Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 374

A ŞK EN KESKIN H

D A H A T EH
Her eenç kız bir gün kralla evlenmenin hayalini kurardı.
Ama Peri Kralı'yla. değil.
Çünkü bu, ölümle dans etmek demekti.

<0
ferilerle insanlar arasındaki kanlı savaştan sonra bir anlaşma yapılmıştı.
Buna göre her yüzyılda bir Seçilmiş iki İnsan kız, soylu perilerle
eylenmek üzere Periduvarı’nın diğer tarafına gönderiliyordu. Evelyn
Fairficld, Hasat sırasında reşit olacağı günün korkusuyla büyümüştü.
Sonbahar Sarayı Kralı’nm vahşetleri kulaklarına gelse de Evelyn’le ablası
güvendeydi çünkü köylerinden iki kız seçilmişti bile. Ancak Seçilmişlerin
Krala ihanetten idam edilmesi üzerine ablasıyla beraber onların yerini
doldurmak zorunda kalacaktı.

Neyse ki Evelyn’in müstakbel eşi Prens tüm önyargılarının aksine


büyüleyiciydi. Ama ablası sırra kadem basınca, Evely’nin anlaşmanın
bozulmaması için canavar Peri Kralıyla evlenmekten başka
Şansı olmayacaktı.

Ablasının kaybının altında yatan entrikaların ve Kral’a duymaya


başladığı tutkunun girdabına yakalanan Evely nin kapıya dayanmış
savaşı durdurmak için bu kez mantığından fazlasına ihtiyacı vardı.
ZM

t e s s o n j a o d e t t e

Çevirtir. Melike Çeiiner

I C İ T A P
İ N D İ G O
PERİ KRALI’N IN KALBİ
Tcssonja Odette

Baskı: Mart 2024


ISBN: 978-625-6772-39-7
Yayınevi Sertifika No: 43362

ZM

Copyright © 2020 Tessonja Odctıe


Bu kitabın yayın hakları Indigo Kitap Yayın Dağ. Paz. Rek. Ltd. Şti.'ne ainir.
Yayınevinden İzin alınmadan kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz,
hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

Orijinal Adı:To Carve A Fae Heaıt


Çeviren: Melike Çeciner
Yayıma Hazırlayan: Ece Ydccsoy
Redaksiyon: Ece Çavuşu
Son Okuma: EliFNilıan Akbaş
Sayfa Tasarımı: B&S Ajans
Kapak Tasanmı: Tcssonja Odette

Baskı
My Matbaacılık San. ve Tıc. Ltd. Şti.
Maltepe Mah. Yılanlı Ayazma Sok No: S Kaı: 2
Zeytinburmı / İstanbul Tek Q (212) 6 74 85 28
Sertifika No: 47939

in $ 9 İ
INDİGO YAY. DAĞ. PAZ. REK. LTD. ŞTİ.
Skyport Re&idcnce Yakuplu Mah. Hürriyet Blv. No:l iç Kapı No: 177
Bcylikdüzii / İstanbul
Tel: 0 (212) 438 17 83 * Faz: 0 (212) 438 17 84
www.indigokitap.com * info@i ndigokitap.com
İNDJGO VAY Bir ijMİlga Klıap Yoyın D>g. Pw. Rek. Lnl. markajıdır-
TESSONJA ODETTE

Çeviren: MelikeÇeliner
BIRCHASS03
“ SARAYI

EKSEM HATTI
t r t i i fâı'tMi'mf ı’i - .
Bölüm 1

H
er genÇ kadın bir kraliyet mensubuyla evlenme
hayali kurar. Zenginliği günahlarından fazla ve
yalandan gülümseyebileceğiniz kadar yakışıklı ol­
duğu müddetçe kral mı prens mi hiç fark etmez. Bir kız başka
ne ister ki?
Eh, öncelikle çalışan bir beyin. Tüm genç hanımlara bir
tane edinmelerini tavsiye ederim; böylece bir kraliyet mensu­
buyla evlenmenin dünyanın en berbat şeyi olduğunu anlarlar.
Görüyorsunuz ya, Eisleigh’de yaşayan tüm kadınlar bir kral­
la evlenmeye uygun adaylardır. Gerçi bir sorun var.
Müstakbel kocanız sizi büyük ihtimalle düğününüzden
sonra yatağa varmadan yiyiverecektir.
Jilet gibi keskin dişler tarafından paramparça edilmek pek
bana göre değil, teşekkürler, ben almayayım.
Tüm bu söylediklerimden sonra benim gibi mantıklı bir
genç kadının neden gecenin bir yarısı ormanın içinden Peridu-
varı’na doğru yürüdüğünü merak ediyor olabilirsiniz. Sebebini
söyleyeyim. Rüşvetle özgürlüğüme kavuşmak için.
Bazıları perilere armağan bırakmanın batıl inanç olduğunu
söylerdi. Periler gerçek olmasaydı ben de buna katılırdım. An­
cak Eisleigh sakinlerinin şansına periler gerçekti. Hatta tehli­
keli, ürkütücü ve kan dondurucu derecede gerçeklerdi. Benim­
se bu akşam onları gücendirmeye hiç niyetim yoktu.

7
Tessonja Odette

Yakınımda bir çıtırtı duydum, ardından sol tarafımdan bir


dalın kırılma sesi geldi. Ve ağaçlardan düşen yaprakların hışır­
tısı. Arkamı döndüğümde tek gördüğüm dalından havalanıp
karanlık gökyüzüne doğru süzülen bir baykuştu. Titrek bir ne­
fesle ağır yün pelerinime sarılarak dikkatimi tekrar önümdeki
patikaya çevirdim. Ayışığı orman zeminini yer yer aydınlatsa
da ağaçların arasındaki aşınmış yolu zorlukla takip edebiliyor­
dum.
Yine de iç içe geçmiş köklere, kayalara ve beni buraya tek
başıma geldiğime pişman etmeye kararlı doğadan türlü tür­
lü suikastçıya takılmamak için elimden geleni yapıyordum.
Genelde bana Periduvarı’na kadar annem eşlik ederdi. Ya da
ablam Amelie. Ama bu gece yalnızdım. Artık annemin beni
korumasına ihtiyaç duymayacak yaştaydım; Amelie’yse. ben­
den iki yaş büyük olmasına rağmen çoğu zaman onu koruyan
bendim. Ayrıca bu gece yapacak daha iyi şeyleri vardı.
Bir şey değil, Amelie. Umarım randevundan key if alıyorsun-
dur. Umarım emeklerim ikim izi de mutlak kıyametten kurtara­
bilir! Doğrusunu söylemek gerekirse, yanımda olmadığı için
onu suçlayamıyordum. Bu gecenin özgür geçirdiği son gece
olabileceğinin farkındaydı.
Ağaçlar seyrelmeye başlayınca ileride Periduvarı’nı seçtim.
Daha önce sayısız kez görmüş olmama rağmen her zaman te­
dirgin edici bir manzaraydı. On iki metrelik aralıklarla yerleş­
tirilmiş, boyumun iki katı yüksekliğinde ve üç katım genişli­
ğindeki devasa dikili taşlardan oluşuyordu. Taşların arasından
görünen tek şey, gökyüzünde yükselerek peri topraklarını ör­
ten yoğun sis bulutuydu. Duvar Fair Adasının bir ucundan di­
ğerine uzanıyor, Eisleigh’nin insanlara ait topraklarını Faervvy-
vae in peri topraklarından ayırıyordu.

4
Peri Kralı nın Kalbi

Duvara yaklaşırken sırtımdan aşağı bir ürpertinin yayıldı­


ğını hissettim. Her taş çiftinin arasından yayılan tehlikeyi ve
arkalarında çağıran sisi görmemek imkânsızdı. Taşların arasın­
daki boşlukların her biri Faenvyvae’e, insanların asla bile iste­
ye gitmediği, gittiklerindeyse asla dönmedikleri yere açılan bir
kapıydı.
Nabzım hızlanınca kemerimde asılı duran hançere hafifçe
vurdum ve belimdeki ağırlığını hissederek rahatladım. Ağır
adımlarla taşlardan birine doğru gizlice sokulduktan sonra
omzumdaki çantayı indirdim. İçinden bir tabakla kâse çıkarıp
-ikisinin de altında soyadım ve köyümün adı yazıyordu- taşın
dibine yerleştirdim. Ardından bir parça taze esmer ekmekle bir
matara keçi sütünü de çıkardıktan sonra ekmeği tabağa koyup
sütü kâseye boşalttım.
Alışkanlıkla ve saygıyla hareket ediyor, Yüz Yıllık Hasat’ın
yıldönümünü kutlama geleneğini annemin bana Öğrettiği gibi
hatasız yerine getirmeye çalışıyordum. Buradaki amaç, perile­
rin sempatisini kazanarak ablamla bir sonraki Hasatta seçilme-
memizi garantilemekti. Yüz Yıllık Hasat ertesi gün şafak vakti
başlayacağından bu İyiliklerine her zamankinden fazla ihtiya­
cım vardı.
Adağıma baktım, sonra gözlerimi duvar boyunca bırakılmış
benzer adaklara çevirdim. Bir sonraki taşın üzerinde desenli bir
atkıyla ayışığında parlayan broşu gördüm. Daha aşağıdaysa bü­
tün bir geyik cesedinin siluetini gördüğüme yemin edebilirdim.
Dikkatimi bir kez daha ekmek ve süt adağıma çevirdim.
Küçüklüğümden beri bu değişmemişti: ekmek ve süt. Annem
daha havalı şeylerin Hasadın dikkatini çekebileceğini, daha azı-
nınsa hoş karşılanmayacağını söylerdi. Görünüşe göre, ablam­
la korkunç perilere gelin gitmeyeceğimizden emin olmak için
yapmamız gereken tek şey dikkatleri üzerimize çekmemekti.
Tessonja Odette

Perilerin insanların bu saçma adaklarım neden bu kadar


önemsediğine hiç anlam veremiyordum. Onlara halihazırda
peri topraklarında bulunmayan bir şeyi sunmamız imkânsızdı.
Ayrıca periler yemek yiyor muydu ki? Tabii insan beyni ve genç
kızların akıttığı gözyaşları dışında.
Adağıma ablamla beni güvende tutmaya yeteceğini umarak
son bir kez baktıktan sonra arkama döndüm.
Ama başka bir duvar yolumu tıkadı.
Gölge ve dişlerden oluşan oldukça yüksek, boğucu bir du­
var. Nefesim kesildi ve geriye doğru sendeledim. Görüşüm net­
leştiğinde benden iki baş daha uzun bir adamın silüeti meydana
çıktı. Yüzünden başka yerini görmemi engelleyen koyu renkli
bir pelerinin altına yine koyu renkli, tam seçilemeyen kıyafet­
ler giymişti. Bu ilk bakışta gördüğüm gölgeleri açıklıyordu.
Dişler konusunda yanılmış olmalıydım çünkü dudaklarındaki
ukala sırıtış dişlerini göstermiyordu. Bakışlarım dudaklarından
kalkık burnuna ve çekik gözlerine doğru kaydı.
Bir peri. Harika.
Perilerin duvarın bu tarafında görülmeleri sıradışı bir du­
rum olmasa da bir perinin burada olmasının yalnızca iki nede­
ni olabilirdi. Birincisi, sorun çıkarmak. Bu genellikle goblinler,
cinler ve troller gibi barbar periler tarafından gerçekleş t irilirdi.
İkincisiyse, sözkonusu belayı ortadan kaldırmak. Genellikle
bu, kendi türleri bize zarar vermek istemiyormuş gibi davran­
maktan büyük zevk alan asil periler tarafından gönderilen peri
elçileri tarafından halledilirdi. Peki karşımdaki hangisiydi? So­
run mu? Yoksa büyü mü?
Bunun bir önemini yoktu sanırım. En kibar görünümlü
peri dahi siz fark edemeden kalbinizi kolayca söküp alabilirdi.
Nefesimi düzene soktum, cesur bir ifade takındım ve doğru-
an ona bakarken kendime gözlerimi kırpıştırmam gerektiğini

10
Peri Kralının Kalbi

hatırlattım. Göz kırpıştırmayı unuttuğum takdirde beni ef­


sunlayacak kadar uzun süre gözlerimin içine bakabilirdi. Daha
doğrusu, göz temasını amigdaiamın normal işleyişini durdura­
cak kadar uzun süre koruyabilirdi.
Bu peri de tıpkı diğer yaratıklar gibi, diye hatırlattım ken­
dime. Tehlikeli bir yaratık olsa da bilimin yasalarına bağlıydı.
Bilimi anlayabilir, onunla yüzleşebİlirdim.
Mantrama rağmen büyük bir tehlikeyle karşı karşıya ol­
duğumu biliyordum. Savunmasız, küçük ve yeterince giyin­
memiş olduğumun bilincindeydim. Pelerinim birden gözüme
pantolonumun içine tıkıştırdığım ince pamuklu geceliğimi
gizleme konusunda fazlasıyla yetersiz geldi. Neden düzgün bir
şeyler giymemiştim ki? Ama burada hiç kimseyle karşılaşacağı­
mı düşünmemiştim, hele ki bir periyle. Uzun, güzel ve tüyler
ürpertici bir periyle.
Neyse ki, elini taşlara ve diplerindeki adaklara doğru uzat­
tığında gözleri üzerimdeki kıyafetlere kaymadı. “İyilik mi di­
liyorsun, insan? Kral Aspen’in müstakbel eş adayı olarak seçil­
meyi mi umut ediyorsun?” Sesi alçak ve kalındı, ağzından bal
damlıyordu.
Bir kahkahayı bastırdım. Gerçekten aramızdan birinin bile
peri gelini olmak için yanıp tutuştuğuna inanıyor muydu?
Buna Hasat denmesinin bir nedeni vardı. Aksi takdirde Yüz
Yıllık Kapris derdik. Peki ben bu soruya yüzümü parçalatma­
dan nasıl cevap verebilirdim? Sadece adaklarımın adilce kabul
edilmesini ve türünüzle olan ilişkimin iyi ve mesafeli kalmasını
temenni ediyorum.”
Dudakları seğirdi ama gülümsemenin mi yoksa, kaşlarını
çatmanın mı eşiğinde olduğunu anlayamadım. Armağanın
gecikti. Seçilmişler seçileli çok oldu.

11
Tessonja Odette

Kanımın yüzümden çekildiğini hissettim. İki Seçilmiş çok­


tan onaylanmış mıydı? Ancak şafak sökene kadar duyuru ya­
pılmayacaktı. “Bu yüzden mi geldin? İsimleri kesinleştirmek
için mİ?”
“Oradan dönüyorum,” diye cevap verdi.
Bu da bir elçi olduğu anlamına geliyordu. Ancak isimleri
netleştirmekten dönüyorsa o halde bunun anlam t,..
Düşüncemi tamamlamakta zorlandım. Benimki dışında­
ki hiçbir köy Periduvarı’nın bu kısmına yakın değildi. Daha
güneyden gelmiş olması için dua edebilirdim. Derin bir nefes
alarak, “İsimlerini öğrenmem mümkün mü?” diye sordum.
Bir adım öne çıktığında gözlerindeki tehlikeli parıltıyı fark
ettim. “Bedelini ödersen.”
Tabii ya. Bu öngörülebilir tuzağa düşmüş olduğuma inana-
mıyordum. Kafamın rahat olması bir periyle pazarlık yapmaya
değmezdi. “Tekrar düşündüm de, sanırım şafağa kadar bekle­
yeceğim. Yola koyulsam iyi olur.” Etrafından dolanmak için
yana doğru adım attım ama o beriden hızlıydı.
Bir kez daha devasa cüssesi tarafından durduruldum. “Ko­
lay bir pazarlık olacak. Bana İsmini söylemen karşılığında İsim­
leri veririm.”
Hah, ben de inanırım ya!” Bu şekilde patladığım an piş­
man olmuştum. Annem her zaman patavatsızlığımın bir gün
sonumu getireceğini söylerdi. Ama bu peri beni İnandırabilece­
ğini düşünüyorsa yanılıyordu! Ona ismimi söylediğimde kar­
şılaşacağım soruyu biliyordum. Bu gerçek adın mı? Ne masum
bir soru... tabii aptalın teki için. Perileri az da olsa tanıyan her­
kes, ona gerçek ismimi söylediğimi onaylamamın beni tama­
men kontrol altına alması için ihtiyaç duyduğu tek şey oldu­
ğunu bilirdi. Bu sıradan bir efsunun ötesine geçerek bana dile

12
Peri Kralının Kalbi

getirilemeyecek şeyler yapma yetisini verirdi ona. En azından


efsun göz teması kesildiğinde sona eriyordu. Ama İsim vermek?
Söylentilere göre bu seviyede bir hâkimiyet ancak ölümle son
bulurdu.
Kendimi toparlayıp daha kibar bir cevap verdim. “Zekice
ama hayır. İsmimi vermeyeceğim.”
Peri kocaman gülümsedi. Bakışlarım keskin dişlerini gör­
mek için ağzına çevrildi. Ancak karanlıkta dolgun dudakları­
nın arasından parlayan küçük bir beyazlıktan fazlasını göreme­
dim. “O halde bana adını söylemeye ne dersin? Karşılığında ben
de sana adaylarınkini söyleyeceğim.”
Bir kez daha gözlerine bakarak söylediklerini kafamda evi­
rip çevirdim. Bir tuzağa yer bıraktığını düşünmüyordum. Ne-,
fes al. Gözlerini kırp. Nefes al. Gözlerini kırp. “Pekâlâ. Sana
adımı söyleyeceğim. Adım Evelyn.”
“Evelyn...”
Kibarca gülümsedim ama gözlerime yansımadığından
emindim. “Sadece ilk isim yeterli. Şimdi sıra sende.”
Peri ters ters bakmasına rağmen dudakları keyifle kıvrıldı.
“Benden korkmuyorsun, öyle değil mi?”
Bunu bana nasıl sorabilirdi? Göğüskafesimi delecek kadar
hızlı atan kalbimin sesini çoktan duymuş olmalıydı. “Neden
korkayım ki?”
Öne atıldı, dudakları bir hırıltıyla geriye kıvrılıp dişlerini
açığa çıkardı. İrkilerek geri çekilmek yerine elimde hançerim,
olduğum yerde durmaya devam ettim. Parmakları boynuma
uzandığında silahımı kaldırdım. Hançerin keskin ucuyla bu­
run buruna geldiğinde donup kaldı.
İkimiz de aynı pozisyonda durmaya devam ettik. Boğazı­
mı saran parmakları rahatsız edici bir baskı uygulasa da nefes

13
Tessonja Odette

almamı zorlaştıracak kadar sıkı değildi. Göğsüm aldığım ne­


fesle kabardı. Boğazımı biraz daha sıkarsa hançerimi göz çuku­
runa saplamaya hazırdım. Kolay olmayacaktı. Daha önce hiç
kimseyi öldürmemiştim; hele ki bir periyi hiç. Ancak yetenekli
bir cerrah çırağından daha fazlası olduğum için elim titremez­
di ve ete bıçak saplamaya yabancı değildim. Çeşitli dokuları
kesmek için ne kadar baskı uygulanması gerektiğini, hayati or­
ganlara ulaşmak için ne kadar derin ve sert kesmem gerektiğini
çok iyi biliyordum.
Parmakları köprücükkemiğimin altında seğirdi. Saldırıya
geçmeye hazırlandım.
Ancak peri göz açıp kapayıncaya kadar geri çekilerek başım
geriye atıp kahkahalara boğuldu.
Hançerim havadaydı, göğsüm öfkeyle İnip kalkıyordu. “Bu
kadar komik olan ne?”
“Sürprizleri severim. Gördüğüm kadarıyla korkuyorsun.
Korkuyorsun ama gözü kara ve hazırlıklısın. Beni gerçekten
öldürebilirdin.”
Sertçe yutkundum, gözlerine ters ters bakarken boynumu
ovuşturma dürtüsüne direndim. “Ya sen?”
Kahkahası kesildi ama geniş gülümsemesi yüzünden silin­
medi. Seni öldürmeyecektim. Sadece nasıl tepki vereceğini
görmek istedim. Buralarda gezerken yanında bir silah taşıman
zekice.”
Teşekkür ederim,” dedim dişlerimi sıkarak. “Şimdi yoluma
devam edeceğim. Bu sefer geçmeme izin ver.”
Yana doğru bir adım atarak mükemmel bir centilmen tak­
lidiyle elini ormana doğru uzattı. Hançerimin kabzasını sıkıca
kavramaya devam ederek yanından geçip gittim.
Peki pazarlığımız ne olacak?” diye sordu arkamdan sesle­
nerek. İki Seçilmiş in isimlerini öğrenmek İstemiyor musun?

14
Peri Kralının Kalbi

Duraksadım, ona dönmeden önce tereddüt ettim. “Dinli­


yorum.”
Bana doğru hareket etmedi, sadece sonu gelmeyen bir süre
boyunca gözlerini gözlerime kenetledi.
Nefes al. Gözlerini kırp. Nefes al. Gözlerini kırp.
En nihayetinde, duymak istediğim kelimeleri söyledi: “The-
resa ve Maryanne Holstrom.”
Sabletonlı Holstrom kızları. Bu kızlar benim köyümdendi.
Onlar için endişelenmeli, aileleri için kahrolmalıydım. Ne de
olsa bir arada büyümüştük. Ama hissettiğim tek şey büyük bir
rahatlamaydı. Tatlı, aklımı başımdan alan büyük bir rahatla­
ma. Dudaklarımı kenarlardan çekiştiren gülümsemeye dire­
nemedim ve başımı geriye atıp gözlerimi kapadım. “Teşekkür
ederim,” diye fısıldadım kime teşekkür ettiğimi bilmeyerek.
Perilere mi? Yıldızlara mı? Yoksa yukarıdaki Ana Tanrıçaya mı?
Yakınımdan gelen kahkahayı duyduğumda erkek perinin
varlığını hatırladım. Yüzüne bakmak için gözlerimi açtım.
Ama gitmişti.
Sinsice arkamda beklediğini düşünerek döndüm ama or­
man boş gibiydi. Kurtulmuştum. Geldiğim yoldan dönmeye
koyuldum; artık kınlan dalların ya da hışırdayan yaprakların
sesi irkilerek sıçramama neden olmuyordu. Keyfimi hiçbir şey
kaçıramazdı. Hiçbir şey.
On sekiz yıllık ömrümde kendimi ilk defa güvende hisse­
diyordum.

15
Bölüm 2

atağım sanki yer sallanıyormuş gibi titriyordu. Yine

Y de bundan hiç rahatsız olmadım. Hele de böylesi


tatlı bir uyku çekerken.
“Evie. Evie! Uyan!”
Bu ses beni irkiltip tamamen uyandırdı, gözlerimi açtı­
ğımda Amelie’nin yüzünü benimkinin sadece birkaç santim
ötesinde buldum. Homurdanarak diğer tarafıma yuvarlan­
dım. Yatak bu sefer daha şiddetli sallanmaya başlamıştı. Ame­
lie yatağımda ayağa kalkmış, şiltenin bir tarafından diğerine
zıplıyordu.
“Evie, nasıl uyuyabiliyorsun? Henüz haberleri duymadın!”
Haberler. Seçilmişlerin duyurulmasından bahsediyor olma­
lıydı. Ne kadar zamandır uyuyordum? Sonunda sırtüstü dö­
nerek başımı kaldırdım ve ablama baktım. Penceremden içeri
süzülen sabah güneşi bakır rengi saçlarını arkadan parlatıyor­
du. Yeşil gözleri siyah, uzun ve kıvrık kirpiklerinin altında ışıl
ışıldı. Üzerinde en güzel gündelik elbiselerinden biri vardı;
üzerinde leylak rengi çiçek desenleri olan krem rengi, göğüs
dekolteli bir elbise. Tabii ki şık bir elbise tercih etmişti. Bu
onun kutlama biçimiydi.
Amelie yatağa kendine pat diye bırakarak beni omuzlarım-
dan tuttu. Öyle kocaman sırıtıyordu ki düzgün dişlerinin hep­
sini görebiliyordum. “Holstrom kızları seçilmiş! Biz değil!”
Peri Kralının Kalbi

Şaşırmış gibi davranmam gerektiğini fark ettim. Ona dün


geceki karşılaşmamı anlatmam için herhangi bir neden yoktu,
ki bu da paylaşmak için yanıp tutuştuğu haberi zaten bilme­
min tek bahanesi olabilirdi. Hevesli görünmeye çalışarak, “Aa?
Holstromlar mı?” diye sordum.
Battaniye omuzlarımdan kayarken Amelie’nin yüzündeki
coşku yerini kaş çatmaya bıraktı. Bakışlarını takip ettiğimde
üzerimde hâlâ pelerinimin olduğunu fark ettim. Battaniyenin
geri kalanını çekmesiyle birlikte pantolonumun kirli paçasıyla
çamura bulanmış botlarım da ortaya çıktı.
“Gerçekten mi, Evie? Yatağa girmeden önce ayakkabılarını
çıkarma zahmetine bile girmedin mi?”
Gerinip bacaklarımı yatağın kenarından sarkıttım, sonra
botlarımın bağcıklarıyla uğraşmaya başladım. “Yorgun düş­
müştüm. Bilirsin ya, büyük zaferimizi güvence altına almak-
tan?
Amelie makyaj masama doğru süzüldü ve tepesindeki ay­
nada yansımasına baktı, kaşlarını ve yanaklarını hafifçe gerdi.
“Bu, meydanda seni neden göremediğimi açıklıyor. Annemle
anonsu dinlemek için yola çıktığımızda botların ön kapıda de­
ğildi. Çoktan gitmiş olduğunu düşündük.”
Botlarımdan birini tekmeleyerek çıkarıp diğerinin bağcık­
larını çözmeye koyulduğumda dün gece nasıl bu kadar derin
uyuduğuma kafa yordum. Hayatımda hiç bu kadar güzel bir
uyku çektiğimi sanmıyordum. Sanırım rahatlama kızlarda
böyle bir etki yapıyordu. “Kaçırdığım bir şey oldu mu? Duyu­
ru dışında yani?”
Amelie sırıtarak bana doğru döndü. Theresayla Maryan-
ne’in isimleri okunduğunda Bayan Holstrom’un yüzündeki
ifadeyi görmeliydin. Az kalsın bayılıyordu!
Tessonja Odette

Göğsüm suçlulukla sızladı. Annem bizim isimlerimizi duy­


saydı bayılır mıydı? Ancak bu acı his köklenemeden kayboldu.
Biz seçilmediğimiz için hâlâ fazlasıyla minnettardım. “Bayıl-
mış mı? Görülmeye değer olduğu kesin.”
“Az kalsın bayılıyordu. Ama ağladı. Hem de çok. Kızlar du­
varın diğer tarafına götürüldü bile. Onları almaya gelen arabayı
görmeliydin! Koyu renk cilalı ahşapta altınlar ve inciler vardı!”
Ayağa kalkıp soğuk zemini geçerek pencereme gittim. “Fa-
envyvae’e mi götürüldüler? Saat kaç.
“Öğlen olmak üzere.” Amelie’ye döndüğümde kaşlarını ça­
tarak saçlarıma baktı. Makyaj masamın Önündeki sandalyeye
vurarak, “Gel buraya. Ölü bir kuşa benziyorsun,” dedi.
Bu sözlerine alınmam gerekse de ablamın görünüşümü eleş­
tirmesine fazlasıyla alışkındım. İkimiz arasında güzel, şapşal ve
köyün sevgilisi olan oydu.
Ben dün gece ormanda yalnızken onun bir adamla olması­
nın bir nedeni vardı. Amelie eşlikçileri, erkekleri ve arkadaşları
severdi. Bense pratikliği severdim. Tabii bir de uykuyu.
Oturdum ve Amelie arkama geçerek bir zamanlar örgü olan
düğümle uğraşmaya koyuldu. Aynaya baktığımda aramızdaki
fark çok netti. Ablamın bakır rengi saçları, parlak yeşil gözleri
ve soluk şeftali rengi bir teni vardı; kaşlarını çatmış olsa bile
yüzünden gülümsemesi eksik olmazdı, tıpkı şu anda saçlarıma
bakarken olduğu gibi.
Bense arkamdaki kızın daha sönük bir versiyonuydum. Saç­
larım sadece doğrudan güneş ışığı vurduğunda bakıra çalan bir
kumraldı, gözlerim yeşil değil donuk maviydi, tenimse şeftali
rengi sayılamayacak kadar sarı, açık tenli sayılamayacak kadar
da koyuydu. Tabii bir de gülümsemem vardı. Köydeki kadınlar
görünüşüm hakkında hakaret etmeden dürüst olmaya

18
Peri Kralının Kalbi

çalıştıklarında bunu sürekli somurtkanlık olarak adlandırıyorlar­


dı Böyle demelerinin kulağa ilgi çekici geldiğini takdir etsem
de gerçeği biliyordum. Kızgın görünüyordum. Hem de sürekli.
Amelie örgümü çözdükten sonra saçımdaki düğümleri ta­
rayarak açma işine koyuldu ve bu ablamın kaşlarını daha da
çatmasına neden oldu. Bense gülümsüyordum. Durum ne ka­
dar vahim olursa olsun beni güzelleştirmeye çalışmaktan asla
vazgeçmiyordu. “Dün geceki randevun nasıl geçti?”
Aynaya baktığımda gözlerini devirdiğini gördüm. “Buna
randevu denmez. Üç saat boyunca sıkıcı kız kardeşleriyle ber­
bat bir sohbete dalmışken salonun Öbür ucunda duran Bert-
rand la bakışmaktan başka bir şey değildi.” Bir anlığına du­
raksadıktan sonra devam etti. “Gerçi ayrılmadan önce ahırın
arkasında öpüştük. Tanrı’ya şükürler olsun ki Bertrand’ın par­
makları kalındı yoksa beni o korkunç korsemden çıkarırdı.”
“Onunla tekrar görüşecek misin? Artık özgür bir kadın ol­
duğun kesinleştiğine göre?”
“Neden görüşeyim? Bu gece Magnus’la buluşacağım.”
Kaşlarımı çattım. “Magnus mu?”
“Magnus Merriweather.” Saçlarımı taramaya ara verdi, ay­
nada bakışlarımız buluştuğunda gözleri kocaman açıldı. “Sana
söylemedim, değil mi? İşte en güzel kısmı da bu! Duyurunun
ardından Magnus beni yemeğe davet etti. Kuzeni Annabel ara­
cılığıyla tabii. Ama meydanın karşısından bana nasıl baktığını
gördüm. Theresa Holstromla nişanlanmak üzerelerdi. Şimdi
o... bilirsin... yani benimle evlenmek zorunda!”
“Zorunda mı?”
“Yani, Theresa nın her zaman onun ilk tercihi olduğu aşikâr­
dı ama ben de birinciliğe yakın olduğumun farkındaydım.”
“Sen de buna seviniyorsun, öyle mİ?

19
Tessonja Odette

Amelie saçlarımı taramaya devam ederken gülümsemesi


genişledi. “Magnus, Sabletonın en yakışıklı erkeği. Belki de
bütün Eisleigh’nin, gerçi bildiğin üzere Adayı çok fazla gezme­
dim. Ama ondan daha asil birini düşünemiyorum. Ve şimdi
bana kaldı. Daha şanslı olamazdım, Evie.
Gülmemek için elimden geleni yaptım. Amelie benim için
şapşal olsa da sırf onunla dalga geçmek uğruna asla saygısızlık
etmezdim, iki yaş büyüğüm olsa da benden çok daha kırılgan­
dı; yabani otların arasındaki bir menekşe gibiydi. O kırılganlığı
az kalsın ölümüne neden olacaktı. Onu kaybetme korkusunun
nasıl bir his olduğunu asla unutmayacaktım, bundan ötürü de
o günden beri ona karşı aşırı korumacıydım.
Amelie taramayı bitirdiği saçlarımı sevdiğim şekilde düşük
bir topuz haline getirirken, "Artık ikimiz de özgürüz,” diyerek
beni düşüncelerimden uzaklaştırdı. Saçlarımı onun gibi açık
kullanmam konusundaki ısrarlarından vazgeçmişti. “Bunu na­
sıl kutlamayı düşünüyorsun?”
Bakışlarımı makyaj masamın üzerinde duran kitaplara
çevirdim. Hepsi ya insan anatomisi ya da cerrah çırağı ola­
rak çalışmalarıma yardımcı olacak tıbbi kılavuzlardı. Kitap
yığının altındaysa bir mektup gizliydi. Geçen ay elime geç­
tiğinden beri defalarca okuduğum bir mektup. Bu mektuba
mutlak özgürlüğüme kavuştuğum gün yanıt vermek için bek­
liyordum.
Daha kelimeler dudaklarımdan dökülmeden yanaklarımın
kızarmaya başladığını hissettim. Utançtan değil, heyecandan­
dı. Bretton topraklarına gideceğim. Tıp fakültesine. Gerçek
bir cerrah olacağım.”
Amelie gözlerini, sanki ona kafamı yeni bir kafayla değiştir­
mek istediğimi söylemişim gibi belertti. “Anakaraya, mı? Adayı
terk mi ediyorsun yani?”
Peri Kralının Kalbi

Ses tonundaki incinmişlik canımı yaktı. Her zaman Ha­


sattan sonra Fair Adası’ndan ayrılmanın hayalini kurmuştum.
Eğer izin verilmiş olsaydı çoktan gitmiş olurdum. Anlaşmaya
göre, Hasat sırasında reşit olacak tüm genç kadınların üç yıl
boyunca evlenmeleri ya da adadan ayrılmalari yasaktı. Üç yıl,
Önceki düğün ve Anakaraya taşınma yoğunluğunu görseniz
İnanmazdınız. Annem isteklerime uymadığı ve bizimle ora­
dan ayrılmadığı için fazlasıyla öfkeliydim. Amelie’yse on yedi
yaşında evlenmesine izin verilmediği için çok kızmıştı. Fakat
annem Eisleigh’de kalma konusunda kararlıydı ve adaklarımı­
zın bizi güvende tutacağına ikna olmuştu. Perileri anlıyorum ,
derdi. Evimizden sürülmeyecek, aceleci davranışlara mecbur bı­
rakılmayacağız. Onları idare edeceğiz. Güvende olacaksınız, söz
veriyorum.
Annem haklıydı. Hasattan sonsuza kadar kurtulmuştuk.
Artık her zaman hayalini kurduğum şeyi yapabilecektim. “An­
nemle seni ziyarete gelirim.”
Amelie gülümsemeye çalışsa da incindiğini görebiliyordum.
“Ne zaman gideceksin?”
“Bennings Tıp Sanatları Üniversitesi’nin sonbahar dönemi­
ne katılma daveti aldım. Bu ayın sonunda başlıyor.”
Ablam iç çekerek son tutamı da ait olduğu yere sabitledi.
Geri çekilip yaptığı işe hayranlıkla baktıktan sonra elini om­
zuma koydu. “En azından evlendiğimi göreceksin, değil mi?”
Onunla yüz yüze gelmek için ayağa kalktığımda boğazımın
düğümlendiğini hissettim. “Tabii ki.”
Amelie ince kollarıyla bana sarıldı. Başım omzuna zar zor
ulaşıyordu. “Sensiz hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”
Gözlerimi kırpıştırarak yaşların dökülmesini önlemeye ça-
hştım. “Sensiz hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”
Tessonja Odette

Beni bıraktı ama elleri hâlâ omuzlarımdaydı. “Anneme söy­


ledin mi?”
“Neyi?”
Arkama döndüğümde annemin kapı eşiğinde durduğunu
gördüm.
Amelie somurtkan bir ifadeyle, “Evie Anakaradaki tıp fa­
kültesine gitmek için yanımızdan ayrılıyor,” dedi benden uzak­
laşıp annemin yanından geçerek. “Bu arada, ele geçirmem ge­
reken bir adam var. İyi günler.” Bu sözlerin ardından koridorda
kaybolarak annemle beni baş başa bıraktı.

22
Bölüm 3

A blanın söyledikleri doğru mu, Evelyn?” diye


/A sordu annem yumuşak bir sesle. “Anakaraya mı
Â. taşınıyorsun?”
Omuzlarımın çöktüğünü hissettim ve dolmuş gözlerini
görmemek için arkamı dönmek zorunda kaldım. “Bu pek de
sürpriz sayılmaz. Sesim niyetlendiğimden daha sert çıksa da
ne diyeceğimi bilemiyordum. Bu konuşmaya hazır değildim.
Teşekkürler, Amelie.
Masamdan aldığım bir yığın kıyafetle giyinme paravanımın
arkasına geçtim. Pantolonumun bu kadar kirli olmasına bir
kez daha şaşırdım ve aklıma bir gece önceki anılar doluştu.
Duvar. Adak. Erkek peri. Anıları zihnimden uzaklaştırdım ve
pantolonumla geceliğimi çıkararak yere attım. Üzerime geniş
paçalı yeni bir pantolon geçirdikten sonra yerdeki sert korse­
me uzandım ve yüzümü buruşturarak belime sardım. Saniyeler
içinde annemin ayak seslerinin arkamdan yaklaştığını duydum
ve bağcıklar nazikçe çekildi. Amelie’ninki kadar sıkı bağlama­
ması gerektiğini iyi biliyordu. Annem de en az benim kadar
korselerden nefret ederdi. Ancak bunun görgü kuralları ge­
reğince taşımamız gereken bir yük olduğuna inanıyordu. En
azından modası geçene kadar.
Korsem tamam olduktan sonra annem paravanın diğer ta­
rafına geçtiğinde inciye benzer yuvarlak düğmeleri olan krem

23
>

Tessonja Odette

rengi saten bir bluzla koyu gri kısa bir ceket giydim. Paravanın
arkasından çıktığımda hâlâ annemin gözlerinin içine bakama-
sam da pantolonumu dikkatle incelediğini hissediyordum. Bü­
yük ihtimalle köyümde pantolonu elbiseye tercih eden tek kadın
bendim ve annem görgü kuralları sözkonusu olduğunda panto­
lon meselesiyle ilgili nasıl bir duruş sergileyeceğini bilemiyordu.
Tek derdi görgü kuralları olduğundan da değildi. Onun
eşarpları, renkli saç süsleri ve uyumsuz şallarıyla kendine has
ilginç bir tarzı vardı. Amelie’yle benim tuhaf bir karışımımızdı,
sanki ikimiz onun kişiliğinden kopmuş ve eşit parçalar sahip­
lenmiştik. Bir yandan annem Amelie gibi kaprisli, beyaz tenli
ve güzeldi; bakır rengi saçları ve yeşil gözleri aynıydı. Topluma
nasıl uyum sağlayacağını ve akranlarından nasıl kabul görece­
ğini bilirdi. Öte yandan annem her zaman gizli bir asi olmuş­
tur. Babamdan ayrıldıktan sonra Anakaradan Fair Adası’na
taşınmıştı. Evet, iyi bir adamdan kendi isteğiyle ayrılarak Ana-
kara’nın daha geleneksel yapısını adanın daha hoşgörülü halkı
için terk etmişti. En azından annemin açıklaması bu şekildey­
di. Bence Sableton sakinleri aşırı yöntemleri olan geri kafalı
dedikoduculardan başka bir şey değildi.
Ama buradaki insanlar ona iki çocuk annesi ve Sabletonın
cadısı olarak saygı duyuyordu. Tabii İd annem şifacı terimini
tercih ediyordu. Bense şarlatan demeyi.
“Üniversiteye ne ara başvurdun?”
Sonunda gözlerine baktım. “Başvurumu yazın yaptım, ce-
vabınıysa birkaç hafta Önce aldım. Bir sonraki sınıfa katılmak
için davet edildim. Anne, bu benim için çok önemli.” Ses to­
numa yansıyan heyecanımın dudaklarının yukarı kıvrılmasına
neden olacağını düşünsem de öyle olmadı.

24

A
Peri Kralının Kalbi

“Bana neden söylemedin?”


“Çünkü üzüleceğini biliyordum. Ayrıca Hasat’tan kurtula­
na kadar bir şey söylemek istemedim.”
“Seni kaybetmemek için yaptığım onca şeye rağmen seni
kaybediyorum.”
Ona bir adım yaklaştım. “Yaptığın her şeyi özgürlüğümüzü
korumak İçin yaptın. Bu da bana seçim yapma hakkı verdiğin
anlamına geliyor.”
Aramızdaki mesafeyi kapayıp elini yanağıma koyduğunda
gözleriyle bana yalvarır gibiydi. “Burada mutlu olamaz mısın?
Yoluna burada, Bay Meeks’in yanında cerrah çırağı olarak de­
vam edemez misin?”
Homurdanarak etrafından dolandım ve kapıma yöneldim.
Koridora çıkıp merdivenlerden inerken annemin arkamdaki
ayak seslerini duyabiliyordum. “Sonsuza kadar çırak olmak
istemiyorum. Gerçek bir cerrah olmak istiyorum. Sence Sab-
leton’da başka birine yer var mıdır? Hayır. Bay Meeks ölene
kadar burada cerrah olmaya devam edecek. O öldükten sonra
da görevi oğlu devralacak.”
“Bu hiç de fena bir fikir değil, Evelyn,” dedi annem merdi­
venlerin altındaki platforma ulaştığımda. “Meeks’i örnek ala­
bilir, sen de aynısını yapabilirsin. Benim zanaatımı öğrenebilir,
eczaneyi işletmeme yardım edebilirsin.”
Bir öfke dalgası bütün bedenime yayıldı. Zanaatını öğren­
mem için beni ikna etmeye çalışmaktan hiçbir zaman vazgeç­
memişti. Ona dönerek, “Anne, bu tartışmayı milyonlarca kez
yaptık. Aptalca iksirler yapıp çay yapraklarından çeşitli hikâ­
yeler uydurmak istemiyorum. Uydurdukları hastalıkları hayal
güçlerinde yok olup gidene kadar insanlara dokunmak istemi­
yorum,” dedim.

25
Tessonja Odette

Annemin yüzünün düştüğünü gördüğümde dudaklarım­


dan dökülen sözlerin can acıtıcı olduğunu anladım. “Bütün
gün yaptığımın bu olduğunu mu düşünüyorsun? Aylak aylak
dolaşıp insanların parasını boş yere aldığımı mı? Peki bildiğim
şeyleri nasıl açıklıyorsun? İnsanların uyguladığım tedavinin ar­
dından yaşadığı mucizelere ne diyeceksin?
İç çekerek koridorda ilerlemeye devam ettim, salonu ve an­
nemin eczanesine açılan kapıyı geçtim. Öyle demek isteme­
dim. Sadece... Her şeyin mantıklı bir açıklaması var. Yaptıkla­
rının insanlara yardımcı olduğuna eminim ancak ben insanlara
o şekilde yardım etmek istemiyorum.”
“Ama sende olağanüstü bir potansiyel var. Bunu hissedebi­
liyorum.”
Mutfağa girip kalın ahşap masaya oturdum ve sabahki ek­
mekten artakalanları yemeye başladım. “Bay Meeks de potan­
siyel gördüğünü söylüyor. Gerçek bir potansiyel. Sağlam bir
elim ve cerrahlığa uygun bir mizacım olduğunu söylüyor. Üni­
versiteden mezun olduğumda dünyada bir fark yaratmak için
gerekli becerileri kazanmış olacağım. İnsanların kendilerini iyi
hissetmelerini sağlamaktan çok daha fazlasını yapabilirim. Ha­
yatlarını kurtarabilirim.”
“Bir gün hayat kurtaracak gücün zaten içinde olduğunu an­
layacaksın.”
Yanaklarım öfkeyle ısındı. “Senin gibi mi yani?”
Aramızda gergin bir sessizlik oluşurken annemin yüzünden
bir suçluluk ifadesi geçti. “Ablanın yaşadıkları yüzünden beni
hiç affetmeyeceksin, değil mi? Onun, benim hatam yüzünden
acı çekmesi beni kahrediyor ama işlerin daha kötüye gitmesine
kalmadan onu Bay Meeks’e götürürdüm, inan bana.”
Sözlerimin acımasızlığının farkında olsam da gerçek buydu.
Amelie dört yıl önce bir hata yüzünden değil, annemin inancı

26
Peri Kralının Kalbi

yüzünden neredeyse ölüyordu. Belki annem insanlara ken­


di yöntemleriyle yardımcı oluyordu ama hayat kurtarmadığı
açıktı. Kurtarabilirmiş gibi davranması gerçekten tıbbi müda­
haleye ihtiyaç duyan insanlara zarar verirdi sadece.
İncinmiş ifadesini görmemek için bakışlarımı kaçırdım ve
duvarları kaplayan rafların üzerindeki ot kavanozlarını, tavandan
sarkan kurutulmuş bitkileri ve tezgâhlarda demlenen tentürlerle
iksirleri inceledim. Gördüklerim karşısında kaslarım gerildi. Ka-
otik ve dağınıktı, bunların hiçbiri benlik değildi. Ben steril bir
ameliyathanedeki düzen ve tertibi arzuluyordum, bir eczacının
arkasındaki kaotik mutfağı değil. İç geçirerek, “Seni affettiğimi
biliyorsun, anne. Amelie de affediyor. Ama gerçek şu ki Sableton
benim ait olduğum yer değil. Eisleigh de değil,” dedim.
“Anakarada asla mutlu olamazsın. Orada ne büyü var ne
de...”
“Büyüye inanmadığımı biliyorsun.”
Annemin dudakları üzgün bir gülümsemeyle kıvrılırken
sesi de hüzünlü bir tını aldı. “Eskiden inanırdın. İksir yapma­
ma yardımcı olurdun. Bütün gün yanımda oturur, müşterile­
rin çay yapraklarını okurdun. O zamanları hatırlıyor musun?
Amelie piyano çalıp şarkı söylerken ikimiz ellerimizi hastaların
üzerine koyar, enerjilerini temizlerdik. O zamanlar çok güç-
lüydün.”
Başımı İki yana salladım. “Çocuktum. Hayal gücünü bü­
yüyle karıştıran, perilere insanların dostu oldukları için adak
sunduğunu sanan küçük bir kız çocuğuydum. Artık gerçekle­
tin farkındayım.”
'Eğer büyüye inanmıyorsan perileri nasıl açıklıyorsun?
"Periler büyülü değil. Onlar da diğerleri gibi sıradan yara­
tıklar. Yaptıkları her şey bilimle açıklanabilir.”

27
Tessonja Odette

“Bilim her şeyi açıklamaz,” dedi annem. “Bazen kalbinin


sesini dinlemen gerekir.”
Dişlerimi sıkarak kendimi gülümsemeye zorladım. “Hem
bilim hem de kalbim bana Anakaraya gitmemi söylediği için
şanslıyım o halde. Bu benim kararım. Fikrimi değiştiremezsin.”
Bakışlarımız kenetlendi, annemin gözleri yaşlarla dolmuş
olsa da soğukkanlılığımı korumak için elimden geleni yaptım.
Dükkânın içinden aniden bir zil sesi geldi. Bir erkek seslendi.
Eczaneye müşteri gelmişti ancak annem onu selâmlamak için
hiçbir girişimde bulunmuyordu. Bana biraz daha dil dökmek,
beni yanında kalmaya ikna edecek kelimeleri bulmak ister gibi
bir hali vardı. Hiçbir şey beni ikna edemeyecek. H içbir şey.
Sonunda annem bakışlarını benden uzaklaştırarak dükkâna
bakan pencereye çevirdi. “Bay Anderson tentürü için geldi,”
diye fısıldadı.
Bu fırsatı değerlendirerek ağzıma bîr parça ekmek attım
ama aramızda geçen tartışmadan sonra ağzımda acı bir tat bı­
rakmıştı.
Annem masadan kalkarak kapıya yöneldi. Kemerin altına
geldiğinde sırtı bana dönük şekilde durdu. Sesi beklediğimden
de kederliydi. “Büyüye olan inancını kaybetme, Evie. Kalbinde
en azından bir kıvılcımını canlı tutmaya çalış. Ve ne kadar uza­
ğa gidersen git her zaman eve dönebileceğini unutma.”
Dükkanın içinde kaybolurken neşeli sesiyle Bay Andersoni
selamladığını duydum. Annemle aramızda geçen tartışmayı
kazandıktan sonra kendimi iyi hissetmeliydim. Tıp fakültesine
gideceğim için heyecanlı olmalıydım.
Ama hissettiğim tek şey büyük bir boşluktu, annemin söz­
leri hâlâ zihnimde yankılanıyordu.

28
1

Bölüm 4

meliyathanede keskin alkol kokusuyla karışık kan

A kokusu hâkimdi. Bakışlarımı hastanın parçalanmış


uzvuyla bir zamanlar el olan şeye çevirdiğimde tit­
remeyi reddettim. Geriye kalan tek şey doku ve kas lifleriyle
Ön koldan doğal olmayan açılarla sarkan kemik parçalarıydı.
Omuzlarından sıkıca tuttuğum hasta Hank Osterman ameli­
yat masasında inliyor, ellerimin altında kıvranıyordu.
“Kloroform, Bayan Fairfield,” dedi Bay Meeks sakin ama
sert bir sesle.
Söylediklerini anında yerine getirerek pamuklu bezi kloro­
formla ıslatıp metal soluma konisinin içine yerleştirdim. “Her
şey yoluna girecek, Bay Osterman.” Hastanın burnuyla ağzını
koniyle kapadığım sırada Bay Meeks’in sakinleştirici ses tonu­
nu taklit etmeye çalışıyordum. Birkaç nefesin ardından hasta­
nın iniltileri azaldı, vücudu gevşedi.
“Turnike,” dedi Bay Meeks.
Kayışı Bay Osterman’m dirseğinin üzerinde sabitledikten
sonra sıkmaya başladım. Kan akışı anında yavaşladı.
Kemik testeresi.”
Testereye uzandım. Bay Meeks onu ellerimden aldığında
mideme bir ağırlık oturdu. Bu sefer kemik testeresini kullan­
mama izin vereceğini düşünmüştüm. Göz açıp kapayıncaya
tadar hayal kırıldığımı bir kenara ittim ve dikkatimi yeniden

29
Tessonja Odette

Bay Meeksin hareketlerine verdim. Hareketleri kusursuz Ve


planlıydı. Kısa süre sonra alt kolun tamamen kesildiğine şahit
oldum. Paramparça olmuş kalıntıları attıktan sonra penslerle
iğne ipliği uzatarak Bay Meeksin usta parmaklarının atarda­
marları bağlayıp deriyi yaranın üzerinde bir araya getirerek
dikmesini izledim. Bay Meeks gibi başarılı bir cerrahın gücü
-hayat kurtarma gücü- karşısında bir kez daha hayrete düş­
müştüm, resmen nutkum tutulmuştu.
Ameliyatın sonunda alnımdan ter damlıyordu.
Bay Meeks ameliyatın başından beri ilk kez yüzüme baktı.
Gülümsediğinde gri gözlerinin kenarlarında kırışıklıklar belir­
di. “İyi iş çıkardın, Bayan Fairfield. Buraya bu kadar çabuk
gelebilmene çok sevindim. Sensiz her şey çok daha zor olurdu,
canım kızım.”
Övgüsü göğsümü kabartmış, gururla sırıtmama neden ol­
muştu. Ses tonundaki o kibirli tınıya aldırmadım. Kendime
onun beni evladı gibi gördüğünü ve üzerime titremekten vaz­
geçemediğini söylemek hoşuma gidiyordu. “Ben de burada
olabildiğime sevindim. Bu işi öğrenebileceğim her fırsata can
atarak gelirim.”
Evet, bildiğin üzere oğlum Anakarada, tatilde. Bugün bu­
rada olamadığı için, ikinci en iyiyle birlikte çalışmaktan mem­
nunum. İstersen şimdi ortalığı topla, canım. Bay Osterman bi­
razdan uyandığında bu dağınıklığı görmemesini tercih ederim.
Bay Meeks ayaklarını sürüyerek ameliyathaneden çıkarken
keyfim kaçmıştı. Beni aşağılamak gibi bir niyet gütmediğin­
den emin olsam da yaşlı adam Sableton halkı arasındaki dâhi
statüsüne rağmen bazen oldukça aptal olabiliyordu. Çırağı
olarak beni sevdiğini biliyordum ama halefinin ben değil oğlu
olduğunu açıkça dile getirmekten hiç çekinmiyordu. Ameli'

30
Peri Kralının Kalbi

yathanede benim geçirdiğim sürenin yarısını geçirmediğini


adım gibi bildiğim küçük züppe oğlu. Belli ki arka arkaya
tatillere çıkmayı yaşlı babasına yardım etmekten daha çok
Önemsiyordu.

Ana Tanrıça, Bay Meeks emekli olup da köyü aptal oğluna


emanet ettiğinde Sableton ın yaralı sakinlerine yardım et.
Tırnaklarımın avuç içlerime battığını fark ettiğimde bilek­
lerimi silkeledim. Boş ver. Unut gitsin. Beni ilgilendirmiyor, diye
hatırlattım kendim e, dişlerimi sıkarak kanlı aletlerden oluşan
tepsiyi sobaya taşırken. Tıp fakültesine gideceğim, Sableton ı son­
suza dek ardım da bırakacağım.
Aletler temizlendikten ve kaynatılıp kurutulduktan sonra
kanlı önlüğümü çözerek kirli sepetine attım. Sepeti kaldırıp
kapıya yöneldiğimde arkamdan bir inilti duydum.
“Bay Meeks!” diye bağırdım koridora doğru ve ardından
Bay Ostermanın kıpırdanmaya başladığı ameliyat masasına
koştum. Acı dolu bir başka inilti daha koyuverirken gözka-
pakları titreşiyordu. Hiç tereddüt etmeden afyon ruhu şişesine
uzandım, bir damlalığa çektirdim ve damlalığı sakince dudak­
larının arasına yerleştirdim. “Bu yardımcı olacaktır.” Yüzünü
buruştursa da sıvıyı —tamı tamına otuz damlayı—dudaklarına
damlatırken karşı koymadı. Her şey kontrolüm altında olsa da
tek başıma yapamayacağım bir şey vardı, o da Bay Osterman ın
salona gitmesine yardım etmekti. Büyük oranda kendi başına
yürümesini sağlayabilsem bile ağırlığının altında ezilirdim.
Hastanın iniltileri, azaldı, kasları gevşedi. Peri yaptı, diye
mırıldanıyordu uyku halinde, kelimeleri birbirine karışıyordu.
Gözkapakları titreşmeye devam ediyordu. Beni kandırdı. Eli­
mi... bir ayı kapanma sokmamı sağladı.
Donup kaldım. Bunu gerçekten bir peri yapmış olabilir

31
Tessonja Odette

miydi? Hank Osterman Sabletondaki en iyi avcılardan biriydi.


Ne tür bir şeytani varlık onu böyle bir şeyi yapması için kandı­
rabilirdi? Ve neden?
Başını kaldırdı. Başını sağa sola çevirdiğinde kolundan ka­
lanları görmüş oldu, ardından sedyenin üzerine koydu. Öf­
keyle hırlayarak dişlerini gösterdi. “Onun bir kadın olduğunu
sanmıştım. Bir kadına benziyordu.
Ses tonu tüylerimi ürpertti, verecek cevabım yoktu.
“Ah, Bay Osterman, uyanmışsınız,” dedi Bay Meeks cerra­
hi soğukkanlılığını elden hiç bırakmadan sedyeye yaklaşırken.
“Benimle gelin. Eşinizi beklemeniz için size salona kadar eşlik
edelim.”
“Eşim,” diye tekrarladı Bay Osterman.
"Evet, kendisi şu anda arabayı getiriyor. Gelin.” Bay Meeks
elini hastanın başının arkasına koyarak onu oturma pozisyo­
nuna getirdi.
Bay Osterman sağlam koluyla kendini sabidediğinde kesilen
uzvu sanki diğerinin hareketini taklit etmeye çalışıyormuş gibi
seğirdi. Yüzünden acı dolu bir ifade geçti ve gözleri kapandı.
Yanımdaki şişeye uzanarak, “Biraz daha afyon ruhu,” de­
dim.
Bay Meeks başını iki yana salladı. “Hayır, şimdilik yeter.
Karısına gerekli durumlarda kullanması için bir şişe vereceğiz.
Şimdi gel, Hank. Ayağa kalk.”
Bay Osterman itaat etmedi. Onun yerine gözlerini açıp
kopmuş koluna bir kez daha baktı. Sonsuzluk gibi gelen bir
süre boyunca koluna bakmaya devam etti. Aniden omuzları
çöktü ve başını tek elinin içine aldı. Hıçkırarak ağlamaya baş­
ladı.
Yapabildiğim tek şey köyümdeki en güçlü ve en iri adamlar­

32
Peri Kralının Kalbi

dan bin olan H ank Osterm an’ın yerle bir oluşunu fal taşı gibi
açılmış gözlerle izlemekti.
Ve bunların tek sorumlusu perilerdi.
Kalbim sıkıştı. Nerdeyse bir haftadır ortalıkta görünmeyen
Holstrom kızları aklıma geldi. Faerwyvae’de, o korkunç yerde
yaşamak nasıl bir histİ? Bay Osterman’a bunu yaşatan şeyta­
ni varlıklar tarafından işkence görüyorlar mıydı? Bu düşünce
mideme devasa bir taşın oturmasına neden oldu. Amelie’yle
güvende olmamızın verdiği sarhoş edici rahatlama hissi etkisini
kaybettiğinde Holstrom kızları adına üzülmek daha kolaydı.
Dakikalar geçiyor, Bay Meeks’in tüm teselli etme çabaları
hıçkırıkları giderek artan Bay Osterman’ı sakinleştiremiyordu.
Sonunda Bay Meeks bir adım uzaklaşarak bana döndü. “Zaval­
lı adam. Keşke elimizden daha fazlası gelseydi,” diye fısıldadı.
Sesimi alçak tutmaya özen göstererek, “Bundan bir perinin
sorumlu olduğunu söyledi. Sizce efsunlanmış olabilir mi?” diye
sordum.
Bakışlarını hıçkırarak ağlayan hastasına çeviren Bay Me­
eks’in yüzünde ciddi bir ifade belirdi. “Olabilir ama öyleyse
şaşırırdım. Kesmek zorunda kaldığımız kolun etrafında üvez
meyveleri vardı. Bence bu basit bir peri kandırmacası.”
“Üvez meyveleri mi?” Şok olmuştum. Bay Osterman’ın on­
ları takmış olmasına değil, Bay Meeks in de inanmasına. Be­
nimle sıkça bilimsel teorilerini paylaşır, perileri mantık yoluyla
açıklardı. Üvez meyvesi takmanın batıl inançtan başka bir an­
lam taşıyabileceği aklımın ucundan dahi geçmemişti. Sahte bir
büyüydü.
“Üvey meyvelerinin efsunlanmayı önlemede yararlı olduğu
kanıtlandı,” diye açıkladı. “Tam olarak araştırılmamış olsa da
bilim camiasındaki bizler üvez meyvelerinin deriyle temas etti­

33
Tessonja Odette

ğinde bir kimyasal salgıladığına ve bunun bir şekilde amigdala-


mızı periler karşısında korumaya yardımcı olduğuna inanıyo­
ruz. Böylece efsunlanmayı engellemek için sadece göz temasım
kesmeye bel bağlamak gerekmiyor.
Dudaklarım bir sırıtışla kıvrılırken içimi bir hayret kapladı.
Mantık bende hep bu etkiyi uyandırıyordu. “Oldukça man­
tıklı.”
Bay Meeks başımı okşadı. “Ne kadar akıllı bir öğrenci. Artık
git, Bayan Fairfield. Bay Osterman genç bir hanımın kendisini
böyle bir durumda görmesini istemezdi,” dedi başını hıçkıra­
rak ağlayan adama doğru eğerek.
Sırıtışım dudaklarımdan silinip gitti. Ona genç bir hanım­
dan fazlası olduğumu hatırlatmak istiyordum. Ben bir cerrah
çırağıyım ve çok yakında bir profesyonel olacaktım. Fakat Bay
Meeks her zaman tartışmaktan çekindiğim tek kişi olmuştu.
Onun akıl hocalığı özgürlüğüme ulaşmamı sağlamıştı. Onunla
sıradan insanlarla konuştuğum gibi konuşsaydım bırakın son
iki yıldır çıraklık yapmayı, böyle bir fırsatın yanından dahi ge­
çemezdim. Ağzımı açmak yerine başımla onaylayarak iyi ak­
şamlar diledim.
Tam çıkmak üzereyken Bay Meeks, “Ah, bir de çamaşırları
unutma, canım,” dedi.
Dişlerimi sıkarak Bay Osterman uyandığında düşürdüğüm
sepete yöneldim. Sinirli bir iç çekişin ardından sepeti çamaşır
odasına götürdüm.
Bay Meeks’ın evinden ayrılıp dışarı adım attığımda güneş
batmaya başlamıştı. Dışarıda sıcak bir eylül havası vardı. Yolun
sonunda önüme aniden bir at arabası çıktı. Bayan Osterman’dı
herhalde. Kadının endişesine tanık olmak istemediğim için
yanından geçerken arabanın içine bakmayı reddettim. Zavallı

34
Peri Kralının Kalbi

kocası için dehşete düşmüş olmalıydı.


Çoğu dükkânın bulunduğu Ettings Sokağına dönmek için
acele etmedim. Oraya vardığımda postanenin önünde dur­
dum. Bu sabah mektuplarımızı almış olsak da. o zamandan
beri yeni bir tanesinin gelip gelmediğini görmek için sabır­
sızlanıyordum. Üniversiteden bu kadar erken haber gelmesini
beklemek aptalcaydı. Kabul mektubumu göndereli sadece dört
gün olmuştu. Ama bu beni günde iki kez kontrol etmekten alı­
koymuyordu. Bir kız her konuda mantıklı düşünemezdi, öyle
değil mi?
Postaneden elim boş ayrılıp yürümeye devam ettim.
Ettings’in diğer ucunda annemin dükkânı, aynı zamanda evi­
miz de olan Fairfield Eczanesi vardı. Fırıncıyla terzinin tam
ortasındaydı. Amelie’nin bir terziye bu kadar yakın olmaktan
duyduğu memnuniyeti tahmin edebilirsiniz. Bana gelince...
Ben kesinlikle fırını tercih ediyordum.
Düşüncesi bile midemin guruldamasına neden oldu. Ame­
liyatlar her zaman iştahımı açardı. Tabii tüm o korkunç ve
mide bulandırıcı kısımlar geçtiğinde.
Fırın göründüğünde sıcak çorbayla tereyağlı ekmekten başka
bir şey düşünemiyordum. Aniden olağandışı bir şey fark ettim:
Kendinden emin, hesaplı adımlarla üzerime doğru yürüyen bir
figür. İşte o an Ettings Sokağfnın ne kadar ıssız olduğunu fark
ettim. Dükkânların arasından geçen birkaç köylü, kaldırımda
ilerleyen figürü izlerken donup kalmış gibi görünüyordu.
Bir peri.
Zihnim duvarın orada karşılaştığım perinin görüntülerini
gözümün önüne getirdi ve ondan hatırladığım özellikleri bana
doğru gelen erkekte bulmaya çalıştım. Ama bu peri kesinlikle
daha kısa boylu ve şişmandı. Perilerin taktığını bilmediğim ka­

35
Tessonja Odette

lın çerçeveli bir gözlüğü vardı ve ayak bileklerine kadar uzanan,


bordo ve bronz rengi uzun bir ceket giyiyordu. Ceketin altında
krem rengi bir pantolon, kızıl kahve bir yelek ve çiçek desenli
bronz rengi bir kravat vardı. Duvardaki periyle arasındaki tek
benzerlik kendini beğenmiş gülümsemesiydi.
Yanımdan geçerken gözlerine bakmadım ama arkama geç­
tiğinde omurgam boyunca bir ürperti yayıldı. Nereye gittiğini
tahmin edebiliyordum. Belli ki bu adam bir peri elçisiydi ve
muhtemelen Ostermanlarla arasını düzeltmeye gidiyordu.
Bir perinin insan kanı akıtması bir savaş ilanı olarak kabul
edilebilirdi, ki edilmeliydi de. Buna rağmen işlerin bu şekilde
ilerlemeyeceğini biliyordum. Büyükelçi muhtemelen belediye
başkanıyla çoktan konuşmuş, baş belası perinin kasıtsız dav­
ranışı için süslü cümlelerle acınası mazeretler sunmuştu. Son­
rasında Ostermanlara gidecek, yaptığımız ameliyatın parasını
ödemeyi teklif edecek, uzvuyla beraber kaybettiği geliri için
maddî destek sağlayacaktı. Konsey de buna göz yumacaktı.
Yine. Başka bir kaza. Başka bir yanlış anlaşılma.
Kızgınlıktan patlayacak gibiydim. O zaman sokağın ne
kadar sessiz olduğunu fark ettim. Köylüler hâlâ dükkânların
önünde aylak aylak dolaşıyor, peri elçisinin nereye gittiğine
bakıyorlardı. Etrafımda bir tur döndüm ama çoktan görüş
alanımdan çıkmıştı. Başka bir şey mi oldu acaba diye merak
ettim. Belediye başkanı belki de ilk defa pes etmemişti.
Durum ne olursa olsun, Ettings Sokağı’ndakİ ruh hali beni
sarstı. Adımlarımı hızlandırıp doğrudan eve doğru yürümeye
başladığımda fırın tamamen aklımdan çıkmıştı. İşte o an köy­
lülerin peri elçisinin peşinden bakmadığını fark ettim. Beni
izliyorlardı.
Zihnim fır dönerken midem bulandı. Bunun mantıklı bir

36
Peri Kralı’nın Kalbi

a ç ık la m a sı olmalıydı. Belki de herkes korkudan donakalmış-


ken perinin yanından geçip gitme cüretini gösterdiğim için
bakıyordu.
Haklı çıkmak istiyordum. Haklı olmak zorundaydım.
Ben tam eczanenin kapısına ulaştığımda kapı açıldı ve şaşırıp
kaldım. Arkasından yan komşumuz olan firıncı Harriet çıkın­
ca şaşkınlığım daha da arttı. Yüzü solgundu, beni gördüğünde
dudakları sempatik bir gülümsemeyle yukarı kıvrıldı. Bir elini
uzatıp omzuma koydu. “Sana biraz ekmek getirdim, canım.”
“Ekmek mi?” diye yineledim, yüz ifadesiyle sözcüklerini
bağdaştırmaya çalışırken kaşlarımı çattım. Harriet’in bize ek­
mek getirmesi sıradışı bir durum değildi. Neredeyse her gün
ondan ekmek alıyorduk. Peki bunu neden özür diler gibi söy­
lemişti?
Harriet başını sallayarak onayladı. “Holstromlara götür­
dükten sonra elimde bolca kaldı.”
Birbirinden kopuk cümlelerine anlam veremiyor, yüzüne
bakmaya devam ediyordum. “Tüm bunlar ne anlama geliyor?”
diye sordum.
Gözleri irileşti, ağzı açıldı ama hiçbir şey söylemedi.
Dehşet göğsümü ele geçirdi. “Neler oluyor?
Omzumu sıktı. “Annenle konuşmalısın.
Dükkâna koşarak girmeden önce Harriet’i yolculamayı
beklemedim. Ön taraf boş olduğu için mutfağa daldım, ora­
dan da doğruca salona geçtim. Onları orada buldum.
Amelie kanepede yatıyordu, başı annemin kucağındaydı.
Yanakları gözyaşlarıyla ıslanıp kızarmıştı, beyaz bir fulara kont­
rol edilemez hıçkırıklarla ağlıyordu. Gözyaşlarını sildiği elinde
bir şey parıldıyordu. Bir yüzük.
Annemle göz göze geldiğimde boş bakışlarla karşılaştım,

37
Tessonja Odette

yüzü bembeyazdı.
“Anne, ne oldu?”
Yavaşça bana dönerek gözlerime baktı, yüzünde bomboş bir
ifade vardı. “Holstrom kızları öldü. Onların yerine Amelie’yle
birlikte Faerwyvae’e gönderiliyorsunuz.”

38
Bölüm 5

nnemin sözleri anlamsızdı. Dudaklarından dö­

A külenler ne mantıklı ne de makuldü. Söyledikleri


başımın dönmesini durdurmak için hiçbir katkıda
bulunmuyordu. Düşündüğüm şeyi kastediyor olması imkân­
sızdı. Anne, sen neden bahsediyorsun?” diye sordum titrek bir
sesle.
Bakışlarını benden Amelie’ye çevirdi ve ablamın saçlarını
okşamaya koyuldu. Amelie daha yüksek sesle hıçkırmaya baş­
ladı.
“Mutfakta konuşalım,” dedi annem, Amelie’nin başını na­
zikçe kucağından indirip kanepeye iyice gömülmesine izin ve­
rirken.
Onun peşinden mutfağa gittim. “Bana neler olduğunu an­
lat lütfen. Aklımı kaybediyormuşum gibi hissediyorum.”
İki kupa ve bir kavanoz şifalı bitki alıp mutfak masasına
koyduğu sırada gözleri yaşlarla parlıyordu. “Peri elçisi buraya
gelip olan biteni anlattıktan sonra buradan ayrıldı. Söyledikle­
rini kendim de sindirecek zamanım olmadı.
Gözlerim irileşti. Az önce gördüğüm peri... buradan mı çık­
mıştı? Herkesin bana bakmasına şaşmamalıydı.
Annem kupalara biraz şifalı bitki koyduktan sonra çaydan­
d ı ocağın üzerine yerleştirdi. Bana dönerek, “Holstrom kızla­
rının dün gece... idam edildiğini söyledi, dedi.

39
Tessoııja Odette

“İdam mı?! Neden?”


“Elçinin tek söylediği, kızların Kral Aspen tarafından vata­
na ihanetten suçlu bulunduklarıydı.
Ellerimi kalçalarıma yerleştirdim. “Küçük tatlı Theresayİa
Maryanne Holstrom’un bir peri kralına ihanet ettiklerine inan­
mamızı mı bekliyorlar? Bu resmen delilik. İhanet suçları tam
olarak neymiş?”
Annem iç çekti. “Perilerin nasıl olduğunu bilirsin.”
Zalim. Mantıksız. Şeytani. "Yani onu gücendirdiler. Yanlış
günde yanlış rengi tercih ettiler. Peri yemeği yemeden önce ap­
talca bir tekerlemeyi söylemeyi unuttular. Bu mu?”
Annem cevap vermedi. Zaten ondan gerçeği bilmesini bek­
lemiyordum. Elçiler asla gerçeği anlatmazdı. Her zaman çeşitli
bahaneler üretirlerdi.
Dişlerimi gıcırdattım. “Peki biz neden Faervvyvae’e gönde­
riliyoruz? Seçilmişlerini aldılar. Kral’ın onları çoktan idam et­
miş olması bizim suçumuz değil.”
Başını iki yana salladı. “Elçi evliliklerin henüz gerçekleşme­
diğini söyledi. Anlaşma, koşulların sağlanması için bir Seçil­
mişle bir perinin her yüz yılda bir evlenmesi gerektiğini belir-
* »
tıyor.
“Anlaşma perilerin nişanlılarını idam etmeleri hakkında ne
diyor? İnsan kanı akıtmak bir savaş ilanıdır.”
Annemin sesi yumuşadı. “Tıpkı vatana ihanet gibi.” Boş ses
tonu fazla teslimiyetçi çıkıyordu. Çok nihai. Çok umutsuz.
Gözyaşlarımla savaştım, onun yerine içimde yanan öfkeye
odaklandım. “Bunun olmasına gerçekten izin mi vereceksin?
Bizi alıp götürmelerine göz mü yumacaksın?”
Göz göze geldiğimizde ifadesi serdeşti ve öfkeye dön­
dü. öfkesi bana değil, yaşananlaraydı. “Ne yapabileceğim*
Peri Kralının Kalbi

bilmiyorum. İkinizi güvemle tutmak için elimden geleni yaptı


gınu s.'myotdum. Her zammı güvende olacağınız, düşünmüş
tüm-
İçimdeki şiddçtini artıran öfke kelimelerimin keskinleşme­
sine neden oldu. “Bunu o kartlarında göremedin mi? Ya da çay
yapraklarında? Bizi adaklarımızla duvara götürdüğün, perileri
anladığına dair sözler verdiğin onca zamanda?”
“Evie, ben...”
O çok değerli büyün şimdi nerede, anne? Tentürlerin bizi
kurtarabilecek mi? Ya iksirlerin? İdam edilmememiz için boy­
numuza asabileceğimiz mistik tılsımların falan var mı?” Alaycı
bir üslupla sarf ettiğim sözlerin altında ezilişini izledim.
Yüzündeki ifade parçalandıkça kalbim de parçalanıyordu.
Bunların hiçbirini söylememeliydim sonuçta, öfkem anneme
değildi. Yine de ondan özür dileyemeyecek kadar hiddetliy­
dim. Sözlerimi geri alırsam içimdeki öfke beni içten içe çürü­
tecek, canlı canlı yiyip bitirecekti.
Ocaktaki çaydanlık ıslık çalarak beni aramızda gitgide bü­
yüyen gerilimden kurtardı.
“Deniz kenarında evlenecektik,” dedi hüzünlü bir ses.
Sıçrayarak arkamı döndüğümde Amelie yi mutfağın kapı­
sında boşluğa bakarken buldum. Yanına gidip bir elimi koluna
koydum.
Önce gözlerime baktı, ardından yüzüğü taktığı incecik elini
kaldırdı. Altın bir halkaya yerleştirilmiş bir yakut. “Magnus
bu öğleden sonra bana evlenme teklif etti. Şimdi ben... hiçbir
zaman...”
Ablam tekrar hıçkırıklara boğulurken annem bir Rncan çayı
Amelie’nin ellerine tutuşturdu. İç.
Amelie annemin söylediğini yaptıktan s0^ a tekrar sa o
na dündü. Onun sarsak adımlarını görmek diklenme kadar
ürpermeme neden oldu.
41
Tessonja Odette

Annem iç geçirerek şifalı bitki kavanozunun kapağını ge­


reğinden fâzla sıkarak kapadı. “Bunu Holstromlara götürme­
liyim. Sinirlerine iyi gelecektir. Zanaatıma inanmıyor olabilir­
sin, Evie ama Bayan Holstrom’un buna minnettar olacağını
biliyorum.”
Ona afyon ruhunun ürettiği bitkisel ilaçlardan çok daha
etkili olacağım söylemek istesem de dilimi tuttum. Zaten ye­
terince konuşmuştum. Ve eğer özür dilemeye hazır değilsem...
Elimi kavanoza doğru uzattım. “Ben götürürüm.”
Annem başını yana eğdi, sonra uzattığım zeytin dalını an­
lamış gibi göründü. “Pekâlâ. Ama fazla kalma. Elçi gece yarısı
dönecek...” Sözleri dilini damağını kuruttu ve boğulur gibi bir
ses çıkarmasına neden oldu.
Gece yarısı. Amelie’yle gece yarısı Faervvyvae’e götürülecektik.
Evimiz birden düşüncelerimi, içimdeki öfkeyi ve kafa karı­
şıklığımı sığdıramayacağım kadar küçük göründü. Annemden
kavanozu aldığım gibi dışarı firladım.
Sableton’ın kuzey ucundaki Holstrom Çiftliği’ne doğru yol
aldım. Oraya ulaştığımda gökyüzü neredeyse kararmıştı ama
kapılarına vardığımda durmama neden olacak kadar ışık vardı.
Çiftliğin önünde ameliyat sırasında tanık olduğum her şeyden
daha mide bulandırıcı bir manzarayla karşılaştım.
Ahırlarla ağılların önü parçalanmış, cesetlerle doluydu. Hay­
van cesetleri. Domuzlar, koyunlar, keçiler. Toprağa kan sıçra­
mıştı ve cesetlerin arasından bağırsaklar akıyordu. Boğazımda
safra yükseldiğinde bir adım uzaklaştım. Buna sadece bir peri
sebep olmuş olabilirdi.
“îğrenç,” dedi yanımdan bir ses. Maddie Coleman’m geldi­
ğini fark etmemiştim. Elinde kahve, çikolata ve çeşidi egzotik
yiyeceklerle dolu bir sepet vardı. Ailesi Eisleigh’deki en büyük

42
Peri Kralının Kalbi

ticaret gemilerinin sahibiydi, amcasıysa belediye başkanıydı;


bu sebeple kendini Sableton Kraliçesi olarak görüyordu. Önü­
müzdeki manzara karşısında yüzünü buruştursa da benim kadar
rahatsız olmuşa benzemiyordu. Bana döndüğünde bakışlarının
elimdeki kavanoza takıldığını ferk ettim. “Ne tuhaf bir hediye.”
Elindeki hediye sepetinin büyüklüğünü vurgulamak ister­
cesine sepeti bir o yana bir bu yana sallayışını İzledim.
“Beni annem gönderdi,” dedim kısaca.
Holstromların bu şeylere ihtiyaç duyduğuna dair şüphele­
rim olsa da beni de gönderdiler. Bütün gün durmadan ziyaret­
çiler geldi. Yüzünü avluya dönerek, “Ve hâlâ bu çirkin pisliği
temizleyemediler. Elbiselerimizi kirletmeden ön kapıya nasıl
ulaşacağız? diye sordu. Gözleri korkunç manzaradan panto­
lonuma kaydığında yüzünde bir sırıtış belirdi. “Yoksa elbisemi
mi demeliydim?”
Ona ters ters baktım. “Muhtemelen şu anda temizlikle ilgi-
lenemeyecek kadar yastadırlar.”
Burnunu havaya doğru kaldırdığında sarı bukleleri başının
İki yanında savruldu. “Bunu hak ediyorlar. Ne de olsa kızları
vatana ihanet etti.”
Söyledikleri karşısında ağzım açık kaldı ve Maddie Cole-
manın kusursuz pembe burnuna yumruk attığımı hayal ettim.
“Böyle bir şeyi nasıl söylersin? Gerçekten Holstromların kız­
larının idamı hak ettiğini mi düşünüyorsun? Ve çiftliklerinin
yerle bir edilmesini?”
Gözlerini devirdi. “Kral Aspen Holstromlara büyülü çiftlik
hayvanları hediye etmişti. Bu nesiller boyu z e n g i n l i k getirecek
türden bir nimetti. Karşılığında ne aldı? İki vatan haini kız.
“Öncelikle çiftlik hayvanları büyülü değildi, sadece iyi ye­
tiştirilmişti. İkincisiyse Theresa’yla Maryanne idamı hak ede­
cek bir şey yapmış olamazlar. Bunun farbadasın, degıl mı.

43
Tessonja Odette

Omuz silkti. “Belki de Holstromlar savaşın tekrar başla­


masını istiyordu. Amcam bazı Eisleigh sakinlerinin Fair Ada-
sı’m perilerden geri almak için yeni bir savaşı desteklediğini
«i 1 »t sı
soyluyor.
Şaşırmıştım. Köylülerimizden bazıları gerçekten başka bir
savaş istiyor olabilir miydi? Holstromlar da savaşı isteyenlerden
olabilir miydi? Başımı iki yana sallayarak bu fikri zihnimden
uzaklaştırdım. Holstromların savaş uğruna kızlarının hayatını
tehlikeye atmış olmaları İmkânsızdı. Bin yıl önceki son savaşta
hem periler hem de insanlar neredeyse yok oluyordu. Katlia­
mın sona erebilmesinin tek nedeni yapılan anlaşmaydı.
“Biliyor musun, sırada benim olmam gerekiyordu,” dedi
Maddie gözlerini bana doğru kısarak. “Holstrom kızları işe
yaramazsa Marie’yle ikimizin seçilmesi gerekiyordu. Ben Kral
Aspenle, Marieyse Prens Cobalt’la evlenecekti. Ama onun ye­
rine sen seçildin.”
Neyi ima ettiğini anlamam birkaç saniye sürdü. “Bir daki­
ka... Hasat için seçilmek mi istedin? Bir periyle evlendirilmek?”
“Bir peri kralıyla
“Boynuzları olan bir peri kralı.”
Maddie gözlerini devirdi. “Ona Geyik K ral deniyor. Muhte­
melen çatal boynuzu vardır.”
Boştaki elimi şöyle bir savurdum. “Vay canına. Ne büyük
bir fark.”
Gerçekten de büyük bir fark. Herkese ne kadar zeki ve
mantıklı olduğunu söyleyip .duruyorsun madem, onlar hak­
kında atıp tutmadan önce gerçekleri bilmelisin.”
Yanaklarım ısındı. Maddie Coleman ne zamandan beri be­
nimle tartışırken galip geliyordu? “Tam olarak ne zaman bu
denli bir peri âşığına dönüştün? Seni en son bir perinin yanında

44
Peri Kralının Kalbi

gördüğümde ç,ğhlc atarak kaçuuştm. Büyük ihtimalle alt,m da


ıslatmışsındır.

“O bir goblindi, kral değil,” dedi. “Ayttca beni kraliçe ppa-


caksa her turlu boynuzu ya da sivri dişi kabul ederim. Aileme
bahşedilecek servetten bahsetmiyorum bile.”
Yüzüne gülmemek için kendimi sıkarken gözlerim yerinden
fırlayacak gibi oldu. "Görünüşe göre Ana Tanrıça beyin dağı­
tırken seni tamamen es geçmiş. Neyse ki benim ikimiz için de
harika bir çözümüm var. Geyik Kral la evlenmeyi bu kadar çok
istiyorsan benim yerime geçebilirsin.”
Hakaretimi idrak ederken ağzı açıldı ve yanakları kıpkırmı­
zı kesildi. Kaşlarını çatarak ağzını kapadı ve bakışlarını kaçırdı.
“Bunu yapamam.”
“Neden? Amcan belediye başkanı. Yetki onda, değil mi?”
“Sabletonda yetki amcamda olsa da periler üzerinde hiçbir
söz hakkı yok.”
“Bunun konuyla ne gibi bir alakası var? İsimler çoktan se­
çildi. Eğer siz yedek olarak seçildiyseniz Amelie’yle ben neden
bu işin içindeyiz?”
Dudakları bir sonraki kelimeleri ona acı verecekmiş gibi
gergin bir çizgi halini aldı. “Sen periler tarafından seçildin. Bu
önceki seçimleri geçersiz kılan bir seçimdi.
Zihnim boşaldı. “Neden? Ne Amelie ne ben perilerin dik­
katini çekecek bir şey yaptık.”
“Bir çift olarak seçilmediniz, aptal,” de& Maddie. “Sen se­
çildin. Ablan senin yüzünden bu işin içinde.
O kadar şaşırmıştım ki bu sefer hakaretine öfkeleneme ım
bile. “Seçilen... ben miyim? ^
"Peri elçisi seni şahsen talep etti. îlk adınla.
Adımla. O an bütün vücudum buz kesti.
45
i

Bölüm 6

ğzım açık kalakalmaktan başka bir şey yapamamış­

A tım. Maddie’nin dediğini anlamlandırmaya çalı­


şırken kelimeler dudaklarımdan sökülüp alınmış­
tı. Adımla seçilmiştim. Ben. Bunun tek bir anlamı olabilirdi.
Cezalandırılıyordum.
Periduvarı’nı ziyaretimi ve pelerinli peri elçisini düşündüm.
Perilerin beni ilk adımla tanımasının tek nedeni o olabilirdi.
Ayrıca beni cezalandırmak için motivasyonu olan tek peri de
oydu. Silahımı yüzünün hemen önünde, saldırmaya hazır hal­
de tuttuğum anlar hafızamda canlandı. Ama ilk o bana saldır­
mıştı! Yoksa öfkesini tetikleyen sivri diüm miydi?
Açıkçası her şey olabilirdi. Kaşlarımı çok fazla çatmış, çok
fazla ya da çok az konuşmuş olabilirdim. Yanlış yorumladığı bir
beden hareketiyle onu gücendirmiş ya da yanlış kelimeyi yanlış
tonda sarf etmiş olabilirdim. Perilerin neye öfkeleneceğini kim
bilebilirdi ki? Holstrom kızlarım neden idam etmişlerdi? Hay­
vanlarını neden katletmişlerdi? Hank Osterman’t neden elini
bir tuzağa sokması için kandırmışlardı?
Sebeplerini çözmeye çalışmanın bir anlamı yoktu. Perilerin
sağı solu belli olmazdı. Fazlasıyla tehlikeliydiler. Ve ben bir ta­
nesinin eşi olmak üzereydim.
Mücadele gücü bedenimi terk ediyordu Artık öfkemi bile
hissedemiyordum. Geriye kalan tek şey büyük bir boşluktu.

46
' Peri Kralının Kalbi

Annemin kavanozunu tek kelime etmeden Maddie'nin


sepetinin üstüne bıraktıktan sonta çiftliğe arkam, döndüm.
Maddie arkamdan seslense de cevap vermedim, kulaklarımda
gümbürdeyen kalbim yüzünden dediklerini anlayamıyordum
zaten.
Bunların hepsi benim suçumdu. .
* * *

Ettings Sokağına döndüğümde karanlık tamamen çökmüş­


tü. Kaldırımdan eczaneye doğru yürürken gözlerim odağını
kaybetmişti, sadece dükkânın önünde dev bir siluet fark etti­
ğimde kısıldılar. Bir at arabası.
Durdum, saatin kaç olabileceğini kafamda tartarken zihnim
fini fırıl dönüyordu. Henüz gece yarısı olmadığına emindim!
Ancak evimin önünde duran at arabasının bir periye ait oldu­
ğuna hiç şüphe yoktu. Karanlıkta rengini seçemesem de kenar­
larında ayışığında parıldayan altın sarmaşıklar vardı. Arabanın
önündeki atlar zayıf, karanlık ve doğaüstü yaratıklardı.
Titreyerek dükkânın kapısına doğru koşup içeri daldım.
Annemi salonun ortasında buldum. Elleri belindeydi, odanın
ortasında duran bir figüre çatık kaşlarla bakıyordu. Iriyarı ve
annemden biraz uzundu; düzgün kesimli kahverengi saçları,
altın takılarla süslenmiş sivri kulakları ve kemik gözlüğünün
arkasında kahverengi, hafif çekik gözleri vardı. Ceketinin bor­
do ve bronz rengi çizgileri dümdüzdü, ön kısmındaysa özenle
işlenmiş yaprak şeklinde altın tokalar vardı. Bu daha demin
köyde gördüğüm periydi.
Annem iç çekerek bana doğru döndü. Ardından yüzünü bir
kez daha periye çevirdiğinde duruşundan dalga dalga gerginlik
yayılıyordu. “Sana geri döneceğini söylemiştim, dedi sert bir
sesle. ■

47
Tessonja Odette

Elçi omuz silkti. “Şüphelerimi anlamalısınız.”


“Hayır, anlamamalıyım,” diye karşı çıktı annem. “Kızlar
gece yarısından önce götürülmeyecek. Daha üç saatleri var.”
“Ben sadece itaat ettiklerinden emin olmak İçin geldim.
Bana aldırmayın. Sizi rahatsız etmeyeceğim.”
“Hayır, hiç etmeyeceksin,” diye karşı çıktı annem, “çünkü
arabanda bekleyeceksin.”
Şaşkınlığını gizleyemeyen elçi, annem sanki kanalizasyonda
beklemesini söylemiş gibi elini göğsüne götürdü. Annem peri­
lerden hep hürmet ve merakla bahsederdi, en kötü zamanlar­
daysa şakayla karışık bir hayal kırıldığıyla. Bu, içinde bulundu­
ğumuz durumun ne kadar vahim olduğunun bir göstergesiydi.
Elçi gitmek için bir hamlede bulunmadığında annem ona
doğru bir adım attı. “Anlaşmada çocuklarım esaretlerine götü­
rülmeden önce son hazırlıklarını yaparken evde bulunabilece­
ğinize dair hiçbir madde bulunmuyor. Şimdi çıkın. Gece yarısı
bu kapıdan çıkacaklar.”
Sonunda elçi burnunu çekti ve topuklarının üzerinde dön­
dü.
On kapının kapandığını duyduktan sonra derin bir nefes
aldım. “Gece yarısına üç saat mi var?”
Annem okuyamadığım bir yüz ifadesiyle başını salladı.
Hem kızgın hem umutsuz göründüğünün farkındaydım an­
cak ne olduğunu çıkaramadığım başka bir şey daha vardı. “Ben
mutfakta olacağım,” diye fısıldadı yanımdan geçip salondan
çıkmadan önce.
Bir anlığına peşinden gitmeyi düşünsem de yapmadım.
Daha önce söylediğim incitici şeylerden sonra onunla yüzleş­
meye hazır değildim, özellikle de bundan sonra söyleyecekle­
rimin benden duyacağı son sözler olduğunu bildiğim için.

48
Peri Kralının Kalbi

Merdivenlerden odama çıkarken boğazımın düğümlendiği­


ni hissediyordum. Üst sahanlığa ulaştığımda doğrudan karşım­
daki kapının arkasından gelen iniltileri duydum. Amelie’nin
odasıydı bu. Parmak uçlarımda ilerleyip kapıyla çerçeve ara­
sındaki aralıktan baktım. Amelie odanın ortasında, en sevdiği
elbiselerle çevrilmiş haldeydi. Ayaklarının dibinde daha fazla
elbiseyle tıkabasa doldurulmuş bir çanta duruyordu. Odası­
na girecekken kendimi son anda durdurdum. Bu durumdan
sorumlu olduğumu bile bile onu nasıl teselli etmeye kalkışa­
bilirdim? Tüm bunların sorumlusunun ben olduğumu biliyor
muydu? Annemin haberi var mıydı?
Ablamı gördüğümde gözlerim dolsa da kendimi oradan
uzaklaşmaya zorladım ve koridoru sessizce geçerek odama çe­
kildim. İçeri girdiğimde yatağımın kenarına oturdum. Bir ya­
nım ağlamak, Amelie gibi yere çöküp hıçkırıklara boğulmak
istiyordu. Diğer yanımsa ağlamama izin vermiyor, ikimiz için
de güçlü olmam gerektiğini biliyordu.
Bakışlarımı odamda, geride bırakacaklarımın üzerinde gez­
dirdim. Duygulanmayı beklesem de hiçbir şey hissetmedim,
zaten buradan ayrılmayı planlıyordum. Benim odam Ame-
Üe’ninki gibi ıvır zıvır ve lüks eşyalarla dolu değildi. Gardıro­
bum onunkinin aksine elbiseler ve süslü terliklerle dolup taş­
mıyordu. Değer verdiğim tek şey makyaj masamın üzerinde
duruyordu: Üniversite kabul belgesi.
Özlem kalbimi sızlatıyordu. Zihnim bundan bir çıkış yolu
bulmak için delicesine çalışıyordu. Herhangi bir çıkış yolu
olurdu. Arka kapıdan gizlice süzülmenin, elçi bize arabaya ka­
dar eşlik etmek için eve dönmeden önce kaçmanın hayalini
kurdum. Şimdi çıkarsam gece yarısına kadar buradan ne ka­
dar uzaklaşmış olurdum? Üniversite için biriktirdiğim parayı

49
Tessonja Odette

güneye gitmek için kullanabilirdim, oradan da Anakara’ya gi­


den bir gemiye binerdim.
Heyecanlandığımı hissederken dudaklarımı küçük bir
gülümseme çekiştirdi. Sonra her şey bir anda yerle bir oldu.
Aklıma Amelie geldi. Kaçarsam ona ne olacaktı? Onu yine de
götürürler miydi? Onu bir perinin gelini olmaktan daha kötü
bir kaderle cezalandırırlar mıydı? Hayır, onu bırakamazdım,
özellikle bu kâbusun tek sorumlusuyken. Onu benimle gelme­
ye ikna edebilir miydim?
Mantığım devreye girdiğinde kaçmanın hem mantıksız
hem de imkânsız olduğunu biliyordum. Anlaşmanın geçerli­
liğini koruması için bu evlilik gerçekleşmeliydi. Köyümüz iki
kızını anlaşmayı güvence altına alamadan çoktan Hasat’a kur­
ban vermişti. Peki anlaşmayı biz de bozarsak ne olurdu? Kon­
sey başka Seçilmişler için toplanabilirdi. Periler başka bir kızın
cezalandırılmasını talep edebilirdi.
Ya da bu bir savaş başlatabilirdi. Bin yıl önce neredeyse yok
oluşa neden olan gibi bir savaş. Benim sorumlu olacağım bir
savaş.
Gözlerimi kapayarak kaçış planlarımı zihnimin derinlikleri­
ne gömdüm. Anakaraya taşınma hayalim suya düşmüştü. Ne
üniversiteye gidebilecek ne de başarılı bir cerrah olabilecektim.
Bir gelinden başka bir şey olamayacaktım. Tabii periler o kadar
uzun süre yaşamama izin verirse.
Bir kez daha bedenime hücum eden öfkeyle ellerimi yum­
ruk yapıp sıktım. Ayağa kalkıp gardırobuma giderek kapakla­
rını gereğinden fazla güç kullanarak açtım ve içinden bir çanta
çıkardım. Çantanın altında tahta bir kutu vardı. Onu da alıp
İlcisini de yatağıma götürdüm. Çantayı açtığımda karşıma bir
dızı alet Çlktl: kemik testeresi, turnike, neşter, trefin, forseps,

50
Peri Kralının Kalbi

teııakulum ve bıçaklar. On sekizinci doğum günümde Bay


Mecks’in bana hediye ettiği ameliyat tak.rn.rn. Hiç kullanma-
dığım bir hediye.

En önemlisi aletlerin karbon çelikten -demir içerdiğini bil­


diğim bir alaşımdan- yapdmış olmasıyd.. Demir alaşımmın
periler üzerinde bir etkisinin olup olmadığını bilmesem de öğ-
renmeye hazırdım.

