Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 12

Okuma Testi 5.

Gün

Kelime Sayısı: 1981

Kronometreyi Başlatın…

Sonra bıraktı babam kanatlarımı. Kaçıp kurtulacağımı


sanıyordu. Ama ben babamın omzuna konmuştum. Beni çok
sevmişlerdi. Hatta babam, küçük oğlunu çağırıp kelebeği
izlemesini söyledi! Çocuk kelebeğe bakıyordu, kelebek de
çocuğa… Tıpkı bir aynanın karşısına geçip kendini izlemek
gibiydi bu. Ancak görüntüler farklıydı. Aynaya bakan kelebek
karşısında sevimli bir çocuk görüyordu. Çocuksa, aynaya
baktığının bile farkında değildi henüz.

Kendi hayatımı böylesine farklı bir açıdan


izlememiştim daha önce. Beni duymuyorlardı. Sadece bir
kelebek olduğumu sanıyorlardı, o kadar. Ama ben onlara
bakarken, yüreğimden seller akıyordu. Bir kelebek olarak
özgürdüm belki, ama annemi görüp ona sarılamıyordum.

“Anne seni çok seviyorum!” diye bağırdım avazım


çıktığı kadar. Ama nafile, kimse beni duymuyordu.

Çok ilginç bir şey oldu ve annem, “Ben de seni çok


seviyorum bebeğim” diye sarıldı oğluna…

Kelebeğin sesini duymuş ama oğluna sarılmıştı. Bu


duruma üzülsem de, sonuçta hiçbir şeyin değişmediğini
düşünüp rahatlıyordum. Annemin sarıldığı çocuk da bendim
sonuçta. Az önce kelebek kardeşim, onların beni
duyamayacaklarını, ama hissedebileceklerini söylemişti.
Demek ki, beni hissetmişti annem.

Acaba duyacak mı diye, “Seni çok seviyorum baba!”


dedim. Babam da annemin yaptığını yaptı ve sarıldı çocuğa,
daha doğrusu bana… Ama son söylediğimi sadece ben
duyabilirdim. Babamın duyması mümkün değildi ve o beni
duymuştu. Bu harikaydı, beni duyabiliyorlardı.

Belki bir kelebeğe değil, ama bana sarılabiliyorlardı.


Acaba kelebek olmayan halim beni duyabilir miydi?

Kendi kendime, çok acıktığımı söyledim ve inanması


güç ama çocuk, anneme çok acıktığını söyledi. “Harika!” dedim
kendi kendime. Sonra çocuk da aynı şeyleri tekrarladı. “Anne
çok harika bir gün değil mi?”

Düşüncelerine girebiliyordum. Söylediğim her şeyi


duyuyordu ve söylediğim her şeyi yapardı. Ben de en güzel
şeyleri yapmasını söyleyecektim.

Gidip her ikisinin de boynuna sarılmasını söyledim. O


da söylediğimi yaptı. Annem de, babam da çok şaşırdılar ve
sevindiler bu ani harekete. “Sizi her şeyden çok seviyorum!”
dedim onlara. Sarılıp dakikalarca kokladılar beni. Şimdi güzel
bir gösteri yapmak istiyordum. Nasıl olsa ipler benim elimdeydi
ve çocuk halimi istediğim gibi yönetebilirdim. Ona yaşından
beklenmeyecek şeyler söyletebilirdim. Ben de bunu yaptım.
“Siz benim hayatta en çok güvendiğim ve en çok
sevdiğim insanlarsınız” dedim. İkisi de sevgi dolu gözlerle
baktılar bana ve “Sen de bizim her şeyimizsin” dediler…

“Anne!” dedim, “Çiçekler neden sadece bahar geldiği


zaman açarlar?” Annem uzun bir süre düşündü ve sanırım
söyleyecek fazla bir şey bulamadı. Almak istediğim cevabı ben
verdim ve içimden fısıldadım anneme…

“Çiçekler yalnızca bahar geldiği zaman görünürler


yavrum. Oysaki onların kalbi toprağın altında atar. Biz onların
yalnızca bahar geldiğinde açtıklarını düşünürüz. Toprağın
altındaki gövdelerini göremeyiz. Yaprakların her sonbaharda
dökülüp, sonra yeniden açtıklarını unuturuz. Biz çiçekleri
yapraktan ibaret sanırız. Bu yüzden içimizi bir ürperti kaplar
sonbahar geldiğinde.

