren o idi. İşte bu ilk hâdiseden sonra tanınmağa
başlandı. Bu da onun istediği idi. Bundan sonra Kı-
261
zil Çember tarafından tehdit edilen herkes ona ko­
şuyor, akıl danışıyor, m üdafaa edilmesini istiyordu.
Yale, kurbanları ile tem asa geçince, onları iste­
nilen parayı vermeğe razı ediyor, şayet adam para­
yı vermiyecek olursa, onu adam larile öldürtüyordu.
İstenilen parayı veren F royant m uhakkak ki»
öldürülmiyecekti. F ak at bu kadar çok para vermesi­
ni hazmedemiyen Froyant kendi kendine tahkikata
başladı. Bazı tesadüflerin yardım ile Yale’in eski
idam m ahkûm u Lightm an olduğunu öğrendi. Öldü­
rüldüğü gece bizi, bunları söylemek için çağırmıştı.
Yale’in bir fenalığına kurban gitm em ek için evini
baştanbaşa aydınlatmış, hiç sevmediği halde ceple­
rine iki tabanca koymuştu.
Sayın baylar, bu vaka hakkında verilen resmî
raporu, içinizde okuyanlar h atırlarlar ki, M ister F ro­
yant bu bilgisini evvel emniyet m üdürüne bildirmek
istemişti. Bizden birkaç dakika için odadan çıkma­
mızı rica etti. Evvelâ ben çıktım. Yale bir fırsattan
istifade etti, M ister F royant’a bir şey söyliyecekmiş
gibi yaklaşarak hançerini sapladı. Yale’in sağ elini
cebinde tuttuğuna dikkat etmiştim. Bu elinde, sonra
dan bulunan eldiven vardı, hançeri de kolunun içine
sokmuştu.
Başvekil:
— Bu eldiveni neden giymişti? diye sordu.
— Cinayeti işlerken eli kanlanmasın, diye. Bü­
tü n bunlar, ben arkam ı döndüğüm zaman bir sani­
ye içinde olmuştu. M ister Froyant ânide ölmüştü.
Yale hem en eldivenini çıkardı ve ölünün karşısında,
262
kendi kendine konuşarak, sanki birisi ile konuşuyor­
muş gibi hareket etti.
H akikati anlam ıştım amma, elimde delil yoktu.
Yale, kızıma da ayni gece, kendi kullandığı eldiven
ve bıçağın birer eşini vererek evde bulunm asını em­
retm işti. F akat kızım, şüphelenerek eve girmemiş,
dışarda beklemişti. C inayetten sonra evin aranacağı­
nı tahm in eden Yale, kızımın tevkif edileceğini ve bu
cinayeti işlemekle suçlu tutulacağını hesaplamıştı.
Hâdiseleri biraz da gerilere doğru götürelim,
baylar. Size M ister Jam es Beardm ore’un öldürül­
mesinden bahsedeyim. O da Kızıl Çemberden ölüm
m ektubu almış ve bize haber vermişti. Mister Beard­
more toprak alım satım ı ile meşgul olduğundan, iyi
veya fena bir çok insanlarla tem asta idi. Bir gün,
M arl isminde ve evvelce hapse girmiş bir adamı bek­
liyordu. Bunu oğluna söylediği halde, kendisini m u­
hafaza için tuttuğu Yale’e söylememişti. M arl villâ­
nın önüne gelince, eski suç ve hapishane ortağı
Lightman ile karşılaştı. Halbuki onu çoktandır gör­
memişti, öldü zannediyordu.
Yale, villânın terasına çıkan m erdivenlerin yakı­
nında, bir gül fidanının yanında duruyordu. M arl’i
müthiş bir korku kapladı. Hemen Londraya dönmeyi
düşündü. Fakat, sonradan bu fikrini değiştirdi. Yale
kendisini öldürmeden, Yale’i öldürmeğe k arar verdi.
Fakat cesur değildi. Villâya gece yarısında geldi.
Yale’e bir m ektup yazarak, kendisini rah at bırakır­
sa kendisinin de onu rah at bırakacağım bildirdi. Bu
«Rahat bırakma» kelimeleri, sonraları M ister Beard­
m ore’un çalışma odasındaki şöminenin içinde bulu-
263
nan yarı yanık bir kâğıt parçasının üstünde, iki defa
yazılmış olarak bulundu. Bu kâğıdı şöminede yakan
Yale idi.
Bu andan itibaren M arl ölüme mahkûmdu. Ya­
le, eski geçmişinin böyle canlı bir şahidini hayatta
bırakamazdı. Ö te taraftan Marl de Kızıl Çembe­
rin adamı olan Banker Brabazon’u tehdit ediyordu.
Banker bunu Kızıl Çembere yazdı. Yale, Kızıl Çem­
berin adresine giden m ektupları, adres olarak gös­
terilen dükkâna bir polis hafiyesi imiş gibi giderek
okuyor ve üstünden şüpheleri atıyordu.
Brabazon da, MarPin ölümünün ertesi günü kaç­