Kutuyu kapayarak çantanın dibine yerleştirdim ve gardıro­


buma dönüp pelerinimi çıkardım. Makyaj masamdan gecelik,
yedek bir pantolon, bir bluzla kemer ve son olarak da hançeri­
mi aldım. Kıyafetleri çantaya koyduktan sonra kemeri taktım.
Belimdeki hançerle çantamın içindeki aletler az da olsa öfkemi
dindirmişti. Artık kendimi güvende hissediyordum. Kontrol
bendeydi..
Belki bir canavarla evlenmek zorundaydım. Belki
Faerwyvae’den bir daha asla ayrılamayacaktım. Yine de savaşa­
caktım. Anlaşma beni evliliğe zorlayabilirdi ancak bildiğim ka­
darıyla içeriğinde bir perinin bana dokunmasına ya da yaklaş­
masına İzin veren hiçbir şey belirtilmemişti. Hatta anlaşmanın
geçerliliğini koruması için kocamın hayatta olması gerektiğine
dair bir maddenin belirtilip belirtilmediğinden bile emin de­
ğildim.
Faervvyvae’e gidecek, üzerime düşeni yapacaktım.
Eisleigh’nin güvenliği için kendimi feda edecektim. Ancak peri­
lerden biri bana ya da ablama zarar vermeye kalkışırsa hazırlıklı
olacaktım. Müstakbel kocam bana istediği kadar dokunmaya
çalışabilirdi ama aramızda demirden bir bıçak varken hiç şansı
yoktu.
Sırıtışım Amelie altlıma gelince aniden solup gitti. Han­
çerimin sadece birimizi koruyabileceği zamanlar olacaktı,

51
Tessonja Odette

birbirimizden ayrılmak zorunda kalacağımız zamanlar. Onu


nasd koruyacaktım?
Kapı arkamda gıcırdayarak açıldı, arkamı döndüğümde an­
nemle karşılaştım. Yanıma oturana kadar bir süre sessizce ba­
kıştık. Çantamdaki kıyafetlerin üzerine tıpalı bir kavanoz yer­
leştirdi. “Demir, sarı kantaron ve papatyadan oluşan bir tentür
bu. Günde yarım damlalık kadar al.”
Benden... demir takviyesi almamı mı istiyordu?
Eisleighdeki herkes demirin perilere karşı en güçlü silahı­
mız olduğunu bilirdi. İnsanlar bunu savaş sırasında keşfetmiş­
ti. Çoğu insan demiri periler için bu kadar zararlı kılanın büyü
olduğunu düşünürken, Bay Meeks bunu onların metale kar­
şı ciddi bir alerjilerinin olduğu ve'kanlarının pıhtılaşmasını,
dolayısıyla yaralarının iyileşmesini engellediği şeklinde açıklı­
yordu. Koku ,alma duyularının demire karşı son derece has­
sas olduğunu ve tehlikeyi koku yoluyla tespit edebildiklerini
söylüyordu. Holstrom Çiftliği’nde katledilen hayvanları, Hank
Osterman ın parçalanmış kolunu düşündüm. Kanımdaki ye­
terli demir miktarının beni periler tarafından öldürülmekten
koruyacağı konusunda şüphelerim olsa da en azmdan bir peri
tarafından yenme olasılığımı azaltıyordu.
Ağzım açık kaldı, annemin gözüme hiç şu anki kadar zeki
görünmediğini fark ettim. Ona teşekkür edemeden elimi tut­
tu ve avucuma bir kese bastırdı. “Tüm yiyeceklerini yemeden
önce tuzla. Bir tutam tuz bile zararlı büyüleri etkisiz hale ge­
tirmeye yetecektir. Kıyafederini tersyüz et. Ve bunu hep tak.”
Tuhaf görünümlü kırmızı boncuklardan oluşan uzun bir sici­
mi boynuma taktı.
Parmaklarımı kolyenin üzerinde gezdirdim. Bunlar ku­
rutulmuş üvez meyveleriydi. Bay Meeks’in onlar hakkında

52
Peri Kralının Kalbi

söylediklerini hatırladım; tene temas ettiklerinde beyin fonk­


siyonlarını korumaya yardımcı oluyorlardı. Bu, Bay Meeks’in
bugünkü açıklamasından önce sürekli burun kıvırdığım bir
şeydi ancak annem bunları yıllardır dükkânında satıyordu. İlk
defa zanaatı mantıkla örtüşüyordu.
Dünün büyüsü bugünün bilimidir, derdi Bay Meeks.
Belki de annem daha fazla övgüyü hak ediyordu. Aptalca
büyüleriyle insanlara sahte umutlar verse de tedavileri hiçbir
zaman büyük zararlara neden olmamıştı. Annemin zanaatına
asla inanmayacak olsam da bazı tedavilerinin bitime dayandığı
açıktı. Sadece o bunu bilmiyordu.
Bundan da öte, annem olduğu için övgüyü hak ediyordu.
Beni sivri dilime ve sert çıkışlarıma rağmen sevdiği, çizgiyi aş­
tığımda bana yalnızca sitem etmekle kaldığı için. Annem beni
tüm kusurlarıma rağmen sevebiliyorsa ben de onu tüm kusur­
larıyla sevebilirdim. Seviyordum da. Onu o kadar çok sevİyorT
dum ki, ondan ayrılacak olmak kalbimi ikiye bölüyordu.
“Anne.” Kollarımı boynuna dolayıp kokusunu ciğerlerime
doldurduğumda dudaklarımdan dökülen kelime hıçkırıklara
karışmıştı. Kollan beni sardı ve çocukluğumdaki gibi sırtımı
okşadı. Bir süreliğine çocuk olma iznini kendime verdim; an­
nemin beni rahatlatmasına, saçlarımı okşamasına... Her şeyi
-dudaklarından dökülen her kelimeyi, her fısıltıyı, yüzünün
her açısını ve saçındaki her kızıl tonu- içime çekerek hafızama
kazıdım.
Çünkü onu bir daha görebileceğim tek yer orasıydı.

53
Bölüm 7

# # ç saat sonra Amelie yle arabada gözlüklü peri elçi­

U sinin karşısında oturmuş, peri topraklarına doğru


yol alıyorduk.
Gözlerim kuruyup kızarmıştı, boğazım her yutkunuşumda
zımpara kâğıdı yutmuşçasına canımı yakıyordu. En azından
gözyaşlarını dinmişti. Karşımdaki erkek perinin önünde her­
hangi bir zayıflığımı göstermek İstemiyordum.
Öte yandan Amelie ağlayıp sızlanmaya devam ediyordu.
Yanakları kıpkırmızıydı ve gözyaşlarıyla parlıyordu. Birbiri­
mize yakın oturuyorduk, kolunu benimkine dolamış, bileği­
mi adeta mengene gibi kavramıştı. Boşta kalan eliyle tersyüz
edilmiş elbisesinin dikişini çekiştirdi, daha sonra taktığı üvez
meyvelerinin ipiyle oynamaya başladı. Koşullar ne olursa olsun
Amelie’nin bu kadar demode giyinmek zorunda kaldığı için
büyük bir mutsuzluk yaşadığını tahmin edebiliyordum.
Amelie başım omzuma yaslayıp uykuya daldığında araba
sessizliğe gömüldü. Saatler geçerken kendimi uyanık kalma­
ya zorluyor, pelerinimin altında gizlediğim hançerimi sık sık
kontrol ediyordum. Elçi vagonun penceresinden dışarı bak­
makla arkasına yaslanıp kestirmek arasında gidip gelirken tek
kelime etmemişti.
Güneş ışığı gözkapaklarıma vurana kadar uyuyakaldığımı
fark etmedim. Sarsılarak doğrulurken elim hançerime gitti.

54
Peri Kralının Kalbi

Verindeydi. Ani hareketim Amelie'yi uyandırmıştı, başım om-


xUnıdaıı kaldırarak burnunu çekti. Eli tekrar bileğimi sıkmaya
koyuldu.
Sıcak güneş ışınları arabanın içini aydınlatıyor, merakımı
uyandırıyordu. Pencereden dışarıyı görebilecek kadar öne eğil­
dim. Güneş, rüzgârda salınırken yıldızlar gibi göz kırpan kır­
mızı, altın sarısı ve bakirimsi kahverengi yaprakların arasından
süzülüyordu. Huş, meşe ve tanımadığım diğer ağaçlar vardı.
Eylül Sableton da güzel geçse de burası şimdiye kadar gördü­
ğüm tüm sonbahar manzaralarından daha güzeldi. Nefesim
boğazıma takıldı, duyduğum hayreti bastırıp, bakışlarımı zorla
pencereden ayırdım ve yeniden koltuğuma yerleştim.
“Gördüğünüz gibi Sonbahara girdik,” dedi elçi. Tembel, tiz
sesli bir konuşması vardı. Bana tanıştığım birkaç soyluyu ya da
Maddie Coleman gibi zengin züppeleri hatırlatıyordu.
Sözleri kafamı karıştırdı, bilgiye dair merakım ilgisiz kalma
isteğimin önüne geçiyordu. “Sonbahara girdiğimizi söylerken
tam olarak neyi kastediyorsunuz?”
“Sonbahar Sarayı’nı tabii,” dedi. “Yeni eviniz.”
Kral Aspen ya da hükmettiği saray hakkında bilgi edinmek
daha Önce hiç aklıma gelmemişti ama bu, manzaranın olağa­
nüstü güzelliğini açıklıyordu. Elçinin dudaklarından dökülen,
yeni eviniz, kelimeleri ağzımda acı bir tat bırakmıştı.
Bakışları benden Amelİe’ye kaydı. “Korkman için hiçbir ne­
den yok, biliyorsun. Dürüst olmak gerekirse, bu halde sinmen
çok aptalca.”
Ona ters ters baletim. “Aptalca mı? Sence biz uptul mıyız?
Holstrom kızlarının idam edilmesi aptalca mıydı?
Elçi bir kahkaha attı. “Ah, şu mesele. Evet, bunun sizi ne­
den korkuttuğunu anlayabiliyorum. Ama endişelenmeniz için

55
Tessonja Odette

hiçbir neden yok. Tabii ihanet planları yapmıyorsanız. Ama


öyle birine benzemiyorsun.”
"Theresa’yla Maryanne benziyor muydu?
Kaşlarını çattı. “Düşünüyorum da hayır. Hımm.” Sanki
ölüm ve ihanet hakkında konuşmuyormuşuz gibi gülümseme-

sİ yüzüne geri döndü.


Ancak ben konuyu henüz kapamayacaktım. “Neden öldüler?”
Omuz silkti. “İnsan konseyine gerekli açıklamayı zaten yap­
tık. Bir ihanet eyleminde bulundular.
“Yalanları keselim/’ diye karşılık verdim. “Asıl sebep ne?
İdam cezasını hak etmek için tam olarak ne yaptılar?”
“Öncelikle şunu belirtmeliyim ki periler yalan söylemez.
İkincisi, bu gizli bir konu. Kral’la karşılaştığında kendisine sor­
mak istersen belki cevap verir. Şimdilik işledikleri suçun ger­
çekten de ağır olduğunu bilmen yeterli.”
Gözlerimi devirdim. “Zavallı Hank Osterman için de mi
aynı bahaneyi sundun? Eminim o pisliği temizlemek için de
görevlendirilmişsindir. Yoksa onun yerine siyah pelerinli elçiyi
mi gönderdiler?”
“Siyah pelerinli elçi mi? Hank Osterman mı? Seni temin
ederim, İlcisini de tanımıyorum. Beni aydınlatmak ister misin?”
Ona gözlerimi kıstım. “Eminim Bay Osterman’ı tanıyor-
sundur. Kolunu sizden biri yüzünden kaybetti. Bir peri onu
kandırarak elini bir ayı tuzağına sokmasını sağladı. Bu eylemi
mazur göstermek için hangi zekice kelimeler kullanıldı?”
Elçi şaşkınlıkla başını geri yatırdı. “Doksan Dördüncü Ta­
şın Kasabı’nı mı kastediyorsunuz?”
“Neyi?”
Doksan Dördüncü Taşın Kasabı,” diye tekrarladı elçi sanki
anlamamam tuhafmış gibi. “O adam tam bir baş belası. Du-
Peri Kralının Kalbi

varın yakınlarında avlanmaya gelir ve İlkbahar ekseninde dok­


san dört ile doksan beşinci taşlar arasından Faerwyvae’e girer.
Sadece paçayı kurtarabileceği kadar girip ardından tuzaklar
bırakıyor. Parçaları için satabileceği türden periler yakalamayı
umuyor. Bahsettiğiniz adam bu olabilir mi?”
“Hayır, tabii ki değil! Hank Osterman asla...”
Daha dün yaralandı, değil mi? Kendi ayı tuzağına yakalan­
mış? Peri tuzağı desek daha doğru.”
Tereddüt ettim. Bay Osterman elini kaptırdığı tuzağın ken­
dine ait olup olmadığını söylememişti ama mümkündü. “Evet
ve barbar perilerinizden...”
Ani bir nefes aldı. “Ah, biz o terimi kullanmayız. Bu bir
insan uydurması. Barbar peri ve asil peri Faervvyvae’de gücen­
diğimiz etiketlerdendir. Biz iyi huylu ve kötü huylu denmesini
tercih ediyoruz.”
Ona ters ters baktım. “Sizin bilmem ne perilerinizden biri
onu kandırıp elini parçalamasına neden oldu. Alt kolunun ta­
mamen kesilmesi gerekti.”
Elçi kıkırdadı. “Ah, Lorelei. Ne haylaz ama.”
Yanaklarıma ateş bastı. “Haylaz. Bir adamı kolunu kaybet­
mesi için kandıran bir canavara böyle mİ diyorsunuz?”
“Bunu hak etmedi değil ya. Doksan Dördüncü Taşın Ka-
sabinin dehşet saçtığı ilk peri o değil. Lorelei’ın sevgilisini de
yakaladı. Büyük ihtimalle kanatlarını bir tüccara satıp cesedi­
ni bir çukura atmıştır. Tek boynuzlu atlardan bahsetmiyorum
bile. Bu ihanetlerini daha ne kadar örtbas edebilirdim bÜemi-
yorum. Lorelei’ın bu küçük numarası bizi savaştan kurtarmış
olabilir.”
Söyleyecek söz bulamıyordum. Elçi yanılıyor olmalıydı.
Periler yalan söyleyemedikleri konusunda ısrarcılardı ancak

57
Tessonja Odette

bunun fiziksel yetenekten çok kültürel gelenekle alakalı oldu­


ğundan emindim. Ayrıca yalan söyleyemese bile bu doğruyu
söylediği anlamına gelmiyordu. Gerçeği bilmiyor olmabydı.
Benim tanıdığım Hank Osterman asla tek boynuzlu at avla­
maz ya da bir periyi öldürmezdi. Ya da öldürür müydü?
“Kıssadan hisse, tuzak kurmadığınız sürece hiçbir sıkıntı
yaşamazsınız,” dedi elçi.
“Bu kadar basit yani.”
“Aynen öyle!” dedi başıyla onaylayarak.
Kaşlarımı çattım. Aklıma yeni bir soru gelene kadar arabaya
bir kez daha sessizlik çöktü. “Peki sen hangisisin? iyi huylu mu
kötü huylu mu?”
‘İyi huylulardan olduğum çok açık. Üzerimde kraliyet kıya­
fetleri var ve bir arabaya biniyorum, değil mİ?”
“Aradaki fark bu kadar mı?”
“Faervvyvae hakkında hiçbir şey bilmiyor musun? Bize ço­
cukken sizin yöntemlerinizin öğretildiği gibi, size de bizimkiler
öğretilmedi mi?”
Öğretilmişti ama bunu yüksek sesle dile getirmedim. Çün­
kü bize periler hakkında öğretilenler pek de gurur verici şeyler
değildi.
Ofladı. “Ben bir elçiyim, bakıcı değil. Yine de seni eğitece­
ğim. Tüm periler bir zamanlar sizin hiç düşünmeden barbar
olarak adlandırdığınız kötü huylu perilerden oluşuyordu. Ada
sadece bize aitken ve hiçbir insan buraya ayak basmamışken
farklıydık. Bizler... yaratıktık da diyebilirsin. Ruhlar. Hay­
vanlar. O zamanlar çok canlıydık.” Sesi özlem doluydu. “En
azından bana anlatılan bu. Her halükârda sizin türünüz adaya
gelene kadar değişime uğramaya başlamadık.”
Kendimi öne doğru eğilirken buldum, ne söyleyeceğini ger­
çekten merak ediyordum. İnsanlarla periler arasındaki savaşlar,
Peri Kralının Kalbi

bunun yansımaları ve anlaşma hakkında birçok şey duymuş


olsam da ama Fair Adası nın daha önce nasıl bir yer olduğu
hakkında hiçbir şey bilmiyordum.
Devam etti. Yeni gelenleri merale ediyorduk. Onlar da bizi
ınerak ediyordu. Elbette aksilikler ve yanlış anlaşılmalar olsa da
çoğunlukla insanlarla dostane bir ilişki içindeydik. Sonrasında
insanlar bize hediyeler bırakmaya ve bizlerle yiyeceklerini pay­
laşmaya başladı. Bize kelimeler öğretip kıyafeder yaptınız. İşte
o zaman değişmeye başladık.”
“Tam olarak nasıl değiştiniz?”
Sizin gibi hissetmeye, görünmeye ve acı çekmeye başladık.
Bu bir lanetti. Aynı zamanda da bir lütuf. Daha önce hiç dene-
yimlemediğİmiz şeyler deneyimledik. Sevgi. Nefret. Öfke. Tut­
ku. Keder. Bazılarımız bu değişimleri memnuniyetle karşıladı
ve çeşitli yeni tecrübeler edindi. Diğerlerimizse insanların yer­
leşim yerlerinden çekilerek bir daha asla insan yemeği yeme­
meye, insan kıyafetleri giymemeye yemin etti. Bu, iyi huylular­
la kötü huylular arasındaki ayrımın başlangıcıydı. Kötü huylu
periler, iyi huylu perileri anormal ve esas doğalarının menfur
hali olarak görüyordu. İnsanların kökünü kazımak için adayı
geri kazanmak istiyorlardı. İyi huylularsa yeni kimliklerini bı­
rakmak istemiyor, dostları olan insanları korumak istiyordu.
Eh, işte gerisini biliyorsun.”
Bildiğimden emin olmamakla beraber bunu itiraf edecek
kelimeleri seçemiyordum.
“Benim kocam hangisi?” Amelie’nin sesi beni irkiltti. Evden
ayrıldığımızdan beri ilk defa konuşmuştu. “İyi huylu mu yoksa
kötü huylu bir peri mi?”
“Şu an hem Kral Aspen hem de Prens Cobalt siyasi olarak
iyi huylu,” dedi elçi. “Fakat Kral Aspen hem fiziksel hem de
Tessonja Odette

siyasi açıdan zaman zaman kötü huyluya dönüşebiliyor. Çabuk


sinirlenir, anlarsınız ya.
Amelie’nin beti benzi attı ve eli üvez meyvelerim kavradı.
“Peki ben hangisiyle evleneceğim?
“Bu değişir Önceki Hasatlarda evlilikler yaşa göre yapılırdı.
Bu arada bildiğiniz üzere, herkesin krallar ve prenslerle evlen­
me gibi bir firsatı olmadı. Siz şanslısınız. Yüz yıl önceki son
Hasat kızları Yaz Saray. Kraliçesinin küçük kuzenleriyle eşleş­
tirdi. Şimdi söyleyin bakalım, hanginiz Evelyn Fairfield?
“Benim.”
“Tanıştığımıza memnun oldum, Bayan Evelyn Fairfield,”
dedi başını eğerek. “Benim adım Foxglove. Şimdiye kadar ken­
dimi tanıtmadığım için beni bağışlayın. İkinizin de dilediği­
nizce surat asıp küsmesine izin vermek istedim. Genç insan di­
şileri böyle şeyler yapmaya bayılıyor gibi. Sanırım sen ablasın?”
Amelie dehşete kapılmış halde oturduğu yerden öne doğru
fırladı. “Evie mi? Abla mı? Bu saçmalık.”
Amelie’nin dizini okşayarak Foxglove’a, “Büyük olan Ame­
lie,” dedim.
Amelie kollarını göğsünde kavuşturarak geriye yaslandı.
“Neden benim Evie’den küçük olduğumu düşündünüz?”
Foxglove başının yan tarafını kaşıdıktan sonra gözlüğünü dü­
zeltti. “Emin değilim. Şimdi dik oturunca fark ettim, sanırım
boyun daha uzun ve artık küçük bir çocuk gibi ağlamıyorsun.”
Amelie’nin ağzı açık kaldı. “Küçük bir çocuk gibi mi? Ne
kadar kaba! Ve bir şey daha var. Boyumu boş verin. Daha uzun
olmasam da büyük olan ben olurdum zaten. Boy bir gösterge
değildir.”

Sırıtışımı bastırdım. Amelie’nin yeniden kendisi gibi dav­


randığını görmek güzeldi.

60
t
\
Peri Kralının Kalbi

«Boy uzunluğunun insan W „ ,n bir g8stergöi dduğundan


anindim- Belli kı yanılmışım.” dedi Foxglove.
“Senin türün sonsuza kadar uzamaya devam mı ediyor’”
diye sordum kafalar, ağaç tepelerini aşan devasa, korkunç pe-
rileri hayal ederek.
“Sadece birkaç yüz yıl boyunca. Bin yaşındaki Kral Aspen’in
tam boyuna ulaştığından eminim.”

Amelie’nin nefesi kesildi. “Bin mi? Kral kesinlikle çok yaşlı


biri!”
Foxglove başıyla onayladı. “Neredeyse savaşın bittiği gün
doğdu. Gelgit onun doğumuyla değişti ve bunu bir nebze
ironiyle de söylüyorum çünkü annesi Deniz Sarayı Kraliçe­
si. Kocası Sonbahar Sarayı Kralı Herne gibi o da baştan aşa­
ğı kötü huyluydu. Ancak Kral Herne savaş sırasında öldü ve
naip olarak yerine Melusine’yi bıraktı. Yine de pek mümkün
olmamasına rağmen Kral Aspen iyi huylu formunda doğdu ve
Sonbahar Sarayı’mn vârisi olarak ölen babasının yerini aldı. Bu
da annesinin tutumunun değişmesine neden oldu ve çoğun­
luğun iyi huylulardan yana oy kullanmasını sağladı. On Bir
Saray Konseyi anlaşmayla insanlarla barışı sağladı.”
“Soruma cevap vermedin,” dedi Amelie suratını asarak.
“Kimlerle evleneceğiz?”
“Sen büyük olduğun için Kral Asperile, Evelyn’se onun kü­
çük kardeşi Prens Cobalt’la evlenecek.”
Amelie’nin gözleri irileşti. “Geyik Kral’la mı evlenmek zo­
rundayım?”
“Aynen öyle!” dedi Foxglove. “Çok şanslısın. Geyik Kral
gözlere ziyafet çektirir. Ayrıca söylentilere gÖıe kocaman bir...
krallığa sahip.” Kaşlarını aşağı yukarı oynattı, sırıtışı hafif sivri
dişlerini açığa çıkararak genişledi.

61
Tessonja Odette
Sivri dişler. B i l i y o r d u t n , ^ Az önce bit ir n a d a n ..^ ,

lunrouşmî ‘ B ü y ü k ^ ^ duydum. Prens Cobalt’sa daha gi.


G°z ^ P 0 ' , jiİ5İ olduysa dahi ne kendisi ne
d et« l a ö l ü y o r - N e yaztk. » hakktndabeni

S a S lT m “ t t 'c o b a l t '.n M /ı|> hakkında ke-


• t t l b i r sev anlatmayacaktım çünkü onu h iç görmemeyi
" X t L . Hançerime hafifçe vurarak v a r h ğ j rahatladım
ve bakışlarımı pencereye çevirip altın rengi yaprakların duşuşu-
nü izlemeye başladım-
onbaharda yaptığımız yolculuk hem bedenimi hem de

S zihnimi zorlamıştı. Hem uzun süre oturmaktan hem de


gerginlikten tüm kaslarımın ağrıdığını hissediyordum,
^melic yle yolculuk sırasında iki kısa mola vermemize müsaade
edilmişti ve bu molalar sadece insani ihtiyaçlarımızı gidermek
içindi ki bunu tekrarlamayı düşünmüyordum. Hiçbir şey peri
ormanında bir ağacın arkasına çömelmeye çalışmaktan daha
korkunç olamazdı. Tüm yaprakların, asmaların ve dalların gözle­
ri olduğuna, beni izlediklerine ve benimle alay ettiklerine yemin
edebilirdim. Tek umudum yeni evimizde düzgün bir tuvaletin
olmasıydı.
Gerçi ne zaman yeni evimizi düşünsem zihnim allak bullak
oluyor, kaslarım geriliyor, ciğerlerim sönecekmiş gibi oluyor­
du. Bu araba yolculuğunun sonunda bizi tam olarak ne bekli­
yordu?
Batan güneşin sıcak ışınları arabanın penceresinden girerek
■içeriyi kırmızı-turuncu bir ışıltıyla boyuyordu. Öne eğilip pen­
cereden dışarı baktım. Görünüşe göre burada ağaçlar kesilmiş­
ti, artık sık ormanın içinde değildik. Gökyüzü altın, pembe
ve turuncu renklerinin her tonunda parlıyor, renk doygunluğu
daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu. Renkler parıl­
dıyor ve ışık saçıyordu, uzaktaki yamaçları süsleyen ağaçların
kırmızı yapraklarıyla daha da zenginleşiyordu.

63
1

Tessonja Odette

Arkama yaslandığımda penceredeki yerimi Foxglove aldı.


"Ah, saraya varmak üzereyiz.”
Kalbim hızla atmaya başladı. Yolculuğun bitmesini ne kadar
istesem de kralın ve müstakbel kocamın evine girmeye hazır I

değildim. Düşüncesi bile midemin bulanmasına ve boğazıma


safranın yükselmesine neden oluyordu.
Kısa bir süre sonra araba yavaşlamaya başladığında sanki yük-
seliyormuşuz gibi ağırlığın değiştiğini hissettim. Amelie elimi
tuttu, kolyesini kavrarken göğsü hızla inip kalkıyordu. Parmak­
ları benimkilerin içinde ütriyordu. Yoksa titreyen ben miydim? j
Derin bir nefes alıp gözlerimi kapadım ve soğukkanldığımı ko­
rumaya, alevlenen paniğimi bir sakinlik örtüsünün altında sön­
dürmeye çalıştım. Bir cerrah kadar sakin olmalıydım. j
Araba durdu. “Geldik,” dedi Foxglove. '
Gözlerimi açmak için kendimi zorladım. Nefes al. Kendini

Foxglove arabanın kapısını iterek açtı ve dışarı çıktı. Ame­


lie elimi daha da sıla tutarken İlcimiz de yerimizden kalkmak
için herhangi bir girişimde bulunmadık. Birkaç dakika sonra
Foxglove içeri baleti. “Hadi ama. Duymadınız mı? Evinize gel­
diniz!”
Derin bir nefes daha aldım. Boştaki elimle hançerime hafif­
çe dokundum. Suda ilerliyormuşum gibi yavaşça koltuğumdan
kalkıp kapıya yöneldim. Amelie arkamdan geliyordu, parmak- ;
larını benimkilere dolamıştı. Arabadan mermer yola inerken
Foxglove elini uzattı. Günbatımının yoğun ışınları duyularımı
altüst etti.
FoxgIove boştaki elini uzatarak arabanın diğer tarafını işaret
etti. “Bircharbor Sarayı’na hoş geldiniz.”
Arabadan uzaklaşarak devasa altın kuleler görünene kadar
etrafımda döndüm. Nefesim boğazıma takıldı ve keyif dolu j

64
I
Peri Kralının Kalbi

bir a„ için tum endişelerimi unuttum. Saray kırmızı-toruncu


Juk. sarı sıtrın ve altm rengi kaplangöaünden yapdma duvarla­
r a şimdiye kadar gördüğüm tüm yapılardan daha gözalıcıy-
a,. Sarayın arkasında kızarık gökyüzünden başka bir şey yoktu;
ne bir orman, ne bir ağaç „e de çalılar. Dünyanın sonundi
duruyormuş gibi görünüyordu. Serin bir esinti yüzümü okşa­
dı, burada sonbahar evdekinden biraz daha ılıktı ve havada tuz
kokusu alıyordum.

Hayranlığımın altında neredeyse ezilecektim ama kendime


buranın nefes kesici bir saraydan ziyade bir hapishane olduğu­
nu hatırlatarak bunun önünü kestim. Ölümcül bir yer. Mimari
bir mucizenin önünde değil, vahşi bir canavarın ağzında duru­
yordum.
Amelie’ye kaçamak bir bakış attığımda daha demin hisset­
tiğim hayranlığı onda gördüm. Sarayı incelerken başını yana
eğdi. Yüzündeki ifade, yeni bir elbise seçerken takındığı ifadey­
le aynıydı.
Gelin, dedi Foxglove arabanın etrafından dönerek.
Onu takıp ettik ama arabayı çeken ata benzeyen yaratık­
ları gördüğümüzde donup kaldım. Yolculuğumuzun başından
beri onları ilk defa yalandan ve gün ışığında görüyordum. Dün
gece sadece canavarımsı ve tuhaf bir şeyin silüetini seçebilmiş-
tim ancak karşımdaki manzara hayal ettiğimden çok daha tüy­
ler ürperticiydi.
Yaratıkların parlak siyah kürkle kaplı zarif, ata benzer bir
vücudu ve oniks tüylerinden dalgalı yeleleri vardı. Boyunları
normal atlardan daha uzun, ince ve kıvrımlıydı; bacaklarıysa
daha zarif ve daha az eklemliydi. Gösterdikleri dişleri gözalıcı
beyazlıktaki keskin jiletlerden ibaretti. Parlak sarı gözleri içimi­
ze işliyor gibiydi.

65
Tessonja Odette

Foxglove onu takip etmediğimizi gördüğünde .sabin,


gözlerini devirdi. “Puca. Gerçekten zararsızlar, özellikle onlar,
kontrol altına aldığınızda.
“Ve... onlar kontrolün altındalar, öyle mı? diye sordu Ame­
lie titrek bir sesle.
Foxelove güldü. “Kral Aspen e hizmet ediyorlar. Puca ula­
şım konusunda harikadır. Bir kelpie kadar hızlı sayılmaz ancak
onlardan bahsetmeye gerek yok.’
Güya yalan söyleyemediği düşünüldüğünde soruya doğru­
dan cevap vermemesi oldukça huzursuz ediciydi.
“Pucadan fazlasıyla etkilendiniz demek?” Kadınsı bir ses
dikkatimi yaratıklardan uzaklaştırarak bize yaklaşan dişi periye
çekti. Bu ufak tefek peri kahverengi tenliydi ve zeytin yeşili
gözleri vardı; gözkapaklarına, dudaklarına ve elmacıkkemik-
lerinİn üzerine altın tozu sürmüştü. Vahşi siyah bukleleri kü­
çük çubuklar, yapraklar ve dallarla toplanmıştı. Üzerinde koyu
bronz renkli tiril tiril bir elbise vardı. Elbise vücudunu bir ge­
celikten daha az örtüyor, bileklerine kadar uzanan ince kumaş
hayal gücüne çok az şey bırakıyordu.
“Sevgilim! Seni görmek ne kadar güzel.” Foxglove ona uzan­
dı ve birbirlerinin yanaklarına öpücükler kondurarak kucak­
laştılar.
Kadın geri çekildiğinde Amelıe’yle beni süzdü ve gördüğü
şeyden etkilenmemiş bir ifadeyle tek kaşını kaldırdı. “Kızlar
bunlar mı?”
“Evet, ta kendileri,” dedi Foxglove. “Amelie ve Evelyn Fair-
field’la tanış.”
Ellerini kalçalarına koydu. “Merhaba.”
Tereddüt ederek kendini tanıtmasını bekledim. “Siz kim-
. - o >
siniz?

66
Peri Kralı'nın Kalbi

“Ben sizin... ne deniyordu ona?” Foxglove’a baktı. “Köle


mi? Hizmetkâr mı?”
Foxglove güldü. “Sanırım insan dünyasında buna leydi hiz­
metçisi deniyor, Lorelei.”
Evet. Ondan. Halinden pek memnun görünmüyordu.
ismi tanıdık geldi ancak kim olduğunu anlamam birkaç
saniyemi aldı. Bir dakika. Sen Lorelei mısın? Bildiğimiz Lo~
releif
Sırıttı. “Namım benden önde gidiyor.”
Hank Osterman ın kolunun bir ayı kapanı tarafından par­
çalanmasına neden olduğun için.”
Ona iltifat etmişim gibi gururla çenesini kaldırdı. “O ben-
.dim.”
Foxglove yanaklarımın gitgide kızardığım fark etmiş gibiy­
di. Bana doğru gelirken elleri sanki gerginliği İçimden çekip çı­
karabilecekmiş gibi havada hareket ediyordu. “Lorelei, Doksan
Dördüncü Taşın Kasabı’na ya da insan ismi her neyse ona karşı
İşlediği suçun cezası olarak sizin hizmetinizde. Gördünüz mü?
Telafi edildi bile.”
Gözlerimi kısarak öfkemden zevk alıyormuş gibi görünen
Lorelei’a baktım.
“Hadi ama, Lorelei,” dedi Foxglove. “Onlara hoş karşılan­
dıklarını hissettirmen gerekiyor.”
Kız dudaklarına abartılı bir gülümseme yerleştirdikten son­
ra tiz bir sesle, “Ah, tabii ki. Hoş geldiniz,” dedi.
Foxglove ellerini çırparak saraya doğru döndü. “Çok daha
iyi. Gelin benimle.”
Foxglove’Ia Lorelei’ı saraya doğru takip ederken Amelie’nin
parmaklarım güven vermek ister gibi sıktım. Mermer yo­
lun aşağısına ilerleyerek arabayı arkamızda bıraktıktan sonra
Tessonja Odette

devasa sitrin basamaklardan çıkak. Devasa çift kanatlı kapı ar­


dına kadar açıktı ve iki yanında akçaağaç yaprağı oymalı bronz
zırhlar giymiş, ellerinde altın mızrakları olan iki muhafız du­
ruyordu. Muhafızlardan birinin kadm gibi göründüğünü fark
ettiğimde şaşırdım, yüz hatları diğerine göre daha kadınsıyd,
ve uzun kahverengi saç örgüsü sırtına kadar uzanıyordu. Eisle-
igh’de hiç kadın muhafız gördüğümü hatırlamıyordum. Gerçi
Eisleigh kralının Anakarada ikamet ettiği düşünüldüğünde ha­
yatımda daha önce herhangi bir kraliyet muhafızıyla tanışma
fırsatım olmamıştı.
Sarayın içinde kendimi en az dışarıyı ilk gördüğümdeki gibi
afallamış hissettim. Zeminden duvarlara kadar her şey altm
sarısı, kırmızı, kahverengi ve genel olarak sarı taşlardan inşa
edilmişti. Dikkatimi önce altın kemerlerle sarmal merdivenler
çekti, ardından tablolar, duvar halıları ve vazolar gibi küçük
detayları fark ettim.
Foxglove bizi üst üste bir sürü koridordan geçirip merdiven
ardına merdivenden çıkardı. Duvarlardaki apliklerin tepesinde
küreye benzer ışıkların havada durduğu tuhaf bir peri aydınlat­
ması vardı. Bu kandil olabilir miydi? Evdeki kandillere hiç ben­
zemiyorlardı. Bunu araştırmak üzere zihnime not almıştım ki
kendime buradaki hiçbir şeyi umursamama gerek olmadığını
hatırlattım. Dikkatimi önümüzdeki yola vererek tüm dönüş­
leri zihnime kazımaya çalıştım. \onümü bulmam imkânsıza
yakın olsa da gitgide sarayın derinliklerine doğru ilerlediğimize
dair bir hisse kapıldım.
Nihayet durduğumuzda artık nefes nefeseydim. Foxglove
bir dizi çift kanatlı kapıya yaklaşıp onları İterek açtığı sırada
nefesimi kontrol altına almaya çalışıyordum. Bize el sallayarak
gelmemizi işaret ettiğinde Amelie’yle içeri girdik.

68
Peri Kralının Kalbi

Sarayın geri kalanıyla uyumlu olacak şekilde sıcak tonlarda


dekore edilmiş bir odaya adım attık. Uzaktaki duvara devasa
bir yatak dayalıydı, bir gardırop diğer duvarın neredeyse ya­
rısını kaplıyordu, köşede bir masa, bir makyaj masası ve bir
paravan vardı. Odanın ortasında muhteşem bir sitrin küvet
duruyordu. Küvetten buharlar yükseliyordu.
“Her şey sırayla,” dedi Foxglove. “Müstakbel kocalarınızla
tanışmadan önce yıkanmanız gerekiyor. İster sırayla isterseniz
de birlikte yıkanabilirsiniz.”
Böyle bir lüksle karşılaşacağımı düşünmemiştim. Ne bekle­
diğimden tam olarak emin değildim ancak bundan çok daha
korkunç olması gerekiyordu.
Kral ve Prens e geldiğinizi söyleyip bir görüşme ayarlaya­
cağım,” dedi Foxglove. “Bu arada başka bir ihtiyacınız var mı?
Lorelei soyunmanıza ve yıkanmanıza yardımcı olabilir...”
“Hayır,” dedim. “Yalnız yıkanmak istiyoruz.”
Lorelei omuz silkti. “Siz bilirsiniz.”
“Bir şeye ihtiyacınız olursa Lorelei kapının önünde bekliyor
olacak.” Foxglove başını eğerek ekledi. “Lütfen cinayet planlan
yapmayın.”
Sonunda Amelie elimi bıraktı ve odayı incelemeye başladı.
“Bu şu an gerçekten yaşanıyor, değil mi?”
îç çektim ve bu güzel kâbustan uyanmayı diledim. Ama
hiçbir yere gittiği yoktu, daha yeni başlıyorduk. “Ne yazık ki.”

69
Bölüm 9

anyonun sıcaklığı kaslarımı rahatlamış, yıpranmış

B olan sinirlerimi yetiştirmişti. Bunun sahte bir his


olduğunu bilsem de bu rahatlama kendimi güven­
de hissetmeme neden oluyordu. Keşke bütün geceyi banyoda
geçİrebilseydim.
Amelle küvette karşıma oturmuş, bir dal biberiyeyle oynu­
yordu. Çeşitli odarla birlikte kadifeçiçeği çiçekleri suyun yüze­
yinde yüzüyor, kokularıyla başımı döndürüyorlardı. Bu koku
bana evimi hatırlatıyordu. Eczacı mutfağını. Annemi.
“En azından bu odada beraber kalmamıza izin verdiler,"
dedi Amelie somurtuşu zayıf bir gülümsemeye dönüşürken.
Evlendikten sonra büyük ihtimalle ayrılacağımızı söyleye­
rek umudunu kırmak İstemediğim için başımla onaylamakla
yetindim.
“Ayrıca bu banyo çok güzel,” dedi. “Suyu sıcak tutmayı na­
sıl başarıyorlar?”
Sorusuna verecek cevabım yoktu; saraya ve perilere duyabi­
leceğim herhangi bir hayranlığı bastırmak için elimden gelenin
en iyisini yapıyordum. Ancak aklımın bir köşesini işgal eden
tüm bu soruların beni heyecanlandırdığını inkâr edemezdim.
Yaklaşık bir saattir küvetin içindeydik ve su hâlâ ilk girdiğimiz
andaki kadar sıcaktı. Görünürde ne bir gider, ne bir tesisat ne
de ısıyı aynı seviyede tutmakla görevli bir hizmetçi vardı.
Peri Krah’mn Kalbi

“Bu büyü, değil mi?" diye sordu Amelie.


Başımı iki yana salladım. “Büyüye inanmadığımı biliyorsun.”
“Tüm bunlardan sonra bile mi?” dedi eliyle etrafımızı işaret
ederek. “Büyü yoksa bu küreler nasıl yanık kalır? Bu kadar de­
vasa bir saray nasıl inşa edilir? Üvez meyveli kolyesini havaya
kaldırdı, küvette ıslanmaması için arkasına doğru bırakmıştı.
“Büyü yoksa büyülü tılsımlar perilere nasıl etki ediyor?”
“Bu büyü değil. Son derece mantddı bir...”
Açıklaması vardır, diye cümlemi tamamladı. “Biliyorum
ama bu açıklamanın ne olduğu hakkında en ufak bir fikrin
yok, öyle değil mi?"
Aslında üvezin periler üzerindeki etkisi hakkında bir açık­
lamam var. Dinle...”
Üzerime su sıçratarak öksürmeme neden oldu, gözlerimden
sular damlıyordu. Sonunda Amelie’nin yüzü yeniden nedeşti-
ğİnde yaramazca sırıtıyordu.
Ben de ona su sıçrattım. “Bilimsel açıklamalarımı kesmeye
nasıl cüret edersin!”
Ciyakladıktan sonra yeniden suyla saldırdı. Kahkaha kri­
zine girdik ve bir anlığına anneleri sırtlarını keselerken küveti
paylaşan o küçük kızlara dönüştük. Bu düşünce kendime gel­
memi sağladı ve içinde bulunduğumuz duruma döndüm.
Amelie de aynı hisleri paylaşıyormuş gibi görünüyordu, gü­
lümsemek yerine kaşlarını çatmıştı. Sonunda ayağa kalktı ve
yerdeki battaniyeye benzeyen havlulardan birine uzandı. “Gar­
dırobu incelemeye gidiyorum.”
“Tabii ki.” Klasik Amelie davranışı. Tüm sorunlarını giyim
kuşamla çöz. Yalnız kaldığım için küvet artık aynı zevki vermi­
yordu, ben de peşinden gittim. Küvetten çıkıp havluyu kaptım
ve sıcaklığı beni sarmalarken derin bir iç çektim.
Tcssonja Odelte

Amelie’nin yüksek sesle . İ d * nefes yerimde srçramama ne­


den oldu. Gözlerim hemen çıkardığmn kıyafetleri buldu. Onla-
nn altındaki hançerime atılmaya hazırdım ki bir kez daha sesli
bir nefes aldığını duydum, birkaç saniye sonra da gülümseye­
rek bana döndü. Pırıltılı pembe bir elbiseyi üzerine tutuyor,
kumaşın eteklerini ileri geri sallıyordu. “Evie, gözlerine inana­
biliyor musun?”
Derin bir nefes aldım ve elbiseyi yakından incelemek için
gardırobun oraya gittim. Kumaşı Lorelei’ın elbisesi gibi ince ve .
tiril tirildi, birkaç kattan oluşan eteği bir çiçeğin yapraklarını
andırıyordu. İlk tercihim elbiseler olmasa da bunun güzel ol­
duğunu kabul etmeliydim.
Elindekini yerine koydu ve başka bir elbise çıkardı. Bu se­
ferki su yeşiliydi. Elbiseyi yine kendi üzerine tutarak, “Hepsi
birbirinden güzel. Böyle bir şeyi daha önce gördün mü? Sen ne
giyeceksin?” diye sordu.
Döndüm ve çıkardığım kıyafetlerin oluşturduğu yığına
baktım. “Büyük ihtimalle pantolonumu giyeceğim.”
Amelie’nin ağzı dehşetle bir karış açık kaldı. “Olmaz. Elinin
altında bunca şey varken nasıl o pantolonu giyebilirsin?”
İçimdeki huzursuzluk midemin düğümlenmesine neden
oldu. Garip bir şekilde, Amelie’nin elbiselere duyduğu heye­
can tarafından ihanete uğramış hissediyordum. Tüm bunlara
derin bir öfke duymamız gerekmiyor muydu? Buna rağmen
Amelie nin ani sevincine gölge düşürmeye gönlüm el vermedi.
Su yeşili elbiseyi yerine koyduktan sonra yeni bir tanesini
çıkardı, bu seferki mordu. Parlak ipek eteği minik ametist mü­
cevherlerle süslenmişti. Üst kısmı da aynı ipektendi ve morun
tonlarındaydı, üst üste binen kumaş parçaları pulları andırı­
yordu. “Kesinlikle bunu giyeceğim.”

72
Peri Kralının Kalbi

"Ya bunlar resmi elbiselerse?”


Amelie omuz silkti ve elbiseyi başından geçirirken havluyu
yere bıraktı. Kimin umurunda? Eğer bir peri tarafından ye­
neceksem en azından son dakikalarımda güzel görüneceğim.”
Nefesimin kesilmesiyle gülmek arasında kalmıştım, içim­
deki huzursuzluk bir kez daha baş gösterdi. Amelie’nin bu
kadar hızlı uyum sağlaması bir kez daha ihanete uğramışım
gibi hissetmeme yol açtı. Yolculuğumuzun büyük bir kısmını
ağlayıp somurtarak geçirdikten sonra bu kadar neşeli olmayı
nasıl başarıyordu? Aldım kaçırmıştı. Mantıklı olan bendim .
Değil mi?
Kapının diğer taraftan aldatılmasıyla Amelie ciyaklamasını
bastırdı. Elbiseyi aceleyle aşağı çekti, Loreli içeri girdiğinde kıl
payı örtünebildi.
"Eşyalarınızı getirdim,” dedi peri elinde dört çantayla. Üçü
Amelie’nin, biri de benimdi. Odayı geçtiği sırada ilk kez yürü­
yüşünün zarif olmadığını fark ettim. Yürüyüşünde bir tuhaflık
vardı, adımları Foxglove’unki gibi kibar değildi.
Makyaj masasına ulaştıktan sonra çantaları masanın üzeri­
ne koydu. Yüzünü bize döndüğünde onu izlediğimizi fark etti.
Amelie elbisesini çekiştirmeye devam ederken ben de havluma
daha sıla sarındım. “Ne?” dedi başını geriye atarak. “Eşyaları­
nızı istemiyor muydunuz?”
Çenemi kaldırdım. “İnsanların dünyasında kapı çalmak
içeri girileceğinin habercisi değildir. Genellikle girmeden önce
izin beklenir. Özellikle de birinin banyo yaptığı biliniyorsa.
Dudağının bir kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı ve gözlerini
bana doğru kıstı. “Ne kadar da titiziz. Sizin hizmetçiniz olsam
da anlamanız gereken bir şey var: Artık insanların dünyasında
değilsiniz. Kapınız çalındığı için şanslısınız.

73
Tessonja Odette

Ona öfkeyle baletim. “Senden hizmetçim olmam isteyen


ben değildim. Hatta Kral’a böyle bir şeye ihtiyaç duymadığ,.
mızı söyle. Mümkünse suçlarını başka bir yerde cezalandırsın.»
Lorelei kollarım kavuşturdu ve bana doğru bir adım attı.
Öfkeyle yanan zeytin rengi gözleri benimkilere kenedendiğin-
de arkama yaslanma isteğine karşı koydum. Öncelikle, ben
Kral’a hiçbir şey söylemem. O söyler. Anık senin de olduğun
gibi ben onun tebaasıyım. Diğer meseleyse cezayı hakketmedi­
ğim. Kasap’a yaptığım şey halkımı korumak adınaydı.
Foxglove’un duvarın peri tarafındaki tuzaklar ve Oster-
manın peri parçaları sattığı hakkında anlattıklarını hatırladım.
“İşte orada hata yapıyorsun. Hank Osterman türünün yaptığı­
nı iddia ettiği şeyleri asla yapmazdı.
Dişlerini gösterdi. “İnsan olmanın seni türünün bilirkişisi
{almayacağı hiç aklına geldi mi? Hank dediğin adam gözleri­
min önünde sevgilimi öldürdü. Bunu yaparken onu izledim.
Nasıl mı? Çünkü bacağım onun demir tuzaklarından birine
sıkışmıştı. Malan ı alıp sırtındaki kanadan demir bir bıçakla
kesişini, zümrüt kalbini çıkarışını ve cesedini bir torbaya tıkışı­
nı İzledim. Bütün bu süre boyunca çığlık attım. Şu an yaşıyor
olmamın tek nedeni şansımın yaver gitmiş olması.”
Betim benzim attı ve ondan istemeden de olsa bir adım
uzaklaştım. Hayır, yanılıyor. Bu imkânsız.
Lorelei devam etti. “Beni tuzaktan çıkardığında onu efsun­
ladım. Yaramın sebep olduğu acıya yenik düşmemek için bü­
tün gücümü kullanmam gerekti. Kendimi ölüme teslim ederek
Malan ın peşinden gidebilirdim ama yapmadım. Bunun yerine
Kasap a bedelini ödeterek kurtarabileceğim perileri düşündüm.
Efsunla güzel bir insan kadını görüntüsüne büründüm. On­
dan sürünerek uzaklaştım ama Kasap bunu bir baştan çıkarma

74
Peri Kralı'nm Kalbi

0M c gördü Peşimden geldi ve


yerkre sokmak ,ç,„ Sonunda kend.m. g J - *

rınd>„ b.ruun onane Çektim. Güzel bir kadmm ona e „ 7 * l


yer,m açugm, gordu. Geri kalan her Şeye kendi sebep oldu ■
Kusacak gibi hissediyorum , dudaklar,ndan dökülen im­
kansa sözlerle manng,m bir savas içerisindeydi. Söyleyebildi­
ğ e tek şey. Yme de zalimce,” oldu. “Onun üzerinde efsun
kullandın...

Hayır, dedi tersleyerek, “Büyüyü kendime yaptım.”


Ellerimi hüsranla havaya kaldırdım. “Ne farkı var ki?”
“Büyülerimiz hakkında hiçbir şey bilmiyor musun? Bir in­
sanı efsunlamak onu kontrol eder, sağduyularım azaltır ve ko­
layca kabul edecekleri eylemler önermemizi sağlar.”
Bunu biliyordum ve bunun mantıklı bir açıklaması vardı.
Bay Meeks, uzun süreli göz temasında perilerin belli bir hor­
mon salgıladıklarını savunuyordu - bu, periler için refleksif bir
işlevdi. Bu hormon maalesef amigdalamızı baskılayarak tehli­
keye tepkimizi yavaşlatıyor ve zihinlerimizi telkinlere açık hale
getiriyordu. Bu yüzden göz kırpmak efsunlan mayı önlemede
bu kadar önemliydi. Perilerin beynimize saldırmalarına sebep
olan hormonları salgılamalarına engel oluyordu.
“Peri büyüsü hakkında her şeyi biliyorum, inan bana,” de­
dim beti benzi atmış Amelie’ye bakarak. “Daha önce şahit ol­
muştum.”
“O zaman Kasap a yaptığımın bundan farklı olduğunu da
bilirsin,” dedi Lorelei.
“Ona tam olarak ne yaptın?”
“Dediğim gibi, efsunu kendime yaptım ve bir insan gibi gö­
rünmemi sağladım. Karşısında çaresiz bir kadın gördü. Ona
istediği her şeyi yapabilirdi —yakaladığı periyi bulmak için onu

75
Tessonja Odette

görmezden gelebilir, ona ormanda rek babına ne yaptığını so_


rabilirdi- ama iğrenç dürtüleri ağır bastı.
Başımı iki yana salladım, anlam * adamı köyümür»avcısıy­
la bağdaştıramıyordum. Bütün hayatım boyunca Sableton’da
yaşamıştı. Üstelik bir karısı vardı! Gerçek benliğin, hiç göre­
memiş olabilir miydim? Onu kimse tanımamış olabilir miydi?
Ameliyattan çıktıktan sonra dediklerini hatırladım. Onun
bir kadm olduğunu sanmıştım. Bir kadına benziyordu.
Lorelei’ın kendini efsunlayabildiğim, dış görünüşünü iste­
diği gibi değiştirebildiğini iddia etmesi de son derece huzursuz
ediciydi. Bunun mümkün olduğunu düşünmeyi reddediyor­
dum.' Elbette bir bilimsel açıklaması olmalıydı. Perilerin yay­
dığı, sinir sistemimize saldıran ve gördüklerimizi farklı algıla­
mamızı sağlayan henüz keşfedilmemiş başka bir hormon gibi.
Lorelei elbisesinin eteğini kaldırırken, “Üzülme,” dedi acı
acı. “O bir kolunu kaybetmiş olabilir ama bacağından demirle
yaralanan bir perinin iyileşmesi İmkânsıza yalcın.”
Elimde olmadan kadının açıktaki etine baktım. Bacakların­
dan biri kusursuz, İnce ve kahverengiyken diğeri yaralı ve de­
forme olmuştu. Sarmaşıklardan uydurma bir alçıyla sarılmıştı.
Devam etti. “Öte yandan, Malan bir daha asla yaşayanlar
arasında yürümeyecek ama o adam hâlâ karısının yanında.”
Titredim, göğsüm kabarıp iniyordu. Konuyu değiştirmek­
ten fazlasını istiyordum. Gitmesini istiyordum. Bacağının ha­
sar görmüş etini hiç görmemiş olmak istiyordum.
Bunu giyebilir miyim? diye sordu Amelie kısık bir sesle.
Üzerindeki mor elbisenin eteğini okşuyordu.
Lorelei başını ablama doğru çevirdi. Gözlerindeki öfkenin
bir kısmı dinmişe benziyordu, omuzlan çöktü. “Evet. Hatta
oradaki en güzel elbiseyi bul ve onu giy.”

76
Peri Kralı’mn Kalbi

Makyaj masasının üzerindeki çantamı gösterdim. “Ben şey


giyecektim...
"Elbise. Giy” dedi Lorelei gözlerini yeniden bana sabide-
yerek. “Peri elbisesi. Kral Aspen ve Prens Cobalt’la tanışmak
üzeresin. Tartışmanın ya da aptal insan alışkanlıklarına tutun-
ıtıanın zamanı değil.”
Amelie sevinç dolu bir ciyaklamayla su yeşil elbiseyi bana
fırlattı. Boyun eğen bir İç çekişle elbiseyi yakaladım.
Sanırım yardımıma ihtiyacınız yok ya da bunu istemiyor­
sunuz, dedi Lorelei buz gibi bir sesle. “Giyindikten sonra be­
nimle koridorda buluşun.”
Odadan çıktığında içim boşalmış gibi hissettim. Kısmen
suçlu hissettiğim İçindi ama sivri dilimin beni zor durumlara
sokmasına alışkındım. Daha rahatsız edici olanı içine itildiğim
tersyüz dünyaydı. Perilerin beni cahil olarak gördüğü, hayatım
boyunca güvendiğim insanların canavar, olarak adlandırıldığı
bir dünya.
Demir aşkına, tüm bunlar gerçek miydi?

77
Bölüm 10

cc takmak zorunda mıyım?” diye sordu Amelie.


Paravanın arkasından baktığımda ablamın boy-
1. 3 nundaki üvez meyvelerine dokunduğunu gör­
düm. Makyaj masasının yanında duran boy aynasına bakarken
burnunu kırıştırmış, dudakları bir somurtmayla aşağı kıvrıl-
mıştı.
“Evet,” dedim tekrar paravanın arkasına çekilerek. Su yeşi­
li elbiseyi birkaç kez tersyüz ettikten sonra nihayet giyindim.
Peri elbiselerinin görünür dikişleri yoktu ve iki türlü de giyile­
bilirlerdi. Açıkçası annemin kıyafetlerini ters giy önerisinin işe
yarayacağım zaten en baştan düşünmüyordum. Böyle bir batıl
inancın hiçbir mantıklı açıklaması yoktu. Yine de denemeye
değerdi.
Amelie derin derin iç geçirdi. “Ama elbiseme uymuyor.”
“Efsunlanmak da öyle.”
“Bu hiç mantıklı değil, Evie. Ayrıca kendimi efsunlanmamı
gerektirecek bir duruma sokacak değilim. Göz kırpıştırmam
gerektiğini biliyorum. Aptal değilim.”
Aptal olmadığını biliyorum. ’ Dört yıl önce efsunlandı-
ğında da aptal değildi ama bunu söylemedim. Onun yerine
hançerimi kıyafet yığınımın içinde gizlediğim yerden çıkarıp
hançer kemerini belime taktım. Biraz dar olsa da bulduğum
gri tayt kemerin fazla sürtünmesini engellemeliydi. Neyse ki
Peri Kralının Kalbi

* yeşili elbisenin eteği birkaç kattan olu yordu da kemerle


hançen mentkh gözlerden gizliyordu. “üvez memeleri perilere
w çalışıyor. Annemizin bizim için ^ ko, '
d£Vam emıulıyız. En azından bir kısmının her zaman tenine
değdiğinden emin ol.

«Ha, demek feabnfee annemizin zanaatma inanasm geldi ”


Gözlerimi devirdim Ve elbisenin üzerime oturup oturma­
d ı kontrol ettin, iyi gibiydi. Evde giydiğimiz elbiselerin
aksine bunlar bol ve dökümlüydü, yardun almadan giymesi
oldukça kolaydı. En güzel yanıysa korseleri yoktu.
Amelie'yle aynada ballarım ız buluştuğunda yansımama
sırıttı. Muhteşem görünüyorsun, Evie!”
Bunu itiraf etmekten nefret etsem de elbise bana yakışmıştı,
koyu renk saçlarımdaki bakır tonları ortaya çıkarmıştı. Gözle­
rimi hızla kaçırdım ve çantamı karıştırmak için makyaj masa­
sına yaklaştım. Annem sana bir kese tuzla tentür verdi mi?”
Amelie bakışlarını aynadan zorla ayırdıktan sonra yanıma
geldi. Evet, evet. İkisini de yanımızda mı taşımalıyız?”
Tuzu getir,” dedim keseyi belime bağlarken. Tuz annemin
inanabileceğim reçetelerinden biriydi. Büyüyü engellediğine
inanmasam da -çünkü büyü diye bir şey yoktu- sindirim sis­
temimizi çeşitli hasarlardan koruduğuna inanıyordum. Bir ke­
resinde Bay Meeks bana tuzun asitleri nötralize etme yoluyla
yabancı bileşenleri sindirmemize yardımcı olarak peri yiyecek­
lerinin olası etkilerini ortadan kaldırabileceğine dair teorisini
anlatmıştı. “Ama tentürü şimdi al. Annemin dediği gibi, yarım
damlalık. Hatırladın mı?”
Başıyla onayladı ve çantalarının birinden keseyle tuzu çıkar­
dı. Kesesini beline bağladıktan sonra göz göze geldik.
“Hazır mısın?” diye sordum.

79
Tessonja Odelte

Biraz rengi attı, ardından başıyla onayladı.


Lorelei bizi kapının dışında bekliyordu. Kollarını kavuştur-
muş, karşı d u v a r a yaslanıyordu. “Sonunda,” diye mırıldandık-
tan sonra koridordan aşağı İlerlemeye başladı.
Arkasından ilerlerken her dönüşümüzü zihnime kazımaya,
koridorlara ve kapılara aşina olmaya çalışıyordum ama dikka­
tim Lorelei’ın topallamasına kayıp duruyordu.
Bakışlarımı yeniden etrafımıza, ilerideki merdivene çevir­
dim. Merdiveni çıktık ve bir kez daha serin esinti burnuma tuz
kokusunu taşıdı. Merdivenin tepesine vardığımızda devasa bir
oda görüş açımıza girdi. Açık hava bizi odanın diğer tarafında
karşıladı; bir duvarın geniş bir parçası kesilmiş ve beyaz bir
korkulukla çevrelenmişti, sitrin sütunları vardı. Hava rahatsız
etmeyecek derecede serin, gökyüzüyse karanlıktı.
Odanın ortasında iki ucunda da süslü sandalyelerin bulun­
duğu uzun bir masa vardı. Sandalyelerden biri diğerinden daha
uzundu, ayaklarıyla sırtı iç içe geçmiş dallar şeklindeydi - ya da
daha doğrusu boynuz şeklindeydi. Diğer taraftaki sandalyenin
de benzer bir tasarımı vardı ancak arkası daha kısaydı. Masa ye­
mek tabakları, kalın sarı mumlar ve çok sayıda fincan ve şişeyle
doluydu. Masanın etrafında diğer ikisine kıyasla çok sıradan
görünen bir düzine kadar sandalye duruyordu.
Açıldığa yakın bir noktada duran Foxglove dışında odada
hiç kimse yoktu. Lorelei odayı aşıp ona doğru ilerlerken peşin­
den gitmemizi işaret etti.
Foxglove geniş bir sırıtışla bize dönerek gözlüğünü düzeltti
ve Amelie yle beni inceledi. Ah, çok daha iyi görünüyorsunuz.
Kral ve Prens birazdan burada olur.”
Artık tuz kokusu daha sertti ve ritmik bir çatırtı duyuyor­
dum. Merakıma yenik düşerek tırabzanın üzerinden baktım.

80
i
Peri-Kralının Kalbi

Dünyanın aşağıdaki zifiri karanlığa son hız düşüyormuş gibi


görünmesi vertigomu tetikledi. Tırabzana tutunarak yere daha
sağlam bastım ve görüşümü netleştirmek için birkaç kez gözle­
rimi kırpıştırdım. Dengemi sağladıktan sonra sarayın bir uçu­
rumun kenarına inşa edilmiş olduğunu gördüm. Okyanusun
hırçın dalgaları kıyıya vuruyordu. Gözlerim ayışığının aydın­
lattığı zifiri karanlığa alışırken kıyı hakkında bir şey daha fark
ettim. Zeminde derin yarıkları andıran karanlık çukurlar vardı.
Suyun bir kısmı bu çukurlara ulaştığında derinliklerinde kay­
boluyor, ardından geri çekilerek toplanıp yeni bir dalga haline
geliyordu.
“Kral Herne Bircharbor Sarayı’nı uçurumun kenarına inşa
etti,” diye açıkladı Foxglove. “Eşi, Kraliçe Melusine’ye yakın
olabilmek için.”
“Deniz Sarayı Kraliçesi,” dedim önceki hikâyesini hatırla­
yarak. “Kral’ın savaşta hayatım kaybettiğini söylememiş miy­
din?”
“Öyle,” dedi kederli bir sesle. “Kral Aspen Sonbaharda
herhangi bir yerde ikamet edebilirdi, özellikle Kraliçe Melusi-
ne’nin bu günlerde karayı sık sık ziyaret etmediğini düşünür­
sek. Yine de burada kalmayı tercih ediyor. Burası oldukça güzel
bir saray.”
Bir kez daha tırabzanın üzerinden eğildim ve kıyıya vuran
dalgaları izledim. “Yerdeki bu oyuklar tam olarak nedir?”
“Ah, onlara gün doğduğunda bir kez daha bakmanı öneri­
rim. Kumsal geceleri mercanlara teslim oluyor ve onlar da mer­
can mağaraları. Kraliçe Melusine tarafından inşa edildiler. Ba­
zıları onların Kraliçenin sualtı sarayına çıktığını iddia ediyor
ama bana sorarsanız bir tür labirentten ibaretler. Mağaraların
haritasını çıkarmaya çalışan herkes gelgit sırasında boğularak

81
Tessonja Odette

hayatını kaybetti. Bunu deneyen deniz perileri dahi başarılı


olamadı. Sanının o labirente ilerlemeyi başaran tek kişi K ra liçe
Melusine’nin kendisi ve o da sırlarını kendine saklamayı tercih
ediyor.”
“Bundan çıkarılacak ders şu: Sakın yüzmeye gitmeyin,”
dedi Lorelei.
“Kesinlikle,” dedi Foxglove başını ciddiyetle aşağı yukarı
sallayarak. “Denememek en mantıklısı. Su seviyesi düşükken,
yüzmek için yeterince derinlere ulaşamadan mağaralardan biri­
ne düşersiniz. O zaman da mağaraların diğer tarafında kapana
kısılırsınız ve mercanlara çarparsınız. Su seviyesi yüksekken ise
akıntıyla mağaralara ya da daha kötüsüne sürüklenmezseniz
şanslısınız.”
“Ya da bir kez daha mercanlara çarparsınız,” diye ekledi Lo­
relei.
“Anlaşıldı,” diye mırıldandım.
“Ben zaten yüzmeyi sevmiyorum,” dedi Amelie karanlık
okyanus manzarasına karşı burnunu kırıştırarak.
“Ben de,” dedi Foxglove. “Tuz saçımı kurutuyor ve günlerce
uğraşsam da düzgün görünmesini sağlayamıyorum. Bronzlaş-
mak için dalgaların daha zararsız olduğu Yaz Sarayı’m tercih
ediyorum.”
Dudaklarımın kenarları bir gülümsemeyle seğirdi. Tüm ça­
balarıma rağmen Foxglove u sevmeye başlamıştım.
“Bunlar yeni misafirlerimiz mi?” Arkamızda yeni bir ses du­
yuldu. Bu ses bir erkeğe aitti ve kulağa oldukça... neşeli nıi
geliyordu?
Yeni geleni karşılamak için dördümüz de arkamıza döndük*
Foxglove’la Lorelei alışkın hareketlerle eğilerek selam verirken
Amelie’yle ikimiz yarım dakikalık bir gecikmenin ardından
beceriksizce reverans yaptık. Doğrulmadan önce Foxglove’l a

82
Peri Kralının Kalbi

Lorelei ı bekledim. Amelie’nin serçeparmağı benimkine dolan­


dı.
Foxglove bir adım öne çıkarak, "Size Amelie ve Evelyn Fair-
field’ı takdim etmek isterim,” dedi.
Erkek peri sırıtarak kendinden emin adımlarla yanımıza
yaklaştı. Yüzü tuhaf bir şekilde hem çocuksu hem de yaşlı gö­
rünüyordu; gamzeli yanakları, çıkık elmacıkkemikleri ve par­
lak mavi gözleri vardı. Saçları düzdü ve öyle koyu bir maviydi
ki siyaha çalıyordu, alnına düşmüş gevşek bukleleri sivri ku­
laklarının ucuna değiyordu. Üzerinde mavi-siyah bir pantolon
vardı, ceketinin altına altın rengi dikişli çivit mavisi bir yelek
giymişti ve mavi bir kravat takıyordu.
Eğilerek selam verdikten sonra bakışlarını benden Amelie’ye
çevirdi. “Tanıştığımıza memnun oldum. Ben Prens Cobalt.”
Konuşmak bir yana, gözlerimi ondan ayıramıyordum. Kur­
duğum tüm o korku dolu hayallerde bir perinin bu kadar asil,
bu kadar nazik, bu kadar... çekici görünebileceğini aklımın
ucundan dahi geçirmezdim. Ve demir aşkına, o Prens Co-
balt’ın ta kendisiydi. Müstakbel kocam. Bu düşüncenin beni
heyecanlandırdığını mı yoksa korkuttuğunu mu anlayamadım.
İkinci olasılığı değerlendirdiğimde içimi derin bir utanç kapla­
dı. Kendime onun bir peri olduğunu hatırlattım ve Faenvyvae
hakkında bildiğim tüm gerçekleri aklıma getirdim. Bu mavi
gözler karşısında heyecanlanmayı göze alamazdım.
Selam vermek için ağzımı açtığımda Amelie benden önce
davrandı. “Büyük bir zevk.” Ses tonu kulağa oldukça resmi ge­
liyordu, ki buna minnettardım. Gözlerindeki bakıştan onun
da perinin görünüşünden en az benim kadar etkilendiğini an­
layabiliyordum. Buna rağmen soğukkanlılığını koruyordu ki
bu da aklının başında olduğunun bir kanıtıydı. Harika.

83
Tessonja Odette

Prens’in arkasında aniden bîr gölge belirdi. Cobalt arkasını


dönüp babını eğdi.
Foxglove’la Lorelei eğilerek selam verdi. Bu sefer Amelie’yle
ben de daha hızlıydık. Reveranslarımızdan doğrulduğumuzda
Sonbahar Kralı’nın gözleri üzerimdeydi.
Onun Sonbahar Kralı olduğundan emindim çünkü bir
mevsimin bu kadar kusursuzca vücut bulduğuna daha önce şa­
hit olmamıştım. Ayrıntılı koyu kahverengi boynuzlarının yanı
sıra tepeden tırnağa bronz rengi satenler içindeydi. Ceketiyle
pantolonu kızılımsı kahverengiydi ama yeleğinin rengi son­
bahar ağaçlarının kırmızı-turuncusuna daha yakındı ve altın
işlemeli akçaağaç yapraklarıyla süslenmişti. Güçlü vücut yapısı
Cobalt’ınkine benziyordu ancak boynuzlarının yüksekliği ha­
riç genç periden bir baş kadar daha uzundu. Kral’ın saçları tıp­
kı kardeşininki gibi mavi-siyahtı ama onunki daha uzundu ve
ensesinde kıvrılıyordu. Ama gözleri kahverengiydi. Cobalt’ın-
kilerin aksine gülümsediğinde Aspen in gözleri parlamıyor, kı­
sılıyordu ve dudaklarına samimi değil de kendini beğenmiş bir
gülümseme yerleşiyordu.
Bakışları beni delip geçti. “Evelyn,” dedi.
Adımı gayriresmi bir tavırla söylemesinden nefret ettim. Bir
küçümseme. Adımı söylerken dudaklarının kenarlarının yuka­
rı kıvrılmasından nefret ettim, sanki adım dudaklarından dö­
külen bir şakaymış gibi. En çok da sesini duyduğum an omur­
gamdan aşağı yayılan ve tanıdık bir hissin kıvılcımlanmasına
neden olan ürpertiden nefret ettim.
Tehlikeli bir yankı.
Bu sesi daha önce duymuştum. Bu sırıuşı daha önce gör­
müştüm.
Aslında ona adımı kendim söylemiştim.

84
Bölüm 11

K
ral Aspen’in duvarda karşılaştığım periyle nasıl
aynı kişi olabileceğini bilmesem de o olduğunu
biliyordum. Boynuzlan ve şık kıyafetleriyle bile o
ifadesini, o sesini karıştırmak mümkün değildi. O, öfkelen­
dirdiğim perinin ta kendisiydi. Burada olmamın nedeni oydu.
İçimde bir öfke kaynamaya başladı, o kadar şiddetliydi ki
neredeyse taşacaktı. Ona bağırmak, beni neden cezalandırdığı­
na dair bir açıklama talep etmek istiyordum. Bunu neredeyse
yapacaktım da ama sonra ablama suçumu itiraf etmediğimi
hatırladım. Onun duvarda bir periyle karşılaştığımdan haberi
yoktu, hele bizi bu karmaşaya sürükleyecek kadar dikkat çekti­
ğimden hiç. Dişlerimi gıcırdatarak ona ters ters baktım.
“Affedersiniz, Majesteleri ama müstakbel gelininiz o değil,”
dedi Foxglove Kral’la aramızdaki bakışmayı yanlış yorumlaya­
rak. Ablamı bir adım öne itti. “Bu, Sableton Köyü nden Ame­
lie Fairfield. Maven Fairfield’ın en büyük kızı.”
Kral Aspen bakışlarını ablama çevirdiğinde Amelie tereddüt
ederek gülümsedi. Kral’ın sırıtışı silindi ve yüzünden anlam-
landıramadığım bir ifade geçti. Neredeyse afallamış gibi görü­
nüyordu. Ya onayladığını ya da memnuniyetsizliğini gösteren
bir homurtuyla arkasını döndü. “Hadi yiyelim.”
“Kral’ı duydunuz,” diye fısıldadı Foxglove onu masaya ka­
dar takip etmemizi işaret ederek.
Tessonja Odette

tra-ar etmek üzere harekete geçtiğimde Prens Cobalt nazik


bir gülümsemeyle yanıma gelip adımlarıma ayak uydurdu.
“Geriye biz kalıyoruz.” dedi. tYanı evlenmek için.
Cevap vermedim.
Yemek masasına ulaştığımızda Cobalt önıime geçip bir san­
dalye çekti. Oturmadan önce birkaç saniye tereddüt ettim. Ben
otururken öne doğru eğilip sandalyeyi itti, yüzlerimiz birbirine
fazlasıyla y a k ın d ı. Dudakları kulaklarımın dibinde duraksadı.
“Senden önceki kızlara olanlar için üzgünüm ama umarım
şunu söylediğim için beni affedebilirsin... Seni daha çok be-
u i • »
gendim.
Bunu duyduğuma şaşırmıştım ve ona döndüğümde yanak­
larının kızardığım gördüm. Bakışlarımız buluştuğunda bana
gülümsedi ve abisinin karşısındaki sandalyeye yöneldi.
Önüme döndüğümde karşımdaki Amelie’nin çatık kaşla­
rıyla karşılaştım. Somurtuşunu Kral Aspen e çevirdi, ardından
sandalyeyi gürültülü bir şekilde masadan uzaklaştırdı. Otur­
duktan sonra da birkaç abartılı harekede öne doğru çekerek
masaya yaklaştırdı. Bakışlarım önündeki tabağa dikmiş olan
Kral, Amelie’nin bu harekederine hiç aldırış etmedi.
“Oturabilirsiniz,” diye bağırdı. O an Foxglove’la Lorelei’ ın
odanın köşelerine çekilmiş olduklarım fark ettim. “İkiniz de.”
İkisi de efendilerine itaat etmeye hevesli ürkek yavrular gibi
öne atılıp masadaki yerlerini aldı. FoxgIove benim yanıma, Lo-
relei ise Amelie nin yanına oturdu. Karşımda oturan Loreleila
göz teması kurmamaya çalışıyordum.
Yemek salonuna birkaç kişi girdi; soğukkanlı ifadeleriyle
sessiz tavırlarına bakılırsa bunlar hizmetkârlardı. Boylarına ve
fiziksel özeliklerine bakıldığında çoğu sıradan genç insanlara
benziyordu, tek farkları uhrevi güzellikleriyle sivri kulaklarıydı-

86
Peri Kralı’nın Kalbi

Fakat bazılarının domuzların kini andıran burunları, kedi bı­


yıkları, hatta kuyrukları vardı. Birkaç kısa boylu perinin kö­
seleye benzeyen derileri, yaşlı ve buruşuk yüzleri, kol ya da
bacaktan çok ağaç dallarını andıran uzuvları vardı. Nasıl görü­
nürlerse görünsünler her biri kızıl, altın ve kahverengi renkler­
de gözalıcı ipekler içindelerdi.
Genç bir erkek peri bana yaklaştı ve kadehimi koyu kırmı­
zı bir sıvıyla doldurdu. Dişi olduğunu düşündüğüm başka bir
peri düğme gibi pembe burnunu çevreleyen uzun, beyaz kedi
bıyıklarıyla diğer tarafımda durmuş, masadaki tabaklarda bu­
lunan yiyecekleri tabağıma yığıyordu.
İlk hizmetkâr kadehim dolduğunda yanımdan ayrılırken
İkincisi tabağıma yemek yığmaya devam ediyordu.
Konuşmaya çalıştım. “Bu kadar yeter, teşekkür ederim.”
Peri uzaklaştığında bakışlarımı karşımda oturan ablama
çevirdim. Tabağındakiieri incelerken ifadesi şüphe ve özlem
arasında gidip geliyor gibiydi. Dudaklarım yaladıktan sonra
tabağındaki bir hamur işine uzandı.
Öne doğru kayarak bacağına bir tekme attım. Ayağım hede­
fini bulduğunda kaşlarını çattı, gözlerime sorgulayan bakışlarla
bakıyordu. Belimdeki tuz kesesini kaldırarak sessiz bir uyarıyla
gözlerimi belerttim. Yemeğini tuzla.
Bana anladığını belli edercesine başını salladıktan sonra ke­
sesine uzandı, ikimiz de tabağımıza pembe kristallerden ser­
piştirdik.
“Nedir bu?” diye sordu alaycı bir ses. Gözlerim masanın ba-
Şuıa, Kral Aspen’in oturduğu yere kaydı. Bakışları Amelie’den
bana döndü.
Ölümüme neden olmayacak bir açıklama ararken nutkum
tutulmuştu. Neyse ki FoxgIove duruma el attı. “Sanırım bu

87
Tessonja Odette

insan ilacı,” dedi. “Tuzun onları ttim kötülüklerden koruduğu­


na inanıyorlar.”
“Tuz.” Kral buz gibi bir kahkaha atarak gözlerini bana ki­
litledi. “Yemek pişirirken zaten tuz kullandığımızı biliyorsun,
değil mi? Okyanustan her gün tuz fışkırıyor. Eğer tuz perilere
zarar verseydi çoktan ölmüş olurduk.’
Ağzımı açmak için kendime güvenemeyecek kadar öfkeliy­
dim hâlâ. Zaten yapacağım tek şey tartışmak olurdu. Ayrıca
yemeğimizi perilere zarar vermek için değil, sindirim sistemi­
mizi korumak için tuzluyorduk. Bunları söylemek yerine ters
ters bakmaya devam ettim, gözlerimi Kraldan ayırmadan ye­
meğime bir tutam daha tuz attım.
Kral küçümseyici bir homurtuyla arkasına yaslandı.
“Bence mantıklı.” Masanın diğer tarafında oturan Prens
Cobalt’ın sesi abisinin aksine daha yumuşaktı. Aspen’e gülüm-
sese de kaldırdığı kaşlarının altındaki gözlerinden muziplik
akıyordu. “Sonuçta önlem alanlar sadece onlar değil.”
Bakışlarımı tekrar Aspen e çevirdiğimde yanına tünemiş>
ağaca benzeyen küçük bir periyi fark ettim, ağzında çatal vardı.
Küçük peri daha sonra Aspen in kadehine uzanarak bir yudum
aldı. Hizmetkâr Aspen in tabağındaki yemekten bir lokma
daha alırken Kral bakışlarını Cobalt’tan ayırmadı.
Foxglove bana doğru eğilerek fısıldadı. “Kral yemeğe başla­
madan önce her zaman yiyecek ve içeceklerini tattırır.”
Az önceki tuhaf konuşma şimdi çok daha mantıklı geliyor­
du ancak Kral’la Prensin arasındaki gerginlik son bulmamıştı-
Haklısın, kardeşim, dedi Aspen o soğuk ve yavaş konuş­
masıyla. “Fazla önlemden zarar gelmez.” Hizmetkâr bir lokma
daha aldıktan sonra eğilerek selam verdi. Aspen elinin tersiyle
gitmesini işaret ettikten sonra çatalına uzandı. “Yiyin.”

88
Peri Kralının Kalbi

Amelie yle benim dışımda masada oturan herkes çatallarına


uzandı ama çok geçmeden biz de onlara katıldık. Tabağımdaki
yiyecekleri itip kakarak ne servis edildiğini anlamaya çalışıyor­
dum. Balık filetosundan kızarmış patatese ve elmalı tarta kadar
her şey tanıdık geliyordu. Aromaları da tanıdıktı ve ağzımın
sulanmasına neden oldu. Bir şeyler yemek zorunda olduğu­
mun farkındaydım. istiyordum da. Keşke midem kabul etseydi.
Kral Aspeni gördüğümden, o öfkenin içimde yükseldiğini his­
settiğimden beri midem düğüm düğümdü. Nasıl yemek yiye­
bilirdim ki?
Bakışlarımı tabağından birkaç loloma almış olan Amelieye
çevirdim. Göz göze geldik, çiğnerken sırıtıyordu. Zorla sırıttım
ve yine aynı eforla bir lokma yemeği ağzıma götürdüm.
* * *

Çoğunlukla sessiz geçen akşam yemeğinin ardından Kral


Aspen’le Prens Cobalt vedalaşarak yemek salonundan ayrıldı.
Foxglove ve Lorelei bize odamıza kadar eşlik etti. Yine tüm dö­
nüşleri ezberlemeye, yemek odasıyla yatak odamız arasındaki
yolu aklıma yazmaya çalışıyordum. Anladığım kadarıyla yatak
odamız yemek yediğimiz odanın iki kat altındaydı.
FoxgIove bizi odanın kapısında biralarken Lorelei kapı çer­
çevesine yaslanarak oyalandı. “Kalmamı ister misiniz?”
“Gerek yok,” dedim sesimi nötr tutmaya özen göstererek.
Küçük tartışmamızın ardından onun etrafında nasıl davran­
mam gerektiği konusunda hâlâ kararsızdım.
Kapıdan ayrılarak esnedi. “Pekâlâ. Ben yan odada uyuyaca­
ğım. Bir şeye ihtiyacınız olursa seslenin.” Bunu dedikten sonra
tapıyı kapadı ve bizi yalnız bıraktı.
Amelie yatağa koşarak tam ortasına yüzüstü atladı. Yatak
düşüşüyle zıpladıktan sonra ağırlığı altında hafifçe gömüldü.

89
Tessonja Odette

“Çok yorgunum.” Amelie yüzünü yastığa gömdüğü için sesi


boğuk çıkıyordu.
Hem zihinsel hem de fiziksel olarak aynı hissediyordum.
Tıpkı Amelie gibi benim de tek isteğim bu konforlu yatağa
gömülmekti. Ama belimdeki hançer kemerinin baskısı gör­
mezden gelemeyeceğim kadar rahatsız ediciydi. Çantamdan
geceliğimi çıkardım ve paravanın arkasına götürdüm. Üzeri­
mi değiştirdikten sonra yatakta Amelie’nin yanındaki yerimi
aidim ve kılıfındaki hançerimi yastıklardan birinin arkasına
gizledim.
Amelie yüzünü kaldırıp bana gözlerini kırpıştırarak baktı.
“Sence gardıropta özel gecelikler var mıdır?”
Kahkahama engel olamadım. “Bence vardır.” Amelie kalkıp
gardıroba koşarken ben de yorganı çekip altına girdim.
Bir süre sonra Amelie ayak bileklerinin etrafında hışırdayan
ipeksi bir gecelikle döndü ve emekleyerek yanıma geldi. “En
güzel kıyafetler kesinlikle burada.”
“Periler âleminin en azından iyi bir yanı var.”
“Gerçekten de hayal ettiğim kadar kötü değilmiş,” dedi.
“Şimdiye kadar hayatımdan endişe etmeye başlayacağımdan
emindim. Yani bilirsin, canavarlar, goblinler, harpyalar* falan.
Ama şu ana kadar kimse beni yemeye çalışmadı.”
"Çünkü eşlerimizle henüz yalnız kalmadık.”
Kısa bir sessizliğin ardından onu korkuttuğumdan endişe­
lendim. Amelie biraz daha yanaştı. “Ben benimkinden hoşlan­
madım, Evie. Çok suratsız.”
“Hiç belli olmuyordu.”

* Yarı kadın, yarı kuş mitolojik bir varlık (ç.n)

90
Peri Kralı’nm Kalbi

“Belli ki sen de ondan Hoşlanmadın. Ona ne kadar ters bak­


tığını gördüm. Neredeyse bir şeyler kaçırdığımı düşünmeye
başlamıştım.”
Birden gerildim. Ona gerçeği anlatmalı mıydım? Kral As-
pen’le duvarda karşılaştığımızı itiraf etmekten neden bu kadar
korktuğumu bilmiyordum. İyi huylu ablam beni sonsuza dek
suçlayacak değildi ya. Ayrıca buraya şimdiden çok iyi uyum
sağlamıştı. Yine de kendimi bu konuda konuşmaya bir türlü
ikna edemiyordum. Fazlasıyla... utanç verici geliyordu. Bugün
adımın dudaklarından nasıl döküldüğünü hatırlamak bile iste­
miyordum, sanki buna hakkı varmış gibi...
“Seninki o kadar da kötü değil.” Sesi düşüncelerimi dağıttı.
“En azından bir beyefendi. Belki ondan hoşlanmaya başlarsın.”
“Belki de ayaklarım yerine at toynaklarıyla uyanırım.”
Kıkırdadı. “Sence sarayda balo veriyorlar mıdır?”
“Balolar, insan kafaları. Ne verdiklerini zamanla göreceğiz.”
“Bazen gerçekten çok tuhaf oluyorsun, Evie.”
Cevap vermedim. Bunun yerine gözlerimi kapayıp içim­
deki gerilimi verdiğim nefesle atmaya çalıştım. Bir süre sonra
Amelie’nin ritmik nefes alıp verişini duydum. Tabii ki uykuya
ilk dalan oydu. Tabii ki kendini bu lüks ortamda güvende his­
sediyordu. Böyle bir yerde kırılgan ölümlülüğümüzün farkın­
da olan tek kişi bendim.
Saatlerce dönüp durdum, uyumak bir kenara rahatlayama-
dım bile. Sonunda pes ettim. Gardıroptan ince bir pelerin alıp
omuzlarıma sardım ve Amelie’yi huzurlu uykusundan uyan­
dırmadan yatak odasından sessizce çıktım.
Bölüm 12

Y
emek salonunu bulup bulamayacağımı test etmek
için saray koridorlarında ilerledim. Oraya dönmek
için yanıp tutuştuğumdan değil, saraydaki yön duy­
gumu geliştirmek için. En azından sarayın içinde iki nokta ara­
sında gidip gelmeyi başarırsam, ne kadar küçük olursa olsun
bir şeylerin hâlâ kontrolümde olduğunu hissedecektim.
Koridorlar ürkütücü derecede sessiz ve karanlıktı, apliklerin
üzerindeki ışık küreleri artık hafif bir parıltıya dönüşmüştü.
Defalarca kaybolmuş olmama rağmen hiç kimseyle karşılaş­
madığım için minnettardım. Sonunda kendimi tanıdık ge­
len merdivenin önünde bulduğumda basamakları teker teker
çıkmaya başladım. Zirveye ulaştığımda boş ve karanlık yemek
odası önümde uzanıyordu.
Göğsüm büyük bir gururla kabardı. Peki şimdi ne olacaktı?
Yatak odama burayı bulduğumdan daha kısa sürede ulaşıp ula­
şamayacağımı mı test edecektim?
Sahile vuran dalgaların ritmik ve öncekinden çok daha yu­
muşak gelen sesi beni çağırıyordu. Başka bir şey daha duyuyor­
dum. Sesler. Ya da müzik.
t

Parmak uçlarımda odayı aşarak açıklığın oraya gittim ve el­


lerimi daha önce yaptığım gibi tırabzana koydum. Okyanus
ayışığınm altında simsiyah, küçük dalgalar halinde sarayın
aşağısındaki uçurumun eteklerine çarpıyordu. Mercan
Peri Kralı'nın Kalbi

mağaraların siyah çukurları yok olmuş, gelgitin etkisiyle suyun


derinliklerine gizlenmişlerdi. Kıyı şeridinin birkaç saat içinde
bu kadar büyük bir değişime uğrayabilmesi tüylerimi ürpertti.
Kulağıma yine müzik geldi ve gecenin içinde sesin kayna­
ğını aradım. Kıyının sonunda, uçurumun yakınında büyük
kayaların üzerine tünemiş figürler gördüğüme neredeyse emin­
dim. Şarkı mı söylüyorlardı? Havada kadınsı bir ses vardı, hem
güzel hem de fazlasıyla ürkütücüydü.
Daha yakından gelen bir hareketlilik dikkatimi kayalardan
tekrar kıyıya çekti. Orada bembeyaz tenleri ayışığınm altında
parlayan kadın siluetleri gördüm. Çıplak vücutlarıyla kumsal­
da birbirlerinin etrafında dönerken ağır ağır ve zarifçe hareket
ediyor, dalgalar ayak bileklerine çarptıkça gülüyorlardı. Hare-
kederi beni büyülüyor, içimi huzurla dolduruyordu.
Dans ediyorlardı.
“Selkieler.”*
Arkamı döndüğümde Kral Aspen i gördüm, ifadesi gölgele­
rin ardına gizlenmişti. İlk içgüdüm elimi hançerime götürmek
oldu, ta ki onu yastığımın altına sakladığımı hatırlayana kadar.
Ben de üvez meyvelerini kavradım ve kendimi tırabzana ola­
bildiğince bastırdım.
Aspen ayışığınm altında bir adım öne çıktı ve yanımda tı­
rabzana dayandı. Takım elbisesini çıkarmış, koyu renk sade bir
pantolonla bol kesim keten bir gömlek giymişti. Gömleğinin
yakası açıktı ve göğsünün üst kısmındaki altın rengi tenini göz­
ler önüne seriyordu. Yüz ifadesi öncekinden daha yumuşaktı,
altımızdaki manzarayı izliyordu. “Bazen geceleri dans etmek
ÎÇİn buraya gelirler. Fok derilerini kayaların üzerine bırakıp in­
san kadını kılığına bürünürler.”

* Denizde fok, karada insan şekline bürünen ve ağırlıklı olarak İskandinav


mitolojisinde bulunan bir yaratık, (ç.n)
Tessonja Odette

Onunla Kiç konuşmak istemiyor olsam da merakıma yenik


düştüm. “Şarkı söyleyenler onlar mı?
"Hayır. Onlar kayaların üzerindeki denizkızları.
Yaratıkların belli belirsiz siluetlerinden daha fazlasını seç­
meye çalışarak kısık gözlerimi geceye diktim. ICral la aramız­
daki sessizlik uzadıkça gerginliğin de arttığını hissediyordum.
Bana o kadar yakındı ki göz ucuyla göğsünün inip kalkışını
görebiliyordum. Tırabzana dayadığı parlak kırmızı mücevher­
lerle bezeli parmakları benimkilerden sadece birkaç santim
uzaktaydı.
"Burayı nasıl buldun?” Sesi sinir bozucu derecede yumu­
şaktı.
Öfkemi gün yüzüne çıkarmak için gerekli tek şey buydu.
Ona döndüm. “Beni getirdiğin hapishaneyi nasıl bulduğumu
mu soruyorsun?”
Bir anlığına kaşlarını çattı, ardından bakışları sertleşti ve
dudakları kıvrılarak bir sırıtışa dönüştü. "Anladığım kadarıyla
pek etkilenmemişsin.”
“Beni neden cezalandırıyorsun?”
“Yaptığım şey bu mu?”
"Soruma cevap ver,” dedim dişlerimi sıkarak.
“Daha güzel bir soru sor.”
Kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturdum. "Senin duvar­
da karşılaştığım peri olduğunu biliyorum. O gece seni bu kadar
kızdıracak ne yapmış olabilirim? Beni neden buraya getirdin?”
Omuz silkti. Bir önceki Seçilmiş5e olanları bildiğini dü­
şünüyorum. Onların yerine iki kızın getirilmesi gerekiyordu.”
Keskin bir kahkaha attım. "Bilmediğimi düşünüyorsun
herhalde? Başka iki isim zaten konsey tarafından yedek olarak
seçilmişti. Beni adımla seçtiğini biliyorum.”

94
Peri Kralının Kalbi

Utanmadan başını sallayarak onayladı. “Öyle.”


Peki neden? Bunu hak edecek ne yaptım? Annemden ve
evimden koparılmayı hak edecek ne hata yaptım? Ya da ablamı
nişanlısından ayıracak?”
‘ Bana demir bir bıçak doğrulttun.” Bunu bir suçlamadan
çok bir gözlem gibi söylemişti.
“İlk saldıran şendin! Ben sadece kendimi korudum.”
“Bitti mi?”
“Hayır, bitmedi. Benden önceki kızlara ne olduğunu öğren­
mek istiyorum. Holstrom kızları neden idam edildi?”
Aspen in ifadesi karardı. Konuştuğunda sesi jilet gibi keskin
çıkıyordu. “Konuşmaya başladığımız andan beri bana bir kez
bile Majesteleri diye hitap etmedin, reverans yapmadın.”
Tek omzumu silktim. “Bu konuda ne yapmayı düşünü­
yorsun? Sana hakaret edenlere yaptığın gibi beni de mi idam
ettireceksin?. Holstromları bundan çok daha önemsiz bir şey
için öldürdüğüne eminim. Bu durumda sınırları aşmanın ne
anlamı var?”
“Holstromlarla aramdaki ilişki hakkındaki fikrin açık. O
halde bana neden soruyorsun?”
Ağzımı açtım ancak aklıma gelen tek şey, Çünkü ben böy-
leyim, oldu. Gerçeği öğrenmeliydim. Düzen. Mantık. Hayatı­
mın daima bir mantık çerçevesine oturması gerekiyordu. Ama
periler mantık ve düzeni neden önemsesin ki? Burası tersyüz
bir dünyaydı ve baş döndürücü derecede sinir bozucuydu. Bu
tuhaf sarayda periler dürüst, hayatım boyunca güvendiğim
insanlar kasaptı. Buna rağmen hükümdarları insan kıyafetleri
giyiyor, insan yemekleri servis ediyor ve insan geleneklerine
göre muamele görmeyi bekliyordu. Bu öfkelenmem için ye-
terliydi.

95
Tessonja Odette

Bunları yüksek sesle söylemek yerine elimdeki tek silah,


k u lla n m aya karar verdim. Sözlerim. Ne tür bir canavarla bir­
likte yaşamaya zorlandığımı öğrenmek istiyorum.
Başım iki yana salladı, dudaklarına alaycı bir gülümseme
yerleşmişti. "Duvarda karşılaştığımızda daha zeki olduğunu
düşünmüştüm. Benden korkacak kadar sağduyulu olduğunu
düşünüyordum.”
Geri adım atmam gerektiğini biliyordum. Önünde eğilme­
liydim. Özür dilemeliydim. Ama bunları yapmadım. "Ben de
senin hakkımda öğrendiğin şeyleri hatırlayacak kadar zeki ol­
duğunu düşünmüştüm. Ben hazırlıklıyım, unuttun mu? Kes­
kin dişlerini etime geçirmeye çalış, işte o zaman demir tadım
sevip sevmediğini göreceğiz.”
Gözlerini gözlerimden ayırmadı, her. an saldırıya geçeceğin­
den emindim. Birazdan öleceğim. Son nefesim çok yakın.
Dudaklarındaki hınzır sırıtış aniden kahkahalara dönüştü
ve başını geriye doğru atarak gülmeye başladı. Sonra dikkatini
yeniden bana çevirdi, gözleri gülmekten kısılmıştı. Bu kesin­
likle rahatlatıcı bir manzara değildi. “Dişler mi? Ne yanı... seni
yemek istediğimi mi düşünüyorsun?”
Bir kez daha kahkahalara boğuldu, sakinleşmesini bekler­
ken yanaklarımın kızardığım fark ettim. "Bu kadar komik bir
şey söylemedim.”
Dişler,’ dedi bir kez daha. “Dur tahmin edeyim. Bir çeşit
demir falan da alıyorsun? Kokusunu alabiliyorum.”
Benden herhangi bir koku aldığını söylemesiyle yanaklarım
alev aldı. Yine de soğukkanlılığımı korudum. “Diyelim ki öyle,
ne olmuş?”
“Ben insan yemem. Ben o tür bir peri değilim.” Güven veri­
ci sözlerine rağmen ses tonu fazlasıyla tehditkârdı.

