Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 14

Okuma Testi 11.

Gün

Kelime Sayısı: 2346

Kronometreyi Başlatın…

Bu leziz kahvaltılar günlerce devam etti. Bazı geceler


kimin getirdiğini görebilmek için saatlerce uykusuz bekledi. En
sonunda ağrılarına ve uykusuzluğuna dayanamayıp gözlerini
kapatıyordu her defasında ve sabah yemeğini önünde hazır
buluyordu.

Bir gece yarısı, her ne olursa olsun onu görmeye karar


verdi. Bekledi…bekledi ancak gelen giden yoktu. Gecenin
karanlığı, göz kapaklarını iyiden iyiye kapatıyordu. Kısa bir
süreliğine uykuya daldı ve tam o anda bir çıtırtı ile uyandı
uykusundan. Belli belirsiz bir gölge gibi bir anda hızla uzaklaştı
yuvasındaki yabancı. Onu görememişti, her şey bir saniyede
olup bitmişti. Uçmak ve onu yakalamak istedi. Ancak kanatları
yoktu. Boş yere çırptığı kanatlarından ona bir fayda
gelmeyeceğini anladı ve mırıldandı içinden, “Kimsin sen?
Allah aşkına söyle, kimsin?”

Sabah gözünü açtığında yiyecekler yine aynı yerdeydi.


Bu davetsiz misafirle karşılaşmasına ramak kalmıştı ama
başaramamıştı. Peşinden uçabilseydi eğer, onu bulabilirdi.
Fakat kanatları olmadığından bunu yapamamıştı.
Kanatlarına bakarken, yüzünde şaşkınlıkla karışık bir
ifade belirdi. Kanatları üzerinde minik minik tüyler çıkıyordu.
Çok şaşırdı bu duruma. Sonra pençelerine baktı ve
pençelerindeki yara izleri siliniyor ve ince bir katman şeklinde
yeni pençeler çıkıyordu.

Muhtemelen gagasında da aynı şeyler oluyordu.


Gagasını yokladığı zaman, ucunca minik bir çıkıntı olduğunu
fark etti. Uzun zamandır hiçbir şeye bu kadar sevinmemişti.
Yoksa annesinin anlattıkları gerçekten doğru muydu? Eğer
öyleyse, bütün bu çektiği sıkıntılardan sonra onu muhteşem bir
hayat bekliyordu.

Sevinci ve şaşkınlığı bir arada yaşıyordu. Umudu


yeniden alevlenmeye başlamıştı ve bir yerde umut varsa, orada
her şey mümkün olabilirdi.

Günler günleri kovaladı ve her gece yaşlı kartalın


yuvasına yiyecek bir şeyler gelmeye devam etti. Kartal artık
iyice emindi. Bu yiyecekleri yavrularından biri getiriyordu.
Annelerini son günlerinde eşinden ayırdıkları için de utanıyor
ve babalarının karşısına çıkamıyorlardı. Belli ki sevgilerini bu
şekilde göstermek istiyorlardı.

Kartal onları görebilmek için uykusuz bir şekilde


sabahlamaktan vazgeçmişti artık. Her sabah önünde yiyecek bir
şeyler gördüğünde hafifçe tebessüm ediyor ve “Teşekkür
ederim” diyordu sadece.

Zaman hızla akıp gidiyordu. Mevsim kışa dönmek


üzereydi ve eğer tüysüz, gagasız ve pençesiz bir şekilde kışa
yakalanırsa, bu onun ölümü demekti…
Bu arada mucize tüm hızıyla devam ediyor ve kartal
adeta yeniden doğuyordu. Tıpkı bir kartalın bebeklik süreci
gibiydi bütün bu yaşananlar. Minik tırnaklar çıkıyor ve günden
güne büyüyordu. Tüyleri ince fakat sık aralıklarla çıkmaya
başladı. Gagası tıpkı bir bebeğin diş çıkarma serüvenini
andırıyordu. Sürekli kaşınıyor ve onu rahatsız ediyordu. Ancak
sonunda elde edeceği şeyi düşündüğü zaman, bütün bunlara
fazlasıyla değerdi.

