Professional Documents
Culture Documents
HB-1. dönem-slayt-birleştirildi (1)
HB-1. dönem-slayt-birleştirildi (1)
HB-1. dönem-slayt-birleştirildi (1)
Tavsiye Edilen
Birkaç Kitap
Tavsiye Edilen Birkaç Kitap
•Kemal Gözler
(Hukuka Giriş)
Tavsiye Edilen
Birkaç Kitap
Hukuk Başlangıcı
Hukuka Giriş
Diğer Kitaplar:
Hukukun Temel Kavramları
Dayanışma…
«Sosyal dayanışma» varlığı gözlenebilen
bir olgudur. İkiye ayrılabilir:
[Toplumu oluşturan [Kişilerin ayrı işleri
bireyler arasındaki ihtiyaç, görmelerini ve her toplum
1. Benzeyiş dolayısıyla inanç ve duygu 2. İş bölümü dolayısıyla üyesinin diğer toplum
(mekanik) dayanışma benzerlikleri bunları bir (organik) dayanışma üyelerinin yaptığı işe
arada yaşamaya sevk muhtaç durumda
eder] bulunmasını gösterir.]
• Kişinin toplumdaki temel ödevi kendisine
düşen sosyal ve ekonomik fonksiyonu yerine
getirmektir. Hukukun asıl işlevi de bütün
fonksiyonların uygun biçimde yerine
getirilmesini sağlamak ve güvence altına
Dayanışma – almaktır.
Hukuk ilişkisi • Toplum hayatının gelişmesiyle birlikte
insanların ihtiyaçları çoğalmış ve
farklılaşmıştır. Bu durum organik
dayanışmayı gerekli kılmış ve insanlar sosyal
organizasyona giderek daha bağımlı hale
gelmiştir.
Çekişme!...
• Dayanışma gibi çekişme de bir sosyal gerçekliktir. Karşıt
çıkarlar dolayısıyla aile bireyleri bile çatışmaya girebilirler.
• Uluslar çatışır… Savaş vb. Keza ekonomik çatışmalar…
• Çatışmalar bazen «hayırlı sonuçlar» da doğurur. Birileri
kölelik kurumuna itiraz edip çatışma çıkarmasaydı kölelik
belki halen de devam edebilirdi. Ya da çalışanların
(emekçi kesimlerin) hak mücadelelerinin doğurduğu
sonuçlar…
Dayanışma – HUKUK SOSYAL HAYATIN ZORUNLU
(VAZGEÇİLEMEZ) DÜZENİNİ TEMİN
HUKUK, TOPLUM İÇİNDE HEM
DAYANIŞMAYI GÜÇLENDİRMEK HEM
Son Tahlilde
Hukukun
İşlevi
BÖYLELİKLE HUKUK, TOPLUMUN
YAŞAMA ENERJİSİNİ KAYBETMESİNİN
ÖNÜNE GEÇER, ONU AYAKTA TUTAR.
Toplumsal • Din Kuralları
Düzen Kuralları • Ahlak Kuralları
(= Beşeri • Örf ve Adet Kuralları
• Nezaket (Görgü) Kuralları
Davranış • Hukuk Kuralları
Kuralları)
Tanım: …
Tanımlamasak mı Acaba?
• Hukuk, toplum hayatında kişilerin birbirleriyle ve
toplumla (devletle) olan ilişkilerini düzenleyen ve
uyulması kamu kudretiyle desteklenmiş olan
kurallar bütünüdür.
• «Tarif, efradını cami, ağyarını mani olmalıdır.»
• «Terim çoğaltmak, açıklamak sayılmaz!»
• «İnsan, insana itaat etmemek için devleti icat etti.» George
Burdeau
• İnsanın insana itaat etmesi, belirsizlik ve keyfiliğe mahkum
edilmesi demektir.
• (Hukuk) kuralı ise önceden konulan, ilan edilen ve
İnsana değil, uygulandıktan sonra geçmişe etkili olacak şekilde
değiştirilemeyen bir şeydir. Bu insana güvenlik temin eder.
• Hukuk kuralları daima emir veren, yasak koyan, izin veya yetki veren kurallardır.
• Bu nedenle, bir «olması gereken» içermeyen önermeler «normatif» nitelikte olmadıklarından hukuk
kuralı olamazlar. Yani, «bugün hava soğuk», «Çin, Türkiye'nin komşusu değildir.» gibi önermeler, bir
emri, yasağı veya izni ifade etmediklerinden normatif nitelikte değildirler.