96
Peri Kralının Kalbi

"İnsan yiyen periler var yani?”


"Bir sürü.”
Betimin benzimin attığını fark etmemesi için dua ediyor­
dum. “Ama ben de zararsız değilim, iyi biliyorsun.”
“Biliyorum ama bıçağını göremiyorum. Hem Öyle olsa bile,
ben uzaktan daha kötüsünü yapabilirim.”
Bana zorla ne tür efsun yapmayı düşündüğünü hayal eder­
ken nefesim kesildi. “Buna da hazırlıklıyım.”
Elini kaldırdığında irkilerek geri çekildim ama parmaklarını
üvez meyvelerinin ipine geçirdi. Onları hafifçe çekiştirdiğinde
ensemdeki tüyler diken diken oldu. “Üvez,” dedi. “Bu çok işe
yarayacak.”
Çenemi kaldırdım ve titrememek için derin bir nefes aldım.
“Beni efsunlamandan koruyacak.” Demir aşkına, öyle umu­
yordum. Yine de tedbir için gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım.
“İstediğimi yaptırmak için seni efsunlamama gerek yok. İs­
teseydim benden korkmanı sağlayabilirdim. Beni arzulamanı.
Beni sevmeni.”
Tehlikeli bir tavırla tıslar gibi sarf ettiği sözler göğsümün
sıkışmasına neden oldu, ciğerlerimin küçüldüğünü hissediyor
gibiydim. “Bundan şüpheliyim,” dedim sesimdeki tereddütten
utanarak.
“Yapmam gereken tek şey kendimi efsunlamak. Tanıştığı­
mızda yaptığım gibi. Ne boynuzlarımı gördün ne de pelerinim
ve yüzüm dışındaki bir yerimi. Kim olduğum hakkında en
ufak bir fikrin yoktu.”
Gözlerim boynuzlarına kaydı ve büyüklüğüyle keskin hatla­
rını inceledim. Sertçe yutkundum. “Yine de sana bir hançerle
saldırdım.”
Öne doğru bir adım attı ve ben bedeninin sıcaklığını his­
sedene kadar yaklaştı. Kendimi tırabzana daha da bastırırken
Tessonja Odette

bakışlarımı göğsüne sabltlemişrim. Kendimi aşağı atmadan gi­


debileceğim daha fazla mesafe yoktıı. Bana bak.
Neden itaat ettiğimi bilmesem de ettim. İster delilik, ister
aptallık ister başka bir şey olsun ona bakmak istiyordum. Neye
dönüşebileceğini kendi gözlerimle görmek istiyordum. Gözle­
rim onunkileri buldu, ayışığında zar zor seçebildiğim koyu bir
kahverengiydiler. Mavi-siyah saçlarından bir tutam gözlerinin
arasına düştüğünde onu alnından uzaklaştırmak için korkutu­
cu bir dürtü hissettim. Nefesim düzensizleşip sığlaşıyor, teni­
nin ve kıyafederinin kokusu tüm duyularımı istila ediyordu.
Biberiye ve tarçın gibi baharatlı bir bitki aromasının yanı sıra
taze yaprakları andıran topraksı bir kokusu vardı. Nefesimi tu­
tup bakışlarımı kaçırmaya çalışsam da bu sadece dikkatimin
dudaklarının kıvrımına kaymasına neden oldu.
O çok güzeldi, bugüne kadar gördüğüm en nefes kesici var­
lıktı. Zihnim bu düşünceyi kavramaya çalışırken kontrolü kay­
bettiğimi hissediyordum, sanki üzerinde durduğum zemin her
an ayaklarımın altından kayıp gidecekmiş gibiydi.
Yakınlarda bir yerlerden gelen ses gözlerimi birkaç kez kır­
pıştırmama neden oldu. Bu sesin boğaz temizleme olduğunu
anlamam biraz zaman aldı.
Aspen bir adım uzaklaştı, odanın diğer tarafında duran fi­
güre dönmeden önce bakışları bir süre üzerimde oyalandı. Ge­
len Cobalt’tı.
Sesler duyduğumu sandım, dedi. “Her şeyin yolunda ol­
duğundan emin olmak istedim.”
Her şey yolunda, dedi Aspen hafif sinir olmuş bir ses to­
nuyla. “Misafirimize selkieleri gösteriyordum.”
Kral la aramdaki mesafeyi açmak için yana doğru eğildim.
“Ben de tam gidiyordum.”

98
Peri Kralı'mn Kalbi

“Gel, dedi Cobalt sıcak bir gülümsemeyle. “Sana odana


kadar eşlik edeyim.”
Kral’dan birkaç adım uzaklaştım; damarlarımdaki öfkenin
sebep olduğu titremelere rağmen yürüyebilmem bir mucizey­
di. Durdum. Asperie bakmadan fısıldadım, “Bana bunu bir
daha asla yapma.”
Sesindeki muzip sırıtışı duyabiliyordum. “Neden? Çok mu
hoşuna gitti?”
“Nefret ettim. Eğer bir daha böyle bir numara yapmaya kal­
karsan seni uykunda öldürürüm.” Odayı geçip Cobalt’a doğru
yürürken söylediğim yalan kulaklarımda çınlıyordu. Yaptığı
şeyden nefret etmiştim. Lorelei’tn haklı olmasından, perilerin
kendilerini büyüleyerek bizi gerçekten efsunlayabilmeterinden
nefret etmiştim. Görünüşünü değiştirmemiş olsa da ona dair
algımı değiştirmişti ve tehlikenin yerini arzu almıştı. Üzerimde
böylesi güçlü bir etkiye sahip olmasından nefret ediyordum.
Peki efsunlan mişken? Hiç nefret etmemiştim. Aksine bayıl­
mıştım. Dudaklarına ve gözlerine dalıp gitmeyi çok sevmiştim.
Aramızdaki çekimi, teninin kokusunu ve bedeninden yayılan
sıcaklığı çok sevmiştim.
Ve üvez meyveleri buna engel olamamıştı. Göz kırpıştırmak
onu engellemeye yetmemişti. Mantığım benî korumak üzere
orada değildi.
Bu da beni her şeyden çok korkutuyordu.

99
Bölüm 13

C
obalt’la gergin bir sessizlik içerisinde yan yana yü­
rüyorduk. Yemek odasından uzaklaştıkça daha ra­
hat nefes almaya başlamıştım. Prens’in yolu göster­
mesine izin verdim ve bu sefer yolu zihnime kazıma zahmetine
girmedim. Tanıdık görünen bir koridora girdiğimizde yavaş­
ladı ve kapalı bir kapının önünde durdu. Odama geldiğimi­
zi fark ettim. Kapı koluna uzanacakken Cobalt elini koluma
koydu. Dokunuşuyla irkildim.
Elini çekip bana baleti. “Abimle yalnız kalmamalısın.”
Ağzımı açtım, öfkeden başıma kaynar sular dökülmüştü.
Müstakbel kocam olması beni ya da davranışlarımı kontrol
edebileceği anlamına gelmiyordu.
Sesini alçalttı. “O tehlikeli biri.”
Beni azarlamadığını fark ettiğimde öfkem azaldı. Benim
için... endişeleniyordu. “Holstrom kızlarına tam olarak ne ol­
duğunu anlatabilir misin?”
Prens bakışlarını yere çevirdi ve ağırlığını bir ayağından di­
ğerine verdi. Aslında hiçbir şey söylememeliydim. Sonuçta o
benim abİm.”
Lütfen söyle. Burada neler döndüğünü öğrenmek istiyo'
rum.”
Cobalt dudaklarını sımsıkı birbirine bastırıp gözlerini göz­
lerime dikti. Doğrusunu söylemek gerekirse o gece yaşananlar

100
Peri Kralının Kalbi

hakkında hiçbir fikrim yok, dedi sonunda. “Bildiğim tek şey


hızların abimle o odada baş başa olduğu, yani şey sırasında...”
“Ne sırasında?”
“Öldürüldüklerinde.” .
Yüzümdeki kan çekildi. “Yani onları o mu öldürdü? O hal­
de ihanet suçlamaları yalandı, öyle mi?”
"Bilmiyorum,” dedi hızlıca. "Aspen kızların onun huzurun­
da bir ihanet eylemi gerçekleştirdilderini iddia etti ve cezalarını
orada kesti.”
“Faerwyvae’de resmi bir adalet sistemi yok mu?”
“Var. Normalde suçlular On Bir Saray Konseyi önünde yar­
gılanana kadar tutuklanırlar. Ancak On Bir Saray ın herhangi
bir yöneticisi yargısız cezayı uygun görürse bunu gerçekleşti-
rebilirler. Bu çok nadir olur ama.” Sesini biraz daha alçalttı.
“Bunu yapmak onun hakkı da olsa bence yanlıştı. Yaptıkla­
rı neredeyse anlaşmayı bozmamıza neden oluyordu. Neyse ki
konsey tarafından başka kızları denemeye ikna edildi.”
Bunu söyleme tarzından nefret ettim. Başka kızları dene­
mek, sanki kızlar Kral’m giyip ardından bir kenara atabileceği
bir çift çoraptan başka bir şey değilmiş gibi. “Holstromların
vatana ihanetle suçlanmasının sözde nedenini bilen kimse yok
mu yani?”
Cobalt başını İki yana salladı. “Kızların onu öldürmeye ça­
lıştığına dair dedikodular var ama bununla ilgili hiçbir kanıt
yok. Aspen de hikâyenin tamamını kimseyle paylaşmıyor,”
Büyük ihtimalle yalan söyleyemediği içindi. Eğer kızlar
gerçekten onu öldürmeye çalıştıysa nefsi müdafaa olmalıy­
dı. Fakat bu bile inandırıcı değildi. Theresa’yla Maryanne her
zaman Sableton’daki en çekingen ve en itaatkâr kızlar olmuş­
lardı.

101
Tessonja Odette

"Kendine dikkat edeceğine söz ver, dedi Cobalt çatık kaş­


larla.
Endişesi beni huzursuz ediyordu; hem bu kadar Önemse­
mesi hem de bunu bana aksettırirkenki samimi tavrı. Tanış­
tığımız andan beri neredeyse hiç ko nuşmamıştık ama yine de
beni korumaya çalışıyordu. Önemsiyordu. Belki de her peri
düşündüğüm kadar korkunç değildi.
Yine de bakışları beni rahatsız etti, yakınlığı bana abisinin
efsununa kapılmanın nasıl bir his olduğunu hatırlatıyordu.
“Dikkadi olacağım,” dedim ve kapıma yöneldim.
Bana eğilerek verdiği selama reverans yaparak karşılık ver­
dim. Odama girmeden önce onu koridorda gözden kayboluşu­
nu izledim. Kapımı kaparken koridorun diğer ucunda karanlık
bir figür gördüğüme yemin edebilirdim.
* * *

Sürekli uyanıp durmuş olsam da sonunda birkaç saat dinle-


nebilmiştim. Uyandığımda sarayın her yönünden martı çığlık­
ları, kuzgun gaklamaları ve kuş melodilerinin garip şekilde har-
monik melodisi geliyordu. Bu hareketli melodiler hem tanıdık
hem de oldukça tuhaftı ve bana dün gece duyduğum deniz kızı
şarkısını hatırlatıyordu.
Bu da beraberinde tatsız anıları getirmişti tabii - Kral, onun
yakınlığı, kontrolümü kaybedişim, kardeşinin uyarısı.
Güneş ışınlarının gözkapaklarıma vurmasıyla sabah oldu­
ğunu anlayabiliyordum ama gözlerimi açarak bunu doğrula­
mak istemiyordum. Belki onları kapalı tutarsam gün hiç ay­
maz, ben de bu odadan çıkmak zorunda kalmazdım. Yüzümü
yastığa gömdükten sonra elimi parmak uçlarım hançerime
değene kadar yastığın altına uzattım. Güvendeydim. Kontrol
bendeydi.

102
Peri Kralının Kalbi

Yatağın diğer tarafındaki ağırlığın değiştiğini hissettim, ar­


andan huzurlu bir iç çekiş geldi. “Bu şimdiye kadar yatma
zevkine eriştiğim en lüks yatak,” dedi Amelie.
“Kendi yatağın dışında kaç yatakta uydun ki?” dedim alay­
la, sözlerim yastığımdan boğuk çıkmıştı.
“Yeterince değil,” dedi hüzünlü bir ses tonuyla. “Magnus’u
yatağa götürmeliydim ya da en azından evlenme teklif ettikten
sonra ahırın arkasına. Elini korsemin ön kısmına sokan son erke­
ğin Bertrand olduğuna inanabiliyor musun? Ne acı bir gerçek!”
Bu konular hakkında bu kadar rahat konuşabiliyor olması­
na şaşırmıştım. Evden ayrılacağı için kontrolsüzce ağlamasının
üzerinden daha bir gün bile geçmemişti. Sonunda ablama doğ­
ru yuvarlandım ve gözlerimi açtım. Omzuna bir fiske vurarak,
“Bertrand’dan hoşlandığını sanıyordum!” dedim.
“Hoşlanıyordum ama o Magnus’tan önceydi ”
“Peki şimdi?” diye sordum. “Her şeyin eski haline dönmesi
anlamına gelse Bertrand’la evlenir miydin? Buraya getirilme­
den önceki halimize yani.”
Gözleri odağını kaybetti, dudaklarındaki gülümseme kayıp
giderken sessiz kalmaya devam ediyordu.,Sırtüstü dönüp ba­
kışlarını tavana dikti. Onu taklit edip bakışlarımı tavana çevir­
diğimde kırmızı ve altın rengi yapraklardan oluşan sayvanların
inanılmaz gerçekçi detaylarla boyanmış olduğunu ilk kez gör­
düm.
Amelie bir kez daha iç geçirdi. “Burada mudu olabileceği­
mize inanıyor musun?”
Söyledikleri karşısında yaşadığım şaşkınlıkla başımı ona çe­
virdim. “Mutlu mu? Burada mı?”
Yüzü kızardı ve aceleyle devam etti. Yani Geyik Kral ı seve­
bileceğimi hiç düşünmüyorum. O inanılmaz kaba biri. Ama...

103
Tessonja Odette

sence anlaşma buna katlanmaya değer mi? Bu olağanüstü saray,


bu lüks yaşam. Hepsi bizim!”
Pozitifliğini bozmaktan nefret etsem de mantığın sesi olma­
lıydım. Bunu yapmazsam kalbi kırılacaktı. Ami, buraya geleli
daha bir gün bile olmadı. Bizi doyurmaları, lüks bir yatak oda­
sına yerleştirmeleri ve sayısız elbise vermeleri güvende olduğu­
muz anlamına gelmez. Periler tehlikelidir.
“Biliyorum.”
Doğruldum. “Gerçekten biliyor musun? Elinden neler gel­
diği, bize neler yapabilecekleri hakkında bir fikrin var mı?”
Bana imalı imalı baktı. “Neler yapabileceklerini çok İyi bili­
yorum, Evie. Ama ya tüm periler... kötü değilse?”
“Buradaki perilerin senin güvenine layık olduğunu düşünü­
yorsan bir kez daha düşünmeni öneririm. Holstrom kardeşlere
yaptıklarını unuttun mu?”
Gözlerini devirdi. “Tabii ki unutmadım.”
Daha fazlasını söylemek, Cobalt’ın dün gece ima ettiklerini
anlatmak için ağzımı açtım ama son anda vazgeçtim. Sonuçta
mantığını kullanmasını istiyordum, korkmasını değil. Onun
yerine, “Kral Aspen’e karşı daha dikkatli olmalısın,” demekle
yetindim.
“Zaten bildiğim bir diğer şey.”
“Gerçekten dikkatli olmalısın.”
Yataktan kalktı ve kollarını göğsünde kavuş turarak bana
baktı. Sen her zamanki gibi davranmaya devam ederken ben
neden dikkatli davranmak zorundaymışım?”
“Bu da ne demek oluyor?”
“Kral Aspen’e nasıl baktığını gördüm. O sert bakışınla de­
miri eritebilirdin ve o da bunu fark etti. Peki kelleni kaybettin
mi? Hayır

104
Peri Kralının Kalbi

“Olabilir ama Kral Aspen benim müstakbel kocam değil- O


senin kocan.”
“Yani dikkatli olmak için senin daha fazla sebebin var. El­
bette nişanlısının hayatta kalmasını tercih edecektir.”
“Sonuncusunu öldürmüş olmayı umursamıyor gibi görü­
nüyordu.”
“Cinayet!” Nefesi kesilmiş, gözleri irileşmişti. En sonunda
korkusunu tetiklemiştim. “Sen gerçekten...”
“Seni korkutmaya çalışmıyorum. Sadece dikkatli olmanı
istiyorum. Hatta...” diyerek yataktan kalktım. Makyaj masası­
na giderek çantamı karıştırmaya başladım. En alttan ameliyat
çantamı çıkardım. Amelie yanıma gelip omzumun üzerinden
baktı. Küçük bıçaklardan birini alıp ablama döndüm. "Bunu
her zaman yanında taşımanı istiyorum.”
Kaşlarını çatıp bıçağa iğrenç bir nesneymiş gibi baktı. “Na­
sıl kullanmam gerektiğini bilmiyorum.”
“Yine de al. Bir kılıfı yok, o yüzden onu ipeğe sar ve beline
ya da kalçana bağla.”
Dudaklarını birbirine bastırdı. Kıyafet seçimlerini engelle­
meden talimadarımı nasıl yerine getirebileceğini düşünüyordu
herhalde. Bıçağı isteksizce aldı. “Sen de yanında bıçak taşıya­
cak mısın?”
Yatağa gidip kemerimle hançerimi yastığın arkasından çı­
kardım ve kalçama bağlamaya başladım. “Evden ayrıldığımız­
dan beri bunu takıyorum. Lorelei bizi uyandırmak için gelme­
den hazırlanalım. Sakladıklarımızı görmesine gerek yok.”
Amelie kemerimi bağlamamı izledi. Dudaklarında muzip
bir sırıtış belirdi. “Elbise giyecek misin?”
Duraksadım, hançerime hem kolay ulaşmak hem de onu
gözden saklamak İstiyorsam elbisenin en uygun seçenek olaca­
ğının farkına varmıştım. “Sanırım.”

105
Tessonja Odette

Ciyaklayarak gardıroba koştu. Senin için güzel bir elbise


seçeceğim.”
Tam giyinmeyi bitirmiştik ki Lorelei kapıyı çaldı ve bir kez
daha biz ona girmesini söylemeden içeri daldı. Bu sefer peşinde
Foxglove da vardı.
“Günaydınlar,” dedi. “Ne kadar da hoş görünüyorsunuz.”
Amelie’yle peri elbisesi giymiştik. Ablam dün baktığı pa­
rıltılı pembe elbiseyi giyerken ben de uçuş uçuş, sırt dekol­
tesinden iki inci dizisinin çaprazlama geçtiği, çan kollu soluk
mavi bir elbise içindeydim. Eteği bol ve kat kattı, çiçek desenli
kumaşın fırfırları hançerimi gizlememe yardımcı oluyordu.
Ablam bıçağını pembe ipekle sarmış, beline taktığı tül kuşağın
arasına saklamıştı.
“Ben de tam Evie’nİn saçını yapmak üzereydim,” dedi Ame­
lie. Onun kızıl dalgalan çoktan taranıp şekillendirilmişti.
Foxglove başını sallayarak onayladı. “Devam edin. Siz ha­
zırlanırken ben de bugünün gündeminden bahsedeyim.”
Bir adım Öne çıkan Lorelei her zamanki gibi sinirli görünü­
yordu. “Bana ihtiyacınız var mı?”
Amelie tereddüt ederek gülümsedi. “Elbette. Saç tokalannı
uzatabilirsin.”
Lorelei, Harika, diye mırıldanarak aynanın önünde dur­
duğumuz yere geldi.
Bir sandalye çekip oturdum ve Amelie anında fırçayla saç­
larıma girişti.
Foxglove arkamızda duruyordu. “Kral Aspen düğün tarihle­
rinizi kesinleştirdi. Normalde Seçilmişleri ağırlayan haneye an­
laşmayı geçerli kılacak bir düğün ittifakı- sağlaması için bir ay
kadar süre verilir. Ancak Holstrom kardeşleriyle yaşanan aksi­
likten dolayı programda bir aksaklık yaşandı. Endişelenmenize

106
Peri Kralının Kalbi

gerek yok, her şeyi hallettik. İnsan düğün töreni bundan tam
bir ay sonra olacak. Ancak eşleşme töreni çok daha erken bir
tarihte. Bu tören on gün sonrasına planlandı, günbatımında en
üst balkonda düzenlenecek.”
“Eşleşme töreni mi?” diye tekrarladım.
“Evet. Eşleşen çiftler için düzenlenen bir peri kutlaması. Biz
çiftleri karı koca olarak adlandırmıyoruz, onlara eş diyoruz. Bir
insan düğünü kadar bağlayıcı olmasa da Faenvyvae’de bir töre­
ne en yakın şey bu ve anlaşma gereği zorunlu. Genellikle soylu
çiftler ve ittifaklara ayrılmıştır, kısacası biraz gösterişin gerekli
olduğu durumlar içindir. Daha sonra siz ve eşleriniz, şey, m...
ritüeli gerçekleştirebilirsiniz.”
Sertçe yutkundum, cinsel birlikteliği kastedip etmediğini
merak ettim. “Ritüel tam olarak ne anlama geliyor?”
Cevap vermeden önce tereddüt etti. “Bu özel ve sadece eşin­
le konuşabileceğin bir konu. Çok eski ve kutsal bir ritüel. Şu
anda yaptığımız gibi gayriresmi tartışılamaz.”
“Seksten mi bahsediyorsun?” Amelie nin yüzü kızarmamış-
tı, sadece Foxglove’a meraklı gözlerle bakıyordu.
“Seks mi?” FoxgIove kelime üzerine birkaç saniye düşün­
dükten sonra gözleri idrakle irileşti. “Ah, sen çiftleşmekten
bahsediyorsun. Hayır! Çiftleşme burada, Faenvyvae’de o ka­
dar kutsal bir şey değildir. Doğrusunu söylemek gerekirse si­
zin insan töreniniz çiftleşme eylemine bizden fazla kutsallık
atfediyor. Yani siz ve eşinizin... çiftleşmeniz beklenir. Meşe ve
sarmaşık aşkına, yanlış yapıyorsun. Buna daha fazla seyirci ka­
lamam.”
Foxglove öne çıktı yc Amelie’yİ yolundan çekerek saçlarımı
ellerine aldı. Ablamın çoktan taktığı birkaç tokayı ustaca hare­
ketlerle çıkardı, ardından birkaç tutamı ensemde topuz yaptı.

107
Tessonja Odette

Onları yerine tutturduktan sonra yüzümü çerçevelesinler diye


birkaç teli gevşetti.
“Sıra sende,” dedi Amelie’ye ve sandalyedeki yerime geçme­
si için parmaklarını şıldattı.
Amelie’nin hemen itaat etmesi beni şaşırttı. O saçlarını asla
toplamazdı, buklelerinin doğal rengini ve dokusunu ortaya çı­
karacak açık saç stillerini tercih ederdi. Foxglove işini bitirip
kenara çekildiğinde ablamın ağzı açık kalmıştı ve ışık saçıyor­
du. “İlle başta biraz ğücenmiştim ama Tanrım! Foxglove! Bugü­
ne kadar böylesi güzel bir işçilik ortaya çıkarmadım!”
“Belli,” dedi Foxglove, işini kendini beğenmiş bir hayranlık­
la değerlendirirken. “Ben bir çiçek perisiyim. Güzellik hakkın­
da bir iki şey bilirim.”
Lorelei bile etkilenmiş görünüyordu. “İşimi elimden alıyor­
sun. Belki de sen onların hizmetçisi olmalısın.”
Foxglove alayla ofladı. “Hiç sanmıyorum. Her neyse, ko­
nuyu dağıtmayalım. Gündemden bahsetmeyi henüz bitirme­
dim.”
Çiftleşme konuşmamızı hatırladığımda yüzüm kızardı.
Elçi konuşmaya devam ediyordu. “Dediğim gibi, eşleşme
törenine on gün var ve Kral vakit geldiğinde birbirinize tama­
men yabancı olmamanız gerektiğine kanaat getirdi. Bu süreyi
Kral Aspen’le Prens Cobalt sizi ağırlamak için müsait oldukla­
rında onları yakından tanımakla geçireceksiniz. Bu da bizi bu­
güne getiriyor. Amelie, Kral bu öğleden sonra seninle çalışma
odasında buluşacak. Evelyn, bu süre zarfında Prens Cobalt seni
sarayın dışında bir yürüyüşe çıkaracak.”
Nabzım hızlanmıştı. Amelie’yle birbirimizden ayrılacaktık.
Ablam Geyik Kralla yalnız kalacaktı. “Nişanlılarımızı bir grup
ortamında tanıyamaz mıyız? Dördümüz beraberken? Hatta

108
Peri Kralının Kalbi

belki siz de bize katılabilirsiniz? Yani bizim yalnız kalmam,z


pek uygun olmaz...” Foxglove tek kaşım kaldırdığında konuş­
mayı kestim. Doğru ya. Eaenvyvae’de insan adap kurallarının
pek bir anlamı yoktu.
Foxglove güldü. “Ah, korkma, canım. Dünkü sohbetimizi
hatırlıyor musun? Tuzak kurmayı aklının ucundan dahi geçir­
me. İhanet planları yapma. Yüzmeye gitme. Bu kadar basit!”
Aklımda mantıklı bir argüman aranırken kollarımı kavuş-
turdum.
Amelie iç geçirdi ve kalçasını hafifçe benimkine vurdu. “İyi
olacağım, Evie.”
Yüzümü ona döndüm, aklımdaki her uyarıyı gözlerimle
ona iletebilmeyi umuyordum. Amelie üvez meyveli kolyesini
çekiştirdikten sonra parmaklarını ona verdiğim bıçağı gizleyen
belindeki kuşakta gezdirdi.
Çok bir şey değildi ve yeterli olmayabilirdi. Ama en nihaye­
tinde elimizden gelen tek şey buydu.

109
Bölüm 14

B
irkaç saat sonra ormanda Prens Cobalt’ın arkasından
dik bir yokuşu tırmanırken hiçbir gizli hançer beni
teselli edemezdi. Amelie’yle ilgili endişelerim aklım­
dan uçup gitmiş, tek derdim ciğer dolusu nefes alabilmek ol­
muştu.
Beni öldürmeye mi çalışıyor? Kesinlikle evet, öy le olmalı.
Cobalt arkasına bir bakış attı ve bakışlarımız buluştuğunda
göz kırptı. “Az kaldı, söz veriyorum.”
Cevap vermek yerine dişlerimi gıcırdattım, bu esnada Co-
balt’la yapacağımız yürüyüşü sarayın dışında bir gezinti olarak
tanımlayan Foxglove’a lanet okuyordum. Bu bir yürüyüş değil­
di. Tırmanıştı. İkisi arasında bariz bir fark vardı.
Terin ve insan ciğer kapasitesinin engellemediği Cobalt
daha da yükseğe tırmanıyordu, bense arkasında nefes nefese
kalmıştım ve uzun adımlarına ayak uydurmaya çalışıyordum.
Birkaç kez durup bana elini uzattı ama reddettim. Bu teklifi
sadece yorgunluğumu daha iyi gizlemek istememi sağlamıştı.
Neyse ki eğim düzleşmeye başladı, ağaçlar önümüzde
kan kırmızısı bir denize benzeyen kızıl yapraklarla kaplı ge­
niş bir alandan başka hiçbir şey kalmayıncaya kadar seyreldi.
Bu arazinin sonunda yalnızca mavi gökyüzüne açılan dik bir
uçurum vardı. Cobalt ileri doğru koştuktan sonra uçuru­
mun kenarında aniden durakladı. Ben peşinden koşmak içir*

110
Peri Kralının Kalbi

herhangi bir hamlede bulunmayınca acele etmem için eliyle


işaret etti. Yüzüne geniş bir sırıtış yayılmıştı. "Hadi ama! Bunu
görmelisin!”
ö
Sinirli sinirli iç çektikten sonra yavaşça ilerledim. Tenimi
okşayan hoş bir esinti alnımdaki teri kurutuyordu. Birkaç adım
gerisinde durduğumda aynı soru yine zihnimi kurcalıyordu.
Beni öldürmeye mi çalışıyor? Beni buraya uçurumun kenarından
itebilmek için mi getirdi?
Bakışlarım Prens’in sırtından önümüzdeki manzaraya kay­
dı. Zihnimdeki tüm düşünceler aniden donakaldı. Omurgam­
dan aşağı yayılan ürpertinin nedeni bu sefer korku değildi.
Bütün bedenimi etkisi altına alan huşuydu. Aşağıda sağlı sollu
kırmızı turuncu tepeler uzanıyordu, önümüzde uçsuz bucaksız
bir okyanus vardı. Bircharbor Sarayı uzakta, uçurumun kena­
rında minyatür bir yapı gibi görünüyordu. Martılar masma­
vi gökyüzünde yükseklerde süzülüyor, güneş ışığı tüylerinden
yansıyordu.
“Çok güzel, öyle değil mi?” diye sordu Cobalt.
Gerçeği inkar etmek anlamsızdı. “Kesinlikle.”
“Seni etkilemeyi başardım!” Gülümsemesi bulaşıcıydı, ifa­
deme yansımak için savaşan küçük sevinç kıvılcımını sakiamale
adına bakışlarımı ondan uzaklaştırdım. Cobalt verdiğim mü­
cadeleyi fark etmemiş gibi görünüyordu ve manzaraya sırtını
dönerek yapraklarla kaplı tarlanın ortasına doğru yürümeye
başladı. Çimenlerin üzerine çöktü ve getirdiği sepetin içinde­
kileri teker teker çıkarmaya başladı.
Onu takip ettim ama oturduğu yerden birkaç adım uzakta
durmaya özen gösterdim.
Yanındaki çimlere vurarak, “Gelsene. Yiyecek bir şeyler ha­
zırladım,” dedi.

111
Tessonja Odette

Olduğum yerde kaldım ve önüne serdiği peynir, yemiş ve


yabancı olduğum meyvelere baktım.
Kıpırdamadığımı gördüğünde duraksadı ve başka bir büyü­
leyici gülümsemeyle gözlerimin içine baktı. “Sana zarar verme­
yeceğim, Evelyn. Benim yanımda güvendesin.”
Yalan söyleyemez, diye hatırlattım kendime. “Söz ver.”
“Sana zarar vermeyeceğime söz veriyorum.”
Bu yeminin birkaç dakika havada asılı kalmasına izin ver­
dim. Çoğu insanın düşündüğü üzere bir perinin ettiği yeminin
büyülü olduğuna inanmasam da perilerin söze çok önem ver­
diğini biliyordum. Söz vermek onlar için derin bir saygı gös­
tergesiydi, tıpkı yalan söyleyememeleri gibi. Bunu bir kalkan
olarak kullanabilirdim.
Derin bir nefes alarak yiyeceklerle dolu kumaşın diğer tara­
fına, Prensin tam karşısına oturdum. Altımdaki toprak sıcaktı
ve öğle güneşi üzerimize vuruyordu. Yiyecekleri gördüğümde
midem guruldadı, açlığımı bastırmak için bir parça peynire
uzandım.
Cobalt armuda benzeyen ancak her tarafında kırmızı di­
kenleri olan bir meyveyi aldı. Dikenlerini çıkarmadan meyveyi
ısırdı. “Keskin değiller,” dedi yerken..
“Sanırım bu perilere özgü bir meyve?”
Başıyla onayladı. “Tadına bakmalısın. Daha önce yediğin
hiçbir şeye benzemiyor.”
Meyveye şüpheyle baletim. “Bunun iyi bir şey olduğundan
emin değilim.”
“Öyle. Güven bana. Ayrıca,” dedi meyveden bir ısırık daha
alarak, “tuzun yanında, öyle değil mi? Eğer endişeleniyorsan
ısıracağın her bir parçaya tuz ek.”
Her ne kadar perilerle ilişkili ve tehlikeli olabilecek her şey­
den kaçınmaya çalışsam da Prensin elindeki meyve iştah açıcı

112
Peri Krak’mn Kalbi

görünüyordu, özellikle bir ısırık aldığında parmaklarının ara­


sından süzülen altın rengi suyu. Yorıicu bu yürüyüşün ardın­
dan ferahlatıcı bir şey harika giderdi. Tuz kesemi aldım ve bir
parça meyve seçtim, meyve elmaya benzese de altın sarısı bir
kabuğu vardı.
“Güzel seçim. Biz buna sonbahar ekinoksu elması diyoruz.
Bayılacaksın.”
Haklıydı. Tuzlamış olsam bile tadı- inanılmaz lezzetliydi.
Tatlıydı ve parlak, sulu bir dokusu vardı. Ağzımdaki lezzet şö­
leninin tadını çıkarmak için gözlerimi kapadım.
“Ee... bana biraz kendinden bahset,” dedi Prens kan kır­
mızısı bir meyveyi ağzına atarken. “Buraya gelmeden önceki
hayatın nasıldı?”
Elmamı bir kez daha tuzladım ve söyleyeceklerimi düşü­
nürken bir ısırık daha aldım. Kişisel konularda konuşmaktan
çekinsem de sanırım bazı detayları paylaşmaktan zarar gelmez­
di. Değil mi?
“Hımm, bir bakalım. Annem tarafından işletilen bir ecza­
nede büyüdüm. Son iki yılımı bir cerrahın yanında çıraklık ya­
parak geçirdim. Zorla buraya getirilmeden önce de Anakaraya
gidip tıp fakültesinde okuma gibi planlarım vardı.”
“Cerrah demek, vay canına. Yani insan bedenlerini kesiyor­
sun, öyle mi?” diye sordu Cobalt benimkine benzer bir elmayı
alırken.
“Öyle de denebilir ama biraz daha karışık, Bu bir tür şifa
uygulaması. Ameliyat genellikle insanlar için yaşamla ölüm
arasındaki ince çizgidir. Burada buna benzer bir şey yok mu?
Omuz silkti. “Bizi öldürmek o kadar kolay değil. Müdaha­
le gerektirecek kadar kötü yaralandığımızda bu genellikle geri
dönüşü olmadığı anlamına gelir.”

113
Tessonja Odette

Tuzlu elmamdan bir ısırık daha aldım ve ne tür bir yaranın


bir periyi Öldürecek kadar kötü olabileceğini düşündüm. Pe­
rilerin yaralandıktan sonra hızla iyileşme yetenekleri ve sözde
ölümsüzlükleri hakkında birçok hikâye duymuştum. Anlatıl­
dığı kadarıyla tek zayıflıkları demir ve küldü. Fakat acaba bu
maddelerden birinin açtığı yarayı iyileştirebilirler miydi yoksa
her zaman ölümcül sonuçları mı olurdu? Peki sıradan bir tahta
ya da metalin açtığı bir yara sözkonusuysa? Ne tür yaraların bir
insanı öldürebileceğini biliyordum ama aynı şey periler için de
geçerli miydi?
“Özür dilerim,” dedi kısık sesle ve ölüme dair düşüncele­
rimi böldü. “Buraya gelmek zorunda bırakıldığın için. Okul
konusundaki tutkunu görebiliyorum.”
Başımı onaylar gibi salladım ama hiçbir şey söyleyemedim.
Sözleri buraya neden getirildiğimi bilip bilmediğini merak
etmeme neden oldu — abisiyle duvardaki karşılaşmamızdan
haberdar mıydı? Eğer karşılaşmamızdan haberi varsa konuyu
açmamada iyi iş çıkarıyordu. Artık durum her ne ise, daha
fazla kendim hakkında konuşmayacaktım. “Sıra sende. Bana
ergenliğinden bahset.”
Ağırlığını dirseklerine vererek yapraklara uzandı. “Hımm.
Senden birkaç yüz yıl daha yaşlı olduğum için o kadar geçmişe
gitmem biraz zaman alacak.”
“Birkaç yüz yıl mı? Üç yüz yetmiş iki yaşından bir gün bile
büyük görünmüyorsun.”
“Ah, mükemmel. Ben de mavilerimin çıkmaya başladığını
düşünmeye başlamıştım. İnsanlarda böyleydi, değil mi? Saçlar
yaşla renk değiştirir?”
“Sayılır.” Elmadan son ısırığımı aldıktan sonra çekirdeğini
attım ve armut benzeri meyvelerden birine uzandım.

114
Peri Kralı’mn Kalbi

“Ben de öyle düşünmüştüm. Bir bakalım. Kraliçe Melu-


sin enin ikinci oğlu olarak dünyaya geldim. Doğumumdan
{usa süre sonra denize geri döndü, bu da beni o zamanlar
henüz bir ergen olan Aspen’in büyütmesi gerektiği anlamına

“Senİ abin mi büyüttü yani? Bu yakın olduğunuz anlamına


mı geliyor?”
Bir an için sözlerimi kafasında tarttı. “Hayatım boyunca
onunla yaşadım ama hiç yakın olduğumuzu söyleyemem. Onu
seviyorum ve onun da beni sevdiğinden eminim ama aramız
her zaman iyi değil. Zaman zaman beni hayal kırıklığına uğra­
tıyor ve bana içerlediğini biliyorum.”
“Sana neden içerlesin ki?”
Yüzünde özür dilermiş gibi bir ifade belirdi. “Konseyin bü­
yük çoğunluğunun tahtta beni görmeyi tercih ettiği bir sır de-
gil”
Bir yanım bu daha iyi olmaz mı diye merak etti. Şu ana
kadar Cobalt abisinden çok daha medeni görünüyordu. “Peki
bu konuda sen ne düşünüyorsun?”
“Ben sadece Faerwyvae için en iyisini istiyorum.”
“Tüm kralların ilk isteğinin bu olması gerekmiyor mu?”
Kıpırdanmaya başladı, telaşlı görünüyordu.
Sözlerimin ihanet sınırında olduğunu fark ettiğimde mi­
dem çalkalandı. Yine bütün patavatsızlığımla sahnedeydim.
Konuyu değiştirme vakti gelmişti. “Bana çocukluğundan bah­
set. Baban kim? Foxglove, Kral Herne’nin abin doğmadan
önee öldüğünü söyledi. Anladığım kadarıyla aynı soydan gel­
miyorsunuz.”
Omuz silkti. “Babamla hiç tanışmadım. Annemin denizal-
tındaki sayısız eşlerinden biriydi. Üstelik benimle tanışmak

115
Tessonja Odette

için bir kez olsun karaya çıkma zahmetine girmedi. Tipik bir
kötü huylu.” Sesindeki hüznü' duyduğumda ona sempati be-
temekten kendimi alamadım.
"Ben babamı hatırlamıyorum,” dedim. Annemle yolları­
nı ablam ve ben küçükken ayırmışlar. Annem bizi Eisleighye
getirince o geride kaldı. O zamandan beri de ondan haber al­
madık.”
“Üzüldüm. En azından anneniz sizi bırakmamış. Onu çok
özlüyor olmalısın.”
Boğazım düğümlendi. Onu özlüyordum ve ayrıldığımız
gece ona söylediğim sert sözler yüzünden duyduğum pişman­
lığın altında eziliyordum. Onu ne kadar çok sevdiğimi biliyor­
du, değil mi?
"Sorun ne?” Cobalt arkaya yaslandığı yerden yüzümü ince­
lerken kaşlarını çatmıştı.
Zihnimi meşgul eden düşünceleri paylaşmak istemiyor­
dum. Annemden bahsedersem ağlamayacağıma güvenmiyor­
dum. Bunun yerine başka bir endişemi dile getirmeye karar
verdim. “Umarım Amelie abinle iyi geçiniyordun”
“Sorgusunda mı demek istiyorsun?”
Bu kelime sinirlenmeme neden oldu. “Neden öyle diyor­
sun?”
Kaşlarını çattı. “Ablanla sadece onu öldürmeyi planlamadı­
ğından emin olmak için vakit geçirdiğini biliyorsun, değil mi?”
“Amelie ve Kral Aspen’i Öldürmek?” Kendini koruyabilmesi
için ona bir bıçak vermiş olabilirdim ama K ralm canını alacak
biri varsa o bendim. Tabii bunu yüksek sesle dile getirmedim.
“Herkesin onu öldürmeye çalıştığını düşünüyor,” dedi Co-
bait hafif sinir olmuş bir sesle. “Ne kadar paranoyak davran-
dığını, yemeğe başlamadan önce her şeyi tattırdığını gördün.”

116
Peri Kralının Kalbi

“Böyle olmasının nedeni ne? Onu öldürmek için nedeni1


olan biri var mı? Tahammül edilemez bir şerefsiz olması dı­
şında tabii.
Bunu düşünürken gözleri odağını kaybetti. “Pek- çok düş­
manı var —On Bir Saray Konseyi’ndeki tüm periler diyebiliriz
kısaca. Fakat abimin korktuğu türden bir suikast girişiminde
bulunacaklarını düşünmüyorum. En fazla tahttan indirilmesi­
ni talep ederler.”
“Konsey ondan neden bu kadar nefret ediyor?”
“Dürüst olmak gerekirse, Faervvyvae’deki en dengesiz hüküm­
dar o. Hiç sebepsiz iyi huylu periyle kötü huylu peri arasında gidip
geliyor. Bence bunu bilerek yapıyor, kaos yaratmak için.”
Foxglove’un yolculuk sırasında peri siyaseti ve orijinal kötü
huylu perilerin tarihi hakkında anlatuklarım düşündüm. “îyi
huyludan kötü huyluya geçiyor derken ne demek istiyorsun?
Siyasi olarak mı yoksa fiziksel anlamda mı?”
“Siyasi olarak. Hepimiz zaman zaman fiziksel olarak kötü
huylu formlarımıza geçiş yaparız. Ama konu siyasete geldiğin­
de hükümdarlardan her iki tarafın da neyi temsil ettiği konu­
sunda kesin bir duruş sergilemesi beklenir. Kötü huylular ada
üzerindeki kontrolü ele geçirmek istiyor. Bin yıl önce gerçek­
leşen savaşın tek sorumlusu onlar ve tekrar savaşa girip adayı
insanlardan arındırmanın baş destekleyicileri. îyi huylularsa
savaşın adaya tekrar ulaşmasını engelleme konusunda kararlı.
Onlar kötü huyluları kontrol altında tutuyor ve gerginlikler
çıktığında insanlarla aralarını düzeltiyor.
“Yani abinin savaşı destekleyip desteklemediği konusunda
zırt pırt fikir değiştirdiğini mi söylüyorsun?
“Evet ama dahası da var. Siyaseti umursadığına dair şüp­
helerim var, aksi takdirde bu oyunları oynamazdı. Herhangi

117
Tessonja Odette

bir Önergeyi yürürlüğe sokmak için konseyin çoğunluk oyuna


ihtiyacı var. Savaş bittiğinden beri konsey çoğunlukla iyi huylu
kaldı. Ara sıra bir hükümdar taraf değiştirir, özellikle de saray­
lardan birinin başına yeni bir hükümdar geçtiğinde. Bu durum
her yaşandığında abim de en yeni değişikliğe karşı çıkan tarafa
geçiyor.”
Kaşlarımı çattım. “Bunu neden yapsın ki?”
“Zor olmak için. Başka bir nedeni olamaz. Bunu
Faenvyvae’in savaşa girmesini önlemek için yapıyor olsaydı
fazlasıyla mantıklı olurdu. Ama o kötü huylu bir peri bir iyi
huyluya oy verdiğinde dahi taraf değiştiriyor.”
“Konseyin ondan bu yüzden mi hoşlanmadığını düşünü­
yorsun?”
“Bundan eminim. İyi huylular ondan nefret ediyor çünkü
sürekli taraf değiştirmesi konseyin oybirliğiyle tamamen iyi
huylu olmasını engelliyor, bu durum da iyi huyluların davala­
rını ileri taşımak için yeni önlemler almasının önüne geçiyor.
Konsey ağırlıklı olarak iyi huylulardan oluşsaydı daha köklü ve
büyük değişiklikler yapabilirlerdi. Anlaşmanın şu anki halin­
den çok daha fazlasını sağlayacak değişiklikler, insanlarla peri­
ler arasındaki ilişkileri daha da güçlendirebilecek değişiklikler.”
“Kötü huyluların ondan nefret etme nedeni de aynı.”
“Aynen öyle. Eğer konsey büyük ölçüde kötü huylulardan
oluşursa aynı şey gerçekleşir. Köldü değişiklikler, tam tersi bir
sonuç. Bunun yanı sıra kötü huylular ondan prensip olarak daha
çok nefret ediyor çünkü savaşın sonunu getiren şey onun doğu­
muydu. Annem tam da konsey adayı insanlardan arındıracak bir
önergeyi yürürlüğe sokmaya hazırlanırken, iyi huylu oldu.”
Ürperdim. “Aspen doğduğunda annen neden iyi huylu
oldu?”

118
r

Peri Kralının Kalbi

“Bunların gerçek olduğuna yemin edemem,” dedi Cobalt.


“Ancak hikâyelerde Aspen in iyi huylu doğduğu ve iyi huylu ol­
mayan annemin ona nasıl bakacağını bir türlü çözemediği an­
latılıyor. Onu deniz suyuyla emzirmeye çalışmış ancak Aspen
bunu kabul etmemiş ve birkaç saat içinde ölümle burun buruna
gelmiş. Annem evladını kaybetme ihtimalinden dolayı öyle pe­
rişan olmuş ki artık çaresizmiş. Bebeğinin hayatını kurtarmak
için son bir girişimde bulunarak savaş kamplarını gizlice geçmiş
ve en yakın insan yerleşim bölgesine ulaşmış. Emziren bir anneyi
bularak Aspenİ emzirmesi için ona yalvarmış. Ancak kadının
bir şartı varmış —annemin onunla bir pazarlığa oturması. Eğer
savaşı 'bitirirse kadın Aspen’i sağlığına kavuşturacakmış. Hatta
annem iyi huylu formuna girmeyi kabul ederse ona çocuğuna
nasıl bakması gerektiğini bile öğretecekmiş.”
“Sanırım annen bunu kabul etmiş?”
Cobalt başıyla onayladı. “İlk kez insan kıyafetleri giymiş ve
oğlunu nasıl emzirmesi gerektiğini öğrenmiş. Bu da değişme­
sine neden olmuş. Sadece pazarlığın ona düşen kısmını yerine
getirmek zorunda da kalmamış, aynı zamanda adayı savaştan
kurtarmak ve ülkeyi yeni doğan oğlu için güvenli bir hale getir­
mek ^istediğini fark etmiş. Deniz Sarayı Kraliçesi ve Sonbahar
Sarayı Naibi olarak konseydeki oyu önemli bir rol oynuyor-
muş. Son konsey toplantısı sırasında iyi huyluya dönüştüğün­
de savaş sona ermiş. İyi huylular oybirliğiyle kazanarak bugün
uymayı sürdürdüğümüz anlaşmayı oluşturmuşlar.”
“Peri konseyinin adına bakacak olursak,” dedim.
“Faerwyvae’in on bir sarayı olmalı. Sonbahar ve Deniz dışında
başka ne var?”
Sonbahara ek olarak üç tane daha mevsim sarayı var,”
diye açıkladı Cobalt. “İlkbahar, Yaz, Kış. Deniz’e ek olarak üç

119
Tessoru'a Odette

element sarayı var; Rüzgâr, Ateş ve Toprak. Şon üçüyse göksel


saraylar; Güneş, Ay ve Yıldız. Deniz, Kış ve Ay son birkaç yüz
yıldır katı bir tavırla kötü huyluluğunu korudu, diğer birkaç
saraysa siyasi değişikliklere bağlı olarak zaman zaman değişti.
Ancak hiç kimse abim kadar taraf değiştirmedi.
Sözlerin zihnime iyice yerleşmesine izin verdim, bu yeni
bilgiler karşısında hayrete düşmüştüm. Bugüne kadar savaşı
sadece insanların bakış açısından duymuştum, perilerin değil.
Perilerin bize bir anlaşma sunduklarını ve hem bizim hem de
onların türünün koşullara son şeklini vermek için çalıştıklarını
öğrenmiştik. Buna rağmen aklımda soru işaretleri vardı. "Yüz
Yıllık Hasat'ın neden var olduğunu biliyor musun?”
“Bu bir barış gösterisi,” dedi. “Savaş sona erdiğinde periler
Ateş Sarayı Kralı’nı sürgüne göndererek iyi niyetlerini göster­
meyi kabul etti. O, insanlara örgütlü şiddet uygulayan ilk pe­
riydi ve insanların kökünü kazımaya kararlıydı. Onu demirle
bağladık ve siz insanların Bretton Anakarası olarak adlandırdığı
yere gönderdik. Fair Adası’ndan ve buradaki büyüden bu kadar
uzakta olmak kesin ölüm anlamına geliyordu. Ve krallarımız­
dan birini ölüme sürdüğümüz için insanların da benzer bir fe­
dakârlıkta bulunmaları gerekiyordu, özellikle huzursuzluğa ne­
den olan ilk kanı döktükleri göz önünde bulundurulduğunda.”
Daha önce duymadığım bir bilgi daha. Bunlardan herhangi
biri doğru muydu? İlk kam gerçekten insanlar mı dökmüştü?
Ben ilk kanı dökenin geceleri insan köylerine sızıp çocukları ka­
çıran ve yolcuları katleden periler olduğunu düşünürdüm hep.
Bu dünyanın tüm bildiklerime ters düştüğünün bir diğer kanıtı
daha. “Yani halkım kurban olarak insan kızlarını mı seçti?”
Cobalt başıyla onayladı. Muhtemelen döktükleri ilk kanın
kefaretini ödemek için. Ateş Kralı'mn bir insana âşık olduğu
V
120
Peri Kralının Kalbi

söylenir. O zamanlar bir insanla bir perinin beraber olması ya­


saktı. İnsanlar böyle bir birliktelikten doğacak çocukların cadı
ya da iblis olacağından korkarmış. Bu sebeple Ateş' Kralı’nın
sevgilisi bir peri çocuğuna hamile olduğunu itiraf edince idam
edilmiş. Ateş Kralı da intikam olarak âşığının köyünü yalap
yıkmış. Savaşın fitilini ateşleyen de bu olmuş. Hasat, insanlar­
la periler arasında bozulan alma verme dengesini onarmak ve
ilişkilerini korumak için. Her yüz yılda bir, iki insan kızı fark­
lı bir saraya gönderilir ve en az bir evlilik ittifakı gerçekleşir.
Karşılığındaysa kızın ailesi kızların gönderildiği saraydan bir
hediyeyle kutsanır.”
“İki kızın neredeyse her zaman akraba olmasının nedeni bu
mu? Böylece periler sadece bir aileye hediye takdim etmek zo­
runda kalıyor?”
Omuz silkti. Belki de. Gerçi ben bunun iki kızın yalnızlık
çekmemesi için yapıldığım düşünmek istiyorum.”
Son kısım beni neredeyse güldürmüştü. Perilerin Seçilmiş­
lerin duygularını önemsediklerini düşünemiyordum. Uzaklara
dalmış halde Cobalt’ın söylediklerini düşünürken elimde hâlâ
armuda benzeyen meyveyi tuttuğumu hatırladım. Henüz ta­
dına bakmamıştım. Bir tutam tuz serpip ısırdım, kırmızı sivri
uçları olgun çilekler gibi yumuşak ve oldukça lezzetliydi. Mey­
venin etli kısmıysa kesinlikle daha lezzetliydi; gevrek, mayhoş
ve bal gibi tatlı. Bir ısırık daha aldığımda zihnimin coşkulu bir
rahatlama dalgasına teslim olduğunu hissettim.
Zihnimdeki düşünceler kaosa dönüşmeden önce olan bite­
ni anlamak için sadece birkaç saniyem oldu,
ikinci ısırığımı tuzlamayı unutmuştum.

121
Bölüm 15

B
akışlarımı meyveye diktiğimde içimde bir panik dal­
gasının kabardığını hissettim. Ama bu panik hali
sadece birkaç saniye sürdü çünkü kendimi aniden
sersem sersem... bir şeye gülerken buldum. Belki de her şeye'
gülüyordum?
“Ah, olamaz.” Cobalt doğruldu, ifadesi eğlenmeyle endişe
arasında gidip geliyordu. "Ballı pyrus’u tuzlamadan mı yedin?”
Panik bedenime bir kez daha akın etti. “Evet. Bu kötü bir
şey mi?” Midem bulansa da birkaç saniye sonra kendimi yine
gülerken buldum. Beni güldüren Cobalt’tı. O çok komikti.
Yüzü çok komikti. Her şeyi... vay canına çok güzeldi. “Ballı py-
rusdedim yavaşça, dilim kalınlaşmış ve ağırlaşmış gibiydi.
Cobalt bana yaklaşırken yüzü dönüyordu. Artık o da gül­
meye başlamıştı, sesi binlerce küçük can gibi çıkıyordu. “Hey,
bence biraz uzansan fena olmaz.”
“Az önce tüm kelimeleri tersten mi söyledin?”
“Kesinlikle. Sadece uzan. Yapraklar gerçekten çok hoş ge­
liyor. Hatta ben de sana eşlik edeceğim. Ballı pyrus artık beni
senin kadar coşturmasa da uykumu getiriyor.” Yanıma uzandı
ve beni de kendiyle beraber aşağı çekti.
Belki de ben onun yanına düştüm. Her iki durumda da ze­
min beni aşağı çekiyordu ve canlı kırmızı yapraklardan oluşan
sonsuz bir denizin içine batıyordum. İçinde boğulabilirdim ve

122
Peri Kralının Kalbi

hiç umursamazdım. Gökyüzü tepemde dönen bir renk girda­


bından ibaretti ve bulutlar daha önce hiç olmadığı kadar yük­
sek sesle gülmeme neden olan şekillere bürünüyordu. Panik
arada sırada kabarsa da onu her seferinde kovaladım.
Hayır, kovaladığım şey paniğim değil.
Bir kelebeği kovalıyordum.
Bir uğurböceğinİ.
Hayır, bu bir tayftı.
Parlak sarı kanatları olan bir peri beni daha fazla ballı py-
rus’a götürüyordu, ki ona çaresizce ihtiyaç duyuyordum. Dü­
şünebildiğim tek şey o meyveydi. O lezzetli meyveden daha
fazla istiyordum. Tepeden aşağı giderken köklerle kayalara
takılıp tökezliyor olsam bile her adımımda gülmeye devam
ediyordum. Ormanın iyice derinliklerine doğru ilerledik. Ha­
yatım boyunca bu kadar eğlenmemiştim. Daha önce neden
korkmuştum ki?
Korkmak. Korkuyor muydum? Korkmalı mıydım?
Panik geri döndüğünde durup çılgınca etrafımı taradım..
Artık Cobalt’m yanındaki yapraklarla kaplı tarlada değildim.
Meşe ve akçaağaçlardan oluşan sık bir ormanın ortasındaydım
ve görünürde benden başka hiç kimse yoktu. Bir tayf kova­
lamıyor muydum ben? Sadece daha fazla ballı pyrus için can
attığımı hatırlıyordum ancak artık etkisi kaybolmuştu. Hisset­
tiğim tek şey korkuydu. Ve zonklayan bir baş ağrısı.
Bacaklarım aniden güçsüzleşti, kaslarım yorgunluktan âde­
ta isyan ederken yüzümü buruşturdum. Uçurumdan aşağıya
kadar bütün yolu koşarak mı inmiştim? Burada ne zamandır
yalnızdım? Ve... burası tam olarak neresiydi?
Başımı kaldırıp bakışlarımı tepemdeki turuncu yapraklara
çevirdiğimde mavi gökyüzünden süzülen gün ışığını gördüm.

123
Tessonja Odette

İyi bir başlangıç sayılırdı. Etrafımda dönerek bu zeminin bir


yokuşun başlangıcı olup, olmadığını görmeye çalıştım ancak
bitki örtüsü çok sıktı. Cobalt la uçuruma doğru giderken böyle
bir ormanı aştığımızı hatırlamıyordum. Saraydan uzaklaşırken
ince, beyaz huş ağaçlarının sonsuz sıralarından geçmiştik.
İçimdeki panik artmaya devam ederken nabzımın hızlanı­
yordu. Sakin ol, dedim kendime. Paniklersen hiçbir şey yapa­
mazsın. Bir adım attım ve neredeyse bir kayaya takılıp bileğimi
burkuyordum. Bu sırada yırtık pırtık eteğimi fark ettim. Birçok
yerinden yırtılmış ve dallar yüzünden delinmişti. Bakışlarımı
kollarıma çevirdiğimde onların da aym şekilde hırpalanmış ol­
duğunu gördüm, bütün derimi minik kırmızı çizikler ve mor­
luklar kaplıyordu. Yanan demir aşkına, burada ne yaşanmışu?
Ballı pyrus’un olağanüstü tadını hatırlıyordum ancak anısı­
nın damağımda bıraktığı tat saframın boğazıma yükselmesine
neden oldu. Daha ne olduğunu anlayamadan iki büklüm ola­
rak kusmaya başladım. Gözlerime yaşlar dolarken acıyla inli­
yordum. Çok nadir içtiğim bir kadeh şarapla çakırkeyif olmak­
tan öteye gitmediğim için yaşadığım bu durum diğerlerinden
bir hayli farklıydı.
Tuzlamış olayım ya da olmayayım peri meyvesinin tadına
bakacak kadar aptal olduğum için kendime lanet okudum.
Elimi hızla yanıma götürdüğümde tuz kesemin orada olma­
dığını fark ettim. Piknik yaptığımız yerde bırakmış olmalıy­
dım. Aklımdan başka bir düşünce geçtiğinde belime uzandım
ve hançerimin kabzasını hissettiğimde rahatlayarak derin bir
nefes aldım.
Gözlerimi kapayıp sakinleşmeye çalıştım. Kontrolü ele
geçirmeye. Derin bir nefes aldım ve kirlenmiş eteğimi kaldı­
rıp bu sefer tehlikeli taşlardan uzak durmaya Özen g ö s te r e r e k

124
Peri Kralı’nın Kalbi

yürümeye devam ettim. Başımı bir o yana bir bu yana çevirdim


yürünmekten aşınmış bir patika bulmaya çalıştım ancak
başarılı olamadım. Daha sonra gökyüzüne bakarak güneşin
konumunu bulmaya çalıştım. Eğer güneşin yörüngesini takip
edebilirsem sarayı bulabilirdim. Belki. En azından aklıma ge­
len tek mantıklı yol buydu.
Bata balık yan gider.
* * *

Saatler geçmiş olmasına rağmen ne saraydan, ne Cobalt’tan


ne de birlikte piknik yaptığımız uçurumdan bir iz vardı. Kuş­
lar, böcekler ve ara sıra karşılaştığım kemirgenler dışında henüz
hiçbir canlıyla karşılaşmamıştım. İlk başta buna minnettar­
dım. Şimdiyse bir periyle karşılaşmayı dilemeye başlamıştım.
Cobalt çoktan beni bulması için birini göndermiştir, öyle değil
mi? Belki de olduğum yerde beklemeliydim.
“Yardım edin,” diye seslendim. "Beni duyan var mı?”
Sessizlik.
Kalbim korkudan patlayacakmış gibiydi, kirli terliklerimin
içindeki ayaklarım hep su toplamıştı. Daha fazla ilerleyemeye-
cektim.
“Lütfen,” diye tekrar denedim bir kez daha sesimin sessiz or­
mana yayılmasına izin vererek. “Kayboldum ve yardıma ihtiya­
cım var. Ben... Sonbahar Sarayı Prensi Cobalt’ın nişanlısıyım.”
Daha fazla sessizlik.
Demek bugün ölecektim. Aşağılık bir peri yüzünden değil,
peri meyvesiyle sarhoş olup büyük ihtimalle hayali bir tayfın
peşinden ormana yalnız başına'dalmaya karar vermiş bir aptal
olduğum için. Boğazımın düğümlendiğini ve yaşların gözleri­
me battığını hissediyordum. Ağlayamazdım. Şu anda dağılma
gibi bir lüksüm yoktu.

125
Tessonja Odette

Kontrol. Bu durumu nasıl kontrolüm altına alabilirdim?


Arkamdan bir ses geldi. Sese doğru döndüğümde uzakta bir
siluetin durduğunu gördüm. Nefesim kesildi ve bunun dün
arabamızı çekenlere benzeyen siyah bir at olduğunu fark ettim.
Foxglove onlara ne demişti? Puca mıydı? Bana doğru yaklaştı­
ğında kaçma isteğime karşı koydum.
“Bana yardım etmeye mi geldin?” diye sordum sesimi sabit
tutmaya çalışarak.
“Gel benimle.” Bu ses rahatça duyulsa da aynı zamanda ruha­
niydi de, sanki kelimeleri ses telleri değil de rüzgâr oluşturuyor
gibiydi. At biraz daha yaklaştığında onun arabayı çeken pucalar-
dan daha büyük olduğunu fark ettim. Bu at daha kaslıydı, uzun
yelesi benim hissetmediğim bir rüzgârda dans ediyor, gözleri al­
tın rengi yerine kırmızı kırmızı parlıyordu. Çok güzeldi.
Titredim. Karşımda duran bu yaratığın güzelliğinde aynı
zamanda ürkütücü bir şey vardı, bana Kral Aspen in nefes ke­
sici efsununu hatırlatıyordu. “Beni Sonbahar Sarayı’na mı gö­
türeceksin?”
“Götüreceğim,” dedi ruhani ses. “Seni Bircharbor Sarayı’na
götüreceğim. Sırtıma bin.”
O bana yaklaşıp başını eğdiğinde öne refieksif bir adım at­
tım. Her zerrem kaçmamı söylüyordu ancak başka ne seçene­
ğim vardı? Kaybolmuştum ve daha ürkütücü bir şey tarafından
yenmeden Önce başka bir periyle karşılaşacağımın bir garantisi
yoktu. Ayrıca ballı pyrus yüzünden zihnim daha sıkı bir pa­
zarlık yapmaya odaldanamayacak kadar bulanık durumdaydı.
Bununla idare etmek zorundaydım.
Dişlerimi gıcırdattım ve kendimi yaratığın sırtına attım.
Üzerine çıkmamla birlikte yaratık öne atıldı. Yelesine uzandım
ve düşmemek için kalın siyah tellerini ellerime doladım.

126
Peri Kralının Kalbi

Puca dallardan ve ağaç gövdelerinden ustalıkla kaçınarak


ormanın içinde dörtnala koşarken bitki örtüsünün seyrelmeye
başladığını fark ettim. Meşe ve akçaağaçlar yerini huş ağaçları­
na bırakırken manzara tanıdık gelmeye başladı. Bu yolun Co-
balt’la geldiğimiz yol olduğundan neredeyse yüzde yüz emin­
dim. Ne Prensten ne de uçurumdan herhangi bir İz olsa da
saraydan çok uzakta olamazdık.
Nefes alıp verişim yavaşlamaya başladı. Rahatlama damar­
larıma yavaş yavaş yayıldı ve yolculuğum keyifli bir hal aldı.
Puca yavaşladığında güneş gökyüzünde alçalmaya başlamış­
tı. Ağaçlar aşınmış bir patikaya doğru seyreliyor, ortaya olağa­
nüstü bir manzara çıkarıyordu: Saray. Rahatlayarak İç çekerken
dün hapishane olarak gördüğüm yere döndüğüm için yaşadı­
ğım sevincin ironisinin tamamen farkındaydım. Her şey o kor­
kunç ormanda yalnız kalmaktan iyiydi.
“Saraya geldik,” dedi puca. “Değil mi?”
“Evet, teşekkür ederim.”
Sözcükler dudaklarımdan dökülür dökülmez puca ileri
atılarak yeniden hızlanmaya başladı. Doğrudan sarayın du­
varlarına çarpacakmış gibi hissediyordum. Çarpmadan önce
sırtından yere yuvarlanabileceğimi umarak yelesini bırakmaya
çalıştım. Ellerimin yelesine yapıştığını fark ettiğimde dehşete
düştüm. Yeleyi ben tutmuyordum, yele beni tutuyordu.
Sarayın duvarına çarpmadan önce yaratık sağa doğru keskin
bir dönüş yaptı. Sarayın altın sarıları gözümün önünden geçti
ve yerini günbatımının kırmızısıyla pembesine bıraktı. Puca
uçurumun kenarına varmadan önce hiçbir yavaşlama belirtisi
göstermeden dörtnala ilerlemeye devam etti.
Altımdaki okyanusu gördüğümde çığlık attım, uçurumun
kenarından atladığında midem bulandı. Çok aşağı düşmeden

127
Tessonja Odette

puca uçurum duvarındaki küçük bir çıkıntıya çok az bir ça­


bayla tutundu. Tekrar sıçrayıp kendini biralarken her inişte
sarsılmama neden oluyordu. Birkaç saniye içinde uçurumdan
inmiş, kıyı şeridi boyunca hızla ilerlemeye koyulmuştuk. Doğ­
ruca okyanusa gidiyorduk.
Yeleyi bırakmak için bir kez daha çabalarken belime, hançe­
rimin bulunduğu yere ulaşmaya çalıştım fakat yelesinin telleri
beni daha da sıkıca çekmeye devam ediyordu. Sular yükselmiş­
ti ve ben daha nefes alamadan suya daldık. Mercan mağarala­
rından hiç iz yoktu, derin, zifiri karanlık suyla tepemdeki kör
edici günbatımından başka hiçbir şey yoktu.
Puca karada olduğu kadar suda da olukça çevik hareket edi­
yordu. Küçük körfezi geçip okyanusa açılmamız uzun sürmedi.
İşte o an puca okyanus dalgalarının altına daldı.
'Su başımın üzerinde kapanmadan önce derin bir nefes
almaya çalıştım ama yeterli değildi. Yaratık okyanusun iyice
derinliklerine dalarken ciğerlerim acıdan yanmaya başlamıştı.
Çırpınarak pucanın yelesini çeksem de artık ellerimi hissetmi­
yordum.
Bu benim sonum. Nefesimi daha fazla tutamayacaktım.
Küçük baloncuklardan oluşan bir dalga üzerime çarptığın­
da ağzıma su doldu ve görüşümü engelledi. Hissettiğim son şey
belimi saran bir çift eldi.

128

i
Bölüm 16

U
yandığımda her yerim ağrıyordu. Gözlerim, ci­
ğerlerim, boğazım. Tüm kaslarımın yandığını his­
sediyordum. Gözkapaldarım titreşerek açıldı ve
oturmaya çalıştım ama gözlerimin arkasındaki yakıcı acı bir
kez daha altımdaki yastıklara yığılmama neden olmadan önce
ancak başımı kaldırabildim.
“Evie!” Ses Amelieye aitti ama onu'bulmak için gözlerimi
açmaya cesaret edemiyordum. Başım çok ağrıyordu.
\

“Oturmasına yardım edeceğim,” dedi başka bir ses. Bu sesin


Lorelei’a ait olduğunu anlamam birkaç saniye sürdü. Bir kol
beni sırtımdan destekleyerek kaldırdı, hafifçe doğrulduğum
sırada arkamdaki boşluğun yastıklarla doldurulduğunu hisset­
tim. “Bunu iç.”
Dudağıma bir bardağın kenarı değdiğinde içindeki ılık sı­
vıyla mücadele etme zahmetine girmedim. Dilimi damağımı
kavuran susuzluğumu giderecekse peri şarabı ya da ballı pyrus
suyu bile İçmeye razıydım. Bardağın içindeki sıvının tadı anne­
min hastalandığımda hazırladığı çaylara benziyordu. Yatıştırıcı
etkisi hemen ortaya çıkarak boğazımdaki ağrıyı anında hafiflet­
ti ve bedenimi rahatlattı. Sonunda gözlerimi açtım.
Yarı karanlıkta gözlerimi kıstım, saraydaki yatak odamda
gibiydim. Lorelei ve Amelie tam karşımda duruyordu, yatakta
yanıma oturduklarında yüzlerindeki endişeyi görebiliyordum.

129
I

Tessonja Odette

»Ne oldu?” Konuşmak ciğerlerimdeki acıy, tekrar tetiklemiş


ve sesimin karga gibi çıkmasına neden olmuştu.
“Ana Tannça’ya şükürler olsun,” dedi Amehe el,m kalbine
götürerek, omuzları rahatlamayla çökmüştü. Mantıklı konu-
şuyorsun.”
Dudaklarından dökülen sözler karşısında kaşlarımı çattım.
Sanki aksini beklermiş gibi konuşmuştu. "Ne zamandır uyu-
yorum?”
Amelie’yle Lorelei birbirlerine baktı. Ne kadar oldu? Üç
gün mü?” diye sordu Amelie.
Lorelei başıyla onayladıktan sonra bana döndü. Bilincin
gidip geldi ama genellikle uyuyordun.”
“Üç gün mü?” diye sordum öne doğru fırlayarak ama bu ha­
reket başımın bir kez daha dönmesine neden oldu. Gözlerimi
kapadım ve beynimdeki acı geçene kadar arkama yaslandım.
“Biraz daha iç,” dedi Lorelei.
Söyleneni yaparak bana evimi hatırlatan tanıdık bitkilerin
tadını çıkardım. Gözlerimi tekrar açtığımda Amelie’nin sırıt­
tığını gördüm.
“FoxgIove ilaç almak için köye gönderildi,” dedi. “Sana an­
nemin dükkânından bir şeyler getirdi. Harika değil mİ?”
Foxglove’un antibiyotiklerle dönmüş olması gerektiğini
söylemek istedim ama içtiğim çayla ne kadar rahatladığımı ka­
bul etmek zorundaydım. “Annemi... gördü mü? Ne durumda
olduğunu söyledi mi?”
Ona FoxgIove la bir mektup gönderdim ve kelpie’yle ya- •
şadığın talihsiz olay dışında iyi olduğumuzu söyledim. O da
sevgilerini ilettiği ve bir an önce sağlığına kavuşmam dilediğini
yazdığı bir mektup gönderdi. Okumamı ister misin?”
“Evet ama bir dakika. Kelpie mi? Yaratığın adı bu mu?”

130
Peri Kralının Kalbi

^ e lie başını sallayarak onayladı. “Cobalt bana her şeyi an­


lattı- Onu görmeliydin! Seni arkasından sular damlara damlata
kollarında kaleye taşırken tam bir kahraman gibi görünüyor-
yeni de maviye dönmüştü, çok tuhaftı.”
“Seni kurtardığında kötü huylu formuna dönüştü,” diye
açıkladı Lorelei. “O bir nix.”

“O... beni kurtardı mı?” Puca’yla -ya da kelpie’yle miydi?-


pptığımız korkunç yolculuğu ve beni nasıl da okyanusa sü­
rükleyip suyun altına çektiğini hatırlayarak ürperdim. Ciğer­
lerime dolan suyla birlikte hissettiğim yakıcı acının ardından
beni belimden çeken o elleri hatırlıyordum. Hatırladığım son
şey o ellerdi. “Kelpie beni neden öldürmeye çalıştı?”
“Prens Cobalt’ın dediğine göre kayıp yolcuları ölüme sü­
rüklemek onların uzmanlık alanı,” dedi Amelie. “Seni onun
elinden kurtarmak için yaratığın yelesini bir mercan parçasıyla
kesmek zorunda kalmış.”
“Peki Cobalt beni nasıl buldu? Piknikte ayrılmıştık.”
Amelie yatakta kayarak yanıma yaklaştı ve ellerini heyecanla
savurarak anlattı. “Kaybolduğunu fark ettiği an seni aramaya
çıktığını söyledi. Sana dair herhangi bir iz yokmuş ve nere­
ye gittiğini hiç bilmiyormuş ancak kelpie’nin kokusunu aldı­
ğında tam olarak ne olduğunu anlamış. İzinizi takip etmiş ve
kelpie’nin seni okyanusa sürüklediğini görünce arkandan suya
atlamış.” Elini kalbine götürerek.iç çekti. “Çok romantik biri.”
“Romantik mi? Hayır. Tüm bunlar...” Beynimin zonklama­
sıyla bir sonraki kelimelerimi yutkundum. Derin bir nefes ala­
rak keskin ağrının geçmesini bekledim ve bedenimi güçlükle
arkamdaki yastıklara dayayarak rahatlamaya çalıştım. Dişleri­
mi sıktım, üç gündür yaşadığım bu çaresizlikten nefret ettim.
Uçgün. Bu süre zarfında her şey yaşanabilirdi.

131
Tessonja Odette

Amelie elimi tuttu. “Neyin var? iyi görünm üyorsun.”


Dudaklarımı birbirine bastırarak Loreleı a baktım .
Peri ani gerginliğimi hissetmişçesine yataktan kalktı. “Gidip
Kral’a uyandığım söylemeliyim.
“Teşekkür ederim, Lorelei, dedim.
Kapı kapandığında bakışlarımı yeniden Amelieye çevir­
dim. Derin bir İç çektim. "Kendimde değilken neler olduğunu
anlat.”
Başını kaldırdı, “Ne demek istiyorsun?”
“Yani sen neler yapıyordun? Bıçağım taşımaya devam ettin
mi? Üvez meyvesi kolyeni taktın mı?
Gözlerini devirdi ve önce belindeki kuşağa ardından da kor­
sesinin altındaki kolyesine dokundu. “Evet, Evie. Her zaman
koruma altındaydım. Sadece o da değil, seni de korudum. Gö­
rüyor musun? Kendi kolyemi kısaltarak yarısını sana verdim.
Malum seninki okyanus dalışından sağ çıkamadı.”
Ellerimi hızla boynuma götürdüğümde üvez meyvelerin­
den oluşan kolyenin tanıdık hissiyle karşılaştım. Yeni kolyem
eskisinden çok daha kısaydı, bakışlarımı Amelİe’nin boynuna
kaydırdığımda onun da kolyesinin kısaldığını fark ettim. Ame­
lie nin bu özeni beni etkilemişti. Onun her gün takmasını ha­
tırlatmadığım takdirde kolyeyi bir kenara atacağını düşünmüş­
tüm. Teşekkür ederim, Ami. Başka neler oldu? Kral’la yalnız
kaldın mı?”
Eğer illa bilmen lazımsa Kral ı geçtiğimiz son üç günde her
gün yaklaşık bir saat gördüm.”
Bu cümlenin ardından doğrulmaya çalıştım, bana anla­
tacaklarına büyük bir merak duyuyordum. “Neler yaptınız?
Sana... bir şey yaptı mı?”
Bana imalı imalı bakarken ellerini kalçasına yerleştirdi.

132
Peri Kralı mn Kalbi

“Onun yanında güvende olup olmadığını bilmek zorunda­


yım, Ami. Eğer sana zarar vermeye çalıştıysa...”
“O zaman ne? Ne yapmayı düşünüyorsun?”
Ağzımı açtım ama tek kelime edemedim.
“Bak, beni önemsediğini ve ikimiz için endişelendiğini bi­
liyorum. Yine de bazen kendi başımın çaresine bakabileceğim
konusunda bana güvenmek zorundasın. Ben dört yıl önceki o
kırılgan kız değilim artık.”
Gerildim. Dört yıl öncesi. Onu neredeyse kaybedeceğim
zaman. Her şey bir peri efsunuyla başlamış ve annemin aptal­
lığıyla sona ermişti. Eğer Bay Meeks olmasaydı Amelie ölebi-
lirdi. Titredim ve bir nefes vererek zihnime akın eden anıları
uzaklaştırdım. Bu ikimizin de konuşmaktan hoşlandığı bir
konu değildi.
Yine de haklı olduğu bir nokta vardı. O zamanlar yaşadık­
ları için Amelİe’yi suçlayamazdım. Aynısı kolaylıkla benim de
başıma gelebilirdi. Hem bu sefer öyle olmuştu. Bu sefer ölüme
yaklaşan kişi ben olmuştum. Ayrıca gördüklerime bakılırsa,
Amelie gerçekten iyi görünüyordu. Yanakları pespembe, gözle­
ri parlak ve canlıydı. Belki de gerçekten ablama hakkını teslim
etmiyordum.
Ağır ağır iç çektim. “Özür dilerim, Ami. Haklısın. Sana
küçük bir çocuk gibi davranıyordum, halbuki başını belalara
sokan benim.”
"Belalar mı? Bu durum kaç kez yaşandı?”
Kızardım ve Amelienin Aspenle duvarın oradaki karşılaş­
mamızdan da geldiğimiz gece yemek salonunda yaptığımız
gergin konuşmadan da haberinin olmadığını kendime bir kez
daha hatırlattım. “Peki, aşırı korumacı küçük luz kardeş gibi
görünme riskini göze alırsam bana son birkaç gün hakkında

133
Tessonja Odette

neler anlatabilirsin? Daha doğrusu, bana ne anlatmak istersin\


Hangi olağanüstü şeyleri kaçırdım?
Tekrar gülümsemeye başladı ve bacaklarını altına alarak
daha yakınıma oturdu. Bildiğin gibi Kral her gün birlikte va­
kit geçirmemiz konusunda ısrarcı. Her ne kadar sıkıcı olsa da
o düşündüğün kadar kötü biri değil, Evie. Çok yakışıklı ama
kişiliği yok. Ben konuşurken, şarap içerken ve en leziz şeker­
lemeleri mideye indirirken o çalışma masasında oturup işini
yapmaya devam ediyor.”
Benim Kral’la yaşadığım deneyimleri Amelie ninkilerle bağ­
daştırmak zordu. Onunla aynı odada baş başa kaldığımızda
bıçağımı boğazına dayamadığım bir son hayal edemiyordum.
Onun sıkıcı biri olduğunu asla düşünmezdim. Saldırgan, kibir­
li ve imkânsız olduğunu düşünebilirdim ancak sıkıcı olduğunu
asla. Yine de ablam benden çok daha uyumlu biriydi. “Başka?”
Sesini alçalttı. “Şey, bir tane yakışıklı hizmetkâr var. Onu
dün sohbetimiz sırasında Aspen benim için şarap getirmesini
istediğinde gördüm. Tanrım, Evie! Perilerin bu kadar yakışıklı
olabileceğini hiç düşünmemiştim.”
Başımı iki yana sallamak istesem de bunun başıma bir ağ­
rının saplanmasıyla sonuçlanacağını biliyordum. Onun yerine
sırıtmayı tercih ettim. “Esaret altındayken bile romantizm bul­
mak tam senlik.”
Zor değil. Buradaki erkekleri incelemeye vakit ayırdın mı hiç?
Artık Magnus un neye benzediğini bile zar zor hatırlıyorum.”
Daha üç gün önce Magnus’u yatağa atmadığın için pişman
olduğunu söylemiyor muydun?”
Hem onun pişmanlığını yaşayıp hem de yeni yatağımda
yer açabilirim. Mecazen tabii. Son üç gecedir yatağımdaki bii'
tün alanı sen kaplıyorsun.”

134
Peri Kralının Kalbi

Güldıim ama hemen ciddileştim. Amelie’nin iyimserliğini


acımasız gerçekçiliğimle bölme sırası tekrar bendeydi. Sesimi
alçalttım . Yatağının çoktan rezerve edildiğinin farkındasm,
değil mi?”
Omuz silkti.
“Şaka yapmıyorum, Ami.”
“Öyle mi? Bana yardıma muhtaç bir çocukmuşum gibi dav­
randığın için özür dilediğinde ciddi olduğunu sanmıştım.”
Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Haklısın. Özür dilerim.
Bir kez daha.”
“Benim yatağım. Benim kararlarım,”
Ona doğru uzanarak koluna hafifçe yumruk attım. “Ben
içindeyken değil. Seni pis sürtük.”
Amelie de kıkırdayarak omzuma yumruk attı. “Vahşi kal­
tak.” Bir yumruk daha atmak İçin gücümü toplayamadan kapı
tıklatıldı. Kapının arkasındaki kişinin Lorelei olduğunu düşü­
nüyordum, bu da birkaç saniye İçerisinde içeriye damlayacağı
anlamına geliyordu. Ama kapı kapalı kaldı ve Amelie kimin
geldiğini görmek için yataktan fırladı.
“Majesteleri,” dedi Amelie. Cobalt odaya girip yatağa yak­
laştığında bedenimin tamamen farkında olarak nabzım hızlan­
dı. Boğulma tehlikesi atlattıktan ve üç gün boyunca uyuduktan
sonra hoş görünmemin imkânsız olduğunu biliyordum. Özgü­
venimi toparlamak için elimden geleni yaptım ve gülümseme­
sine gülümseyerek karşılık verdim. “Umarım reverans yapmak
için ayağa kalkamadığım için beni bağışlarsınız. Ne yazık ki
başımın ağrısı ayağa kalkmamı imkânsız kılıyor.”
“Sadece pikniğimizde seni daha iyi koruyamadığım için
beni affedersen.” Gözlerinde pişmanlık, sesindeyse tereddüt
vardı. Ona kızgın olabileceğimden endişeleniyormuş gibiydi.

135
Tessonja Odette

Duraksadım, suçluluk duygusunu yatıştırmanın en iyi yo­


lunu ararken kelimeleri zihnimde özenle seçtim. Elbette affe­
diyorum. Ayrıca bana anlatdanlara bakılırsa beni cesurca kur­
tarmışsınız.”
“Kıl payı. Eğer biraz daha sürseydi... Eh, yaşanacakları dü­
şünmek büe istemiyorum.”
Bakışları altında kızarırken gözlerimi kaçırıp Amelie ye bak­
tım. Fakat o bana bakmıyordu. Onun yerine kendini Cobalt’a
kaptırmıştı. Sonunda göz göze geldiğimizde tek kaşını kaldır­
dı. Düşüncelerini neredeyse duyabiliyordum. Görüyor musun?
Çok romantik.
Cobalt zihnindeki düşünceleri kovmak istercesine başını iki
yana salladı. “Her neyse. Akşam yemeğinde bize katılacak ka­
dar iyi olmanı umuyordum ancak hâlâ hasta görünüyorsun.”
Yataktan kalkma düşüncesi beni ürküttü. “Bu geceki tekli­
finizi reddetmek zorundayım, Majesteleri. Davetiniz için çok
teşekkür ederim. İlginiz için de.”
Amelie’ye döndü. “Sen yine de bize katılacaksın değil mi?
Abimin büyük bir mutluluk duyacağından eminim.”
“Elbette,” dedi Amelie kocaman gülümseyerek.
Gözlerimi Amelie’ye diktim ve ona beni tek başıma bıraka­
mayacağını söylemek istedim. Sessiz kalmak için bütün irade­
mi kullanmam gerekti. Kendini koruması için ona güvenmeli­
yim. Özellikle de yatağımdan kalkacak durumda değilken.
“Harika,” dedi Cobalt. “Akşam yemeği şimdiye kadar çok­
tan hazırlanmış olmalı. Seninle ve diğerleriyle yemek odasında
buluşacağım. Kardeşinle özel olarak konuşabilmem için birkaç
dakika izin verir misin?”
Bakışları ikimizin arasında gidip geldikten sonra Amelie,
Prens m mahremiyet talebini nihayet algıladı. Ona kalmasını
i

136
Peri Kralının Kalbi

söylememek için kendim i zor tuttum . “Ah, evet! Elbette.”


Prens’e reverans yaparak, bana da gülümseyerek odadan çıktı.
Yalnız kaldığımızda Cobalt yatağımın kenarına oturdu.
Birden ne kadar utangaç göründüğünü fark ettim, sanki o da
gözlerime bakamayacak kadar utandığı için bakışlarını elime
sabitlemişti. “Seni birkaç kez görmeye geldim.”
Sözleri bir anıyı canlandırdı; bana bakıyordu, elleri ellerim-
deydi. Ardından buna benzer anılar a k l ı m dan geçti, beni gör­
meye gelen diğerlerini hatırlıyordum. Amelie, Foxglove, Lore-
lei ve -garip bîr şekilde—Kral Aspen. “Hatırlıyor gibiyim ama
aramızda herhangi bir sohbet geçtiyse kusuruma balona. Başka
bir şey hatırlamıyorum.”
Başını ild yana salladı. “Konuşmadık. Şu konuşmamıza dek
sadece anlaşılmaz bir şeyler mırıldanıyordun.”
Yanaklarım ısındı. “Ne utanç verici.”
“Pikniğimizde uyandığımda senin orada olmadığını fark
ettiğimde hissettiğim utanç vericiydi. Uyuyakaldığıma inana­
madım.” Sonunda gözlerime baktı ve çekingen bir tavırla elini
benimkine uzatıp parmaklarımı tuttu.
Dokunuşuyla irkilsem de geri çekilmedim. “Ellerin soğuk.”
Yüzünü buruşturdu. “Nix olmanın bir parçası,” dedi. “Bir
tür deniz perisi. Sevmiyor musun? Soğuğu yani. Ya da doku­
nuşumu?”
Kırılganlığı dudaklarımı çekiştirip hafifçe gülümsememe
neden olmuştu. “Hayır, sevmiyor değilim.”
Elini elimden ayırmadan sırıttı. “Seni daha iyi koruyama­
dığım için gerçekten çok üzgünüm.” Korunmaya ihtiyacım ol­
madığını söylemek istesem de saçma bir tartışma olurdu. Her
ne kadar buna aşırı sinir olsam da durumun tam tersi olduğu­
nu çoktan kanıtlamıştım. “Beni korumak senin görevin değil.
Kendimi daha iyi korumalıydım.”

137
Tessonja Odette

Kaşlarını çattı. "Nişanlın olarak seni korumak benim gö­


revim. Ama seni korumak istememin nedeni sadece nişanlın
olmam değil.” Bakışlarım kaçırdı, yüzünde yine utangaç bîr
ifade belirdi.
Söyleyecek söz bulamadım. Cobalt bana karşı gerçekten
bir şeyler hissediyor olabilir mîydi? Onunla ilk tanıştığımız­
da nazik biri olduğunu anlamıştım. Piknikte, onun yanında
olmanın huzur verici olduğunu fark etmiştim. İlişkimiz onun
için zoraki bir anlaşmadan daha fazlasını ifade ediyor olabilir
miydi? Benden gerçek anlamda... hoşlanıyor olabilir miydi?
Cobalt tekrar gözlerime baktı ve daha önce hiç kimse bana
onun gibi bakmamıştı. Bana erkeklerin genellikle Amelie’ye
baktığı gibi bakıyordu. Sanki bakmaya değer biriymişim gibi.
İlginç biriymişim gibi. Büyüleyiciymişim gibi. Güzelmişim
gibi. “Kelpienin seni suyun altına götürdüğünü gördüğümde
seni sonsuza kadar kaybettiğimi sandım.”
Bakışlarının ağırlığı nabzımın hızlanmasına neden oldu.
Öne doğru eğildi ve beni öpmek üzere olup olmadığını merak
ettim. Nefesim kesildi. Beni... öpmesini istiyor muydum?
Gözleri yüzümü inceledi, ardından boynumdan aşağı inip
geceliğimin üt kısmındaki çıplak tenime kaydı. Gözlerinde bir
açlık vardı ve farklı bir durumda olsaydık bu hoşuma giderdi
ama şu anda ne kadar berbat koktuğumun, saçlarımın ne kadar
dağınık olduğunun maalesef İd farkındaydım. Cobalt yanımda
olmaktan memnun görünse de müstakbel kocamla ilk öpüş­
memizin neredeyse ölüm döşeğim olacak yatakta yaşanması­
nın imkânı yoktu. En azından Önce yıkanmalıydım.
Elimi elinden çekip battaniyeyi üzerime çektim, keşke yü­
zümle yanaklarımdaki bariz kızarıklığını da örtebilseydim.
Yemeğinin tadını çıkarmalısın, Majesteleri. Ben biraz daha
dinlensem İyi olur.”

138
Peri Kralının Kalbi

Bir şey söyleyecekmiş gibi ağzmı açtı ama başım aşağı yuka­
rı sallayarak vazgeçti. Haklısın. Seni yormamalıyım.”
Sesine yansıyan hayal kırıklığı kalbimin sıkışm asm a neden
oldu ve gülümsemesinin geri dönmesi için karşı konulmaz bir
istek duydum. “Yarın görüşecek miyiz?”
Bu sorum karşısında o güzel gülümsemesiyle ödüllendiril­
dim. “Elbette.”
Yanımdan ayrıldığında düşüncelerimle duygularıma yo­
ğunlaşarak bir süre tavanı izledim. Cobalt beni öpecekti, bun­
dan emindim. Eğer biraz daha özgüvenli olsaydım onu engel­
lemezdim.
Yan dönerek başımı battaniyenin altına soktum. Amelie nin
birkaç gün önceki sorusu kafamın İçinde çınladı. Sence burada
mudu olabilir miyiz?
Bu sorunun aslında o kadar da saçma olup olmadığını me­
rak etmeye başlıyordum.
Bölüm 17

E
rtesi sabah kendimi bir önceki geceden biraz daha
iyi hissediyordum. Pencerelerden içeri süzülen par­
lak ışık sabahın geç saatlerine kadar uyuduğumun
habercisiydi. Sadece fazla uyumakla kalmamış aynı zamanda
bebekler gibi de uyumuştum. Hatırladığım son şey Cobalt’la
neredeyse öpüştüğümdü. Amelie’nin akşam yemeğinden sonra
yatağa girdiğini ya da sabah yanımdan kalktığını bile hatırla­
mıyordum.
Bir dakika. Yatağa dönmüş müydü ki?
Ablamın nerede olduğuna dair duyduğum merak diğer dü­
şüncelerden uzaklaşmamı sağlamıştı - beni dikkatle inceleyen
Cobalt’ın gözleri, aramızdaki mesafeyi kapamasına saniyeler
oluşu. Tabii bir de verdiğim tepki vardı. Bu anıların diğer dü­
şünceleri ele geçirerek nabzımı hızlandırması çok sürmedi. O
an olası bir öpüşmeden kaçmak en mantıklısıydı. Yorgundum,
kirliydim, güçsüzdüm ve kelimenin en utanç verici anlamıyla
bir insandım. Ama iyi bir uyku çektikten sonra tepkim şimdi
fazlasıyla utanç verici geliyordu. Beni öpmeye çalışmıştı, öp'
meye. Bir yanım bunu deliler gibi istiyordu. Buna rağmen onu
reddetmiştim.
Artık gerçeklerle yüzleşmek dışında yapacak bir şey kal'
mamıştı. Korkmuştum. Hem de perilerden korkmaya alışkm
olduğum sebeplerden ötürü değildi. Korkmuştum çünkü ben

140
Peri Kralının Kalbi

Amelie gibi sayısız talibi ve âşığı olan biri değildim. Sableton’da


yaşadığım birkaç ilişki, uğruna tıp fakültesini bırakabileceğim
kadar anlamlı değildi. Ama o erkeklerin hiçbiri bana Cobalt’ın
baktığı gibi bakmamıştı.
Dün gece beni öpmesine İzin verseydim nasıl olurdu?
Yüzümü yastığa gömdüm ve boğazımdan kahkahayla ha­
yal kırıklığına uğramış bir inlemeye benzer bir ses kaçtı. Bir
an sonra kapının açılma sesi dikkatimi çekti ve aniden yatakta
doğruldum. Bu hareketin kafatasımda acıya sebep olmaması
rahatlatıcıydı.
“Günaydın,” dedi Lorelei o sıkılmış ses tonuyla. “Ablan
şimdiye kadar kalkmış olabileceğini ve muhtemelen banyo
yapmak isteyeceğini söyledi.”
“İsterim, teşekkür ederim.” Bacaklarımı yatağın kenarından
sarkıttım ve ayaklarımı soğuk mermer zemine koydum. “Ab­
lam nerede?”
Bir an afallamış göründü, muhtemelen yardımını kabul et­
meme şaşırmıştı.* “Kahvaltıdaydı. Sanırım şu an saray arazisin­
de dolaşıyor.”
İçimde yükselen endişeyi yuttum. “Yalnız mı?”
“Şey,, kahvaltıda Foxglove’la birlikte yanındaydık ama yürü­
yüşünde yalnız olup olmayacağını söylemedi.”
Amelie’nin tek başına bir yere gitmesine hangi mantık çer­
çevesinde izin verdiğini sormak istesem de kendimi durdur­
dum. Lorelei hizmetçimizdi, muhafızımız değil. Ve Amelie
kendi başının çaresine bakabilirdi. En azından ona böyle düşü­
nüyormuş gibi yapacağıma dair söz vermiştim. _
“Kral Aspen’le Prens Cobalt bu akşam yemekte olacaklar,”
dedi Lorelei. “İkinizin katılması bekleniyor. Tabii kendini iyi
hissediyorsan.”

141
Tessonja Odette

“İyiyim.” Bugün daha iyi hissetmeseydim bile o yemeğe ka­


tılmak için kendimi zorlardım. Amelie yi daha fazla gözümün
önünden ayıramazdım.
“Pekâlâ. Banyoyu hazırlatacağım.”
Lorelei çıktıktan sonra odanın içinde dolaşıp uzun süre ha­
reketsiz kalan bacaklarımı açtım. Yataktan makyaj masasına
gittim ve üzerinde yırtık pırtık elbisemi —ya da ondan geriye
kalanları— buldum. Hançerimin masanın üzerinde kemeriyle
birlikte durduğunu görmek beni rahatlattı. En azından sila­
hım boğuşma sırasında kaybolmamıştı, gerçi ihtiyaç anında işe
yaradığı da söylenemezdi. Giyinirken tekrar takabilmek için
hançeri paravanın arkasına koydum. Paravanın arkasından çık­
tığımda süzülen buharlar dikkatimi hoş kokulu bir suyla dolan
küvete çekti. Bunun nasıl ve ne zaman hazırlandığına kafa yo­
rarak küvete yaklaştım. Hâlâ bir su kaynağı keşfedememiştim
ve yüzeyde süzülen bitki ve çiçeklerden bahsetmiyordum bile.
Ne olursa olsun bu küvet dışında oyalanmak için fazla ca­
zipti, birkaç dakika içinde suyun rahatlatıcı derinliklerine gö­
müldüm ve zihnimi meşgul eden tüm sorularla teorilerimi zor-
la aklımdan çıkardım. Ağır ağır iç çekerek gözlerimi kapadım
ve kaslarımın sıcak suyun etkisiyle gevşediğini hissettim.
Kapının çalındığını duyduğumda gözlerimi tekrar açmak
için kısa bir savaş verdim. Bir an sonra Amelie odaya dalmış^
Lorelei da peşindeydi. Sanki aralarında bir şaka geçmiş gibi gü­
lüştüklerini gördüğümde göğsümün sıkıştığını h is s e ttim . Ne
zamandan beri bu kadar sıkı fıkıydılar?
Lorelei, canım, dedi Amelie. Kardeşime giymesi için bir
elbise seçebilir misin? Bu akşamki yemeğe yakışır giyinmeli.
Bir de saçlarımızı yapması için Foxglove’u çağır.”
Elbette, dedi Lorelei gardıroba doğru yürürken.