Aylar süren bu inziva, ona uzun yıllar boyunca yetecek


bir güç ve enerji verecekti. Bir kartala, yuvasında oturup ölümü
beklemek yakışmazdı. Kartallar zorluklara meydan okur ve
engelleri dize getirirlerdi.

Şimdi belki de önceki yaşamında olduğundan daha da


güçlenmişti. Ağrıları günden güne azalıyor ve enerjisi
artıyordu.

Bir sabah uyandığında, yuvasında yiyecek bir şeyler


olmadığını fark etti. Bu durum onu üzmedi. Yalnızca merak
ediyordu neden yavrularının gelmediğini.

Ertesi sabah yine yiyecek yoktu. Sonraki sabah ve bir


sonraki sabah da…

Endişeleniyordu. Başlarına bir şey mi gelmişti acaba?


Düşüncelerini susturmak ve olumlu şeylere odaklanmak istedi.
Belki bir süreliğine göç etmişlerdi. Onların da yavruları olmuş
ve onunla meşgul oluyorlardı belki de.

Ya da babalarının artık kendine güvenmesini ve güçlü


bir kartal olduğunu hatırlaması için kendisine meydan
okumasını istiyorlardı.
Ne zamana kadar yuvaya yiyecek taşıyabilirlerdi ki?
Durum böyle değilse bile, kendini buna inandırmıştı ihtiyar
kartal ve bu yeni gövdesini test etmek istiyordu bir an önce.

Kanatları iyice gürleşmiş, incecik tüyler bütün


gövdesini kaplamıştı. Pençeleri bir bebek kartalın pençeleri
gibiydi henüz. Ancak yumuşak dokunuşlar yapabiliyor ve bir
yerlere tutunabiliyordu. Gagası da günden güne büyümüş ve
ilginç bir biçim almıştı.

Bu haliyle genç bir kartalı andırıyordu, onca yaşına


rağmen…

Korkunun ecele faydası yoktu. Yüzleşecekti yeni


bedeniyle… Yuvası bir kayalığın en yüksek yerindeydi. Küçük
bir mağara gibiydi yuvasını inşa ettiği oyuk. Güvenli ve sıcaktı.
Daha önce binlerce kez ihtişamlı bir biçimde uçmuştu bu
yuvadan. Şimdi yuvanın kayalıkla bütünleştiği bu yüksek
uçurumdan aşağıya baktığı zaman başı dönüyordu.

“Utanmıyor musun?” dedi kendi kendine, “Ne biçim


kartalsın sen? Kartallar yüksekten korkar mı hiç?”

Ama korkuyordu. Bu kanatlar, bu pençeler onun muydu


gerçekten? Uzun yıllar boyunca taşıdığı vücut bu değildi.
Yeniden doğmuştu sanki. İşte şimdi yüzleşecekti bu değişimin
sonuçlarıyla.

Kayalığın ucuna kadar ilerledi. Aşağıya bakmıyordu bu


defa. Başının dönmesi geçmişti. İçinden kendi kendine, “Bunu
daha önce yüzbinlerce kez yaptın!” diyordu. Evet, daha önce
belki de milyonlarca kez uçmuştu… Ama bu kanatlarla değil.
“Önemi yok!” dedi içinden bir ses, “Kanat kanattır”
Kendi sesi hem onu yüreklendiriyor hem de
korkutuyordu. Hangi ses kazanacaktı acaba? Korku mu yoksa
cesaret mi? Annesinin ona anlattığı bir hikâye aklına geldi.
Hikâyede küçük bir çocuk bilgeye insanın en zayıf yönünün ne
olduğunu sormuştu. Bilge de ona, “İnsanın en zayıf yönü
içindeki kötü sestir. O kötü ses vahşi bir kurt gibidir. İçindeki
güçlü ses ise, seni koruyan ehlileştirilmiş bir kurt gibidir”
demişti.

Çocuk bilgeye, “Peki savaşı hangi kurt kazanır?” diye


sorduğunda bilge, “Sen hangisini beslersen o kazanır” yanıtını
vermişti.