Çiçeğin özünün, toprağın karanlık yerlerinde gizli


olduğunu unuturuz. Biz sadece görebildiğimiz kadarına
inanırız. Göremediğimiz kısmı karanlıktır bizim için.

Toprağın altında milyonlarca çiçek vardır baharı


bekleyen… Görebilmek için baharın gelmesini bekleriz ve
kokularını ancak, çiçeği koparıp elimize aldığımız zaman
anlarız.”

Babam şaşkın gözlerle anneme baktı. Onun ağzından


daha önce böylesine felsefi sözler çıktığını hiç duymamıştı.

Sonra babama sordum benzer bir soruyu. “Güneş neden


her akşam batıp, her sabah yeniden doğruyor baba?” dedim ve
istediğim cevabı fısıldadım onun kulağına…
“Eğer güneş hiç batmasaydı, her şeyin sonsuza dek
sürüp gideceğini, hiçbir şeyin sonunun olmayacağını
düşünürdük. Ve eğer güneş hiç doğmayacak olsaydı, o zaman
da asla umudumuz olmazdı. Çiçekler yapraklarını döktükleri
zaman, onları sonsuza dek kaybettiğimizi düşünecektik… Bizi
bırakıp giden sevdiklerimizin, asla dönmeyeceklerine
üzülecektik…

Oysa güneş bizi terk edip gitmiyor. Sadece biraz


düşünmemiz için bize fırsat tanıyor belki de… Eğer güneşi
göremediğimiz için yok olduğunu düşünseydik, sabah güneş
doğduğu zaman onun dünkü güneş olduğuna inanmazdık…”

“Kelebekleri düşün oğlum” dedi babam…

“Şu sevimli kelebeğe bir bak. Onun bir zamanlar tırtıl


olduğuna kim inanır? Ama o, bir zamanlar yaprakların üzerinde
sürünen bir tırtıldı. Şimdi gökyüzünde dans eden sevimli bir
kelebek…”

Babam beni örnek veriyordu oğluna. Ama kimsenin


haberi yoktu olup bitenlerden…

“Siz beni bırakıp gidecek misiniz?” diye fısıldadım


kulağıma.

“Seni bırakıp gider miyiz hiç?” dedi annem ve sarıldı


boynuma…

Sonra babamı kulağına şunları fısıldadım…

“Eğer bir gün seni bırakıp gittiğimizi düşünürsen, o


zaman kafanı kaldır ve gökyüzüne bak. Görebildiğin en uzak ve
en parlak yıldıza çevir gözlerini oğlum. Belki gözlerinle
gözlerimizi göremezsin, ama yüreğinin sesini dinlediğinde bizi
hissedeceksin…”

Bir çocuğun anlayabileceği şeyler değildi bu


söylediklerim. Ama her ikimizin de zihnine kazınacak türden
sözcüklerdi bunlar. Onların ölümüne alıştırıyordum kendimi.
Belki de hayatımın yönünü değiştirmeye çalışıyordum. Ama
bütün gerçekleri bildiğim halde bunu yapıp yapamayacağımdan
emin değildim.

O küçük çocuğu, yani büyümemiş olan beni, ailesinin


ölümüne alıştırmak için bir şeyler yapmalıydım.

Şu anda ondan çok daha fazla olgun bir insandım ve


yaşayacağı acıyı hafifletebilirdim. Çünkü o, bir zaman sonra
benim yaşadığım acıları yaşayacaktı. Ben ondan önce her şeyi
yaşamıştım. Aynı acıları bir kez daha yaşamaması için, ona
yardım ediyordum. Ona yardım etmekle, kendime de yardım
ediyordum aynı zamanda.