142
Peri Kralının Kalbi

Amelio yanıma gelip küvetin kenarına tünedi. "Bugün daha


iyi görünüyorsun, Evie. Kendini nasıl hissediyorsun?”
“İyiyim. Sen nasılsın? Yanakların kızarmış.”
Gözlerime bakmadan iç geçirdi. “Dışarısı çok güzel. Bahçe­
de yürümeden önce uyanmanı beklemeliydim ama dayanama­
dım. Özür dilerim.”
Ses tonuyla bakışlarını kaçırışındaki bir şey tereddüt etme­
me, sebep oldu. Benden bir şey saklıyordu. “Benim yerime ki­
minle yürüdün?”
Yanaklarındaki kızarıklık koyulaştı. “Ah, nereye bakacağını
biliyorsan saray arkadaşlarla dolu. Tekrar dışarı çıkmaya hazır
olduğunda saray sakinleriyle hizmetlilerin çok cana yakın ol­
duğunu göreceksin.”
Saray sakinleri ve hizmetliler. Belki de... dün gece bahsi ge­
çen hizmetkârlaydı? Lorelei’ın arkası bize dönüktü ve hâlâ gar­
dırobu karıştırmakla meşguldü. Sesimi alçalttım. “Dün gece
geldiğini duymadım.”
“Ah, seni uyandırmak İstemedim. Akşam yemeğinden son­
ra yatağa girerken sessiz hareket ettim.”
Dudaklarından dökülen sözler zihnimde çift anlamlar üre­
tiyor, satır aralarında okuduklarımın kendi hayal ürünüm olup
olmadığını merak ediyordum. “Bu arada dün geceki yemek
nasıldı?”
“Ah, çok hoştu. Keşke sen de olsaydın. Yemek olağanüstüy­
dü, şarapsa daha da güzeldi.” Gözlerinde dile getirdiklerinden
fazlası vardı, bana sözlerinden fazlasını anlatıyorlardı. Bu ba-
taşı daha önce de çok kere görmüştüm. Amelie âşık olmuştu.
Asıl soru kime âşık olduğuydu?
* * *

143
Tessonja Odette

O geceki akşam yemeği boyunca gözlerimi ablamın üzerin­


den bir sabiye olsun ayırmadım. Benim üzerimde mercan ren­
gi, Amelie’nin üzerindeyse gök mavisi uçuş uçuş peri elbiseleri
vardı, saçlarımız Foxglove’un usta elleriyle başımızın tepesinde
topuz yapılmıştı. Kral ve Prens’le yemek odasında buluştuk. As-
pen le Cobalt uzun masanın iki ucunda otururken Amelie yle
ben karşılıklı sandalyelerde oturduk. Tıpkı İlk gecede olduğu
gibi Lorelei’la Foxglove da bize eşlik ediyordu ama bu sefer As-
penin davetini beklememişlerdi. Ortamın havası buraya geldi­
ğimiz ilk günden çok daha rahattı.
Eh, yani etrafımdaki herkes daha rahat görünüyor demeliy­
dim. Bense gergin bir sinir yumağından ibarettim. Odanın di­
ğer tarafındaki açıklıktan gelen sarayın çok aşağısındaki ritmik
dalga sesini duymam da hiç yardımcı olmuyordu. Sırtımdan
aşağı bir ürperti yayıldı.
Amelie’nin Loreleİ’ın kulağına fısıldadıkları perinin kıkır­
damasına neden oldu. Göğsüm yine sıkıştı. Aralarında filiz­
lenmiş gibi görünen bu dostluktan hoşlanmadığımdan değil­
di, sadece dışlanmış hissetmekten nefret ediyordum. Ablam
her zaman en iyi arkadaşım olmuştu. Ve ben de her daim
onun sırdaşı.
Amelie ona baktığımı fark ederek masanın öbür ucundan
uzanıp elini benimkinin üzerine koydu. Aspen’e bakarak gü­
lümsedi. “Kardeşim çok daha iyi görünüyor, öyle değil mi Ma­
jesteleri? Kışın dondan sonra yeniden canlanan bir gül gibi.”
Hizmetkârlar tabakları yiyeceklerle doldururken Aspen
başını kaldırıp bakmadı bile. İkinci bir hizmetkâr -öncekiyle
aynı orman perisi— tabağa konan her parçadan bir ısırık aldı*
Her zamanki gibi görünüyor, dedi Kral. Sesi düz ve ilgisiz*
di, benimle yalnız konuşurken duyduğum tehditkâr tondan en

144
Peri Kralı’mn Kalbi

ufak bir iz yoktu. Belki de Amelie, Aspen hakkında söyledik­


lerinde haklıydı. Belki de gerçekten söylediği kadar zararsız ve
sıkıcı biriydi.
Amelie müstakbel eşi aptalca bir şaka yapmış gibi güldü.
Sonra gülümsemesini aniden Cobalt’a çevirdi. “Şiz he düşünü­
yorsunuz, Majesteleri?”

Hafif bir kaygıyla başımı kaldırdım ve bakışlarımı Prens’e


yönelttim. Yemeğe geldiğimden beri ona bakmaya ilk kez cesa­
ret ediyordum, ifadesini okumaktan çok korkuyordum. Dün
geceki sıcaklığını göremeyeceğimden endişe ediyordum.
Dudaklarında utangaç bir gülümseme belirirken gözlerini
bana çevirdi. “Kesinlikle ışık saçıyor. Dün akşam yemeğinde
aramızda olmasını ne kadar arzulamış olsam da biraz daha
dinlenmiş olmasına sevindim.” Gözleri benden ablama kaydı.
“Dediğin gibi, dondan sonra canlanan bir gül gibi. Bundan
daha güzel tarif edemezdim.”
Ablam ona kocaman gülümsedi. “Çok naziksiniz, Majeste­
leri. Biraz şaraba ne dersiniz?”
Sandalyemdeki oturuşumu dikleştirdim, gözlerim yaklaşan
hizmetkâra kilitlenmişti. Amelie nin dün gece methiyeler düz­
düğü hizmetkâr bu muydu? Erkek peri öne çıkarak ablamın
kadehini doldurdu. Uzun boylu, ince yapılı, çocuksu görü­
nümlü bir periydi. Soluk altın rengi gözleri ve sivri kulakla­
rından omuzlarına dökülen kahverengi, dağınık saçları vardı.
Amelie’nin ona gülümseyişini, hizmetkâr önünde eğilerek se­
lam verdiğinde bakışlarını bir süre üzerinden ayırmayışını izle­
dim. O muydu? Âşık olduğu kişi?
“Bu şarabı denemelisin, Evİe.” Bir yudum alırken bakışla­
rım hızla Amelie’ye çevrildi. Şarabı önceden tuzlayıp tuzlama­
dığını bile bilmiyorum. “Bugünlerde buna doyamıyorum.”

145
Tessonja Odette

Yakışıldı hizmetkâr soru sorarcasına sürahiyi kaldırdı. Ba^.


mı iki yana sallasam da Amelie ısrar etti. Hizmetkar kadehimi
doldurmak için masanın etrafından dolandı. Amelie nin bakış­
larının hizmetkârın her hareketini takıp etmesini bekliyordum
ancak o masum gözlerini benden ayırmıyordu. Neden okuma­
sı bu kadar zor davranıyordu?
Kadehimi dolduran hizmetkâr yeniden uzak duvardaki ye­
rine döndüğünde sesimi alçaltarak ablama doğru eğildim. “Tuz
getirdin mi? Ben benimkini piknikte kaybettim.”
Kendini beğenmiş bir sırıtışla çenesini kaldırdı. İpek keseyi
masanın üzerinden bana doğru iterek, “Tabii kİ getirdim, şap­
şal,” dedi.
Tuz kesesini aldım ve bir tutam şarabın içine, bir tutam da
tabağımın üzerindeki yiyeceklere ektim. Keseyi ablama uzattı­
ğımda o da aynısını yaptı. “Şimdi şarabın tadına bak bakalım!”
Kadehimi dudaklarıma götürüp bir yudum alırken Amelie
nefes almadan beni izliyordu. Tadıydı ve tam kıvam ında bir acısı
vardı, dokusuysa kadife kadar yumuşaktı. Ağzımdaki lezzet şöle­
ninin tadını çıkarırken gözlerimi kapamadan edemedim.
“Gördün mü?” Amelie göz kırptı. “Olağanüstü değil mi?
Buraya geldiğimden beri zevk aldığım şeylerden biri.”
Gözlerimi kadehimin üzerinden ona doğru kıstım. “Başka
ne gibi zevkler tattın, ablacığım?”
“Ah, bilirsin işte. Yemekler, elbiseler, keyifli sohbetler.” Ba­
kışlarını masadakilerin üzerinde gezdirdikten sonra nihayet
tadımı tamamlanmış tabağından bir lokma alan Kral Aspen’e
dikti. Ve tabii ki Kral’ı tanıyarak geçirdiğim zaman. O çok
cömert bir ev sahibi, Evie.”
Aspen varlığımızı yeni hatırlamışçasına başını kaldırdı. Çiğ­
nemeyi bitirdiğinde homurdandı. “Madem konuyu açtın,”

146
Peri Kralının Kalbi

j eüi ablama, “bu akşam yemekten sonra çalışma odama gel­


meni rica ediyorum.’
Amelie gülümseyerek başını eğdi. “Elbette, Majesteleri. Şa­
rap olacak mı? Belki biraz da çikolata?”
“Nasıl istersen,” dedi duygusuz bir ses tonuyla.
Sırıtışını bana çevirdiğinde gözleri parlıyordu. “Görüyor
musun? Çok tatlı, değil mi?”
Ablamın ses tonunu anlamlandırmaya çalışırken kaşları­
mı çattım. Sözlerini vurguluyor, memnuniyetini abartıyordu.
Yoksa bana söylemeye çalıştığı şey... Aspen’e âşık olmuş olabilir
miydi?
Kral’a âşık olmasınm sıradan bir hizmetkâra âşık olmasın­
dan daha iyi olup olmadığına karar veremiyordum. Bir yandan
evlenmeye zorlandığı adama âşık olması idealdi. Bir ilişkiyi giz­
lemek için hayatını riske atmaktansa mutlu olma şansı olduğu
anlamına geliyordu. Diğer yandan Asperie güvenmiyordum.
Sonuçta son nişanlısının ölümüne sebep olmuştu. Tabii bir de
kardeşininkİnin.
“Hayır, canım, o bir geyik.” Foxglove’un dudaklarından dö­
külenler beni düşüncelerimden çekip çıkardı.
Başımı Foxglove’a doğru eğdiğim sırada Amelie rahat bir
kahkaha attı.
Sanki aptalmışım gibi gözlerini devirdi. ‘“Çok tatlı, değil
mi?’ dedi. Ama değil. O bir geyik.”'
Gözlerimi kırpıştırdım, şakayı anlamam uzun sürmüştü.
Gözlerimi Aspen’e çevirdiğimde dudaklarında eğlendiğini
gösteren bir gülümseme yakaladım. Bana baktığında yüzünde
daha önce de gördüğüm kendini beğenmiş ifade vardı. Aynı
* İngilizcede “tatlı” anlamına gelen “dear” kelimesinin geyik anlamına gelen
“deer” kelimesiyle benzerliğinden yapılmış bir söz oyunu. (ç.n.)

147
Tessonja Odette

rahatsız edici kibir. Aynı çarpıcı yakışıklılık. Sadece bir han­


çerin uzak tutabileceği türden. Belimdeki hançeri okşadıın.
Kontrol. Kontrol bende.
Kral bakışlarıyla beni bir süre daha yaktıktan sonra dikka­
tini sanki bu sessiz sohbet hayal gücümün bir ürünüymüş gibi
sıkkın bakışlarını tekrar yemeğine verdi. Ama hayal falan etme­
miştim. Bana bakmıştı. Gözleriyle benimle alay etmişti.
Belki de Geyik Kral ablamın önünde görünmeye çalıştığı
gibi sıkıcı biri değildi.
Peki rol yapmasının sebebi neydi?
Ne saklıyorsun, Aspen?

148
Bölüm 18

kşam yemeğinden sonra Amelie’yle kol kola gir­

A miş, karanlık koridorda Aspen’in çalışma odasına


doğru yürüyorduk. Geri kalanımız.hâlâ tadının
tadını çıkarırken Kral yemek salonundan ayrılmıştı. Tüm ye­
meklerin servisi tamamlandığından Amelie’nin günlük sohbet­
leri için nişanlısına katılma vakti gelmişti.
"Benimle gelmek zorunda değilsin, biliyorsun,” dedi Ame­
lie. “Lorelei bana eşlik edebilirdi.”
Haklıydı ancak son ana kadar onu gözümün önünden ayır­
mamın imkânı yoktu. Bu, Cobalt’ın bana eşlik etme teklifini
geri çevirmek zorunda kalmam anlamına gelse bile. “Biliyo­
rum. Sadece... bilinçsiz geçirdiğim üç günde seni çok özledim.”
"Uyanık değildin. Beni nasıl özleyebilirsin?”
Omuz silktikten sonra onu göz ucuyla izlemeye başladım.
Ablamın dudaklarında narin bir gülümseme belirirken boştaki
eliyle mavi eteğinin kenarını kaldırıp savuruyordu, sanki her
an dönerek dans etmeye başlayacakmış gibi. “Aspenle vakit ge­
çireceğin için gerçekten heyecanlanıyor musun?”
“O aklındaki kadar korkunç biri değil, Evie.” Ses tonundaki
savunmacı tavır karşısında şaşırmıştım. “Bu kadar çabuk yargı­
lamaktan vazgeçmelisin. Ona bir şans versen sen de seversin.”
Adımlarımızı yavaşlattım ve Amelieyi nazikçe kendime
döndürdüm. “Yemin ederim öyle demek istemedim. Sadece

149
Tessonja Odette

nasıl hissettiğini merak ediyorum. Ondan hoşlanıyor musun


mesela?”
Gülümsedi. “Sıkıcı olsa da fena sayılmaz.
Fena sayılmaz. Bu bir âşık hakkında söylenecek bir şeye
benzemiyordu. Tabii ona âşık olduğunu gizlemeye çalışmıyor­
sa. Ama saklamanın ne anlamı vardı ki? Aspen e aşık olduğunu
bilseydim onun adına çok mutlu olacağımı bilirdi. Öyle değil
mi? “Ami, bana dürüstçe cevap ver. Aspen e âşık mısın?”
Gülümsemesi hâlâ dudaklarında oynaşıyordu, arkasını
döndü ve koridorda ağır adımlarla ilerlemeye devam etti. Elbi­
sesinin eteğini tekrar savurarak bir daire çizerek döndü. “Evle­
neceğimiz adamı sevmemiz en iyisi olmaz mıydı? Mutluluğun
en güzel halini bulabilsek?” Sesi hafif ve uçarıydı. Bastırmaya
çalıştığı hayranlıkla ağırlaşmıştı.
Ona yetiştim ve durup bana dönene kadar elbisesinin kolu­
nu çekiştirdim. “Söylediklerine katılıyorum. Ve gerçek hislerini
benden sakladığını biliyorum,” Ağzını açtı ancak o inkâr ede­
meden konuşmaya devam ettim. “Nedenini anlıyorum. Seni
yargıladığımı ve hafife aldığımı düşünüyorsun. Çoktan sevme­
ye başladığın bu yeri eleştirdiğimi düşünüyorsun. Faerwyvae’e,
Kral’a ya da buradaki herhangi bir yaratığa güvenmesem de
sana güvendiğimi bilmeni istiyorum. Seni mutlu eden her şeyi
destekliyorum. Bunu biliyorsun, değil mi?”
Ablamın gözleri yaşlarla doldu, yüzü buruştu. Bana uzana­
rak kendine çekti ve sıkıca sarıldı. “Bu benim için çok şey ifade
ediyor, Evie. Önemini tahmin bile edemezsin.”
Kucaklaşmamız boyunca gitgide rahatladım. Vücudumdaki
gerginlik gevşedi, ablamın kollarının sıcaklığı bedenimi adeta
bir battaniye gibi sarıp sarmalıyordu.
Sonunda birbirimizden ayrıldığımızda Amelie sırıtıyordu.
İkimiz için de her şey harika olacak. Söz veriyorum,, görecek-

150
Peri Kralının Kalbi

sin ” Ses tonu sır Payla?ır gibiydi ama belki de ben hayal
ediyordum. Onu daha fazla inceleyemeden kolunu benimkine
doladı ve seke seke koridorun sonuna doğru ilerlerken beni de
kendiyle çekti. “O halde evlendiğimizde notlarımızı karşılaş-
armamız gerekecek. Kimin krallığının daha büyük olduğunu
görmek için.
Dudaklarımdan yüksek sesli bir kahkaha kaçtı, ardından sı­
rayla birbirimizi susturarak sessiz koridorda ilerlemeye devam
ettik. Önünde muhafızların bulunduğu kapalı kapıya ulaştığı­
mızda hâlâ kıkırdıyorduk. Amelie kapının önünde durduğun­
da kalbim sıkıştı. Burası Aspen in çalışma odası olmalıydı.
"Ayrılma vakti,” dedi bana dönerken. “Konuştuğumuza se­
vindim.”
Eline uzanıp sıktım. “Ben de.”
Kapı sanki geldiğimizi hissetmiş gibi açılıp Aspen’i ortaya çı­
kardı. Arkasına dönüp büyük, süslü bir masaya oturmadan önce
bize şöyle bir baktı. Kapıyı açık bırakmıştı. “İçeri gel,” dedi.
Amelie elimi bir kez daha sıktıktan sonra odaya girdi. Çiko­
lata tabaklarıyla bir sürahi şarabın bulunduğu bir masanın ya­
nındaki tahta benzeyen sandalyeye yerleşişini izledim. Ağzına
bir trüf atarken mudulukla ciyakladı.
Tam ona çikolataları tuzlamasını söyleyecekken Aspen’in
sesiyle irkildim. “Gidebilirsin. Kalmak istemezsen tabii.”
Gözlerine baktığımda bir kez daha o tehlikeli parıltıyla ve
çarpık sırıtışla karşılaştım. Nişanlısıyla geçireceği özel zaman
dilimine davetsiz misafir olarak katılmamın ne kadar saçma ol­
duğunu fark ederek kızardım. Bakışlarımı ondan ayırıp ablama
çevirdim. Bana güven verici bir gülümsemeyle baktı.
Arkamı dönmüştüm ki kapının arkamdan kapandığını
duydum.

151
Tessonja Odette

* * *

Odama döndüğümde ne yapacağımı bilmiyordum: Zihni­


mi Amelie ve Aspenle ilgili düşüncelerinden uzaklaştırmaya
çalışarak odada volta attım. Amelie ye onu desteklediğimle il­
gili söylediklerimde ciddi olsam da Kral a karşı duyduğum şüp­
helerimden bir türlü kurtulamıyordum. İkisini sevgili olarak
düşündüğümde ürpermeme engel olamıyordum. Tam olarak
ne olduğunu söyleyemesem de bu eşleşmede fazlasıyla yanlış
olan bir şeyler vardı. Sebebi sadece Aspen in tehlikeli olduğunu
bilmem miydi? Yoksa başka bir şey mi vardı? Unuttuğum bir
gerçek?
Kendi düşüncelerime o kadar dalmıştım İd kapı açılınca ir­
kilerek sıçradım. Lorelei içeri girdiğinde gönülsüz bir reverans
yaptı. “Yatmaya hazırlanırken yardımıma ihtiyacının olup ol­
madığını sormaya geldim. Sanırım yok ama...”
“Var,” dedim kendimi şaşırtarak. Şu anda zihnimdeki dü­
şüncelerle yalnız kalmak istemiyordum. Ondan alabileceğim
kıymedi bilgilerden bahsetmeme gerek bile yoktu.
Lorelei da en az benim kadar şaşkın görünüyordu. “Pekâlâ.
Sana bir gecelik bulacağım.”
Ben paravanın arkasındaki yerime geçerken o da gardıroba
doğru ilerledi. Uyluğuma bağladığım kemerli hançeri hızlıca
çıkardım ve gece kıyafetimden sıyrıldım. Lorelei yanıma dön­
düğünde hançeri çıkardığım elbisenin altına saklıyordum.
Durup beni bir süre inceledikten sonra ayaklarımın dibin­
deki elbise yığınına doğru tek kaşını kaldırdı. “Saklamana ge­
rek yok. Onu taşıdığını herkes biliyor. Tıpkı ablan gibi.”
Betim benzim atn. "Öyle mi?”
Bana açık pembe dantelli bir gecelik uzattı. “Gerçekten üze­
rindeki demirin kokusunu almayacağımızı mı sandın? Ayrıca

152
Peri Kralının Kalbi

prens Cobalt seni okyanustan kurtardığında pek bir şey sakla­


yacak durumda değildin. Uyluğundaki hançer çoktan bir sır ol­
maktan çıktı, tabii herhangi bir aşamada biri için sır olduysa.”
Göz göze gelmemek için geceliği başımın üzerinden geçir­
dim. "Herkesin bildiğini mi söylüyorsun? Yani türünüz arasın­
da silah taşıdığımızı?”
“Elbette: Yine de Kral bunu size karşı kullanıyor gibi gö­
rünmüyor. Geçmişe bakıldığında bu oldukça şaşırtıcı.”
"Öfkesinden mi bahsediyorsun?”
“Hayır, canına kastedilmesinden bahsediyorum.”
Kaşlarımı çattım. Seçilen son kızların onu sebepsiz yere öl­
dürmeye çalıştığına gerçekten inanıyor musun?”
Lorelei omuz silktikten sonra kollarını kavuşturdu. “İnsan­
ların istediklerinde tehlikeli olabileceğine inanıyorum. Bunu
kişisel deneyimlerime dayanarak rahatlıkla söyleyebilirim.” Ses
tonundaki keskinlik bana Bay Osterman konusundaki yüzleş­
memizi hatırlattı. Lorelei ablamla bir arkadaşlık kurmuş ola­
bilirdi ama bizim aramızda hâlâ bir uçurum vardı. Arkasına
döndü. "Başka bir isteğin var mı?”
Cevabımı beklemeden kapıya doğru ilerlemeye başlamıştı,
attığı her adımda topalladığı için yürüyüşü dengesizdi.
Kapıya ulaştığında, “Bekle,” dedim.
Durup bana döndü.
“Bacağına bir bakabilir miyim?” diye hızlıca sormadan önce
tereddüt ettim. Gözlerini kıstığında ekledim: “Ben bir cerrah
çırağıyım. En azından buraya gelmeden önce öyleydim. Baca­
ğının durumunu kontrol edip yaranın düzgünce iyileşip iyileş­
mediğine bakmak istiyorum.”
Lorelei kıpırdamadı, “iyileşiyor.”
“Biliyorum ama... bakabilir miyim? Lütfen?”

153
Tessonja Odette

Yüzündeki ifade gevşedi ve derin bir iç geçirdi. Pekala. Ne


yapmamı istiyorsun?”
“Git yatağa uzan.” O dediğimi yaparken hızlıca ameliyat
setimi çıkardım.
“O da ne?” Lorelei dik bir şekilde doğrulmuştu, gözlerini
ameliyat setimden ayırmıyordu.
“Ameliyat aletlerim. Onlara ihtiyacım olacağını düşünmü­
yorum, yine de yanımda olmaları kendimi daha profesyonel
hissetmeme yardımcı oluyor.”
Gözbebekleri büyüdü. "Sakın onları üzerimde kullanmaya
cüret etme. Demir kokusunu buradan alabiliyorum.
“Kullanmayacağım.” Seti uzağa koyduğumda Lorelei tekrar
yatağa geçti. Zihnimi meşgul eden soruyu üstü kapalı sorma­
nın incelikli yollarını arıyordum. “Aletlerim karbon çeliğinden
yapılma, bir demir alaşımı yani. Böyle bir metal periler için
tehlikeli midir?”
"Normalde bizim için ölümcül olan tek şey saf demirdir,
özellikle etimize çok uzım süre temas ettiğinde. Fakat demirin
sebep olduğu herhangi bir yara, tamamen iyileşene kadar za­
yıf düşmemize neden olur ve daha zayıf metallere dokunmayı
dahi dayanılamaz hale getirir.” Başını kaldırdı ve kaşlarını çata­
rak yüzüme baktı. “Aklının ucundan bile geçirme.”
Yatağın yanma diz çöktüm ve en sakinleştirici ses tonumu
takındım. “Sana zarar vermeyeceğim.”
Lorelei yaralı bacağını ortaya çıkarmak için bronz ren­
gi ipeksi elbisesini kaldırırken boyun eğmiş gibi homurda­
nıyordu. Hırpalanmış etini, demir dişlerin paramparça et­
tiği pembe, buruşuk derisini bir kez daha görmek midemin
bulanmasına neden oldu. Bacağın her santimini inceleyerek
herhangi bir enfeksiyon belirtisi aradım. İnsanlarda görmeye

154
Peri Kralı rnn Kalbi

dışık olduklarım dışında tam olarak ne aramam gerektiğini


ipliyordum; peri enfeksiyonu hakkında en ufak bir bilgim
yoktu.
Daha sonra Lorelei’dan hassas noktalara değdiğimde söyle­
mesini isteyerek derisine hafifçe dokunmaya başladım. Birkaç
ağrılı bölge keşfetsem de bacağı çoğunlukla iyileşiyormuş gi­
biydi. Kemikleri doğru kaynamış gibi görünüyordu. Şimdiye
kadar gördüklerime hiç benzemeseler de yer yer birkaç dikiş
gördüğüme emindim. Dikişleri ince ve narin görünüyordu,
çok az bir İz bırakarak deriyi bir arada tutuyorlardı.
“Yaralarınla kim ilgilendi?” diye sordum.
Başını çevirip yüzüme baktı. “Bazılarıyla kendim ilgilen­
dim. Bir orman perisi olarak sarmaşıklarla ve köklerle konu­
şarak bacağımı desteklemeyi ve Bircharbor’a varana kadar par­
çalanmış etimi bir arada tutmayı başardım. Gerisini Gildmar
halletti.”
“Gildmar kim?”
. "Sonbahar Sarayı’nda bu tür işlerle ilgilenen bir toprak pe­
risi. Yaralarımı otlarla temizledikten sonra derin olanları örüm­
cek ipeğiyle dikti.”
“îyi İş çıkarmışa benziyor. Şimdi hareket kabiliyetinin kap­
samını kontrol edeceğim.” Bacağını kaldırıp hafifçe dizini bük­
tüm. “Yürüdüğünde ya da ağırlığını bacağına verdiğinde canın
yanıyor mu?”
“Biraz.” Sözlerinin altındaki acıyı duyabiliyordum. Canımı
daha çok acıtan şeyler var. Kimsenin iyileştiremeyeceği şeyler.
Midem çalkalandı. Bileğini hafifçe bir o yana bir bu yana
Çevirdim. “Nasıl biriydi?”
Kaşlarını çattı. “Kim? Gildmar mı?”
“Hayır. Sevgilin. Kaybettiğin kişi.”

155
Tessonja Odette

Yüzünde boş bir ifadeyle gözlerini tavana dikti. Bacağının


ağırlığı sanki daha da artmış, sanki bu soru bütün gücünü tü­
ketmiş gibiydi. Beni duymazdan geleceğini düşünmeye başla­
mıştım ki cevap verdi. "Malan çok güzeldi. Bahar Sarayı ndan,
kiraz çiçeği yaprakları kadar pembe ve ince kanatları olan bir
pixie’ydi. Saçları da aynı renkti, her zaman gül kokan bir gü­
müşi pembe.” îç çekti. “Malan benim en iyi yanımdı. Nazil?
olmamı sağladı. Beni güldürdü. Onu çok sevdim.
Gözlerime yaşlar batarken boğazım düğümlendi.
Lorelei gözlerime bakmak için başını kaldırdı. "Bitti mi?”
Ses tonu kaba olmasa da beni şaşkınlığımdan çıkarmıştı.
Bacağını bırakmış olduğumu fark ettim, ellerim kaval kemi­
ğinin üzerinde hafifçe donakalmıştı. Başımla onaylayıp ayağa
kalktım. “Evet. İyileşeceğinden eminim. Herhangi bir enfeksi­
yon belirtisi görmüyorum. Hareket açıklığın da iyileşmenin bu
noktasında beklediğim şekilde.”
Lorelei ayağa kalkarak ağırlığını bir ayağından diğerine ver­
di. “Biliyor musun, aslında çok daha iyi hissediyorum.” Ön­
lüğünü kaldırarak bacağını inceledi. “Daha iyi görünüyor. Bir
cerrah ne yapar ki zaten?”
Gülmekle profesyonel tavrımı sürdürmek arasında kalmış­
tım. Yaptıklarımın basit bir muayeneden daha fazlası olduğunu
düşünüyor olmalıydı. Ona yardım edecek hiçbir şey yapmadı­
ğımı nasıl açıklayabilirdim? Yaşadığı rahatlamanın psikolojik
olduğunu itiraf etmeli miydim? “Bir cerrah genellikle dokuları
ve organları çantamdakilere benzeyen aletlerle ameliyat eder/
Birkaç adım attıktan sonra bana gülümsedi —bu, Loreİei’da
nadiren gördüğüm bir şeydi. “Her ne yaptıysan işe yaradı. Ne­
redeyse hiç'acımıyor.”
Gerçeği açıklayarak minnettarlığım zedelemek İstemiyor­
dum. Belki de esneme ve hareket egzersizleri fayda etmiştir,”

156
Peri Kralı nm Kalbi

dedim. “Genel esnekliğini artırmak için her gün hafif esneme


hareketleri yapıp yapamayacağına bir bak.”
“Elbette. Şey, bunun için teşekkür ederim.” Sanki benim
yanımda nasıl davranacağını bilmiyormuş gibi ellerini sıkıyor,
dudaklarını ısırıyordu. “Sanırım özür dilemeliyim, değil mi?”
Başımı yana eğdim. “Ne için?”
îç geçirdi. “Kasap’a, yani arkadaşına yaptıklarım İçin piş­
man değilim. Ancak onu acı çekerken görmenin seni üzdü­
ğünü biliyorum. Bunun için özür dilerim. Bir de beyninden
büyük bir ağzı olan, kendini beğenmiş şirretin teki olduğunu
söylediğim için.”
“Öyle bir şey söylemedin.”
Geçiştirir bir tavırla elini savurdu. “Sana değil elbette.”
Dudaklarımda bir gülümseme belirdi. Gözüme önce Foxg-
love, şimdi de Lorelei sevimli görünmeye başlamıştı. “Ben de
özür dilerim. Seni yanlış değerlendirdiğim için. Sadece... Peri­
lerle pek iyi deneyimlerim olmadı.”
“Savaştan beri iki türün de olumlu etkileşimlerde bulundu­
ğunu düşünmüyorum.”
Başımla onayladım. “Haklısın. Yine de komik. Annem ta­
rafından türünüze karşı korkuyla karışık bir saygı duymam bi­
linciyle büyütüldüm. Faervvyvae hakkında duyduklarımdan ve
büyü filerinden çok etkilenmiştim ama sonra... bir şey oldu ve
bildiğimi sandığım her şeyi değiştirdi.”
Hatıra beni ele geçirirken boğazım düğümlendi. Bunun se­
bebi belki de Amelie’nin Aspen le yalnız kalmasından duydu­
ğum endişeydi ama zihnime akın eden görüntülerden bir türlü
kurtulamıyordum - ablamın yüzü, ormandan Periduvarı’na
doğru koşarken haylazlıkla parıldayan gözleri. Maddie .Cole-
man’ın varlığı dışında olağanüstü bir yaz gecesiydi. Dört yıl

157
Tessonja Odette

önceki o gece bizi Periduvarı’na götüren ve duvarı aşacak kadar


cesur olduğumuzu kanıtlamak için taşlardan birinin etrafında
dönmemize neden olan onun meydan okumasıydı. Bütün bu
süre boyunca taşa değmeye devam etmiş, peri tarafından dö­
nerken nefesimizi tutmuş ve saniyeler sonra güvenli bir şekilde
tekrar insan tarafına geçtiğimizde kahkahalara boğulmuştuk.
Eve doğru koştururken önümüzde duran periyi gördüğümüz­
de kahkahalarımız kesilmişti.
Lorelei bir kez daha ellerini sıktı, konuştuğunda sesi yumu­
şaktı. “Anlatabilirsin. İstersen tabii.5’
Başımı iki yana sallamayı, bir şey yok demeyi düşünsem de
kendime engel oldum. Bu gece benimle paylaştıklarından son­
ra belki ben de dürüstlüğünün karşılığım verebilirdim. Derin
bir nefes aldım. “Dört yıl önce Amelie ve ben bir goblinle kar­
şılaştık, küçük ve korkunçtu, keskin dişleri ve buruş buruş sar­
kık bir derisi vardı. Sorun çıkarmak için geldiğinden emindik.
Bu alışılmışın dışındaki manzara karşısmda hem donup kalmış
hem büyülenmiştik. Görünüşe göre o da bizden aynı şekilde
büyülenmişti. Özellikle de Amelie’den. Boncuk gözleri Ame-
lie’ye kilitlenmişti ve Amelie de bakışlarına karşılık vermişti.
Bir süre sonra gözlerini kırpmayı tamamen unuttu.”
Amelie’nin yüzü donuklaştığında yaşadığım dehşeti hatır­
ladım. Onu kontrolü altına aldığını anladığı an goblinin göz­
lerindeki parıltıyı unutamıyordum. İşte o zaman Maddie Co-
leman çığlık atarak kaçmış ve bizi o korkunç yaratıkla yalnız
bırakmıştı.
“Yaratık Amelie’ye kendisine doğru gelmesini emrettiğin­
de dediğini, yaptı. Ona elini uzatmasını emrettiğinde uzattı.
Ben ablamın kollarını ve paltosunun manşetlerini çekiştirirken
bana hiçbir şekilde aldırış etmiyordu. Yapabildiği tek şey yara-

158
Peri Kralının Kalbi

tığa doğru yürümek, elini vahşi ağzına doğru uzatmak olmuştu


ve bütün bu süre boyunca yüzünde sakin bir gülümseme vardı.
Goblİn dişlerini avucuna geçirmek için üeri atıldığında alnının
tam ortasına isabet eden bir taş fırlattım. O an Amelie kendine
geldi. Kaçmaya çalışsak da goblin peşimizden geldi, tadımıza
bakmazsa iç organlarımızı çürüteceğini söyleyerek bizi takip
■ 33
etti.
“Yine de kurtulmayı başardınız,” dedi Lorelei.
“Evet. Bizi takip etmeyi ne zaman bıraktığını, dişleri ve
pençeleriyle topuklarımıza atılmaktan ne zaman vazgeçtiğini
hatırlamıyorum. Eve vardığımızda elbiselerimizin arkası par­
çalanmıştı, anneme olanları anlatırken seslerimiz titriyordu.
Söylediklerimizi zar zor anlayabilmişti. Bir perinin saldırısına
uğradığımızı ve bizi lanetlendiğini tekrarlayıp duruyorduk.
Annemizin yapabildiği tek şey bizi teselli etmek ve güvende
olduğumuzu söylemekti. O gece ilerleyen saatlerde Amelie acı
içinde kıvranarak yere yığıldı ve karnını tutarak kusmaya başla­
dı. Bunun sebebinin goblinin laneti olduğundan emindi, söy­
lediği gibi iç organları çürümeye başlamışa. Annem tentürlerle
karşı büyüler kullanarak laneti bozmaya çalıştı. O gece ablamın
başında sabahlayarak onu bu lanetten kurtarmaya çalıştık.”
“O halde annen de senin gibi?”
Başımı iki yana salladım. “Hayır. Annemin zanaatı ameli­
yata hiç benzemiyor ve Amelie’nin o an ihtiyacı olan tek şey
ameliyat edilmekti. Meğer yaşadığı acının sebebi lanet değil,
ciddi bir tıbbi rahatsızlıkmış. Bunu ertesi sabah duvara dön­
meye çalışacak kadar aptal olduğum için keşfettik. Gobli-
ni aramak ve ablamın üzerindeki laneti kaldırması için ona
yalvarmak istedim. Eğer bu da işe yaramazsa onun yerine
kendimi kurban etmeye hazırdım. Ablamı kaybetmektense öl-

159
Tessonja Odette

meyi tercih ederdim.”


“Peki sonra ne oldu? Goblini bulabildin mi?”
“Hayır. Neyse ki Sableton’ın cerrahı Bay Meeks tarafından
durduruldum. Sıkıntılı bir ifadeyle ormana doğru gittiğimi
görmüş ve bana neler olduğunu anlattırmıştı. Amelie’nin ba­
şına gelenlerden bahsettiğimde ısrarla onu görmek istediğini
söyledi. Bir koşu evine gitti, ameliyat setini aldı ve doğruca
bize geldi. İşte o zaman modern tıbbın gücünü kendi gözle­
rimle gördüm ve gerçek anlamdaki iyileşmeye şahit oldum.
Amelie hiçbir zaman lanetlenmemişti. Efsunlanmıştı evet
ama sonrasında yaşadıkları bir tesadüften başka bir şey değil­
di. Ablamın apandisiti vardı. Bay Meeks vaktinde müdahale
etmemiş olsaydı apandisiti patlayacak, Amelie hayatını kay­
betmiş olacaktı.”
Lorelei’ın gözleri irileşti. “Apandisitin ne olduğunu bilme­
sem de kulağa korkunç geliyor.”
Söyledikleri kasvedi ruh halimi dağıtarak kahkahalara bo­
ğulmama neden oldu. Kahkahalarıma eşlik etse de tam ola­
rak neye güldüğünü bilmediği açıktı. Kendime gelmeye baş­
ladığımda derin derin iç geçirdim. “Dinlediğin için teşekkür
ederim, Lorelei. Bu hikâyeyi anlatmayı sevmesem de biriyle
paylaşmak iyi geldi.”
Gülümsedi. “Sanırım bir hizmetçinin görevi de bu, öyle de-
W-1 * 5 »
gıl mı?
“Ergenliğim hakkındaki saçmalıkları dinlemenin bir hiz­
metçinin görev tanımım aştığını düşünüyorum.” İtiraf etmeye
hazır olsaydım, bunun arkadaşlığın bir parçası olduğunu söy­
lerdim.
“Senden bu kadar övgü duyacağımı hiç düşünmezdim,”
dedi. “Bu gece benden istediğin başka, bir şey var mı?”

160
Peri Kralının Kalbi

“Yok, dinlenmek İçin odana çekilebilirsin. Ben Amelie’yi


bekleyeceğim.”
“Pekâlâ.” Daha öncekilere göre daha aşağılara eğilerek bir
reverans yaptıktan sonra odadan çıktı.
Odada yalnız kaldığımda gözkapaklarım ağırlaşmaya baş­
ladı, kaslarım gerçek bir ameliyat yapmışım gibi yorgunluk­
tan sızlıyordu. Belki de anlattığım hikâyedendi. Ağır adımlarla
hançerimi paravanın arkasından alıp yastığımın altına yerleş­
tirdikten sonra yorganın, altına gömüldüm.
Amelie dönene kadar uyanık kalacaktım. Peki ya şüphele­
rim doğruysa ve bunca zamandır başka bir yerde uyuyorduysa?
Geceyi Aspen’le mi geçirecekti?
Bu soru beni sinİrlendirse de uyku bedenimi ele geçirdiği
için hızlıca kayboldu.
O gece bir rüya gördüm.
Karanlık bir figür tepemde dikiliyordu, dudakları bir hırıl­
tıyla ayrılırken keskin dişleri ayışığında parlıyordu. Başını yü­
zümle aynı hizaya gelene kadar alçalttı. Göğsü öfkeyle kabarıp
iniyordu.
Bu bir rüya değildi.
Hançerime uzanarak kabzasını elime aldım ve bıçağı figü­
rün boğazına dayadım. Aspen öfkeyle hırlarken boğazına daya­
dığım bıçağa hiç aldırış etmedi. “Ablan nerede?”

161
özleri zihnimde yankılandı. Ablan nerede?

S Soru karşısında yaşadığım şaşkınlık hançerimin kab­


zasındaki parmaklarımın titremesine neden oldu. As­
pen in yüzüme çarpan sıcak ve şarap kokulu nefesi beni ken­
dime getirerek aramızdaki yakınlığı hatırlattı. Gözlerim sadece
ayışığınm aydınlattığı odanın karanlığına alıştığında gölgeli
yüz hatları önümde şekil aldı. Hançerimi boğazına bastırıp ke­
narının derisini kesmesine izin verdim. “Derhal. Üzerimden.
Kalk.”
Demirden irkilerek geriye doğru sıçradığında yataktan fır­
ladım ve birkaç adım geri çekildim. Bu, Aspen’i yalnızca birkaç
saniyeliğine caydırmaya yetmişti. Bana doğru atıldı ve sırtım
bir duvara dayanana kadar geri çekildim. O aramızdaki mesa­
feyi kaparken bedenlerimizi birbirinden ayıran tek şey hançe-
rimdi, ucu göğüs kafesine dayanmıştı. Tek bir hamleyle hançe­
rimi göğsüne saplayabilirdım.
Aspen bunu umursamıyor gibi görünüyordu. “Ablan nere­
de?” diye sordu bir kez daha.
Onu boştaki elimle göğsünden İterek uzaklaştırmaya çalış­
tım. Gömleğinin kumaşını kaydırmaktan başka bir işe yara­
madı. “Bunu neden bana soruyorsun? Senin yanındaydı, aptal.
Onu çalışma odana bırakmamışım gibi davranma.”

162
Peri Kralının Kalbi

Göğsü öfkeyle kabarıp iniyordu. "Artık orada değil. Nereye


gitti?
Ona gözlerimi kıstım. “Ne yani, Amelie buhar olup uçtu

mu?
“Hayır,” dîye homurdandı. “Onu sadece birkaç dakikalığı­
na yalnız bıraktım. Döndüğümde gitmişti.”
“Gitmiş miydi? Bu nasıl?..” Gözlerim irileşirken hançerin
ucunu ileri doğru ittim. Aspen irkilerek geriye sıçradı. Bu
sefer aramızdaki mesafeyi kapayan ben oldum, öfke bütün'
bedenime yayılırken onu geri çekilmeye zorluyordum. Sesim
neredeyse onunkine denk bir hırıltıyla çıkıyordu. “Ona. ne
yaptın?”
“Ben mi ne yaptım? Ben?” Bıçağımla onu bir kez daha ya-
ralayamadan parmaklarını bileğime kilitledi. “Ben hiçbir şey
yapmadım.”
“Hiçbir şey mi?” Boştaki elimle tekrar göğsüne vurdum. “O
zaman neden ilk fırsatta kaçsın ki? Ona kesin bir şey yaptın.
Söyle, ne yaptın?”
“Yani kaçtığını kabul ediyorsun.”
Ağzım açık kaldı. Kendimi onun ellerinden kurtarmak için
debelensem de parmakları kıpırdamıyor, hançerli elimi hava­
da asılı bir şekilde sabit tutuyordu. Boşuna çırpınmaya devam
ederken, “Anlattıklarına göre tek mantıklı sonuç kaçmış olma­
sı,” dedim dişlerimi sıkarak.
“Nereye gitti?”
“Bilmiyorum.”
“Yalan söylüyorsun. Sen de işin içindesin. Planın ne? Bu
acınası bıçakla beni öldürmeye çalışmak dışında?” Bileğimi
çevirerek parmaklarımı açılmaya zorladı. Yere düşen hançeri
tekmeleyerek uzaklaştırdı.

163
Tessonja Odette

Kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturdum ve yerimde


durmaya devam ettim. “Seni öldürmek isteseydim çoktan bı­
çağımı boğazına saplamış olurdum. Ayrıca eğer yalan söyleyen
biri varsa o da sensin.”
Bana delici bir bakış attı. “Ben yalan söyleyemem.”
“O zaman bir çıkmazdayız çünkü ben de yalan söylemiyo­
rum. Şimdi ne olacak? Beni vatana ihanetten idam mı ettire­
ceksin?”
Aspen bana sonsuzluk gibi gelen bir süre boyunca dik dile
bakmaya devam etti. Sonunda nefes alıp verişi düzene girdi,
göğsü sakince inip kalkmaya başladı. Bir adım uzaklaşsa da
gözlerini benden ayırmadı. Parmaklarını şaklatmasıyla sıcak
bir ışık odamdaki apliklerin üzerinde yandı ve onu net bir şe­
kilde görmemi sağladı. Işığın ona nasıl bu şekilde cevap ver­
diğine duyduğum merak bastırmaya çalışarak dış görünüşüne
odaklandım. Saçları dağınıktı ve boğazında kırmızı ince bir
çizgi vardı..Kurumuş kana benziyordu, onda açtığım yüzeysel
yaranın altı büyük ihtimalle çoktan iyileşmişti. “Ablanın nere­
de olduğunu bilmiyor musun?”
“Hayır. Daha Önce de dediğim gibi, onu en son gördüğüm­
de senin yanındaydı.”
“Oradaydı,” dedi, sesi hâlâ hırıltılıydı. “Biraz daha şarap is­
teyene kadar konuşmaya devam ettik. Biraz şarap istedim ama
aptal hizmetkâr ballı pyrus şarabı getirdi. Bunun nasıl berbat
sonuçlanabileceğini en iyi bilenlerden birisi sensin. Yine de şa­
rabı değiştirmek için yanından ayrıldığımda her zamanki gibi
halinden memnun görünüyordu. Döndüğümde odada değildi.”
Şarap. Hizmetkâr. Yoksa? Ya önceki konuşmamızı yanlış
anladıysam? Amelie ya Aspene âşık değilse? Yakışıklı bir hiz­
metkârla kaçmak gibi aptalca bir şey yapmış olabilir miydi?

164
Peri Kralının Kalbi

Belki de mesele Aspen’in İlcisi arasındaki bir bakışmayı yakala­


yıp Amelie’yi kıskanmasıydı. Bütün bu yüzleşme çok daha kor­
kunç bir şeyi örtbas etmek için sahnelenen bir oyundan ibaret
olabilirdi. “Şarabı getiren kimdi? Amelie’nin daha önceki zi­
yaretleri sırasında hizmet etmiş hizmetkârlardan biri miydi?”
“Bunun konuyla ne gibi bir ilgisi var?”
“Soruma cevap ver.”
Ellerini boynuzlarının arasından mavi siyah saçlarında gez­
dirdi. “Bilmiyorum. Benim çok hizmetkârım var.”
Gözlerimi kısarak yüzüne baktım, sözlerinin altında bir al­
datmaca yatıp yatmadığını anlamaya çalışıyordum. Sorularıma
temkinle devam ettim. “Başka bir şey yaşandı mı? Yani hiz­
metkâr şarabı getirdiğinde? Hoşuna gitmeyen bir şey görmüş
olabÜir misin?
Başım geriye doğru attı. “Bu da ne demek?”
Odamın dışındaki koridordan ayale sesleri geliyordu. Bir­
kaç muhafız içeri girdiğinde Aspen arkasına döndü. Araların­
dan biri Aspen e yaklaştı. “Majesteleri,” dedi aceleyle eğilirken,
“mercan mağaralarına doğru koşan biri görüldü.”
“Ne zaman?” diye sordu Aspen bağırarak.
« A *■ W
Az once.
Mağaralar. Bunun ne anlama gelebileceğini anlayamayacak
kadar şaşkındım. Amelie kaçıyor muydu? Hem de gerçekten?
Bu kadar düşüncesizce hareket etmek için korkudan aklı başın­
dan gitmiş olmalıydı. Beni geride bırakacak kadar. Öfkem her
zamankinden daha güçlüydü. “Ona ne yaptın?”
Aspen beni duymazdan geldi. “Muhafızları gönderin.”
Muhafız başıyla onayladı. “Birkaçını çoktan gönderdim,
Majesteleri ancak su seviyesi yükselmeye başladı. O da muha­
fızlar da orada fazla kalamaz.”

165
Tessonja Odette

Periye sert bir bakış attıktan sonra soğuk bir sesle devam
etti. “Her mağaraya bakmaları için daha fazla muhafız gönder.
Su çenelerine ulaşana kadar birinin bile dönmeye kalkıştığını
görmek istemiyorum. Sonrasında da sahile muhafızların yer­
leştirilmesini istiyorum. Eğer onu canlı bulamazsanız kıyıya
vurduğu an cesedinin getirilmesini istiyorum.”
Muhafız selamadurup odadan çıkarken Aspen in sözlerinin
Özensizliğine öfkelenmiştim. “Sen bir canavarsın.”
Bana döndü. “Mağaralara kaçan aptal ben değilim. Eğer
senin bu işle bir ilgin olduğunu öğrenirsem seni de onun
peşinden okyanusa atarım.” Bunu dedikten sonra bir hışım
odamdan çıktı. Peşinden koştum ama daha kapıya varmadan
koridordaki muhafızlara bağırdığını duydum. “Odasından çık­
masına izin vermeyin.”
Peri muhafızlar önümü kestiğinde durdum. Aralarından
biri öne uzanıp kapımı çarparak kapadı. Ağzım açık kalmış,
nabzım hızlanmıştı. Demir aşkına, neler oluyordu? Düşünebil­
diğim tek şey ablamın mağaralara doğru koştuğuydu. Korku­
dan kaçıyordu. Aspehden kaçıyordu.
Her ne kadar nafile olsa da öfkeyle kapıyı yumruklamaya,
muhafızlara dışarı çıkmama izin vermeleri için yalvarmaya
başladım. Sinirimi canlı tutmak için fiziksel olarak bir şeyler
yapmalıydı n. Çünkü öfkelenmezsem endişelenirdim. Dehşete
düşerdim. Aklımı kaybederdim.
Saatler geçiyor, günün ilk ışıldan pençelerimden içeri giri­
yordu, yine de bağırmaya ve kapıyı zorlamaya devam ediyor­
dum. Kapı kolu dönmeye başladığında sesim çatlaktı, omuz­
larımla ellerim zonkluyordu. Yaşadığım şaşkınlıkla olduğum
yerde donakalmış, kapı açılmadan önce güçbela kenara çeki-
lebilmiştİm. Cobalt’ın gözleri benimkilere kilitlendi ve ben
daha ne olduğunu anlamadan beni kollarının arasına aldı.

166
Peri Kralı’mn Kalbi

Göğsünde ağladığımın farkında bile değildim, bütün vücu­


dum hıçkırıklarla sarsılıyordu.
Bir eliyle saçlarımı düzelterek sırtımı okşadı. “Hadi bura­
dan çıkalım,” diye fısıldadı.
“Pelerini burada,” dedi arkamdan bir ses. Lorelei. Ağır ku­
maşı omuzlarıma attığında onu sıkıca üzerime çektim. O an
üzerimde geceliğimden başka bir şey olmadığını hatırladım.
Cobalt elini belime koydu ve beni odadan dışarı çıkardı. Salo­
na ulaştığımızda muhafızlar gitmişti.
“Onları sahte bir ihbara gönderdim,” dedi. “Ablan kayıpken
ahimin seni odana hapsettiğine inanamıyorum. Bu çok zalim­
ce. Özür dilerim.”
“Sadece tedbirli davranıyor,” dedi Lorelei diğer yanımdan,
“ama haklısın. Bu durumda yapılması gereken bu değildi.”
Sarayın koridorlarında ilerlerken aklım başımda değildi.
“Nereye gidiyoruz?”
“Bilmiyorum,” diye itiraf etti Cobalt. “Sadece odandan çık­
mam istedim. Meraktan öldüğünü biliyordum. Eğer kendini
daha rahat hissedeceksen odama gidebiliriz.”
Koridorun sonundan köşeyi dönen biri üzerimize doğru
koşmaya başladı, iyice yaklaştığında bunun Foxglove olduğu­
nu fark ettim. “Birini bulmuşlar,” dedi nefes nefese.
Bu sözler alarma geçmeme neden olmuş, beynimdeki pusu
tamamen temizlemişti. “Nerede? Ablam mı? O iyi mi?”
Foxglove ellerini sıktı. “Onu mağaralardan getiriyorlar.”
“Beni kıyıya götür,” dedim.
“Abim sarayın alt kısmının sıkı bir şekilde korunması emri­
ni verdi,” dedi Cobalt.
Yüzümü ona döndüm. “Onu görmem gerek.”
Gözlerimin içine baleti. “Gördüklerinden hoşlanmayabilirsin.”

167
Tessonja Odette

Bunun ne anlama geldiğini düşünmek istemiyordum.


Onun yerine dişlerimi sıktım. “Umurumda değil.”
“Yemek odası,” dedi Lorelei. Koridorda ilerlemeye başladı­
ğında onu takip ettim. Varış noktamıza ulaşana kadar merdi­
venleri çıkmaya devam ettik. Yemek odasmın diğer tarafına,
geniş açıklığın önündeki parmaklığa doğru koştum. Doğan
güneşin loş ışığında muhafızlarla dolu dar kıyı şeridini gör­
düm. Geri kalanı gelgit tarafından gizlenmişti, dalgalar geri
çekildikçe hafifçe seçilebilen tek şey mağaralardı.
Muhafızların hareketlerini izleyip ablamdan bir iz ararken
gözümü bile kırpmadım. Foxglove soluk soluğa sahili işaret
etti. “Mağara. İşte orada.”
Kabaran dalgaların kıyıdan uzaklaşmasını ve görünen tek
mağaranın girişindeki harekediliği gözler önüne sermesini izle­
dim. Çarpan dalgalarla savaşan bir muhafız kendini açıklıktan
çekiyordu. Su çekilene kadar yerinde durduktan sonra bir kez
daha açıklığa uzandı. Kollarını beyaz ve mavi renkte bir şeye sa­
rıp havaya kaldırmıştı. Girişten çıkan başka bir figür yüklerinin
büyük bir kısmını kıyıya doğru itti. İki muhafız sonunda mağa­
radan çıktığında sırılsıklam olmuş birkaç kişi peşlerinden geldi.
İlk iki muhafız kıyıya çekmeyi başardıkları kumaş yığını­
na uzandı. Biri solgun kollarını kaldırdı. Diğeriyse bacaklarını
kaldırdı. Üçüncüsüyse ince mavi kumaşı —paramparça olmuş
bir elbiseden geriye kalanlar- adeta bir kefen gibi yüzü de dahil
bütün vücudunun üzerine serdi. Görebildiğim kadarıyla saçla­
rı su ve yosunla kaplanmıştı, koyu renk bir düğümden ibaretti.
Yine de onun kim olduğunu biliyordum. •
O benim ablamdı.
ölmüştü.
Çığlığım gökyüzünü inletti.

168
Bölüm 20

Y
emek odasından uçarcasına fırlayıp merdivenden
aşağı koştum. Dönüşleri takip ederek sayısız basa­
mak indim, beni sarayın alt katlarına ulaştıracak
gibi görünen her yola giriyordum. Peşimden gelen uyarı çığlık­
larını duymazdan geldim. Kolumu tutarak beni durdurmaya
çalışan Cobalt’ı görmezden geldim.
Kolumu sallayarak elinden kurtardım. “Bırak beni!”
Kolumu bıraksa da tekrar koşmaya başladığımda yanımdan
ayrılmadı. “Abim oraya inmene asla izin vermez. Seni gördüğü
anda yine odana hapsedecek.”
“Onu görmek zorundayım. Ablamı görmek zorundayım.”
“Görecek bir şey yok, Evelyn.”
Damarlarımdaki öfkeyi hissederek ona döndüm. “Görecek
bir şey yok, öyle mi? Mağaradan onun cesedini çıkardılar! Gö­
recek bir şey yok ne demek?”
Ağzını birkaç kez açıp kapadı. “Demek istediğim... neden
bunu daha yakından görmek isteyesin İd? Onun... öldüğünü
biliyorsun, değil mi?”
Sözleri içimdeki son mücadele kıvılcımını tüketti. Betim
benzim atmış, başım dönmeye başlamıştı. Dizlerimin üzerine
çöktüm, gözyaşlarını görüşümü bulanıklaştırırken başım öne
düştü. Gerçekleri bilsem de bunları onun ağzından duymak

169
Tessonja Odette

umudumdan geriye kalan son kırıntıları yok etmişti. “Hayır.


Olamaz. O gitmiş olamaz.”
Cobalt yanıma çömelerek elini omzuma koydu. “Çok üz­
günüm, Evelyn.”
“Bunu o mu yaptı?” Sesim zayıf çıktı. “Bulunduğunda
Ölüm emri Aspen tarafından mı verildi? Yoksa boğularak mı
can verdi?”
Cobalt başını iki yana salladı. “Bilmiyorum. Sözkonusu
abimse her şeyi yapmış olabilir. Ve seni burada görürse odana
geri gönderir. Ya da çok daha kötüsünü yapabilir.”
Yanaklarımdan süzülen yaşları sildim ve kendimi ayağa kalk­
maya zorladım. Zihnimi duyguları bir kenara bırakıp arınıp
mantıklı düşünmeye zorladım. Cerrahi sakinliğime bürünerek
soğukkanlı bir yüz ifadesi takındım. “Onu görmem gerekiyor.”
Cobalt’m yüzündeki dehşet dolu İfadeyi görünce devam ettim.
“Bu insani bir şey. Bizler ölülerimizi teşhis ederiz.”
“Abimin onu görmene izin vermeyeceğini biliyorsun. Hatta
o görmeden seni sarayın üst katına çıkarmamız gerek...”
Koridorda ayak sesleri duyuldu, daha düşünmeye fırsat bu­
lamadan Aspen bir muhafız birliğiyle birlikte köşeyi döndü.
Cobalt’la beni gördüğünde donakaldı. “Onun burada ne işi
var?
Derin bir nefes alarak omuzlarımı dikleştirdim ve ona dön­
düm. “Nerede o? Ablam nerede? Onun bedenine ne yaptın?”
Yüzünden bir şaşkınlık ifadesi geçti. “Cesetten haberin var
mı?
“Onu gördüm.”
Bana doğru birkaç adım attı. “Şimdi mi?”
“Cesedini teşhis etmeye hakkım var. Beni ablamın yanına
götür.”

170
Peri Kralı mn Kalbi

“Onu gördüğünü söylediğin. Bu onu çoktan teşhis ettiğin


anlamına gelmez mi?”
Cevap vermekte zorlandım. “Hayır... ben...”
Muhafızlarına dönerek solundaki çifte işaret etti. “Onu
odasına götürün ve içeride kaldığından emin olun. On Bir Sa­
ray Konseyi her an gelebilir.”
İki muhafız ileri atılarak üzerime geldiğinde ne ayak dire­
dim ne de kaçtım. Nefret dolu bakışlarımı Aspen e diktikten
sonra topuklarımın üzerinde dönüp ters yönde yürümeye baş­
ladım. Bana yetişmek için koşan muhafızlara aldırmadım.
“Ona dokunmayın,” diye bağırdı Cobalt aralarından biri
beni tutmaya çalıştığında. “Abimİn emirlerine uyup bize eşlik
edebilirsiniz ama odasına ben götüreceğim.” Cobalt bir elini
belime koydu ve koridorlardan geçerken dokunuşuyla bana
rehberlik etti.
Sonunda odamda yalnız kaldığımda paramparça oldum.
* * *

Bir gün ve bir gece geçti. Ne uyuyor ne de ziyaretçi kabul


ediyordum. Muhafızların kapımdan içeri ittiği yemek tepsileri­
ni reddettiğim için elimi sürmediğim tabaklar yerde birikmişti.
Sabah olduğunda gözyaşlarını kurumuş, zihnimin, mantıklı ta­
rafı beni gerçeğe döndürmüştü.
Ablam gitmişti. Ölmüştü. Ve onu geri getirmek için yapabi­
leceğim hiçbir şey yoktu.
Yorgundum.
Bir şeyler yemek zorundaydım.
Ayaklarımı sürüyerek yataktan yemeklerin dokunulmadan
beklediği kapıya doğru yürüdüm. Yolda hançerimi buldum,
Aspen in tekmeleyerek uzaklaştırmasının ardından işe yaramaz

171
Tessonja Odette

halde yerde duruyordu- 'Hançerimi aldıktan sonra yemek ta­


baklarını inceledim, iştahımı açan tek şey bir ekmek somunu
oldu. Tuzlayıp tuzlamadığımı umursamadan yemeye başladım.
Neyse ki ekmek zararsız görünüyordu, midemdeki açlık sızısı­
nı geçirmekten başka bir etkisi olmadı.
Kapının çalınmasıyla yerimden sıçradım. Lorelei içeri kısa
bir bakış attıktan sonra girdi ve kapıyı arkasından kapadı. Yü­
zünde mahcup bir ifade vardı. “İyi misin?”
Cevap vermeden önce sorusu üzerinde birkaç saniye düşün­
düm. “Sanırım,” diye yalan söyledim. Aslında iyi olmanın ya­
nından bile geçmiyordum. Muhtemelen bunu zaten biliyordu.
“Kahvaltıya bekleniyorsun.”
Elemeği yere bıraktım: “Aniden iştahım kaçtı.”
“Çok özür dilerim. Kral’ı görmek istemediğini biliyorum
ama sana olan öfkesi dinmiş durumda. Ablanın kaybolmasıyla
bir alakanın olmadığını şimdiye dek anlamış olmalı.”
“Evet ama ben onun bu işle bir ilgisinin olup olmadığını
nereden bileceğim?” diye mırıldandım.
“Olayların bu şekilde sonuçlanmasını istemiş olamaz,” dedi
Lorelei. “Her Hasattan sonra Seçilmişleri ağırlayacak saray
köklü bir incelemeye tabi tutulur. Anlaşmayı güvence altına
alan düğüne kadar geçen her ay tehlikelidir. Ev sahibi saray­
la Seçilmişler arasında yaşananlar barışla savaş arasındaki far­
kı oluşturur. Bu tür aksiliklerin Kral’a fayda sağlamayacağını
anlamalısın. Böyle olaylar konseyin onun hükümdar olarak
yeterliliğini sorgulamasına neden oluyor. Onu uygun bulmaz­
larsa tahtını kaybedebilir. Sence bunu ister mİ?”
“Belki en iyisi budur.”
Lorelei cevap vermeden Önce dudağını ısırdı. “Biliyor mu­
sun, o aslında sandığın kadar kötü biri değil.”

172
Peri Kralı’nın Kalbi

Acı bir kahkaha attım. “Amelie de aynısını söylemişti. Ve


öldü.”
“Pekâlâ,” dedi iç çekerek. “Fikrini değiştiremem, özellikle
acın bu kadar tazeyken. Seni herkesten çok ben anlayabilirim.
Ama kahvaltıya gitmelisin. Emirlerine uy. En azından şimdi­
lik.”
Gözlerine baktım. “Ne demeye çalışıyorsun?”
Omuz silkti. “Konsey sabahın ilk ışıklarıyla saraydan ayrıl­
dı. Bu da anlaşma hakkında bir sonuca vardıklarını gösteriyor.
Bildiğimiz kadarıyla ablana olanlar anlaşmayı bozmuş olabilir.
Aspen tahttan inmek zorunda kalmış olabilir. Eve gönderilmen
bile mümkün.”
Eve gönderilmek. Önce rahatladım, sonra dehşete kapıldım.
Amelie olmadan nasıl eve dönebilirdim? Annemin gözlerinin
içine bakıp da olanları nasıl anlatabilirdim? Zihnimi kurcala­
yan başka bir şey daha vardı. “Bir dakika. Eğer anlaşma bozul-
duysa bu aynı zamanda savaş çıkacağı gelmez mi?”
Kasvetli bir İfadeyle başım sallayarak onayladı. “Öyle.”
Aniden bütün gerçeği öğrenme isteğiyle doldum. Eğer sa­
vaş çıkacaksa burada kalmak istemiyordum. Bunun yanı sıra...
Bunu düşünmek bile istemiyordum. “Peki, gideceğim.”
* * *

Yıkanıp giyindikten sonra Lorelei bana kahvaltıya kadar eş­


lik etti. Öncekinden daha küçük, hiç bilmediğim bir yemek
salonuna girdiğimizde şaşırdım. Bu değişikliğin sebebi her
neyse minnettardım. Resmi yemek odasındaki açıklığa abla­
mın cesedini hatırlamadan bakabileceğimi düşünmüyordum.
En azından bugün olmazdı.
Odaya girip küçük masaya oturduğumda Aspen yüzüme
bakmadı bile, Cobalt ise bana hüzünlü hüzünlü gülümsedi.

173
Tessonja Odette

İkisi çoktan başlamıştı, benim için masaya bir tabak yemekle


bir kâse tuz konmuştu. Yemeğimi tuzladıktan sonra tabaktaki-
lerle oynayıp durdum, hiçbir şey yiyesim yoktu.
“Ablan için üzgünüm.”
Aspenin masanın ucundan söylediği sözcükleri duyunca
şaşırdım kaldım. Bakışlarımı ona çevirdim ancak gözleri ye-
meğindeydi. Dilim damağım cevap veremeyecek kadar kuru­
muştu aniden.
“Seni odana kilitlememeliydim,” dedi. Sözleri ağzından
zorla çıkarıyordu, sanki hatalı olduğunu kabul etmek canını
yakıyormuş gibiydi.
“Evet kilitlememeliydin,” dedim. Sesim zayıf çıksa da öf­
kem zihnimdeki şaşkınlık sisini dağıtıyordu. “Ablamın cansız
bedenini görmeme izin verecek misin?”
Cevap vermeden önce yemeğini uzun uzun çiğnedi. “Hayır.”
“O halde özrünün hiçbir anlamı yok.”
Masa yine sessizliğe büründü, küçümsemem bir süre hava­
da asılı kaldı. Aspenin artan öfkesini hissetsem de fark etme­
mişim gibi davranmaya çalıştım.
Cobalt sesini alçaltarak bana doğru eğildi. “Bir şeyler ye­
melisin. Muhafızlar götürdükleri yemeklere dokunmadığını
söylüyor,”
Cevap vermek için ağzımı açtım ancak Aspen lafimı kesti.
“Belki şarap içmek ister,” dedi. Parmaklarını şıklattığmda oda­
ya elinde sürahisiyle bir hizmetkâr girdi.
Gözlerim yakışıklı hizmetkârla karşılaşmayı umarak yüzüne
kaydığında onun yabancı olduğunu fark ettim.
“Aslında,” dedi Aspen, “Fairfield kızlan geldiğinden beri
bana ya da misafirlerime şarap ikram eden tüm hizmetkârlar
öne çıksın lütfen.”

174
Peri Kralı nin Kalbi

Hizmetkârlar tereddütle bakıştılar. Birkaç tanesi duvar ke­


narındaki yerlerinden öne doğru bir adım attı. Hepsine teker
teker baktıktan sonra bakışlarımı Aspen in delici gözlerine çe­
virdim.
“Bu hizmetkarlardan sana tanıdık gelen var mı?” diye sordu.
Tam hayır diyecekken geçen günden hatırladığım yakışıklı
hizmetkârı görür gibi oldum. Endişeyle ağırlığını bir ayağın­
dan diğerine veriyordu. “Anlamıyorum,” dedim. “Bunu bana
neden soruyorsun?”
Aspen gözlerini kıstı ve arkasına yaslanırken parmak uçla­
rını birbirine dayadı. “Ablan kaybolduktan sonra hizmetkâr­
lardan birinden şüpheleniyor gibiydin. Herhangi bir açıklama
yapmadığın için ben de onlara şüpheyle yaklaşmaya başladım.
Bana neden şarap servis eden hizmetkârın tekini sordun? Ne­
den hoşuma gitmeyen bir şey görüp görmediğimi sordun?”
Makul bir açıklama ararken zihnim bomboştu. Beni ya da
herhangi bir masumu suçlu çıkarmayacak ne söyleyebilirdim?
Şüphelerimde haklı olup olmadığım hakkında hiçbir fikrim
yoktu. Ayrıca asıl çekindiğim kişi oydu.
Sakinleşmek için derin bir nefes aldım ve gözlerine baktım.
Bu oyunu iki kişi oynayabilirdi. “Beni yanlış anladınız, Majes­
teleri. Şüphelendiğim hizmetkârlarınız değil, sizdiniz.”
İfadesi hemen değişmeden önce şaşkınlığa büründü. “Açıkla.”
“Anlayacağınız üzere bu konuyu açtım çünkü kıskanç biri
olduğunuzu düşündüm. Sarayda pek çok yakışıklı peri var ama
hiçbiri ablamın güzelliğine layık ,olamaz. Ona bakmalarından
rahatsız olup olmadığınızı merak ettim.”
“Sadece şarap servis eden hizmetkâra yoğunlaştın. Neden?”
Kayıtsız bîr tavırla omuz silktim. “Benim için diğerlerin­
den daha yakışıklı, hepsi bu. Kıskanç bir erkek olsaydım, kral

175
Tessonja Odette

olayım olmayayım onun yanında kendimi yetersiz hisseder­


dim. Ayrıca,” dedim elini etrafımızdaki hizmetkârlara doğru
sallayarak, “sizi gerçekten de kızdırdıkları açık.”
Parmaklarını yumruk haline getirdiğinde eklemleri bembe­
yaz kesildi. Belki de çok ileri gitmiştim. “Muhafızlar,” diye ba­
ğırdı. Odaya giren peri muhafızlarının üzerindeki bronz zırhlar
sabah güneşinde parlıyordu. “Hizmetkârları zindana götürün.
Onları idam edin.”
Muhafızlar itaat etmek üzere öne atıldığında ayağa fırladım.
“Ne? Neden?”
Cobalt da ayağa kalkmıştı. “Saçmalıyorsun, abi. Onların
suçu ne?”
Hizmetkârlar mühafızlar tarafından tutulurken Aspen ses­
sizliğini korudu.
Hizmetkârların yüzüne yerleşen dehşet ifadesi midemi bu­
landırdı. Muhafızların kollarını arkalarında büküp onları öne
doğru itmelerini izlerken kalbim yerinden fırlayacak gibiydi.
Bunu neden bu kadar umursadığımı bilmiyordum. Bu periler
benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Yine de bir sebepten
dolayı umursuyordum. Hizmetkârlar büyük ihtimalle masum­
du ve şu anda sırf benim ağzımdan çıkan kelimeler yüzünden
mahkûm edileceklerdi.
Bir sonraki adımımı düşünmeye vakit bulamadan masanın
etrafından dolanıp Kral’a yaklaştım. Ellerimi masanın üzerine
koyup ona doğru eğildim ve öfkeyle fısıldadım. “Amelie’nin
birine âşık olduğundan şüphelendiğimi İtiraf etmeliyim. O ki­
şinin siz olduğunu umuyordum ama bir yanım başka birine
karşı bir şeyler hissedip hissetmediğini merak ediyordu. Artık
aramızda olmadığına göre gerçeği belki de asla öğrenemeye­
ceğiz. Ancak ona bu adamlardan birinin değil de sizin zarar

176
Peri Kralının Kalbi

vereceğinizden endişelendiğim gerçeği değişmiyor. Eğer hep­


sini idam ederseniz bir şeyler sakladığınızı kanıdamış olursu-
î>

nuz.

Dudakları her zamanki çarpık sırıtışıyla kıvrıldı. “Onlara


merhamet göstermemi istiyorsun, öyle değil mi?”
“Evet,” dedim dişlerimi sıkarak.
Bir süre daha yüzüme bakmaya devam etti. “Duydunuz
mu?” Odada yankılanan sesi mahkumları koridora çıkarmak
üzere olan muhafızları durdurdu. “Bayan Fairfield merhamet
isdyor.”
Sessizlik. Kimse kıpırdamıyordu.
Sonunda yine göz göze geldik. "Peki. Tavsiyeni dikkate ala­
rak merhamet göstereceğim. Yakında onların kraliçesi olacağı­
nı düşünürsek bu kararı vermene izin vereceğim.”
Sözleri kafamı karıştırdı. Kraliçeleri mi? Ben mi?
Muhafızlara seslendi. “Onları sorgulanmak üzere zindana
götürün. Bu gece günbatımında onları serbest bırakın ve görev
yerlerine dönmelerine izin verin.” .
Mahkûmlar rahatlamayla iç geçirdikten sonra muhafızlarla
birlikte odadan ayrıldılar. Odadaki gerginlik azalmıştı. Halâ
Aspen’in yanında durmaya devam ediyordum. “Kraliçeleri der­
ken ne demek istediniz?” diye sordum sonunda.
Dudaklarına yerleşen sinsi sırıtış midemi bulandırdı. Ne
söyleyeceğini biliyordum. “Karım olacaksın.”

177
Bölüm 21

ayır!” diye bağırdık Cobalt’la aynı anda.


Aspen bağırışımızdan hiç rahatsız olmamış gibi
bir elinde çatalı yemeğine döndü. Birkaç ısırık
aldıktan sonra, “Korisey anlaşmanın geçerliliğini koruması için
en İyi çözümün bu olduğunu düşünüyor. Her şeye rağmen bir
nikâh kıyılmak,” dedi.
“O zaman Evelyn benimle evlenebilir,” dedi Cobalt. “Anlaş­
mada evliliğin kiminle yapılması gerektiği belirtilmiyor, sadece
ev sahibi saraydan bir periyle yapılması gerektiği koşulu var.”
Aspen öfkeli bir bakışla kardeşini süzdü. “Yine de kral be­
nim. Bu sebeple kiminle evleneceğine ben karar veririm.”
Cobalt’m omuzları çöktü. Bağırmasını bekliyordum. Bu­
nun yerine hayal kırıklığına uğramış bir hırıltı çıkardıktan
sonra hışımla odayı terk etti.
“Yine istediğini elde etmeyi başardın.” Sesim kısık ve kes­
kindi. “Yeni bir müstakbel eş. Bekleyen yeni bir kurban. Beni
cezalandırmanın başka bir yolu.”
Çatalını masaya fırlattığında tabağına çarptı. “Seni cezalan­
dırmak isteseydim seninle evlenmezdim. İstediğin bu mu? An­
laşmanın geçersiz olması mı? Adada şiddetli bir savaşın patlak
vermesi mi? Sevdiğin herkesin ölmesi mi?”
“Bunun yerine Cobalt’la evlenmeme izin verebilirsin. Böy-
lece anlaşma geçerliliğini korur.”

178
1

Peri Kralı’nm Kalbi

“Buna izin verebilirim,” dedi kibirli bir ifadeyle, “ama ver­


meyeceğim.
Parmaklarım yumruk halini aldı ve tırnaklarım avuç içleri­
me battı. “Sırf kral olduğun için beni kendine hak göremezsin.
Ben sahip olunacak bir mal değilim.”
Sanki imkânsız davranan benmişim gibi gözlerini kapayıp
inleyerek şakaklarını ovuşturmaya başladı. Dişlerini sıkarak
gergince konuştu. “Savaşın en kötü senaryo olmadığım düşün­
meye başlıyorum. Yaptığım tek şey adanın güvenliğini sağla­
mak ancak her seferinde ihanetle ödüllendiriliyorum.”
“İhanet mi? Sen aklını kaçırmışsın! Kimse sana ihanet et­
meye çalışmıyor. Birazcık aklın olsaydı ada için asıl tehdidin
kendin olduğunu çoktan görmüş olurdun.”
Gözlerini devirdi. “Benim hakkımdaki düşüncelerin umu­
rumda değil. Seçim senin. Ya benimle evlenirsin ya da Fair
Adası savaşa girer. Savaş çıkıp çıkmayacağını umursamaktan
yoruldum. Ne olacaksa olsun.”
İçime bir öfke akın edip uzuvlarımın titremesine neden
oldu. “Senden nefret ediyorum.”
Yüzündeki ifade kızgınlık ve sinsi bir gülümseme karışımıy­
dı. “Bu nefret, halkının iyiliği için benimle evlenmeyi düşüne­
meyecek kadar büyük mü?”
Ona doğru eğildim. “Nefretim o kadar büyük ki, beni ya­
tağına almaya kalktığın an kalbini oyacağım. Seninle evleneceT
ğim. Sözleşmeyi imzalayacağım. Ama salan soğuk müttefikler­
den başka bir şey olacağımızı düşünme.”
Yüzünü yüzüme yaklaştırırken ifadesi hiç değişmedi. “Yani
teklifimi kabul ediyorsun?”
Bakışlarımın dudaklarına kaymasından, tenimden yayı­
lan öfkenin tadını çıkarıyormuşçasına dilini altdudağında

179
Tessonja Odette

gezdirmesinden nefret ediyordum. Ona bağırmak, gözleri üze­


rimde gezinip beni kendinin kılarken kibirli ifadesini bir to­
katla silmek istedim.
Asla onun olmayacaktım.
Biraz çaba sarf ederek masadan geri çekilip ondan uzaklaş­
tım. Ona arkamı döndüğümde bile yakıcı bakışlarını hissede­
biliyordum.
* * *

Yemek odasının dışındaki koridorun serinliği iyi geldi. Şu


ana kadar vücudumun ne kadar ısındığını fark etmemiştim.
Boynumdan aşağı terler süzülüyor, alnımda benek benek bi­
rikiyorlardı. Nereye gittiğimi tam bilmeden hızlandım. Tek
düşüncem Aspen’den kaçmak, sözlerini unutup yüzünü zih­
nimden silip atmaktı.
Koridorun gölgelerinden bana doğru uzanan bir çift kolu
fark etmemiştim bile. Ancak ciyaklayarak geriye sıçradığımda ve
hançerimi çektiğimde onun Cobalt olduğunu fark edebildim.
“Seni korkutmak istememiştim,” dedi bakışlarını benden
hançere kaydırıp avuçlarını teslimiyetle öne doğru uzatırken.
“Sorun değil,” dedim ve ağır ağır iç çekip hançerimi eteği­
min altındaki kınına yerleştirdim. “Burada ne işin var?”
“Sakinleşmek için çıktım ve seni beklemeye karar verdim,
özel konuşmamız gerekiyor.”
Başımla onaylayınca elimi tuttu. Beni bir odaya çekip kapı­
yı arkamızdan kapayana kadar koridordan aşağı hızla ilerledik.
Girdiğimiz oda küçüktü ve perdeleri kapalıydı, gölgeler dışın­
da birkaç mobilya seçebiliyordum.
“Burası kullanılmayan bir salon,” diye açıkladı Cobalt. “Es­
kiden annemindi. Hiçbir şeyin üzerine oturma. Yıllardır te­
mizlenmedi.”

180
Peri Kralı’nın Kalbi

Söylediklerini dikkate aldım ve kapının yanında durmaya


devam ettik. "Benimle ne hakkında konuşmak istiyordun?”
Ellerimi ellerinin arasına aldı. Gözlerime baktığında yüzü
düştü. “Tüm bu olanlar için çok üzgünüm. Şu anda nasıl his­
settiğini hayal dahi edemiyorum.”
Aspen’le aramızda geçen konuşmanın ardından kendimi
uyuşmuş hissediyordum. “Tüm yaşananları sindirmek için ye­
terli zamanım olduğunu düşünmüyorum. Ne hissedeceğimi ya
da ne yapacağımı bilmiyorum.”
“Bunu gerçekten yaptığına hâlâ inanamıyorum. Ama ne­
den böyle yaptığını çok iyi biliyorum. Benim yanımda zayıf
görünme fikrine, anlaşmayı evlilikle güvence altına alacak
kişi olmamın bana sağlayacağı avantaja tahammül edemiyor.”
Ellerimi sıkarken ifadesi acı doluydu. “Seni benden alamaya­
cak.”
“Görünüşe göre istediği her şeyi yapabilir,” dedim soğuk ve
acı bir sesle.
Ellerini omzuma götürerek beni kendine yaklaştırdı. Avuç­
larının serinliği elbisemin kumaşından hissedebiliyordum. Se­
sini alçalttı. “İlk hamle bizden gelirse her şey değişir.”
“Bu da ne anlama geliyor? Ne yapabiliriz ki?”
“Buradan birlikte ayrılabiliriz,” dedi sesinde yeni filizlenen
bir heyecanla. “Eşleşme törenini gerçekleştirdikten sonra gizli­
ce evleniriz. Evliliğimiz anlaşmanın bozulmamasını sağlar.”
“Ama abin,” diye itiraz ettim. “Böyle bir ihanetten sonra
yaşamamıza asla izin vermez.”
“Onunla savaşabiliriz. Ona karşı gelecek müttefik bulma
konusunda herhangi bir sıkıntı çekmeyiz. Konseyin düşünce­
lerini sana zaten söyledim. Bu şekilde davranmaya devam ettiği
müddetçe onu tahtta istemiyorlar.”

181
Tessonja Odette

Bir an için bu hayalin beni ele geçirmesine, fikrin zihnimde


canlanmasına izin verdim. Cobalt’la kaçtığımızı, Aspen’e kafa
tuttuğumuzu, konseyin tahtı altından çekip alışına şahit oldu­
ğumuzu hayal ettim. Cobalt tarafından yönetilen nazik, kibar
ve adil bir saray düşledim. Kararlı doğasının hem onun halkına
hem benimkine getireceği barışı düşledim. Bu güzel bir hayaldi
ama yalnızca bundan ibaret olduğunu biliyordüm. Sadece bir
hayal. Cobalt müttefik toplayabilirdi, ama bu esnada ölmeden
Aspen’i yenmeye yeter miydi? Pekİ ben ne olacaktım? Savaşacak
gücüm kalmamıştı. Amelie’ye olanlardan sonra savaşamazdım.
Aspen’le aramızda geçen nefret dolu sözlerden sonra olmazdı.
“Olmaz,” dedim fısıltıdan ibaret bir sesle. Ellerimi yavaşça
onunkilerin üzerine koyarak omuzlarımdan indirdim. Ellerini
bırakıp bir adım geri çekilmeden önce serinliklerinin tadını çı­
kararak parmaklarını hafifçe sıktım. “Seni tehlikeye atamam.”
“Tehlikede olup olmamak umurumda değil. Umursadığım
tek şey seni korumak.”
Ona hüzünlü bir gülümsemeyle karşılık verdikten sonra be­
limdeki hançeri okşadım. “Ben savunmasız değilim.”
“Ama ben seni önemsiyorum.”
Boğazım düğümlendi. “Eğer ki bu hislerimiz karşılıklıysa
yapabileceğimiz en iyi şey birbirimizi Aspen’in gazabından ko­
rumak olacaktır. Sen bu riski göz ardı ediyor olabilirsin ama
ben etmiyorum. Aspen sana zarar vermeye çalışırsa bunun­
la yaşayamam. Hatta,” sırtımı kapıya yaslayana kadar ondan
uzaklaşmaya devam ettim, “bu yalnız son görüşmemiz olacak.
Aspen’in senden şüphelenmesine neden olacak hiçbir şey yap­
mayacağım. Hizmetkarlara az kalsın yapacağı şeyi gördün.”
Omuzları çöktü, ayaklarına baktı., Başını kaldırdığında yüz
ifadesi kalbimi parçaladı. “İstediğin gerçekten bu mu?”

182
Peri Kralının Kalbi

Başımla onaylayarak kapı koluna uzandım.


“Hislerim değişmeyecek.” Son kelimede sesi çatallandı.
“Onun karısı olsan bile seni korumak için elimden ne geliyor­
sa yapacağım.”
"Teşekkür ederim,” diyerek kapıyı açtım. Koridora adım at­
mak üzereyken Cobalt beni tek kelimesiyle durdurdu.
“Bekle.”
Gözlerimiz birbirine kilitlenirken aramızdaki mesafeyi ka­
padı ve yüzümü ellerinin arasına aldı. Dudaklarım dudakları­
ma bastırarak sert bir Öpücük kondurdu. Her şey o kadar hızlı
oldu ki zevk almak bir yana ne olduğunu anlamakta zorlan­
dım. Hareket edemeyecek kadar sersemlemiştİm. Amelie ol­
saydım kollarımı beline dolar, onu kendime çeker, öpücüğün
daha da ateşli bir hal alması için dudaklarımı aralardım.
Ama ben Amelie değildim.
Ablam hakkında zihnime akın eden düşünceler alevlene­
bilecek herhangi bir tutkuyu söndürdü, omuzlarım kaskatı
kesilmişti. Cobalt bunu anlamış olmalıydı çünkü nazikçe geri
çekildi. “Özür dilerim,” dedi. “Bunu bir kez olsun yapmak zo­
rundaydım.”
“Be-ben yaptığın için mutluyum.” Bu, deneyimleyebileceğim
ilk ve son öpücük olabilir, diye düşündüm.
“Ayrıca... söylemem gereken bir şey var. Eşleşme töreniyle
alakalı.”
Gözlerine yerleşen endişe vücudumdan bir ürpertinin geç­
mesine neden oldu. “Neymiş o?”
“Aspen eşleşme törenini hâlâ önceden planladığı gibi ger­
çekleştirmeyi planlıyor ve bu tören dört gün içinde yapılacak.
Sonrasındaysa bir peri ayinine katılmanız beklenecek. Bu ayine
katılmayı reddetmek zorundasın.”

183
Tessonja Odette

Biz seksten bahsederek konuyu saptırmadan önce FoxgIo-


ve’un gizemli ayin hakkında anlattıklarını hatırladım. Nasıl bir
şey olduğunu hâlâ bilmediğimi fark ettim. “Neden?” diye sor­
dum kaşlarımı çatarak.
“Çünkü bu abime gerçek adını vermek anlamına gelir.” '
Gerçek adım. Kutsal ayin bununla ilgili miydi? Kanım don­
muştu.
Sıradan bir etki altına almanın Amelie’ye yaptıklarını gör­
müştüm ama bu, bir perinin gerçek adınızı bildiğinde yapa­
bileceklerinin yanında hiçbir şeydi. Bay Meeks perilerin uzun
süreli göz teması sırasında salgıladıkları hormonun biyolo­
jik olarak verdikleri kasıtsız bir tepki olduğunu söylerdi. Bu
hormonu kaşıdı olarak ve yoğun miktarlarda salgılamalarını
engelleyen tek şeyin peri gelenekleri olduğu varsayılıyordu.
Gerçek adın kendisi anlamsızdı. Söylenecek gizli bir isim ya da
söylenecek bir ilahi yoktu. Bu sadece samimi olduğunuzu gös-
. terirdi ki bu da periler için size istedikleri her şeyi yapabilecek­
leri anlamına geliyordu.
Aspen gerçek adımı bilseydi kendi özgür iradem dışında
onun kontrolünde olurdum. Bu düşünceyle birlikte midem
çalkalandı.
“Bunu yapmayacağına söz ver.”
“İnan bana, engel olmak için elimden geleni yapacağım.”
Uğrunda can vermem gerekse bile, diye eklemedim. Beni oya­
layacak başka bir şey söylemesine fırsat vermeden kapıyı açıp
koridora çıktım. Odama döndüğümde düşünebildiğim tek şey
Cobalt’ı reddettiğimdeki yıkılmış ifadesiydi. Ancak başka bir
seçeneğim yoktu. Aksi halde Aspen in gazabından kurtulma­
mız imkânsız olurdu.
Onu ve Eisleigh’yi korumalıydım.
Bir canavarla evlenmeliydim.

184
Bölüm 22

T
örene kadar günleri uyuşmuş bir farkındalıkla
saydım; sersem bir halde hareket ediyor, rutinleri
aklımı vermeden yerine getiriyordum. Çamurda
güçlükle ilerlemek gibiydi, her gün atlatılması gereken bir mü­
cadeleydi. Çoğu zaman mantığıma kulak vererek duygularımı
kapamaya çalışıyordum. Yemek ye. Nefes al. Söyleneni yap,
Dört.
Lorelei’la kıyafet provalarına tahammül ediyor, Foxglove’un
törenin ardından düzenlenecek ziyafette sunulacak yiyeceklerle
ilgili sorularına yarım ağız cevap veriyordum. Bana Kralla yap­
mam gereken tuhaf bir dansın adımlarını öğretiyordu. Öğre­
niyordum, ezberliyordum ama buna rağmen orada değilmişim
gibi hissediyordum.
ÜÇ-
Foxglove maskelerle kurdeleler hakkında bir şeyler söylü­
yordu. Başımı sallayarak onayladım ama kurdeleler bana sa­
dece Amelie’yi hatırlatıyordu. O tatlı kurdelelere bayılırdı. Bir
süre pencereden dışarıyı izlemek için ona arkamı döndüm. O
gece rüyamda deniz suyunun ciğerlerime dolduğunu, ablamın
mercan mağaralarına doğru sürüklenirken bana seslendiğini
gördüm.
İki.
Uyandığında acımı dinmeye zorlayarak sakinlik maskemi
taktım. Amelie’yi aklımdan çıkarmaya çalıştım. Daha fazla

185
Tessonja Odette

kıyafet provası. Daha fazla maske ve kurdele. Dans için bir ders
daha. •
Bir.
O gün geldiğinde aynamdaki yabancıyı inceledim. Yüz
benim yüzümdü ama dudakları koyu bordoya boyanmışken
yanaklarına pembe bir allık sürülmüştü. Gözkapaklarıyla alt
kirpikleri kahverengi ve sarıyla karıştırılmış bir kızıl-altın ren­
giydi. Makyaj, altında yattığını bildiğim koyu renkli halkaları
gizliyor ve son zamanlardaki solgunluğumu örtüyordu.
Bakışlarımı elbisemin üzerinde gezdirdim; beyaz İncilerle
süslenmiş, örümcek ipeğinden yapılmış soluk mavi dökümlü
bir elbiseydi. Eteğini kaplayan transparan kumaş aynı soluk
-mavi renkte ipek yapraklarla işlenmişti ve her hareketimde dal­
galanıyordu. Yüzümle elbisemdeki renkler berrak bir gökten
düşen sonbahar yapraklarım hatırlatıyordu. Bu birinin hayalle­
rinin elbisesi olabilirdi. Benim içinse sadece bir kâbustu.
Fazlasıyla gelinliği hatırlatıyordu.
Eşleşme töreninin gerçek bir düğün olmadığının bilincin­
de olsam da midem bulanıyordu. Foxglove’un anlattıklarına
göre eşleşme töreni Âspen’le bir çift -eş- olduğumuzu ilan et­
menin yoluydu. İttifakı güvence altına almanın ilk adımı. Son
adımsa düğüniimüzdü. Ona da iki haftadan biraz uzun bir
süre vardı.
Titredim.
“Harika görünüyorsun,” dedi Foxglove kumral saçlarımdan
kaçmış bir tutamı yerine yerleştirirken.
“Bence de,” dedi Lorelei. “Sonbahar Sarayı Kraliçesi oldu­
ğuna en ufak bir şüphe yok.”
Dudaklarından dökülen sözler içimin ürpermesine neden
oldu. Kraliçe. Evlendikten sonra kraliçe olacağım fikrine hâlâ
alışamamıştım.

186
Peri Kralının Kalbi

“Son rötuşlar. Foxglove makyaj masamdaki özenle hazır­


lanmış bir maskeye uzandı ve gözlerimin üzerine gelecek şe­
kilde bağlamak için arkama geçti. Maske yalnızca yüzümün
burnumdan yukarısını kapatıyordu ama üstündeki süslemeler
maskenin olduğundan büyük görünmesini sağlıyor, başımın
üzerinde kızılgerdan tüyleri ve altın yapraklardan bir hale yara­
tıyordu. Maske bronzdandı, zarif helezonik desenlerle oyulmuş
ve incilerle süslenmişti.
Ardından Foxglove bir avuç dolusu uzun kurdeleyi tutarken
kollarımı kaldırmamı işaret etti. Törenin kurdele kısmını daha
önce açıklamıştı ama onu yarım yamalak dinlemiştim. Her
elementi temsil eden bir kurdeleden ve onları birbirlerinden
nasıl çözmemiz gerektiğinden bahsetmişti. Foxglove kırmızı
renkli ilk kurdeleyi kalçama, sarı kurdeleyi belime, yeşil kurde­
leyi göğsüme ve mavi kurdeleyi başımla maskeme bağladı. Son
kurdelenin fiyongu alnımdan sarkarak hafifçe görüş alanıma
girdi.
“işte,” dedi Foxglove eserine hayranlıkla bakarak. O mem­
nun görünüyordu ama ben yansımama baktığımda kendimi
süslü bir hediye paketi gibi hissediyordum.
“Vakit geldi,” dedi odamın diğer tarafından bir ses. Cobalt
kapı aralığında duruyordu. Sıradan mavi bir maske takmış,
dudaklarını sımsıkı bir çizgi halinde birbirine bastırmıştı. Göz
göze geldiğimizde kalbime bir sızı saplandı ve bakışlarımı ka­
çırdım. Pişmanlıklara yoğunlaşamazdım. Keşkeler yoktu. “Ha­
zır mısın?” diye sordu.
“Sanırım,” dedim duygularımı sesime yansıtmamaya çalışa­
rak. Ne seviniyormuş gibi yapmak ne de üzüldüğümü belli et­
mek istiyordum. Sakin olacaktım. Soğukkanlı davranacaktım.

187
Tessonja Odette

Cobalt odama girdi ve benimle aynanın önünde buluştu.