Şimdi kartal aynı hikâyeyle karşı karşıya kalmıştı.


İçindeki zayıf ses ona geri çekilmesini ve yuvasına dönmesini
söylüyordu. Güçlü ses ise, “Sen bir kartalsın ve yalnızca bunu
hatırlaman yeterli” diyordu.

Yüzünü çevirip kanatlarına şöyle bir göz ucuyla baktı.


Bu kanatlarla uçabilir miydi? Elbette uçardı. Başını eğip
pençelerine bir göz attı. Henüz yeteri kadar sağlam ve güçlü
değillerdi ancak, bir yere tutunamayacak kadar işe yaramaz da
değillerdi.

Yüzünü bulutlara çevirdi. Hava rüzgârlıydı. Belki de


ona öyle geliyordu. Güneş parıldıyor ve o beklerken bulutlar
gökyüzünde hızlı hızlı süzülüyorlardı.

Sonsuza dek burada duramazdı. İçindeki cılız sese


kocaman bir tokat yapıştırmak ve ona kim olduğunu göstermek
istiyordu. Sonra derin bir nefes aldı. Sanki hayatında ilk defa
uçacaktı. Heyecanlı ve meraklıydı.

Gözlerini kapadı ve kendisini uzun zamandır tadını


unuttuğu gökyüzünün kollarına bıraktı…

Tüm vücudu kasılmıştı. Ama buna sebep olan korkusu


değil, rüzgârın serinliğiydi. Ne kadar da uzun süredir
uçmuyordu…

Boşluğa bırakmıştı gövdesini, gökyüzünde


süzülüyordu. Kanatlarını çırpmaya başladı sonra. İnanılmaz bir
biçimde, tek bir kanat çırpmasıyla birlikte gövdesi olabildiğince
ileriye uzanıyordu. Rüzgârın gücü müydü bu kadar hızlı
uçmasının sırrı, yoksa yeni kanatları mıydı?

Rüzgârın şiddetini hissetmediği bir yere uçtu.


Kanatlarını yavaşça çarpıyor ve adeta bir füze gibi uçuyordu.
Böylesine hızlı olmasının sebebi rüzgâr değildi. Yeni kanatları
ona, tıpkı gençliğinde olduğu gibi, belki de daha fazla enerji
vermişti.

Uzun zamandır yaşamadığı bu heyecanın tadını çıkardı


doyasıya. Bulutların üstüne kadar çıkıyor ve sonra yere hızla
düşen bir kaya parçası gibi hızlanıyor, ardından da nazikçe bir
manevrayla tekrar yükseliyordu. Akrobatik hareketler bile
yapıyordu ihtiyar kartal.

Artık ona ihtiyar denemezdi. Kanatlar gerçekten de


inanılmazdı. Bu kadarını hayal bile edemezdi. Yaşadığı onca
sıkıntılı şeyden sonra, bütün bu olup bitenler gerçekten de bir
mucizeydi…
Şimdi de sıra pençelerini test etmeye gelmişti. Bakalım
pençeleri, eski gücüne tekrar kavuşabilmiş miydi?

Önce tırmanabildiği kadar yükseğe tırmandı. Tıpkı jet


motorlu bir uçak gibi keskin manevralar yaparak daha önce
hiçbir kuşun çıkamadığı kadar yükseklere çıktı.

Bu kadar yükseğe, genç ve enerjik bir kartal olduğu


dönemlerde bile çıkamamıştı. Küllerinden yeniden doğmak
böyle bir şeydi galiba.

Bırakın bir serçe ya da güvercini, bir kartalın bile


cesaret edemeyeceği kadar yükselmişti. Rüzgârı kucaklıyor,
bulutlarla dans ediyor ve yuvasındaki inziva dönemi boyunca
ertelediği bu akıl almaz zevkin tadını çıkarıyordu.

Eskiden hayal bile edemediği kadar yükseklere çıktı.


Heybetli kanatlarını sonuna kadar açtı ve keskin gözleriyle
etrafı taradı.