“Ölüm nedir anne?” diye fısıldadım annemin kulağına.

“Ölüm uzun bir uykudan başka bir şey değildir


yavrum…” dedi annem.

“Ölümden korkulur mu?” dedim.

“Beni uyurken gördüğünde korkuyor musun?” dedi


annem…

“Sabah uyanıyoruz ve hayata kaldığımız yerden devam


ediyoruz. Ama ölüm, uzun süren bir rüya gibi… Ne zaman
uyanacağını bilmiyorsun. Yalnızca bir rüya görüyorsun ve
gözlerini açtığında tekrar uyanıyorsun…”

Duymak istediğim her şeyi söyletiyordum onlara. Belki


de anne ve babamın ağzından duymak beni rahatlatacağı için
bunları söylüyordum onlara…

“Canım oğlum;

Hayat bir liman gibidir. Pek çok gemi gelir geçer bu


limandan. Büyük küçük gemiler vardır limana demir atan.
Bazen çok kısa bir süre kalırlar ve sonra okyanusa tekrar geri
dönerler.

Bazı gemilerse, uzun yıllar boyunca kalır bu limanda.


Ama bütün gemiler, bir süre sonra limanı terk etmek
zorundadırlar. Çünkü limanın öbür tarafında, okyanusun da
ötesinde, çok daha büyük ve güzel bir liman daha vardır.

…ve bütün gemiler, o limana mutlaka uğramak


zorundadırlar. Gidilecek tek liman o’dur ve biz, ilk geldiğimiz
limana, yalnızca biraz dinlenmek için uğrarız.

Bizim görevimiz seni limana getirmek ve sana kendi


geminin kaptanı olmayı öğretmekti. Bunu tek başına yapman
mümkün değildi. Bu yüzden senin yanındaydık.

Buraya ilk geldiğin zaman, senin geminde yalnızca saf


sevgi vardı. Henüz tek bir lekesi olmayan, tertemiz ve berrak
bir sevgi… Sana bildiğin her şeyi sonradan öğrettik.

Şimdi limanı iyice tanıyorsun ve burada kalıcı


olmadığını da biliyorsun. Çünkü bu limanda, hiçbir gemi
sonsuza dek kalmaz. Sadece mutlu olmalısın burada vakit
geçirirken. Çünkü başına gelecek hiçbir şey kalıcı olmayacak
sen buradayken.

Karaya demir atıp, zincirlerinin paslanmasına izin


verme. Gemiler, okyanuslar için yapılmıştır. Burada sonsuza
dek kalacağını düşünüp, hata yapma. Zaten çok kısa bir süre
kalacaksın, o zamanı da mükemmel geçirmelisin.

Sen bu limandaki milyarca gemiden sadece bir


tanesisin. Diğer gemilerin senin yerini alacaklarından korkma
sakın. Bu limanda herkese yetecek kadar yer var. Sadece,
paylaşmak için, yüreğini sonsuza kadar açman şartıyla…

…ve sakın, diğer gemilere yönelik küçük ya da büyük


tek bir kötü bir davranışta bulunma. Çünkü bu yolculuğun
sonunda, onlarla tekrar karşılaşacaksın.

Çok basit şeyler yüzünden, limanda geçireceğin zamanı


zehir etme hem kendine, hem de diğerlerine. Unutma, bu
limandaki her şey sevgi ve paylaşmak üzerine kurulu. Bu,
öylesine büyük bir liman ki, herkes için yetecek kadar mutluluk
ve huzur var. O yüzden, mutluluğu çok uzaklarda arama. Bazen
hiç beklemediğin anda, büyük bir gemi seni alıp, son limana
götürebilir. Geride bir şey bırakma ne olur…

Yapamadığın için pişmanlık duyacağın şeyler kalmasın


geride. Çünkü o gemi ansızın gelebilir. Şimdi de gelebilir…
Bu limanda “Yarın” diye bir gün yoktur oğlum…
Yarınlar asla olmamıştır ve olmayacaktır.