“Sana eşlik edeceğim,” dedi kolunu uzatarak.
Tereddüt ettim, onunla yürümenin akıllıca olup olmayaca­
ğını merale ediyordum. Yine de Aspen beni almaya gelmediyse
belki de önemsemiyordu. Üzerine çok düşünmeden elimi ko­
luna attım ve odamdan çıktık. Koridorlar bomboş ve sessizdi,
hizmetkârlarla muhafızların çoğu sarayın üst katlarında, töre­
nin yapılacağı üst balkonun yakınında toplanmıştı.
Cobalt’la koridorlarda ilerleyip merdivenleri çıkarken Foxg-
love’la Lorelei arkamızdan geliyordu. Resmi yemek salonuna
giden sahanlığı geçtikten sonra bir dizi basamaktan daha çık­
tık. Çok geçmeden kulağımı sesler doldurmaya başladı. Parlak
bir göğe çıkan son merdivenin dibinde durduk.
“Seni burada bırakacağım,” dedi Cobalt bana doğru eğile­
rek. Küçük bir öpücük kondurabileceğini düşünerek ür
ama o kulağıma fısıldadı. “Sana söylediklerimi hatırlıyor mu­
sun? Peri ritüeli hakkında?”
Nasıl unutabilirdim ki? “Evet.”
“Yapmayacaksın, değil mi?”
Tek kaşımı kaldırdım. “Oradan bakınca deliye mi benziyo-
rum?
“Eh, abimin eşi olmak üzeresin.”
“Hakkın var.”
Üzerime düşen bir gölge dikkatimi merdivenin başına çek­
ti. Masmavi gökyüzüyle keskin bir tezat oluşturan bir siluet
gördüm: uzun boylu, zayıf ve boynuzlu. Aspen in yüz hatları
gölgelere gizlenmiş olsa bile aksi aksi baktığını biliyordum. Asıl
soru, bu bakışları bana mıydı yoksa kardeşine mi?
Cobalt neredeyse sıçrayarak yanımdan uzaklaştı ve merdi­
venleri çıkmaya başladı. Abisinin yanma vardığında yüz yüze
geldiler. Cobalt önüne dönüp de görüş alanından çıkana kadar
aralarındaki gerginliği hissedebiliyordum.

188
Peri Krah’nın Kalbi

Aspen bana dönerek elini uzattı, sanki karanlığın kendisi


tarafından çağrılıyor gibiydim.
“Hadi,” dedi Foxglove omzuma nazikçe dokunarak.
Titrek adımlarla merdivenleri çıkarken başımı dik tutmak
İçin elimden geleni yaptım. Loş merdivenden yukarıdaki bal­
konun açık havasına geçtiğimde anlık bir körlük yaşadım.
Gözlerim ışığa alıştığında bakışlarımı önümdeki geniş podyu­
ma çevirdim. Zemini pürüzsüz sitrinden yapılmış, çevresi altın
parmaklıklarla kapatılmıştı. En uçtaki yükseltilmiş platformun
üzerine tahta benzeyen iki sandalye yerleştirilmişti ve durdu­
ğum noktadan oraya kadar bronz renkli ipek bir halı uzanıyor­
du. Bu halının her iki yanına yaklaşık bir düzine yabancı peri
dizilmişti. Balkon sarayın en yüksek kulelerinden birinin zirve­
sinden yer aldığından etrafımızı yalnızca açık gökyüzü çevreli­
yordu ve yerini kırmızı, altın ve kahverenginin çeşitli tonlarına
boyanmış uzak tepelerin manzarasına bırakıyordu. Aşağıda
azgın dalgaların ve çığlık aran martıların sesi yankılanıyordu.
Buraya ilk kez gelmiştim ve çok güzel olduğunu itiraf et­
meliydim. Bir anlığına, karşımdaki peri erkeğini unutturmaya
yetmişti.
Bu anın parçalanması için gereken tek şey bir nefesti.
Bana elini uzatmış olan Asperiin yakıcı bakışlarının ruhuma
işlediğini hissediyordum. Gözlerimi ona çevirip yapraklar ve
kuzgun tüyleriyle kaplı kırmızı ve altın rengi pelerininin al­
tındaki bronz rengi zarif takım elbisesini inceledim. Yakutlar­
la süslenmiş, akçaağaç yaprakları şeklindeki altın tacı kıvrımlı
boynuzlarının arasındaydı ancak tüylü maskesi hafifçe giz­
liyordu. Aynı maskeyi takmıştık ve vücudunun etrafı­
na aynı dört kurdele bağlanmıştı. Bir yanım kurdelelerin
Aspenin asil duruşu ve şık kıyafetleriyle ne kadar komik

189
Tessonja Odette

göründüğüne kahkahalarla gülmek istiyordu. Fakat kahkaha


atmanın sırası değildi.
Sertçe yutkunduktan sonra elini tuttum ve yanındaki yeri­
mi almak için merdiveni çıkarken bana yardımcı olmasına izin
verdim. “Çok güzel görünüyorsun.” Bunu o kadar kısık sesle
söylemişti İd onu doğru duyup duymadığımdan bir an emin
olamadım.
“Anlamsız bir iltifat,” diye mırıldandım dişlerimi sıkarak.
Hafifçe homurdanarak beni ileri doğru götürdü. Foxglo-
ve’un hazırlıklarımız sırasında bana söylediklerini hatırlamaya
çalıştım. Önce Kral’la el ele balkonun diğer ucuna yürü.
İlk adımımızı attığımızda arpın sesi havada süzülmeye baş­
ladı. Bir sonraki adımımızda arpa alçak bir davul ritmi eşlik
etmeye başladı. Müziğin kaynağını ararken platformun dibin­
de devasa bir arp çalan periyle karşılaştım. Perinin kadınsı, in­
sana benzer bir üst bedeni ve uzun, balığı andıran bir kuyruğu
vardı. Herhalde bir sirendi. Onun yanında ahşap bir davula
vuran, köseleyi andıran bir cildi ve uzun, yeşil saçları olan şiş­
man bir peri oturuyordu. Attığımız her adımda müzik gitgide
yükseliyor, perilerin arasından ilerlerken ayaklarımın altındaki
zemin gümbürdüyordu.
Dikkatim ince işçilikli elbiseler ve gözalıcı takımlar giymiş
bu yabancı figürlere kaydı. Bunlar Foxglove’un hazırlıkları­
mız sırasında anlattığı elçiler olmalıydı. Bugünkü tören için
her saraydan bir elçinin hazır bulunacağını söylemişti. Her ne
kadar hiçbiri Aspen le benimki kadar süslü olmasa da hepsi­
nin yüzünde maske vardı. Yanlarından geçerken delici bakış­
larını bana yöneltmişlerdi. Bakışlarımı önümde tutmak için
elimden geleni yapıyordum. Balkonun diğer ucuna ulaşana ve
tanıdık bir yüzle karşılaşana kadar soğukkanlılığımı korumayı

190

J
Peri Kralının Kalbi

başardım. Bir iman yüzü. Sableton’ın papazı yanından geçer­


ken bana başıyla selam verdi, kasvetli siyah cübbesi ve maskesiz
yüzüyle buraya ait değilmiş gibi görünüyordu. Foxglove bu­
gün burada bir insanın bulunacağını ve yaptıklarımızı Eisleigh
konseyine aktaracağını söylemiş olsa da gelmiş olmasına şaşır­
mıştım. Gelecek kişinin tanıdığım biri olabileceği ihtimalini
hiç düşünmemiştim.
Platformun tabanına ve tahtlara ulaştığımızda durduk ve
ardından tekrar seyircilerimize döndük. Müzik yavaş yavaş
kesildi. Sırada ne olduğunu hatırladıkça nefesim daralıyordu.
Tüm gözler üzerİmizdeydi, hazırlık sürecinde daha dikkat ke­
silmediğim İçin ani bir pişmanlığa kapıldım. Bu tören benim
için bir anlam ifade etmiyor olabilirdi ama bu, yabancıların
önünde aptal gibi görünmek istediğim anlamına gelmiyordu,
özellikle de Sableton ın papazı buradayken. Zihnimdeki pusu
dağıtmak için birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım. Aspen hâlâ
elimi tutuyordu, avucumun onunkinin içinde terlediğini his­
sediyordum.
“Hazır mısın?” diye fısıldadı.
“Hayır.”
Göz ucuyla sırıttığını gördüm. Tek kelime etmeden elleri­
mizi kaldırdığında müzik yeniden çalmaya başladı. Bu seferki
ritim daha tok ve ağırdı, arp daha yavaş ve duygusal bir melodi
çalıyordu. İçimi bir korku kapladı.
Doğru ya. Aptal dans vakti gelmişti.
Periler etrafımızda yarım daire oluşturacak şekilde yer
değiştirdi. Aspen elimi bırakarak bir adım uzaklaştı. Onun
adımlarını taklit ettim ve birkaç gündür Foxglove’la yaptığımız
dersleri hatırladım. Birbirimize doğru bir adım daha attığımız­
da ellerimiz birbirine değdi ve ardından bir kez daha ayrıldık.

191
Tessonja Odette

Bu sefer yeniden yaklaştığımızda Aspen kalçamdaki kırınızı


kurdeleye uzandı. O, kurdelenin bir ucunu çekerken dokunu­
şundan irkilip kaçmamak için kendimi zor tutuyordum. “Se­
nin içindeki dünya benim içimdeki dünyadır,” dedi ve kurdele
kalçamdan düştü.
Uzaklaştık. Birbirimize geri döndük. Bu sefer kurdeleyi
çözme görevi bendeydi. Senin içindeki dünya benim İçimde­
ki dünyadır,” diye mırıldandım kurdeleyi kalçasından düşene
kadar çekerken.
El ele yana doğru bir adım attık, sonra tekrar yüz yüze gel­
dik. Belimdeki sarı kurdeleyi tuttu. “Senin içindeki ateş benim
içimdeki ateştir.”
Sıra yine bendeydi. Müzik nabzımla eşzamanlı gümbürdü­
yordu ve bir şekilde hareketlerimle ritmi tutturmayı başarıyor­
dum. Sarı kurdelenin ucunu tutarak sözlerini tekrarladım.
Sırt sırta vererek döndük. Yana doğru bir adım attık. Yü­
zümüzü birbirimize döndük. Aspen alnımın üzerinden sarkan
mavi kurdeleye dokundu. “Senin içindeki hava benim içimde­
ki havadır.”
Dön. Adım at. Dön. Tekrarla. Dansın sonuna yaklaşırken
nefes alıp verişim ağırlaşmıştı. Bir adım İleri, bir adım geri.
Yana doğru bir adım ve dön. Yana doğru bir adım ve dön.
Birbirimize baktık ve Aspen göğsümdeki yeşil kurdeleye
uzandı. “Senin içindeki su benim içimdeki sudur.”
Tekrarla. “Senin içindeki su benim içimdeki sudur.” Keli­
melerim nefes nefese çıktı. Dansa harcadığım efordan mıyd£?
Yoksa gerginlikten miydi? Ya da bir sonraki adımın korkunç­
luğundan mıydı?
Sağ kolunu yana doğru kaldırdı, tüm kurdeleler yumru­
ğunun içindeydi. Ben de aynısını yaptım. Diğer elini belime
koyup beni kendine çekti. Hareketlerini taklit ederken kolum
titriyordu. Dönüp salınıyor, dönüp salınıyorduk. Foxglove>

192
Peri Kralının Kalbi

öpenden kurdeleleri almak için bir adım öne çıktı. Benım-


Jcileri Lorelei aldı. Ardından arkamıza geçip maskelerimizi çı­
kardılar. Maskeden kurtulmak bana kendimi şaşırtıcı derecede
çıplak hissettirmiş, keşke tekrar takabilsem diye düşünmeme
pedeıı olmuştu.
Durakladık. Ancak müzik hız kesmeden devam ediyordu.
Davulun ritmini iliklerimde hissediyordum, arpın melodisi hızla
kanımda dolaşıyordu. Baş döndürücü, korkutucu ve canlandın-
çıvdı. Birbirimizi bıraktık ve avuçlarımızı birbirine bastırdık, be­
denlerimiz birbirinden uzaklaşmadı. Lorelei’la Foxglove iki ya­
nımızda durmuş, kurdeleleri birleştirdiğimiz ellerimizin etrafına
bağlıyordu. Başımı kaldırdım ve dansa başladığımızdan beri ilk
kez Aspen’'in gözlerini buldum, delici bakışlarına öfkeyle karşılık
verdim. Bundan sonra olacakları biliyordum.
Ben kendimi hazırlayamadan Aspen eğilerek dudaklarını
dudaklarıma bastırdı. Kanımda gürül gürül bir yangın patlak
verdi. Onu itmek istiyordum ancak ellerimiz bağlı olduğu için
gözlerimi kapayıp kendime her şeyin çok yakında biteceğini
hatırlatmaktan başka yapacak bir şeyim yoktu. Ayrıca saçma
peri geleneğine göre kurdeleler ellerimizden çözülene kadar
Öpüşmeyi sürdürmemiz gerekiyordu. Aspen le dudaklarımızı
birbirine bastırmış, öylece dururken sonsuzluk geçmiş gibi gel­
di. Foxglove’la Lorelei’ın bizi çözmeleri daha ne kadar sürecek­
ti merak ediyordum.
Aspen’in dudakları seğirdiğinde bir an için dudaklarını er­
ken çekeceğini düşündüm. Ama geri çekilmek yerine daha da
yaklaştı, dudaklarını hafifçe araladı ve öpücüğü bir adım öteye
taşıdı. İçimdeki öfkenin büyüdüğünü hissetsem de kendimi
bit an dudaklarına ve gövdesinin memelerime bastırışına daha
da eğilirken buldum. Etrafımızı saran müzik öpücüğümüzü

193
Tessonja Odette

. • ••.“«mrmus fftbiydi. Aspen in dudakları bir kez


kendimi aynı şeyi yaparken buldum . Dilini
benimkine sürtündü. İçimdeki bir şey kükredi ve öfkemin yeni
bir boyuta m . u la ş t ım yoksa yan.p küllerinden başka b,r şeye
mi dönüştüğünü bilmiyordum.
Üzerine daha fazla kafa yoramadan öpüşmemiz sona erdi ve
Aspen şaşkın bir i&deyle doğruldu. Dudaklarımdan onunki­
lere akan öfkeyi hissetmiş miydi? Yoksa onu bu kadar şaşıran
başka, bir şey mi vardı?
Bilerin..,!,, serbest kaldığını fhrk etm em iz birkaç dakika
sürdü. Onu bırakıp bir adım uzaklaştım ve öfkeyle baktım.
Bunların hiçbirini kabul ettiğimden değildi ama bu öpücük
razı olduğumdan çok daha fazlasıydı.
Gözlerini benden ayırdı ve tekrar elimi tutarak yumrukları­
mızı havaya kaldırdı.
Seyircilerim iz tarafından çılgınca alkışlandık.

194
Bölüm 23

T
ören sona erdiğinde ziyafet İçin yemek odasına ge-
çiş yapıldı. Tam masanın ortasındaki yerime otur­
mak üzereydim ki Foxgloye yanıma sokuldu. “Artık
yerin orası değil, tatlım, diye fısıldadı ve beni masanın başına,
Aspenin oturduğu yerin tam karşısına yönlendirdi. İkinci şeref
koltuğu. Cobalt’m her zamanki yeri.
“Peki ya Prens?” diye fısıldadım.
“Sen artık kral eşisin,” dedi, “ve müstakbel kraliçesin. Senin
yerin artık burası.”
Kral eşi. O asap bozucu öpücüğü unutmaya çalışırken dişle­
rimi sıktım. Aspen sanki düşüncelerimi okuyabiliyormuş gibi
masanın diğer ucundan başını kaldırıp gözlerime baktı, du­
daklarında çarpık bir gülümseme dans ediyordu. Bakışlarımı
kaçırarak yerime oturdum.
Konuklar sandalyeleri kısa sürede doldurdu. Cobalt karşım­
da abisinin sağına otururken Foxglove’la Lorelei iki yanımda
oturuyordu. Onların burada, yanımda olması beni rahatlatı­
yordu, özellikle bu kadar yabancının arasındayken. Geri kalan
konuklar peri elçileriyle Sableton papazıydı. Sonuncusunun
Cobalt’ın karşısına, Aspen’in yanındaki koltuğa oturduğunu
ördüğümde şaşırdım.
Masa aromatik meyveler, istiridye, menekşe kâseleri ve kat kat
Çikolata tepsileriyle dolup taşıyordu. Kırmızının her tonundan

195
Tessonja Odette

birkaç faildi şarap çeşidi vardı. Her şey çok lüks ve özeldi, şeh-
veti çağrıştırıyordu. Oda bile bu havaya uygun olarak dekore
edilmişti; duvarlar koyu kırmızı halılarla kaplanmış, yerler pe­
lüş kadife yastıklarla döşenmişti. Vazoların hepsi kırmızı zam­
baklarla doluydu.
Bakışlarımı peri elçilerine çevirdim. Yerleşirken neşeyle soh­
bet ediyor, tabaklarını doldurmak için yiyeceklere uzanıyor,
kadehlerini hizmetkârlara uzatıyorlardı. Sadece Aspen’le ben
maskelerimizi çıkardığımız için yüzlerini tam olarak göremi-
yordum ama hepsi oldukça medeni görünüyordu. Birkaç kedi
bıyığı, domuz burnu, sallanan kuyruk ve sivri dişli birkaç ağız
gördüm ancak sarayda daha önce görmediğim sıradışı bir şeyle
karşılaşmadım.
Foxglove’a doğru eğildim. “Tüm peri elçileri iyi huylu mu?”
Başını sallayarak onayladı. “Gözlemlerinde haklısın. Tüm
saraylardan gelen büyükelçiler siyasi bağlantıları ne olursa ol­
sun iyi huyludur. Çünkü zaman zaman insanlarla etkileşime
girmeleri gerekir ve uzun zaman önce kötü huyluların insan
topraklarında iyi elçi olmadığını öğrendik.”
Kötü huylu perilerle bir odada olsaydım nelerin farklı ola­
cağını merak ettim. Kötü huylu kral ve kraliçeler goblin ve trol
müydü? Yoksa kelpie gibi korkunç yaratıklar mı? Durum ne
olursa olsun elçiler sıradışı bir manzara oluşturuyordu. Uzer'
lerindeki elbiseler gözalıcı ve ince işçİlikliydi, tıpkı bir oyunda
giyilen kostümler gibi. Daha erkeksi görünen takım elbiselere
çeşitli renk ve kumaşlardan oluşuyordu, bazılarının omuzlan
vatkalıylcen bazılarının pırıltılı kuyrukları vardı.
Aklımda acı dolu bir düşünce belirdi. Amelie bunu görrnej1
çok isterdi. Boğazım düğümlendi, gözyaşlarınıa engel olmay*
çalışırken ciğerim sıkıştı.

196
Peri Kralının Kalbi

Kendimi kederden uzaklaşmak için dikkatimi yeniden elçi­


lere çevirerek hangi perinin hangi saraya ait olduğunu bulmak
için minik biı oyuna giriştim. Cobalt ın pikniğimiz sırasında
isimlerini söylediği on bir sarayı hatırlamak biraz zaman alsa
da hafızamda yer ettiklerinden emindim.
Mavi tenli, maskesi yosun ve mercandan yapılma bir dişi
peri gördüm — bariz bir Deniz Sarayı perisi. Yaprak yeşili bir
kıyafeti ve başında saç yerine yosun olan koyu kahverengi tenli
erkeğinse Toprak Sarayı’ndan olma ihtimali yüksekti. Onun
yanındaki çift cinsiyetli peri tamamen parıldayan sim parça­
cıklarından ibaretti ki bu da bana Yıldız Sarayı’ndan geldiğini
düşündürüyordu. Bir sonraki periyse parıldayan opallerle be­
nek benek süslenmiş siyah elbisesi ve ay beyazı teniyle Ay Sara­
yı’ndan olmalıydı. Yoksa ikisini karıştırıyor muydum? Kanat­
ları kızılgerdan yumurtası renginde olan fırfırlı pembe elbiseli
peri Bahar olabilirdi. Ya da belki de Rüzgârdı? Hayır, Rüzgâr
sürekli uçuyormuş gibi hareket eden, uçuş uçuş saçları olan
peri olmalıydı. Altın rengi tenleri olan parlak saçlı iki peri Ateş
de olabilirdi Güneş de.
Mantık oyunumun içinde kaybolmuştum; yeşil, turuncu
ve mavinin farklı tonlarındaki açık, kâğıt kadar ince elbisenin
içindeki dişi perinin Yaz Sarayı’ndan olduğundan emin oldu­
ğum esnada adımı duymamla irkildim. Odaya sessizlik çöktü,
öpenin masanın diğer ucuna baktığını gördüm, şarap kadehini
kaldırırken dudaklarını alaycı bir sırıtışla büzmüştü. Tüm gözler
kana kilitlenmiş, beklenti içinde bana bakıyorlaıdı. Papaz dalı i
Aspen’in yanındaki koltuğundan beni izliyordu. Yüzümün kı­
ld ığın ı hissediyordum. Demir aşkına, ne kaçırmıştım.
Kadehini sana kaldırıyor,” diye fısıldadı Foxglove, eşi ola
tak.”

197
Tessonja Odette

Titrek bir elle kadehimi kaldırdım. “Teşekkür ederim.” Se­


sim düz ve tereddütlüydü. Büyükelçilerin çoğu onaylamasına
gülümserken diğerleri yabancı bir nesneyi çözmeye çalışırmış
gibi gözlerini kısmış bana bakıyordu. Yine de hepsi kadehleri­
ne uzandı. Yemek salonu nihayet canlanıp yemeğe odaklandı­
ğında bir kez daha unutuldum.
“İnsan jestini doğru yaptı mı?” diye sordu Foxglove. “Sanı­
rım buna kadeh kaldırma diyorsunuz. Aptalca bir isim ve ol­
dukça yanıltıcı.”
“Evet, neden? Papazı etkilemeye mi çalışıyordu yoksa?”
“Hayır,” diye cevapladı Foxglove. “Senin içindi...”
“Biraz daha şarap?” Hizmetkârlardan biri elindeki şarap sü­
rahisiyle aramıza girdi.
Tam reddetmek üzereydim ki -tek yudum dahi içmemiştim-
hizmetkârı tanıdığımı fark ettim. Taktığı ince altın maskenin al­
tında onu tam olarak göremesem de onun Amelie’nin hoşlanmış
olabileceğinden şüphelendiğim yakışıklı hizmetkâr olduğuna
emindim. Bu düşünce göğsüme bir acının saplanmasına neden
oldu. Bir anlık tereddüdün ardından, “Lütfen,” dedim.
Kadehimi doldurmak için öne eğilirken fısıldadı. “Teşekkür
ederim. Kral elan bize merhamet göstermesini istediğiniz için.”
“ÖnemU değil. Sizi serbest bırakma sözünü yerine getirdi­
ğine sevindim.”
“Elbette getirdi.” Bunu, şüphelerime anlam veremiyormuş
gibi söylemişti.
Ah, bir peri olmak ve bir başkasının verdiği sözü hiç sor­
gulamak zorunda kalmamak. Bense Aspenin hizmetkârları
sorgulandıktan sonra serbest bırakacağına, hele de eski gö­
revlerine dönmelerine izin vereceğine asla inanmamıştım.
Onun sözüne işte bu kadar güveniyordum. Ben başka bir şey

198
Peri Kralının Kalbi

söyleyemeden peri bana gülümsedi ve diğerlerine hizmet et­


mek için masada ilerledi.
“Bir şeyler yiyecek misin?” Lorelei zarif yeşil maskesinin
üzerinden kaşlarını kaldırarak sordu. Sanki son birkaç gündür
yaptığı tek şey buymuş gibi hissediyordum - bana yemek ye­
mem gerektiğini hatırlatmak. Bir kâse tuzu bana doğru itti.
îç çekerek yemeğimi ve şarabımı tuzladıktan sonra yemeği­
min tadını çıkarıyormuş gibi yaptım.
* * *

Görünüşe göre Faenvyvae’de ziyafet dördü şarap olmak üze­


re yedi öğünden oluşuyordu. Yemeğin sonunda yemek odası
kahkahalar, şakalar ve başımı ağrıtan çeşitli seslerle dolup taş­
maya başlamıştı. Tek isteğim biraz sessizlik ve yalnızlıktı..
Foxglove’a doğru eğildim. “Artık gidebilir miyim?”
Sandalyesinde arkaya yaslanıp ayaklarını masaya uzatmış,
başını geriye atarak Lorelei’ın söylediği bir şeye gülüyordu.
Maskesi yüzünde kaymıştı, gözlüğü ise başındaydı. Lorelei
masada karşısında oturuyordu ve hikâyesinin sonunu güçbe-
la getirebilecek gibiydi. Gülüp kıkırdarken omuzları sarsılıyor,
şarabın kadehinden taşmasına neden oluyordu. İkisi de soru­
mu duymamış gibiydi.
Ayağa kalktığımda dikkatlerini ancak çektim. “Ben gidiyo­
rum.”
“Hayır, tatlım,” dedi Foxglove. “Sonunda kadar kalmalısın.”
Ellerimi belime yerleştirdim. “Neden? Bunun anlaşmayı
tamamlamakla herhangi bir İlgisi var mı? Çünkü eğer yoksa
burada işim bitti.”
Lorelei ağırlaşmış gözkapaklarıyla bana baktı. “Sonuna ka­
dar kalman önemli,” dedi, kelimeleri yavaş ve ağzında yuvarla­
yarak telaffuz ediyordu.

199
Tessonja Odette

“Ama neden?”
“Anlaşma için,” dedi Lorelei kadar sarhoş olmayan Foxglo-
ve. “Elçiler buradan Kıal’la birlikte ayrıldığını görmeli ki bir­
likteliğinizden emin olsunlar.”
Kanımın çekildiğini hissettim. “Ama biz henüz evli değiliz.
İnsanlar evlenene kadar birlikte olmazlar.”
Foxglove katıla katıla gülerek başını geriye attı. “Çok ko-
.1 - M
mıkmış.
“Ciddiyim.”
“Tadım, sen artık Kral’ın eşisin. Onu yatağa atmak için ih­
tiyacın olan tek izin bu. Ayrıca, birkaç hafta içinde evlenmiş
olacaksın. Bu konuda suçluluk hissetmene gerek yok.”
Hissettiğim şey suçluluk değildi ama bunu söylemedim. İf­
fet hiçbir zaman hayattaki temel kaygım olmamıştı ama bu
bahanenin Aspen’i en azından bir süre daha uzak tutacağını
umuyordum. Bakışlarım masanın başına kaydı. Pembe elbiseli
pixie masanın üzerinden eğilmiş, kirpiklerini kırpıştırarak As­
pen’e bir şeyler söylüyordu. Aspen sıkkın bir ifadeyle homur­
danarak cevap verirken gözleri benimkilere kilitlendi. Kadının
onunla flört ettiği açıktı ve bu durum tuhaf bir şekilde rahatsız
ediciydi. Bir eşleşme töreninde olduğunun farkında değil miydi?
Kralın ta kendisi için düzenlenen bir törende? Gerçi ben neden
umursuyordum ki? Kadın başka bir şey daha söyledikten son­
ra suratını astı. Aspen kadın yanından uzaklaşırken bakışlarını
benden ayırmadı.
Lorelei pek elimi sürmediğim kadehimi masadan kaldırarak
dikkatimi ona çekti. “Hadi Evelyn, bizimle kutla.”
Bütün bedenimden bir öfke geçti. Kelimelerim öfkeli bir
fısıltıdan ibaretti. “Şimdi kutlama zamanı değil. Ablamı kay­
bettim. Yas tutmanın ne demek olduğunu bilmez misiniz siz?”

200
Peri Kralı’nın Kalbi

Sözlerim iki perinin de bir nebze olsun ayılmasına neden


oldu. Lorelei iki kadehi de masaya bırakırken Foxglove’un du­
dakları aşağıya doğru büküldü.
Gözyaşları dökülmekle tehdit ediyordu ve boğazıma bir
yumru oturmuştu. Etrafımdaki güzel elçiler gülüyor, konu­
şuyor, dans ediyordu. Aralarından birkaçı öpüşmek için hiz­
metkârları kadife yastıklara götürmüştü - belki de yeterince
dikkatli bakmaya cüret edersem öpüşmekten fazlasını yapma­
ya. Pixie bir muhafızın Önünde uçuyor, parmaklarını adamın
bronz göğüs plakasında gezdiriyordu. Deniz Sarayı elçisinin
kucağında kıkırdayan bir hizmetkâr vardı - tatlı, pembe bir
tavşan burnu olan dişi bir peri: Tuttuğum yas çerçevesinde her
şey fazlasıyla cafcaflı görünüyordu. Başından beri bu aptal tö­
rene bütün kalbimle karşı çıkmamış olsam da kutlamaya dahil
olamazdım. Amelie olmadan olmazdı.
Nefesimi tutarak acımı bastırdım. Yıkılamazdım. Şimdi ol­
mazdı. Tüm bu perilerin önünde olmazdı.
“Konuşabilir miyiz?” diye sordu kısık bir erkek sesi.
Papazı yanımda buldum. Büyük ihtimalle etrafımızdaki aşı­
rı şehvet ve ciddiyetsizlikten beti benzi atmıştı. Burada kendini
rahat hissediyor olamazdı. Derin bir nefes aldıktan sonra titrek
bir gülümseme takındım. “Elbette.”
Masadan birkaç adım uzaklaştığında peşinden gittim. Di­
ğerlerinin bizi duyamayacağı bir yere ulaştığımızda konuşmaya
başladı. “Eisleigh’nin İyiliği için yaptığın büyük fedakârlık için
sana teşekkür ederim. Bir yüz yıl daha barış içinde yaşamamızı
güvence altına almış oldun.”
Bu fedakârlığı zorla yaptığımı düşündüğümde ne diyeceği­
mi bilemedim. “Görevim.”
“Buraya geldiğinden beri nasıl bir muameleyle karşılaştın?”

201
Tessonja Odette

Ağzımı açsam da tek kelime edemedim. Ne söyleyebilirdim


ki? Bir kelpienin saldırısına uğradım, ablam öldü, şimdi de ca­
navar bir periyle evlenmeye zorlanıyordum. Ha bir de, evlenece­
ğim canavarın ablamı öldürmüş olabileceğinden şüphelendiğimi
belirtmiş miydim? Tüm bunları söylemek istesem de söyleme­
dim, ağzımdan çıkan her kelimenin konseye iletilip anlaşmayı
geçersiz kılmak için gerecek olarak kullanabileceğini aniden
fark etmiştim. “Beklenilen bir muameleyle karşılaştım,” dedim
sonunda.
“Harika. Konseye ittifakı güvence altına almak için ilk adımı
atağım söyleyeceğimden emin olabilirsin. Düğününüz için dö­
neceğim.” Duraksadı ve bakışlarını odada gezdirdi. “Ablan nere­
de? Onun evlilik ittifakından vazgeçildiğinden haberim var. Bu
karar konseyi şaşırtmış olsa da en azından seninki plana uygun
şekilde ilerleyecek. Yine de burada olmamasına şaşırdım.”
Ağzım açık kaldı. Nasıl haberi olmayabilirdi? “Ablam...”
“İşte buradasın, eşim,” dedi Aspen, papazla arama girerek.
“Buradan ayrılma vaktimiz geldi.”
“Ama...”
Sesini yükselterek salonun geneline hitap etti. “Kutlamamı-
za katıldığınız ve anlaşmanın güvence altına alınmasındaki ilk
adıma şahitlik ettiğiniz için teşekkür ederim. İster kalın ister
saraylarınıza geri dönün, umurumda değil.”
Büyükelçiler kahkahalara boğulsa da Aspen’in oldukça ilgi­
siz ses tonuyla söyledikleri büyük ihtimalle şaka değildi.
Aspen lafına devam etti. “Eşimle yanınızdan ayrılıyoruz.”
Cümlesini tamamladıktan sonra koluma girdi ve beni koridora
doğru çekmeye başladı. Oraya ulaşmadan önce Cobalt’ı gör­
düm ve gözleriyle beni uyardı. Çaktırmadan başımla onayla­
dım. Merak etme. Bundan sonraki adımı biliyorum.

202
Peri Kralının Kalbi

Koridorda bir çift muhafız tarafından iki yandan kuşatıldı­


ğımızda Asperiin tutuşundan kurtuldum. “Papaz, Amelie’nin
başına gelenleri nasıl bilmez?”
Sinirli sinirli homurdandı. “Gel.”
“Hayır, sebebini söyleyene kadar gelmeyeceğim.”
Yüzünde bir gülümseme belirdi ama nazik olmaktan çok
sinsiydi. “Odamız bu tarafta, eşim,” dedi fazla yüksek sesle,
gözleri başımın üzerindeki bir noktaya kaydı.
Arkamı döndüğümde yemek odasının kapısına yaslanmış
bir peri -Deniz Sarayı’ndan geliyordu- tavşan-peri karışımı
eşlikçisi tarafından kulağından öpülüyordu. Başka bir periyse
-ışıltılı olan- bakışlarını koridora çevirmişti.
Artık bir izleyicimizin olduğunu bildiğim için Aspen İn zo­
raki gülümsemesine anlam verebiliyordum. Elini uzattığında
dişlerimi sıkarak elini tuttum.
İki muhafız tarafından kuşatılmış halde koridorlarda ilerler­
ken tek kelime etmedim. İzlendiğime dair ürkütücü his peşimi
bırakmıyordu. Bir merdivenden çıkmaya başladığımızda beni
törenimizi yaptığımız balkona götürüp götürmediğini merak
ettim. Ama bizi oraya götürecek son merdivenin önünde dur­
du ve bizim için kapıları açan başka muhafızlar tarafından ko­
runan süslü bir çift kapıya yöneldi. Aspen kapıları arkamızdan
kapamadan önce beni içeri itti.
“Savaş mı istiyorsun?” diye bağırdı üzerime yürüyerek.
“Anlamadım?”
“Çünkü insanlar ablanın öldüğünü düşünürse olacak tek
şey bu.”
Ellerimi yumruk haline getirdim. “Bana kimsenin gerçeği
bilmediğini mi söylüyorsun? Annem bile mi?”
“Ben tam olarak ne olduğundan emin olaria kadar hiç kim­
se bir şey bilemez.”

203
Tessonja Odette

Aramızdaki mesafeyi kaparken sesimi yükseltip bağırdım.


"Yani cesedini defnedebilmesi için anneme götürmediniz mi?
Cansız bedeniyle ne yapıyorsunuz? Nerede o?”
"Sesini alçalt,” dedi Öfkeyle tıslayarak. “Ben hallediyorum.”
Midem çalkalandı. Bu ne demekti? Tüm bu söyledikleri ne
anlama geliyordu?
Bana sırtını dönerek bir hışım küçük bir masaya gitti. Ora­
daki sürahiden kendine ağzına kadar şarap doldurdu ve tek
yudumda kafasına dikti. O, gözlerini kapamış halde öylece du­
rurken etrafı incelemeye başladım.
Büyük bir yatak odasındaydık, oda ocakta gürül gürül ya­
nan ateş ve duvarlardaki apliklerin üzerindeki küreye benze­
yen ışıklarla aydınlanıyordu. Yatak odanın ortasında duruyor,
tabanı doğrudan zeminden büyüyormuş gibi görünen zarif
köklerden oluşuyordu. Direkleriyse ince, beyaz huşu ağacın-
dandı. Dallar tepede iç içe geçip kırmızı turuncu yapraklarla
bir gölgelik oluştururken battaniyeler bronz rengi sırmalı ipek
kumaştandı.
Etrafımda bir tur dönerek odanın geri kalanını inceledim -
koyu renkli ahşap mobilyalar, pelüş halılar, sonbahar gökyüzü
resmedilmiş kule şeklinde bir tavan vardı. Böyle bir zarafeti,
güzün iç mekanda böyle cisimleştiğini daha önce hiç görme­
miştim. Dönüşümü tamamlayıp esld noktamda durduğumda
yine Aspenle yüz yüze geldim. Onu hazırlıksız yakalamış ol­
malıydım çünkü bana öpüşmemizin ardından yüzünde gördü­
ğüm meraldi ifadeyle bakıyordu.
Ben de kısık gözlerle ona baktım.
Kadehini bıraktı. “Bağlanma ritiielini gerçekleştirmeliyiz.”
Bağlanma ritüeli. Demek adı buydu. Kollarımı göğsümde
kavuşturdum. “Bunu kesinlikle yapmayacağız.”

204
Peri Kralı'nın Kalbi

Yüz ifadesi karardı. “Neden başka bir şey bekledim kİ?” diye
mırıldandı.
“Evet, gerçekten neden? Saçma bir dans yapmış ve buna
tören demiş olabiliriz ama ben senin eşin değilim. Sadece itti­
fak için evleneceğiz. Başka bir anlamı olmayacak, bunu sen de
biliyorsun. Sana adımı bahşedeceğim bir ritüele katılacağıma
gerçekten inanıyor musun?”
“Demek biliyorsun.”
Çenemi kaldırdım. “Daha önce öğrenmeliydim. Sana adı­
mı vermem demek...”
Bana doğru bir adım attığında yüzünden paniğe benzer bir
ifade geçti. “Benim de bunu yapmak istemediğimi hiç düşün­
dün mü? Özellikle de karşılığında sana adımı söylemem gere­
kecekse?”
Şaşırmıştım. Onun da bana adını söylemesi mi gerekiyor­
du? Cobalt ritüelde sadece benim rolümden bahsetmişti. Gerçi
adım bilmem ne işime yarayacaktı? İnsanların perileri bizden
güçlü kılan şeye erişimi yoktu ki.
“Senin türün tarafından defalarca engellendim,” dedi.
“Şimdi de sonum olabilecek tek şeyi vererek sana güvenmek
zorundayım.”
“Eh, öyleyse ritüelden vazgeçmek her iki taraf için de fay­
dalı olacaktır.”
Parmaklarını şakaklarına bastırarak anlaşılmaz bir şeyler
mırıldanmaya başladı. “Peki,” dedi sonunda. “İkimiz de yoru­
cu bir gün geçirdik. Bağlanma ritüelini erteleyeceğiz.”
“İptal edeceğiz,” diye düzelttim.
Aspenin çenesi ileri geri oynattı. “Biraz uyuduktan sonra
bu durumu sabah tekrar değerlendireceğiz.”
“Ben gidiyorum o zaman.” Topuklarımın üzerinde dönerek
kapıya yöneldim.

205
Tessonja Odette

Aspen bana doğru gelerek kapının önüne geçti. “Sen ne


yaptığını sanıyorsun?”
“Daha önce de söyledim,” dedim alaycı bir ifadeyle. “Beni
yatağına almana asla İzin vermeyeceğim, sadece uyumak için
olsa bile. Odama dönüyorum.”
“Bunun büyükelçilere nasıl görüneceğini düşünüyorsun?
Ya papaza? Aralarında hangisinin casus olduğunu, kimin bana
karşı komplo kurduğunu bilmiyorum.”
Tiz bir kahkaha attım. “Ben kim olduğunu çok iyi biliyo­
rum.”
Şaşkınlıkla başını geriye doğru eğdi. “Kim?”
Elimi ağzımın kenarına götürüp diğer elimle yaklaşmasını
işaret ettim. Fısıltıyla başladığım konuşma bir kükremeyle ni­
hayete erdi. “Hiç kimse seni kibirli, kendini beğenmiş, para­
noyak aptal. Kimse sana karşı herhangi bir komplo kurmuyor.
İnsanları öldüren ve anlaşmayı tehlikeye atan tek kişi sensin!”
Aspen’in göğsü öfkeyle kabarırken sınırı aştığımı fark ettim.
Ondan uzaklaşırken soğukkanlılığımı korumaya çalıştım.
“Artık gitmeliyim.”
“Hayır,” dedi hırlayarak. “Ben giderim.” Bu sözlerin ardın­
dan kapılara doğru fırladı ve beni şaşkınlıktan dilim tutulmuş
halde odada yalnız bıraktı.

206
Bölüm 24

akikalarca orada hareket edemeden öylece dur­


dum. Beni suçlayabilir miydiniz ki? Aspen beni
kişisel yatak odasında tek başıma bırakıp gitmişti.
Hem oradan ayrılmaktan korkuyordum hem de her an geri
dönmesinden.
Sonunda cesaretimi toplayarak etrafımı daha derinlemesi­
ne inceledim ve eşyalarımın çoktan buraya taşınmış olduğunu
fark ettim. Gardırobun bir tarafında eski odamda bulunan peri
elbiseleri duruyordu. Makyaj masasıyla paravan da buraya ge­
tirilmişti, odanın köşesinde devasa küvetin yanındalardı. Çan­
tam, ameliyat setim ve diğer eşyalarım düzgünce paravanın
arkasına yerleştirilmişti.
Eksik olan tek şey Amelie’nin eşyalarıydı. Bu düşünce göz­
lerimin dolmasına neden oldu.
Gardıropta bulduğum bir geceliği alarak oda boş olmasına
rağmen paravanın arkasına geçtim. Hançerimi alıp odada bir
tur attıktan sonra her çatlağı detaylıca incelemeye, her masanın
altına ve her gölgenin içine bakmaya başladım. Bana yönelik
herhangi bir tehdit bulunmadığına kanaat getirdikten sonra
yatağa gittim. Örtüleri tersyüz edip örümcek ipeğinden ya­
pılmış nevresimleri sıyırırken parmaklarım titriyordu. Bu, As­
pen’in yatağıydı. Onun yatağı. Bu düşünce hem rahatsız edici
hem de heyecan vericiydi.

207
Tessonja Odette

Heyecanımın galip gelmesine izin verdim ve kazandığıma


bir anlığına sevindim. Yatak odasını bana bırakmıştı. Ve eğer
bu kadar zor olmayı planlıyorsa kesinlikle acısını ben çekme­
yecektim. istediği kadar koridorlarda dolanabilir ya da dolapla­
rın birinde uyuyabilirdi. Ya da gururları incindiğinde kara kara
düşünen periler ne yapıyorsa onu yapabilirdi. Bir kez olsun
ben güzel bir uyku çekecektim.
Ve öyle de yaptım.
* * *

Ertesi gün Aspen’i görmedim. Ya da ondan sonraki gün.


Hatta Foxglove ve Lorelei dışında neredeyse hiç kimseyi gör­
medim. Kral tartışmamızdan bu yana henüz yatak odasına
dönmediği için gitgide rahatlamaya, odada yemek yemeye
ve Aspen in eşyalarını karıştırmaya başlamıştım. Yine de beni
uzun süre oyalayacak bir şey bulamadım ve zamanımın çoğunu
keder ve can sıkıntısıyla geçirdim.
Üçüncü gün merakım galip geldi. “Kral Aspenle Prens Co­
balt nerede?” diye sordum Foxglove’a, o aynada saçımı düzel­
tirken gözlerine bakarak. “Gündüzleri yani,” diye ekledim hız­
lıca, Aspenle geceyi birlikte geçirdiğimiz oyununu sürdürüp
sürdürmemem gerektiğini bilmeyerek.
"Eşin söylemedi mi?” dedi saçıma mücevherli bir toka ta­
karken. “Kral insanlarla alakalı bir sorunla İlgili yazışmalarla
uğraşıyor.”
“Ne tür bir sorun?”
Omuz silkti. “Bunu bilmek ya da söylemek bana düşmez.
Ben onun sırdaşı değil, elçisiyim. îşleri yoluna koymak için
bana ihtiyaç duyduğunda tüm detayları anlatacağına eminim.”
Konunun ne olduğunu merak ederek altdudağımı çiğne­
meye başladım. Amelie’yle ilgili olabilir miydi? Aspen sonunda

208
Peri Kralı’nın Kalbi

halkıma gerçeği söylemeye karar vermiş miydi? Yoksa ittifakı­


mızı geçersiz kılmaya ve anlaşmayı bozmaya mı çalışıyordu? Bu
düşünce ıengİmin atmasına neden oldu.
“Onun bu kadar meşgul olmasından huzursuz olduğunu
biliyor olmalı,” diye devam etti Foxglove. “Bu yüzden sana bir
misafir getirdi.”
“Misafir mi? Kim?”
Yüz ifadesi aydınlandı. “Bunu küçük, tuhaf bir insan ritüeli
haline getirmek için elimden geleni yaptım. Siz buna ne diyor­
sunuz... oturup çay içek mi? Küçük bir salonu hazırlattım ve
köyünüzden çay getirttim. Çok tatlı, öyle değil mi?”
“Misafirim kim, Foxglove?”
Gözlerini devirdi. “Söylesem de fark etmez. Onu tanımı­
yorsun. En azından şahsen ama saçınla işim bittiğinde... işte
bu!” Geri çekilerek kumral saçlarımı inceledi. “Şimdi tanışa­
bilirsiniz.”
Aspenin odasından çıkıp Foxglove un peşinden koridor bo­
yunca ilerledim, gizemli misafirimin kim olduğunu öğrenmek
için yanıp tutuşuyordum. Açık bir kapının önünde durduk,
içeride ne olduğunu gördüğümde donup kaldım.
“Etkileyici, değil mi?”
Dudaklarımı birbirine bastırdım, kahkahalarıma engel
olmak neredeyse imkânsızdı. Küçük odanın içinde güzel bir
kanepe, bir çay masası ve zarif bir sandalye duruyordu. M o­
bilyaları, nostaljik saatten tutun da sayısız şemsiyeye ve pal­
toyla -tuhaf bir şekilde- bir çift çizme sallanan bir askılığa
kadar çirkin insan çerçöpü çevreliyordu. Her şey fularlar ve
fırfırlı şallarla kaplanmış, zemin modası geçmiş kilimlerle ör­
tülmüştü.
“Evini hatırlatıyor mu?”

209
Tessonja Odette

Evimi gördüğünü ve bu pejmürde odanın eczanedeki salona


hiçbir şekilde benzemediğini bildiğini göz önünde bulundur­
duğumda alınmakla alınmamak arasında gidip geldim. “Evet,”
demeyi başardım sonunda. “Sadece daha... eşyalı hali.”
“Daha karakterli hali demek istiyorsun,” dedi. “İnsan ıvır
zıvırlarım severim. Bunlardan bazıları duvara adak olarak bı­
rakılmıştı.”
“Adaklarımız buraya mı geliyor?” diye sordum sararmış bir ör­
tünün köşesini kaldırarak. “Saraydaki kullanılmayan odalara mı?”
“Tabii ki hayır,” diye cevap verdi Foxglove. “Bu benim ki­
şisel koleksiyonum. Kral benden misafirlerini ağırlayabileceğin
özel bir oda hazırlamamı istediğinde bunları değerlendirebi­
leceğimi düşündüm. Ayrıca bana ucuza patlamadılar. O halı
bana altı lal taşına mal oldu.”
Gözlerim irileşti. “Yani... adaklarımızın duvardan alınıp sa­
tıldığını mı söylüyorsun?”
“Sadece dikkat çekici şeyler. Gerisi çöpe atılıyor. Eminim
yüzlerce yıl önce iyi huylu periler insanlara ait olan bir şeyleri
ele geçirmeye hevesliydiler. Bir lokma hamurun tadına varmak
yeni bir duyguydu. Bit çift çocuk eldiveninden öğrenilecek
yeni insani özellikler vardı. Şimdiye kadar Faerwyvae’de iyi
huylular insan etkisine doydu.”
“Adaklarımız satılıyor ya da atılıyorsa, demir aşkına, periler
Hasat için hangi kızları seçeceklerine nasıl karar veriyor?”
Foxglove yüzüme tuhaf tuhaf baktı. “Periler seçmez. İnsan
konseyiniz seçer. Elbette ev sahibi saray verilen kararı kendi
seçimiyle geçersiz kılabilir ancak bu nadiren yaşanır.”
Söylediklerinin ne anlama geldiğini kavramaya çalışırken ba­
şım döndü. Annemin Amelie’yle beni elemek ve süt adağımızla
duvara götürdüğü onca zaman. Onca zaman bu jestin beni ve

210
Peri Kralının Kalbi

ablamı koruyacağını düşünmüştük. Yanılmıştık. Başından beri


seçimden sorumlu olan kendi türüm, kendi halkımdı.
“Çok kıymediler, öyle değil mi?” FoxgIove iç çekti ve huzur­
suzluğumu fark etmeden devam etti. “Ne kadar aptalca ve işe
yaramaz şeyler. Yine de karşı konulması zor bir çekicilikleri var.”
“Kesinlikle,” diye mırıldandım.
Foxglove ışık saçarak sırıttı. “Beğenmene sevindim. Aspen
memnun olacak. Eminim aynı şekilde misafirin de.”
"Peki misafirim nerede?”
“Aşağıda bekliyor. Onu buraya çıkarmadan önce odayı gör­
meni istedim. Hazırsan onu getirebilirim.” Kapıya yöneldi ve
kaşlarını çatarak birkaç saniyeliğine duraksadı. “Gerçekten be­
ğendin, değil mi?”
Sıcak olduğunu umduğum bir gülümsemeyle karşılık ver­
dim. Formdan düşmüş olsâm da Foxglove minnettarlığımı
sonuna kadar hak ediyordu. Oda zevksizce şatafatlı olsa ve
adaklarımızın beyhudeliğini öğrenmek beni hayal kırıklığına
uğratmış olsa da iyi niyedi olduğunu biliyordum. “Elbette,
Foxglove. Bayıldım.”
Kanepeye geçtim ve misafirimi beklemeye başladım. Birkaç
dakika sonra Lorelei çay, kurabiye ve tuz dolu bir tepsiyle geldi.
İçeri girdiğinde donup kaldı ve dehşet dolu bakışlarla odayı
inceledi. “Çürümüş meşe ve sarmaşıklar aşkına, bu çirkin kala­
balık da neyin nesi?”
Onu susturdum. “Foxglove bunun için gerçekten çok uğ-
„ »
raştı.
“Görebiliyorum. Asıl soru neden?”
“Bunun insanların salonları gibi göründüğüne inanıyor.
İnsan topraklarının elçisi olduğu düşünüldüğünde bu kanıya
nereden vardığını hiç bilmiyorum.”

211
Tessonja Odette

Lorelei tepsiyi masaya bırakıp etrafını incelerken burnunu


tiksintiyle kırıştırdı. “Yani, her salonun böyle görünmediğini
mi söylüyorsun?”
“Hayır ama Foxglove’a söyleme.”
Koridordan kulağıma sesler geldi ve ayağa kalktım. Bir da­
kika sonra Foxglove bir kadınla içeri girdi. Bir insan kadınla.
Odaya girdiğinde gözleri irileşti ama bunun dışında ifadesinde
herhangi bir değişim olmadı.
“Bayan Fairfield, sizi Doris Masonla tanıştırmak isterim,”
dedi Foxglove.
Kadın önümde reverans yaptıktan sonra karşımdaki san­
dalyeye oturdu. Tanıdık gelen ismini kafamda evirip çevirerek
kanepedeki yerime döndüm. Doris Mason. Bu ismi daha önce
nerede duymuştum? Sonra kafama dank etti. “Sen son Ha-
sat’taki Seçilmişsin.”
“Evet,” dedi kısık bir sesle.
Foxglove, “Sizi yalnız bırakayım,” diyerek Lorelei’la birlikte
odadan çıktı.
Doris e bakakaldım, şaşkınlık ve kafa karışıklığı bütün be­
denimi ele geçirdi. Doris yüz yıl önceki Seçilmişlerden biriydi.
Yine de annemden daha büyük görünmüyordu. Gözleri mesa­
feli ve dolu doluydu, ten rengi donuk bir griydi ve kırık saçları
koyu sarıydı. Üzerindeyse baldırlarına anca ulaşan ince yeşil bir
elbise vardı.
“Çay mı o?” diye sordu gözlerini aramızdaki tepsiye çevi­
rerek.
Zihnimi düşüncelerden arındırmak için başımı iki yana
salladım. “Evet. Özür dilerim. Nerede benim misafirperverli­
ğim?” Fincanlarımızı doldurduktan sonra üzerinde kurabiyele­
rin dizili olduğu tabağı uzattım.

212
Peri Kralının Kalbi

Çayını yudumlarken gözlerinden zihninin az da olsa ber­


raklaştığını anladım. “Uzun zamandır çay içmemiştim. En
azından bu şekilde.”
“Şaraptan sonra güzel bir değişiklik, değil mi?”
Başını sallayarak onayladı.
Ne söyleyeceğimi düşündüğüm sırada bir endişenin baş
gösterdiğini hissediyordum. Bu tür durumlar hiçbir zaman uz­
manlık alanım olmamıştı, havadan sudan konuşmaktan zevk
alan biri değildim. Biri büyücüyle entelektüel bir tartışma be­
nim konfor alanıma daha çok giriyordu. “Hangi köyden geldi­
ğini sorabilir miyim?”
“Marchvale,” dedi. “Artık nasıl bir yer olduğunu güçbela
hatırlıyorum. Son gördüğümden beri bir hayli değiştiğine emi-
)>
mm,
“Kuzeninle Faenvyvae’e gönderildin, değil mi? Yanılmıyor­
sam Yaz Sarayı’na?”
“Evet ama Nadia yıllar önce vefat etti. Onsuz neredeyse alt­
mış yıl geçirdim. Yüzünü hatırlamak günden güne zorlaşıyor.”
Nihayet ilgimi çeken bir konu açılmıştı. Sorumu açık açık
dillendirmekten başka nasıl ifade edebileceğim aklıma gelme­
di. “Kuzenin vefat etmişken sen nasıl hâlâ hayattasın?”
Bakışlarını kalabalık duvarlarda gezdirirken sorumu düşün­
dü. “Sen de artık eskisi gibi yaşlanmayacaksın,” dedi. “Faervvy-
vae’deki yaşam seni biraz değiştirecek. Buradaki büyünün yal­
nızca ufak bir kısmına açık olacaksın. Eisleigh’dekinden daha
uzun yaşayabilir, daha yavaş yaşlanabilirsin. Ve yaşadığın sü­
rece aileniz ve onların soyundan gelenler ödüllendirilecek. En
azından intihar etmemek için bir motivasyonun var.”
Son kısmı o kadar rahat söylemişti ki alay etmediğini an­
lamam birkaç saniye sürdü. Gülmedim ve söylediklerini

213
Tessonja Odette

düşünmeye başladım. Faerwyvae seni biraz değiştirecek. Onun


büyüsüne açık olacaksın. Ona büyüye inanmadığımı söylemek
istesem de bulunduğumuz şu durumda biraz çocukça geldi.
Karşımda, Eisleigh’de olsaydı hayatta olmayacak bir kadın otu­
ruyordu. Yine de kırkından büyük durmuyordu. Bunun bilim­
sel bir nedeni olduğunu bilsem de bunun ne olduğuna dair en
ufak bir fikrim bile yoktu. “Peki ya kuzenin? O da senin gibi
yavaşça yaşlanmadı mı?”
Doris başını iki yana salladı. “Nadia’nın durumu pek iyi de­
ğildi. Büyük ihtimalle çocuk sahibi olmadığı ve hiçbir zaman
gerçekten sevilmediği için.”
“Kocası ona kaba mı davranıyordu?”
“Bir periye nazik ya da kaba denebilir mi bilmiyorum,”
dedi. “Ne giyerlerse giysinler, ne yerlerse yesinler neyseler o.
Nadia yla Yaz Kraliçesi’nin kuzenleriyle evlendirildik ancak iki­
si de bizi istemedi. İkisi tarafından da iyi muamele görmedik,
kocalarımız yalnızca asli görevlerini yerine getirdi. Nadia’nın
kocası hiçbir zaman yatağına girmedi, onun yerine gözde sev­
gilisiyle yaşamayı tercih etti. Benim kocamsa sık sık yatağıma
giriyordu. Ama aynı zamanda birçok sevgilisinin de öyle. Ben
ona vârisler veren bir kuluçkadan ibarettim. Ve ona yıllar bo­
yunca çok sayıda vâris verdim. Sanırım perilerin insanlarda tek
sevdiği şey bu. İyi hamile kalmamız.”
Midem bulandı. “Safkan olmayan çocuklara nasıl davranı­
lıyor?”
“İyiler,” dedi. “Görünüşleri olmasa yarı peri olduklarını bile
anlamazsınız. Buradaki büyü onlara tamamen perilermiş gibi
tepki veriyor. Oğullarım ve kızlarım benden çok daha uzun
yaşayacak. Benden önceki Seçilmişlerin çocuklarının çoğu hâlâ
hayatta.”

214
Peri Kralının Kalbi

Perilerle insanlardan olma çocukların akıbetini hiç düşün­


memiştim. Eğer üzerine biraz fikir yürütecek olsaydım perile­
rin yarı insan çocuklarını yediklerini düşünürdüm. En azından
bu varsayımımın yanlış olduğu kanıtlanmıştı. “Diğer saraylar­
da önceki Seçilmişlerden hâlâ hayatta olan var mı?”
Başını iki yana salladı. “Ben sonuncusuyum. Gerçi... sanı­
rım artık ikimiz varız. Yoksa üç kişi miyiz? Ablan nerede?”
Doris yaşadıklarımı anlayacak tek kişi olsa da Amelie nin
artık aramızda olmadığını dile getirmeye dilim varmadı. “Bu­
rada değil,” deyip çayımdan bir yudum aldım.
“Anladım.” Durumu anlayıp anlamadığını bilmiyordum
ancak bana anlayışlı bir bakış attı ve masanın diğer ucundan
uzanıp elimi sıktı. “Sabırlı olun, Bayan Faİrfield. Ben yapabili-
yorsam siz de yapabilirsiniz.”
Yorgun gözlerine, yüzündeki bomboş ifadeye ve güçbela
gülümseyebilen dudaklarına baktım ve aklımdan korkunç bir
düşünce geçti. Eğer sabır böyle bir şeyse... belki de en şanslımız
Amelieydi.

215
Bölüm 25

D
oris gittikten çok sonra bile karşılaşmamızın etki­
sinden kurtulamadım. Seçilmişlerin durumların­
dan memnun olmadıklarını, hatta mutsuz olduk­
larını düşünmüştüm ama önümdeki kanıtları görmek altından
kalkabileceğimden çok daha fazlasıydı. Ona ve kuzenine ko­
caları tarafından yaşatılanları dinlemek... Halkım bunu nasıl
bilmezdi?
Yatak odasının kapısını açtığımda Aspenin içeride bekledi­
ğini ve komodinde duran şaraptan bir kadeh aldığını görünce
ruh halim daha da kötüleşti.
“Odanı geri almaya mı geldin?”
Beni duymazdan geldi. “Misafirinle hoş zaman geçirdin mi?”
Kollarımı kavuşturdum. “Geleceğimi görmekten hoşlanıp
hoşlanmadığımı mı soruyorsun? Bu bir çeşit tehdit miydi?”
Bana bakmadan şarabını yudumladı. “Kendini yalnız his­
settiğini, insan bir arkadaşla vakit geçirmekten hoşlanabilece­
ğini düşündüm.”
“O yüzden bana İşkence görmüş yaşlı bir kadını mı gön­
derdin?”
Burnunun kemerini sıkarken gözlerini kapadı. “Nankör in­
san.”
“Tüm Seçilmişlere bu kadar kötü mü davranıldı? Hepsi da­
mızlık olarak mı kullanıldı? Yalnızlıktan ölene kadar ihmal mi
edildiler?”

216
Peri Kralı’mn Kalbi

Aspen kadehini bırakarak hızlıca üzerime doğru geldi. “Son


bir saattir burada senin Doris Mason hakkında sızlanmaları­
nı dinlemek için beklemedim. Sana gideceğimi söylemek için
geldim.”
“Gidiyorum derken?”
“Duvar civarında çıkan bir çatışmayla ilgilenmem gereki­
yor. Muhafızlarım ve askerlerimle birlikte Cobalt da gelecek.
Bu durumda sarayın bütün sorumluluğu sana kalıyor. Yakıp
yıkmamaya çalış.” Arkasını dönüp gitmeye yeltendi.
Sözlerini idrak ederken şaşkınlık içindeydim. “Bir dakika,”
diye seslendim arkasından. “Bu neyin çatışması? Ve ne kadar-
lığına gidiyorsun?”
Cevap vermeden önce bir süre düşündü. Duruşu rahadadı.
“Holstromların babası. Kanımın akmasını istiyor. Muhteme­
len üç günden fazla kalmam.”
Ona keskin bir karşılık vermek, üç günün çok kısa olduğunu
söylemek istiyordum. Ama Aspen’in duruşunda şimdiye kadar
fark etmediğim bir yorgunluk vardı, ben de dilimi tuttum.
Aspen devam etti. “Bay Holstrom benimle yüzleşene kadar
duvardan ayrılmayacakmış. Pervasızlığı hem insanları hem de
perileri tehlikeye atıyor. Bu yüzden gidip bu aptallığa bir son
vereceğim.”
“Ne yapmayı düşünüyorsun?”
Omuz silkti. “Ona istediğini vereceğim.”
Tek kaşımı kaldırdım. “Yani?”
“Bir pazarlık teklif edeceğim. Silahını seçmesine ve karşılık
vereceğim korkusu olmadan istediği şeldlde kanımı akıtması­
na izin vereceğim. Sonrasında ateşkes ilan eder, topraklarımıza
geri döneriz.”
“Sana saldırmasına izin mi vereceksin?”

217
Tessoııja Odette

“Sadece bir kez. Kanımı akıttıktan sonra benimle savaşma­


ya devam ederse ateşkes sona erer.”
Bir anlaşmazlığı çözmek için tuhaf bir yola benziyordu.
Yine de periler için mantıklıydı. Elbette çatışmayı bir pazarlık­
la sonlandıracaklardı. Ama Bay Holstrom bununla yetinecek
miydi? Ölümsüz bir kralın kanı iki kızını kaybetmiş bir adamı
teselli etmeye yetecek miydi? Eğer Aspen i öldürürse, evet.
Aklımdan geçenleri okumuş gibi sırıttı. “Belki de en büyük
dileğin kabul olur ve Bay Holstrom bende ölümcül bir yara açar.”
“Belki de.”
Bana doğru bir adım attığında gözlerimiz birbirine kiliden-
di. “Belki de şans getirmesi için beni öpmelisin. Ne de olsa ben
senin eşinim ve savaşa gitmek üzereyim. Bir daha asla böyle bir
şansın olmayabilir.”
Çenemi kaldırıp öfkeyle baktım. “Umarım.”
Aspen gülerek arkasını döndü ve odadan çıktı.
* * *

Ertesi sabah penceremden saray bahçesinde toplanan ve yola


çıkmaya hazırlanan maiyeti izledim. Sarayın bu kadar yüksek
bir noktasından çok küçük görünüyorlardı ancak Aspeni gru­
bun başında siyah bir puca üzerinde gördüğüme emindim,
boynuzları bu mesafeden bile fazlasıyla belirgindi. Boynuzları
olmasaydı dahi mağrur duruşunu her yerde tanırdım.
Cobalt’la Foxglove da aşağıda olmalıydı. Önümüzdeki birkaç
gün boyunca yüzümü güldüren Foxglove,un olmayacağını, sadece
Lorelei’ın yanımda olacağını fark ettiğimde kalbim biraz sızladı.
Maiyet sıraya girdikten sonra araziden ayrıldı. Kocaman
sahte bir gülümsemeyle Aspen e zarifçe el salladım. Bana bak-
mayışma aldırış etmedim. “İyi kurtuldum,” dedim şarkı söy-
lercesine. (

218
Peri Kralının Kalbi

Son figürün de saray arazisinin sınırındaki ormanda kay­


bolduğunu gördüğümde büyüle bir rahatlama yaşadım. Öz­
gürdüm. Üç gün boyunca kendimden başka hesap vereceğim
kimse olmayacaktı. Odamın kapısını açıp nöbet tutan bir çift
muhafızla karşılaştığımda neşem silindi. Aspen elbette ardında
muhafiz bırakmıştı. Ya da daha doğrusu casus.
Önemli değildi. Bunun planlarıma engel olmasına İzin ver­
meyecektim. “Biriniz bana bir iyilik yapıp bana şarap getirebi­
lir mi?” diye talimat verdikten sonra kapıyı kapadım.
Lorelei’ı bekleme zahmetine girmeden üzerimi değiştirdim
ve odanın en ucunda, kütüğe benzer yuvarlak, masanın yanın­
daki kanepeye oturdum.
Kapı çalındığında oturuşumu dikleştirdim. “Gir.”
İçeriye elinde bir tepsiyle bir hizmetkâr girdi. İnce bacakla­
rının sonunda toynakları vardı ve yüzünü gördüğümde hayal
kırıklığına uğradım. Sarayda yaşayan çoğu peri gibi güzel ve
gençti ancak umduğum kişi değildi. Elimle işaret ettiğimde
tepsiyi yanımdaki masaya koydu.
“Başka bir ihtiyacınız var mı?” diye sordu.
Bakışlarımı ondan açık kapıya çevirdim. Muhafızlar kapı­
nın iki yanında duruyordu ve arkalan bana dönüktü. Bunun
hiçbir önemi yoktu çünkü bildiğim kadarıyla perilerin üstün
duyma yetileri vardı. Sesimi alçalttım. “Bir şey daha var. Önce
bana adını söyle.”
“Benim adım Ocher.” .
“Ocher, umarım bunu sormamda bir sakınca yoktur. Hiç
ablama hizmet ettin mi?”
Kaşlarını çattı. “Evet,” dedi tereddüt ederek.
“Kral’la özel görüşmeleri sırasında hiç hizmet ettiğin oldu
mu?”

219
Tessonja Odette

“Bir ya da iki kez.”


“Kaybolduğa gece şarap servisi yapan hizmetkâr sen miy­
din?” Gerçeği söylemeye dilim varmıyordu. Öldürüldüğü gece,
“Hayır. Sanırım o gece hizmet eden Vane eli.”
“Vane,” diye tekrarladım. Sesim hâlâ fısıltıdan biraz yük­
sekti. “Senden bir şey istesem yapabilir misin? Onu yanıma
gönderebilir misin?”
“Sanırım,” derken kızardı. “Yani evet, elbette.”
“Harika.” Gülümsedim ve sesimi yükselterek konuşmaya
devam ettim. “Bu istediğim şarap değil. Dün sabah kahvaltıda
servis edilen kırmızı şarabı istiyorum. Günün erken saatlerinde
neden menekşe şarabı isteyeyim ki?”
Ocher ağırlığını bir ayağından diğerine verdi. “Menekşe şa­
rabıyla diğer şarabın tatları farklı olsa da her ikisi de sabahları
tüketilebilir ya da...”
Burnumu havaya kaldırıp Maddie Colemariın züppeliğine
büründüm, öyle rahatsız ediciydi ki utandım. “Aradaki farkı
anlayabiliyorum. İşine bak yoksa Kral’a emirlerime itaat etme­
diğini söylerim.”
Hizmetkâr şaşkın görünüyordu.
“Küstahlığın sebebiyle yerine başka bir hizmetkâr gönder­
meyi de unutma. Buna daha fazla tahammül edemeyeceğim.”
Abartılı bir tavırla göz kırptım.
“Ah.” Beni anladığını belli edercesine gülümsedi. “Anlaşıldı.
Çok özür dilerim, benim hatam.” Başını eğdi ve elindeki tepsi­
siyle birlikte geri geri odadan çıktı.
Kapı bir kez daha açılana kadar odada volta attım. Bu sefer
gelen perinin yüzünü tanıyordum. Bu, merhametli davrandı­
ğım için bana teşekkür eden yakışıklı erkekti. Yaklaşırken, “Sen
Vane misin?” diye sordum.

220
Peri Kralının Kalbi

Tepsiyi bırakırken, “Benim,” dedi fısıldayarak. “Ocher beni


çağırdığınızı söyledi.”
“Doğru, geldiğin için teşekkür ederim.” Kapının önünde
duran muhafızlardan biri yerini değiştirdi ama sırtı hâlâ bana
dönüktü. "Lafı uzatmayacağım. Kaybolduğu gece ablama hiz­
met ederken herhangi bir terslik yaşandı mı?”
Solgun yanakları kızardı, yüzünden bir suçluluk geçti. “Bal­
lı pyrus şarabı götürdüm. Kral Aspen çok kızdı. Ama bilerek
yapmamıştım, yemin ederim...”
“Onu boş ver,” dedim. “Onu gördüğünde nasıldı? Bir sıkın­
tısı var mıydı?”
Vane bir anlığına afalladı. “Hayır, oldukça sakindi. Gülüm­
süyordu. Gülüyordu. Yanlış şarabı getirmiş olmamın aptalca
bir şakadan İbaret olduğunu düşünüyor gibiydi.”
Altdudağımı çiğnemeye başladım. “Başka bir şey oldu mu?
Aspenin çok kızdığını söyledin. Tam olarak ne yaptı?”
“Kral getirdiğim şarabın ne şarabı olduğunu koyduğum an
fark etti. Amelie’yi kendine bir kadeh doldurmadan hemen
önce durdurdu. Sonra tepsiyi aldı ve şarabı kendisinin getire­
ceğini söyledi. Onu mutfağa götürmemi, şarap depolarımızı
göstermemi ve sorunun nereden kaynaklandığını açıklamamı
istedi. Beni azarlasa da başka bir şey yapmadı. Ardından bir şişe
kan üzümü şarabı alıp gitti.”
“Bu dediğin... normal bir şarap mı?”
Omuz silkerek tepsiyi işaret etti. “Size getirdiğim de o. Ge­
nelde yemeklerin yanında servis edilir. Eğer kastettiğiniz buysa
insanlarda tehlikeli halüsinasyonlara neden olmuyor.”
“Peki ya Aspen gittiğinde? Hâlâ kızgın mıydı? Öfkeli görü­
nüyor muydu?”

221
Tessonja Odette

“Hayır,” dedi Vaııe. “O kadar çok özür diledim ki bana dur­


mamı emretmek zorunda kaldı. Giderken öfkeli görünmediği
için ertesi gün idamımızı emrettiğinde çok şaşırdım.”
Dudaklarımı birbirine bastırdım, bu durumda oynadığım
rol hakkında ne bildiğini merak ettim. “Aklına gelen başka bir
şey yok mu? Gözüne garip gelen herhangi bir şey?”
“Kral’ın merhametli davranmasını sağlamanızdan sonra
keşke size daha fazlasını söyleyebilseydim ama maalesef.”
İç çektim, olası cevaplara dair tüm umutlarım çıkıntılı ka­
yalıklara çarpan dalgalar gibi paramparça oldu. Aklıma aniden
bir soru geldi. “Hizmetkârlardan biri Amelie’yle aşırı samimi
miydi? Ya da o aralarından herhangi biriyle?” Vane bir kez daha
kızardı. “Sen dahil,” diye ekledim.
“Bir insana göre hepimiz fazlasıyla güzel olduğunu düşün­
dük,” dedi, “ama kimse onu yatağa atmaya ya da ona bak­
maktan fazlasını yapmaya cesaret edemedi. Hiç kimse Kral’ın
nişanlısına kur yapacak kadar aptal olamaz. Sanırım,” dedi
dışarıdaki muhafızlara gergin bir bakış atarak, “misafirliğimin
sonuna geldim.”
Ona daha fazla soru sormak istesem de muhtemelen haklıy­
dı. Ayrıca başka ne soracağımı da bilmiyordum. Hazırladığım
diğer sorular onun bana anlatacak önemli bir şeyi olup olma­
masına bağlıydı. "Pekâlâ. Benimle konuştuğun için teşekkür
ederim.”
Yanımdan ayrıldığında aramızda geçen konuşmayı zihnim­
de evirip çevirdim. Önceki kadar hayal kırıklığına uğradım.
Vane’le konuşmak aklıma gelen tek fikirdi, zihnimi meşgul
eden soruları bir nebze olsun kontrol altına almamın tek yo­
luydu. Umutlanmamam gerektiğini bilmeliydim. Faenvyvae’de
geçirdiğim her gün kontrolüm azalıyormuş gibiydi. Geldiğim

222
Peri Kralının Kalbi

günden beri hiçbir şey mantık kazanmamıştı. Perilerin sözde


büyüsünün bir açıklaması yoktu, Amelie’nin öldüğü gece ne
olduğuna dair en ufak bir ipucu yoktu ve hiçbir şeyin bir gün
yeniden mantıklı olacağına dair bir umut da yoktu.
Yapacak son bir şey kalmıştı. Kendime bir kadeh şarap dol­
durdum ve içine bir çimdik tuz attım. Kadehimi boşluğa kal­
dırarak, “En azından özgürlüğümün tadını çıkarabilirim,” diye
mırıldandım.

223
Bölüm 26

spen’in gidişinin üçüncü gününde içime bir korku

A çöktü çünkü her an dönebilirdi. Onsuz geçen gün­


lerim huzurlu ve olaysızdı. Öte yandan, sanırım
gidişinden önceki son birkaç gün de aynı sakinlikteydi. Buna
rağmen tüm bunların eninde sonunda değişeceğini düşünme­
den edemiyordum. Ya beni zorla yatağına atmaya çalışacaktı.
Ya da Bağlanma ritüeline boyun eğmemi sağlamaya çalışacak­
tı. O beni öfkelendirirken ben de onu kışkırtacaktım, bundan
emindim.
Bu düşünceye duyduğum açıklanamaz heyecanı fark etti­
ğimde olduğum yerde donup kaldım.
Düşündüğümden daha sıkılmış olmalıyım.
Gün doğdu ve battı. Sonraki gün aynı döngü tekrar etti.
İçimde filizlenen yeni bir korkuyla kahvaltıdan sonra ye­
mek odasındaki açık alanda volta atarken Lorelei beni endişe
dolu bakışlarla izliyordu.
“Ya bir şey olduysa?” diye mırıldandım.
“Kral iyi olacak, bundan eminim,” diye karşılık verdi Lo­
relei.
Gözlerimi devirdim. “Ona değil. Anlaşmaya falan.”
“Foxglove’a biraz güven. O anlaşmaları saçını topladığın­
dan da iyi toplar. Henüz dönmedileıse bunun nedeni ince ay­
rıntıları gözden geçiriyor olmalarıdır."

224
Peri Kralının Kalbi

“Ya Bay Holstrom kabul etmezse? Yani her şey mümkün.”


Aslında iki günün büyük kısmını olası tüm mantıksal sonuç­
lar üzerinde fikir yürüterek geçirmiştim. Çoğu savaşla sonuç­
lanmıştı. “Demir aşkına, Asperile evliliğimiz boşa çıkarsa çok
kızarım. Eğer anlaşmanın bozulmasında onun suçu olduğu or­
taya çıkarsa onu kendi ellerimle öldürürüm...”
Sarayın İçinden bir yerlerden bağrışlar yükseldi.
Lorelei ayağa kalktı. "Meşe ve sarmaşık aşkına, bu da ne?”
Yemek odasından fırladıktan sonra seslere kulak kabartarak
durdum. Bir başka bağırışın ardından dalıa boğuk ve çılgına
dönmüş sesler yükseldi.
Lorelei sesin kaynağını takip etmeme engel olmak için elini
koluma koydu. “Dur. Güvenli olmayabilir.”
Muhtemelen haklıydı ama neler olduğunu öğrenmeliydim.
Gözlerim koridordaki muhafızlara takıldı, odamın önünde nö­
bet tutan muhafızlardı bunlar. Aspen gittiğinden beri her adı­
mımı uzaktan da olsa takip ediyorlardı ve bunu yapmamaları
için onları ikna etmeye çalışmaktan en sonunda vazgeçmiştim.
En azından bir kez olsun işe yarayabilirlerdi. “Sen,” diye işaret
ettim masmavi gözlü, kedi suratlı kadın muhafıza, “neler olup
bittiğini öğren ve derhal rapor ver.”
Hazır ola dursa da hareket etmedi. Emrimi yerine getirip
getirmemek üzerine düşünürken ifadesi aksiydi.
Omuzlarımı dikleştirdim ve geçen gün şarap hizmetkârına
karşı takındığım tavrın aynısını takındım. “Bunu KraTın eşi ve
Bircharbor Sarayı’nın leydisi olarak emrediyorum.”
Muhafız sonunda harekete geçtiğinde Lorelei omzuyla be­
nimkini dürttü. “Şuna da bak, tam bir kraliçe gibi davranıyor-
sundiye fısıldadı.

225
Tessonja Odette

Koridorda dakikalarca muhafızın dönmesini bekledik.


Döndüğünde yanında Foxglove da vardı. Büyükelçinin yüzü
solgun, ifadesi sıkkındı. Lorelei’la onu karşılamak için koşma­
ya başladık.
“Neler oluyor?” diye sordum.
“Kral yaralandı,” diye cevap verdi Foxglove. “Durumu ağır.”
Bedenime akın eden duygu dalgasının tam olarak ne ol­
duğunu kestiremedim. Rahatlama mıydı? Endişe mi? Yoksa
memnuniyet mi? “Ne oldu?”
Foxglove gerginlikle bir elini diğeriyle sıkıyordu. “Bay
Holstrom’u sonunda pazarlığı onaylamaya ikna ettim. Kral zır­
hsız olacak ve Bay Holstrom istediği silahı kullanarak Kral’ın
kanını akıtacaktı. Adam silah tercihini bir oktan yana yapo ve
Kral’ın doğrudan kalbine nişan aldı.”
Foxglove’un yüzündeki ifadeyi gören Lorelei eliyle ağzım
kapadı. “Bana onun ölmediğini söyle.”
“Ölmedi ama... ok ucu tabii kİ demirdendi. Kalbinin he­
men altındaki kaburgalara saplandı. Prens Cobalt oku çıkar­
mak için elinden geleni yaptı ama sapı dişbudak ağacından
olduğu için ellerini yaleti. Sonuç olarak sadece sapı koparmış
oldu ve muhtemelen demir uç daha derine saplandı.”
Lorelei bana doğru dönerek omuzlarımı tuttu. “Ona yar­
dım edebilirsin.”
Gözlerim fal taşı gibi açıldı. “Ne?”
“Sen bir -adı her neyse- ameliyatçısın.”
“Cerrah,” diye düzelttim, “ve ben... yani bir peri şifacınız
falan yok mu? Gildmar mesela?”
“Gildmar anında çağrıldı,” dedi Foxglove. “Saraya dönüş
yolunda bizimle buluştu ve elinden geleni yaptı ama ok ucu­
nu kaburgalarının arasından çıkaramıyor, özellikle de içindeki
demir parçası kanını her dakika zehirlemeye devam ederken.

226
Peri Kralının Kalbi

Şu anda bırakın yarayı tedavi etmeyi, yanma dahi yaklaşması


imkânsız.”
İçimi aniden bir görev sorumluluğu kapladı. Tam olarak
bunun için eğitilmiştim. “Sanırım yardımcı olabilirim. O ne­
rede?”
“Doğu kanadında, en alt katta.”
“Eşyalarımı alayım,” dedim. “Beni derhal yanına götür.”
* * *

Kral’ı görmeden önce sesini duydum. Doğu kanadına yak­


laşırken yükselen iniltiler duvarlardan yankılanıyordu, yaralı bir
hayvanın gırdaktan çıkardığı seslere benziyordu. Ana salonun
sonundaki kapıya ulaşıp içeri girdiğimizde durakladık. Aspen taş
bir masanın üzerinde yatıyordu, yüzü endişeyle çarpılmış Cobalt
çaresizce masa boyunca volta atıyordu. Masanın yanında kabuğa
benzeyen derisi ve yapraklardan oluşan saçları olan kisa boylu bir
peri duruyordu, sanki kötü bir kokunun ciğerlerine dolmasını
engellemek ister gibi eliyle ağzını kapamıştı.
îçeri adım attığımda Cobalt’ın dikkatini çektim. “Evelyn,
burada ne işin var?”
“Sanırım ona yardım edebilirim.”
Cobalt’m kaşları ya endişeden ya da kafa karışıklığından
çatıldı. Konuştuğunda sesi zayıf çıktı. “Yapabilir misin sence?”
Aslında bunu yapmak isteyip istemediğimi mi soruyor
diye merak ettim. Başımla onaylayarak masaya yaklaştım,
Foxglovela Lorelei da hemen arkamdaydı. Havadaki kan ko­
kusunu alabiliyordum, buna gayet alışıktım. Ama burnuma
farklı ve oldukça kesicin başka bir koku daha geliyordu. Ekşi.
Keskin. Tehlikeli.
“Havadaki demirin tadını neredeyse alabiliyorum,” dedi
Lorelei öksürerek. “Meşe ve sarmaşık aşkına, çok güçlü.”

227
Tessonja Odette

FoxgIove koluyla ağzını kapatarak bir adım geri çekildi. De­


rin bir nefes alarak bakışlarımı Kral’a çevirdim. Yüzü terden
sırılsıklam olmuştu, dişlerini sıkmış acı içinde inlerken başı bir
yandan diğerine düşüp duruyordu. Bronz teni solmuş, nere­
deyse beyaza dönmüş ve oldukça sağlıksız bir mavi bir tona
bürünmüştü. Dudakları çatlayıp soyulmuştu ve mor gözaltı
torbalarıyla çevrelenmiş gözleri çökmüştü.
Cobalt küçük periye baktı. “Ona yarayı göster Gildmar.”
Peri birkaç saniye bana baktıktan sonra Aspenin bedenini
örten ipek çarşafa uzandı ve örtüyü boynundan çekip kaldırdı.
Acı dolu bir iç çekişle yerinden sıçradı ve örtüyü elini yakmış-
çasına yere bıraktı.
“Ben hallederim.” İleriye doğru temkinli bir adım attım ve
çılgınlar gibi atan kalbime rağmen bir cerrahın sakin ifadesini
takındım. Hızlı ve çevik hareketlerle ameliyat takımımı yere
bıraktıktan sonra çarşafı aşağı çekerek Aspen in göğsünü açığa
çıkardım. Havadaki kan ve demir kokusu artınca periler bir
adım daha uzaklaştı. Çarşafı beline sarıp yaralanmış göğsünü
incelerken ellerim titriyordu.
Sol tarafında, kalbine çok yakın bir yerde bulunan yaranın
üzerinde bir lapa vardı. Tabii bir kalbi varsa. Yaranın etrafın­
daki deri siyah, mor ve mavinin her tonundaydı, mavi-siyah
çizgiler gövdesinin her tarafına dal dal yayılmıştı. Sığ nefesler
alırken zorlamyordu. Aspen’in ölmek üzere olduğunu anlamak
İçin peri fizyolojisi hakkında fazla bir şey bilmeme gerek yoktu.
“Antiseptik olarak ne kullanabilirim?” diye sordum.
“Anti ne?” diye sordu Gildmar eski bir kapının gıcırtısına
benzeyen bir sesle.
Gözlerimi kapadım ve —tabii ki—antiseptiklerinin olmadı­
ğını hatırladım. Ya da ne olduğunu bilmediklerini. “O halde
şarap getirin. Biri şarap getirsin. Hemen.”

228
Peri Kralının Kalbi

“Ben getiririm,” dedi Cobalt ve ayale sesleri odadan uzaklaştı.


Lapaya uzanarak bir köşesini kaldırdım. “Bunun herhangi
bir faydası oldu mu?”
“Demirin kanı zehirleme süresini uzatıyor,” diye cevap ver­
di Gildmar, “ama ok ucu içinde olduğu sürece zehirlenmeyi
tamamen durdurmak için kullanabileceğim hiçbir şey yok.”
“Temiz bir beze ihtiyacım var.” Gildmar örümcek ipeğinden
kırmızı şerider uzattı. Yaraları sarmak için daha önce hiç ipek
kullanmamıştım ve bunun yeterli olacağını ummaktan başka
çarem yoktu. Bezi Aspen in yanına koyduktan sonra ameliyat
takımıma uzandım.
Neşteri elime alarak Aspen’e döndüm.
Gözleri fal taşı gibi açılırken dudaklarından ani bir kükre­
me kaçtı. “Hayır!”
Bakışlarımı yüzündeki dehşet dolu ifadeden elimdeki neş­
tere çevirdim. Lorelei’m insan metallerinin —zayıf alaşımların
dahi- demirle yaralanmış bir peri için dayanılmaz olduğu hak­
kında söylediklerini hatırladığımda durumu idrak ettim.
Aspenin bütün vücudunun kasılmaya başladığım gördü­
ğümde neşter titreyen ellerimden kayarak yere düştü.
“Kapa şunu!” diye bağırdığını duydum Lorelefın arkam­
dan. “Kapa şu kutuyu!”
Dizlerimin üzerine çökerek el yordamıyla neşteri yerine ko­
yup kutuyu kapadım. Kutunun tokasını yerine oturttuğumda
Aspenin sakinleştiğini fark ettim. Ayağa kalktım ve bir kez
daha Kral’ın güçsüz haliyle karşılaştım. Lapanın altından ke­
narlara koyu renkli taze kan akıyordu.
Olduğum yerde donakaldım, ne diyeceğimi ve ne yapacağı­
mı bilmiyordum.
“Onu tedavi edebilirsin,” dedi Gildmar. Sakinleşti.

229
Tessorua Odette

“Aletlerimi kullanamam,” diye fısıldadım.


“Onları değil ama benimkileri kullanabilirsin.” Küçük peri
üzerinde otların, lapaların, kabukların, çubukların ve keskin
beyaz kemiklerin bulunduğu masayı işaret etti.
“Alet kullanmak için eğitildim. Şu aletleri.” Yerde işe yara­
maz bir şekilde duran alet takımımı gösterdim.
“Ellerin de işe yarar.”
Başımı iki yana sallayıp geri geri kapıya doğru gittim. Nefe­
sim hızlanıyor, sığlaşıyordu. “Olmaz. Bunu yapamam.”
Lorelei kolumu tuttu. “Sorun ne?”
Çılgına dönmüş gözlerle yüzüne baktım. “Bunun için eği­
tilmedim. Aletlerim olmadan ne yapabileceğim hakkında en
ufak bir filerim yok.”
“Aletlerine ihtiyacın yok,” dedi. “Benim için yaptığını bir
kez daha yap.”
' İç çektim. Gerçeği itiraf etmenin zamanı gelmişti. “Senin
için hiçbir şey yapmadım, Lorelei. Yaptığım tek şey yaranı
muayene etmek ve esnemene yardımcı olmaktı. Sonrasında
kendini daha iyi hissetmen benimle alakalı değildi. Herhalde
psikolojikti.”
“Peki bunu nasıl açıklıyorsun?” Eteğini hafifçe kaldırarak
bacağını gösterdi. Kahverenginin kusursuz tonundaki teni pü­
rüzsüz görünüyordu. Bir hata olmalı diye düşünerek bakışları­
mı diğer bacağına yönelttim ancak ikisi de birbirinin aynısıydı.
“Bu sadece bir tesadüf,” demeyi başardım sonunda. “Zaten
iyileşiyordun.”
Kaşlarını kaldırarak kollarını göğsünde kavuşturdu. “Cid­
den mi? En iyi açıklaman bu mu?”
itiraf etmeliydim İd, birkaç gün içinde nasıl bu kadar iyileş­
tiğini açıklayamıyordum. “Bildiğim tek şey benimle bir ilgisi­
nin olmadığı.”

230
Peri Kralının Kalbi

Bakışları ciddileşirken dudakları gergin bir çizgiye dönüştü.


“Kralımın ölmesine izin vermeyi altlının ucundan dalıi geçir­
me. Onun ölümünün senin için ne kadar iyi olacağını düşü­
nürsen düşün, şu anda ondan vazgeçmeye cüret etme.”
Sözleri beni şaşırttı. Ölmesine izin verme seçeneği aklımın
ucundan dahi geçmemişti ancak şimdi bunu düşünmek zorun­
daydım... Hiçbir şey yapmasam daha mı iyi olurdu? Bakışlarımı
Aspen e çevirdim ve siyah renkli çizgilerin gövdesinde ilerlemesi­
ni izledim. Eğer onu öylece bırakırsam demir kanını zehirlemeye
devam edecek, çok geçmeden hayatını kaybedecekti.
Bunun olmasına izin verebilirdim. Ne de olsa o da abla­
mın ölmesine izin vermişti. Hatta belki de ölümünde doğru­
dan onun parmağı vardı. Holstrom kızlarının ve kim bilir daha
kimlerin ölümüne neden olduğunu saymıyordum bile.
O ölmeyi hak ediyor.
Bu düşünce midemin bulanmasına neden oldu. Ben böyle
eğitilmemiştim. Bay Meeks bana bir cerrahın görevi ya da geç­
mişi ne olursa olsun herkesi tedavi etmesi gerektiğini öğretmiş­
ti. Hatta bazı cerrahlar idama mahkûm edilmiş suçluları dahi
tedavi etmeye gönderilirdi.
Hiçbir zaman istediğim gibi bir profesyonel olmayabilirdim
ancak bu, eğitimini aldığım çıraklıktan vazgeçeceğim anlamına
gelmiyordu.
Nabzım yavaşlıyor, nefeslerim düzene giriyordu. Aspen’İn
yanına dönüp Gildmar’ın yüzüne baktım. “Bana şu deniz ka­
buğu parçasını ver sonra da örümcek ipeği ve kıymık inceliğin­
de bir kemik getir. Ayrıca yanan demir aşkına, şu şarap nerede
kaldı?”

231
Bölüm 27

C
obalt şarabı getirdi. Lapayı yaradan çıkardıktan
sonra koyu kırmızı sıvıyı yaranın üzerine döktüm.
Gildmar annemin tentürleri için kullandıkları­
na benzer bir damlalık kullanarak Aspen in dudaklarına ballı
pyrus özü damlattı ve bunun acısını hafifleteceğini açıkladı.
Keşke afyon ruhumuz olsaydı diye düşünmedim değil ama öz
de aynı şekilde işe yaramış gibiydi. Kralın vücudu gevşedi ve
inlemeleri kesildi. Daha sonra usta parmaklarımla en keskin
deniz kabuğunu alıp kesiği açtım ve ok ucunun iki yanındaki
açıklığı genişlettim.
Akan kanın kırmızıdan çok siyah olmasını görmezden gel­
dim. Okun başına ulaştığımda sorunun ne olduğunu anladım.
Ok ucu dört adet dikenle çevriliydi. Onu çıkarmak için oku
çevirip ild kaburganın arasından kurtarmak yetmeyecekti.
Oku bükmem ve açı vererek yana çekmem gerekiyordu. Üs­
telik tüm bunları iç organlarına zarar vermeden yapmalıydım.
Bir anlığına donup kaldım, nasıl ilerleyeceğimden emin de­
ğildim. Gildmar m ne bir pensi ne de bir cımbızı vardı. Yapa­
caklarımın tamamını ellerimle yapmam gerekecekti. Ellerimi
tereddüt etmeden şarapla yıkadıktan sonra kesiğin içine dal­
dırdım.
Zaman yavaşladı. Gözlerimi kapayıp protokolün ne kadar
dışına çıktığımı unuttum ve Aspenin karnıyla dokularının

232
Peri Kralının Kalbi

bıraktığı hissi görmezden geldim. Sonunda ulaştığım sakin ke­


sinlikle okun sapını takip ederek ucuna ulaştım. Oku hafifçe
yana döndürdüğümde Aspen inledi.
“Biraz daha ballı pyrus,” dedim Gildmar’a.
Söylediğimi yerine getirmek için harekete geçtiğinde okun
ucunu bir kez daha döndürdüm. Dikenlerden biri kurtuldu.
Sonra bir diğeri. Okun ucunu hafifçe döndürerek yana çevir­
dim.
Serbest kalmıştı.
Perilerin elimden alamayacağını bilerek çıkan oku yere at­
am. Yarayı bir kez daha temizleyip iç organlarda herhangi bir
hasar olup olmadığını kontrol ettim. Her şeyin siyah filizler
yüzünden renksiz kaldığı düşünülürse bunu anlamak zordu
ancak daha fazla hasar almamışa benziyordu. Örümcek ipe­
ğiyle kemiği İstediğim gibi Gildmar bana uzattı. Derme çatma
aletlerle olabildiğince hızlı ve düzgün bir dikiş atmaya çalıştım.
Dikişi tamamladıktan sonra geri çekildim. Zaman normal
hızına dönmüş gibi görünürken derin derin iç çektim. Alnım-
da ve ensemde biriken terin farkına daha yeni varabiliyordum.
Az önce neler yaptığımı daha şimdi idrak edebiliyordum.
Normal aletler kullanmadan bir ameliyat gerçekleştirmiş­
tim. Üstelik kılavuzsuz. Ve çoğunlukla ellerimi kullanarak.
Gurur mu duymalıydım yoksa dehşete mi kapılmalıydım
bilemiyordum. Her şeyden öte, çok yorulmuştum. Ameliyat
sadece birkaç dakika sürmüş olsa da her parçam fazlasıyla da­
hil olmuştu ve daha önce hiç olmadığı kadar odaklanmıştım.
Enerjimin tükendiğini hissedebiliyordum.
“Başardın,” dedi Lorelei yanıma gelerek.
Foxglove minnettar bir baş selamı vererek, “Kral’ın hayatını
kurtardın,” dedi.

233
Tessonja Odette

“Bunu sen başardın,” dedi Gildmar masanın diğer tarafın­


dan. “Bu benim yapabileceğim bir şey değildi. Eğer sen burada
olmasaydın... sanırım Cobalt abisinin ölümüne sebep oldu­
ğum için idam edilmemi emrederdi.”
“Bunu yapmazdım, Gildmar,” dedi Cobalt.
“Ama yapman gerekirdi,” dedi. “Neyse ki bunu düşünmek
zorunda değilsin. Görünüşe göre eşi olması için Hasat’ta bu
insan kızı buraya getirterek turnayı gözünden vurmuş.”
Cobalt’ın yüzü düşünce bakışlarımı başka tarafa çevirdim.
“Ben temizlenmeye gidiyorum,” dedim. “Daha sonra
Kral’ın durumunu kontrol etmek için uğrayacağım.”
Aspenin odasına doğru ilerledim, tek istediğim merdiven­
lerden kurtulmaktı. Neden yatak odasını sarayın neredeyse en
tepe noktasına yerleştirmek zorundaydı ki? Odaya vardığımda
dumanı üstünde tüten bir küvet tarafından karşılandım. Bu­
nun için büyük ihtimalle Lorelei’a teşekkür etmeliydim ancak
ben buraya çıkana kadar geçen sürede küveti nasıl hazır hale
getirdiğini anlayamıyordum. Kan lekeleriyle bezenmiş elbise­
mi saniyeler içerisinde çıkarıp bir yığın halinde odanın köşe­
sine fırlattım. Eğer perilerin kanı ipekten çıkarmak için güçlü
deterjanları yoksa elbise mahvolmuştu. Ameliyata başlamadan
önce bir önlük istemek aklıma gelmemişti.
Küvetin içine'girerken dudaklarımdan bir inilti kaçtı. Uyu-
yakalacakmışım gibi hissediyordum ama rahatladığım an zih­
nime karanlık düşünceler akın etti ve kaslarım bir kez daha
gerildi.
Kral’ı öldürebilecekken hayatını kurtarmıştım. Ölmesine izin
mi vermeliydim? Bu düşünce kalbimin sıkışmasına neden oldu.
Hayır. Ben yapmak için eğitildiğim şeyi yapmıştım. Her
zaman yapmak istediğim şeyi. Birinin hayatını kurtarmıştım.