Gözleri bir radar gibiydi. Kilometrelerce öteden, küçük


bir serçeyi bile rahatlıkla görebilirdi ve gözlerindeki radarda,
küçük bir serçe bir anda beliriverdi.

Bu, yaşlı ve güçsüz bir kartal olduğu dönemlerde


onunla dalga geçen serçeydi. Bir çalının üzerine konmuş ve
öylece etrafa bakınıyordu. Yaklaşık altı yüz metre kadar
yukarıdan, serçeyi net bir biçimde tarayabiliyordu.

Kanatlarını geriye doğru çekti. Kanatlar adeta bir bıçak


gibi havayı ortadan ikiye bölüyordu. Pençelerini, iniş takımları
kapalı bir uçak gibi gövdesinin altına gizledi. Hızlı ve sert bir
dalış yaptı. Serçenin yanına ulaşması yaklaşık üç ya da dört
saniye sürdü. Çalıya varmasına metreler kala pençelerini açtı ve
küçük kuş daha ne olduğunu anlayamadan onun pençeden
kafesine girmişti bile.

Kuşu yakaladığı gibi tekrar tırmanışa geçti. Bu defa


daha da limitlerini zorluyor ve bulutları delip geçiyordu adeta.
Pençelerinde ölüm kalım savaşı veren kuş, böylesine bir
yüksekliği rüyasında bile göremezdi.

Kartal ona zarar vermek istemiyordu. Henüz


ölmediğini, bu patavatsız kuşa kanıtlamak istiyordu.

Kuşu yaklaşık bir kilometrelik bir mesafeye kadar


çıkardı ve sonra pençelerini açıp onu boşluğa bırakıverdi…

Küçük serçe, taklalar atarak yere doğru düşüyordu. Bu


kadar yüksek bir mesafede uçamazdı. Kanatları paramparça
olurdu. Minik gövdesini top gibi yaptı ve yere doğru çakılan bir
taş gibi çaresizce ölümünü bekledi.

Kuş tüm hızıyla bir kaya parçasına çarpmak üzereyken,


kartal güçlü pençeleriyle onu sert bir şekilde son anda kavradı
ve korkudan ölmek üzere olan kuşu yavaşça yere bırakıp
uzaklaştı. Kuş baygın gibiydi. Uzun süre kendisine gelemedi ve
kiminle dans ettiğini bu defa gerçekten öğrenmiş oldu.

Kartal böylece hem o küçük düşürücü hatıranın


rövanşını almış hem de pençelerinin sağlamlığını test etmişti ve
test tam anlamıyla mükemmel sonuç vermişti. Bu pençelerle,
kavrayamayacağı şey yoktu artık. Korku ve kararsızlıkla
başlayan yeniden doğuş macerası, cesaretle ve çok daha
büyümüş bir güvenle devam ediyordu…
Yuvasına uçtu. Bu yuvada inzivada geçen aylar artık
sona ermişti. Söktüğü pençeleri, tüyleri ve gagasının parçalarını
mağaradaki güvenli bir yere sakladı hatıra olarak ve kanatlarını
özgürce açıp uçmaya başladı. Yavrularını bulacaktı…

“Bu gerçekten de ben miyim?” dedi rüzgârı yarıp ufuk


çizgisinde süzülürken... Gökyüzünde adeta şov yapıyordu.
Kanatlarının manevra kabiliyeti artmış, gözleri daha
keskinleşmiş ve pençelerinin gücüne güç katılmıştı.

Annesi haklıydı! Kartallar gerçekten de ikinci kez


doğabiliyorlardı. “Keşke annem de bunu yapabilseydi” dedi ve
sonra eşi geldi aklına. Ona neden söylememişti bunu? Belki de
şu an hayatta olabilirdi. Hatta eskisinden bile daha güçlü
olabilirdi belki de…

Kendisine kızıyor olmasının bir işe yaramayacağını


biliyordu. Eşi için artık çok geçti ama yavrularını bulabilirdi.
Böylesine güçlü kanatlar ve gözler varken etrafı bir radar gibi
tarar ve eşiyle yavrularının izine ulaşabilirdi.