m ak istedi. Böyle bir şey içinde evvelden hazırlan­
mıştı. Bütün şüphelerin üstünde toplanacağını bil­
diğinden Beardmore’lara ait eski bir binada saklan­
dı. Bu evi aradık. Fakat Bankerin saklandığı yer olan
tavan arasını araştırm ayı Yale üstüne almıştı.
Başvekil:
— Biraz daha aydınlatmanız icabeden bir nokta
var, dedi. Nasıl oldu da Yale, kloroformla bayıltılmış
olarak yazıhanesinde bulundu?
Parr:
— Bu hakikaten çok ustalıkla tertip edilmiş ve
ilk anda beni de hayrete düşürm üştü, dedi.
Yale M ister F royant’m parasını bir paket yapmış,
üstüne kendi evinin adresini yazmış ve , dışardaki
posta kutusuna atmıştı. Vakadan biraz evvel apartı-
m andan bir postacının çıktığını hatırlarsınız. Sonra
bu postacının, Yale’in kapısının önündeki kutudan,
yine Yale’in evine gidecek bir paket aldığını öğren­
dim. Yale parayı bu şekilde gönderdikten sonra ken-
264
d i kendine kelepçe takmış ve kloroformu koklamıştı.
Ben de aynı gün, odadaki büyük dolabın içine Tha-
lia’yı saklamıştım. Kızım, dolabın anahtar deliğinden
her şeyi görmüştü. Sonra da Yale’in masasının gö­
zünde kloroform şişesini buldum.
P a rr bir m üddet dinlendikten sonra sert ve cid­
dî bir sesle devam etti:
— En son, Mister Raphael Willings vakasına gelin­
ce, bu adam hayatını, kızıma karşı yapm ak istediği
alçakça bir harekete borçludur. Kızım; M ister Wil-
lings kendisini perdeye sürüklerken, o perdenin ar-
kasından, hançer tutan bir elin çıktığını görmüştü.
Hançer tam kalbine ineceği zaman Thalia bu eli bü­
tü n kuvvetile itmiş ve hançer de nazırın omuzuna
gelmiştir. Tabiatile Yale uzaklarda değildi. But cina­
yeti yapanın kızım olduğunu söyledi.
Sayın baylar. B ütün bu işlerdeki şaytanca usta­
lığı hepiniz gördünüz. Yale, hususî polis hafiyeleri­
nin en yükseği olmuştu. Kızıl Çembere ait bütün
havadisleri derhal öğreniyordu. H attâ benim muavi­
nim olarak emniyet m üdürlüğüne girmeğe dahi m u­
vaffak oldu. Bu suretle en gizli dosyaları bile görebi­
liyordu. Bunların bir çoğu, onun zannettiği kadar kıy­
metli şeyler değildi amma, Mister Jack Beardmore da
hayatını yine Yale’in emniyet müdürlüğünde gizlice
açtığı ve içindekini aldığı b ir zarfa borçludur. Bu
zarfın içindeki bir fotoğrafta şu yarım kalan meş­
hur idamın resm i vardı. Yale bu resimde gayet iyi
görünüyordu.
Sayın baylar, daha aydınlanmasını istediğiniz şey­
ler var mı? Yalnız benim size anlatmak istediğim
265
tek bir şey daha var. îk i gün evvel Yale’e, en meş­
hur canilerin, yaptıkları küçücük yanlışlar yüzün­
den yakalandıklarını söylemiştim. Çünkü Yale ba­
na, M ister Willings,in evine gittiğini ve onun villâ­
sına gittiğini oradaki hizmetçilerden öğrendiğini
söylemişti. Halbuki Yale buraya hiç gitmemiş ve
vakadan iki saat evvel de nazıra, kırdaki evine git­
mesini tavsiye etmişti.
Başvekil:
— Şimdi beni düşündüren en mühim şey kızı­
nıza ne gibi bir m ükâfat vereceğimizdir Mister Parr,
dedi. Bu işte sizi m ükâfatlandırm ak kolay ve bunun
yapılacağına da şüphe yok. Fakat kızınız için? O,
vatanına hizmet için çok büyük tehlikelere atıldı. Bu
onun hakkıdır...
Heyecandan titreyen bir ses duyuldu:
— Miss P a rr için üzülmeyiniz, çünkü yakında
evleniyoruz.
Bunu söyleyen acaba Jack Beardmore mu idi?
Bunu herkes tahm in etmişti. F akat o, düşüncelerine
tamamile uygun olan bu sözleri düşünmeden ağzın­
dan kaçırıvermişti.
Tebrik edenlerin sesleri kesilince, Parr, kızma
döndü. İçten gelen bir sesle:
— Bunu bana söylememiştin? d ed i
Kız, Jack ’a baktı:
— Fakat o da bana bunu haber vermemişti, dedi.
H ayrete düşen baba:
— Anlamıyorum? dedi. Senden evlenme isteğin­
de bulunmadı mı?
*266
— Birbirimize bir şey söylemedik amma, bunun
bir gün olacağım anlamıştım.