234
Peri Kralı’nın Kalbi

Hayatının kurtarılmaya değer olduğunu umuyordum yal­


nızca.
* * *

Ameliyatı gerçekleştirdiğim odaya birkaç saat sonra döndü­


ğümde Aspenin bedeninin birkaç muhafız tarafından kaldırıl­
dığını gördüm. îçimi bîr korku kapladı. Bir şey mi olmuştu?
Ameliyatım onu kurtarmaya yetmemiş miydi?
“Neler oluyor?” diye sordum.
Aniden omzumda bir elin ağırlığım hissettim, Gildmar ya­
nıma gelmişti. “Korkma,” dedi o yaşlı sesiyle. “İyileşiyor.”
“O halde onu nereye götürüyorlar?”
Şaşkın şaşkın yüzüme baktı. "Tabii ki odanıza. Kral rahat
ve mahremiyet içinde, eşinin ona rahatça hizmet edeceği yerde
iyileşmeli.”
Ona hizmet etmem gerektiğini söylemesinden nefret ettim,
sanki Aspenin her arzusunu yerine getirmeye can atan itaatkâr
bir kadınmışım gibi. Ama ne demek istediğini anlıyordum. Ne
de olsa onu iyileştirmek benim görevimdi. Onu eşimden ziya­
de bir hastam olarak görebilirdim. Hastamın rahat bir ortamda
%
iyileşmesini istemez miydim?
“Elbette,” dedim sinirimin bozulduğunu gizlemeye çalışa­
rak.
Muhafızları yatak odasına kadar takip ederken merdivenleri
ikinci kez çıkmak zorunda kalmama lanet ettim ve Aspen’i ya­
tağa yatırmalarını izledim. Muhafızlar odadan çıkarken Gild­
mar kaldı. “Sana biraz daha ballı pyrus getirdim.” Bana bir şişe
uzattı. “Acı çektiğini anladığın an biraz daha ver.”
“Teşekkür ederim,” dedim şişeyi başucundaki masaya ko­
yarken.

235
Tessonja Odette

“Benim yapamadığımı yapıp hayatım kurtarmayı başardı­


ğına hâlâ inanamıyorum.” Gildmar’ın zayıf sesi pişmanlıkla
doluydu. Bakışlarını gözlerime çevirdi. “İnsanların böyle güç­
leri olduğunu hiç bilmiyordum. Böyle iyileştirmeyi nereden
öğrendin?”
“An-” Bay Meeks’ten demeye niyetlenmişken annemden
demek üzere olduğumu fark ederek duraksadım. Bu hata beni
tedirgin ederek çocukluğuma dair anıları geri getirdi. Annem­
le birlikte müşterilerini “tedavi ettiğimiz” zamanlan hatırladım.
Annem başlarında durur, üzerlerinde çeşitli otlar yalap tentürler
uygularken ben de ellerimi vücutlarının üzerinde gezdirirdim.
Annem enerjilerini temizleyerek iyileşmelerine yardımcı oldu­
ğum için beni överken gururdan kabarırdım. Amelie ölümle bu­
run buruna gelene kadar ne kadar aptal olduğumu anlamamış­
tım. İşte o zaman Bay Meeks bana gerçek tıbbın ne olduğunu
göstermişti. Annemin bir şifacı değil, en kötü ihtimalle bir sah­
tekâr, en iyi ihtimalle de bir bitki uzmanı olduğunu işte o zaman
anlamıştım. Büyüye olan inancımı tamamen kaybetmiştim.
Başımı iki yana sallayarak anıları zihnimden uzaklaştırdım.
Onun yerine, “Ameliyat mucizevi bir şeydir,” dedim kısaca.
Bana geniş bir gülümsemeyle karşılık verirken kahverengi,
kabuğa benzer yüzünün göz kenarları kırıştı. Ardından çekip
gitti.
Yatakta uyuklayan Aspen le baş başa kalmıştım. Ağır adım­
larla ona doğru yaklaştım ve bir süre öylece izledim. Üzerinde
bronz rengi temiz ve zarif bir ipek sabahlıktan başka bir şey
yoktu. Göğsü ritmik bir şekilde inip kalkıyordu, yüz kasları
gevşemiş, dudakları hafif aralanmıştı. Burada yatan adam tanı­
dığım vahşi ve tehlikeli krala hiç ama hiç benzemiyordu. Ba­
kışlarımı gövdesinde gezdirdim. Teni hâlâ solgun görünse de

236
Peri Kralının Kalbi

soluk mavi yerini hafif altın rengine bırakmıştı. En azından


siyah çizgiler azalmışa benziyordu, sabahlığının yakasının üze­
rinde sadece birkaç ince damar görünüyordu. Elimi yakasına
doğru uzatarak sargılı yarayı incelemek için sargıyı hafifçe sı­
yırdım. Deri hâlâ iltihaplıydı ve her yöne yayılan siyah damar­
ların etrafı kırmızı ve mor renkliydi.
Gövdesini örtmek için yakayı yerine çektim, tam parmak­
larımı uzaklaştıracaktım ki Aspenin ağır ve sıcak eli benimkini
kapladı. Bakışlarımı hızla yüzüne çevirdim ancak gözleri ka­
palıydı. Yüzü buruştu ve başı yavaşça bir- taraftan diğer tarafa
düştü. Anlamsız bir şeyler mırıldanıyordu.
Elimi elinden çektim ve komodine koştum. “Daha fazla
ballı pyrus’a ihtiyacın var,” diyerek damlalığı dudaklarının ara­
şma boşalttım.
Yüzü rahatladı ve mırıldanmaları kesildi.
Kendimi tam olarak neye bulaştırdığımı merak ederek onu
bir süre daha izlemeye devam ettim. Daha ne kadar bakıcılık
yapmam gerekecekti acaba?
“Evie.” Adım Aspen in dudaklarından yavaş ve ağır bir şe­
kilde döküldü.
Sadece Amelie’nin kullandığı takma adımı onun sesinden
duymanın göğsümde yarattığı öfke patlamasını görmezden
gelmeye çalıştım. “Evet, benim.”
“Beni... öldürecek... misin?” Her kelimeyi büyük bir çabay­
la sarf ediyordu, gözleri hâlâ kapalı olsa da dudaklarının kenarı
kıvrılarak bir gülümsemeye dönüştü.
“Hayır, aksine hayatını kurtardım. Nedenini demir bilir.”
Yüzünü buruşturdu. “Demir deme.”
Ballı pyrus özünün onu uyutacağını umarak hiçbir şey söy­
lemedim.

237
Tessonja Odette

Elini kaldırdı, bu hareketin canını fazlasıyla yaktığı belliydi


ve yaklaşmamı işaret etti.
Ona doğru tereddütlü bir adım attım, sonra bir adım daha.
“Evie,” dedi bir kez daha.
“Ne?”
“O kişi sen ol istedim.”
Kaşlarımı çattım. “Ne demek ben olayım istedin? Seni kur­
taran kişinin mi? Eğer seni kurtarayım diye bilerek yaralandı­
ğını itiraf etmek üzereysen o zaman...”
“Hayır. Duvarda.”
“Duvar,” diye tekrarladım.
“Bana adını söylediğinde. Sen ol istedim. Benim Seçilmi­
şim olmanı istedim.”
Dişlerimi sıktım, yanaklarıma sıcak bastı. “Ne yani? Holst-
rom kızlarını beni cezalandırmak için mi öldürdün?”
Başını iki yana salladı. “Hayır. Ben seni cezalandırmak iste­
medim. Ben seni istedim.”
Gözlerimi devirdim. “Belli ki ballı pyrus sizi sarhoş etmiş,
Majesteleri.”
“Bana öyle deme.” Sesi kalınlaşıp karanlık bir tınıya hürün­
se de diline dolanan kelimeleri hâlâ zor anlaşılıyordu. “Yalnız
kaldığımızda bana Aspen de.”
“Peki, Aspen. Sana bir iyilik yapacak ve bu konuşmayı unu­
tacağım.”
Aspen birkaç dakika sessiz kaldı. “Yaşça küçük olanın sen
olduğunu bilmiyordum,” diye fısıldadı. “Yani, saraya gelene
kadar. Onun yerine benimle olup olmayacağını sormak İste­
dim. O geceyi hatırlıyor musun? Yemek odasındaki?”
Etkileme büyüsünü bir kez daha hatırladığımda yanakla­
rımdaki sıcaklık şiddetini artırdı. “Nasıl unutabilirim ki?”

238
Peri Kralının Kalbi

“O zaman soracaktım işte. Ama benden o kadar nefret edi­


yordun ki.”
Soğuk bir şüphe içimin ürpermesine neden oldu. “Ablamı
sen mi öldürdün? Onun yerine bana sahip olmak için mi yap­
tın?”
“Hayır.” Ses tonundaki kesinlik karşısında şaşırdım; “O çok
tadıydı. Nazik biriydi. Ona asla zarar vermezdim.”
Başımı iki yana salladım. “Bunların hepsi için biraz geç. Ab­
lam öldü, belki de senin yüzünden.”
ifadesindeki bir şeyler değişti. Acı mıydı keder mi? “Onun
bedeni değildi.”
Kanım dondu. “Ne?”
“Ceset. Kıyıdaki. Ablan değildi.” Bilincini kaybederken
yüzü gevşedi.
Yaklaştım ve yanaklarına hafifçe vurmaya başladım. “Ne de­
mek onun cesedi değildi? Uyan! Açıkla lanet olası!”
Her şeye rağmen sessiz ve hareketsiz kaldı.
Zihnim düzinelerce soruyla dolup taşıyor, endişem patlaya­
cağımı sandığım noktaya kadar büyüyordu. Söyledikleri doğ­
ru muydu? Yoksa sadece halüsinasyondan saçmalıyor muydu?
Benimle oyun oynuyor, beynimi yıkamaya çalışıyor olabilir
miydi?
Bildiğim tek şey bu sorularımın cevabım eninde sonunda
bulacağımdı. Yapacağım son şey olsa bile bu serseriyi sağlığına
kavuşturacaktım. Ve bana yalan söylediğini öğrenirsem... bu
hayatında yapacağı son şey olacaktı.

239
Bölüm 28

spen i izlemeye devam ediyor, bilincinin yerine

A gelip gelmediğine dair ipuçları arıyordum. Akşam


geceye dönmüştü ve ben kanepede uyuklamakla
Aspenin yaşam belirtilerini kontrol etmek arasında gidip ge­
liyordum. Ara sıra dudaklarına azar azar ballı pyrus damlatı-
yordum. Bu, ballı pyrus’u daha sık vermem gerektiği anlamına
geliyordu ama aynı zamanda onu bilinci açıkken yakalayabile­
ceğime dair umut da veriyordu.
Şimdiye kadar şansım yaver gitmemişti. Yaptığı tek şey in­
lemek ve anlamsız şeyler mırıldanmaktı, uyandığı her seferinde
yüzü acıyla çarpılıyordu. Sabah olduğundaysa ateşten yanıyor­
du.
Gildmarı çağırarak yarasının sargısını değiştirebilmem için
taze örümcek ipeği kumaşı getirmesini istedim. Gelirken daha
fazla ballı pyrus, peri otlarıyla demlenmiş şarap ve Aspen’e bir
şeyler yedirmeye çalışmak için aromatik bir çeşit et suyu da
getirmişti. Onu her inceleyişimde midem çalkalanıyordu. De­
risindeki siyah filizler artık gerilemeyi kesmişti. Büyümeseler
de yok olacak gibi görünmüyorlardı. Bedeni gitgide daha da
ısınmaya başlamıştı.
“Yapabileceğimiz başka bir şey var mı?” diye sordum Gild-
mar’a. Ameliyatın üzerinden tam bir gün geçmişti ve iyile­
şeceğine dair umudumu kaybetmeye başlıyordum.. “Demir

240
Peri Kralının Kalbi

zehirlenmesinin etkisini azaltmak için kullanılan herhangi bir


peri yöntemi var mı?”
Başını iki yana salladı. “Bu kadar derin bir yaranın tama­
men iyileşmesi aylar, hatta yıllar sürebilir. Kalbine çok yakındı
ve zehir çok hızlı bir şekilde yayıldı.”
“Sence bu durum ne kadar sürecek? Ne zaman uyanır?”
“Muhtemelen birkaç hafta böyle devam edecek.”
Ellerimi yumruk yaptım. Haftalarca bekleyemezdim. As-
penin dün bana söylediklerinden sonra bu imkânsızdı. Ablam
hakkında söylediklerinin doğru olup olmadığını düşünmekten
kafayı yerdim.
“En azından onunla ilgilenen bir eşi var,” dedi. “Anlaşmayı
sürdürmek için gerekli olması dışında insan ve peri çiftleri üze­
rine pek düşünmemiştim. Ama ona bu kadar değer verdiğini
görmek... bana insanlar hakkında yanıldığımı düşündürüyor.
Belki de hepiniz açgözlü istilacılar değilsinizdir. Belki de ara­
mızdaki barış gerçekten de korumaya değerdir.”
Suçluluk mideme bir ağırlığın oturmasına neden oldu.
Onunla sadece profesyonel bir şekilde ilgilendiğimi bilmiyor­
du. Onu bir an Önce sağlığına kavuşturma konusundaki mo­
tivasyonumun ondan bazı cevaplar almak olduğunu bilmiyor­
du. Ama eğer yalan söylemek insanlarla perilerin barış içinde
yaşamaya devam etmesine vesile olacaksa...
“O benim için çok önemli,” dedim hoş bir gülümsemeyle.
Gildmar omzuma vurdu. “Eminim o da senin için aynı
Şeyleri hissediyordur. Şimdi sizi yalnız bırakayım da dinlenin.
Bazla uyumadığına eminim.”
Çift kanadı kapıdan çıkarken onu izledim ve aniden yaşını
merak ettim. Aspen e kıyasla çok yaşlı görünüyordu ve Aspen
bin yaşındaydı. Yaşının görünüşüyle bir İlgisinin olmaması da

241
Tessonja Odette

mümkündü. O saraydan gördüğüm tek kişinin büyükelçi ol­


duğunu düşünürsek diğer toprak perileri de onun gibi olabi­
lirdi.
Aspen’in yanına döndüğümde elimin tersini alnına daya­
dım. Hâlâ yanıyordu. Sabahlığını kenara iterek koyu renkli
damarları kontrol ettim, solmaya başladıklarına dair bir ipucu
arıyordum. Gövdesi alev alevdi, alnından bile daha sıcaktı. Ya­
takta yanına oturdum ve parmaklarımı yarasına ulaşana kadar
teninde gezdirdim. Avuç içimi sargının üzerine koydum.
“Kurtulmak zorundasın, Aspen.” Fısıltım bir tıslamaya ben­
ziyordu. “Seninle işimiz bitmedi. Eğer ölmeyi düşünüyorsan
cesedini bin parçaya bölüp kelpielere yem ederim.”
Teninden yayılan sıcaklık sargı bezinin altından avucumu
ısıtıyordu. Dişlerimi sıkarak öfkemi yaraya akıtıyordum. Başa­
rılı bir ameliyat gerçekleştirmek için harcadığım bütün o çaba
yeterli gelmemişti. Hâlâ acı çekiyor, anlamadığım bir zehre
karşı savaşıyordu. Hiçbir insan antibiyotiğinin ya da peri ilacı­
nın yardımcı olamayacağı bir zehirdi bu.
Bu kadar çaresiz hissetmekten nefret ediyordum. İşe yara­
maz. Güçsüz.
Gözlerimi kapayarak öfkemi nefesimle dışarı verdim. “Bir
an önce iyileş, seni lanet olası.”
Aspen bir ses çıkardığı gibi gözlerim hızla açıldı. Yüzü acıyla
buruşmuştu, nefes almakta güçlük çekiyordu. Konuşmaya ça­
lıştı ama açık dudakları bir somurtuşla büküldü.
Yatağın yanındaki şişeciğe uzanarak oha yarım damla kadar
ballı pyrus verdim. Hemen ıahatlamasa da kaşlarının arasın­
daki kırışıklıklar azalmaya başladı. Birkaç dakika sonra nefesi
düzene girdi. İfadesinden hâlâ acı çektiği anlaşılsa da çenesini
artık sıkmıyordu.

242
Peri Kralının Kalbi

Elimi bir kez daha alnına götürdüğümde teninin üzerindeki


ter tabakası beni irkiltti.
Ateşi düşmüştü. Yani tabii periler de hastalığı aynı şekilde
geçiriyorsa.
Bir kez daha konuşmaya çalıştığında içecek bir şeyler İste­
diğini fark ettim. Otlu şaraba uzandım. Su konusunda ısrarcı
davranmış olmama rağmen Gildmar perilerin şarapla daha iyi
i)ileştiği konusunda diretmişti. Sığ kâseyi dudaklarına götürüp
içmesi için başını eğmesine yardım ettim. Birkaç yudumdan
sonra iç geçirerek yeniden uzandı.
“Aspen,” dedim. “Beni duyabiliyor musun?” Lütfen bilinci
yerinde olsun. Lülfen bilinci yerinde olsun.
“Evet.” Sesi hırıltı gibi çıkmıştı.
“Kendini nasıl hissediyorsun?”
Yüzünü buruşturdu. “Berbat. Hâlâ ölmedim mi?”
“Henüz değil.”
Gözkapakları titreşti. “Gözlerimi... açamıyorum. Işık. Acı-
nyor.”
Temiz bir bez alarak soğuk su dolu bir kaba daldırdım. Sık­
tığım bezi gözlerinin üzerine bıraktım. “Daha iyi mi?”
“Hayır. Daha fazla ballı pyrus’a ihtiyacım var. Canım yanı­
yor. Hem de çok.”
Yataktaki yerime dönerek üzerine eğildim. “Sana biraz daha
ballı pyrus vereceğim ama sorularıma cevap vermen şartıyla.”
Dudaklarının kenarı seğirerek yarım bir gülümsemeye dö­
nüştü. “Zalim insan.”
“Canavar peri.”
“Ne öğrenmek istiyorsun?” Dudaklarından dökülen keli­
meler hâlâ boğuk ve ağırdı, sesi bir fısıltıdan biraz yüksek olsa
da en azından söyledikleri anlaşılıyordu.

243
Tessonja Odette

Nabzım hızlanmaya başladı. “Kıyıda bulunan cesedin abla­


ma ait olmadığını söyledin dün. Bu doğru mu?”
Yüzünü buruşturduğunda bunu acıdan mı yoksa itiraf ettiği
şeyin farkmdalığından mı yaptığını anlayamadım. “Evet,” dedi
sonunda.
“Amelie’ye ne oldu?”
“Bilmiyorum. Hiç bulunmadı.”
“O halde ceset kime aitti? Mağaradan çıkarılırken gördü­
ğüm kız kimdi?”Anı zihnimi ele geçirdi. Solgun bir ten, sudan
rengi koyulaşmış ve yosunların dolandığı saçların örttüğü bir
yüz. Onun ablam olduğundan hiç şüphe duymamıştım ancak
açıkçası cesedi hiçbir zaman yakından görmemiştim.
“Bir selkie,” diye fısıldadı Aspen.
Gözlerim İrileşti. “Selkie mi? Peki nasıl ölmüş?”
“Fok derisini kaybetmiş olmalı. Onsuz, bir selkie insan kı­
yafeti giymediği sürece karada sadece gündoğumuna kadar iyi
huylu formunda yaşayabilir.”
“Muhafızların mağaralara koştuğunu gördüğü kişi o kız
mıydı?” diye sordum. “Yoksa ablam mıydı?”
“Bunu bilmek imkânsız.”
Kalbim sıkıştı. Amelie’nin hâlâ hayatta olma ihtimaliyle
rahatlayacağımı düşünmüştüm ancak ümidimi yine kaybet­
miştim. Gerçekten mağaralara kaçtıysa ondan arta kalanlardan
hiç iz olmaksızın bir deniz ya da bir peri canavarı tarafından
yutulmuş olabilirdi. Ya da şu an... herhangi bir yerde olabilirdi.
“Amelie’nin nerde olduğunu gerçekten bilmiyor musun? Ne­
den kaybolduğunu?”
“Bilmiyorum.”
“Yemin et.”

244
Peri Kralının Kalbi

Bez görüşünü engellese de başını oynatıp bana doğru çevir­


di. “Yemin ederim. Kayboluşuna ya da şu anda nerede olduğu­
na dair en ufak bir bilgim yok.” Bir süre sonra ekledi, “Sen de
bana aynı yemini edebilir misin? Bununla hiçbir ilgin olmadı­
ğına dair? Perilere, tahtıma ya da hayatıma karşı herhangi bir
komplonun içerisinde olmadığına?”
“Bana bunu nasıl sorarsın? Elbette değilim.”
‘Yalan söyleyebildiklerinden bir İnsanın sözünün değeri
yoktur ama yine de senden duymak istiyorum.”
Sertçe yutkundum. “Yemin ederim. Amelie’nin kaybolma­
sıyla hiçbir ilgim yok ve sana, tahtına ya da perilere zarar vere­
cek hiçbir komplonun bir parçası değilim.”
îç çekti, yüzü gevşemişti. “Hepsi bu kadar mı?”
En Önemli sorularıma cevap verdiğine göre onu dinlenmeye
bırakabilir, dudaklarına biraz daha ballı pyrus damlatabilirdim.
Ama neden bu fırsatı elimden kaçıracaktım ki? “Hayır. Senden
duymak istediğim daha birçok şey var. Holstrom kızlarına ger­
çekten ne oldu? Hangi haince eylemi gerçekleştirdikleri için
idam edildiler? Bana her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlat­
manı istiyorum.”
Sinirle homurdandı. “Öncesinde en azından biraz ballı
pyrus ve şarap ver. Eğer konuşmamı istiyorsan tüm bunların
sonunda hâlâ bir sesim olsun isterim. Ve her şeyi anlattıktan
sonra da tatlı bir unutkanlığa teslim olmak.”
“Peki.” Şişeciği aldım. “Şimdi birkaç damla vereceğim, son­
ra yarım damla daha.”
Dudaklarını araladığında özütten birkaç damla damlattım,
ardından birkaç yudum şarapla et suyu İçti.
“Devam et,” dedim sonunda geri uzandığında.
“Sabırsız insan.” Sesi pürüzlüydü ama öncekinden biraz
daha güçlüydü. “Pekâlâ. Eşleşme törenlerinin gerçeklemesine
Tessonja Odette

günler vardı. Kızlar buraya getirileli bir hafta bile olmamıştı.


Fazlasıyla soğuk ve mesafelilerdi. Senden çok daha kötüydüler.”
“O konuda emin değilim.”
Devam etti. "Theresa gece yanıma geldi. Bundan önce be­
nimle neredeyse tek kelime dahi etmemişti ama birden yata­
ğıma giriyordu. Eş olarak yaşamaya hemen başlamak için can
attığını söyledi. Şaşırmış olsam da onu reddedemeyecek kadar
etkilenmiştim. Hele de bunu çok istiyormuş gibi görünürken.”
Midem çalkalandı ve içimde beklenmedik bir öfke kabardı.
“Detaylara gerek yok.”
Sırıttı. “Beni yargılıyor musun?”
“Hayır.”
“Yargılıyorsun. İnsanların birlikte olmayı kutsal bir eylem
olarak gördüğünü biliyorum ama çoğu peride diırum farklı.
Yine de şüphelenmeme neden olan şey tam da bu farkındalık-
tı. O andan itibaren tetikteydim ama aramıza kız kardeşinin
de katılmasını istediğini, Maryanne’in daha önce bir erkekle
birlikte olmadan kardeşimin eşi olma düşüncesine kadanama-
dığını söylediğinde endişem arttı. Kız gölgelerden çıkıp bizim­
le yatağa girdi. İhtiyacı olan eğitimi verebilecek bir âşık gibi
göründüğümü söyledi.”
“Ayrıntılara gerek yok demiştim,” dedim dişlerimi sıkarak.
“Her şeyi duymak istediğini de söylemiştin.”
“O halde devam et.”
Rahatsızlığımdan büyük keyif aldığı belliydi. Anlatmaya
devam etti. “O andan sonra şüphelerim daha da arttı. Theresa
kucağıma tırmanıp beni sözleriyle cezbetmeye çalışırken bile
onların sahte tutkularına kanmamış tun. Beni öptüğünde bile.”
Hayal gücümün canlandırdığı görüntülerden nefret ettim.
Theresa ve Maryanne Holstrom, Sableton’ın kusursuz güzelleri
Aspen’in üzerine tırmanıyor, onu okşuyor, tadına bakıyorlardı.

246
Peri Kralının Kalbi

öfkemi bastırmaya çalışırken tırnaklarımı avuç içlerime bas­


tırdım. Bu görüntüler beni neden bu kadar öfkelendiriyordu?
“Bir şeyler çevirdiklerinden emindim,” diye devam etti As­
pen, “ve bunun ne olduğunu öğrenmek istedim. Gözlerimi
kapamadım. Maryanne dudaklarını dudaklarımla buluştur­
duğunda da. Theresa kaldırdığı demir bıçağı sırıtarak indir­
diğinde de. Zihnim aniden berraklaşmış, gerçek niyetlerini o
an anlamıştım. Bıçağın saldırısını engelledim ve keskin ucunu
önce ona sonra da kız kardeşine savurdum. Cesetleri daha yere
düşmeden ölmüşlerdi.”
Öfkem dehşetimi basıtrdı, “Onları öldürdün. Hem de sor­
gusuz sualsiz. Yargılamadan.”
“Şansları yoktu.” Ses tonundaki kedere şaşırmıştım. “Olan­
ları fark ettiğimde o kadar öfkeliydim İd onları gücümle dur­
durabileceğimi, sorgu için canlı bırakabileceğimi hiç düşün­
medim. Cansız bedenleri ayaklarımın dibine düştüğünde dahi
sinirim geçmemişti, öfke gözümü kör etmiş, beni yutmuştu.
Kötü huylu peri formuma büründüm ve Faenvyvae’den geçip
duvarı aşarak köyünüze girdim. Oraya vardığımda Holstrom-
lara hediye ettiğim tüm hayvanları katlettim, boynuzlarım et­
leriyle kemiklerini parçaladı, anlaşmayı bozdum ve bütün Fair
Adası’m savaşa mahkûm ettim.”
Gözlerim kıvrımlı boynuzlarına kaydığında midem ağzıma
geldi. Titredim. “Bunu ciddi ciddi yaptın. Holstrom kızlarını
öldürdün ve hayvanlarını katlettin.”
“Savunmasızlardı.” Sesi kederliydi. “İneklerin, domuzların
ve koyunların kan kokusu hâlâ burnumda. Boynuzlarımla bu­
luşan etlerinin direncini hâlâ hissedebiliyorum. Kızların yer­
deki cansız bedenleri hâlâ gözümün önünde. O yatak odasını
temizlettikten sonra mühürlettim. Daha sonra yeni bir oda
hazırlattım.”

247
Tessonja Odette

Hikâyeyi anlatırken ne kadar sarsılmış göründüğünü gör­


mezden gelmeye çalıştım. Bunun yerine onun aslında ne kadar
korkunç bir canavar olduğunu görmeye çalışıyordum. “Halkı­
ma bunun vatana ihanetinin cezası olduğunu söyledin.”
“Öyleydi de. Beni öldürmek istediler, ben de kendi adaleti­
mi uyguladım.”
“Bir de ablamın kaybolmasıyla hiçbir ilgin olmadığına
İnanmamı mı bekliyorsun?”
“Sana buna dair çoktan yemin ettim,” dedi sesi karanlık bir
tona bürünerek. “Ben iyi kalpli bir kahraman değilim ama se­
bepsiz yere de can almam. Ablan beni öfkelendirecek hiçbir şey
yapmadı. Onu o şekilde sevmemiş olabilirim ama zarar görme­
sini asla istemezdim. Beni öldürmeye çalışmasalardı Holstrom
kızlarına da asla zarar vermezdim.”
Ne düşüneceğimi, neye inanacağımı bilmiyordum. Aspen
deli olabilir miydi? Theresa’nın elindeki bıçağı hayal etmiş ola­
bilir miydi? Kasti olmayan bir hareketi yanlış anlamış olabilir
miydi? Öte yandan, ilk etaptaki davranışlarını aklım almıyor­
du. Eğer düğünlerinden günler Önce gecenin bir vakti gerçek­
ten Aspen’i baştan çıkarma cüretini gösterdilerse, kızları ger­
çekten tanımamışım demekti.
“Beni buradan götür, Evie,” diye mırıldandı. “Beni boşluğa
gönder. Bırak unutayım.”
Titreyen parmaklarımla özüt aldım ve dudaklarına damlat­
maya başladım. Şişeciği masaya koymadan önce bilincini kay­
betmişti. Savunmasız kızları öldüren vahşi canavarla onların
yasını tutan savunmasız adamı bağdaştırmaya çalışarak onu
izledim.
Aldığım her cevapla dünyam daha da tersyüz olmuştu.
Hikâye beni öyle sarsmıştı kİ kendimi yere bırakıp yüzümü
ellerime gömerek ağlamaya başladım.

248
Bölüm 29

E
rtesi sabah biraz hava alabilmek için Aspen in yanın­
dan ayrıldım. Gece boyunca uyumuştu ve yarasını
son kontrol ettiğimde etrafındaki siyah filizler niha­
yet ciddi oranda azaldığım fark etmiştim.
Kendimi resmi yemek odasındaki açıklıkta durup parmak­
lığa yaslanmış, temiz ve tuzlu havayı ciğerlerime doldururken
buldum. Yatak odasının gerginliğinden çok daha güzeldi. Kı­
yıya vuran dalgalar mercan mağaralarının girişlerini ortaya
çıkarıyordu. Aspen in sözlerini bir türlü aklımdan çıkaramı-
yordum.
Amelie dışarıda bir yerlerde yaşıyor olabilirdi.
“Alınma ama berbat görünüyorsun.”
Arkamı döndüğümde Foxglove’la karşılaşarak gülümse­
dim. “Alındım ama sanırım haklısın. Lorelei de aynı şeyi söy­
lemişi.”
“Gel,” dedi. “Yıkansan İyi olur. Üzerini değiştir. Ben de sa­
çım tarayayım.”
Başımı iki yana salladım. “Kral’ı rahatsız etmek istemiyo­
rum. Sabahtan beri mışıl mışıl uyuyor.”
“Rahatsız etmemize gerek yok. Lorelei odandan aldığı bir­
kaç parça kıyafeti salonuna getirdi. Küvet de hazır.”
Kaşlarımı kaldırdım. “O kadar kötü mü kokuyorum?”

249
Tessonja Odette

Foxglove hoşnutsuzluğunu gizlemek için elinden geleni


yapsa da başaramıyordu. “İnsanların perilerden farklı... tuhaf
kokuları var. Ayrıca Majesteleri için yaptığın onca şeyden son­
ra güzel bir banyo yaparak rahatlayabilirsin.”
“Peki,” dedim iç çekerek. “Beni banyoya götür.”
Beni Doris Masonla buluştuğum gösterişli salona yönlen­
dirdi. İçeride beni Lorelei’la üzerinde dumanı tüten bir küvet
karşıladı. Foxglove odadan çıktıktan sonra Lorelei soyunmama
yardımcı oldu. Yalnız kalmak isteyip istemediğimi sorduğunda
yanımda kalmasını istediğimi söyledim. Zihnimi meşgul eden
düşüncelerle yeterince vakit geçirmiştim. Şimdi baygın bir As­
pen dışında bir arkadaşa ihtiyaç duyuyordum.
Ben küvetin tadım çıkarırken Lorelei o korkunç koltuklar­
dan birinin kenarına tünedi. Havadan sudan sohbet ettik, birkaç
kahkaha attık ama endişelerim kısa süre içerisinde geri döndü.
Öğrendiklerimi birine anlatmam gerekiyordu. Belki de Lorelei’a
güvenebilirdim. Sonuçta Amelie de ona güveniyor gibiydi.
“Aspen uyanık olduğu anlarda bana bazı şeyler anlattı,” de­
dim ses tonumu kayıtsız tutmaya özen göstererek. Üvez mey­
velerinden kolyemle oynuyor, uzun süre su altında kalmasına
engel oluyordum.
“Ne gibi?”
Derin bir nefes aldım. “Amelie hakkında.”
Hevesle hızlıca doğruldu. “Ona ne olduğunu biliyor mu
yoksa?”
“Hayır ama hâlâ hayatta olabilir.” Yüzünde zaten bunu bil­
diğine dair bir ipucu aradım.
Kaşlarını çattı. “Yaşıyor mu? Ama ceset...”
“Amelieye ait değilmiş. Fok derisini kaybetmiş bir selk ie’ye
aitmiş.”

250
Peri Kralının Kalbi

Lorelei’ın kafasının karıştığı açıktı. Demek hiçbir şeyden


haberi yoktu. “Bir selkie derisini öylece kaybetmez. Ona ne
olmuş? Amelie’ye ne olmuş?”
“ikisine de verecek bir cevabı yoktu. O zamandan beri buna
kafa yoruyorum. Neden daha önce söylemedi? Neden benim
ve kaledeki diğer herkesin Amelie’nin öldüğüne inanmasına
göz yumdu? Ama papazın onun hâlâ hayatta ve iyi olduğuna
inanmasına izin verdi.”
Lorelei koltuktan kalkıp küvetin yanma çömeldi, yüzünde
oldukça ciddi bir ifade vardı. Sesini alçak tutmaya özen göster­
di. “Bu soruları Aspen’e saklamak ve özel olarak sormak en iyi­
si. Bu bilgiyi bizden saklamaya karar verdiyse bunun bir sebebi
olmalı. Hiç kimseye bir şey söyleme.”
“Neden? Bunu saklamak için ne gibi bir sebebi olabilir ki?
Ablamı aramak için niuhafızlar gönderebilirdi. Ama herkes
onun öldüğünü sanıyor.”
“En güvendiği muhafızlarının haberi olduğundan eminim,”
dedi Lorelei. “Buldukları cesedi gören pek çok kişi vardı. Ger­
çeği mutlaka biliyorlardır. Şu anda iz sürücüleri Amelie’yi arı­
yor olabilir. Biri Aspen’e ya da Amelİe’ye zarar vermek istiyorsa
ablanı bulma çabalarımızı gizli yürütmek en iyisi olacaktır.”
Başımı sallayarak onayladım. “Belki de haklısın. Sadece ne­
ler olup bittiğini bilmemekten nefret ediyorum.”
“Eminim Kral da aynı şeyi hissediyordur.”
Altdudağımı çiğnedim. “Bana Holstrom kızlarından da
bahsetti. Onları öldürdüğünü çünkü kendisine hançerle sui­
kast düzenledilderini anlattı. Anlattıklarının doğru olduğunu
bereden bileyim?”
Omuz silkti. “Muhafızlar odasında bir hançer buldu. Han­
çer insan tasarımıydı ve izi köyünüzdeki demirciye kadar sü­
rüldü.”

251
Tessonja Odette

“Peki anlattıklarını çarpıtmadığını nereden bileceğim? Ya­


lan söylemeyeceğini biliyorum ama bakış açısının gerçeği yan­
sıttığına nasıl güvenebilirim?”
“Ona ya güvenİyorsundur ya da güvenmiyorsundur. Sana
ne hissetmen gerektiğini söyleyemem. Söyleyebileceğim tek şey
Aspene hayatım pahasına güvendiğim.”
Dudaklarım küçük bir gülümsemeyle seğirdi. “Seni hizmet­
çim atayarak cezalandırmış olsa bile mi?”
“Yani,” dedi. “Çok daha kötüsüne maruz kaldığım oldu.”
“Daha kötüleri demişken.” Foxglove un sesiyle sıçradım.
Kapının önünde durmuş, bir hayli telaşlı görünüyordu. Kapı­
yı arkasından kapadıktan sonra Lorelei’ın getirdiği kıyafetlerin
üzerine koyu erik rengi ince ipek bir elbise serdi. “Planlarımızı
hızlandırmamız gerekecek. Sadece temizlenmeyi unut. Bir kra­
liçe gibi görünmeni sağlamalıyız.”
“Ne? Neden?”
Foxglove özür dilercesine gülümseyerek gözlüğünü düzeltti.
“Müstakbel kayınvalidenle tanışma vakti geldi.”
* * *

Giyinip misafirimle buluşmaya hazır olduğumda titriyor­


dum, beni neyin beklediğini bilmiyordum. Foxglove en iyi
ihtimalle gizemliydi, makyajımın bozulacağını iddia ederek
sorularımı geçiştirdi. Dudaklarımı rujla renklendirdi, yanak­
larımı kristal tozla pudraladı ve gözlerime siyah ve altın renkli
sürme çekti. Saçlarımı uzun dalgalar halinde şekillendirdi, her
zamanki kabarık topuz yerine böyle kullanmam konusunda ıs­
rarcıydı. Elbisem aynanın karşısında kızarmama neden olacak
kadar şeffaftı.
Şimdi koridorlarda yürürken sanki çıplakmışım gibi her
esintiyi hissedebiliyordum. Tüm peri elbiseleri ince tiril tiril

252
Peri Kralının Kalbi

olsa da üzerimdeki elbise şimdiye kadar giydiklerimin hiçbi­


rine benzemiyordu. Erik rengi ipek kumaş gövdemi sıkıca sa­
rıyor, belimde kabararak ayale bileklerime kadar uzanıyordu.
Derin dekoltesi memelerimin cömert bir kısmını gösteriyordu
ve üzerindeki ipek geri kalanı zar zor örtüyordu.
Foxglove en azından hançerimi uyluğumda taşımaya devam
etmeme izin vermişti, bu kazandığım tek argümandı. Ona ih­
tiyacım olabileceğini mırıldandığında betim benzim attı.
Akçaağaç yaprağı şekilli uzun bronz küpelerimden birini
çekiştirdim. “Tüm bunlar gerçekten şart mı?” diye sordum
Foxglove’a dönerek.
Lorelei’la bakıştıktan sonra, “Göreceksin,” dedi.
Resmi yemek salonuna girdiğimizde nefesim kesildi. Diğer
uçta, kısa süre önce durduğum parmaklığın yanında Kraliçe
Melusine duruyordu. Sırtı bize dönüktü, bu yüzden tek gör­
düğüm çağlayan gibi sırtına dökülen ipeksi çivit rengi saçları,
soluk mavi kolları ve uzun, kıvrımlı bir yılan kuyruğu oldu.
Döndüğünde eğilip reverans yaptık. Onunla yüzleşmeden
önce bu küçük mola için minnettardım ama ayağa kalkma
vakti erkenden gelmişti, kendimi Foxglove ve Lorelei’la birlikte
doğrulurken buldum, kalbim güm güm atıyordu.
Şimdi Melusine’yi tamamen gördüğüm için kıyafetimin
Önemini anlamıştım. Deniz Sarayı Kraliçesi’nin hem ince hem
baştan çıkarıcı derecede kıvrımlı, İnsana benzer bir gövdesi var­
dı. Parlak mavi saçları memelerini zar zor gizliyordu. Fırtına­
lı deniz rengindeki gözleri, çıkık elmacıkkemikleri, kusursuz
burnu ve mercan kırmızısı dolgun dudaklarıyla yüzü eşi ben­
zeri görülmemiş bir güzellikteydi. Pembe mercan telleri ku­
laklarından sarkıyor ve ince boynunu çevreliyordu. Dümdüz
karnı mavi yeşil parlak kuyruğuyla son bulan pulların içinde
kayboluyordu.

253
Tessonja Odette

Onun karşısında kendimi aşırı abartı ve çirkin hissediyor­


dum.
"Majesteleri,” dedi Foxglove bir adım öne çıkarak. “Kraliçe
Melusine, size Bayan Evelyn Faİrfield’ı takdim etmek isterim.”
Melusine sivri dişlerini ortaya çıkararak gülümsedi. Ondan
uzaklaşma dürtümü bastırdım. Kendime dişlerin bir anlamı ol­
madığını hatırlattım. Foxglove’un da dişleri vardı ve o gayet za­
rarsızdı. Hatta hoştu. Foxglove’u tanıdıkça sivri dişleri gözüme
daha zarif ve modaya uygun görünüyordu. Melusine’ninkilerse
tırtıklı kenarları ve uzun uçlarıyla tam tersiydi. Yine de tuhaf
bir şekilde güzelliğinden hiçbir şey eksiltmiyorlardı. Nasıl olu­
yorsa, dişlerinin arz ettiği tehlike onu daha da çekici kılıyordu.
“Majesteleri.” Soğukkanlılığımı kaybetmemek için büyük
çaba harcayarak bir kez daha reverans yaptım.
Sanki alışılmadık bir kir zerresini değerlendiriyormuşçasma
burnu yukarıda beni süzdü. “Oğlum nerede?” Sesi hafif ve kıv­
raktı. Bir melodi gibi. Her kelimesi okyanusun kükremesini,
sirenlerin şarkısını taşıyordu.
“Dinleniyor,” diye cevap verdi Foxglove. Sesi Kraliçe’nin
melodik sesinden sonra adeta kulağı tırmalıyordu. “Yarası iyi­
leşiyor.”
Melusine şaşırmamış görünse de hoşnutsuzdu. Aspen’in ba­
şına gelenlerden haberdar olmalıydı. “Peki diğer oğlum nere­
de? Sevgili Cobalt nerede?”
“Buradayım.” Odaya giren Cobalt annesinin önünde eğildi,
buraya gelmek için acele etmiş gibi bir hali vardı.
Oğlunu tepeden tırnağa süzen Melusine yüzünü buruştur­
du. “Beni bu şekilde karşılamaya nasıl cüret edersin?”
Cobalt doğrulurken çenesini ileri geri oynattı. “Karada iyi
huylu formuma bürünüyorum, anne. Bunu biliyorsun,”

254
Peri Kralının Kalbi

“En azından beni eğlendirme nezaketini göstereceğini dü­


şünmüştüm. Neyse. Beni Aspen in yanına götür.”
“Dinleniyor,” dedi Foxglove bir kez daha, “iyileşmeye baş­
lamışken onu uyandırmak istemeyiz.”
Melusine ellerini havaya savurdu. “Oğlumu göremeyecek­
sem bunca yolu neden geldim?”
“Güzel soru,” dedi Cobalt. “Neden geldin?”
Melusine, Cobalt’m sesindeki soğukluğu duymazdan geli­
yor gibiydi. “Burası bir zamanlar benim kalemdi,” dedi. “Emin
ellerde olduğundan emin olmak istedim.”
“Abim iş göremez durumdayken onun yerine hükmetmeye
muktedirim.”
“Yanlış anladın,” dedi. “Ben seni değil, kızı merak ediyo­
rum.” Gözlerini bana çevirdi.
Cobalt annesinin bakışlarını takip etti ve kıyafetimi süzdü­
ğünde gözleri irileşti. Annesine o kadar kilitlenmişti ki odaya
girdiğinden beri bana ilk kez bakmıştı.
Kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturma dürtüsüne karşı
gelerek en ikna edici gülümsememi takındım. “Eşimin anne­
siyle tanıştığıma memnun oldum,” dedim.
Vücudunun üst kısmını dimdik tutarak kuyruğunun üze­
rinde bana doğriı süründü, asil bir duruşu vardı. Durduğun­
da gözlerine bakabilmek için başımı eğmek zorunda kaldım.
“Öyle mi?” diye sordu alaycı bir ses tonuyla. “Benimle tanıştı­
ğına gerçekten memnun oldun mu?”
“Oldum. Hakkınızda çok şey duydum.”
Melodik bir kahkaha attı. “Aspen’den duymadığın kesin.
Artık beni annesi olarak görmüyor. Bana On Bir Saray Konse­
yinin bir asilzadesi gibi davranıyor, o kadar.”
“Yine de huzurunuzda olmaktan memnunum."

255
Tessonja Odette

“Ne kadar da İnsani bir nezaket,” dedi tiksintiyle. “Ne kadar


sahte.”
“Anne,” dedi Cobalt uyaran bir ses tonuyla. “Aspen onu
kraliçesi yapmayı planlıyor. Bu da onu seninle neredeyse eşit
konuma getirecek.”
Gözlerini benimkilerden ayırmadan alayla homurdanarak.
“Demek benimle eşit bir konuma getirecek. Hah! Ne başında
bir taç görüyorum ne de taç giyme törenine davet edildiğimi
hatırlıyorum. Bu yaklaşan sözde düğün hakkında fısıltılardan
başka bir şey duymadım.”
“Taç giyme töreni için henüz detaylı bir plan yapılmadı,”
dedi Foxglove, “malum yaşananlar yüzünden. Eminim Aspen
iyileştiğinde...”
“Evet, onunla ne yapacağını merak ediyorum.” Biraz daha
yaklaştığında etrafımdaki havayı kokladığından emindim.
“Onun gözünde nesin sen?”
Hızla atan kalbimi duymamasını umarak yutkundum.
“Eşiyim.”
Dudaklarının kenarı bir gülümsemeyle kıvrıldı. “Öyle mi­
sin peki?”
“Töreni geçen hafta gerçekleştirdik.”
“Şık bir gösteriden fazlası değil,” diye tısladı. “İçimden bir
ses henüz gerçek anlamda eşi olmadığım söylüyor. Üzerinde...
doğru koku yok.”
Foxglove’la Lorelei’ın beni huzuruna çıkmadan önce tenimi
pembeleşene kadar yıkayıp temizlediğini iddia etmek istesem
de kendimi durdurdum, öncelikle yıkanma rutinim onu ala­
kadar etmezdi. İkincisi, içimde o tür bir kokudan bahsetmedi­
ğine dair bir his vardı. Anlamadığım bir şeyden bahsediyordu.
Perilere özgü bir şeyden.

256
Peri Kralının Kalbi

Başka bir şeyin daha farkına vardım. Foxglove’la Lorelei


Kraliçe’nin karşısında güzel görüneyim diye beni ipeklere sarıp
süslememişti. Bunu bana avantaj sağlamak için yapmışlardı.
Beni onun eşiti olarak göstermek için. Beni saygı duyulacak
biri gibi görmesini istemişlerdi. Bense karşısında yaralı bir kö­
pek gibi sinmiştim.
Omuzlarımı geriye atarak dikleştim. Sesimi, Aspenin
pek çok kez kullandığına şahit olduğum o sıkılmış tona dö­
nüştürdüm. Söyleyeceğim her kelime bir kumardı ama yine
de oynadım. “Bu çok hoştu, öyle değil mi? Şimdi, kelimeleri
ayrıştırmayı ve birbirimizi koklamayı bitirdiysek gidip eşimi
kontrol etmek isterim.” Çenemi dik tutarak ondan uzaklaştım
ve koridora çıkmadan duraksadım. “Uyandığında sizi alması
için birini gönderirim. Tabii sizi görmek isterse.”
Koridora çıktığımda Foxglove’la Lorelei peşimden geliyor­
du. Beni duymadığından emin olduğumda tuttuğum nefesi
yavaşça verdim. Arkama bakmaya cesaret etmedim, öfkeli bir
deniz yılanının peşimden geldiğini görmekten korkuyordum.
Yine de yoluma devam ettim ve başım vücudumdan ayrılma­
dan uzaklaştım.
Lorelei’in kahkahası sessizliği böldü. “Oyunu nasıl oynaya­
cağımızı öğreniyoruz demek.”
“Aynen öyle,” dedim. “Dua edelim de kaybetmeyeyim.”

257
Bölüm 30

O
damda volta atarken hâlâ Melusine’yle karşılaşma­
mın etkisiyle öfkeden köpürüyordum. Kendini ne
sanıyordu da buraya gelip beni süzdükten sonra
aşağılayabiliyordu? Beni korkutup kaçırma ihtimali dışında
bundan ne çıkarı vardı ki? Cobalt5ın anlattıklarına göre, Me­
lusine siyasi anlamda bir kötü huyluydu, yani oğlunun evlili­
ğinin barışı sağlamasından pek memnun olamazdı. Belki de
oğluna layık olmadığımı düşünüyor, beni zayıf bir insan olarak
görüyordu.
“Ona kimin güçsüz olduğunu göstereceğim,” diye mırıldan­
dım kulağımdaki bronz küpeleri çıkarıp komodine atarken.
i

Gözüm Aspen5e takıldı ve ona tam bakmak için döndüğümde


yanaklarına gelen renk karşısında şaşkına döndüm. İç çekerek
hayati değerlerini kontrol etmek için yatağın yanına oturdum.
“Bu kadar kötü olmana şaşmamalı. Artık bu özelliğini kimden
aldığını biliyorum.55
Tabii ki tek kelime etmedi, alnına dokunduğum sırada hu­
zur içinde uyumaya devam ediyordu. Ateşi düşmüş, alnındaki
ter tabakası kaybolmuştu. Yaranın üzerindeki sargıyı değiştir­
mek için elimi göğsüne götürdüm.
Ancak Aspen5in gözleri fal taşı gibi açıldı ve eliyle bileğimi
kavradı. Dengemi kaybederek üzerine doğru devrildim. Di­
ğer bileğimi de yakalayarak ağırlığını değiştirdi. Ne olduğunu

258
Peri Kralının Kalbi

anlayamadan kendimi yatağa mıhlanmış buldum, Aspen’se


üzerimdeydi. Dudakları geri çekilerek dişlerini ortaya çıkardı,
gözleri ruhuma işlerken göğsü kabarıp iniyordu.
Elinden kurtulmaya çalışırken, “Belli ki kendini çok daha
i)d hissediyorsun,” dedim alaycı bir ifadeyle.
“Burada ne işin var?”
“Ne yaptığımı düşünüyorsun? Yaralandığından beri her
mide bulandırıcı saat yaptığım gibi yaranla ilgileniyorum.”
“Yaralandığımdan beri.” Bu cümleyi sanki ona yabancıymış
gibi söylemişti.
Donup kaldım. “Hatırlamıyor musun?”
Gözlerime bakarak kaşlarını çattı. “Yaralanmıştım.”
“Evet. Bay Holstrom’un kana susamışlığını dindirmek için
yaptığın aptalca girişim yüzünden az kalsın ölüyordun.”
“Sen... bana bir şey yaptın.”
“Buna sefil hayatını kurtarmak da diyebiliriz. Ayrıca rica
ederim.”
Rahatlamış görünüyordu, bileklerimi serbest bıraksa da
üzerimden kalkmadı. Bedenim hâlâ bacaklarının arasında sı­
kışmış durumdaydı.
Göğsünü itsem de yerinden kıpırdamadı. “Beni bırakmayı
düşünüyor musun?”
Yüzüme sanki beni ilk kez görüyormuş gibi bakarken göz­
leri irileşti. Erik rengi transparan elbisemi incelerken bakışları
derin dekolteme kilitlendi. Dudakları muzip bir sırıtışla kıv­
rıldığında günler sonra ilk defa eski Aspen’e benzedi. “Neden?
Korkuyor musun yoksa?”
Gözlerimi devirdim. “Doğrusunu söylemek gerekirse, di­
kişlerini patlatmandan ve tüm emeklerimin boşa gitmesinden
korkuyorum.”

259
Tessonja Odette

“Hayır, sen benden korkuyorsun,” dedi kısık sesle. “Bunu


hissedebiliyorum.”
Onu bir kez daha göğsünden ittirdim, içimden yarasına
bir yumruk atmak geliyordu. O an siyah damarların tama­
men kaybolduğunu fark ettim. “Korkmuyorum. Sadece son
derece uygunsuz bir pozisyonda olduğumuzu düşünüyorum.”
Ama dile getirdiğine göre, belki de korkmalıydım. Olup biteni
hatırlamadan uyandığı düşünülürse aklının başında olmadığı
açıktı. Aklı başında olsa bile... Bakışlarım istemsizce boynuzla­
rına kaydı. Eğer bunu isteseydi beni saniyeler içerisinde deşe-
bilirdi. Çığlık atacak vaktim dahi olmazdı.
“Çiftlikte yaptıklarımı düşünüyorsun.”
Kaşlarımı çattım. “Hatırlıyorsun demek.”
Yüzünden acı dolu bir ifade geçti. “Sana zarar vermeyece­
ğim, Evie.”
İstemsizce bir kez daha boynuzlarına baktım ve onları kanla
kaplı hayal ettim.
Aspen eğleniyor gibiydi. “Merak ediyorsun, değil mi? Hâlâ
bakıyorsun da.”
“Evet, bakıyorum. Yüzümle jilet kadar keskin bir çift boy­
nuzun arasında sadece birkaç santim var. Gözümden deşilme-
meye çalışıyorum.” Sözlerim dudaklarımdan soluk soluğa dö­
külmüştü.
“Boynuzlarımı kullanma konusunda oldukça yetenekliyim.
Ayrıca bugüne kadar bir boynuza dokunmadıysan jilet kadar
keskin olduğunu nereden biliyorsun?”
Biryanım onu itmek, alaylarına son vermesini sağlamak ister­
ken diğer yanım artık neler yapabileceklerini bildiğinden boy­
nuzları karşısında hastalıklı bir büyülenmişlik hissine kapılmıştı.
Tehlikeli yanlarıyla yüzleşmenin cezbedici bir yanı vardı. Onlara

260
Peri Kralının Kalbi

dokunmak, hayranlıkla incelemek istiyordum, tıpkı iyi dövül­


müş bir bıçağa ya da neştere duyduğum hayranlık gibi. Boy­
nuzlarına dokunmak kemiğe dokunmak gibi miydi? Yoksa taşa
dokunmak gibi mi?
Düşüncelerimi duyuyormuş gibi gözlerini devirdi. “Doku­
nabilirsin. Büyük ihtimalle şimdiye kadar bunu denememiş ilk
insansın.”
Denememiş ilk insan. Aklıma ablam geldi. Onlara dokun­
maya çalışmış mıydı? Bunu yapabileceği kadar yakınlaşmışlar
mıydı? Yoksa o büyüleyici naifliğiyle sadece dokunup doku­
namayacağını mı sormuştu? Farkında olmadan elimi boynuz­
larına doğru götürdüm, sanki görünmez bir güç tarafından
çekiliyordum.
Aspen ön kollarına dayanarak daha da eğildi.
Parmaklarım boynuzlardan birinin ucuna değdi. Keskin
olsa da herhangi bir baskı uygulamadan deriyi kesmesi müm­
kün değildi. Yumuşak kadifeyle kaplı yüzeyin ne kadar pürüz­
süz olduğunu hissedince şaşırdım. Parmak uçlarımı boynuz
boyunca gezdirdikten sonra alt çatallardan birine doğru iler­
ledim. Büyülenmiştim. Böylesine narin ama güçlü bir silaha
dokunmak fazlasıyla heyecan vericiydi.
Aspen titredi.
Duraksadım ve kendime geldim. “Bu ne içindi?”
“Boynuzlarım çok hassastır,” dedi. Nefes nefeseydi ve alçak
sesle konuşuyordu. “Her dokunuş hem zevk hem de acı verir.”
Elimi çektim, yanaklarım kızarmaya başlamıştı. Boynuzla­
rın hassas olduğunu bilmiyordum. “Demir aşkına, bunu hisse­
debildiğini neden daha önce söylemedin?” diye sordum sıktı­
ğım dişlerimin arasından.
“Çünkü durmanı istemedim.”

261
Tessonja Odette

Sözleri nefesimi keserken bakışlarının yoğunluğu beni oldu­


ğum yere sabitledi. Ona bu kadar yalan duruyorken gözlerini
daha önce hiç görmediğim gibi görebiliyordum. İlk başta dü­
şündüğüm gibi kahverengi değillerdi, sonbaharın tüm renkleri
içlerindeydi. İrislerinde altın, bronz, zümrüt ve yakut renkleri
parlıyordu. Aklımdan, O çok güzel, düşüncesinin geçmesine
engel olamadım. Şimdiye kadar gördüğüm en güzel yaratıktı.
Ayrıca o da bana sanki güzelmişim gibi bakıyordu. Açlıktan
Ölen bir adam için oldukça lüks bir ziyafetmişim gibi. Dolgun
dudakları o kadar yakındı ki nefesi yüzüme çarpıyordu, teni­
nin biberiye kokusu ciğerlerime doluyordu. Tören sırasındaki
öpüşmemizi düşünmeden duramadım ve o esnada hissettiğim
tuhaf ateş bir kez daha canlandı.
Bunu o da hissedebiliyormuş gibi aramızdaki mesafeyi ka­
payarak dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Onu durdurmayı,
ona direnmeyi aklımın ucundan dahi geçirmedim. Dudakla­
rına teslim oldum ve öpücüğün gitgide ateşli bir hal almasına
izin verdim. Bedenim büyük bir arzuyla uğulduyor, onu daha
fazla tüketmek için can atıyordu.
Dizleriyle önce bir bacağımı, sonra diğerini kenara itti. Ref­
leks olarak bacaklarımı beline dolayarak onu kendime çektim.
Dudaklarım diline kavuşmak için aralanırken ağzından hafif
bir İnilti kaçtı. Bir elimi beline götürürken, diğer elimle de ya­
rasına yaklaşmamaya özne göstererek göğsünün sıkı kaslarını
inceledim.
Bir elini kendi keşfine çıkmak için yataktan kaldırdı. Par­
maklarının boynumu okşadığını hissettiğimde başımı yana
çevirdim, dudakları az önce parmaklarının olduğu yerde gezi­
niyordu. Dudakları boynumdan aşağıya, köprücükkemiğime
doğru ilerledi, ardından daha da aşağı inerek elbisemin' dekol­
tesi boyunca öpücükler kondurdu.

262
Peri Kralı’nın Kalbi

Dudakları yeniden dudaklarımla kavuştuğunda onları bü­


yük bir hevesle karşıladım. Eli boynumdan mememin kıvrı­
mına doğru kaydı. Parmaklarım örümcek ipeğinin üzerinden
hissettiğimde nefesim kesildi. Tenimin hassasiyeti sanki par­
makları ateşmiş gibi katlanmıştı. Başparmağı mememde tem­
bel daireler çizerken bedenimden büyük bir zevk dalgası geçti,
o kadar yoğundu ki onu karşılamak için sırtımı gerdim. Ba­
caklarımın arası alev almıştı, sanki söndürülmezse ölecekmi­
şim gibi hissediyordum.
Diğer elini dizime götürdü ve uyluğumdan yukarı gezinme­
ye başladı. Nereye gittiğini bilsem de umursamıyordum. Daha
da yukarı gitmesini arzuluyordum. Aynı anda her yerimde ol­
masını istiyordum. Kontrol ve farkındalık diye bir şey kalma­
mıştı, sadece o vardı. Parmaklarını hançerli kemerime götür­
düğünde irkilerek duruşunu dikleştirdi. Bu, anı parçalamaya
ve aklımı başıma getirmeye yetti.
Tutkunun büyüsünden çıkarken nefesim sığdı. Beni güç­
süz bırakan büyüden. Savunmasızlıktan. Hiç kendim gibi de­
ğildim. Elbisemi düzelterek uzaklaştım. “Demir aşkına, o da
neydi öyle?”
Aspen başparmağının ucunu sanki bir yanığı geçirmeye ça­
lışıyormuş gibi ağzına götürdü. Yüzünü bir kez daha buruştu­
rup elini salladı. “O korkunç şeyi neden takıyorsun?”
Soruyu duymazdan gelerek daha da uzaklaştım. “Yine yap­
tın, öyle değil mi? Seni arzulamam için kendini büyüledin.”
Yüz ifadesi aniden karardı. “Beni yalnızca bu şekilde mi
öpebildiğini hayal ediyorsun? Efsunlandığın için? Senin gö­
zünde gerçekten bu kadar iğrenç miyim?”
“Evet, iğrençsin.” Kayarak yataktan kalktım ve gözlerimi
ona diktim, herhangi bir saldırıya karşı hazırda bekliyordum.

263
Tessonja Odette

“Ancak iğrenç yaratıklar kadınları baştan çıkarmak için büyüye


başvurur.”
Başını iki yana salladı. “Eğer geceleri uyumanı sağlayacaksa
istediğini düşün.”
“Gece uyumaktan bahsetmişken,” diyerek gardıroba ilerle­
dim. Bir gecelik, bir bornoz ve koyu mavi bir elbise çıkardım.
“Yatak odası senin. Ben salonumda uyuyacağım.”
“Salonunu sevdin demek?” Sırıttı, gözlerine muzip bir pa­
rıltı yerleşmişti.
Bu tuzağa düşmedim. Çenemi yukarıda tutarak dışarıda
bekleyen muhafızların ilgisine aldırmadan kapıya yöneldim.
“Bu arada,” diye seslendim arkamı dönerek, “annen burada.”
Kapıyı çarpıp çıkmadan önce gördüğüm son şey Aspen in
dehşet dolu bakışlarıydı.

264
Bölüm 31

alonumdaki kanepe ne Aspen in yatağı ne de o iyile­

S şirken odasında yattığım kanepe kadar rahattı. Bunun


ne kadarının kaliteyle ne kadarının aşağılanmanın yü­
küyle alakalı olduğunu bilemiyordum.
Gözlerimi her kapadığımda Aspenin yüzünü görüyor,
dudaklarını hissediyor, kulağımda nefes alıp verişlerini du­
yuyordum. Onu kendime çektiğimi, kalçalarımın onunkilere
sürttüğümü görüyordum. İçimdeki ateşin yeniden canlanma­
sından nefret ediyordum. Zihnimdeki görüntülerden kurtula­
bilecekmişim gibi ellerimle gözlerimi kapadım. Sanki bu bana
Aspen in dudaklarının tadını unutturabilecekmiş gibi.
Ertesi sabah uyandığımda aşağılanma duygusu öfkeye dö­
nüşmüştü. Sonbahar Sarayı Kralı Aspenden nefret etme ne­
denlerimi bir kez daha gözden geçirdim.
Kendini efsunlamış olmasından nefret ediyordum.
Benİ baştan çıkarmaya çalışmış olmasından nefret ediyor­
dum.
Kontrolümü kaybetmeme neden olmasından nefret ediyor­
dum.
Özür dilememesinden nefret ediyordum.
Bana bakışından nefret ediyordum.
Beni öpüşünden nefret ediyordum.

265
Tessonja Odette

Nefes alışından nefret ediyordum.


Ellerinin tenimdeki hissinden...
Salon kapısı çalındı.
Kendine gel, Evie. Lorelei’ı selamlamak için düzensiz nefesi­
mi tam zamanında kontrol altına aldım.
“Balkonda bekleniyorsun,” dedi hem telaşlı hem de mem­
nun bir sesle. “Kral tamamen iyileşti ve Kraliçe Melusİne’yle
görüşecek.”
Kaşlarımı çattım. “Balkon mu?”
“Eşleşme töreninin düzenlendiği yer.”
“Anlıyorum ama neden?”
“Aspen tebaasıyla orada görüşür. Orası onun taht odası gibi
bir şey.”
“Anladım.” Parmaklarımı birbirine geçirirken panik göğ­
sümde kabarıyordu. “Peki gitmek zorunda mıyım?”
“Bence katılman akıllıca olur. Kral’ın yanında, kraliçesinin
tahtına oturacaksınız. Annesini kahvaltı masası yerine tahtının
önünde ağırlaması bir çeşit güç gösterisi.”
“Kulağa oldukça önemli geliyor.” Kalbim sıkıştı. Foxglo-
ve’un benî Deniz Kraliçesi’ne denk göstermek için verdiği onca
emeği düşündüm. Onunla bu kadar erken yüzleşmeye hazır
mıydım? Daha da önemlisi, Aspenle bu kadar çabuk yüzleş­
meye hazır mıydım?
Lorelei’ın dudaklarının kenarı kıvrıldı. “Belli ki kafanda bir
ton şey var. Paylaşmak ister misin?”
“Hayır,” dedim hızlıca. Dün gece yaşananları ona ya da baş­
kasına anlatmam imkânsızdı. Zaten saraydaki çoğu kişi Kral’la
aramda zaten böyle bir ilişkinin var olduğunu düşünüyordu.
Lorelei gerçeği biliyor muydu? Gerçek eş olmadığımızdan ha­
berdar mıydı?

266
Peri Kralı'nın Kalbi

“Pekâlâ. Hadi seni giydirelim.”


“Bir şartla,” dedim parmağımı kaldırarak. “Bugün daha
mütevazı bir elbise giymek istiyorum, istisna yok.”
* * *

Balkona vardığımızda iki kardeş çoktan oradaydı. Aspen


yükseltilmiş platformdaki süslü tahtlardan birine otururken
sağ tarafı boştu. Eşleşme törenimiz sırasında tahtlara pek dik­
kat etmemiştim ancak şimdi dikkatim daha az dağınık olduğu
için ne kadar güzel olduklarım fark ettim. İkisi de birbirinin
kopyasıydı, sarmal kökler ve dallardan yapılmışlardı ve yan­
larından altın renkli yapraklar fışkırıyordu. Aspen in solunda
duran Cobalt platformda bir basamak aşağıda duruyordu. Bal­
konun her iki yanında muhafızlar bekliyordu.
Cobalt nazikçe gülümserken Aspen tahtında yayılmış, yü­
züme dahi bakmıyordu. Kral oturduğu yerden bana ağacında
tembel tembel yatan bir orman kedisini anımsatıyordu. Dinle­
nirken bile gözalıcı ve tehlikeliydi.
ilerlerken bakışlarımı boş tahttan ayırmadım. Bugün üze­
rimde açık mavi bir elbise vardı. Yakası yine açıktı ancak üst
kısmı ağır ipek brokardan, etek kısmıysa kat kat mavi şifondan
oluşuyordu. Boynumda bronz ve safirden zarif bir kolye vardı.
Aspen’le aramda yükselen gerilimi görmezden gelmeye
çalışarak boş tahttaki yerime oturdum. Yoksa hayal mİ görü­
yordum? Göz ucuyla Kral’a baktım ama hiçbir şekilde dikkati
bende değildi. Çenesini yumruğuna dayamış, dirseğini tahtın
kolçağına yaslamıştı. Diğer elini kolçağın üzerine dümdüz
uzatmıştı. Benimkine çok yakın duruyordu. Parmaklarını kol­
çağa vurarak sıkıntıyla ritim tutmaya başladığında düşünebil­
diğim tek şey tenimdeki hisleriydi.
“Güzel uyudun mu?” Aspen’in sesi soğuktu ve konuşurken
yüzüme bile bakmamıştı.

267
Tessonja Odette

Bakışlarımı parmaldarından ayırarak uzaklara çevirdim.


“Evet,” dedim dişlerimi sıkarak. Tabii ki yalan söylüyordum.
“Bu sabah sargımı kontrol etmedin.” Bu kez başını bana
doğru çevirdi. “Hastalarını her zaman böyle ihmal eder misin?”
“Tek başına idare edebilecek kadar İyi durumda olduğun
açıktı.”
“Ah ama ben senin tarafından idare edilmeyi tercih ederim.”
Yanaklarım kızarırken beni beklediğini bildiğim sırıtışa
bakmayı reddettim.
Balkona çıkan merdivenlerde bir hareketlilik gördüğümde
zekice bir cevap aramaktan kurtuldum. Çivit rengi saçlar. Göz
kamaştırıcı mavi gözler. Kraliçe Melusine balkonun kalan ba­
samaklarını sürünerek çıkarken her nasılsa dün olduğundan
daha da güzel görünüyordu.
Yaklaşırken hoşgörüyle gülümsüyordu. “Aspen, canım oğ­
lum. İyi olduğunu görmek ne kadar da güzel. Bu kadar kısa
sürede nasıl iyileştin?”
Elini elime koyduğunda geri çekilme dürtümü bastırdım.
“Başarılı bir şifacım vardı. Evelynin pek çok yeteneği var.”
Kraliçe tepeden bana baktıktan sonra dikkatini yeniden As­
pen’e verdi. “Gerçekten de çok yetenekli. Gerçi dün kulağıma
bir dedikodu geldi. İyileşmiş olmana rağmen geceyi farklı oda­
larda geçirmişsiniz. Yoksa yatak odasında sorunlar mı var?”
Aspen ona gözlerine ulaşmayan bir gülümsemeyle karşılık
verdi. “Hiçbir sorun yok, anne, yine de endişen için teşekkür­
ler. Sevgili Evie beni uyutmadığı için dinleneyim diye gitmenin
daha mantıklı olacağını düşünmüş. Uykusunda inliyor da.”
inliyor dediğinde nefesim kesildi. Ses tonundan alay ettiği
anlaşılıyordu ve bunu beni kızdırmak için yaptığını biliyor­
dum. Benimle alay ediyordu. Baştan çıkarıyordu. Fazla düşün-
memeye çalışarak nefesimi sabit tuttum.

268
Peri Kralının Kalbi

Melusine’nin gözleri sanki şakayı o da yakalamış gibi bana


kaydı. Bir anlığına kibir dolu yüz ifadesi endişeye dönüştü ama
göz açıp kapayıncaya kadar soğukkanlılığı geri döndü. “Ne ka­
dar düşünceli bir eşin var. Aslında onu biraz daha yakından
tanımak isterim. Evelyn, bu gece sahilde yürümeye ne dersin?
Eve dönmeden önce beni uğurlar mısın?”
Ağzımı açtım ama ne diyeceğimi bilemedim. Neredeyse As-
pen’in benim yerime cevap vermesini dileyecektim ama yap­
madı. Benden tam olarak ne istiyordu? Onunla baş başa kal­
mak güvenli miydi? Hem de mercan mağaralarının yakınında.
Sonra aklıma başka bir şey geldi. Mercan mağaraları. Melusine,
Deniz Kraliçesi’ydi. Eğer Amelie kaybolduğu gece gerçekten
mercan mağaralarına koştuysa Melusine bir şeyler biliyor ola­
bilirdi. Düşük bir ihtimal olsa da elimdeki tek şey buydu.
“Onur duyarım, Majesteleri,” diye cevap verdim sonunda.
“Bu gece gidiyorsun o halde?” diye sordu ilk kez konuşan
Cobalt.
“Evet, canım oğlum ama bu kadar üzülme. Beni özlediysen
daha sık ziyaret etmen gerekecek.” Ardından arkasını döndü ve
geldiği yöne doğru sürünerek gitti.
“Toplantı sona ermiştir,” dedi Aspen huzurunda muhafızlar
dışında sadece Cobalt’la ben olsak da.
Cobalt tereddüt ederek bakışlarını Aspen den bana çevirdik­
ten sonra balkondan ayrıldı. Aynısını yapmak cazip gelse de
Aspenden istediğim bir şey vardı.
Tahtında oturmaya devam ediyor, annesinin arkasından
kaşlarını çatarak bakıyordu. Onunla yüz yüze gelmek için taht­
ta yönümü değiştirdim. “Konuşmamız gerek.”
Elbisemi tepeden tırnağa incelerken çatık kaşları hınzır bir
bakışa dönüştü. “Yapabileceğimiz çok daha iyi şeyler Önerebili­
rim. Hem de tek kelime etmemize gerek kalmadan.”

269
Tessonja Odette

Kızardım. “Hayır, teşekkür ederim. Bir daha benden asla bu


şekilde faydalanamayacaksın.”
Alayla ofladı. “Faydalanmak mı? Savunmasız birinin ağzın­
dan zorla sır alan ben değilim.”
“Savunmasız olduğunu kabul edeceğini hiç düşünmezdim.”
“Ben de böyle öpüşebileceğim.”
Sözleri nabzımı hızlandırdı. Gerçek şu ki, ben de böyle öpü-
şebileceğimi düşünmezdim.
Açıkçası bence öpüşmemizde onun rolü daha fazlaydı. Ben
sadece kendimi ona teslim etmiştim. Hareketlerimi harekede-
rine uydurmuş, nefes alıp verişlerine eşlik etmiştim. Başımı iki
yana sallayarak kalçamı sıktım.
“Konuyu değiştirmeye çalışmayı kes. Bazı açıklamalara ih­
tiyacım var. Her şeyden önce, bana ablamın hayatta olduğunu
neden söylemedin? Neden öldüğüne inanmama izin verdin?”
İfadesi karardı, bakışlarını muhafızlarından uzaklaştırarak
balkonun diğer ucuna çevirdi. “Sesini alçalt.”
“O zaman sorularıma cevap ver.”
Öfkeyle homurdandı. “Seni kandırmaya hiç niyetlenme-
miştim ama gördüğün cesedin ona ait olduğuna o kadar ikna
olmuştun ki. Bunun herkes için daha güvenli olacağını düşün­
düm. En azından ben gerçeği Öğrenene kadar.”
“Demir aşkına, sana bunun daha güvenli olduğunu düşün­
düren neydi?”
“Bunun arkasında kimin olduğunu bilmiyorum,” dedi alnı­
nı ovuşturarak. “Eğer sorumlu kişi ablanın öldüğünü düşün­
düğümüze inanırsa, peşine düşmemizi beklemeyecek ve hazır­
lıksız yakalanacaktır.”
“Bu onu aradığın anlamına mı geliyor?”

270
, Peri Kralının Kalbi

Başıyla onayladı. “Bir işe yaradığından değil. Hiçbir iz yok.


Herhangi bir ipucu yok. Her gün fidye notu veya bir pazarlık
teklifi bekliyorum. Her gün boş geçiyor. Göremediğim sui­
kastçılarla uğraşmaktan nefret ederim. En azından benimle yüz
yüze gelme nezaketini göstermeliler.”
“Amelieyi sana karşı kim kullanabilir?”
“Herhangi biri olabilir. Savaş isteyen herhangi bir kötü
huylu peri. Aynı şeyi isteyen insanlardan biri. Kardeşimi tahtta
görmek isteyen iyi huylu konsey üyelerinden biri. Seçilmişlerin
ev sahibi sarayı Hasat’ı takip eden ay boyunca her zaman risk
altındadır. Seninle yaptığım ya da yapmadığım şeyler gidişatı
değiştirebilir. Sana kötü davranır, evlilik ittifakını reddeder ya
da annene tazminat ödemeyi durdurursam bunlardan herhan­
gi biri anlaşmayı geçersiz kılabilir. Bu da beni her yönden bir
hedef haline getiriyor.”
Annemden bahsettiğinde kalbim yerinden çıkacakmış gibi
oldu. “Ona nasıl bir ödeme yapıyorsun? Çiftlik hayvanlarıyla
olduğunu düşünmüyorum.”
“Tazminada ilgili tüm konuşmaları reddetti. Foxglove5un
onu baştan çıkarabileceği bir pazarlık sözkonusu değildi. Ben
de eczanesini devralıp tapusunu ona verdim ve işlerini sür­
dürebilmesi için yüklü bir fon bıraktım. Kira ya da tamirat
konusunda hiçbir şekilde endişelenmesine gerek kalmayacak.
Fondan bir kuruş bile harcamayı reddederse bu onun adına
sürdürülecek.”
Boğazım düğümlendi. Annem. Onunla ilgileniliyordu.
Hayatının tutkusu olan eczacılık güvence altına alınmıştı. Bu,
Aspenin işi miydi? Foxglove’un mu? Yoksa konseyin mi? Sor­
maya cesaret edemedim.
“Ne olursa olsun,” dedi Aspen düşüncelerimi bölerek,
“Hasat’tan önce bile hem iyi hem kötü huylular benden

271
Tessonja Odette

hoşnutsuzdu. Pek çok potansiyel düşmanım var. Tahtımı kay­


bettiğimi görmek isteyen çok kişi var.”
Cobalt’ın Aspen hakkında söylediklerini hatırladım. Nasıl
sürekli taraf değiştirdiğini. “Bunu neden yapıyorsun?” diye
sordum. “Neden konseyin bütün öfkesini üzerine çekiyorsun?
Eğer sadece bir taraf seçip ona bağlı kalsaydın sana bu kadar
öfke duymazlardı.”
Soğuk bir kahkaha attı. “Haklı olduğuna eminim ama bu
isteyerek yaptığım bir şey değil.”
“Neden? Adanın güvenliğinden bahsediyorsun. Bu oynadı­
ğın çocukça oyunlardan daha önemli değil mi?”
“Oyun oynamıyorum,” dedi çelik gibi bakışlarla gözlerimin
içine bakarak, “Denge kuruyorum. Bozulursa halkımı büyük
bir felakete sürükleyebilecek bir denge.”
“Anlamıyorum.”
“Doğru, anlamıyorsun.”
Ona doğru eğildim. “O halde anlat. Neler olduğunu bil­
mem gerek.”
Ağır bir iç geçirdi. “Anlaman gereken bir şey var. Sözkönusu
iyi huylular ve kötü huylular olduğunda durum iyi veya kötü
meselesi değildir. İyi huylular insanların onlara sunduğu de­
neyimleri arzular. Sevmek. Hissetmek. Nefret etmek. Seçimin
gücü ve sonuçları. Lüks. Varlık. Yokluk. Açlık. Hepsini istiyor­
lar. Kötü huylularsa eski yöntemleri istiyor. Yalnızlık. Doğaya
bağlanmak. İçgüdü.”
“Mantıklı,” dedim.
“Savaş sona erdiğinden beri dengeyi koruyoruz. İyi huylu­
lar nasıl yaşamak istiyorlarsa öyle yaşıyor ve kötü huylular da
kendi yollarından gidiyor. Ortada bir alışveriş var. Her sarayın,
yöneticinin ve vatandaşın seçme hakkı var. Çoğumuz için bu
yeterli olsa da diğerleri için...”

272
Peri Kralının Kalbi

Samimî sözleriyle ciddi ses tonundan büyülenmiş halde bi­


raz daha yaklaştım. Daha önce hiç bu şekilde konuşmamıştı,
yaralıyken bile. “Devam et.”
“Bazı iyi huylular kötü huyluları barbar olarak görüyor.
Daha değersiz. Özgür olmalarına izin verilmemesi gereken
aşağılık, tehlikeli yaratıklar. Kelpie’yle tanıştın. Sence başıboş
gezginlere bu şekilde eziyet etmesine izin verilmeli mi?”
Başımı iki yana salladım, boğulmak üzere olduğum anlar
zihnimde hâlâ tazeydi.
“Ama bu kelpie’nin doğasında var. Kayıp yolcular onun
avıdır, tıpkı bir tavşanın kurdun avı olması gibi. Radikal iyi
huylular kötü huylu yöntemlerinin ortadan kaldırılmasını isti­
yor. Yani herkesi iyi huylu olmaya zorlamak ya da yok etmek.
Radikal kötü huylular da aynı hisleri paylaşıyor. Türlerini iyi
huylu yöntemlerinin zincirinden kurtarmak için adadan insan
etkisinin kalkmasını istiyorlar. İnsan etkisi,, giysileri, yiyecekle­
ri olmadan iyi huyluların varlığı sona erer. İyi huylu olmayan
formlarımıza bürünürüz ve ada uzun zaman önceki haline geri
döner. Buradaki çıkmazı görebiliyor musun?”
“Evet ama bunun senin taraf değiştirmenle ne alakası var?”
“Konseyin ağırlığı bir tarafa kayarsa ne olacağını düşünü­
yorsun?”
Nereye varmak istediğini bildiğimi düşünmeme rağmen
omuz silktim.
“Eğer taraflardan biri kontrolü tamamen ele geçirirse di­
ğer taraf ortadan kalkar. Eğer iyi huylular konseyi yönetirse
iyi huylu olmayanlar yasadışı ilan edilir, sürgün edilir ya da
idam edilir. Kıyafetlere hapsedilir, ağızlarına zorla insan yiye­
cekleri tıkılır. Öte yandan eğer kötü huylular kontrolü ele geçi­
rirse savaşın formaliteleriyle uğraşmadan insanları uykularında

273
Tessoııja Odette

öldürürler. îyi huyluları değer verdikleri her şeyi terk etmeye


zorlarlar.”
Farkındalılda birlikte gözlerim kocaman açıldı. “Sen de bu­
nun yaşanmasını engellemeye çalışıyorsun.”
“Her perinin seçme hakkı olduğuna inanıyorum. Bu yüz­
den dengeyi korumalıyız.”
Tükenmiş hissederek yeniden tahtıma yerleştim. Aspen
hakkında bildiğimi sandığım her şey üzerime yıkıldı. Kibirli,
sinir bozucu ve muhtemelen paranoyaktı ama anlayabildiğim
bir şey için savaşıyordu. Hayatımda ilk kez peri türü hakkında
ne kadar yanıldığımı merak ediyordum. “Gerçekten de karma­
şıkmış.”
“Öyle,” dedi Aspen. “Bazen kötü huyluların haklı olduğu­
nu hissediyorum. Acı ya da zevk hissetmemek daha iyi olur­
du. Sonsuza dek geyik formunda kalmak ve gerçek doğamın
mükemmel saflığında içgüdülerimle hareket etmek. Ama diğer
zamanlarda,” dedi gözlerimin içine bakarak, “tüm bunlardan
vazgeçemeyeceğimi hissediyorum.”
“Neden beni seçtin?” diye sorarken buldum kendimi. Sesim
fısıltıdan biraz yüksekti.
“İlk sorduğunda cevabını vermiştim,” dedi. “Söylediklerim
doğruydu. Seni seçtim çünkü bana bıçak çektin.”
Gözlerimi kıstım. “Hasta yatağındayken beni cezalandır­
mak istemediğini söylemiştin.”
“Hayır, haklısın ama ikisi de doğru. Holstrom kızlarının
suikast girişiminden sonra neredeyse türünüze savaş açmak
üzereydim. Konseydeki iyi huylular beni bundan vazgeçirdi ve
Hasat için başka birini seçmem konusunda beni cesaretlendir­
di. Bunu rasgele bir seçime de bırakabilirdim ama aklımdan
bir ismi çıkaramıyordum. Duvarda beni öldürmeye teşebbüs

274
Peri Kralının Kalbi

edebilecek ama ona saldırıyormuş gibi yapmama rağmen geri


duran bir kadın.”
“Bunun neresi unutulmazdı ki?”
Omuz silkti. “Eğer bir suikastçı olsaydın beni o zaman öl­
dürmeye çalışırdın. Vahşiliğin kendini zapt edişinle birleşince
yanımda duracak kadar güçlü olduğunu ama beni öldürmeye
çalışacak kadar da nefret dolu olmadığını düşündüm.”
“Ah,” dedim. Beklediğim cevap kesinlikle bu değildi. “Ama
duvarda kim olduğunu bilmiyordum. Boynuzlarını bile gör­
medim. Seni öldürmek üzere görevlendirilmiş bir suikastçı ol­
saydım hedefimin tam karşımda durduğunu anlamazdım.”
“Boynuzlarımı büyüleyerek gece rengi kıyafetler tercih et­
miş olabilirim ama bir suikastçı olsaydın beni hemen tanırdın.
Beni orada zaten bekliyor olurdun.”
Verdiği bilgileri sindirirken dudaklarımı çiğnedim.
“Senin hakkında yanılmıyorum, değil mi?” diye sordu.
“Yoksa hâlâ o bıçağı bana doğrultmayı düşünüyor musun?”
Bakışlarımı kalçamla altındaki hançeri gizleyen mavi şifona
çevirdim. Bu soruya cevap vermeye hazır olmadığım için ayağa
kalktım. “Gitmeliyim, Majesteleri.”
Nazikçe elime uzandı. “Ciddiyim, Evie. Yalnız kaldığımızda
bana Aspen de.”
Gitmek için arkamı dönsem de beni bırakmadı. Kaşlarımı
çatmak üzereyken yüzündeki ciddi ifadeyi fark ettim. “Odamı­
za dön,” dedi.
“Neden, benden bir kez daha faydalanabilmen için mi?”
“Ben başka bir yerde uyuyacağım. Sen yatağa geç,” dedi ve
nihayet elimi bıraktı.
“Düşüneceğim.” Kapıya doğru ilerlerken üzerimdeki bakış­
larını hissedebiliyordum.

275
Tessonja Odette

Adımı söylediğini duyduğumda şaşırmadım. Arkamı dön­


düm. “Senin karşında kendime sadece bir kez büyü yaptım.”
Başımı yana eğdim. “Anlamadım?”
“Duvarda. Önünde sadece o zaman kendimi efsunladım.”
“Ama saraya geldiğim gün... yemek odasında... dedin ki...”
“Seninle dalga geçtim ve kendimi efsunladığıma inanmana
izin verdim. Aslında öyle bir şey yoktu.”
Ellerimi kalçama yerleştirdim. “Yalan söylemeyeceğini sa­
nıyordum.”
Gözleri muziplikle parladı. "Sana doğrudan yalan söyleye­
meyiz demiştim. Öte yandan aldatma konusunda periler ol­
dukça başarılıdır.”
Öfkelendim. Az önce yalan söylemeden beni kandırabile-
ceğini itiraf etmişti. Bu oldukça tehlikeli bir itiraftı. Daha da
tehlikeli olan bir gerçek ise Aspen e çekildiğim, onun tuhaf
güzelliği karşısında kontrolümü kaybettiğim onca zaman için
suçlayabileceğim herhangi bir büyünün olmamasıydı. Bu da
beni kendi itirafımla baş başa bırakıyordu. Güçlü bir yanım
onu istiyordu.

276
Bölüm 32

gece kıyıda Melusine’yle buluştum. Okyanusun

O kenarında duruyor, dalgalar kuyruğunun ucuna


çarpıp sıçrıyordu. Güneş pembe ve altın tonların­
da batarken saçlarım hafif esintiyle arkama savruluyordu. Çıp­
lak ayaklarımla kumda ağır ağır özgüvenli adımlarla İlerleyerek
aramızdaki mesafeyi kapadım ve tam karşısında durdum.
“Majesteleri,” dedim reverans yaparak.
Bana bir baş selamıyla karşılık verdi. “Gel, Evelyn. Seninle
biraz gezelim.” Arkasını döndü ve kıyıdan aşağı doğru ilerleye­
rek saraydan uzaklaşmaya başladı.
Arkasından ilerlerken aramıza bir sessizlik çöktü. Etrafı­
mızdaki tek ses kıyıya vuran dalgalarla bir şeyin arada sırada
yüzeye yükselmesiyle sıçrayan suydu. Uzakta önce bir balina­
nın kuyruğunu gördüm, ardından da sıçrayan bir balık. Sonra
başka bir tane daha. Gitgide kıyıya yaklaşıyorlardı.
Melusine her ziyaretçisine, kraliçesini izlemek için kayaların
arkasından fırlayan her yengece gülümsüyordu.
İleride bir hareketlilik fark ettim, fok balıkları sahilin en
ucundaki kayaların üzerine sıçrarken uzun, rengârenk kuy­
ruklu güzel kadınlar daha yüksekteki kayalara tırmanıyordu.
İçgüdüsel olarak kraliçelerine çekiliyor, onu görmek mi istiyor­
lardı? Yoksa bu sadece Kraliçenin güç gösterisi miydi? Aspenin

277
Tessonjtı Odette

muhafızlarını sahilin diğer ucunda bırakmamış olmayı dileye­


rek tedirginliğimi yutkunarak bastırmaya çalıştım.
“Bu gece benimle buluşman ne büyük bir incelik,” dedi me­
lodik bir sesle ve zümrüt yeşili saçları olan bir sirene el salladı.
“Elbette,” diye cevap verdim. “Beni daha yakından tanımak
istemeniz de büyük incelik.”
“Öyle. Sen büyük oğlumun eşisin. Çok yakında bir zaman­
lar benim olan sarayın kraliçesi olacaksın.”
“Ben... saraya elimden geldiğince iyi bakmaya kararlıyım,”
dedim yemin ve söz gibi kelimelerden kaçınmaya özen göste­
rerek. “Ve hem insanların hem perilerin çıkarlarına hizmet et­
meye.”
“Elbette ancak çıkarların her zaman insanlardan yana ağır
basacak, öyle değil mi?”
Aklıma Aspen’in denge hakkında söyledikleri geldi, özgür­
lük ve seçim hakkında. “Hem kendi türümü hem de sizin tü­
rünüzü eşit derecede sevmeyi öğreneceğime eminim.”
“Kötü huyluları bile mi?”
Sertçe yutkunarak hoş bir gülümseme takınmaya çalıştım.
“Yani sizin gibileri mi?”
Gerildi, dudakları geriye çekilerek keskin dişlerini açığa çı­
kardı.
Bu beni korkutmamış gibi yapmaya çalıştım. “Eğer sizin
yanınızda huzur İçinde yürüyebiliyorsam eminim başkalarının-
haklarını da koruyabilirim. Eşimin de sık sık kötü huylu for­
muna büründüğünü bildiğinizden eminim. Her iki tarafı da
takdir etmeyi öğrenmem gerekecek.”
“Bir elçi gibi konuştun.”
“Bir kraliçe gibi,” diye düzelttim onu, sözlerimin cüretkâr­
lığını fark etmeden önce.

278
Peri Kralının Kalbi

“Beklediğim gibi biri değilsin. Senin hakkında birçok şey


duydum. Tabii bir de ablan hakkında.”
Betim benzim attı. “Ablam hakkında tam olarak ne duydu­
nuz?” diye sorarken sesimin titrememesi için mücadele ettim.
“Ah, sadece burada korkunç bir trajedi yaşandığım. Zavallı
kızın öldüğü söyleniyor. Yine de oğlum bu konuda insanlara
herhangi bir bilgi vermedi. Onların gazabından korkuyor ola­
bilir mi?”
Durduk, büyük uçurumun sahilin sonunda suya doğru çı­
kına yaptığı yere ulaşmıştık, selkielerin ve sirenlerin bayıldığı
büyük kayalar buradaydı. Yüzümü ona dönüp gözlerinde ger­
çeği aradım. “Ablamın kaybolmasıyla herhangi bir ilginiz yok,
değil mi?”
Güldü. “Pis bir insan kızıyla ne işim olur?”
“Soruma cevap vermediniz.”
“Eğer merak ettiğin buysa onu ne kaçırdım ne de öldür­
düm.”
Doldurmadığı her çatlağa, bıraktığı her boşluğa kafa yora­
rak sözlerini en ince ayrıntısına kadar inceledim. Kandırmaca
için binlerce açık kapı kalmıştı.
“Benim de bir soru sormama izin ver,” dedi. “Doğrudan
soracağım. Aspen le Bağlanma ritüelini gerçekleştirecek misin,
gerçekleştirmeyecek misin?”
Şaşırmıştım. “Anlamadım?”
“Basit bir evet ya da hayır. Yapacak mısın yoksa yapmayacak
mısın?”
“Şimdiye kadar yapmadığımızı nereden biliyorsunuz?”
Sürünerek bana doğru gelirken önceki gün yaptığı gibi ha­
vayı kokladı. Geri çekildiğinde güldü, gözlerinde neşeli pırıltı­
lar .dans ediyordu. “Hayır, yapmadınız. Bir periyle bağlanmış
bir insanın farklı bir kokusu vardır. O koku sende yok.”

279
Tessonja Odette

"Ne tür bir kokudan bahsediyorsunuz?” diye sordum sa­


vunmacı bir tavırla.
“Bu bir perinin bir insana açıklayabileceği bir şey değil. Ne
kadar başarılı yalan söylersen söyle, onun gerçek eşi olmadığını
hepimizin bildiğini unutma.”
“Ben onun eşiyim. Büyükelçiniz törene katılmak için bura­
daydı. Biz...”
“İkimiz de o törenin senin için oldukça anlamsız olduğu­
nu biliyoruz,” dedi bileğini geçiştirir bir hareketle savurarak.
“Doğrusunu söylemek gerekirse periler için de pek bir şey ifa­
de etmiyor. Aspenin istese yüz eşi olabilir. Bu, anlaşmayı yeri­
ne getirmek için gereken üç adımdan sadece ilki. Bir sonraki
adımda insan düğünü düzenlenecek olsa bile yine de hayati
kısım eksik kalacak.”
“Anlamadım.” Kelimeler dudaklarımdan dökülür dökül­
mez pişman oldum.
Melusine abartılı bir şekilde nefes vererek, “Sana söylemedi
mi yani?” diye sordu.
“Bana söylemediği şey ne?”
Dudakları sempatik bir gülümsemeyle kıvrılırken kan bey­
nime sıçradı. “Ne kadar da sinsi bir çocuk. Şöyle ki, eğer anlaş­
mada belirtilen süreden önce bağ kurmazsan anlaşma geçersiz
sayılacak.”
Sözleri nabzımı hızlandırdı. “Yani savaş mı çıkacak?”
“Aspen in bunu istediği açık yoksa sana neden söylemesin?”
Zihnimdeki çarklılar bir kez daha hızla dönmeye başladı.
“Bak, Evelyn, bunun seni incittiğini görebiliyorum. Ama
emin ol, oğlumla birlikte olduğunuz süre uzadıkça daha çok
incineceksin. Bu saçmalığa en kısa zamanda bir son ver ve evi­
ne, halkına dönün.”

280
Peri Kralının Kalbi

“Savaşa girelim diye mi?”