Gözlerini keskin bir tarama yaparcasına kısıyor ve bir


radar gibi gökyüzünün tepelerinden bulunduğu bölgeyi detaylı
bir biçimde tarıyordu. Öyle ya da böyle bulacaktı yavrularını.

Pek çok kartal yuvası ilişti gözlerine. Hepsine de teker


teker baktı. Aradığı ize dair hiçbir şey yoktu. Gözleri öylesine
keskindi ki, bazı yuvalara inip bakmasına bile gerek
kalmıyordu. Çok uzaktan taradığı zaman, oradaki tüylerin
yavrularına ait olup olmadığını bir çırpıda anlayabiliyordu.
Uzaklara doğru uçmaya devam etti. Şu ana kadar tek bir
ipucu bile yoktu. Bu çevrede olsalardı bunu kesinlikle
anlayabilirdi. Güneye doğru uçtu. Mevsim kışa doğru
yaklaşıyordu ve yavrular içgüdüsel olarak kuzey bölgelerde
olamazlardı.

Güneye doğru uçtukça eşiyle yaşadığı günler geçmeye


başladı aklından. Ne güzel hayalleri vardı… Güney, onların
hayallerini süsleyen en güzel rüyaları temsil ediyordu. Günün
birinde yavrular da büyüyünce hep birlikte güneye doğru göç
edecekler ve hayatlarının geri kalan kısmını orada
yaşayacaklardı.

Uçmaya devam ettikçe, eşiyle kurduğu hayaller onu


alıp çok daha uzaklara götürüyordu. Çok yüksek bir kayalığın
üzerinde uçuyorlardı bir gün.

Güneş batmak üzereydi ve kayalığın zirvesinde yuva


yapmaya çok uygun bir yer vardı. Birlikte inmişlerdi o çukura.
Güneş tam karşılarında duruyordu. Burası çok yüksek olmasına
rağmen soğuk değildi ve yavruları büyüdükten sonra, burayı
yeni yuvaları yapmaya karar vermişlerdi. Bütün hayallerini
süslüyordu bu kayalık. Şu an yaşadıkları yuvadan çok daha
yüksek ve çok daha ihtişamlıydı. Güçlü kartallara yakışır bir
evdi burası ve yavrular büyür büyümez buraya göç
edeceklerdi…

İşte şimdi tam da o kayalığın üzerindeydi ve yine güneş


batmak üzereydi. İnişe geçti. Bu çukurdaki anılar onu yalnız
bırakmıyordu. Eşi sanki onunla birlikte oradaydı. Güneş sıcacık
yüzünü cömertçe paylaşırken, yalnız ve güçlü bir kartalın
yüreği eşinin acısıyla paramparça oluyordu ve kimse bundan
haberdar bile değildi…

Yuvanın içine göz gezdirdi. Burada çok hoş, belki de


tanıdık olduğu için hoş gelen bir koku vardı. Buraya onlardan
sonra gelen kartallar olmuştu. Belki de hala burada yaşıyorlardı.
Eğer öyleyse, şu an burada olması hiç hoş olmazdı. Geldikleri
zaman çok kızarlardı ona. Hiçbir kartal, bir başka kartalın
yuvasına giremezdi.

Ama bu koku… Neden aklında tuhaf soru işaretleri


beliriyordu ki? Koku eşine ait bir şeyleri hatırlatıyordu. Belki
de aklı karışmıştı. Eşini çok fazla düşündüğü için onun
kokusunu da burada hissetmiş olmalıydı.

Yuvadan ayrılmak üzere kanatlarını açmışken, son bir


şey takıldı aklına ve geri döndü. Yuvanın içinde çalılarla
kapatılmış bir alan vardı. Oraya yaklaştığı zaman koku daha da
belirgin oluyordu. Bu koku hayalinden kaynaklanmıyordu.
Koku gerçekten de eşinin kokusuydu.

Kalbi hızla atmaya başladı. Neyle karşılaşacaktı acaba?


Belki de eşinin cansız bedeni bekliyordu onu bu çalılıkların
arasında. Eğer öyleyse, bunca acıya ne gerek vardı? O korkunç
sonu görmemek için ayrılmıştı eşinden ve yavrularından. Eğer
şimdi onun cesediyle karşılaşırsa, kader onu en baştan aynı
oyunun içine atıverecekti.