• Hukuk kuralı, insan davranışlarıyla ilgilidir. Bu nedenle, «Konya’da güneş, kış aylarında saat 6’da doğar»
şeklindeki bir önerme hukuk kuralı olamaz, zira konusu insan davranışlarıyla ilgili değildir.
• Bir hukuk kuralından söz edebilmek için bu kurala aykırı davranış imkanının olması gerekir.
• Hukuk kurallarının yaratıcısı beşeri iradedir. Hukuk kuralları insanlar tarafından konulur.
• Bir kuralın olabilmesi için «kuralı koyan» ve «kuralın muhatabı» olmak üzere en az iki kişiye ihtiyaç
vardır.
• Bir emrin hukuk kuralı olabilmesi için o emri verenin emri vermeye yetkili olması gerekir.
Hukuk – Ahlak Ayrımı
• Hukuk ve ahlak kuralları arasında çeşitli benzerlikler ve ayrılıklardan söz edilebilir:
• Hukuk, dışa yansımayan davranışlarla uğraşmaz. Buna karşılık kişinin kendisine yönelik davranışları (öznel ahlaki ilkeler) ahlakın alanına
girebilir.
• Hukuk ve ahlak kuralları arasında çoğu kez benzerlikler görülebilir. Ahlaka aykırı davranış ahlak kuralı tarafından kınanır; keza ahlaka aykırı bir
sözleşme hukuken de geçersizdir.
• Hem ahlak hem de hukuk alanında olumlu ve olumsuz emirler (yasaklar) söz konusudur. Yap! Yapma!. Borcunu öde!, hırsızlık yapma! gibi.
• Ahlakla tamamen ilgisiz hukuk kurallarına rastlanabilir. Örneğin karayollarındaki azami hız sınırlarını belirleyen kurallarda olduğu gibi, ya da
bir mahkemenin kaç hakimden oluşacağını düzenleyen kurallar gibi.
• Hukuk kuralının ihlal edilmesi halinde devletin yetkili organlarınca uygulanan teşkilatlı bir yaptırım söz konusu olur. Ahlak kuralının ihlal
edilmesi halinde ise toplumun kendiliğinden tepkisi ortaya çıkar. Hukukun yaptırımı önceden belirlenmiştir, sürekli ve genel nitelik taşır.
• Hukuk ve ahlak kuralları arasındaki bir diğer fark kaynak kriteri yönündendir. Hukukun kaynağı kanun koyucudur. Oysa sosyal ahlak
kurallarının belirleyicisi toplumdur. Kişisel ahlakın kaynağı ise kişinin vicdanıdır.
• Hukuk kuralının yürürlüğe girmesi ve yürürlükten kalkması yine hukuk kuralları tarafından belirlenen usullere göre olur; oysa ahlak
kurallarını değişimi toplumsal yapının değişmesi ile ilgilidir.
• Hukuk ve ahlak kuralları arasındaki asıl benzerlik, bunların her ikisinin de insanlararası sosyal ilişkileri düzenlemelerinden kaynaklanır.
Yaptırım…
• Hukuk kuralları, diğer sosyal davranış kurallarından müeyyidesi bakımından ayrılır.
• Hukuk kuralları müeyyidesi olan kurallardır. Müeyyide, kuralın ihlaline gösterilen bir
tepkidir. Bir cebir işlemidir.
• Cebir (zorlama) işlemiyle kişinin yaşamına son verilmesi (ölüm cezası), maddi ve
manevi varlığına zarar verilmesi (uzuv (organ) kesilmesi, kırbaç cezası), ekonomik
varlığa dokunulması (para cezası) gibi bir kötülüğün kuralı ihlal edene, onun iradesi
hilafına , gerekirse fiziki güç kullanılarak uygulanması anlatılmak istenmektedir.
• Hukuk kuralı, diğer davranış kurallarından cebri müeyyideye sahip olması yönüyle
ayrılır.
• Hukuk kuralı, beşeri irade tarafından konulan ve insan davranışlarını düzenleyen ve
cebir ile müeyyidelendirilmiş emir, yasak ve izinlerdir.
Din – Hukuk ilişkisinin tarihçesi
• İlkel topluluklarda uygulanan örflerin doğa üstü güçler tarafından belirlendiği, korunduğu ve bunların ihlalinin doğaüstü cezaları
doğurabileceği inancı yaygındır.
• Antik Yunanda da hukukun dini kökenli olduğu, «rahip-hakim»lerin kararlarının doğaüstü güçlerin görüşlerini yansıttığına
inanılmaktaydı.