Yale, yahut da Lightman, idama giderken siga­
ra içmesine müsaade edilmediğinden şikâyet ederek
hapishane m üdürüne:
— Böyle şeylerden, Fransada daha iyi anlıyor­
lar, dedi. Bundan evvelki idamımda sigara içmeme
müsaade etmişlerdi.
Günahını çıkaran papasa da Thalia Drummond
için:
— O bir incidir, dedi. Genç Beardmore ile evle­
neceğini zannediyorum. Gencin ne şansı var. Kadın­
lar beni alâkadar etmez. Hayattaki muvaffakiyetim
de hep bundandır. Fakat, evlenecek olsaydım mu­
hakkak ki Thalia gibi bir kız seçerdim.
Yale, kendisinin gezdiği yerleri, buraların halkı­
nı ve âdetlerini bilen bu papasla konuşmaktan zevk
duyuyordu.
Kapalı ve iç sıkıcı bir m art günü sabahı, b ir a-
dam Yale’in hücresine girdi. Onun ellerini bağladı.
Yale adama omuzunun üstünden bakarken:
— Mister Pallion’dan bahsedildiğini duydunuz
mu? diye sordu. O, sizin meslek arkadaşlarınızdan
biridir.
Cellât cevap vermedi. Kanunlar, onun m ahkûm ­
la konuşmasını menediyordu.
Yale hapishaneden çıkarken hâlâ söyleniyordu:
— Sakın M ister Pallion gibi olmayınız, içmeyi-
267
niz... Beni m ahveden içkidir... Eğer o, o gece içme-
seydi şimdi ben burada olmıyacaktım.
B ütün yol boyunca bu düşünce onun kafasından
çıkmadı. Boynuna ipi takıp yüzüne bir 'bez örttük­
leri zaman:
— Bu ipin kopmıyacağmı tahm in ediyorum, dedi.
Kızıl Çemberin son sözleri bu olmuştu...

BİTTİ

BİR DÜZELTME
İç kapağımızda bir yanlışlık olarak, eseri yazan
Carter Dickso,n olarak gösterilmiştir
Eser Edgar Wallace'mdır. Özür dileriz.

268
TÜRKİYE YAYINEVİNİN

You might also like