Sahip olduğun tek zaman, nefes aldığın andır. Düne ve


yarına ait tek bir şey bulamazsın bu limanda. Dünkü fırtına
çoktan bitti, yarın seni açık denizlerde nelerin beklediğini
bilmiyorsun. Yalnızca şimdiye sahipsin ve bu zamanı en iyi
şekilde kullanmalısın. Burada biletler anlık kesilir ve biletin
kesildiği an, yola çıkmak zorundasındır.

Yalnızca mutlu olmak ve mutlu etmek için uğraş ver


oğlum. Sen buraya geldiğin zaman, nefretin ne demek olduğunu
bilmiyordun. Kötülüğün tanımını yapamazdın bu limana ilk
geldiğinde. Bütün bunları sana biz öğrettik. Sen saf sevgiyle ve
bilgelikle gelmiştin dünyaya. “İmkânsız” diye bir şeyden
haberin yoktu senin. Bunu da sonradan öğrendin. “İmkânsız”
diye bir şey yoktur oğlum. Eğer olsaydı, şu anda bu limanda
olamazdın.

Bu sonsuz limanda, asla yalnız olduğunu düşünme.


Etrafında milyarlarca gemi var. Hepsi de, aynı limana gidecek
ve şunu da unutma, bu limandan ayrılırken, geminin içinde
bulunan her şeyi denize boşaltacaksın. Güverteni mücevherlerle
doldurmaya çalışma. Onca emek harcayarak yüklediğin altınları
okyanusun derinlerine bırakmak gelir sana. Tüm bu yükleri
nasıl olsa götüremeyeceksin. Ancak paylaştığın zaman mutlu
olabilirsin. Yıllarca uğraşıp kazandığın mücevherleri, bir gün
gelip okyanusun dipsiz sularına kendi ellerinle teslim edeceğini
düşün. Sanki çöp kutusuna boşaltıyor gibi.

Evet, bu olacak. Sana kesilen biletin günü geldiğinde,


geminin içindeki her şey okyanusa dökülecek ve sen bomboş
bir gemiyle yola devam etmek zorunda kalacaksın. Tıpkı diğer
milyarlarca gemi gibi…

Ama onları, limanı terk etmeden önce ihtiyacı olanlarla


paylaşırsan, sahip oldukların, gerçek anlamını bulmuş olurlar.
Burada sonsuza dek kalmayacaksın oğlum. Bu limanda
kimse sonsuza dek kalmadı ve eğer, senden istenen her şeyi
yaparsan, gittiğin limanda, sonsuza dek kalabilirsin. İşte o
zaman, başka bir limana gitmek zorunda olmayacaksın…

Bu liman, binlerce tuzakla doludur oğlum. Ancak zayıf


olursan ve güçsüz olduğunu düşünürsen bu tuzaklara
düşebilirsin. Karşına çıkan hiçbir şeyden korkma. Onlarca
cesurca savaş. Korku, sonradan öğrendiğin bir şeydir. Buraya
ilk geldiğinde korkunun ne demek olduğunu bilmiyordun.
Henüz bir bebekken, yalnızca yüksek sesten ve düşmekten
korkuyordun. Bunların dışında korktuğun tek bir şey bile yoktu.
Okyanusun dipsiz sularında yüzebilir, bir yılana dokunabilirdin.
Ateşin yaktığını, suyun boğduğunu biz öğrettik sana.

Tüm dünya sana korkman gerektiğini söyledi ve sen de


inandın bu yalana. Sen güçlüsün ve karşına ne çıkarsa çıksın,
onunla mücadele edebilirsin. Bu güç sende hep vardı. Gücünü
kaybettiğini düşündüğün zaman, içindeki çocuğa bunu sor…
Sana en doğru cevabı o verecektir. Yüreğinin derinliklerinde,
bütün sorularına bir cevap bulabilirsin.