Buraya kadar gelmişken ve bunca tesadüf onun


kokusunu karşısına çıkarmışken geri dönmedi… Yaklaştı
çalılıklara doğru ve…
Kanatlarıyla çalıları kenara doğru kaydırdı. Eşinin
tüyleriydi bunlar. Ne kadar da canlı duruyorlardı. Hiç
bozulmamışlardı. Peki ya gövdesi? Gövdesine dair bir iz yoktu.
Sadece eşinin kanatları vardı görünürde.

Kanatları koklamaya başladı. Kokusu hiç


değişmemişti. Peki, neden sadece kanatlar?

Kanatları teker teker dağıttı. Bir iz arıyordu.


Heyecandan kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Kader onu bir daha
göremeyeceğinden emin olduğu bir karşılaşmaya sürüklemişti.

Tüyleri teker teker kenara çekerken, alt kısımlardan


eşinin pençeleri görünmeye başladı. Sökülmüş pençelerdi
bunlar… Tıpkı kendi söktüğü pençeler gibi. Sonra eşinin gagası
çıktı. Onu parçalamadan, tek parça halinde sökebilmişti. Kendi
gagası gibi paramparça değildi.

Şaşkındı. Duyguları ve aklı karmakarışık olmuştu. Eşi


yavrularıyla birlikte bu mağaraya gelmişti belli ki… Peki,
neden o da kendisi gibi yeniden doğmak için inzivaya
çekilmişti? Nereden biliyordu bunu? Kendisi bile ölümle burun
burunayken, zar zor hatırlamıştı annesinin söylediklerini. Eşi
biliyor muydu acaba en baştan beri? Biliyorsa neden
paylaşmamıştı onunla?

Eğer o da kendisi gibi yeniden doğmayı başardıysa, şu


anda son derece sağlıklı olmalıydı. Onu bulacak ve birlikte
hayata yeniden başlayacaklardı.

Eşinin tüyünden bir parça aldı ve kanatlarının arasına


sıkıştırdı. Yavrularını aramak için çıktığı yolculuk, onu hayat
arkadaşına götürecekti belki de.
Mağaraya benzer kovuktan çıkmak üzere yüzünü çıkışa
doğru çevirdiğinde…

Tam önünde genç bir dişi kartal duruyordu. Sessizce


gelmişti, tek bir ses duymamıştı içerideyken.

Bu kartal… Çok genç ve canlı görünüyordu. Yoksa…


Olabilir miydi gerçekten? Bu eşi miydi?

Evet öyleydi! Tam karşısında duruyordu. Tepeden


tırnağa yeniden doğmuş gibi… Bu onun hayat arkadaşıydı.
Belli ki eşi de onu tanımakta zorlanmıştı. İkisi de bambaşka
birine dönüşmüşlerdi. Yavaşça sokuldular birbirlerine. Ölümü
beklerken, yeniden doğuşun tadını çıkarıyorlardı aynı anda.
Kanatları yumuşacıktı ikisinin de. Uzun uzun baktılar
birbirlerine. Kokladılar birbirlerini. İki ihtiyar yeniden ve
bambaşka bir biçimde dönmüşlerdi hayata. O ölümü bekleyen
hallerinden eser yoktu.

Eşi onun yeniden doğacağını biliyordu. Her şeyi


başından beri planlamıştı. Onun çaresizliğin içinde bir çare
bulabileceğine inanıyordu. Hep öyle olmuştu çünkü… Bu defa
da başaracağından emindi. Kartal yapayalnız yuvasında acı
çekerken, yavruları onu hep gözetiyorlardı. Bu sınav onun
yeniden varoluş sınavıydı ve bu yüzden sınavı tek başına
vermesi gerekiyordu.

Kronometreyi Durdurun…
Toplam Süre (Sn) :

Toplam Sözcük : 2346

Okuma Hızınız :

Formül : (2346 * 60)/Toplam Süre (Sn)

You might also like