Ses tonu karanlık bir tınıya büründü. “Adanın asıl sahiple­
rine kalması için bir şansımız olsun diye.”
"Size göre perilere. Kötü huylara. Siz bu savaşı istiyorsunuz ”
Hafifçe omuz silkti.
“Aspen’i doğurduktan sonra hissettiğiniz merhamete ne
oldu?”
“Hissettiğim şey merhamet değildi,” dedi. “Zayıflıktı. İyi
huylu bir oğul doğurmuş olmanın belirtilerinden biri. Oğlu­
mun hayatına karşılık savaşı sonlandırmak için bir pazarlık
yaptım. Pazarlığı yaptığım insan öldüğünde zihnim yavaş yavaş
berraklaşmaya başladı ve adadan vazgeçmekle büyük bir aptal­
lık ettiğimi anladım. Bir daha asla o kadar aptal olmayacağım.”
“Bunu bana neden anlatıyorsunuz?”
“Çünkü aynı çıkarları paylaşıyoruz. Ritüeli gerçekleştirmek
istemediğini biliyorum. Ben de istemiyorum. Gerçekleştirme­
yeceğine dair söz ver.”
“Bu sözü veremem,” diye fısıldadım.
“Verebilirsin ve vereceksin. Oğlumu sevmediğini biliyorum.
Bırak Özgür kalsın. Aksi halde ritüel sizi isimlerinizin gücüyle
birbirinize bağlayacak. Birine adını vermek korkunç bir şeydir,
başkasının adını kontrol altında tutmak bir tür lanettir. Ve şu an
sadece Bağ’dan bahsediyorum. Bir de onunla birlikte olmaktan
vazgeçerek kaçınabileceğin diğer kalp kırıklıklarını düşün. Bir
insanla bir perinin arasındaki aşk oldukça zayıftır. Sarhoş edici
olduğu kadar yıkıcıdır da. Seni bir başkası İçin terk eder, sana
kötü muamele gösterirse kalbin paramparça olacaktır ve bu nor­
mal bir kalp sızısından çök daha derin bir yaradır. Eğer onunla
olmaya devam edersen gerçek doğasında yaşamasına engel oldu­
ğun için sana büyük bir öfke duyacaktır.”

281
Tessonja Odette

Aklıma Doıis Masonla cansız gözleri geldi. Ve ihmal se­


bebiyle hayatını kaybeden kuzeni. Tüm insan-peri çiftlerinin
kaderi bu muydu? Bir de Aspenin söyledikleri vardı. Bazen
iyi huyluların yolundan vazgeçmenin daha iyi olacağına inan­
ması? Sonunda tamamen kötü huyluya dönüşmeyeceğine nasıl
güvenebilirdim? Kendi kendime, Biz sadece birer müttefik ola­
cağız, sevgili değil, desem de içim rahatlamadı.
Melusine bilmiş bilmiş gülümsedi. “Bu hayat sana göre bir
hayat değil. Sana sunduğum merhameti kabul et. Anlaşmanın
başka bir şekilde bozulması an meselesi. Bana ritüeli yapmaya­
cağına dair söz verirsen yaşamana ve köyüne dönmene izin ve­
rilecek. Halkını uyar. Anneni Anakaraya götür ve omuzların­
daki yükten kurtul. Adada yaşayan türünden mümkün olduğu
kadarını yanında götür.”
Bu teklifi değerlendirirken panikle bütün nefesim ciğerlerimi
terk etti. Bu pazarlığı kabul edebilirdim. Halkımı güvenli bir
bölgeye götürebilir, onları yüzyıllar boyunca anlaşmaya uyma
sorumluluğundan kurtarabilirdim. Periduvarı’nm tehdidinden
uzakta Özgürce yaşarlardı. Perilerin intikamından korkmadan.
Ancak bunun karşılığında, Anakaraya sığınan herkes evlerini,
topraklarını ve kıymet verdikleri günlük yaşamları kaybedecekti.
Ve tüm bunların sebebi ben olacaktım. Omuzlarıma binen bu
yükün ağırlığıyla bacaklarım titreyecek gibi oldu.
a o - »
Soz ver.
Bir nefes vererek paniği uzaklaştırdım ve kontrolü ele geçi­
rip mantığımı devreye soktum. Derin bir nefes alarak gözleri­
mi kapadıktan sonra eteğimin altındaki hançerimin kalçam­
daki hissine odaklandım. Ona bir kez dokunduğumda zihnim
berraklaşmaya başladı. Emin olduğum tek bir şey vardı. Melu-
sine’yle hiçbir şekilde pazarlık yapamazdım. “Veremem.”

282
Peri Kralının Kalbi

Dudakları hırıltıyla geri çekildi ve sivri dişlerini gösterdi.


“Söz ver yoksa merhametimi reddettiğine pişman olursun.”
“Hayır.”
Öfkeyle kükredi. Okyanus öfkesine karşılık verdi; dalgalar
şiddetlendi ve denizden gökyüzüne doğru yükseldi. Suyun yü­
zeyine çıkan köpekbalıklarının çeneleri dalgaları arasında sert­
çe açılıp kapanıyordu. Sirenler ağıt yakmaya başlamıştı.
Kıpırdamıyor, onunla yüzleşmeye hazır halde bekliyordum.
Okyanusun karşısında ne kadar güçsüz olsam da kaçmayı red­
dediyordum.
Melusine’nin bakışları bana kilitlendi, üzerime doğru sü­
rünürken gözleri fırtınalıydı. Kollarını açmış, sırtındaki dev
dalgaları başımdan aşağı yağdırmaya hazırdı.
“Anne.”
Melusine donup kaldı ve başını yana çevirdi. Dalgalar geri­
ye doğru fırlatılırken üzerime serin bir sağanak yağdı. Nefesim
kesildi, soğuk su beni tepeden tırnağa ıslatmıştı. Göz açıp ka­
payıncaya kadar okyanus sakinleşti.
“Aspen, canım,” diye tısladı sıktığı dişlerinin arasından.
Aspen ağır adımlarla yanımıza yaklaştı. “Bir kralın eşine sal­
dırmanın vatana ihanet sayıldığını bilmiyor musun?”
Melusine’nin gergin duruşu gevşedi ve dudaklarında hafif
bir gülümseme belirdi. Onu açık eden tek şey kuyruğuydu;
kumun üzerinde çılgınca, düzensiz bir şekilde oradan oraya
savruluyordu. “Beni yanlış anladın, oğlum. Tartışmamız biraz
sınır aştı o kadar. Benim sinirimi bilirsin.”
“Bilirim,” dedi. “Yine de sanırım misafirliğin fazla uzadı.”
Melusine çenesini kaldırdı. “Bir misafir gibi ağırlandığımı
hatırlamıyorum. Yarın biraz daha çaba göstermelisin.”

283
Tessonu’a Odette

“Yarın mı?” Aspenin yüzündeki soğukkanlı ifade şaşkınlık­


la bölündü.
“Konsey toplantısı,” dedi. “Unutmadın, değil mi?”
Aspen in yüzündeki sakinlik geri döndü. “Elbette unutma­
dım. Buraya gelmek yerine bir elçi göndermeyeceğine şaşır­
dım.”
“BÖylesine mühim bir toplantı için uygun olan bu. Görüş­
mek üzere.” Gülümseyip denize daldı, kıvrımlı kuyruğu dalga­
ların altında gözden kaybolana kadar kumun üzerinde kıvrıl­
maya devam etti.
Aspen ellerini omuzlarıma koyarak beni kendine çekti, “iyi
mısın?
Yumruklarımı sıkarken içimdeki öfkenin gitgide büyüdü­
ğünü hissediyordum. “Sen”

284
Bölüm 33

B
^ en mi?” diye sordu Aspen sırıtarak. “Bu sefer seni
hoşnutsuz eden ne yapmış olabilirim?”
“Söylediklerinde haklı mıydı? Bağlanma rİtüelİ
hakkındaki gerçeği benden gerçekten sakladın mı?”
Yüzündeki gülümseme aniden soldu.
Bir adım uzaklaşarak elinden kurtuldum. “Haklıydı, öyle de­
ğil mi? Farkında olmadan anlaşmayı bozmama izin verecektin.”
“Evet.”
“Neden? Hem de bana dengeyi korumakla ilgili anlattığın
onca şeyden sonra. Bunu nasıl yapabildin?”
“Ritüele katılmayacağını söylemiştin. Ben de seni zorlama­
yacaktım.”
Ellerimi havaya savurdum. “Gerçeği bilseydim fikrimi de­
ğiştirebilirdim. Bana gerçekleri anlatmalıydın. Başından beri
bana her şeyi anlatmalıydın.”
Dudaklarını gergin bir çizgi halinde birbirine bastırdı. “Ko­
nuşması pek de kolay biri değilsin.”
“Sen de öyle.”
“Benim hakkımda oldukça sabit fikirli görünüyordun. Sana
bir açıklama yapmak için ayaklarına kapanmazdım.”
“Gururlu olduğun için mi?”

285
Tessoı\ja Odette

Omuz silkti. “Belki de. Nasıl olsa bana inanmayacaktın, za­


manımı harcamaya değmezdi.”
“Yani farkında olmadan anlaşmayı bozmama öylece izin ve­
recektin?”
“Anlaşmayı senin bozman benim bozmamdan çok daha İyİ.”
Ellerim yumruklara dönüştü. “Bunun savaş anlamına geldi­
ğini bile bile nasıl bu kadar rahat konuşabilirsin?”
“Çünkü anlaşmayı bozan ben olursam tahtımı kaybetme ih­
timalim yüksek. Ayrıca, diğer seçeneklerim neydi ki? İnsanla­
rın önyargılarına dayanarak seçim yapmana izin verebilirdim,
bu da en başında korumamı hak etmemiş bir halkla savaşa ne­
den olabilirdi. Ya da gerçeği açıklayabilir, seni ritüeli gerçek­
leştirmeye mecbur bırakabilirdim. Bu da benden nefret eden,
adımı bana karşı, beni tahtımdan etmek için kullanabilecek bir
kadınla bağ kurmamla sonuçlanırdı.”
“Bunu yapmazdım.” Sesim zayıf ve titrekti.
Soğuk bir kahkahayla karşılık verdi. “Buna kendin bile
inanmıyorsun.”
“Yapamazdım? diye düzelttim. “Bir insan bir perinin ger­
çek adını ona karşı kullanamaz. Bana adını vermenin hiçbir
sonucu olmayacak. Zihnini bulandıracak özel hormonlar sal­
gılamıyorum ben. O güce sahip olan sadece sensin.”
Yüzünde şaşkınlık belirdi. “Hormon mu? Tam olarak ney­
den bahsediyorsun?”
“Başİtalarını efsunlamanı sağlayan şeyin adı bu. Salgıladığın
hormonlar beynimizin bazı kısımlarını devre dışı bırakıyor.”
Başım iki yana salladı. “Karşımızdakini efsunlamamızı
sağlayan şey büyümüz. Birine gerçek ismini vermenin gücü,
Fair Adasından bir insanın bile kullanabileceği kadar büyük
bir büyü ortaya çıkarır. Savaşın nasıl bittiğini duymadın mı?

286
Peri Kralının Kalbi

Ateş Kralı’nın sürgün edildiğini? EisIeİgh’ııin konsey başkanı


ve Ateş Kralı birbirlerine isimlerini verdikten sonra başkan
onu sürgüne gönderdi. Ateş Kralı da karşılığında başkanın adı­
nı kullanarak onun adaya bir daha asla ayak basmayacağına,
ölene kadar Anakara’da yaşayacağına dair yemin etti. İşte Bağ
dediğimiz şey budur. Karşılıklı korku ve saygının nihai göster­
gesi. Dostlar, düşmanlar, müttefikler ve elbette insanlarla peri­
ler arasında kurulabilir.”
Hikâyenin bu kısmım duyduğuma şaşırmış olsam da mana­
lı gelmemişti. Başkanın Ateş Kralı’nın adını kullanırken onun
üzerinde herhangi bir gücü olduğuna dair hiçbir kanıt yoktu.
Yine de tartışamayacak kadar yorgundum. “Ben sadece gerçek­
leri duymak İstiyorum, Aspen. Bundan sonra ne olacak?”
“Benim açımdan değişen herhangi bir şey yok. Seni ritüeli
yapman için zorlamayacağım. Seçim senin. Eğer savaşa girme­
miz gerekiyorsa gireriz. Ama bana adını vermeyi tercih edersen
karşılığında kendi adımı vermeye hazırım.”
“Sana ihanet edeceğimden korktuğunu sanıyordum.”
İç çekti. “Eğer bana zarar vermek isteseydin demir zehirlen­
mesine yeniş düşmeme izin verirdin.”
Tam da bunu aklımdan geçirdiğim anı hatırlayarak suçlu­
luğa kapıldım. “Annen anlaşmanın belirlediği bir zaman dili­
minden bahsetti. Bağlanma ritüeli ne zamana kadar gerçekleş­
tirilmeli?”
Bocalayan ifadesi neredeyse özür diler gibiydi. “Anlaşmaya
göre ritüel insan düğün töreninden en geç bir hafta önce ya­
pılmalı.”
Kafamda kısa bir hesap yaptım. Ağzım açık kalmış, ciğer­
lerimdeki nefes boşalmıştı. “Düğünden bir hafta önce, yani
yarın.”

287
Tessonja Odette

Başını sallayarak onayladı. “Konsey bu yüzden toplanıyor.


Gece yarısına kadar seninle Bağ kurduğumu ilan etmem ge­
rekiyor. Aksi takdirde anlaşma bozulacak ve konsey sonraki
adımları belirleyecek.”
Gözlerimi kapayarak ona arkamı döndüm. Yapmak İstedi­
ğim tek şey çığlık atmak, göğsünü dövmek ve bana bu kadar
uzun süre gerçeği söylemediği için kızmaktı. Ancak hâlâ kavga
edecek gücüm yoktu. Kusacakmışım gibi hissediyordum.
Bir süre sessiz kaldıktan sonra Aspenin önce arkamdan, ar­
dından yanımdan gelen ayak seslerini duydum. Yüzüne baka­
madım. “Annemle ne hakkında konuştunuz?” diye sordu.
“O... ritüeli yapmayacağıma dair söz vermemi istedi.”
Fısıltıyla bir küfür savurdu. “Tabii ya.” Olduğu yerde hare­
ketsiz kaldı ve beni inceledi. “Sen ne dedin?”
Altdudağımı çiğnerken gözlerim bir anlığına yüzüne kayıp
ardından uzaklarla çevrildi. “Söz vermedim.”
“Perilerle pazarlık yapmaktan nefret ettiğin için mi yoksa
gerçekten ritüeli değerlendirdiğin için mi?”
“İkisi de.”
“Halkın için mi?” diye sordu.
“Elbette,” dedim. “Adayı savaşa sürüklememek için elimden
geleni yaparım. Bu kadar sabretmemin tek nedeni bu.”
“Ama buradan nefret ediyorsun, Öyle değil mi?”
“Nefret etmiyorum.” Bunu söylediğimde midem buruldu
ama gerçek buydu. Perilerden zaman zaman korkuyor ola­
bilirdim çünkü birden fazlası beni doğrudan öldürmeye ça­
lışmıştı. Fakat Lorelei, Foxglove, Gildmar hatta Aspen bana
Faerwyvae’de çocukken inandığımdan daha fazlası olduğunu
gösteriyordu. Burayı henüz tam anlamıyla seviyor olmasam da
savaşla yerle bir olduğunu görmek istemiyordum.
ı

288
Peri Kralı nin Kalbi

“Peki ya ben?” Sesi yumuşak ve tereddütlüydü. “Benden


hâlâ nefret ediyor musun?”
Nabzım hızlandı. “Tam anlamıyla değil.”
“İçinde ritüeli yapmak İsteyen ufak da olsa bir tarafın var
mı? Bizim için...”
İrileşen gözlerim gözleriyle buluştu ama hiçbir şey söyleme­
dim.
Yüz ifadesi karardı ve başını iki yana sallayarak arkasına
döndü. Kumsaldan aşağı doğru yürüyüşünü izledim. Akıl sır
ermez bir an için, gördüğüm manzara ve aramızda gitgide ar­
tan mesafeyle üşümeye başladığımı hissettim. Üzerine ikinci
kere düşünmeden peşinden gittim. “Benden uzaklaşmaya cü­
ret etme, Aspen.”
Durup bana döndü, ifadesi soğukkanlılıkla nadiren şahit
olduğum kırılganlık arasında gidip geliyordu.
Aramızdaki mesafeyi kapadım. “Gerçeği duymak istediğimi
söyledim.”
“Buna dair bir söz vermedim.”
“Yine de,” dedim. “Konuşmamız gereken onca şey olduğu
belliyken benden Öylece uzaklaşıp gitme.”
Homurdandı. “Gerçeği mi duymak istiyorsun?”
Başımla onayladım.
“Gerçek şu ki seni ilk gördüğüm andan beri istiyorum.
Seninle duvarda karşılaştığımız o ilk andan beri. Yemek oda­
sında seni İlk kez gördüğümde ve Foxglove kardeşimin geli­
ni olacağın haberiyle beni yıktığında seni istiyordum. O gece ■
tırabzanda karşılaştığımız gece seni istiyordum. Sana planla­
rı değiştirmeyi teklif etmek, kendimi sana sunmak istedim.
Beni azarlarınla yaktığında ve sana doğru attığım tüm flörtöz
adımları reddettiğinde bile seni istiyordum. Seni o zaman da

289
Tessonja Odette

istedim, şu an da istiyorum. Karşılığında hiçbir şey hissetme­


men beni çileden çıkarıyor.”
Kısa ve hızlı nefesler alıp veriyordum, nabzım çılgınca atı­
yordu. Bana gerçeği anlatmıştı, konuyu burada kapayıp uzak-
laşabilirdim. Ona haklı olduğunu, hiçbir şey hissetmediğimi
söyleyebilirdim. Bedenimin her noktasını aynı anda aleve ve­
ren çekimi hissettiğim tüm zamanları görmezden gelebilirdim.
Uzun bir süredir bunun öfkeden kaynaklandığını sanmıştım
ve bir bakıma öyleydi de. Ama onun yanında başka bir ateş
daha vardı, bugüne kadar hiç İtibar etmediğim bir şey. Ne­
fesimi kesen, kontrolümü kaybetmeme neden olan ve beni
kendimden çıkaran bir şey. Bunun adı tutkuydu. Bir mantığı,
onu nasıl yönlendirebileceğimi ya da nasıl parçalarına bölüp
inceleyebileceğimi anlatan bir ders kitabı yoktu. Bu bende ol­
madığına yemin ettiğim, sadece Amelie gibi kızlarda olduğunu
düşündüğüm bir şeydi.
Madem konu gerçeklerdi, o halde ben de kendi gerçekle­
rimden bahsedecektim. Tutkuya yabancı değildim. Onu gör­
mezden gelmeyi, kilit altında tutmayı ve uzak durmayı tercih
ediyordum. Bu kendime keşfetme iznini asla vermediğim bir
duyguydu. Peki keşfetseydim nasıl biri olurdum?
Aspen’in tekrar gerilmeye başladığını, kırılganlığını gurur
maskesinin ardına gizlendiğini gördüm. Bunun burada bitme­
sine izin verebilirdim. Tam şu an. Çekip gitmesine izin verebi­
lir, gerginliğin aramızda bir duvar gibi dikilene kadar gitgide
büyümesine göz yumabilirdim.
“Yanılıyorsun,” dedim sonunda, boğazımdaki kelimeler
ben onları yutamadan dudaklarımdan dökülüverdi. “Hiçbir
şey hissetmediğim doğru değil.”
Aspen’in gözleri İrileşti, maskesi düştü. “Ne hissediyorsun?”

290
Peri Krah'nın Kalbi

Kendimi konuşmaya bir türlü ikna edemeyerek elimi çe­


kingen bir tavırla yanağına uzattım. Gözlerini kapadı, doku­
nuşumla kendini zapt etmeye çalışarak titredi. Parmaklarımı
sırayla önce çenesinde, sonra çıkık elmacıkkemiğinde ve kulak-
menıesinde gezdirdim.
Gözlerini açtığında göz renginin ve onlardan yayılan tut­
kunun tadını çıkarmak için sadece birkaç saniyem oldu. Göz
açıp kapayıncaya kadar dudakları dudaklarımdaydı. Kollarımı
boynuna dolayıp onu kendime çektikten sonra parmaklarımı
saçlarına götürdüm. Elleri sırtımdan aşağı inerken dudakları
boynumdan elmacıkkemiklerime inen bir yol çiziyordu. Kula­
ğımın arkasını öptüğünde başımı geriye doğru atıp keskin bir
nefes aldım.
“Kaldığımız yerden devam etmek istiyorum.” Sesi boğuk
bir gümbürtüydü, omurgamdan aşağı bir ürpertinin yayılma­
sına neden oldu.
“Evet,” diyebildim sadece.
“Ama burada değil,” dedi benden uzaklaşarak. Hayal kırık­
lığı içime kök salmak üzereyken parmaklarını benimkilere ge­
çirdi ve kıyıdan aşağı, saraya doğru koşmaya başladık. Sarayın
hemen altındaki kaya duvarının dibinde bir tünele açılan bir
mağara, merdivenlere çıkan bir tünel ve sarayın alt katlarına
götüren bir merdiven vardı. Melusine’yle buluşmak için bu
yoldan gelmiştim.
Mağaranın girişinde arkamda bıraktığım muhafızlar du­
ruyordu. Aspen onlara gitmelerini ve tünelin ilerisinde bekle­
melerini emretti. İtaat ederek bizi mağaranın yalnızca birkaç
ışık küresiyle aydınlatılan serin karanlığında baş başa bırak­
tılar, Muhafızların ayak sesleri tamamen kesildiğinde Aspen
bana döndü ve sırtımı pürüzsüz, karanlık taşa bastırırken

291
Tessonja Odette

dudakları birden dudaklarıma çarptı. Baştan ayağa alev al­


dım, tutkunun ateşini hissedebiliyordum. Ellerimi göğsün­
den yukarı çıkardım; yeleğinin ipeğine, gömleğinin yakasına,
oradan boynuna, yanağına ve alnına dokundum. Parmakları­
mı yavaşça boynuzunun dibine ulaşana kadar saçlarında gez­
dirdim. Boynuzlarına boydan boya dokunduğumda Aspen
keskin bir nefes aldı.
Gözleri kapalıyken hafifçe geri çekildi. Yanlış bir şey yaptı­
ğımı düşünerek elimi çektim. Gözlerini açtığında dudaklarına
muzip bir gülümseme yerleşmişti. “Sen gerçekten de bugüne
kadar karşılaştığım en çekici varlıksın,” dedi. “Gerçekten iste­
diğinin bu olduğunu düşünerek defalarca gitmene izin verdim.
Hem de kardeşimle evlenmen için. Rİtüelden vazgeçmen için.
Anlaşmayı bozmak için.”
“Peki ya şimdi?” diye fısıldadım.
Dudaklarıma küçük bir öpücük kondurdu. “Eğer istediğin
buysa gitmene hâlâ izin verebilirim. Gideceksen bunu şimdi
yap. Kalbim ne olduğunu anlamadan kaybol.”
Gözlerindeki kırılganlık geri dönmüştü, şimdi her zaman­
kinden daha açık ortadaydı. Sesinde kalbimi paramparça eden
bir keder vardı. Aspenin annesinin söylediklerini hatırladım.
Melusine, merhametinin bir zayıflık olduğunu söylemişti. As-
pen’in hayatını kurtarmak için savaşı bitirdiğine pişman ol­
muştu. Onu büyük ihtimalle küçük bir periyken terk etmişti.
Devasa bir sarayda küçük kardeşini tek başına büyütmesi için
hiç düşünmeden geride bırakmıştı.
Aspenin mesafeli duruşu, soğuk tavırları ve keskin sözleri -
şu an hepsi çok kırılgan görünüyordu. Elimi Aspen’in yanağına
koyarak başparmağımı altdudağında gezdirdim.
Titredi. “Gideceksen tam şu an git yoksa duramayacağım.”

292
Peri Kralı’mn Kalbi

Dudaklarımız neredeyse birbirine değene kadar yaklaştım.


“Durmanı istemiyorum.”
Öpüşmelerimiz daha derin, daha tutkulu bir halde geri dön­
dü. Dudaklarım ondan daha fazlasını alabilmek için ayrılırken
dilinin benimkine sataştığını hissediyordum. Ellerini sırtımda,
kollarımda ve omuzlarımda gezdiriyordu. Parmaklarıyla elbise­
min yakasını takip etti. Mütevazı bir elbise tercih ettiğim için
pişmanlık duyuyor, daha ince olmasını diliyordum. Ya da daha
da iyisi, hiç üzerimde olmamasını.
Parmakları sanki aklımdan geçenleri okumuş gibi elbisemin
omzuna doğru ilerledi ve elbisemi aşağı kaydırarak çıplak teni­
mi ortaya çıkardı. Soğuk hava bedenimde kıvrıla kıvrıla yolu­
nu bulurken titredim ama Aspen in dudakları önce memeleri­
min arasında, sonra da açıktaki kıvrımlarımın üzerinde adeta
bir ateş hattı çizerek ilerliyordu. Diğer omzu da çekiştirerek
elbisemin üst kısmı belimden sarkana kadar aşağı çekti. Bu da
yeterli değildi. Ona daha da yakın olmak istiyordum.
Parmaklarımı bir kez daha gömleğinin yakasına götürdüm.
Bu kez kravatını gevşettim ve tamamen çözüldüğünde yere at-
um. Sonra gömleğiyle yeleğinin düğmelerini buldum ve titrek
parmaklarımla teker teker açmaya başladım. O da ceketini,
düğmeleri çözülmüş gömleğini ve pantolonunu üzerinden sil­
keleyip atarak bana yardımcı oldu. Bakışlarımı ona çevirdim;
gözlerim her kasını, altın rengi teninin her santimini İnceliyor­
du. Yarasından geriye yalnızca koyu morluklar ve birkaç küçük
siyah damar kalmıştı. Bakışlarımı biraz daha aşağı İndirdiğim­
de Foxgloveun bahsettiği krallık boyutunun ne anlama geldi­
ğini anladım.
Yüzümdeki ifadeyi fark ettiğinde sırıttı ve beni elbisemden
çıkarma işlemine kaldığı yerden devam etti. Ellerini kalçama

293
Tessonja Odette

koydu ve eteği belime sabitleyen kuşaklan çözmek için beni


döndürdü. En sonunda elbise bir şifon yığını olarak zemine
düştü ve beni sonbahar serinliğinde çırılçıplak bıraktı. As-
pen’in elleri dışında beni ısıtabilecek herhangi bir şey yoktu.
Geriye tek bir şey kalmıştı.
Ondan uzaklaştım ve hançer kemerimi çıkarmak için kalça­
ma doğru uzandım ve Aspen’in yanlışlıkla dokunamayacağı bir
tarafa attım. Onunla yeniden yüz yüze geldiğimde gözlerinin
içinde kaybolduğumu hissetim.
“Güzel Evie,” dedi.
“Tehlikeli Aspen,” diye fısıldadım.
Kalçama uzanırken beni yavaşça öpmeye başladı. Küçük
bir çabayla beni kaldırarak bacaklarımı beline doladı. İçimdeki
tutku nabız gibi atarken kontrolü kaybetme hissinin giderek
güçlendiğini hissediyordum. Bu sefer direnmeyecektim. Aksi­
ne, hepsini büyük bir istekle karşıladım. Öpücüklerini, elleri­
ni, parmaklarını. Her şeyini.
Şu anda ne bir savaş ne bir ritüel ne bir anlaşma ne de tü­
rümüze dair farklılıklar vardı. Şu anda her şey fazlasıyla basitti.
O benimdi, ben de onundum. Tutkunun kenarında sallanıyor­
dum, bana sunabileceği her şeyi tadıyor, sevinçlerini, acılarını
ve coşkusunu deneyimliyordum. Ama kenarda durmaktan çok
daha fazlasını arzuluyordum.
Kendimi kenardan bıraktım ve tutkunun içine düştüm.

294
Bölüm 34

abah güneşi üzerimize doğmuştu, mağaranın girişin­

S den içeriye ışık huzmeleri süzülüyordu. Gözlerimi


açarak başımı Aspenin sıcak göğsünden kaldırdım.
Tuzlu hava burnumu gıdıklıyor, Aspenin biberiye ve tarçın
karışımı kokusuyla karışıyordu. Uyandığında gözleri benim­
kilerle buluştu. Aramızda birkaç saniyeliğine tuhaf, gergin bir
sessizlik oluştu.
İçimi bir korku kapladı. Yaptığımız şeyden pişman mı ol­
muştu? Ben pişman olmuş muydum?
Dudakları o çok iyi bildiğim muzip gülümsemeyle kıvrıldı
ve dudaklarıma bir öpücük kondurdu. Dün geceye dair anılar
bir haz dalgasıyla zihnime akın etti ve bedenim anında karşı­
lık verdi. Aspenin elleri tenimde geziniyor, geçici bir battaniye
olarak kullandığım elbisemin altından kayarak sırtımı, kalçamı
ve uyluklarımı okşuyordu.
“Sözünü tuttun,” diye fısıldadı öpücüklerinin arasında.
“Hangi sözü?”
“Seni asla yatağa atmayacağıma dair. Neyse ki seni mağara­
ya atamayacağımı hiç söylemedin.”
Dudaklarına doğru gülümsedim. “Söz veriyorum demedi­
ğimden oldukça eminim. Sanırım sana hakkını verememişim
ama. Görünüşe bakılırsa neresi olursa olurmuş.”
“Doğru,” dedi. “Yine de yatak kulağa oldukça hoş geliyor.
Bir daha düşünmek ister misin?”

295
Tessonja Odette

Ondan uzaklaşarak düşünüyormuş gibi yaptım. “Hımm.


Bunu yapabilirim sanırım.”
“Saraya dönüp yatağa girmeye, her şeyi baştan almaya ve
buz gibi bıçaklar üzerindeymişiz gibi gelmeyen bir zeminden
başka bir yerde düzgün bir uyku çekmeye ne dersin?”
İstediğimi söylemek istesem de aklımda ciddi bir düşünce
belirdi. “Peki ya ritüel?”
Bir saniyeliğine de olsa kırılganlığı dönmüştü. “Karar ver­
din mi?”
Başımı göğsüne yasladıktan sonra parmaklarımı altın ren­
gi teniyle sert kaslarının üzerinde gezdirdim. “Bana ritüelden
bahset.”
Bir an sessiz kaldı. “En basit haliyle Bağlanma rîtüeli tek
bir şey gerektirir - isimlerin değiş tokuşu. Birine gerçek adını
verme konusuna zaten aşina olduğunu düşünüyorum.”
“Evet,” dedim bir ürpertiyi bastırarak. Bunun insan ço­
cuklarına asla yapmamaları öğretilen bir şey olduğunu söyle­
medim. Kendinizi bir periye tanıtırken ağzınızdan her çıkana
dikkat etmeniz söylenirdi. Sana adımı söyleyeyim, gibi şeyler
söylemek yoktu.
“İşte ritüel bundan İbaret,” diye devam etti. “Taraflardan
biri diğerine gerçek adını söyler, diğer taraf da karşılık verir.
Bağın tutunması için gereken tek şey bu.”
“Bağ tam olarak nedir?” Açıklaması kulağa çok basit geli­
yordu. Eğer gerçekten bundan ibaretse neden hakkında konuş­
mak bu kadar tabuydu?
“Bu sadece isimlerini birbirlerine söyleyen iki kişinin ara-
sındakine verilen bir isim.”
“Tüm eşler Bağlanma rimelini gerçekleştirir mi?”
“Hayır. Eş ilişkileri yaygın olsa da Bağlanma ritüeli na­
dirdir. Ritüel eşlerle olduğu sıklıkta dosdar, düşmanlar ve

296
Peri Kralının Kalbi

müttefiklerle de gerçekleştirilir ancak hiçbir zaman önemli bir


neden olmadan yapılmaz. Genel olarak nadirdir. Yine de Ha-
sat’tan sonra Seçilmiş’le anlaşmayı mühürlemenin yok sayıla­
maz bir parçasıdır.”
"Gerçekten bu kadar mı? Mumlar, çiçekler ya da yeminler
yok mu?”
“Bu tarz abartılı şeyler de dahil edilebilir,” dedi Aspen. “Fa­
kat zorunlu değil. İstersen hemen şu an da yapabiliriz.”
Nefesim kesildi. Gerçekten hazır mıydım? “Önce birkaç
saat rica edebilir miyim?”
Parmak uçlarıyla çenemi kaldırarak gözlerime baktı. “Seni
zorlamayacağımı söylerken ciddiydim. Sözümü tutma niye­
timden caymış değilim.”
Başımı sallayarak onayladım. “Sadece kafamı toparlamak
için biraz zamana İhtiyacım var.”
“İstediğin kadar,” dedi. “Sana bir söz daha verebilirim. Bağı
asla seni incitmek için kullanmayacağım. Gerçek adını hiçbir
zaman sana karşı kullanmayacağım.”
Sözleri rahatlamamı sağlamıştı.
Yüzünden endişe geçti. “Sen de bana aynı sözü verebilir misin?”
Dudaklarım bir gülümsemeye dönüştü. İtiraf etmeliydim
ki, bana açıkça gösterdiği bu kırılganlığı hoşuma gidiyordu.
“Söz veriyorum, Aspen.”
Zeminde yuvarlanarak beni altına aldı. “O zaman buna ne
dersin?” Sırıtarak boynumu öptü. “Yatağa gidiyoruz.” KÖprü-
cükkemiğimin altına bir öpücük daha kondurdu. “Yeniden
soyunuyoruz.” Memelerimin arasına bir öpücük daha. “Ye gü­
zelce uyuyoruz.” Bir öpücük daha. “Daha sonra istersen ritüeli
gerçekleştiririz. Sana mumlar, çiçekler, günbatımı manzarası
ve isimlerimizi birbirimize verirken dileyebileceğin her şeyi

297
Tessonja Odette

sunacağım.” Parmaklarıyla uyluğumun iç kısmını okşuyor, git­


gide yukarılara çıkıyordu.
Kadınlığımda bir alev çaktı, bir yanım saraya dönme kıs­
mını es geçmek İstese de rahat bir yatak reddedebileceğim bir
teklif değildi. “Sanırım kabul edeceğim.”
Giyinme aşaması uzun sürdü çünkü her hareketimiz so­
luksuz öpücükler ve bedenlerimizde dolaşan eller tarafından
engelleniyordu. Dün geceyi hemen şimdi burada tekrarlama­
mamız büyük bir mucizeydi. Sonunda giyinmeyi başarıp tü­
nelden aşağıya doğru inmeye başladığımızda Aspen parmak­
larını benimkilere doladı. İleride muhafızlarla karşılaştık. Bize
tünelden saraya kadar eşlik ederken fazla neşeli tepki vermemiş
olmalarına sevindim.
En sonunda tünelden çıkıp merdivenleri tırmanmaya baş­
ladığımızda bacaklarım titriyordu; her basamak bizi sarayda
daha yükseklere çıkarıyordu. Nefes nefese kalmamışım gibi
yapamayacak hale geldiğimde yatak odamıza ulaşmamıza hâlâ
birkaç kat vardı. Hissettiğim yorgunluğun sebebi sonu gelme­
yen merdivenler ve tutkulu dokunuşlarımızla harcadığım ener­
jinin birleşimiydi. Bir ya da iki saat sonra kendimi daha ne
kadar yorgun hissedeceğimi merak ettim istemsizce. Bu düşün­
ce oldukça heyecan verici olsa da adımlarımı hızlandırmama
yardımcı olmuyordu.
Aspen yavaşladığımı fark etmiş olmalıydı çünkü kollarını
dizlerimin arkasından geçirerek beni kucağına aldı. Kollarımı
boynuna doladıktan sonra başımı omzuna yasladım. Beni hiç
zorlanmadan taşımasının keyfini çıkardığım sırada Aspen ani­
den durdu.
“Ne oldu?” dedi yakından gelen bir ses. Cobalt bize doğru
koşuyordu. “O iyi mi?”

298
Peri Kralı nin Kalbi

Aspen in sesi mesafeliydi. “Bir şeyi yok.”


“O halde neden...”
“Eşim merdivenleri çıkarken yoruldu.”
“Peki sen neredeydin?”
“Eşimin yanında.” Aspenin ses tonunda Prensin betinin
benzinin atmasına neden olan bir sertlik vardı.
Cobalt bakışlarını benden Aspen e çevirdiğinde ona karşı
bir sempati duydum.
“Sakıncası yoksa, sevgili kardeşim,” diye devam etti Aspen,
“yolumuza devam edeceğiz.”
“Nereye gidiyorsunuz?” diye sordu Cobalt.
“Sorularla dolup taştığın belli.”
Cobalt kaşlarını çattı. “Konsey toplantısı için hazırlık yap­
mamız gerekiyordu.”
“Vaktimiz var.”
“Sizi bulamadıkları için hazırlıklar çoktan başladı,” dedi
Cobalt sesi karanlık bir tınıya bürünerek. “Ayrıca yaralan­
mandan bu yana masanın üzerinde biriken bir düzine yazış­
ma var. Senin yerine onlarla ilgilenmemi istersen bunu mem­
nuniyetle yaparım, Kralım .” Cümlenin sonunda bir iğneleme
vardı.
Aspen sinirle homurdanarak beni kucağından indirdi. Alnı­
nı ovuşturduktan sonra bana dönüp ellerini yanaklarıma koy­
du. “Plan değişikliği.”
“Sorun değil,” dedim. Hayal kırıklığı içimi kemirse de Co-
balt’ı görmek içimdeki bütün arzuyu sıfırlamıştı zaten. “Yap­
man gerekenleri yap.”
“Bana birkaç saat ver,” dedi. “Konuştuklarımızı yapmak
için yeterince vaktimiz olacak. Hem de her şeyi”

299
Tessoııja Odette

İlk anda bu vurguyla rimeli kastettiğini düşündüm. Ancak


yüzündeki muzip ifadeyi gördüğümde neyi kastettiğini anla­
dım. Sırıttım. “Bekleyeceğim.”
Dudaklarıma küçük bir öpücük kondurup sessiz bir söz
verdikten sonra Cobalt’la uzaklaştı.
îç çekerek tek başıma odamıza döndüm.
Aspenin sıcak kollarından sonra yatak odası bir hayli boş
ve soğuk geliyordu. Yine de taş zeminde geçen bir gecenin
ardından yumuşak bir yatak oldukça davetkâr görünüyordu.
Mağarada ne kadar uyuduğumuzdan emin olmasam da vücu­
dum çok da uzun olmadığını söylüyordu. Gecenin... büyük bir
kısmında... oldukça... meşguldük.
Ağır adımlarla gardıroba doğru ilerledim, elbisemi bir ge­
celikle değiştirdim ve hançerimi makyaj masasının üzerine bı­
raktım. Lorelei’ı bulup küveti hazırlatsam mı diye düşünerek
özlemle boş küvete baktım. Hayır, bunun için daha sonra ye­
terince vaktim olacaktı. Şu an uyku beni kollarına çağırıyordu.
Yatağa tırmanarak yorganın altına girdim. Zihnim sadece
birkaç gün içinde ne kadar çok şeyin değiştiğinin farkındalığıy-
la dönüyordu. Düşmanım olduğunu düşündüğüm adam sev­
gilim olmuştu. Bir zamanlar nefret ettiğim toprakların yöneti­
mine çok yakında yardımcı olacaktım. Ve hiçbir erkeğe, hiçbir
krala ve hiçbir periye açılmayacağından emin olduğum kalbim
memnuniyetle sıcacıktı. Tutkuya açtı. Yeni tutkulara hazırdı.
Memnuniyetle gözlerimi kapayarak huzurlu bir uykuya
daldım. Aradan saatler ya da dakikalar geçmiş olabilirdi ama
odadaki ayak seslerinin yatağa doğru yaklaştığını duydum.
Kalbim beklentiyle hızlansa da gözlerimi açamayacak kadar
yorgundum. “Aspen?” Kelime dudaldarıradan zayıf ne nefes
nefese çıktı.

300
Peri Kralının Kalbi

Bir elin ağzımın üzerine kapandığını hissettim.


Gözlerim hızla açıldı, ağzımı kapamaya çalışan ele karşı di­
reniyordum. Görüşüm netleştiğinde tepemdeki yüzü net ola­
rak gördüm ve anında direnmekten vazgeçtim. Yüreğim ağzı­
ma geldi.
Karşımdaki Amelıe’ydi.

301
Bölüm 35

Amelie nin adını söylemek için çabalarken eli hâlâ ağzımın


üzerindeydi. Diğer elinin işaretparmağını dudaklarına götür­
dü. Başımla onayladığımda beni serbest bıraktı. Yataktan fırla­
yıp kollarımı ablamın boynuna doladığımda içimi paramparça
eden hıçkırıkları bastırmaya çalışıyordum. “Amelie! Demir aş­
kına, yaşıyorsun.”
Beni susturdu. “Sessiz ol.”
Ondan uzaklaştım. Yüz İfadesinde panik vardı, sakin ve gü­
zel yüzünde buna hiç alışık değildim. “Sana ne oldu?”
Ellerimi ellerinin arasına aldı, ses tonunda bir telaş vardı.
“Gitmemiz gerek.”
“Nereye gidiyoruz?”
“Tehlikedesin. Hemen gitmemiz gerekiyor.”
“Nasıl bir tehlike?”
Sesi öfkeli bir fısıltıya dönüştü. “Şimdi açıklayamam ama
benimle gelmek zorundasın. Hemen giyin.”
Söylediklerini yerine getirmek için acele ettim, korkum
bacaklarımı gardıroba yönlendirmişti. Amelie’nin giydiği ka­
lın kürklü pelerin bana sıcak tutacak bir şeyler giyinmem ge­
rektiğini düşündürdü. Peri elbiselerinden birini giymek yerine
dolabın arkasına uzanıp eski pantolonumla bluzumu çıkardım
ve pantolonu üzerime geçirdim. Korsemi arama zahmetine

302
Peri Kralının Kalbi

girmeyerek bluzu çıplak göğsümün üzerinde ilikledim. Daha


sonra üzerime bir pelerin aldım ve ayaklarıma boncuklarla süs­
lenmiş bir çift terlik giydim. En sonunda hançerime uzandım.
“Vaktimiz yok,” dedi Amelie diğer kolumu çekiştirerek.
“Hadi. Acele et.”
“Hançerime ihtiyacım var,” dedim elinden kurtulurken. O,
kolumu bir kez daha çekiştirmeden kılıfı elime geçirmeyi ba­
şarmıştım. Amelie beni kristal duvarlardan birine doğru iterken
hançerimi pantolonumun beline sıkıştırdım. “Ami, neler...”
Tam o sırada elini duvara bastırarak daha önce görünme­
yen bir kapının karanlığa açılmasını sağladı. Amelie beni içeri
ittikten sonra kapıyı arkamızdan kapadı. Beni ileri doğru çe­
kerken Amelie’nin kolumdaki elini hissediyordum. “Acele et,”
diye fısıldadı.
“Nereye gidiyoruz?”
“Burada güvende değilsin.”
“Pekİ ama nereye gidiyoruz?”
Amelie cevap vermiyor, beni ayaklarımın altında basamak­
lardan başka bir şey olmayan karanlığa doğru sürüklüyordu.
Beni aşağıya, daha da aşağıya çekerken terliklerime takılıp düş­
memek için büyük çaba sarf ediyordum.
Her şeyin bu kadar hızlı gelişmesi beni sersemletmiştİ. Tüm
bu olup bitenler fazlasıyla tuhaftı. Düşünebildiğim tek şey
Aspen in haklı olduğuydu. Başından beri gerçekten bir tehdit
vardı. Ve bir şekilde Amelie beni bundan kurtarmaya gelmişti.
Peki ya Kral’a ne olacaktı?
Zihnime akın eden sorularla savaşırken ablamı takip ettim.
Dudaklarımdan dökülen her kelimeyi acele etmemiz gerekti­
ği konusunda ısrar ederek susturdu. Tehlikedeydim. Güvende
değildim.

303
Tessonja Odette

Sonunda merdivenler zifiri karanlık bir tünelin düz zemi­


nine dönüştü ve ileride belli belirsiz bir ışık belirdi. Pembem­
siydi, bu ışığa tuz kokusu ve gümbürdeme eşlik ediyordu. Işığa
yaklaştığımızda siyah mağara duvarları yerini mercana bıraktı.
Her taraf mercan doluydu, duvar oluşturacak şekilde birbir­
lerine sıkıca örülmüşlerdi. Aralarından su sızıyordu ve dalga
sesinin tepemden geldiğine yemin edebilirdim.
Amelie mercan mağarasına dalarken omurgamdan yukarı
bir ürperti yayıldı. “Amİ, Aspen nerede?”
Bana döndüğünde gözleri dehşetle irileşmişti. “Hadi, Evie.
Acele et.”
Artık zifiri karanlıkta olmadığımız için ablamı görebiliyor­
dum. Bakır rengi saçlarına yosun telleri dolanmış, deniz kö­
püğü ipeğinden ince bir elbise giymişti. Önce ağır bir kürk
pelerin zannettiğim şeye baktığımda bunun aslında bambaşka
bir şey olduğunu fark ettim. Gri kahverengi bu şey bir pelerin
değil, bir deriydi. Bir fok derisi. Başı bir kapüşon gibi geriye
çekilmiş, yüzgeçleri bir toka gibi birbirine bağlanmıştı.
“Amelie, neler oluyor?”
“Güvende değilsin.”
Ona, gözlerindeki paniğe, yüzündeki acıya bakarken omuz­
larım titredi.
“Aynı şeyi tekrarlayıp duruyorsun ama bana daha fazla bilgi
vermelisin. Neden tehlikedeyim? Aspen nerede?”
Yüzünü buruşturdu. “Söyleyemem.”
Birkaç adım yaklaştım. “Ben senin kardeşinim. Bana her
şeyi anlatabilirsin. Ne olursa olsun ben seni hep dinlerim. Eğer
başın belaya girdiyse...”
“Sadece benimle gel.”
Bakışlarımı ablamdan fok derisinin başına çevirdim. “Bu
deriyi selkie kadından aldın, değil mi?”

304
Peri Kralının Kalbi

Gözleri yaşlarla parlıyordu. “Hiçbir şeyin böyle sonuçlan­


maması gerekiyordu. Onun ölmesini hiç istememiştim. Ona
elbisemi verdim. Elbiseyi giymesi gerekiyordu.”
Ondan bir adım uzaklaştım. “Neden?”
“Evie, vakit kaybetmemeliyiz. Gel.”
Başımı iki yana sallayıp bir adım daha uzaklaştım.
Göğsü hıçkırıklarla kabarıyordu. “Beni mecbur bırakma.”
“Neye?”
Kederli bir feryadın ardından yan tarafından bir şey çıkar­
dı - dalgaların karaya savurduğu daldan yapılma bir kabzanın
üzerine yerleştirilmiş pembe bir mercan. Gözyaşları yanakla­
rından süzülürken silahını savurarak bana saldırmadan önce
gördüğüm son şey buydu.
Mercan kılıcın darbesinden sıyrılıp ondan uzaklaştım ve zi­
firi karanlık mağaraya doğru geri geri gittim ama suda ayağım
kaydı. Ayaklarım kaydı ve sırtüstü yere düştüm. “Ami, dur!”
Sesim onu durdurmadı. Bana saldırmaya devam ediyordu.
Yan tarafa yuvarlandım ve ablamın yanıma düşmesini sağ­
ladım. Bir elimden destek alarak ayağa kalktım. Diğeriyle han­
çerime uzandım.
Amelie tökezleyerek ayağa kalktıktan sonra bana döndü. Si­
lahlar aramızda, birbirimizin etrafında dönmeye başladık. Göğüs
göğse savaş konusunda ikimizin de deneyimi yoktu ama ablam
benden de beterdi. Sıkıntısı ıslanmış yanaklarından ve bitmek
bilmeyen hıçkırıklarla buruşan yüzünden anlaşılıyordu.
“Bunu yapmak zorunda değilsin,” dedim.
“Zorundayım.”
“Neden? Ne oldu?” Cevabı belliydi. “Efsunlanmışsın.”
“Bir pazarlık yaptım.”

305
Tessonja Odette

“Kiminle?”
Dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı.
Talimin etmek zor değildi. “Melusine. Ama neden? Sana ne
sunmuş olabilir ki?”
“Sadece benimle gel,” diye yalvardı. “Kendi isteğinle gel ki
sana zarar vermek zorunda kalmayayım.”
Bir kez daha titreyen uzuvlarıyla acı dolu yüzüne baktım.
“Asıl ben sana zarar vermekten korkuyorum.”
“Benimle gelmezsen canım daha çok yanacak. Seni kurtara­
bilmemin tek yolu bu.”
Kaşlarımı çattım. “Ne karşılığında pazarlık yaptın?”
“Yalan söyleme yeteneğim ve adım.”
Gözlerim fal taşı gibi açıldı. “Peki karşılığında ne alacaksın?”
“Aşk.” Bununla birlikte mercan bıçağıyla üzerime saldırdı.
Düşünecek vaktim bile olmamıştı. Yana döndüğümde kes­
kin bir şeyin kaburgalarımı sıyırdığını hissettim. Bir kez daha
ileri atılarak bıçağı vahşice savurdu. Hançerim hâlâ elimde olsa
da onu ablama karşı kullanacak gücü kendimde bulamadım.
Bunun yerine saldırılarından kaçtım ve mercan hedefine her
ulaştığında çığlıklar attım. Dur durak bilmeden saldırsa da yete­
neksizdi. Yapabildiği en iyi şey etimde yüzeysel kesikler açmaktı.
Bırakın öldürücü bir darbeyi, beni nasıl etkisiz hale getirebi­
leceğini bile bilmiyordu. Fakat yeteneksiz olsa bile şansı yaver
gidebilirdi. Eğer kendimi korumazsam gücümün tükenmesi ve
saldırılarından kaçamayacak hale gelmem an meselesiydi.
Onunla savaşmak zorundaydım.
Bir sonraki darbeyi hançerimle engelleyerek elini yana doğ­
ru savurdum. Bir kez daha üzerime atıldı. Sonra bir kez daha.
Geriye doğru tökezledim, sola kaçtım ve koluna vurdum. Bıça­
ğımla etini kestiğimde bağırsa da saldırmaya devam ediyordu.

306
Peri Kralının Kalbi

Onu ayakta tutan şey belki de üzerindeki büyüydü; yorulmu­


yor, bedenindeki kesikleri umursamıyordu, ö te yandan ben
kollarımın zayıfladığını hissediyor, yan tarafımdaki sıyrığın
acısını çekiyordum.
Bu böyle devam edemezdi.
Amelie bir kez daha saldırdı. Kaçtığımda hızını alamadan
ileri savruldu ve o kendini durduramadan arkasına geçtim.
Dirseğimi kaldırdım ve kafasının arkasına güçlü bir darbe in­
dirdim.
Vücudu gevşerken yavaşça yere yığıldı. Düşerken onu yakala­
dım, yavaşça yere uzanmasına yardımcı olurken çığlık attım. Vü­
cudumun yaralanmış tarafını zorlarken acıdan yüzüm buruştu.
Kendi yaralarımı kontrol etme zahmetine girmeden Amelie’nin
üzerine eğilerek nefes alıp almadığını kontrol ettim.
Yaşıyordu.
İç çekerek gözlerimi kapadım ve onu saraya geri götürme­
nin en hızlı ve mantıklı yolunu düşünmeye başladım. Onu
onca merdivenden yukarı taşımamın imkânı yoktu. Göğsüm­
de panik kabardı.
“Amelie.”
Başımı çevirdiğimde Cobalt’ın karanlık mağaradan çıktığı­
nı gördüm, gözleri ablama kilitlenmişti. “Ana Tanrıçaya şü­
kürler olsun ki buradasın,” dedim gözyaşlarını yanaklarımdan
süzülürken. “Onu taşımama yardım et. Lütfen.”
Gözleri benimkilerle buluştu. “Çok üzgünüm, Evelyn.”
Şaşırmış, neden özür dilediğini anlamamıştım. Amelie’nin
hayatta olduğunu anlamamış mıydı?
Sonra aniden öne atılarak beni yakaladı.

307
Bölüm 36

N
efes nefese, ıslak bir karyolanın üzerine sular sıçra­
tıp öksürerek uyandım. Boğazım acıyordu ve ağ­
zımda korkunç bir tuz tadı vardı. Cobalt’ın bana
saldırdığını, ellerinin bana doğru atıldığını Hatırlıyordum.
Sonrasında gördüğüm şey sadece su olmuştu, boğazıma ve ci­
ğerlerime dolduğunu hissetmiştim. Bir kez daha öksürdüm ve
ağrıyan bedenimi sürükleyerek doğrulup oturdum. Etrafımda
keskin ve pembe mercanlar birbirine örülmüş ve bir kafes oluş­
turmuştu.
Ellerimi belime götürdüğümde hançerimin olması gerektiği
yerde olmadığını hissettim.
“Bunu yapmak zorunda kaldığım için üzgünüm, Evelyn,”
dedi Cobalt parmaklıkların diğer tarafından. Tanıdığım Co-
balt’a hiç benzemese de o olduğunu biliyordum. Vücudunun
kıvrak ve kıvrımlı görünmesini sağlayan parlak, mavi pullarla
kaplı bir derisi vardı. Alnının üzerinde kırmızı mercandan bir
taç duruyordu. El ve ayak parmaklarının arasında narin ağlar
uzanıyordu. Çocuksu yakışıklılığı yerini denizin korkunç güzel­
liğine bırakmıştı.
Bu onun nix formu olmalıydı.
Bu farkındalık beni ürküttü. Periler fiziksel formlarını iyi
huyludan kötü huyluya değiştirmekten bahsettiklerinde bu­
nun zihinsel bir değişimden başka bir şey olamayacağını,

308
/

Peri Kralının Kalbi

daha alçak yaratıkların davranışlarım benimsedikleri anlamına


geldiğini düşünmüştüm. Hayal ettiğim en büyük fiziksel de­
ğişini bir bukalemunun renk değişimi gibi belli belirsizdi. En
fâzla perilerin bir tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi hayvani me­
tamorfozlar geçirdiğini düşünmüştüm. Fakat bu... bu bam­
başka bir şeydi. O gerçekten değişmişti. Demir aşkına, bunun
herhangi bir mantıklı açıklaması olabilir miydi?
Dudaklarımı birbirine bastırdım ve Cobalt’a dik dik bak­
am. Arkasında ve kafesimin etrafı mercanlardan ibaretti. Te­
pemdeki dalgaların sesini duyuyor, duvarlardaki küçük çatlak­
lardan sızan tuzlu suyu hissediyordum.
Ani bir sarsıntıyla, onu bayılttıktan sonra yerde bilinçsiz ya­
tan Amelie’yi hatırladım. “Amelie nerede?”
Mağaranın uzak ucunda, karanlıkta bir kıpırtı gördüm.
Amelie ayakta duruyor, yaşlı gözleriyle bana bakıyordu, fok
derisinin başını kafasına geçirmişti. Derinin geri kalanını vü­
cuduna sıkıca sarsa da giydiği elbiseyi görmüştüm. Sabah üze­
rimden çıkardığım elbiseydi.
Cobalt ona dönerek, “Git,” dedi şaşırtıcı derecede yumuşak
bir sesle. “Beni bekle. Konsey toplantısı için hazırlanmalıyız.”
Bir anlığına göz göze geldiğimizde Amelie’nin altdudağı-
nın titrediğini gördüm, daha sonra uzaklaşarak gözden kay­
boldu.
Kaşlarımı çatarak Cobalt’a baktım. Amelie’nin pazarlık
yaptığı kişi Melusine değil Cobalt’tı. “Ona ne yaptın?”
“Her zaman böyle hissetmeyecek,” dedi. “Onu zorladığın
için oldukça üzgün. Seni incitmek, isteyeceği en son şeydi.”
“Çünkü bunu ona sen yaptırdın. Öyle değil mi? Onu ef­
sunlayarak beni saraydan uzaklaştırmasını emrettin. Reddeder­
sem beni öldürmesini söyledin.”

309
Tessonja Odette

Yüzüne hüzünlü bir gülümseme yerleşti. “Bazen doğru şey


uğruna zor seçimler yapmak zorunda kalabiliriz. Şimdiye ka­
dar yanımda mutluydu. Yine mutlu olacak.”
“Bunu neden yaptığını anlamıyorum. Yaşanan onca şeyden
sonra beni neden kaçırdın? Beni kelpie’den kurtardın, sen...
sen...” Düşüncelerimi dile getirmek istemedim. Bana karşı na­
ziktin. Şefkatliydin. Beni... öptün.
“Seni kelpie’den kurtarırsam bana güveneceğini düşündüm.
Kötü huyluların tehlikesini anlarsan benimle müttefik olacağı­
nı sandım.”
Gözlerim farkındalıkla irileşti. “Kelpie saldırısını ayarlayan
şendin.”
Başını sallayarak onayladı, gözlerinde pişmanlık vardı.
“Bana Aspen’le ritüeli yapmamamı söylemiştin.”
Kafesin parmaklıklarına birkaç adım daha yaklaştı. “Ve sen.
bana yapmayacağına dair söz vermedin. Yardımımı reddettin.
Abimle ilgili yaptığım uyanlara kulak asmadın.”
“Uyarıların yalandı.”
“Hayır, abim tehlikeli biri,” dedi Cobalt. “Sana anlatmaya
çalışsam da bana inanmadın. Bana inanmamaya devam edi­
yorsun.”
“Hayır, inanmıyorum.”
Kaşlarını çattı. “Neden? Seni korudum, sana şefkatli dav­
randım. Beni defalarca reddettin. Ama görüyorum ki abimi
kabul etmekte hiç zorlanmamışsın.”
Bakışlarımdaki öfke yoğunlaştı. “Ablamı kaçırma nedenin
bu mu?”
Yüz ifadesi yumuşadı. “Ablan dinlemeye daha hevesliydi.
İstediği tek şey sevgiydi, ben de ona bunu verdim. Aspenle ev­
lenirsen birlikte olabileceğimizi anladığında gerekeni yapmaya

310
Peri Kralının Kalbi

hazırdı. Kendi isteğiyle yanıma geldi, kendi isteğiyle sarayı terk


etti, hem de efsunlanmadan. Hiçbir şeyin beklediği gibi git­
mediğini fark ettiğinde adının gücünü daha bugün kullanmak
zorunda kaldım.”
“Bunu daha önce de yaptın, değil mi?” diye sordum. Artık
her şey daha mantıklı geliyordu. “Holstrom kızlarıyla pazar­
lık yaptın ve Kral’a suikast düzenlemek için onları efsunladın.
Peki onlardan ne aldın?”
“Amelie’nin aşkıma karşılık verdiği şeyin aynısını,” diye itiraf
etti. “Yalan söyleme yeteneğini. Holstrom kızlarının İstediği tek
şey Kral’ın koruması altında olmaktı. Senin aksine tüm uyarıla­
nını dikkate aldılar. Ben de yalan söyleme yeteneklerine karşılık
onları koruma sözü verdim. Yalan söyleme yeteneğimi KraTın
lehine kullanacağıma dair söz verdiğimde pazarlığı kabul ettiler.
Daha sonra bana isimlerini verirlerse Aspehi tahttan indirece­
ğime dair söz verdim. Yine kabul ettiler. Onları Aspene suikast
düzenlemek için göndermenin başarısızlıkla sonuçlanacağını en
başından biliyordum. Onu öldürmeyi başarırlarsa artık bir so­
run olmaktan çıkacaktı. Aspen kızları öldürürse bir hükümdar
olarak istikrarsızlığını gösterecekti ki bu da konseyi onu istifa
etmeye zorlamaya bir adım daha yaklaştırmış olacaktı.”
“Holstrom kızları sana zaten yalan söyleme yeteneğini ver­
mişse Amelieden neden aynısını istedin?”
“Pazarlık yapan kişi öldüğünde pazarlığın gücü bir süre son­
ra tükenir. O güce ihtiyacım vardı, onu ya senden ya da ablan­
dan alacaktım. Daha önce de dediğim gibi Amelie fazlasıyla
istekliydi.”
“Amelie’yi yalan söyleme yeteneğini korumak için mi ha­
yatta tutuyorsun? Bu yüzden mi onu Aspen i öldürmesi için
aptalca bir suikast görevine göndermedin?”

311
Tessoıya Odette

Sersemlemiş halde ağzını açtı. “Amelieyle aramızda diğer


kızlarla olduğundan çok daha farklı bir şey var. Onu hayatta
tutuyorum çünkü o benim eşim ve çok yakında karım olacak.
Biz birbirimize Bağlıyız.”
Bedenimden bir ürperti geçti, midem çalkalandı. Ritüeli
gerçekleştirmişlerdi.
Cobalt konuşmaya devam etti. “Aspen’le Bağ kurmanıza
izin veremem. O yüzden bu sabah abimle yakınlaştığınızı fark
ettikten sonra Amelie’yi yanma gönderdim. Aspen’le anlaşmayı
yerine getirmenize göz yumamam.”
“Neden? İstediğin şey savaş mı?”
“Hayır, istediğim şey savaş değil. İstediğim şey Aspen’in
tahttan inmesi.”
Sözlerini kafamda ölçüp biçtim. “Eğer Aspen’le ritüeli gece
yarısına kadar gerçekleştirmezsek anlaşmayı bozmuş olacağız.”
Başını sallayarak onayladı. “Anlaşmayı bozmaktan daha kö­
tüsünü yapacak. Bundan eminim.”
“Ne yaptın?”
“Benim yaptığım değil, Aspen’in yapacağı şey önemli.
Onun hakkındakİ fikrini değiştirdiğini ve annemizin tarafinı
tuttuğunu düşüneceği için gerçek yüzünü gösterecek.”
“Böyle bir şeye inanması imkânsız,” dedim.
“Şu anda Melusine’yle yaptığın pazarlığı yerine getirmek
için eve döndüğünü düşünüyor. Ne de olsa ona tam da bunu
yaptığını anlattığın bir mektup bıraktın.”
“Bunu anlayacaktır. Mektubun benden olduğuna asla inan­
mayacak.”
“Abim mi?” dedi soğuk bir kahkaha atarak. “Gelmiş geçmiş
en paranoyak kral mı? Hayatını kurtardığına pişman olduktan
sonra öz annesi tarafından terk edilen çocuktan mı? Elbette

312
Peri Kralı nin Kalbi

İnanacaktır. Her zaman başkalarının onun peşinde olduğuna


dair kanıtlar arar durur. Kimsenin onu sevemeyeceğine dair
ipuçları,”
Boğazımda bir düğüm oluşsa da nefesimi sabit tuttum. “O
düşündüğünden daha zeki. Amelie’ye bir şey olduğunu biliyor­
du. Sahildeki cesedin ona ait olmadığını da.”
“Olabilir,” dedi. “Fakat bunun sebebi kanıtın yeterince ikna
edici olmamasıydı.”
Bir mektubun yeterince güçlü bir kanıt olmadığını söyle­
mek üzereyken tüyler ürpertici bir gerçekle karşılaştım. Cobalt
kendinden fazlasıyla emin görünüyordu. Hazırlıkhydı. Bu işin
altında daha fazlası vardı. “Ona başka ne kanıtlar bıraktın?”
“Amelie’yi sana benzeyecek şekilde büyüledim.” Sözleri san­
ki hava durumundan bahsediyormuş gibi kayıtsız, kötü niyet­
ten uzaktı. “Seni saraydan buraya getirdikten sonra elbisele­
rinden birini çalması için geri gönderdim. Daha sonra gizlice
ahıra girerek bir puca çaldı. Aspenin en güvendiği birkaç kişi­
nin bunu görmesini sağladım. Foxglove. Lorelei. Ve muhafızla­
rından birkaçı. Buna inanması biraz zaman aldı ama sonunda
inandığı çok açıktı ”
“Olamaz.”
“Yıkıldı. Kalbi kırıldı. O kadar öfkelendi ki geyik formuna
bürünerek saray arazisini dörtnala koştu.”
Gözyaşlarımın akmasını engellemek için gözlerimi kırpış­
tırdım. “Nerede şimdi?”
“Büyük ihtimalle seni arıyordur. Hiçbir yerde olmadığını
anladığında öfkesine yenik düşecektir. Köyünüze saldıracak,
İlk kan akıtan kendisi olacaktır. Belki bundan da ileri gider.
Holstrom ÇiftliğPndeki katliamı solda sıfır bırakacaktır.” San­
ki tüm bunlarda parmağı yokmuş gibi tiksintiyle başını iki
yana salladı.

313
Tessoııja Odette

“Bundan sonra savaş çıkacakken nasıl savaş istemediğini


söylersin?”
Başını iki yana salladı. “Savaş çıkmayacak. Anlaşma bo­
zulmayacak çünkü ben onu kurtarmak için orada olacağım.
Aspen bu son pervasızlık eylemini gerçekleştirerek ne kadar
dengesiz olduğunu kanıtlayacak. Bu da konseye ondan sonsuza
dek kurtulmaları ve yerine beni geçirmeleri için gereken sebebi
sunacak. Aspen Faerwyvae’i hak ettiği barıştan uzalt tutuyor;
ben böyle düşünen onlarca kişiden yalnızca biriyim.”
Şimdi her şey çok mantıklı geliyordu. Cobalt tabii ki tahta
çıkmak istiyordu. Aspenin hatalarından, Kral’a karşı duracak
müttefik sıkıntısı çekmediğinden bahsettiği onca zaman... Ba­
şından beri planladığı şey buydu. “Peki ya kötü huylular? Seni
desteklemeleri mümkün değil. Sen iyi huylusun, öyle değil
m ı?

"Onları etkilemek için annem var. Kötü huylular onun sö­


züne güvenir.”
“Annen tüm bunları destekliyor mu yani?”
Dudaklarının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı. “Planlarımın
\

bir kısmından haberdar ve beni kontrol altında tuttuğunu dü­


şünüyor. Aspen i yolumdan çekebilirsem taht İddiamı destek­
leyeceğine dair söz vermişti. Kötü huylu konusundaki beklen­
tilerine uygun şekilde hareket etmeyeceğimi bilmiyor.”
“Hayır, sen iyi huyluların davasını destekleyeceksin,” de­
dim. “Radikal bir iyi huylu konseyi oluşturmak için elinden
geleni yapacak, kötü huyluların kökünü kazıyacaksın.”
“Bunun için beni suçlayabilir misin? Kötü huylular mede­
niyetten uzak. Annemi biliyorsun, çocuklarını nasıl acımasızca
terk ettiğini. Bu kötü huylular için sıradan bir şey. Yavrularını
yiyen, topalları Ölüme terk eden hayvanlardan hiçbir farkları

314
Peri Kralı nın Kalbi

yok. Peki ya kelpieler, vampirler ve goblinler gibi yaratıklar?


Kurbanlarına terör estirmeyi hale ediyorlar mı?”
Sözleri midemi bulandırdı ve Aspen in söylediklerini hatır­
ladım. Adil seçim ve onu korumak için gereken denge hak­
kında söylediklerini. Haklı mıydı? Yoksa dünya kötü huylular
olmadan daha iyi bir yer haline mi gelirdi?
“Seninle bir pazarlık yapmaya hazırım,” dedi Cobalt. “Evi­
ne, halkına dön. En sevdiklerini yanına al ve onları bu gece
köyden çıkar. Aspen gazabım salmadan Önce seni evine ulaştı­
racağım. Karanlık işleri bitene kadar abimin gözüne görünme.
Muhafızlarımı da göndereceğim. Çok fazla kan akıtmadan ona
engel olacaklar. Bu, savaş çıkarmadan Aspen e tahtını kaybet­
tirmeye yetecektir. Daha sonra tahta ben geçeceğim ve anlaşma
bozulmamış olacak. Anlamıyor musun? Amelie benim eşim.
Biz birbirimize Bağlıyız. Sizin yerinize biz evlenerek anlaşmayı
güvence altına alacağız.”
“Peki sonra? Aspenin yoluna öylece devam etmesine izin mi
vereceksin?” dedim kahkaha atarak. “Buna hiç inanmıyorum.
Kral olarak ilk emrin onu idam ettirmek olacak.”
“Duygularının sağduyunu devre dışı bırakmasına izin ver­
me, Evelyn,” dedi. “Aspen in ortadan kaldırılması zorunlu, evet
hatta tamamen yok edilmesi gerekecek. Ama anlamıyor mu­
sun? Abim iktidarda kalsa bile aranızdaki ilişki çok zayıf. Se­
ninle evlenebilir, hatta kraliçesi yapabilir ama senden bıktığın­
da ne olacak? Kırılgan insan bedenin yaşlanmaya başladığında
ne olacak? O zaman ne olacak?”
Doris Mason ve kuzenini düşündüğümde göğsümde bir en­
dişe kabardı.
Cobalt başını iki yana salladı. “Tek mantıklı çözüm bu.
Pazarlığımı kabul et ve halkım kurtar. İyi huyluların yöntemi

315
Tessonja Odette

Fair Adası’m güvende tutacaktır. Pazarlığımı reddedersen seni


burada Ölüme terk ederim.”
Kalbim boğazıma fırladı. "Beni gerçekten öldürecek misin?”
“Sana doğrudan zarar veremem, Evelyn. Pikniğimizde buna
söz vermiştim. Yalan söyleyebiliyor olsam da yeminlere ve söz­
lere karşı bağışıklığım olduğu anlamına gelmiyor bu. Onun
yerine seni burada yalnız bırakacağım. Gelgitin yükselmesi
uzun sürmez.”
Panik bedenimi ele geçirdi, tuzun tadı dilimde hâlâ taze,
deniz suyuyla dolan ciğerlerim hâlâ yorgundu.
Cobalt kaşlarını çattı. “Bana bunu yaptırma, Evelyn. Bu,
ablanı çok üzecek. Onu düşün. Seni kurtarmak için feda ettik­
lerini düşün.”
Kalbim sıkıştı ve ablamı düşündüm. Hercai kalbi ve umur­
samaz tavırlarıyla Amelie’yi. Cobalt’la pazarlık yaparken neye
bulaştığının farkında mıydı? Cobalt’ın onu kandırdığını, her
şeyin hepimiz için mükemmel olacağına İnanmasını sağladığı­
nı biliyordum ama durup da yaptıklarının beni nasıl etkileye­
ceğini hiç düşünmüş müydü? Hayır. Pazarlığı beni düşünerek
yapmamıştı. Kendisi için yapmıştı. Cobalt için. Aşk için.
“Mantıklı seçim yap, Evelyn.”
Mantıklı seçim. Cobalt’ın pazarlığını kabul edip halkımı
savaştan kurtarabilirdim ama bunu yaparsam Aspen hem tah­
tını hem hayatını kaybedecekti. Ben de daha yeni tanımaya ve
değer vermeye başladığım sevgilimin kalbini. Üstelik Faervvy-
vae radikal bir iyi huylu hükümdarlığına bir adım daha yak­
laşacaktı. Diğer seçenekse ölümümdü. Ancak bununla hiçbir
şeyi çözmüş olmuyordum. Ben ölürsem anlattığı her şey büyük
ihtimalle yine de gerçekleşecekti ama Aspenin köyümde döke-
t

ceği kan sevdiğim birilerinin olabilirdi.

316
Peri Kralı’mn Kalbi

"Yaşamak mı ölmek mi?” diye sordu Cobalt. “Sadece iki


seçeneğin var.”
Derin bir nefes alıp gözlerimi kapadım ve zihnimde seçe­
nekleri değerlendirdim. Mantıklı bir çözüm üretmeye, kalbimi
on bin parçaya ayırıyormuş gibi acıtmayan bir cevaba ulaşma­
ya çalışıyordum. Seçenekler zihnimde dönüp duruyor, endi­
şemi körükleyerek öfkeye dönüştürüyordu. Başım zonkluyor,
ciğerlerim şiddede kabarıp iniyordu. Bundan kurtulmanın bir
yolu yoktu. Hiçbir kurtuluş yolu bulamıyordum.
Sonra bir şeyin beni çekiştirdiğini hissettim. Zihnimi değil,
başka bir şeyi. Sakin ve sessiz bir şeydi bu. Yoksa bu kalbim
miydi? Nefes alıp vererek düşüncelerime odaklandım ve zihni­
mi yangın yerine çeviren düşüncelerin soğumasına fırsat tanı­
dım. Aspenin yarasına müdahale ederken hissettiğim türden
bir cerrah sakinliği üzerime çöktü. Hiçbir mantığı olmayan
garip bir emin olma haliydi bu. Kendimi ona açıp beni bir
battaniye gibi sarmalamasına izin verdim.
“Doğru olanı yap, Evelyn.”
“Kaybol,” dedim dişlerimi sıkarak.
Cobalt’ın yüz ifadesi karardı. “Hata yapıyorsun.”
Yakıcı bakışlarımı üzerinden ayırmadım. “Kaybol. Dedim.

317
Bölüm 37

elgit paniğim kadar hızlı geldi. Pelerinimi koluma

G doladım ve kendimi fırlatarak ağırlığımla kafesin


parmaklıklarına yüklendim. Mercan parçaları ku­
maşı delip derime saplandı. İrkilerek kumaşı önce ikiye daha
sonra üçe katladım ve kendimi bir kez daha parmaklıklara doğ­
ru attım. Bir kez daha. Parmaklıklar hiçbir şekilde esnemiyor­
du. ,
ı

Cobalt’m pazarlığını reddetmiş olabilirdim ancak bu kade­


rimi kabul ettiğim anlamına gelmiyordu.
Keşke hançerim yanımda olsaydı. Keşke beni buradan çıka­
racak herhangi bir şey olsaydı.
Parmaklıklarıma bir tekme attım ancak süslü terliklerim
parmaklıkların gücüne denk değildi ve su gitgide yükseldikçe
ivmem yavaşlıyordu. Su çok geçmeden belime ulaşmıştı.
Bir başka su dalgası kafesin içine dolduğunda dişlerimi sık­
tım. Tepemdeki dalgaların sesi artık çok daha gürültülüydü.
Korku bütün bedenimi ele geçirirken anılar zihnimde yüzeye
çıkıyor ve bana iki kez boğulmanın eşiğinden dönmenin nasıl
bir his olduğunu hatırlatıyordu. Kelpie’nin beni kendimden
geçmiş halde sırtında suyun altına sürüklediğini hatırladım.
Ellerimi yumruk yaptım. İçinde bulunduğum bu korkunç du­
rumun sorumlusunun Cobalt olduğunu bildiğim için daha da
öfkeliydim. Büyük ihtimalle ballı pyrus yediğim sırada kasten

318
Peri Kralının Kalbi

dikkatimi dağıtmış, pikniğimizden tek başıma dolaşmak için


uzaklaştığımda kahkahalar atmıştı. Kelpie beni bulana kadar
orman ıssız ve bomboştu. Ormandaki tek yaratık bir kelpiey-
di, yani bir su perisL Her anın Cobalt tarafından tasarlandığına
dair en ufak bir şüphem yoktu.
Zihnimde bir kıvılcım çaktı. Bir fikir. Tehlikeli bir fikir.
Kelpie,
Amelie5nin onlar hakkında söylediklerini hatırladım. Kayıp
yolcuları buluyor, onları ölümlerine götürüyorlardı. Bu aptalca
fikir nabzımın hızlanmasına neden oldu.
“Yardım edin!” Avazım çıktığı kadar bağırıyordum. “İmdat!
Kayboldum!”
Aldığım tek cevap daha fazla su ve daha fazla dalgaydı. Su
seviyesi göğsüme ulaşmıştı.
“Yardım edin! Kayboldum ve yolumu bulamıyorum. Lüt­
fen gelip bana yardım edin. Kim olursa, lütfen.” Su seviyesi
boynuma yükseldiğinde ağzıma dolan suyu görmezden gel­
meye çalışarak yakarışlarımı tekrarladım. Ayakta durabilmek
için kafesin parmaklıklarını tutmak zorunda kaldım ve keskin
kenarları avuç içlerimi parçaladı. Bir kez daha bağırdım. Çığlık
attım. Yalvardım. “Kayboldum! Yardım edin!”
Karanlık bir kütlenin mağaraya girdiğini ve su yüzeyinin
altında kıvrılarak ilerlediğini gördüm. Bağrışlarımı yuttum,
daha tehlikeli bir şeyi çağırmış olmaktan korkuyordum. Tuhaf
şekil yanıma yaklaştıkça ata benzer bir kafanın suyu yardı, si­
yah yelesi etrafına yayılmıştı. Diğer kelpieyi hatırladım, yelesi
hissetmediğim bir rüzgârla dans ediyor gibiydi. Şimdi bunun
yüzdüğü görünmez bir akıntı olduğunu biliyordum.
“Bana yardım edecek misin?” diye sordum yüzüme çarpan
dalgayla öksürürken.

319
Tessonja Odette

"Benimle gel,” dedi. Sesi karşılaştığım ilk kelpie’ninkiyle ay­


nıydı; ruhani ve ürpertici.
“Beni bu kafesten çıkarmayacak mısın?”
Parlayan kırmızı gözleriyle beni izliyordu. “Seni çıkarmak
mı?
Sözleri midemi bulandırdı. Muhtemelen daha açıklayıcı
olmalıydım. “Bana isabet ettİrmemeye dikkat ederek toynak­
larınla kafesin parmaklıklarını tekmeleyecek misin? Parmaklık­
lar kırılıp da beni buradan çıkardığında beni bir yere... birine
götürür müsün?”
“Seni kime götürmemi istiyorsun?”
“Beni olabildiğince hızlı bir şekilde Kral Aspen’in yanma
götür. Sadece bir insan için güvenli yolları seç. Eğer suda se­
yahat etmemiz gerekiyorsa başımı daima suyun üzerinde tut.
Eğer karadan ilerleyeceksek olabildiğince hızlı hareket et.”
“Senİ Kral Aspenin yanma götürebilirim.” Bunu kabul
etmekten çok düşünüyormuş gibi söylemişti. Kelimelerimi
tartıyormuş gibi beni inceledi. Artık tecrübeli olduğum için
pazarlığın dile getirmediği kısmını bekliyordum. Beni Kral As-
pen’e götürecekti. Sonra da beni boğmak için en yakın suya
götürecekti. Yelesi ellerime dolanmışken kurtulmam imkânsız
olacaktı.
Kararını bir an önce vermesi için ekledim, “Ondan sonra
istediğin yere gidebilirsin.”
“Yapacağım,” dedi en sonunda. Arkasını dönerek poposunu
yüzüme verdi. Kafesin uzak ucuna geçerek kollarımla yüzümü
korudum. Kelpie mercan parmaklıkları olanca gücüyle tek­
melemeye başladı. Üçüncü tekmesinin ardından mercan par'
çalandı ve zemine yakın bir kısımda bir açıklık oluştu. Derin
bir nefes aldıktan sonra açıklıktan geçtim. Bir mercan parçası

320
Peri K ra lım Kalbi

k0]umu sıyırt* Kendimi zeminden iterken bir diğeri tarafm-


yaralandım. Kafesin kırık çubukları akıntıda sürüklenerek
»anımdan geçiyordu. Parmaklarımla bir tanesini kavradım ve
kelpie’nin üzerine çıktığımda bile bırakmadım.
Boştaki elimle yelesini tuttum, kelpie kaslı vücudunun ya­
pamaması gereken bir hızla yüzdü. Sözünü tutan kelpie kıvrım­
lı mağaralarda ilerlerken başımı suyun üstünde tuttu. Dalgalar
yüzüme çarptıkça ağzıma ve burnuma su kaçsa da ciğerlerimi
korumayı başarıyordum. Sonunda tünelin zemini eğimli bir
hal aldı ve ileride bir ışığın parladığını gördüm. Kelpie ışığa
doğru dörtnala koştu. Özgürlüğe doğru. Temiz havaya ve açık
gökyüzüne.
Mercan mağaralarından kurtulduğumda tanıdık bir man­
zarayla karşılaştım. Sarayın altındaki kıyı gelgit tarafından ne­
redeyse yutulmuştu. Günbatımının son aydınlığı ufukta belir­
mişti ve sahili pembe-turuncu bir ışıltıyla boyuyordu. Kelpie
sarsılarak kıyı boyunca saraydan uzaklaşıp sivri kayalıklara
doğru havalandı. Yaratık bizi doğrudan kayalara doğru savur­
maya niyetliymiş gibi göründüğünden kalbim ağzıma geldi
ama tek bir sıçrayışla kayanın tepesine tırmandı, daha sonra bir
kayalıktan diğerine sıçramaya başladı. Yaratık attan çok keçi
gibi hareket ediyordu.
Kayalardan kurtulduktan sonra önümüzde başka bir kıyı
§eridi belirdi. Ama kelpie kıyıdan uzaklaşarak bir kez daha suya
daldı, Bir sıçramayla suya dalsa da su sadece çeneme ulaşıyor-
du- % r kelpie’nin karada hızlı olduğunu düşündüysem yara-
açıkdenizde bir şimşek kadar hızlıydı. Sadece biıkaç dakika
lçmde kıyı ve saray tamamen gözden kayboldu.
Kıyıdan uzaklaştıkça su soğuduğu için dişlerim birbirine
?arpmaya başladı. Panik bedenimi ele geçirmeye çalışırken

321
Tessonja Odette

keîpie’yle yaptığım pazarlıkta fazla boşluk bırakıp bırakmadı­


ğımı merak ettim. Elbette açıkdenizde bu kadar açılmak As-
pen’e ulaşmanın en hızlı yolu olamazdı. Fakat yapabildiğim tek
şey nefes alıp dayanmaktı. Bu yaratığın beni gitmek istediğim
yere götüreceğine inanmak ve bu süreçte hayatta kalmak zo­
rundaydım.
* * *

Bir sonraki kıyıyı gördüğümde gökyüzü kararmıştı. Ufuk­


ta bir karartıdan ibaretti ama yaratık ona doğru hızlandıkça
şekil kazanıyordu. Denizden çıkıp kıyının ötesindeki karan­
lık ormana ulaştığımızda beni serin hava karşıladı. Yüzerken
pelerinimi kaybetmiştim, sırılsıklam olan bluzum vücuduma
yapışmıştı ve rahatsız edici derecede ağır ve soğuktu. Nefesim
sıklaşmıştı, kesik kesik nefes alıp veriyordum. Dayan, Evie, de­
dim kendi kendime. Yapman gereken tek şey Asperii bulmak.
Başım dönüyor, gözkapaklarım ağırlaşırken kan vücudum­
dan çekiliyordu. Bilincimi kaybetmemek için yanağımın iç ta­
rafını ısırdım. Şimdi değil. Şimdi değil. Devam et.
Acı verici dakikalar devam ediyordu. Etrafımıza bakılırsa hâlâ
Faervvyvae’deyiz gibi görünüyordu fakat biz buraya ulaşana ka­
dar birçok mevsim geçip gitmiş gibiydi. Serpiştiren kar geceyi
kör edici bir beyaza boyadı. Sonbahar yaprakları ve kırmızım-
sı bir parıltı manzaraya hâkim oldu.. Ardından daha önce hiç
olmadığı kadar yoğun bir sıcaklık hissettim. Sol tarafta bir sis
örtüsü her şeyi kaplasa da sanırım Periduvarı’nın birkaç yüksek
taşını seçebiliyordum. Sonunda hava soğudu. Çiçekler kümeler
halinde büyüyor, yaprakları kelpie’nin rüzgârıyla savruluyordu.
“Kralınız,” dedi uhrevi bir sesle.
Bu kendime gelmeme neden oldu. Öne doğru eğilip As-
pen’e dair bir iz aradım. Orada, uzaktan bize doğru gelen bir

322
Peri Kralı nin Kalbi

siluet göldüm. Bir geyik. Aspen. Cobalt gibi Aspenin de gö­


rünüşü büyük ölçüde değişmişti. Ancak toynakları altındaki
toprağı parçalarken Kral’ın insani hiçbir yanı kalmamıştı. Kar­
şımda tüyler ürpertici bir manzara vardı.
Kelpie’yle aralarındaki mesafe hızla kapanırken uzuvlarım
hareket edemiyordu. Kelpie’nin yelesi elimi o kadar sıkmaya
başlamıştı ki kolumu hissedemiyordum. Diğer elimse soğuk­
tan donmuş ve ağırlaşmıştı.
Aspen in geyik burun deliklerinden bulutlar halinde çıkan
nefesini görebilecek kadar yaklaşmıştık artık.
“Seni Kralına getirdim,” dedi kelpie. Bundan sonra olacak­
ları biliyordum. Okyanusa ya da yalandaki bir göle son hız geri,
dönecekti.
Homurdanarak kolumu kaldırdım, parmaklarım hâlâ ma­
ğaradan çaldığım mercan dalını kavrıyordu. Onu kelpie’nin
yelesine doğru savurdum, elim serbest kalana kadar siyah tel­
leri kesmeye devam ettim. Artık yaratığa bağlı olmadığım için
kelpie’nin hızı geriye doğru savrulmama neden oldu. Yere dü­
şüp yuvarlandım. Kelpie hızla gecenin karanlığında kayboldu.
Aksi yöne dönerek geyiği aramaya başladım. Geyik tehlikeli bir
hızla yaklaşıyordu.
Tökezleyerek ayağa kalktım, kaslarım isyanla çığlık atıyor­
du. “Aspen!”
Yavaşlama belirtisi göstermeden koşmaya devam ediyordu.
Elimi öne uzattım, avuç içimde kelpie’nin yelesinin etime
dolandığı kısımlar morarmıştı. “Aspen, dur!”
Aradaki mesafeyi kapadı, gözleri öfkeden çılgına dönmüş
gibiydi.
“Benim. Evie.”
Geyik homurdandı, ağzından köpükler saçıyordu. Birkaç
saniye içinde bana saldıracaktı ve ben hareket dahi edemeyecek

323
Tessonja Odette

kadar güçsüzdüm. Gözyaşlarını yanaklarımdan süzülüyordu.


Çok geç kalmıştım. Artık beni.tanımıyordu. O her zaman ol­
duğunu düşündüğüm canavara dönüşmüştü.
“Sana gerçek adımı vereceğim, Aspen!
Toynakları toprağa gömüldü, ivmeyle patinaj çekerek du­
rurken üzerime toprak savruldu.
Omuzlarım titremelerle sarsılıyordu. Geyik birkaç adım
ötemde durdu, dişlerini gösteriyor, kasları seğiriyordu. Başım
eğmiş, boynuzlarını bana doğrultmuş, toprağı eşeliyordu.
“Aspen,” diye fısıldadım. “Beni duydun mu? Ben burada­
yım. Senin için geldim.”
Geyik gözleri benimkilere kilitlendi, bu sabah öptüğüm pe­
rinin gözlerine hiç benzemiyorlardı. Boynuzları aynı görünse
de bunlar çok daha büyüktü. Daha önce hiç bu kadar büyük,
bu kadar görkemli, bu kadar inkâr edilemez güzellikte bir ge­
yikle karşılaşmamıştım. Tüyleri kızıl altın renginde, toynakla­
rıysa gözalıcı bir siyahtı.
Derin bir nefes alarak elimdeki mercan çubuğunu bırak­
tım, sivri parçalar etimden ayrılırken avuç içime yakıcı bir acı
saplandı. Diğer elimi uzatarak titrek bir adım attım, sonra bir
adım daha. Her hareketim bedenime dayanılmaz bir acı dalga­
sı gönderiyordu.
Aspen olduğu yerde kalıp beni temkinle izlemeye devam
ediyordu, ona yaklaştıkça nefes alıp verişi sabitleşti ve dudakla­
rı dişlerinin üzerine kapandı..
İşte böyle. Artık buradayım.” Sonunda ona dokunacak ka­
dar yaklaşmıştım. Elimi geyik suratının yan tarafına yerleştirdim.
Bana adını verdin. Bu, Aspen’in sesiydi ama sanki çok
uzaklardan geliyormuş gibi zayıftı.
“Evet.”

324
Peri Kralının Kalbi

“Beni terk ettin.”


B aşım ı iki yana salladım. “Hayır, Aspen. Cobalt sana yalan
söyledi.”
“Cobalt,” diye tekrarladı usulca.
“Beni yanına gelmeyeyim, ritüeli yapamayalım diye mercan
mağaralarına hapsetti. Amelie yi kaçıran da oymuş. Herkesin
puca ya binerken gördüğü kişi oydu. Amelie onun kontrolü
altında.”
“Beni terk etmedin mi yani?”
“Hayır.”
Aramıza bir sessizlik çöktü. “Gittiğinde canım yandı,” dedi
Aspen. Sözleri bana bir çocuğun sözlerini anımsattı. Şaka yok­
tu, sert kişiliğinden bir iz yoktu. Acaba bu da onun kötü huylu
formunun bir parçası mıydı?
“Canını yaktığım için üzgünüm.”
“Böyle hissetmekten hoşlanmıyorum.” Ses tonunda bir neb­
ze öfke vardı. “Bir şeyler hissetmekten hiç hoşlanmıyorum.”
“Ben de böyle hissetmekten hoşlanmıyorum,” dedim. “Bir
kafese kapatılmak, sana gerçeği anlatamamak canımı çok yaktı.
Ama dayanmak zorundaydım. Canım yansa da yanına gelmek
zorundaydım.”
“Siz insanların hissetmekten başka seçeneği yok. Ben hisset­
mek zorunda değilim.”
“Bu formda kalırsan, öyle değil mi?”
“Evet. Kötü huylu formumda kalabilir, yüzünü sonsuza ka­
dar unutabilirim. Acı çekmenin, sevmenin ya da öfkelenmenin
ne demek olduğunu unutabilirim.”
Alnımı yüzünün yan tarafına getirerek yumuşak tüylerinin ara­
şma sokuldum. “Bunu gerçekten istiyor musun? Beni unutmayı?”
Baştan aşağı ürperdi. Sonra bir kez daha. “Hayır."

325
Tessonja Odette

Yanımdan uzaklaşırken tökezledim, devasa şekli dalgalana­


rak şekil değiştirmeye başladı. Vücudunu bir titreme daha ele
geçirdiğinde geyik şekli tamamen yok olmuş, yerini toprakta
çömelmiş tanıdık bir figür almıştı. Üzerinde pantolonla yakası
açık olan keten bir gömlekten başka bir şey yoktu. Yanına diz
çöküp yüzünü ellerimin arasına aldım. Aspen.
Yavaşça gözlerime baktı. “Evİe.”
Dudaklarını dudaklarıma bastırarak yumuşaklıklarının,
bana çok tanıdık gelen hissin tadını çıkardım.
Geri çekildi. “Ağlıyorsun.”
Haklıydı. Gözyaşları yanaklarımdan süzülürken hıçkırıklar
içimi paramparça ediyordu. “Tabii ki ağlıyorum. Seni sonsuza
dek kaybettiğimi, her zaman bir geyik olarak kalacağını düşün­
düm. Beni unutacağını, köyümü yerle bir edeceğini sandım.”
“Köyünü neden yerle bir edeyim ki?”
“Oraya gitmiyor muydun? Benden ve halkımdan intikam
almak için?”
Başını iki yana salladı. “Ben... hatırlamıyorum. İçimdeki
öfke beni tüketti.”
“Ondan kurtuldun mu?”
Başıyla onayladı ama ifadesi kararmıştı. “Bunu Cobalt yap­
tı.”
Evet ve tahtını almaya çalışacak. Başından beri anlaşmayı
bozman için seni kandırmaya çalışmış. Tüm bu saldırılar, iha­
netler, sırlar. Hepsinin arkasında Cobalt var.”
“Peki şimdi nerede?”
Büyük ihtimalle konseydeki yerini alıyordur,” dedim.
Ayağa kalktı ve benim de kalkmama yardımcı oldu. “Onu
durdurmalıyım. Gece yarısına kadar konseye dönmeli, ritüeli
yaptığımızı kanıtlamalıyız.”

326
Peri Kralının Kalbi

“Yetişebilir miyiz sence?”


Acele edersek evet. Üzerime binmen gerekecek.”
Başka koşullaı aitmda bu kulağa oldukça cazip bir davet
gibi gelirdi. Gülümsemeye çalışsam da kaslarım dörtnala ko­
şan başka bir başka yaıatığın sırtına binme düşüncesiyle isyan
etti.
Aspen tereddüdümü hissetmiş olmalıydı. “Merak etme.
Nazik olacağım, dedi elini yanağıma koyarak.
İmalı konuşmaya devam mı ediyoruz?”
“Ciddiyim.”
İç çektim. “Pekâlâ.”
“Ah, Evie, bir de...”
“Evet?”
Gülümseyerek başparmağıyla elmacıkkemiğimi okşadı.
Sana söylediğim gibi mumlar ve öpücükler olmasa da ben de
sana gerçek adımı veriyorum.”
Dudaklarımız bir kez daha birleşti. Yorgunluğuma rağmen
bedeninin hissinin tadını çıkararak kollarımı boynuna do­
ladım. Sanki aramızdaki enerji güçlü ve tehlikeli bir şekilde
uğulduyordu. Belki de bu yalnızca tutkuydu ama bunun Bağ
kurmamızdan kaynaklanıp kaynaklanmadığını merak ediyor­
dum. Bir başkasıyla isim değiş tokuşu yapmak böyle bir his
miydi? Bir başkasına gücünü verirken onu aynı zamanda güç­
süz bırakmak mıydı? Mantığım bana bunun imkânsız olduğu­
nu söylüyordu. Birine adını verme eylemi sadece periler için
önemliydi. Yine de aramızda fazlasıyla tuhaf bir çekim vardı.
Bir köprü gibi. Altında sivri uçlu kayalardan başka bir şey ol­
mayan iki uçurum arasındaki bir köprü.
Bu garip his hakkında daha fazla fikir yürütemeden ruhani
Bir sesin arkamızdan seslendiğini duydum. İnsan benim.