Sen okyanustan geliyorsun oğlum. Uçsuz bucaksız,


sonsuz bir okyanusun içinden geliyorsun. Sen okyanusun bir
parçasısın, bir damlasın okyanustan. Sonsuz okyanus,
milyarlarca su damlasından oluşur ve e sen de onlardan birisin.
En özel damlalardan biri…

Kendini hiçbir koşul ve durumda güçsüz hissetme. Sen


okyanustan kopup geldin. Tıpkı diğer damlalar gibi… Unutma,
bütün su damlacıkları aynı ağırlıkta. Onları gözünde büyütme
ve kendini de onlardan daha değersiz görme.
Sen çok değerlisin, sen bu özel limana gelen bütün
gemilerle aynı değerdesin. Aynı yerden geldiniz ve aynı limana
döneceksiniz. O yüzden hiçbir gemiyi, içindeki mücevherlere
bakarak değerlendirme. Limandan ayrılacağı gün, bütün
gemilerinin içinin boşaltılacağını unutma.

Bu limanda bütün gemiler, sevgiyle yol alırlar. Tüm


gemilerin yakıtı sevgidir. Öfke ve nefretle yol alan gemiler,
çabuk paslanır ve karaya otururlar. Asla onlardan biri olmaya
çalışma.

Sen çok özelsin. Tıpkı diğerleri gibi... ve sana


diğerlerinin bildikleri ama unuttukları bir şeyi hatırlatmak
istiyorum.

Eğer diğer gemilere sevgiyle yaklaşırsan, karşılığında


sevgi görürsün. Ama kötülükle yaklaşırsan, o zaman da sana
düşman olurlar. Hiçbir geminin, bu limana nefret ve öfkeyle
geldiğini sanma. Her biri de sevgiyle geldiler bu limana.
Zamanla güvertelerini pis sular doldurmaya başladı.
Temizlemediler bu pislikleri ve kendi gemilerinin içinde
boğuldular.

Geldiğin yeri hiçbir zaman unutma oğlum. Sen


güvertenin başındasın ve okyanus yanı başında. Onu
görmezden gelme.

Evet, oğlum, bizler seni limana getirdik ve sana


limanda yapman gerekenleri söyledik. Bu limanda, bizler
olmadan da kalabilirsin. Eğer bir gün ayrılacak olursak, sakın
bizim gemimizin battığını düşünme. Sadece hepimizin gideceği
yere, senden önce gittiğimizi düşün ve bizim için üzülme. Bu
limanda, üzgün geçirecek kadar çok zamanın yok. Sana verilen
bu kıymetli zamanı, en güzel şekilde değerlendirmelisin. Eğer
bunu yapmazsan, en büyük hazineni kendi ellerinle sonsuzluğa
teslim etmiş olursun. Bu hazine, altın ya da elmas değil,
avuçlarının arasındaki zamandır.

Gidebildiğin en uzak yere git oğlum. Gözlerine, en


güzelini görmelerini söyle. Kulakların sevgi dolu sözcükler
dışında hiç bir şey duymasın. Hep daha fazlasını iste. Ama bunu
yalnızca kendin için isteme. Çünkü biliyorsun, giderken
yanında hiçbir şey götüremeyeceksin. Bunu daha çok
paylaşmak için, daha çok insanı mutlu etmek için iste. Hep daha
fazlasını iste. Ama asla bencil olma. Çünkü sen, bu limana
geldiğinde, bencilliğin ne demek olduğunu da bilmiyordun…

Bu limana geldiğin zaman, üzerinde tek bir kıyafet bile


yoktu. Geldiğin günü hiç unutma ve herkesin de bu limana
kıyafetleri bile olmadan geldiğini aklından çıkarma. En güzel
elbiseleri alabilirsin, en pahalı ayakkabıları giyebilirsin.
İnsanların sana baktıkları zaman, ne kadar zengin olduğunu
düşünmeleri hoşuna gidebilir. Ama oğlum, en güzel ve en
pahalı elbiselerinin bile, bu limandan öteye gidemeyeceğini
unutma. Yanında elbiselerin olmayacak giderken… Tıpkı
gelirken olduğu gibi…

Kronometreyi Durdurun…

Toplam Süre (Sn) :


Toplam Sözcük : 1981

Okuma Hızınız :

Formül : (1981 * 60)/Toplam Süre (Sn)

You might also like