• Hükümdarların ilahlar tarafından görevlendirilmiş olduğu görüşü çok eski ve yaygındır. Bu bağlamda Babil hükümdarı
Hammurabi’nin (saltanatı M.Ö. 1728-1686)yayınladığı kanunların girişinde, kendisinin ilahlar tarafından, adaleti
gerçekleştirmek, kötüyü yok etmek, memleketi güçlendirmek gibi amaçlar için görevlendirildiği belirtilmiştir.
• Dinin etkisi Orta Çağ boyunca da devam etmiştir. Bu çağda Avrupa’da Roma Katolik Kilisesi, Hristiyanlığı açıklamak ve temsil
etmek tekelini elinde bulundurduğu gibi bilim ve eğitim alanını da denetimi altında bulundurmuştur.
• Avrupa’da hukukun dini etkilerden kurtulması ve laikleşmesi süreci XVI. Y.Y.’dan itibaren belirmeye başlamıştır.
• Avrupa’da kilise hukukundan gelen bazı ilkeler hem kıta Avrupası hem de İngiliz hukuk sistemlerinde yer almıştır. Örneğin
«hakimin vicdani kanaatine göre karar vermesi» gibi.
• Orta Çağ boyunca Avrupa’da dinin kişinin ebedi hayatını ilgilendirdiği ve bu nedenle fani hayatı düzenleyen devlete nazaran
daha üstün bir fonksiyona sahip olduğu ileri sürülmüştür.
• Rönesans ve Reform hareketleri dinin devlet üzerindeki etkisinin azalması sonucunu vermiştir. Çeşitli düşünürler, devlet
yönetimini dinden bağımsızlaştırmak için fikirler ileri sürmüşlerdir. Örneğin N. Machiavelli (1469-1527) hükümdarın kendi
koyduğu kurallara göre ülkeyi yönetme hakkına sahip olduğunu ifade etmiş; J. Locke kişilerin din konusundaki düşünce ve
uygulamalarından dolayı kınanamayacağını ve suçlanamayacağını, kısaca dinsel hoşgörüyü savunmuştur.
• 1789 Bildirisi, m. 10: «Hiç kimse fikirlerinden dolayı –bunlar dini nitelikte olsalar dahi- tedirgin edilemez; yeter ki bunların açığa
vurulması kanunla kurulan kamu düzenini bozmasın.» Burada din ve vicdan hürriyetinin tanınmasının yanında devlet hukukunun
üstünlüğüne de vurgu yapılması dikkat çekicidir.
• İslam hukuku, halkı Müslüman olan ülkelerde ve bu arada ülkemizde de uzun yıllar
Din – Hukuk etkili olmuştur. Osmanlı döneminde ülkemizde özel hukuk alanında dini hukuk (şer’i
hukuk) esasları uygulanmıştır. Bunun yanında özellikle idare ve vergi hukuku
ilişkisinin alanlarında hükümdar fermanları ile belirlenen ve örfi hukuk denen bir hukuk dalı da
etkili olmuştur.
tarihçesi-II • Mecelle-i Ahkamı Adliyye: Özel hukukun belli alanlarına ilişkin İslam hukuku ilkelerinin
kanunlaştırılmasıyla ortaya çıkmış bir metindir. Ahmet Cevdet Paşa başkanlığında bir
komisyonca hazırlanmış, 1851 madde ve 16 kitaptan oluşan bir kanun derlemesidir.
1876’dan itibaren 1926 yılında Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girmesine kadar
uygulanmıştır.
• 1876 ve 1924 tarihli Anayasalarımızda devletin dininin «İslam Dini» olduğuna dair
hükümler yer almıştır. Buna karşılık 1928 yılında Anayasada değişiklik yapılarak
«Türkiye devletinin dini İslam'dır.» şeklindeki düzenleme Anayasadan çıkarılmıştır.
1937 yılında yapılan anayasa değişikliği ile de Cumhuriyetin temel niteliklerinden
birinin laiklik olduğu belirtilmiş ve laiklik ilkesi anayasada ifadesini bulmuştur. 1961 ve
1982 Anayasalarında da bu esas benimsenmiştir.
• İlkel topluluklardan itibaren evlenme, ganimet paylaşma, ölüm, suça uygulanacak
yaptırımın belirlenmesi vb. konularla ilgili örf adet kurallarının ortaya çıktığı
bilinmektedir.
• Örf ve adet kuralları yavaş bir süreç içinde oluşurlar. Eğer toplum üyelerinin çoğunluğu
Örf ve Adet belli bir davranış modelini uzun süreden beri benimsemiş olursa, o konuda bir örf ve
adet kuralının oluştuğu söylenebilir.