327
Bölüm 38

A
spen’le geri çekildik, önümüzde duran siyah
kelpie meydan okurcasına başmı eğmiş, ön toyna­
ğını yere vuruyordu. Kral önüme atlayarak vücu­
dunu benimkine siper etti. “O senin değil,” dedi.
“İki kez tadına bakamadan kaçtı,” dedi kelpie. “îlkinde gü­
zel Prens tarafından kurtarıldı. İkincisinde hile yaparak kurtul­
du. Bir pazarlık yapmıştık.”
“Beni Aspen’in yanına götürdükten sonra istediğin yere gi­
debileceğine dair söz verdim.” Sesim titriyordu. “Seninle gele­
ceğimi söylemedim.”
“İnsan hilesi. İşte bu yüzden senin türünden nefret ediyo­
rum. Evime geliyor, topraklarımı işgal ediyor, sularımda yü­
züyorsunuz. Aptal olanlar kayboluyor, pis kokuları ve umur­
samazlıklarıyla her şeyi kirletiyorlar. Tehlikeli olanlarsa demir
prangalara, tuzaklara, bıçaklara ve hilelerle başvuruyor.”
“O ne aptal ne de tehlikeli,” dedi Aspen. “O benim eşim ve
korumam altında. Eğer ona zarar vermeye kalkarsan gazabımla
karşılaşırsın.”
Gazap, diye tısladı kelpie bir adım daha yaklaşarak. “Ne
kadar da insani bir tepki.”
İnsani de olsa göstereceğim tepki olacak.”
Kelpie nin gözleri daha çok parlamaya, kırmızı renk daha
da koyulaşmaya başladı. “Senin gazabını neden umursayayım

328
Peri Kralının Kalbi

y? Sonbaharda değil İlkbahardayız. Burada sen hükmetmi-


yorsun.
“Ben hâlâ bir kralım.”
Ben bir kötü huyluyum ve hiçbir kralın önünde eğilmem.”
Aspen omuzlarını dikleştirdi. “Senin içindeki su, benim
içimdeki sudur. Bana kral olarak saygı göstermeyeceksen en
azından türünden biri olarak saygı göster.”
“Su,” diye tısladı Kelpie. “Sen gerçek bir Sonbaharsın.”
“Yine de kanımda su var.”
Yaratık boynunu kaldırarak Aspenin üzerinden bana baktı.
“Peki ya onun kanı?”
“Onun kanı tartışmaya açık değil. Seninle bir pazarlık yap­
tı, sen bu pazarlığı kabul ettin ve kaybettin. Pazarlığı kabul
etmiş olman onun suçu değil. Şimdi tartışmayı uzatmadan git­
memize izin vereceksin.”
Kelpie toynağını sertçe yere vurarak altındaki toprakta de­
rin bir yarık açtı ve dişlerini gösterdi. Aspen in duruşu savun­
macı bir hal aldı. Öne doğru eğilirken dudaklarından bir hırıltı
kaçmış, elleri birer yumruğa dönüşmüştü.
Kelpie toprağı bir kez daha eşeledikten sonra aniden dona­
kaldı. Kıvrımlı boynunun üzerindeki başı uzaktaki sisle arka­
sındaki Periduvarı’na doğru döndü. Bakışlarını takip ettiğimde
sisin içinde hareket eden figürler gördüm. Kelpie’ye bakmak
için döndüğümde çoktan gitmişti.
Cobalt’ın Aspen in Öfke nöbeti sırasında çok fazla insanın
canını almasını engellemek için muhafızlar göndereceğini söy­
lediğini hatırladım. “Gitmek zorundayız. Hemen.”
Aspen tepeden tırnağa titreyerek yeniden geyik formuna
dönüşürken tek kelime etmedi. Sırtına tırmanmam için eğil­
dikten sonra harekete geçtik. Göreceklerimden korktuğum

329
Tessonja Odette

için arkama bakmaya cesaret edemiyordum. Tek umudum As-


pen’in Cobalt’m gönderdiği muhafızları atlatacak kadar hızlı
olmasıydı. Aspenin Periduvarı’ndan uzaklaşmadığını, ona pa­
ralel şekilde koştuğunu fark ettiğimde dehşete kapıldım. Or­
manda hızla ilerlerken yoğun sis etkisini kaybetmedi.
“Nasıl zamanında orada olacağız?” diye sordum kollarımı
boynuna dolayıp ona doğru eğilirken. “Kelpie beni buraya na­
sıl bu kadar kısa sürede getirmeyi nasıl başardı? Sableton’dan
Bircharbor’a arabayla gitmek neredeyse tam bir gün sürdü.
Gece yarısına kadar oraya nasıl varabiliriz?”
“Başaracağız.” Sözleri yine uzaktan geliyor olsa da sesi bu
sefer daha tetikte, daha farkındalıkla doluydu. “Duvarın her
bölümü farklı bir eksene denk geliyor. Her eksen de farklı bir
saraya ait. Sableton’sa İlkbahar eksenine yakın.”
“Bu durumda bir eksen tam olarak ne anlama geliyor? Bir
sarayın topraklarının duvara değdiği yerden mi ibaret?”
“İnsanların anlaması için bunlara portal demek daha doğru
olur sanırım. Bu portallar duvar boyunca uzanır, onlar olma­
dan duvarın yakınında bulunmayacak saraylara hızlıca gidip
gelmemizi sağlar. Buraya ilk geldiğinde Foxglove arabada eksen
hattını es geçti ve seni Sonbahara geleneksel yollardan getirdi,
yani uzun yoldan.”
“Neden?”
“Sana alışma zamanı tanımak için,” dedi. “İlk gününde ek­
senler arası yolculuk yapmam istemedim. Şu anda öyle yapı­
yoruz, Sonbahar eksenine ulaşana kadar duvara paralel olarak
ilerleyeceğiz.”
Kelpie’nin yaptığı da bu olmalı,” dedim tutmayan mantığa
kafa yormamaya çalışıp yalnızca minnettar olmakla yetinerek.
Eğer bu tuhaf seyahat yöntemiyle tanışmasaydım Aspen Peri-
duvarı nı aşıp çoktan köyüme girmiş olacaktı.

330
Peri Kralının Kalbi

“Halkına zarar vereceğimi sanmıyorum,” dedi düşünceleri­


mi okuyabiliyor muş gibî. “Seni arıyordum. Hatırladığım tek
şey bu.”
Boynunu okşarken sessiz kalmayı tercih ettim. Ona engel
olmasaydım neler olabileceğini düşünmenin bir faydası yoktu,
yapmadığı şeylerden ötürü onu suçlamanın da öyle. Tüm bun­
ların sorumlusu Cobalt’tı. Öfkemi ona saklayacaktım.
Sessizliğe gömüldüğümüzde gözlerimin ağırlaşmaya başla­
dığını hissettim.
“Uyu,” dedi Aspen. “Sırtımdan düşmene izin vermem.”
Gözlerimi kapayarak kan ve dalga dolu kâbusların benî ele
geçirmesine izin verdim.
* * *

“İşte orada, sarayı görebiliyorum.”


Sarsılarak uyandığımda boynumu uzatıp etrafımıza baktım.
Çok geçmeden ben de sarayı görebildim. Siyah gökyüzüne
inat ayışığında altın renginde parlıyordu. Dışarıdan ona baka­
rak içeride tehlikeli bir darbenin yaşandığını asla anlamazdı­
nız. Sarayın ön basamaklarına ulaştığımızda Aspen üzerinden
inebilmem için kendini yere alçalttı ve iyi huylu formuna geri
döndü. Ağrıyan uzuvlarımı silkelerken yüzümü buruşturdum.
Aspen elimi tuttu ve içeriye koştuk. İçeri girerken muha­
fızlar hazırolda bekliyordu, yüzlerinde endişeli bir ifade vardı.
“Konsey oturumda mı?” diye bağırdı Aspen.
“Evet, Majesteleri,” diye yanıtladı aralarından biri kaşlarını
Çatarak.
“Seni taşımamı ister misin?” diye sordu alçak bir sesle.
Kollarında olmanın, başımı göğsüne yaslamanın ne kadar
güzel bir his olduğunu hatırladım. Tüm bunlar bu sabah mı

331
Tessonja Odette

yaşanmıştı? Bir yanım evet demek istiyordu. “Hayır,” dedim


iç çekerek. “Cobalt’Ja yüzleşirken kendi ayaklarımın üzerinde
durmak istiyorum.”
“Ben de kafasını koparmak istiyorum,” diye homurdandı.
Ses tonu ürpermeme neden oldu. Bu yüzleşmeden ne bekle­
mem gerektiğini bilmediğimi fark ettim. Periler böyle durum­
larla nasıl baş ederdi? Aspen in hizmetkârları zindana gönderip
idamlarını emrettiğini görmüştüm fakat bu kardeşi İçin yeterli
bir ceza olacak mıydı? Bunun ancak kanla son bulacağına ina­
nıyordum.
“Toplantı nerede?” diye sordum sarayın üst kısımlarına çı­
karken.
“Balkonda,” diye cevap verdi.
Balkona çıkan merdivene ulaşana kadar basamakları tır­
manmaya devam ettik. Bir adım daha atmadan önce durduk.
Merdivenin ortasında oturan iki kişi, kafa kafaya vermiş fısıl­
danarak bir şeyler konuşuyorlardı.
“Majesteleri!” diye haykırdı Foxglove bizi gördüğü an. Lo-
relei’la birlikte hızlıca merdivenlerden aşağıya koşturdular.
Bakışlarını Aspenin Öfke dolu yüzünden benim morarmış
ellerimle paramparça olmuş giysilerime çevirirken yüzlerinde
dehşet dolu bir ifade yerleşti.
“Sorumu bağışlayın, Majesteleri,” dedi Lorelei, “ama çürü­
yen meşe ve sarmaşık aşkına, bu morluklar da neyin nesi?”
Aspen sorusunu duymazdan geldi. “Cobalt konseyde mi?”
“Evet,” dedi Foxglove. "Toplantı için gelmeyeceğinizden
çok emin görünüyordu.”
“Ve sen!” dedi Lorelei gözlerini bana doğru kısarak. “Sen
kaçtın.”
Başımı iki yana salladım. “Uzun hikâye.”

332
Peri Kralının Kalbi

“Şu anda buna ayıracak vaktimiz yok diye homurdandı


Aspen, onları geçip basamakları ikişer ikişer çıkmaya başlamış­
tı bile. Foxglove ve Lorelei’la birlikte ağır adımlarla Aspen’i ta­
kip ettim.
“Banyo yapmalısın,” diye tısladı Lorelei kulağıma. Bana
kızgın olduğu belliydi. Beni -Amelieyi- puca ya binerken gö­
ren birkaç kişiden biri olduğu için hislerini anlayabiliyordum.
"Banyodan fazlasına ihtiyacım var,” dedim.
İleride konuşma sesleri duydum, ardından Aspen’in balko­
na çıkan merdivenleri tırmanırken çıkardığı kükreme geldi.
Hızlanarak arkasından içeri girdim.
Balkonun en uzak ucunda, Cobalt’ın onun tahtına oturdu­
ğu yere gözlerini dikerken Aspen in göğsü hızla inip kalkıyor­
du ama sağındaki taht boştu. Melusine de dahil olmak üzere
on peri etrafında yarım daire oluşturmuştu. Hiçbiri eşleşme
törenindeki elçiler değildi, bu da saray hükümdarları olduğu­
nu gösteriyordu. Görünüşleri elçilerden daha eşsiz ve çok çe­
şitliydi; bazıları elbise giyerken diğerleri takım elbise giymişti.
Birkaçı hiçbir şey giymemişti, formları insandan çok hayvana
benziyordu. Konseydeki periler arkalarına dönerken bizi gören
Melusine’nin gözleri yuvalarından çıkacak gibi oldu. Kar be­
yazı kürkü ve kırmızı gözleriyle bir kurt hırlarken soluk mavi
teni ve dalgalı saçları olan bir dişi peri tıslıyordu, sesi ağaçların
arasından süzülen esintiyi andırıyordu. Cobalt’ın ifadesi nötr
kalmaya devam etti.
“Ne iyi ettin de döndün, abi,” dedi. “Geciktin.
Aspen in gözleri öfke saçıyordu. “Sen de tahtımda oturu­
yorsun.”
Cobalt ona özür diler gibi bir gülümsemeyle karşılık verdi.
“Bu artık senin tahtın değil. Konsey beni yeni kral olarak kabul

333
Tessonja Odette

etti, 'yönetmek için uygun olmadığını defalarca kanıtladın ve


tacını kaybettin.”
“Tam olarak hangi sebeple?”
“Ne kadar vaktin var?” diye sordu Cobalt bir kahkahayla.
“Öncelikle, buraya gelmeden önce nerde olduğunu açıklamaya
ne dersin?”
“Sana bir açıklama borcum yok.”
“Bana değil ama onlara var,” dedi Çobalt konseyi işaret ede­
rek. Kıvrık boynuzları, kahverengi derisi ve sarı toynakları olan
iri, şişman bir peri başını sallayarak onayladı. “Burada olman
ve görevini yapman gerekiyordu. Ama sen... sahi tam olarak
neredeydin?”
“Evet, Kral Aspen,” dedi Melusine, sesi melodik bir tatlı­
lıkla doluydu. “Ben de görevlerini hangi sebeple ihmal ettiğini
öğrenmek adına bir açıklama bekliyorum.”
Aspen in çenesi hareket etse de. ağzından tek kelime çıkma­
dı. Gerçeği söylemekten başka şansı yokken onları tatmin et­
mek için ne diyebilirdi ki? Eğer zekice bir kandırmacanın vakti
geldiyse o tam da şu andı. “Yanlış yönlendirildim,” dedi en
sonunda. “Eylemlerim şeyin sonucuydu...”
“Dengesizliğinin ve değişken öfkenin sonucuydu,” dedi
Cobalt. “Birkaç tanık insan eşinin halkına dönmek için saray­
dan kaçtığı haberine verdiğin tepkiyi gördü. Durumu bir krala
yakışır şekilde ele almak yerine intikam duygusuyla eşinin kö­
yünü yok etmek üzere bir geyiğe dönüştün.”
Üzerine oturan bir takım elbise giymiş, çift cinsiyetli görünen
bir peri alçak sesle kıkırdadı. “Lezzetli.” Sesi pürüzsüz ve kadın­
sıydı. Teni soluktu, ensesinde biten düz sarı saçları vardı. Gü­
lümsediğinde uzun dişlerini gördüm. Bu türden bir periyi daha
önce hiç görmemiş olsam da adlarını duymuştum. Vampirler.

334
Peri Kralının Kalbi

“Köyünü yerle bir etmedim, duvarı da geçmedim,” dedi


Aspen-
Cobalt omuz silkti. "Yine de gittiğin yer belli. Muhafızla­
rım seni duvarın yalanında gördüklerini rapor etti. Eğer Bayan
Fairfield olmasaydı çoktan insan kanı akıtmış olacaktın.”
Aspen’in büyüyen öfkesini kendiminkİ gibi hissedebiliyor­
dum. Damarlarımdaki Öfke o kadar sıcaktı ki İçimde tutamı­
yordum. “Oraya senin yüzünden gitti. Beni esir aldın. Ablamı
büyüyle bana benzeterek kaçmasını söyledin ve Aspen’in onu
terk ettiğimi sanmasını sağladın. Beni bir kafese kilitleyerek
boğulmaya terk ettin.”
Prens gözlerini devirdi. “Belli ki insanın kaçmak konusun­
da şüpheleri varmış. Yalanlarına itibar etmeyin.”
“Yalan söyleyen biri varsa o da sensin.” Sözlerim konseyin
kahkahalara boğulmasına neden oldu. “Bu doğru. O yalan
söyleyebiliyor. Holstrom kızları geldiğinden beri yalan söyle­
yebiliyor çünkü sahte bir koruma sözüyle kızları kandırarak
onlardan bu yeteneği aldı. Aspen’e düzenlenen saldırıların so­
rumlusu o.” Karşılığında duyduğum kahkahalar yanaklarıma
ateş basmasına neden oldu.
“İnsanların fantastik hikâyeler uydurmaktan hoşlandığını
biliyoruz,” dedi Cobalt. “Konunun dışına çıkmayalım. Aspen
kritik bir zamanda sarayı terk etti. On Bir Saray Konseyi’ne
mensup bir kral olarak görevlerini yerine getiremedi. Sadece
bununla da kalmadı, aynı zamanda Seçilmişiyle Bağlanma ri-
tüelini gerçekleştirmeyi ihmal ederek anlaşmayı güvence altına
da alamadı.”
“Ritüeli gerçekleştirdik,” dedi Aspen. “Bunu biliyorsun.
Bunu buradaki herkes hissedebiliyor.”
Cobalt umursamaz görünüyordu. “Saat gece yarısını geçti,
abi.”

335
Tessonja Odette

"Ritüeli gece yarısından önce gerçekleştirdik.”


“O zaman bunu kanıtlamak için burada olmalıydınız. Her
neyse, konuya geri dönelim. Bu geceki pervasız eylemlerinden
Önce Seçilmişlerden birini kaybetmeyi başardın. Amelie Birc-
harbor’da kayboldu, tanıklar senden kaçtığını söylüyor.”
“O seninle!” diye bağırdım.
Hiçbir şey söylememişim gibi lafına devam etti. “Ondan
önce de Seçilmişleri yargılamadan idam ettin. Sözde suçları­
nın tek kanıtı sadece senin sözlerindi. Ondan da önce, sorun
çıkarmak dışında başka bir sebep olmaksızın siyasi duruşunu
değiştirip durdun.”
Bazı periler başlarını sallayarak onaylıyor, Aspen’e düşman­
lıkla bakarken gözleri kötülükle parlıyordu. Pullarla kaplı tu­
runcu bir derisi olan bir peri çatallı dilini Aspene doğru savur­
duktan sonra dişlerini birbirine çarptırdı.
“Kral olarak görevlerini yeterince umursamıyorsun,” diye
devam etti Cobalt. “Dengesiz ve güvenilmezsin. Hem insanlar
hem de periler için tehlikelisin.”
Aspen titremeye başlamış, elleri yumruklara dönüşmüştü.
“Tahtımdan in.”
Öte yandan ben senin yapamadığın her şeyi yaptım. Üste­
lik siyasi duruşumda istikrarlıyım. Motivasyonlarım değişken
değil. Sen daha Evelyn i eşin yapmadan önce ben anlaşmanın
ikinci adımın güvence altına aldım.”
Melusine, Cobalt a şaşkınlıkla baktı.
Gelip konseyi selamla, Amelie.” Cobalt eliyle işaret ettiğin­
de arkamızdaki merdivende bir figür belirdi.
Amelie saçlarının kızılını ön plana çıkaran bakır ve kırmı­
zı renklerden oluşan gözahcı bir elbise giymişti. Fok derisini
hâlâ bir pelerin gibi omuzlarında taşıyordu ama yüzünde son

336
Peri Kralının Kalbi

gördüğümde akan gözyaşları yoktu. Yanımızdan geçip balko­


nun diğeı tarafına doğru yürürken ifadesi oldukça soğukkanlı,
duruşu kusursuz ve dingindi. “Selamlar,” dedi Cobalt’ın yanın­
daki boş tahta oturmadan önce.
Vücudum buz kesti. Onu burada göreceğimi unutmuştum.
Onu bir kraliçe gibi giyinip kuşanmış halde, gülücükler saçan
tatlı bir zarafetle görmek midemin ağzıma gelmesine neden
oldu. Davranışlarının ne kadarı Cobalt’ın üzerindeki büyüsün­
den kaynaklanıyordu? Bunların herhangi birine katlanacağına
inanmayı reddediyordum, kan ve morluklar içindeki kız kar­
deşine bakarak huzurla gülümseyebileceğine inanmayı redde­
diyordum. Aşk için nelerden vazgeçmişti?
“Gördüğünüz gibi,” dedi Cobalt, “Amelie abimden kaçtı
çünkü öfkesinden korktu ama ben onu buldum. Onu koruma
altına aldım. Onu abimin öfkesinden sakladım. Haftalar önce
eşim oldu ve Bağlanma ritüelini gerçekleştirdik.”
“Cobalt,” diye mırıldandı Melusine, melodisinde tehlikeli
bir tını vardı. “Bana sana gerçek adını verdiğini söylemiştin ama
karşılığında senin de ona adını verdiğinden haberim yoktu.”
Gözlerinde en ufak bir pişmanlık olmayan Cobalt annesi­
nin gözlerine baktı. “Ah, artık haberin var.
Dişlerini sıkarak oğluna doğru eğildi. “Ama anlaşmayı kur­
tardın.”
Cobalt annesine gülümsedi. “Sen de kral olmama yardımcı
oldun.”
Kuyruğu öfkeyle savrulurken Melusine’nin mavi gözlerine
tehlikeli bir karanlık yerleşti ama Cobalt annesinin öfkesine
aldırış etmedi.
“Sen kral değilsin,” dedi Aspen. Bakışları sırayla konsey
üyesi perilerin üzerinde gezinirken her birini gözlerindeki

337
Tessonja Odette

öfkeyle yakıyordu. “O benim vârisim değil. Ona tahtımı vere­


mezsiniz.”
“Eğer kral bir vâris göstermeden rahatsızlanırsa bu müm­
kün,” diye karşılık verdi Cobalt. “Kardeşin olarak senin yerine
geçebilirim.”
“Sende Sonbahar kanı yok,”
“Burası yine de benim evim. Bütün hayatımı burada geçir­
dim. Ve en önemli anda senin yapamadığını yaptım.
Aspen tepeden tırnağa titriyordu ve sanırım bundan sonra
olacakları tahmin edebiliyordum. “Seni paramparça etmeden
önce tahtımdan kalkmak için beş saniyen var.”
“Bir adım daha atarsan vatana ihanet etmiş olursun,” dedi
Cobalt. “Konsey kararını çoktan verdi. Sonbahar Kralı benim.”
Aspen in bedeni büyük bir kükremenin ardından kürk ve
toynak yığını halinde parçalanmaya başladı. Devasa geyik ona
doğru atılırken Cobalt’m yüzünden ani bir şaşkınlık geçti.
Konsey üyesi periler yerlerinden sıçrayarak kavgadan kaçtı.
Bazı periler olan biteni dehşetle izlerken diğerlerinin —kurt ve
vampir gibi- yüzünde bu manzara karşısında büyük bir keyif
vardı. Cobalt kendini yere attığında Aspen’in toynakları tahtın
koluna çarparak parçaladı.
Aspen tekrar saldırdığında Cobalt ayağa kalktı. Aspenin
darbesi Cobalt’ı geriye doğru savurarak balkon parmaklıkları­
na çarpmasına neden oldu. Cobalt titredi, o prens tavırları kay­
bolmuştu. Kötü huylu formu onu göz açıp kapayıncaya kadar
ele geçirdi. Parmaklıkları tehlikeli bir şekilde sivrildi, aralarında
tırtıklı bıçaldara benzeyen ağlar oluştu. Aspen tekrar atılırken o
yerinde duruyordu, dudakları dişlerini ortaya çıkaracak şekilde
geriye doğru sıyrılmıştı.
Aspen duraksamadan büyük bir hızla koştu.

338
Peri Kralının Kalbi

İkisi pullar, dişler ve boynuzlardan oluşan bir karmaşa ha­


linde birbirine girdi.
“Muhafızlar!” Cobalt’ın bağırışı balkonda yankılandı. Mu­
hafızların nerede olduğunu merak ederek döndüğümde bronz
zırhlı perileri göremedim. Şimdi düşününce, geldiğimizden
beri sarayın önünde nöbet tutanlar dışında başka bir muhafızla
karşılaşmamıştım. İki kraliyet mensubuna dönüp baktığımda
nefesim boğazıma takıldı.
Parmaklıklara deniz suyu damlatan sürüngen bedenler tır­
manıyordu. Çoğu ince fizikleri, perdeli parmakları ve solun­
gaçlarıyla Cobalt’a benziyordu. Üzerlerinde pembe mercandan
yapılmış zırhlar vardı, silahları Amelie’nin bana saldırdığında
kullandığına benziyordu. Birkaç tanesi Aspen in üzerine atladı,
sonra birkaç tanesi daha.
Arkamda ayak sesleri duyduğumda ümitlendim. Aspenin
korumaları -düzİnelercesi- merdiven boşluğundan ileri atıldı,
Foxglove’la Lorelei da arkalarındaydı. Foxglove yanıma ulaştı­
ğında, “Onları zindanda bulduk,” diye mırıldandı.
Aspen in muhafızları deniz perilerine saldırıyordu ama Co­
balt’ın muhafızlarından daha fazlası parmaklıkların üzerinden
atlayarak atağa geçiyor, dişlerini göstererek mercan kılıçlarıyla
muhafızların zırhlarını parçalıyordu.
Aspen saldırganlarla mücadele etmeye devam ediyor, onları
üzerinden atmaya çalışıyordu ama bu, Cobalt’ın abisinin ula­
şamayacağı bir yere fırlayacağı bir açıklık yaratmaktan başka
bir işe yaramadı. Deniz perileri Aspenin kulaklarını çekiştiri­
yor, boynuzlarına zarar veriyor, toynaklarının altındaki zemini
kayganlaştırarak ayakta durmasını zorlaştırıyordu.
En sonunda Aspen direhmeyi bıraktı. Deniz perileri onu
yere serene kadar aşağıya çekti.

339
Tessonja Odette

Cobalt’ın muhafızları kollarını arkasına bükerken Aspen in


iyi huylu formuna geri dönüşünü ve göğsünün ağır ağır inip
kalkışını izlerken dehşede olduğum yerde donup kalmıştım.
Gözlerini kardeşinden ayırmıyordu, yüzünde Öfke akıyordu.
"Cobalt,” dedi Aspen sıktığı dişlerinin arasından, “taht üze­
rindeki hak iddiana meydan okuyorum.”

340
Bölüm 39

B
alkonda bir sessizlik oluştu.
Cobalt’ın dudakları sinsi bir sırıtışla kıvrıldı. “Bu­
nun akıllıca olduğundan emin misin, abi?”
“Taht senin değil,” diye homurdandı Aspen.
“Bu senin fikrin ve eğer bana meydan okumak istiyorsan bu
seçimi yapan sen olmayacaksın.”
“Meydan okuyorum,”, dedi Aspen. “Kabul ediyor musun?”
Cobalt titreyerek iyi huylu formuna geri döndü. “Ediyorum.”
Foxglove’un keskin nefes alışışını duydum. “Bu hiç iyi de­
ğil,” diye mırıldandı.
“Neler oluyor?”
Bir elini diğeriyle sıktı. “Konsey Cobalt’ı kral olarak çok­
tan kabul ettiyse taht için meydan okuma Kral Aspenin son
umudu. Ama bunun bir felaketle sonuçlanacağını şimdiden
görebiliyorum.”
Deniz perileri Aspeni serbest bırakıp ayağa kalkmasına izin
verse de etrafında sıkı bir çember oluşturdular. Konseyde bir
konuşma patlak verdi.
“Taht için meydan okuma tam olarak ne anlama geliyor?”
diye sordum Foxglove’a fısıldayarak.
“Üç seçenekleri olacak,” diye açıkladı. “Ya bir güç savaşı ya
gerçeklere dayalı bir tartışma ya da bir kader karan.”

341
Tessonja Odette

Bakışlarımı Aspenden Cobalt’a çevirdiğimde içimde bir


umut yeşerdi. “Güç savaşını Aspen kazanacak.”
Başıyla onaylasa da ifadesi kasvetliydi. “Hiç şüphesiz. Ama
meydan okunan taraf olarak seçme hakkı Cobalt’ın. Kendi ye­
rine savaşacak bir savaşçı belirlese dahi bir güç savaşını seçme-

“Bunu yapabilir mİ?”


“Evet. Her İlcisi de onlar yerine savaşması için bir başkasını
atayabilir. Kazanan onu seçen kişi adına galibiyeti garantileye­
bilir.”
Cobalt balkonun diğer tarafına doğru yürüyerek parmak­
lıklara yaslandı. Dudaklarına yerleşen memnun bir gülümse­
meyle Aspen İ izliyordu.
Kanım dondu. “Neden kendinden bu kadar emin görünü-
yor?
“Çünkü kazanabileceğinden emin olduğu seçeneği tercih
edecek,” diye cevap verdi Foxglove. “Gerçeklere dayalı tartış­
ma. Gerekçelerinin adil olduğuna açıkça inanıyor ve konseyin
desteğini kazanmış durumda. Aynısını bir kez daha yapabile­
ceğine dair en ufak bir şüphe yok.”
“Meydan okumanın galibini konsey mi belirleyecek?”
Başıyla onayladı.
“Bu durumda Aspen kendini savunmak zorunda kalacak.
Onlara gerçeği söyleyecek.” Dudaklarımdan dökülen kelimeler
zayıftı, daha ağzımdan çıkmadan ne kadar aptalca olduklarım
biliyordum. Aspen’in gururunu bir kenara bırakıp bana gerçeği
söylemesi onu yeterince zorlamıştı. Ona karşı duran bir kon­
seyin karşısında ne yapacaktı? Yalan söyleyebilen bir kardeşten
bahsetmiyordum bile. Yüzümdeki kanın çekildiğini hissedi­
yordum. “Olamaz. Bu hiç iyi değil ”

342
Peri Kralı'nin Kalbi

“İşte şimdi anladın.”


Cobalt ona sırıtarak karşılık verirken Aspen gözleriyle kar­
deşine dik dik bakmaya devam ediyordu. “Bir arabulucu seç­
meliyiz*” dedi Aspen sonunda.
“Kraliçe Melusine,” diye önerdi Cobalt.
Aspen soğuk bir kahkahayla karşılık verdi. “Hiç sanmıyo­
rum* kardeşim, ikimiz de iyi huylu olduğumuz için arabulucu­
nun kötü huylu olması gerektiğine katılıyorum ancak annemiz
tarafsız değil.”
Cobalt’ın ifadesi bir anlığına bocaladı. “Kraliçe Nyxia.”
Siyah takım elbiseli vampir ince beyaz parmaklarını dudakla­
rına götürerek fazlasıyla sahte bir şaşkınlıkla Öne çıktı. “Ben mi?
Onur duyarım. Tabii İd mürekkeple kâğıda ihtiyacım olacak.”
Aspen muhafızlarından birine baktı. “Git.” Muhafız bal­
kondan ayrılırken konsey perileri yerlerine geri döndü.
Vampirin balkonun ortasına doğru ilerleyip İki tahtın önün­
de duruşunu izlerken ürpermeme engel olamadım. Foxglove’a
eğilerek, “Endişelenmek miyim?” diye sordum.
Cevap vermeden Önce birkaç saniye düşündü. “Ay Sarayı
Kraliçesinin tarafsız davranacağını düşünüyorum. Kardeşler­
den ikisini de sevdiği söylenemez.”
“Yine de Cobalt ın Asperiin tahtını almasını kabul etmiş
olmalı.”
Foxglove yüzünü buruşturarak gözlüğünü düzeltti. Öyle.
Muhafız birkaç dakika sonra mürekkep, bir tüy kalem ve
‘ki parça parşömenle geri döndü. Konsey üyelerinin koltuk­
larının arasından geçerek malzemeleri Nyxİa'ya verdi. Vampir
ik on d a Cobalt’la Amelie’nin durduğu tarafa doğru yöneldi.
Cobalt’m alnındaki kesiği silen ablam endişeli bir şekilde kaş­
arını çatmış, dudaklarını büzmüştü.

343
Tessonja Odette

“Ne kadar yüzsüz,” dedi Lorelei öfkeyle Foxglove’la yanı­


mıza gelerek. Ablamı izlerken gözlerinde acıyla öfke birbirine
karışmıştı.
“Gel,” dedim kendi acımı görmezden yutkunarak. “As­
pen’in yanma gidelim. Balkonda onun olduğu tarafa doğru
ilerlerken attığım her adımı izleyen konsey üyelerinin bakış­
larını görmezden gelmeye çalışıyordum. Muhafızlar ben yak­
laştıkça alay edip tıslasa da beni Aspen’in yanına gitmekten
alıkoymadılar. Aspen’le göz göze geldiğimizde ifadesi yumu­
şadı. Elini tutmak istesem de deniz perilerinin keskin bakışları
tereddüt etmeme neden oldu.
Konsey fısıltılara gömüldüğünde dönüp Cobalt’ın
Nyxia’nın elindeki kâğıtlardan birini alarak mürekkep ve tüy
kalemle bir şeyler yazdığını gördüm. Cobalt yazmayı bitirdi­
ğinde Kraliçe mürekkebin kuruması için parşömeni ileri geri
salladı, sonra düzgün bir kare şeklinde katladı. Vampir en so­
nunda topuklarının üzerinde dönerek bize doğru yöneldi.
“Savaş mürekkeple yazıldı,” diye fısıldadı Nyxia, elinde Co-
balt’ın parşömeni vardı. Ardından Aspen’e boş bir kâğıt uzattı.
“Eğer istiyorsan yerine geçecek şampiyonun adını yaz ve is­
minle imzala.”
İyi düşün, abi, diye seslendi Cobalt alaycı bir ses tonuyla
balkonun diğer tarafından. Kendi savaşını verecek kadar güç­
lü müsün? Yoksa bir şampiyona mı ihtiyacın var?”
Aspen homurdanarak balkon parmaklıklarına doğru yü-
lüdü. Parşömeni parmaklığın üzerine yaydıktan sonra elini
mürekkep ve tüy kalemi vermesi için Nyxia’ya doğru uzattı.
Aspen den Cobalt a, sonra bir kez daha Aspen’e baktım. Cobalt
kendinden çok emin görünüyordu. Aklında kazanacağına dair
en ufak bir şüphe olmadığı kesindi. Aspen in asla bir şampiyon

344
Peri Kralının Kalbi

jsıni vermeyeceğin‘ biliyordu. Gerçeklere dayalı bir tartışmada


konseyi arkasına alabileceğinden emindi.
Deniz perileri muhafızların tıslamalarına aldırmadan kale-
nli kâğıda henüz değdirmemiş olan Aspenin yanma koştum.
“Beni seç,” dedim. “Beni şampiyonun olarak seç.”
Duraksayarak gözlerime baktı. Yüz İfadesi endişeden karar­
lılığa dönüştü. “Hayır. Seni bu işe bulaştırmayacağım. Bu kar­
deşimle benim aramda.”
“Onun tartışmayı seçeceğini sen de biliyorsun.” Sesim öfke­
li bir fısıltıydı. “Konsey onun sözünü çoktan kabul etti. Fikir­
lerini değiştirebilecek ne söyleyebilirsin ki?”
“Fikirlerini değiştirmeme gerek yok,” diye mırıldandı. “Eğer
söyleyeceklerimi duyduktan sonra mantıklı davranmazlarsa o
zaman konsey de bütün Faenvyvae’le birlikte lanetlenebilir.”
Yumruklarımı sıktım. “Sana yardım edebilirim. Kelimeler­
le aramın iyi olduğunu sen de biliyorsun. Beni şampiyonun
olarak açıkla ve Cobalt’m yüzündeki iğrenç sırıtışı nasıl sildi­
ğimizi izle.”
Elini çeneme uzatıp başparmağıyla çenemi okşadı. “Olmaz,
Evie. Bu benim sorunum. Bırak da tek başıma halledeyim.”
“Ama artık yalnız değilsin. Ben varım. Ve bunu yapabili­
rim.”
Öne doğru eğilerek dudaklarını dudaklarıma değdirdi. “Ol­
maz.”
Gerildim, dudaklarım onunkilere karşılık vermedi. Ona
ters ters bakarken öfkeden yanaklarımın kızardı. Beni öpüp
öylece olmaz diyemezdi. Bu seçimi, konu sadece onu ilgilen-
diriyormuş gibi tek başına yapamazdı. Sadece kendi tahtını
kaybetmeyecekti. O taht artık benim de tahtımdı ve işler kötü
giderse ikimiz de acı çekecektik.

345
Tessonja Odette

Cobalt kazanırsa Aspen ölecekti.


Onu kaybedemezdim. Bu kadar şeyin üstesinden geldikten
sonra olmazdı. Sonunda aramızda daha fazlası filizlenirken ol­
mazdı.
“Aspen.” Adı dudaklarımdan soğuk ve güçlü bir sesle dökül­
dü. Kralla aramızdaki hava şimşek yüklüymüş gibi çatırdıyor,
enerji etrafımızda uğulduyordu. Bu beni ürküttü ve isimleri­
mizi birbirimize verdiğimizde nasıl hissettiğimi anımsattı. Gö­
zümün önüne yine bir köprü geldi, biz köprünün birleştirdiği
iki uçurumduk. Altımda yüzlerce sivri uçlu kayalıkların oldu­
ğunu bile bile o köprüden geçiyordum. Bunu yapmayı nereden
bildiğimi bilmiyordum ama yine de, “Gerçek adının gücüyle,
beni savaşçın ilan etmeni emrediyorum,” dedim.
Gözleri irileşti, birbirimize sanki sonsuzluk gibi gelen süre
boyunca bakmaya devam ettik. Sonra gözlerini kırpıştırdı. Ne
yaptığımı anladığı an, adının gücünün ona karşı kullanıldığını
fark ettiği an açık seçik ortadaydı. Yüzünden bir acı geçti, gözle­
rinde korkuya benzer bir şey dans ediyordu. Yüzünde beliren ifa­
de saniyeler içinde kaybolarak öfke maskesinin arkasına gizlendi.
“Yeminin değeri bu muydu?” dedi dişlerini sıkarak. “Adımı bana
kullanmayacağına dair verdiğin söz bu kadar mıydı?”
“Buna mecburdum, dedim öfkeli bakışları karşısında be­
denimi ele geçiren titremeleri gizlemeye çalışarak. Ciğerleri­
min yeterli oksijenle dolmadığını hissediyordum. Bunu ikimiz
için yapıyorum. Lütfen beni anla.
O zaman bana başka seçenek bırakmıyorsun,” dedi hır­
layarak ve parşömene dönerek üzerine adımı karaladı. Kale­
mi parşömene o kadar sert bir şekilde bastırdı ki kâğıt yer yer
delindi. Altına kendi adını yazıp imzaladı. Parşömeni ince par­
maklarıyla katladıktan sonra Nyxia’ya uzatırken bir kez olsun

346
Peri Kralının Kalbi

yüzüme bakmadı.
Ağır ve zarif adımlarla balkonun ortasına doğru yürüyen
vampir bakışlarını konseye çevirdi. Sırayla parşömenleri açtı ve
konseyin görmesi için havaya kaldırarak her birini sesli okudu.
“Kral Aspen Evelyn Fairfield’ı savaşçısı olarak seçti. Cobaltsa
kendisini temsil ederek kader kararını belirledi.”
Birkaç kez gözlerimi kırpıştırdıktan sonra bakışlarımı vam­
pire çevirdim. Kader kararı mı? Gerçeklere dayalı tartışma
değil mi?”
“Dediğini duydun,” dedi Cobalt çenesini kaldırarak. “Gör­
düğün gibi mürekkeple yazılmış.”
Foxglove’a döndüm. “Demir aşkına, kader kararı da ne de­
mek oluyor?”
Ellerini sıkmaya devam eden Foxglove’un yüzü solgun gö­
rünüyordu. “Bunu seçeceğini hiç düşünmemiştim.”
“Ne. Olduğunu. Söyle.”
Foxglove,un yüzüne Özür diler bir ifade yerleşti. “Bu bir
büyü meselesi.”
“Hadi, Evelyn,” dedi Cobalt. “On İkinci Saray a gitme vakti.”

347

I
Bölüm 40

n İkinci Saray,” diye tekrarladığımda kimse


beni duymamış gibiydi. Cobalt, Aspen in tah­
tına gidip otururken paramparça olmuş kolu
görmezden geliyordu. Konsey üyeleri heyecanlı bir şekilde fı-
sıldaşıyordu.
Aspen’e dönsem de yüzüme bakmıyordu. “Aspen ben...”
“Tahtım için savaşma vakti,” dedi homurdanarak.
Ses tonundaki soğukluk boğazımın düğümlenmesine ne­
den oldu. Foxglove a döndüm. “Neler oluyor? On İkinci Saray
da ne?”
"Sana söyledim,” dedi. “Bu bir büyü meselesi. On İkinci Sa­
ray gerçek bir saray değil, tüm sarayları birbirine bağlayan bir
büyü diyarı. Oraya gitmek nadir gerçekleşen bir olaydır, oldukça
kutsal ve tehlikeli bir gezidir. Cobalt böyle radikal bir eyleme
başvurmak için kişisel davasına fazlasıyla güveniyor olmalı.”
“Merak etme,” dedi Lorelei. “Kazanabilirsin.” Ancak yüzü­
ne yansıyan şüphe gerçek düşüncesini ele veriyordu.
“Nasıl?” Bakışlarımı ondan Foxglove’a çevirdim. "Ben bü­
yüye inanmıyorum bile.”
İki peri birbirine aptalca bir şey söylemişim gibi bakıyordu.
Bazı şeylerin gerçek olması İçin inanmak zorunda değilsin,’
dedi Foxglove. Senin kutsaman olsa da olmasa da var olabilir,
bunu biliyorsun.”

348
Peri Kralı’nın Kalbi

“Belki öyledir. Ama inanmadığım bir şeyi kullanarak bir sa­


vaşı nasıl kazanabilirim?”
Lorelei omuz silkti. “Her gün nasıl nefes alıyorsun? Yorul­
duğunda nasıl uykuya dalıyorsun? Ellerinle nasıl ameliyat ya­
pıyorsun?”
Onunla tartışmak, saydığı ilk iki şeyin otonom sinir sistemi
tarafından kontrol ediğini, ikincisininse ancak yıllar süren bir
eğitimin sonucu olduğunu söylemek istiyordum. Ama dilimi
tuttum, Aspen İn yarasıyla ilgilenirken zamanın ne kadar ya­
vaş aktığını hatırlıyordum. Ellerimin tam olarak nasıl hareket
etmesi gerektiğini, neyi hissetmesi gerektiğini nasıl bildiğini.
Ürpertici ve içgüdüsel bir şeydi. Hâlâ anlamadığım bir şey.
“Bekliyoruz,” diye seslendi Cobalt.
Tüm gözlerin üzerimde olduğunu gördüğümde betim ben­
zim attı.
Foxglove beni nazikçe tahdara doğru itti. “Hadi. Yapabilirsin.”
Keşke tam olarak neyi yapmam gerektiğini bilseydim. Titrek
adımlarla boş tahta doğru ilerledim ve oturdum. Foxglove’la
Lorelei yanımda duruyordu ve varlıkları beni rahatlatıyordu.
Seyircilerin bakışlarını üzerimdeydi, detaylı incelemeleri
beni huzursuz etti. Nyxia elleri belinde, meraklı bir ifadeyle
beni İzliyordu. Onun arkasında dalgalı saçlı mavi bir peri rüz­
gârı andıran bir tıslama koyuverirken beyaz kurt dilini dişle­
rinin arasından dışarı sarkıtıyordu. Boynuzlarıyla toynakları
olan peri kaşlarını çatarken turuncu pullu peri çatallı dilini
birkaç kez bana doğru çıkardı. Melusine benden tarafa bakma­
yı tamamen reddediyordu.
Bakışlarımı Cobalt’ın bulunduğu noktaya çevirdiğimde
Amelie’nin her zamanki sakinliğiyle parmaklıkların önünde
durduğunu gördüm. Gözlerime baktığında bile yüz ifadesi

349
Tessonja Odette

değişmedi. Daha sonra bakışlarım hala Cobalt in muhafızia-


nyla çevrili olan Aspen e kaydı. Gözleri benimkilere kilitlendi.
Yüz ifadesinden çok daha fazla anlam çıkarmamaya çalışıyor­
dum, bulacağımdan hoşlanıp hoşlanmayacağımdan emin de­
ğildim.
Balkona bir sessizlik çöktü. FoxgIove’a eğildim. “Şimdi ne
olacak?”
O da bana doğru eğildi. “Cobalt’Ia birlikte On İkinci Sa­
ray’a gidip Her Şeyin Her Şeyi’ne dilekçe vereceksiniz.
Kaşlarımı çattım. “Her Şeyin Her Şeyi mi? Bu bir tanrı fa­
lan mı? Bir ilah mı?”
“Her Şeyin Her Şeyi, var olan ve olmayan her şeyin doruk
noktasıdır.”
“Ama tam olarak ne? Ve On İkinci Saray’a nasıl gideceğim?
Sanırım balkonda bir kapı bulmayacağım.”
Foxglove başını iki yana salladı. “On İkinci Saray kendi
ekseninde, diğer saraylardan ayrı ama aynı zamanda hepsinin
içinde. Oraya her yerden ulaşabilirsin.”
“Peki ama nasıl?”
“Bu kadar gevezelik yeter,” dedi Cobalt. “Gitme vakti.”
“Ama ben nasıl bilmiyorum...”
“Eğer çözemediysen Her Şeyin Her Şeyi’ne dilekçe vermeyi
de hak etmiyorsun demektir.” Bununla birlikte önüne dönerek
gözlerini kapadı.
Nabzım hızlanmıştı, alnımda boncuk boncuk terler oluşur­
ken zihnim fır dönüyordu. Bunu yapamazdım. Aspen’i beni
şampiyonu olarak seçmeye zorlamamalıydım. Görünmez bir
mahkemeye nasıl ulaşacağımı ve büyülü bir ilaha nasıl dilekçe
vereceğimi bilmiyordum. Ne yaptığımı ve kendimi bu durum­
dan nasıl kurtarabileceğime dair en ufak bir fikrim yoktu. Her
şeyi berbat etmiştim. Hem de fazlasıyla.

350
Peri Kralı nin Kalbi

Omzumu bir elin sıktığını hissettim; bu, Lorelei’dı. Sözleri­


ni hatırladım. H er gün nasıl nefes alıyorsun? Yorulduğunda nasıl
uykuy# dalıyorsun? Ellerinle nasıl am eliyat ediyorsun,?
Derin bir nefes alıp gözlerimi kapadım ve korkularımı, piş­
manlıkla11111 bastırmaya çalıştım. Burun deliklerimden aldı­
ğım nefesime, damarlarımda akan kanın k u l a k l a r ım da uğul­
damasına, kalbimin göğsümü dövüşüne odaklandım. Cerrah
sakinliğime ve kriz anında soğukkanlı kalmayı başaran ellerime
odaklandım. Ateşli tutkumu, kalbimi Aspene açmayı ve yeni
yönlerimi keşfetmeyi seçen tarafıma odaklandım. Henüz orta­
ya çıkarmadığım kendime dair gizemleri, Aspenin ameliyatını
gerçekleştirirkenki içgüdümü, küçük bir kızın ellerini hastala­
rın üzerinde gezdirirken kullandığı büyüyü çağırdım. Anne­
min gücünü, ilgisini ve ablamın pervasız sevgisini çağırdım.
Gözlerim titreşerek açıldı, sakin-bir sıcaklık beni sarmala­
dı. Karşımdaki daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemese
de gördüklerime şaşırmamıştım. Balkon yerinde duruyordu
ancak şekli katidan çok sıvı gibiydi, sanki ışık parçacıkları bir
zemin oluşturmak için birbirlerine kenetlenmişti ve seyircileri
temsil eden rengârenk, parlak küreler vardı. Gözlerimi gökyü­
züne çevirdiğimde menekşeyle çivit mavisinin koyu tonlarının
adını koyamadığım diğer renklere karıştığını gördüm.
Zaman tam olarak durmuş olmasada önceki gibi akmıyor­
du. Çünkü artık yavaş ve hızlı, nazik ve şiddetliydi. Bu dünya
aynı anda hem her yerde hem de hiçbir yerdeydi. Tuhaf olsa
da bu düşünce karşısında endişelenmedim. Hem çok mantıklı
hem de fazlasıyla mantıksızdı. Hepsini kabul ettim.
Sıcak sarı bir ışık tarafından çağrıldığımda onu takıp et-
mek için tahtımdan indim. Bedenimin ağırlıksız olduğunun
Akındaydım, sanki konsey üyesi perilerin dönüştüğü parlak

351
Tessonja Odette

kürelerden biriydim. Benden uzaklaşan ışığı takip ederek es­


kiden merdiven olan yerden aşağıya, dönen parçacıklardan
oluşan bir tünele ilerledim. Parçacıklar yerini karanlığa bırak­
tığında peşinden ilerlediğim ışıktan başka hiçbir şey göremi-
yordum.
Işık ileride bir noktada durup kayboldu ve beni zifiri ka­
ranlık bir boşluğa fırlattı. Zihnim daha da keskinleşti, daha da
berraklaştı. Önümde menekşe rengi bir ışık zerresi titreşmeye
başladı, gitgide büyüyerek kısmi bir aydınlatma sağlıyordu.
Bedenimin tanıdık şekline ve ağırlığına döndüğünün farkına
vararak ellerime baktım.
Işık zerresi menekşe rengi bir güneşe dönüştü. Tepemde
yükseldikten sonra üzerime sıcak ışınlarını saçmaya başladı.
Batarken yerini hilale bıraktığında gökyüzünde yıldızlar be­
lirdi. Menekşe rengi bulutlar ayı örttü ve güneş geri döndü
fakat dikkatim ayaklarımın yakınındaki bir şeye takılmış du­
rumdaydı. Yerden fışkıran ince dallar göz kamaştırıcı me­
nekşe tomurcuklarına dönüşüyordu. Taç yapraklan çiçeklere
dönüşerek gitgide yükseldi. Gördüklerime hayranlık duya­
rak devasa çiçeklerin arasında yürüdüm ve ılık bir esintiyle
hafifçe sallanışlarını izledim. Tepemdeki güneş yüzümü ısı­
tıyordu.
Güneş battığı anda çiçekler titreyerek sallanmaya başladı,
her biri benim kadar büyük olan yapraklar ayaklarımın dibine
düşüyordu. İleri doğru koşarak düşen yapraklardan kaçtım ve
altlarında kalmamak için etrafımda döndüm. Yapraklar dökül­
meyi kestiğinde dallar pörsüyerek sarkmaya, ardından yeniden
yere doğru büzüşmeye başladı. Göz açıp kapayıncaya kadar et­
rafımda hiçbir şey kalmamıştı. Her şey menekşe rengi bir örtü­
nün altına gömülmüş haldeydi. Sessizlik. Ölüm.

352
Peri Kralının Kalbi

Bir panik dalgası içimde kabardığında aklıma gelen tek şey


kaçmaktı. Hiçlikten firar etmek. Sonra aniden, hiçlikten bir
şeyin filizlendiğini gördüm. Sonra başka bir şeyin. Küllerin­
den doğan yeni çiçekler. Etrafımda döngünün tekrarlanmasını
izlerken sakinleştim. Bir süre sonra hiçliğin geri dönüşü beni
korkutmamaya başladı.
Yapraklar bir kez daha açtığında göreceğim tek şeyin bu
olup olmadığını, O n İkinci Saray ın mevsimlerin ve gökyü­
zünün değiştiği bu sonsuz döngüden başka bir şey olup ol­
madığını merak etmeye başlıyordum. Aniden esmeye başlayan
şiddetli rüzgâr yaprakları, dalları ve ayaklarımın altındaki ze­
mini uçurdu. Geriye kalan tek şey karanlıktı. Rüzgâr beni her
yönden itiyor, dengemi kaybetmeme neden oluyordu. Doğrul­
mayı, başardığımda önümde bir figürün durduğunu fark ettim.
Buradaki diğer her şey gibi o da mor ışık parçacıklarından olu­
şuyordu. Uzun saçları konseydeki mavi peri gibi omuzların­
dan aşağıya akıyordu. Ancak karşımda duran bu perinin pixie
kanatları vardı.
“Biz iyi anlaşıyoruz,” dedi yüzünde muzip bir sırıtışla.
“Ne demek istiyorsun?” Sesim tuhaf çıkıyordu, sanki daha
önce hiç duymadığım bir versiyonum gibiydi.
Başının yan tarafına vurdu. “Düşünce. Akıl. Hayatının bü­
yük bir kısmını kafanın içinde yaşıyorsun, değil mi?
“Evet ama... bu ne demek oluyor?”
"Senin içindeki hava benim içimdeki hava demek.” Bu
cümleden sonra aniden ortadan kayboldu.
Yine karanlıkta kalmıştım. Birkaç adım attıktan sonra ile­
ride bir şey gördüm. Küçük, yuvarlak bir şey. Bir kaya mıydı?
Ona ulaştığımda kaya canlanır gibi oldu. Budaklı bacakları
üzerinde yükselerek bana doğru döndü.

353
Tessonja Odette

Birgoblin. Geriye doğru sıçradım.


“Seni tanıyorum,” dedi hırlayarak.
Nefesim kesildi. Olabilir miydi? Bu goblin menekşe rengin­
de olabilirdi ama ürkütücü derecede Amelie yle beni kovalayan
cine benziyordu. “Sen osun!”
“Ah, demek hatırlıyorsun,” dedi. “Sen aşağılık bir yaratık­
sın. Neden geldin? Pençelerim sana gerekli dersi vermedi mİ?”
“Pençelerin bana senin türünden korkmayı öğretti.”
“Korkuymuş. Peh! Korkunun ne demek olduğunu bildiğini
mi düşünüyorsun? Sen çocuklarımı korkuttun. Benim toprak­
larıma geldiğinde dev canavar çizmelerinle neredeyse ayak par­
maklarını eziyordun.”
“Çocukların mı?”
“Kayanın yanında oynadıklarını görmedin mi? Tabii ya, se­
nin canavar gözlerin başka bir yere sabitlenmişti. Saygı yok.
Dikkat yok.”
O gün Periduvarı’na yaptığımız geziyi düşündüm. Duvarı
aşıp diğer tarafa geçtiğimizde sisten başka bir şey gördüğümü
hatırlamıyordum. Peri tarafında birkaç saniyeden fazla kal­
mamış olsam da çevreme hiç dikkat etmediğimi kabul etme­
liydim. O sırada korku dolu bir heyecan içimi doldurmuştu.
Çocuklarını korkuttuysam Özür dilerim ama sen de ablamla
beni korkuttun. Onu efsunladın ve neredeyse ısırıyordun.”
“Sadece minik bir ısırık,” dedi goblin. “Bebeklerimi ağlat­
manın bedeli.”
Kaşlarımı çattım. Ablamla bana verdiği zarardan dolayı onu
affedebilir miydim bilmiyorum ama nedenlerini kısmen de
olsa anlayabiliyordum. “Sevdiklerini korumak istemenin, on­
lar için savaşmanın nasıl bir şey olduğunu iyi bilirim ”
“Güvenlik. Koruma. Aile,” d e d i başıyla onaylayarak. “S e n in
içindeki toprak b e n im i ç im d e k i topraktır.”

354
Peri Kralının Kalbi

G o b lin kayboldu ve karanlık geri döndü. Olduğum yerde


donakalıp bu tuhaf karşılaşmayı kafamda evirip çevirdim. Bu­
rası neresiydi? Bunların herhangi biri gerçek miydi? Zifiri ka­
ra n lığ ın içinde ilerlemeye devam ettim.

Sıcaklık tarafından ele geçirilmeden önce birkaç adım at-


tım. Karanlığın içinden mor bir alev topu çıkarak başımın
üzerinde süzülmeye başladı. Onu gözlerimle takip ettim, tit­
reşerek büyüyüşünü ve güzel bir kadın şeklini alışını izledim.
Etrafımda dans ederken kalçaları hareket ediyor, dikkatle beni
inceliyordu.
“Benden daha iyi olduğunu düşünüyorsun,” dedi ince, şeh­
vetli bir sesle. “Ama biz birbirimizi gayet iyi tanıyoruz.”
“Tutku,” dedim bir titremeyle.
Başıyla onaylayarak öne atıldığında kadınsı yüzü canavarca
bir hırıltıyla çarpılmıştı. “Bir de öfke.” Geri çekildiğimde hırıl­
tısı titrek bir kahkahaya dönüştü. “Onu iyi tanıyorsun. Diğe­
riyle ise daha yeni tanıştın.”
“Evet.” Bu sefer ne söyleyeceğimi biliyordum. “Senin için­
deki ateş benim içimdeki ateştir.”
Göz kırptıktan sonra kayboldu.
Bu tuhaf görevi bitirme hevesiyle karanlıkta ilerlemeye de­
vam ettim. Her Şeyin Her Şeyi’ni bulmam gerekiyordu, oyun­
baz perileri değil. Bu ilahı nasıl bulacaktım? Zeminden yeni bir
varlık çıkmadan önce zihnimde düşüncemi ancak tamamlaya­
bilmiştim. Menekşe rengi bir su damlası olarak başlayan yara­
tık gözlerimin önünde yavaşça iriyarı bir at şekline büründü.
Kelpie. Tabii ya.
Bana bakarak dişlerini gösterdi. “İki kez kaçmayı başardın.
Üçüncü kez başaramayacaksın.” 1
“Bu sefer seninle pazarlık yapmayacağım.”

355
Tessonja Odette

“Öyle mi? Gitmeye çalıştığın bir yer yok mu?


Sinirlerime hâkim olmak için elimden geleni yaptım. Ön­
ceki üç periden hiçbiri karşımda duran kelpie kadar korkunç
değildi, "Ben Her Şeyin Her Şeyi’ni arıyorum.”
“Kaybolmuşsun,” dedi. “Aptal insan. Ait olmadığın yerleri
işgal ediyor, yollarda kayboluyorsun.”
“Kaybolmadım,” dedim. “Aramak kaybolmak demek değil­
dir. Ben sadece henüz bulmadığım bir yere doğru yol alıyorum.”
“Kulağa kaybolmuşsun gibi geliyor.”
Kelpie’nin Aspen ve benimle yüzleştiğinde söylediklerini
hatırlayarak derin bir nefes aldım. “Türüm topraklarınızı işgal
ettiği İçin üzgünüm. Ayrıca insanlar sizi öfkelendirdiği için de
üzgünüm. Sizler toprağınızı ve suyunuzu seviyorsunuz.”
“Öfkeyle sevgi insani duygulardır.”
“Yine de bu duyguları hissediyorsun,” dedim, “İtiraf et.
Senden iki kez kaçtığım için öfkelisin. Öfke de bir duygudur.”
Kelpie’nin mor renkli gözleri biraz daha şiddetle parladı.
“Sen bir hayvandan daha fazlasısın. Sen hissediyorsun.”
“Hissetmiyorum.”
“Evet, hissediyorsun ve bunu inkâr etmek istemeni anlıyo­
rum. Daha önce ben de duygularımı inkâr ederdim.” Ame-
lie’nin öldüğünü düşünürken gÖzyaşlarımı nasıl bastırdığımı»
Aspen e olan çekimimi nasıl inkâr ettiğimi hatırladım.
“İnsanlar duygularını inkâr edebilir mi?” Ses tonu merak­
lıydı.
Evet ama bu onları ortadan kaldırmaz.” Derin bir nefes
daha aldım. Senin içindeki su benim içimdeki sudur.”
Menekşe rengi kelpie’nin de tıpkı diğerleri gibi kaybolma­
sını beldesem de kaybolmamıştı. Orada öylece duruyor, beni

356
Peri Kralı nin Kalbi

geliyordu. Belki de yeterince ikna edici olmamıştım. Sonun­


da İÇ Çeker Sibi b a fif bir tıslama Çıkardı. "Seni Her Şeyin Her
Şeyi’ne götüreceğim.”
Tereddüt ettim. “Sana söyledim, seninle pazarlık yapmaya-
cağım.
“Eğer kaybolmadıysan pazarlığa ihtiyacım yok.”
Birkaç dakika boyunca onu izleyerek beni kandırmaya ça-
lışıp çalışmadığını anlamaya çalıştım. Mantığım ona güven­
memem gerektiğini söylese de kalbim sakindi. “Peki,” dedim
ve sırtına tırmandım. Ellerimi yaratığın boynunda doladıktan
sonra karanlığa doğru havalandık. Zaman etrafımızda dönü­
yor, hızlanıyor ve geriye doğru akıyordu. Saatler akıp gidiyor­
du. Saniyeler geçiyordu. Hiç zaman geçmiyordu.
Olup bitene anlam veremeden ayakta dikiliyordum ve kel-
pie’ye dair hiçbir iz yoktu. Yine zifiri karanlığın ortasındaydım.
Zihnimde bir ses konuştu, duyduğum hiçbir sese benzemiyor­
du. Sessiz ve gürültülü, güçlü ve uysaldı. “Bizi arıyorsun.”
“Siz Her Şeyin Her Şeyi misiniz?” Sesim hiçliğin ortasında
beklediğimden daha kuvvedi çıkmış olsa da yankılanmadı.
“Biz Her Şeyin Her Şeyiyiz,” dedi ses. “Sen nesin?”
“İnsan,” demek aklıma geldi sadece. “Sonbahar Sarayı tahtı
için Kral Aspen adına bir dilekçe vermek istiyorum.”
“Bize ne teklif ediyorsun?”
Zihnim sıfırlandı. Herhangi bir tekliften bahseden olma­
mıştı. Ayrıca olan ve olmayan her şeye sunacak neyim olabilir­
di ki? Ben özel değildim, özel hiçbir şeyim yoktu.
Cobalt’ın yalanları, sözleri, inancı, tutkusu vardı. Tüm
bunlar bende de vardı ama benimkiler onunkilerle nasıl kıyas
götürebilirdi ki? Bende olup onda olmayan ne olabilirdi?
“Ben... bilmiyorum.”

357
Tessonja Odette

Sessizlik.
Titremeye başladım.
“Kalbine bakmamıza izin verebilirsin,” dedi Her Şeyin Her
Şeyi. “Eğer kalbin gerçekse dilekçenin kabulünü sağlayacağız.
Kabul ediyor musun?”
Sertçe yutkundum. “Evet.” Büyük bir sarsıntıyla birlikte .
mor bir ışık topu göğsümden çıkıp önümde, havada asılı kaldı.
İçinde görüntüler ve anılar dönüyordu. Kendimi, Amelie’yi,
annemi gördüm. Kendimi kıkırdayıp gülerken, sonra çığlık
atarken ve ağlarken izledim. Anneme sarılışımı, ona kalp kırıcı
sözler söyleyişimi İzledim. Maddie Coleman’ı görünce burnu­
mu kırıştırmamı, Bay Meeks’e bir ampütasyon ameliyatı sıra­
sında yardım edişimi İzledim. Mor top aniden hareketsİzleşerek
yer değiştirdi. Şimdi Aspen’in yüzünü görüyordum. Kendimi
ona bağırırken, tüm gülümsemelerini, esprilerini, flört çabala­
rını görmezden gelirken izledim. Ardından kendimi kollarına
bırakışımı, dudaklarımı onunkilere bastırışımı izledim. Onun­
la geyik formundayken yüzleştiğimi, ona adımı verirken elimi
uzatışımı izledim. Sonra kendimi balkonda ismini ona karşı
kullanırken gördüm. >
Mor ışık bir kez daha hareketsizleştikten sonra fırlayarak
tekrar göğsüme döndü. Panik bedenimi ele geçirdi. Tüm bun­
ları İzledikten sonra Her Şeyin Her Şeyi’nin dilekçemi onayla­
ması imkânsızdı.
Kalbinde karanlık var,” dedi Her Şeyin Her Şeyi. “Aynı
zamanda içinde ışık da barındırıyor. Kalbinde hem nefret hem
de sevgi var. Hem vahşi bir canavar hem de evcil bir h ay v an .”
Bunu inkâr etmek anlamsızdı. "Evet.”
“Bu gerçek bir kalp.”
Şaşırmıştım. “Öyle mi?”

358
Peri Kralı’mn Kalbi

“İçinde büyü var. Henüz anlayamadığın şeyler. Keşfedece­


ğin şeyler.”
B a ş ım la o n a y l a d ı m .

“Kararımızı verdik.” Ben daha cevap veremeden karanlık


binlerce mor ışık parçacığı halinde patladı. Etrafımda dalgala­
narak geriye doğru sendelememe neden oldu. Boşlukta sende­
lerken ciğerlerimdeki nefes boşaldı. Geriye doğru fırlatıldığım
sırada boşluğun yanımdan hızla geçtiğini hissettim.
Yalpalayarak tahtımın arka kısmına çarptım. Gözlerimi aç­
tığımda konseyin şaşkın yüzleriyle karşılaştım. Konsey üyele­
rinden toplu bir soluk sesi yükseldi. Omzumda bir el hisset­
tim ve bakışlarım Lorelei’ın kocaman açılmış gözlerini buldu.
Foxglove eliyle ağzını kapayarak bakışlarını alnıma çevirdi.
O an alnımda bir ağırlık hissettim. Elimi uzattığımda kafata­
sımı saran sert bir şeye dokunduğumu fark ettim... Bu bir taçtı.
Tacı başımdan kaldırdım ve tuhaf, havada salınan tüylerle
süslenmiş halkayla karşılaştım. Ya da yapraklarla. Aynı anda
hem narin, hem zarif hem de nefes kesici görünüyordu. As-
pen’le göz göze geldim. Onun yüzünde de dİğerlerininkine
benzeyen bir şaşkınlık vardı.
“Hayır,” dedi Cobalt soluk soluğa tahtından ayağa fırlar­
ken. “Bu nasıl olur?”
Onu görmezden gelip Nyxiayı ve şaşkın deniz peri muha­
fızlarını geçerek Aspen e doğru yürüdüm. Kral ın yanma ulaş­
ım d a eğilerek tacı uzattım. “Her Şeyin Her Şeyi’i kararını
verdi.”
Tacı benden alarak bir süre inceledi. Tacı kendisine tak­
lasını bekliyordum, bir anlığına o da öyle yapacakmış gibi
göründü. Ama donakaldı ve ardından tacı tekrar başıma yer­
leştirdi. “Sanırım bu sana ait,” diye fısıldadı.

359
Tessonja Odette

Eğildiğim yerden doğrulurken zihnim hareketlerini yo­


rumlamak için fır dönüyordu. Çatık kaşları kendisinin de tam
emin olmadığını söylüyordu.'
ASpen dönüp konseye baktı ve herkesin duyabilmesi için
yüksek sesle konuşmaya başladı. “Her Şeyin Her Şeyi, kader
kararının galibi olarak şampiyonumu seçti. Tahta meydan oku­
mam duyuldu, yargılandı ve karara bağlandı. Sonbahar Kralı
benim.” Bakışlarını Cobalt’a çevirdi. “Ve sen sevgili kardeşim,
vatana ihanetten suçlusun.

360
Bölüm 41

H
ayır!” diye bağırdı Cobalt. Başımdaki tacı işa­
ret etti. “O tacın hiçbir anlamı yok. O Her Şe­
yin Her Şeyi’nin bir armağanı değil.”
Aspen Kraliçe Nyxia’ya başını salladı. "Arabulucu olarak
hüküm sîzindir.”
Vampir bir anlığına hazırlıksız yakalanmış gibi göründü,
bakışlarını Aspen’den Cobalt’a çevirdi. Sonunda gözleri beni
buldu. “Her Şeyin Her Şeyi gerekeni söyledi. Taç onların ce­
vabı.”
“Tacı çalmış olabilir,” diye karşı çıktı Cobalt. “Her Şeyin
Her Şeyi benim yerime asla Aspen’i tercih etmez.”
Aspen elini kaldırarak kardeşini işaret etti. “Muhafızlar, ya­
kalayın onu.”
Zırhlı periler kılıçlarını ve mızraklarını çekmiş bir şekilde
Cobalt’a doğru koşuyordu. Cobalt tıslayarak titredikten sonra
üîx formuna geçti, mavi pullan ayışığında parlıyordu. Deniz
perilerine işaret etti. “İndirin onları.”
Deniz perileri muhafızlarla buluşmak için zemini aşarken
aralarında Melusine’nin de bulunduğu birkaç endişeli konsey
üyesi balkona doğru ilerledi. Diğerleri deniz perilerine karşı sa­
vaşmak için kükreyerek harekete geçti. Kraliçe Nyxia titreyerek
kırmızı gözlü ve keskin dişli devasa bir gölgeye dönüştü. Mavi
rüzgâr perisi yerden havalanarak deniz perilerinin etrafında

361
Tessonja Odette

dönerken bir sis bulutuna dönüşü ve Cobalt ın muhafızları­


nı yerden kaldırdıktan sonra balkon parmaklıklarından aşağı
fırlattı. Beyaz kurt dişlerini mavi pullu bir bacağa geçirerek
acı dolu bir çığlığın yankılanmasına neden oldu. Kıvrık boy­
nuzlu peri yumruğunu bir deniz perisinin kafasına indirirken
turuncu pullu peri savaşa yakın bir noktada duruyor ancak
dahil olmuyor, yalnızca büyük bir merakla olan biteni izli­
yordu.
Azgın dalgaların sesini duyduğumda bakışlarımı balkona
çevirdim. Sular imkânsız bir yüksekliğe erişmiş, sarayın yan
taraflarına sıçramaya başlamıştı. Dalgalar balkon demirlerine
çarparak düşenleri yakalıyordu.
Mavi bir parlaklığın parmaklıklara doğru fırladığını gör­
düğümde dikkatimi bir kez daha balkonun kaosuna çevirdim.
Aspen peşinden gittiği kardeşini omzundan tutarak yüzüne
bakmaya zorladı. Bir dalganın püskürttüğü sular yüzüme çarp­
madan önce mücadeleye giriştiklerini gördüm. Gözlerimi aç­
tığımda Aspen’in tırabzandan eğilerek aşağı baktığını gördüm.
Sol tarafta bir hareketlilik dikkatimi çekti, gri kahverengi bir
kürk yığını.
“Amelie!” Ona doğru koşmaya başladığımda donup kal­
dığını gördüm. Fok derisini vücuduna sarmıştı, geriye sade­
ce yüzü kalmıştı. Fokun kafası alnının üzerinde duruyordu,
Amelie yi birazdan aşağı çekecekmiş gibi görünüyordu. Ara­
mızdaki mesafeyi kapadım ve kollarımı omuzlarının olması
gereken yere koydum. “Amelie, sakın beni terk etmeyi aklın­
dan geçirme.”
Yeşil gözlerinde gözyaşlarıyla parlıyordu. “Gitmek zorunda­
yım.”

“Hayır, değilsin. Derini çıkar. Seni Cobalt’tan koruyacağız-”

362
İ
Peri Kralı’nın Kalbi

Yİiz ifadesi ciddileşti. Ondan korunmak istemiyorum. O


benim, ben de onunum.”
K e lim e le r im i seçmekte zorlanıyordum. “Bu sadece büyü­
nün etkisi. Benimle kal. Lütfen.”
“Yapamam.” Fokun yüzünü kendi yüzünün üzerine çektik­
ten sonra karnının üzerine düştü ve tırabzanlara doğru hareket
etmeye başladı. Ona uzandım, kollarımın kaygan kürküne do­
landığı sırada sırada bana bir dalga çarptı.
Gözlerimi açtığımda Amelie gitmişti.
Parmaklıklara doğru koşup aşağı baktığımda gördüğüm tek
şey azgın okyanus oldu. Dalgalar sarayın yan tarafına çarpıyor,
açık pencerelerden içeri giriyordu. Ablamdan hiçbir iz yoktu.
Yine de izlemeye devam ediyor, ona dair bir işaret arıyordum.
Dalgalar sakinleştiğinde bile parmaklıklardan uzaklaşmadım.
Sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi su seviyesi normale döndü­
ğünde bile oradan ayrılmadım.
“Gittiler,” dedi Aspen yanıma gelerek. “Cobalt, ablan, kar­
deşimin muhafızları. Tüm deniz perileri parmaklıklardan ok­
yanusa atladı.”
Denizi izlemeye devam ediyordum, ne umduğumdan emin
değildim. Amelie gitmişti. Ablam Cobalt’ı seçmişti. İstediğim
tek şey onu korumaktı. Onu güvende tutmaktı. Şimdi bile onu
Cobalt’m pençelerinden kurtarmaktan başka bir isteğim yok­
tu. Peki kurtarılmak istemiyorsa ne yapabilirdim?
Aspen bir elini belime koydu. “Gidelim,” dedi. “Titriyor­
sun.”
Haklıydı. Kısmen vücudumdan damlayan soğuk sudan,
kısmen de bastırmaya çalıştığım hıçkırıklarımdan dolayı titri­
yordum. Sonunda parmaklıklardan uzaklaştım ve beni sarayın
içine götürmesine izin verdim. Salona ulaştığımızda ne kadar

363
Tessonja Odette

çok şeyin sular altında kaldığını görmek hiç de şaşırtıcı değildi.


Sarayın batı kısmının neredeyse tamamını su bastığını tahmin
ediyordum, kırık camlar ve paramparça olmuş mobilyalardan
bahsetmeye gerek bile yoktu.
Aspen in muhafızları İkİ yanımızda, konsey üyeleriyse he­
men önümüzde yürüyordu. Birkaçı sersemlemiş görünürken
diğerleri büyüleyici bir oyundan dünmüşçesine hararetli bir
sohbet içerisindeydi. Beyaz kurt koridorda ilerliyor, ağzından
kanlar damlıyordu. Nyxia keyifle ağır ağır yürüyordu, çenesi
sanki hiç kaygısı yokmuş gibi kalkıktı. Melusine elbette omuz­
larını dikleştirmiş, kaygan koridorda büyük bir rahatlıkla iler­
liyordu. Bronz tenli, bal rengi saçlı ve kocaman sarı kanatlı bir
dişi peri bize doğru döndü ve biz onun yanma varana kadar
olduğu yerde bekledi.
“Kral Aspen,” dedi başım eğerek. “Bircharbor kuruyana ka­
dar size havamı ödünç vereceğim.”
Aspen başıyla onayladı. “Teşekkürler, Kraliçe Dahlia. Cö­
mert teklifini kabul ediyoruz.”
Peri yanımızdan ayrılmadan önce tereddüt etti, bakışları ba­
şımdaki taca kaydı. Sonra abartılı bir gülümsemeyle uçup gitti.
“O kimdi?” diye sordum bizi duyamayacağından emin ol­
duğumda.
“Yaz Sarayı Kraliçesi,” dedi hırıltılı bir sesle. “Onlarla beni
neredeyse tahtımdan etmek istememişler gibi konuşmak zor
olacak.”
Neredeyse. Aslında onu tahtından tamamen indirmeyi başar­
mışlardı. Tahtı Cobalt’a meydan okuyarak geri kazanmıştı ve
neredeyse bu çabası bile başarısızlıkla sonuçlanacaktı. Aspen’i
beni şampiyonu ilan etmeye zorlamamış olsaydım neler olur­
du? Aspen Her Şeyin Her Şeyine dilekçesini kabul ettirmeyi
başarabilir miydi? Bunu bilmek imkânsızdı.

364
Peri Kralının Kalbi

Tek bir gerçek vardı. İşler nasıl sonuçlanmış olursa olsun


onun gerçek adını bu şekilde kullanarak Aspen e ihanet etmiş­
tim- Güvenini sarstığımı fark ettiği an yüzüne yerleşen ifadeyi
asla unutmayacaktım. Bu bana başka bir şeyi daha göstermişti;
Aspen e hâlâ güvenmiyordum. En azından tam olarak değil.
Tam anlamıyla güvenmiş olsaydım kendi kararını vermesine
izin verirdim. Cobalt’ı alt etmek için gereken yeteneklere sahip
olduğuna inanırdım.
“Kral Aspen,” dedi boğuk bir erkek sesi ve bütün dikkatimi
üzerine çekti.
Önümüzde turuncu pullu peri duruyordu. Uzun ve zayıf
bir vücudu vardı, modern bir siyah takım elbise giyiyordu ve
boynu bir insan boynundan daha uzun ve daha inceydi. Saçı
yoktu, başında da sadece yanardöner turuncu pullar vardı. Du-
daksız ağzı, burnunun olması gereken yerdeki yarıkları ve bon­
cuk boncuk siyah gözleriyle yüzü genel olarak düzdü.
“Kral Ustrin,” dedi Aspen karşımızda duran periye hafifçe
eğilerek selam vererek.
Turuncu pullu Kral da belden eğilerek karşılık verdi. “Tah­
tınızı geri kazandığınız için tebrik ederim. Görünüşe göre eşi­
niz oldukça yetenekli.”
“Onun için çok minnettarım,” diye karşılık verdi Aspen, ses !
tonundaki gerginlik dikkatimden kaçmamıştı.
Kral Ustrin bakışlarını bana çevirdi. “Biraz konuşabilir mi­
yiz, Bayan Fairfield?”
Bakışlarımı Aspen’den turuncu periye çevirdim. Hayır
desem kabalık etmiş olur muydum? Kertenkeleye benzeyen
Kral’da tuhaf görünüşünün ötesinde rahatsız olduğum bir şey-
ler vardı. Sakinliğimi çağırdım. “Elbette, Majesteleri.”
Aspen bir anlığına tereddüt ettikten sonra iki muhafızı­
na yanıma gelmelerini işaret etti. Muhafızlar diğerlerinden

365
Tessonja Odette

ayrılarak arkamda durdu. “Sonra konuşuruz,” diye fısıldadı


ama ses tonunu okuyamıyordum. Konsey üyelerini uğurla­
mam gerekiyor.” Sonrasında bana neredeyse hiç bakmadan
peri sürüsünün peşinden gitti.
Kral Ustrin yarıklara benzeyen gözleriyle beni incelerken
hiçbir şey söylemedi.
Eğilmemi beklediğini düşünerek öyle yaptım. Ama doğ-
rulduğumda sessizliğini korumaya devam etti. Hangi sarayı
yönettiğinizi sorabilir miyim, Kral Ustrin?”
“Ateş,” diye cevap verdi. Bakışları başımdaki taca kaydı.
“Her Şeyin Her Şeyi sana ilginç bir taç vermiş. Kral bunu ne­
den kendi takmak yerine sana hediye etmeyi tercih etti?”
Bu sorunun cevabını ben de bilmiyordum. Yine de bilme­
diğimi itiraf etmeyi reddettim. “Evlendiğimizde onun kraliçesi
olacağım ve onun zaten kendine ait bir tacı var. Ona tahtını
geri kazandırdığım için minnettarlığını göstermek istediğini
düşünüyorum.”
“Tabii, tabii, oldukça mantıklı.” Bir adım öne çıkarak Me-
lusine’nin yaptığı gibi havayı kokladı. Dili ağzının içinde hare­
ket ediyordu. “Tanıdık geliyorsun.”
On İkinci Sarayda karşılaştığım perileri, aramızdaki benzer
unsurları dile getirişlerini hatırladım. "Senin İçindeki ateş be­
nim içimdeki ateştir.”
Gülerken alçak bir tıslama çıkarıyor, dili titriyordu. “Doğru
sanırım. Ama başka bir şey daha var. Sana dair hissettiğim—
başka bir şey. Eski bir düşmanlık gibi.”
Tetiğe geçtim. Bu umduğum bir yere varmayacaktı. Gerçi
başka ne beklemiştim ki? Periler, siyasetleri ve önyargıları hakkın­
da hala yeterli bilgim yoktu. Sonbahar Şarayı’nı daha yeni yeni
anlamaya başlamıştım. Diğer saraylara hâlâ çok yabancıydım.

366
Peri Kralının Kalbi

K o n tro lü ele alma zamanı gelmişti.


Omuzlarımı dikleştirdim ve Asperiin sıkılmış sesini taklit
ettim. “Kral Ustrin, bana kendinizi tanıttığınız İçin teşekkür
ederim. Keyifli bir sohbet oldu. Ancak uzun ve yorucu bir gün
geçirdim. Tanışmamızı kısa kesmek durumunda kaldığım için
beni bağışlayın ama biraz dinlenmeliyim.”
Gözlerini kısarak sırıtsa da itiraz etmedi. “Elbette. Ne kadar
düşüncesizim. Ne de olsa daha yeni bir savaş kazandınız. Tek­
rar görüşeceğimize eminim.” Eğilerek selam verdikten sonra
arkasını dönüp uzaklaştı.
Ancak koridorun sonuna ulaştığında derin bir nefes aldım.
Omzumda hissettiğim el sıçramama neden oldu ama sadece
Lorelei’dı. “Gel hadi. Yıkanmalı ve dinlenmelisin.”
Başımla onaylayarak Lorelei’ı takip ettim. Muhafızlar he­
men arkamızdan geliyordu. Kısa süre sonra Asperiin yatak oda­
sının kapısına ulaştığımızda odanın tahrip edilmiş olmasından
korktum. Ayaklarımın altındaki zemin suyla kayganlaşmıştı
ama en azından sular altında kalmamıştı. Oda sarayın doğu
tarafındaydı, yani kurtarılma olasılığı yüksek bir konumdaydı.
Muhafızlar kapıyı iterek açtığında Lorelei’la odaya girdik.
Apliklerden yayılan küre ışıklar kısıktı ama görebildiğim ka­
darıyla oda nerdeyse hiç zarar görmemişti. Su zeminin sadece
dörtte birine ulaşmış ve birkaç halıyı ıslatmıştı. Yatak, gardırop
ve uzak duvardaki her şey kuru görünüyordu.
Muhafızlara döndüm. “Yıkanacağım.”
“Kapıları açık bırakmalıyız,” dedi aralarından biri.
İtiraz etmek üzereyken Amelie’nin açtığı gizli kapıyı hatırla­
dım. Gizli tüneller bunun gibi pek çok odaya bağlanıyor olabi­
lirdi. Bu tüneller büyük ihtimalle Cobalt’ı Holstrom kızlarına
ulaştırmış, Amelie’yi de saraydan gizlice kaçırmasına yardımcı

367
i
Tessonja Odette

olmuştu. Bildiğim tek şey şu anda tünellerden birinde gizleni­


yor olabileceğiydi. İzliyordu. Bekliyordu. Bu düşünceyle ür­
perdim. “Pekâlâ.”
“Küveti paravanın arkasına kuracağız,” dedi Lorelei. Onu
küvete kadar takip ettim ve küveti gizlemek için paravanı kü­
vetin önüne çekmesine yardım ettim. Boş küvete bakmak bile
kaslarımın rahatlama isteğini artırmıştı. Lorelei bir adım uzak­
laştı. “Hazırlatıp...”
Sözünü bitiremeden küvet aniden kaynar suyla doldu. Üs­
tünde otlar ve çiçek tomurcukları yüzüyor, biberiye kokusu
bütün odaya yayılıyordu. Ağzım açık kalmıştı. Yapabildiğim
tek şey olan biteni izlemekti.
Lorelei güldü. “Eşin seni iyi tanıyor olmalı.”
“Sence bunu o mu yaptı?” Küvetin altına bakarak gizli bo­
rular ve giderler aradım. “Nasıl? Birdenbire beliriverdi.”
“Aspen kral olarak tüm elementler üzerinde küçük manipü-
lasyonlar yapabilir. Ama toprak ve suyuysa ailesinden geliyor.
Bu,” dedi elini küvetin üzerinde sallayarak, “onun için kolay.
Yani burada çalışan herhangi bir su perisi için de kolay fakat
içimden bir ses bu işte onun parmağı olduğunu söylüyor.”
Hâlâ mantıklı bir açıklama bulamıyordum. Aspen şu anda
bu yatak odasına yakın bir yerde değildi, burada herhangi bir su
kaynağı da yoktu. Büyünün belki, sadece belki gerçek olabileceği
ihtimalini düşünmek başımın zonklamasına neden oluyordu.
Bugün yaşadığım her şeyi düşündüm. On İkinci Saray’a
yaptığım yolculuğu. Geri getirdiğim tacı. Aspen in adını kul­
lanabilmemi. Tüm bunların bilimsel bir açıklaması olabilirdi.
On İkinci Saray bir halüsinasyondan ibaret olabilirdi. Aspen’in
adını kullanmama verdiği tepki batıl inanç ve kültürel şartlan­
malardan kaynaklanıyor olabilirdi.

368
Peri Kralının Kalbi

Dünün büyüsü bugünün bilimidir.


Belki bundan on yıllar sonra her şey mantığıma oturacaktı.
Belki bir gün her şeyi anlayacaktım. Bir gün Lorelei’ın baca­
ğını nasıl iyileştirdiğimi, sadece içgüdülerime güvenerek nasıl
bir ameliyat gerçekleştirdiğimi anlayacaktım. Belki bir gün su
tesisatı olmayan kristal bir küvetin nasıl saniyeler içinde suyla
dolabildiğim açıklayabilecektim. Ama bugün... bugün bu ko­
nuda söyleyebileceğim tek bir şey vardı.
Bu, büyüydü.

369
Bölüm 44

arsılarak uyandım ve yatakta hızla doğruldum. Beni

S uyandıran neydi? Kâbuslarım dışında tabii. Her gece


rüyamda ,ciğerlerimin suyla dolduğunu, deniz cana­
varlarının peşimde olduğunu, yüzerek kaçmaya çalışırken to­
puklarımı ısırdıklarını görüyordum.
Ama bu sefer öyle olduğunu düşünmüyordum.
Kalbim hızla çarpıyor, vücudum nabzımın şiddetinden tit­
riyordu. Yoksa titreyen ben değildim de oda mıydı? Yatakta ya­
nımdaki boşluğa baktım. Boş olmasına şaşırmamıştım. Aspen
tahtını geri kazanalı üç gün olmuştu ve o zamandan beri onu
nerdeyse hiç görmemiştim. Onunla konuşmak için yaptığım
tüm hamleler çeşitli bahanelerle geçiştiriliyordu. Çok meşgul­
dü. Sarayın onanmını denetlemek zorundaydı. Göndermesi
gereken önemli mektuplar vardı. Yatak odasına adımını dahi
atmamıştı. Yine de hayal kırıklığıyla kalbim kırıldı.
Benden kaçmaktan vazgeçecek miydi?
Bir kez daha titrediğimde odanın sallandığını anladım. Ya­
taktan fırlayarak gardırobuma koştum ve bir sabahlık çıkar­
dım. Sabalığı geceliğimin etrafına sararak yatak odasından çık­
tım. Aspen m muhafızları beni gördüklerinde hazır ola geçti.
“Neler oluyor?”
Muhafızlardan biri öne çıktı. “Kral saraya çıkan mercan
mağaraları kapatıyor,” dedi.
“Nasıl yani? Patlayıcılarla mı?”

370
Peri Kralı1nuı Kalbi

“Evet.”
Gözlerim yuvalarından çıkacak gibi oldu. “Beni yanına götür.”
“Bunun güvenli olduğunu düşünmüyorum...” dedi kadın
tereddütle.
Ellerimi kalçalarıma koydum. “Beni derhal yanına götür.
Lütfen.”
Beni koridordan ve merdivenlerden geçirdikten sonra ye­
mek odasının girişinde durdu. Köşeyi dönüp içeri girdim.
Aspen en uçta duruyor, elleri parmaklıkların üzerinde açık­
lığa bakıyordu. Krem ve altın renkleri giyinmişti ama yeleği
kırışmıştı, mavİ-siyah saçları boynuzlarının arasından dökülü­
yordu. Açıklıktan süzülen yaz havası -Kraliçe Dahlia sağ ol­
sun- odayı boğucu bir sıcaklığa hapsetmişti. Keşke daha ince
bir sabahlık giyseydim.
Kral’a yaklaştığım sırada bir başka gümbürtü koptu ve gök­
yüzüne su püskürdüğünü gördüm. “Aspen, demir aşkına, neler
oluyor?”
“Mağaraları yok ediyorum.” Yüzünü bana dönmedi, bakışları
dışarıdaki manzaraya kilitlenmişti. Bakışlarım takip ettiğimde
sahilde çok sayıda muhafızın olduğunu gördüm. Sular çekilmiş,
mercan mağaralarının birkaç girişi açığa çıkmıştı. Yarısı çökmüş,
mercan parçalarıyla dolmuştu. Muhafızlar açık bir mağarayı ba­
rut fıçılarına benzer şeylerle doldurmaya devam ediyordu.
“Bunu yapmanın daha güvenli bir yolu yok mu?”
Başını iki yana salladı. “Cobalt’m saraya gizlice girmesinin
imkânsız olduğundan em in olmalıyım. Döndüğünde doğru­
dan benimle yüzleşmek zorunda kalacak.”
Döndüğünde. Sesi bundan şüphe duymadığım açıkça gös­
teriyordu ve ona katılmadığımı söyleyemezdim. Prens zaten
ablamı, beni, Holstrom kızlarını ve konseyi manipüle edecek

371
Tessonja Odette

kadar ileri gitmişti... Neden şimdi dursundu kİ? Ayrıca kaç


konsey üyesi perinin Cobalt’ın sadık müttefiki olduğunu bil­
miyorduk.
Bir başka patlama meydana geldiğinde ayakta durmak için
tırabzanlara tutunmak zorunda kaldım ve patlamanın etkisi
geçene kadar dişlerimi sıktım. “Aspen, konuşmamız gerek.”
“İşlerim var.”
Kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturup vücudumu ona
doğru çevirdim. Hâlâ gözlerime bakmıyordu. “Hayır, konuş­
mamız gerekiyor. Hem de şimdi. Aramızdaki bu duvardan bık­
tım. Üç gün sonra düğünümüz var. Üç gün, Aspen.”
“Her şey hazır,” dedi Aspen. “Sorun çıkmayacak.”
“O zamana kadar sarayı havaya uçurursan çıkacak.”
“Sarayı havaya uçurmayacağım.”
“Odalar arasındaki tünelleri kapatmak için de patlayıcı kul­
lanacak mısın? Duvarları mı patlatacaksın? Bana tek kelime
dahi etmeden hayatımı tehlikeye mi atacaksın?”
Sonunda bana döndüğünde gözleri öfkeyle parlıyordu. “Sa­
dece seni korumaya çalışıyorum.”
“Beni korumak mı? Günlerdir yüzüme dahî bakmadın. Ev­
lendiğimizde de böyle mi olacak? Yaptığım şeyi sonsuza kadar
yüzüme mi vuracaksın?”
Gözlerime bakmaya devam ederken öfke maskesi yüzünden
düştü. Kırılganlığı kendini gösterdi, incinmenin gölgesi. “Bana
verdiğin sözü tutmadın,” diye fısıldadı.
Gözlerindeki bakışla titrememeye çalışıyordum. Günlerdir
bu konuşmaya hazırlanmış olsam da zordu. Derin bir nefes
alarak kendimi toparladım. "Adını sana karşı kullandığım içi11
özür dilerim. Cobalt’a karşı kazanacağın konusunda sana gü­
venmeliydim.’’

372
Peri Kralının Kalbi

Duruşu gevşemeye başladı. Güvenmeliydin, evet.”


“Ama sen de benim isteğimi dikkate almalıydın.”
Homurdanarak bana arkasını döndü. “Özre bak.”
Kolunu çekiştirsem de yüzüme bakmadı. “Anlatmaya ça­
lıştığım şey bu. Eğer evleneceksek beni dinlemeni istiyorum. ■
Söylediklerimi dikkate al.”
Tekrar bana döndü. “Seni şampiyonum olarak ilan etmemi
istediğinde söylediklerini dikkate aldım ve hayır cevabını ver­
dim. Birlikte geçireceğimiz hayat bu şekilde mi olacak? İstedi­
ğini her elde edemediğinde adımı mı kullanacaksın?”
İçimdeki öfkenin gitgide büyüdüğünü hissetsem de derin
bir nefes alıp sakinleştim. “Bu her zaman yaşanmayacak,” de­
dim. “Sana bunun sözünü verebilirim. Ancak adını bir daha
kullanmayacağıma dair söz veremem. Bunun senin hayatını'
kurtaracağını düşünürsem olmaz.”
Aspen in ifadesi bir sert bir yumuşaktı, gözleri benimkilere
kilitlenmişti.
Bir başka patlama altımızdaki zemini sarsarken ellerine uza­
nıp onları sıkıca tuttum. “Seni kaybetmeyeceğim, Aspen. Israr
etmezsem öleceğini düşünmüştüm. Belki de beni şampiyonun
ilan etmeni sağlayarak küstahça davrandım ama yaptıklarım­
dan pişmanlık duymuyorum. Hayatını kurtaracağını düşünür­
sem hiç tereddüt etmeden yine yaparım. Şimdiyse yapabilece­
ğim tek şey özür dilemek.”
Gözlerini kapayarak başını eğdi. “Hiç kimseden senden
korktuğum kadar korkmadım. Adımı kullanma gücü ellerin­
de. Beni kontrol etme gücü. Kalbimi kırma gücü.”
Ellerinden birini bırakıp yüzüne dokundum, parmaklarımı
çenesinde gezdirdim. “Senin de öyle. Bağın tam da bununla
alakalı olduğunu söylememiş miydin? Karşılıklı korku ve saygı?”

373
Tessonja Odette

Gözlerini açtı. “Evet ama ben bundan daha fazlasını istiyo­


rum.”
Bakışlarının yoğunluğu nefesimi kesti. Ne istiyorsun?
Hiçbir şey söylemeden dudaklarını hafifçe dudaklarıma
bastırdı. Ona doğru eğilerek kollarımı beline doladım. Sanı­
rım öpücüğüyle bana anlatmak istediklerini anlamıştım, he­
nüz birbirimizle paylaşmadığımız kelimelerden ibaretti. Bu
kelimeler Bağ kadar güçlü olmayabilirdi ama isimlerimizden
daha anlamlılardı. Dudaklarımı dudaklarından uzaklaştırsam
da bedenlerimiz birbirine yapışık kalmaya devam etti. “Aspen
ben...”
“Majesteleri.”
irkilerek Aspen’le birbirimizden ayrıldık ve bakışlarımı­
zı Foxglove’a çevirdik. Ellerinde tuttuğu mektuptan titrediği
açıktı.
Aspen hızla ona doğru gitti. “Ne oldu?”
Foxglove mektubu Aspen’e uzattı. Mührün çoktan kırılmış
olduğunu görebiliyordum. Dikkatimi daha çok çeken şeyse
mührün kendisiydi - balmumuna damgalanmış zarif bir E
harfi. Eisleigh’nin arması. Foxglove ellerini sıktı. “İnsan konseyi
eşleşmenizi geçersiz kıldı. Anlaşmayı güvence altına almak için
artık uygun bir çift değilsiniz.”
Aspen mektubu zarfın içinden çıkararak incelemeye başladı.
Kâğıdı yavaşça indirerek gözlerime baktı. “Anlaşma bozuldu.
Dışarıdan gelen bir başka patlama altımızdaki zemini sarstı,
bu patlamayı kalbimin güçlü gümbürtüsünden ayırt edeme­
dim. Aspen’in dudaklarından dökülenleri anlamaya çalışırken
ciğerlerim sıkışmış, nefesim kesilmişti. Anlaşma bozulduysa...
Sertçe yutkundum. “Savaşa giriyoruz.”

374

You might also like