Kuralları • İlk önce mevcut örf ve adet kurallarının yazılı hale getirilmesi yoluyla kanunların
oluşturulduğu söylenebilir. Kanun koyucunun kendi belirlediği amaçlar yönünde toplum
(Tarihçe) hayatını biçimlendirebileceği görüşü sonradan ortaya çıkmıştır.
• Yasama organının faaliyeti sonucu kanunların belirgin ve kesi bir nitelik kazanması örf ve
adet hukukunun etkinliğinin azalmasında rol oynamıştır.
• Çağdaş hukukta örf ve adet hukuku, ancak kanunlar veya mahkeme kararları tarafından
benimsendiği, diğer bir ifadeyle devlet hukuku tarafından tanındığı ölçüde geçerlik
kazanmaktadır.
• Toplumda geçerli örf ve adet kurallarına tamamen ters düşen ve toplum tarafından
benimsenmeyen yazılı hukukun, istisnai olarak, örf ve adet kuralları tarafından etkisiz
hale getirilmesi, kanunun «ölü kanun» niteliği kazanması söz konuş olabilir.
Örf ve Adet Kuralları (Geçerlilik Şartları)
• Bir örf ve adet kuralının kabul edilebilmesi için çeşitli şartların aranması gerekir.
• 1. Kesinlik: Bu ilke, örf ve adet kuralının anlam ve içeriği konusunda tartışma olmamasını öngörür.
• 2. Akla uygunluk: örf ve adet kuralı akla aykırı olmamalıdır. İçeriği saçma olan, akıl tarafından kabul edilmesi mümkün
olmayan bir davranış modeli, örf ve adet kuralı niteliğini kazanamaz.
• 3. Hukuk sisteminin genel esaslarına aykırı olmamak: örf ve adet kuralının hukuk sisteminin genel esaslarına veya
kanunlara aykırı olması halinde bu kuralın mahkemeler tarafından kabul edilip uygulanmasına imkan yoktur. Pozitif
hukukun reddettiği, yasakladığı veya değiştirmek istediği bir geleneğin mahkemeler tarafından benimsenip uygulanması
imkansızdır.
• 4. süreklilik: örf ve adet kuralı, kesintisiz olarak sürekli bir şekilde uygulanmış olmalıdır.
• 5. Eskilik: örf ve adet kuralının çok eski zamandan beri var olması ve uygulanıyor olması gerekir. Öyle ki kuralın ne zaman
ortaya çıktığını yaşayanlardan kimse hatırlamamalıdır. «Kadim odur ki onun evvelini kimse bilmeye…»
• 6. Genel inanç: Toplum üyelerinin bilincinde örf ve adet kuralının iyi ve doğru olduğu inancı yerleşmiş olmalıdır. Toplum
üyelerince benimsenmeyen ve zorla uygulanmış olan bir kuralın saygınlık kazanması ve kabul edilmesi mümkün değildir.
• Bir örf ve adet kuralının geçerli olabilmesi için yukarıda aranan altı şartın hepsi bir arada bulunmayabilir. Fakat kanuna ve
hukuk sisteminin genel esaslarına aykırı olmamak en önemli şarttır. Bundan sonra süreklilik ve genel inanç şartları gelir.
Bu üç unsurun birlikte varlığı, mahkemelerin örf ve adet kuralını, kanunda boşluk bulunması halinde uygulamaları
bakımından yeterli sayılır.
Örf ve Adet Kuralları (Özel Hukuk Alanından Örnekler)
• Örf ve adet hukukunun kabul edilmediği alan ceza hukukudur. Çünkü ceza hukukunda suçun ve cezanın
kanun tarafından belirlenmesi ilkesi geçerlidir.
• Türk Medeni Kanununun 1. maddesinde
• «Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.
• Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim örf ve adet hukukuna göre, … karar verir» hükmü yer almıştır.
• Bu düzenleme şekli, Türk hukukunda örf ve adetin kanunda boşluk bulunması halinde uygulanması
öngörülen ikinci derecedeki hukuk kaynağı olduğunu göstermektedir.
• Bu genel hükmün yanında bazı durumlarda Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu örf ve adet kuralının
uygulanmasını özel olarak öngörmüş bulunmaktadır:
• M.K. M.751: «… herkes başkasının orman ve mer’asına girebilir ve oralarda yetişen yabani meyve, mantar ve
benzeri şeyleri, yerel adetlerin izin verdiği ölçüde toplayıp alabilir.»
• B.K. M. 314: «Kiracı, aksine sözleşme ve yerel adet olmadıkça, kira bedelini … her ayın sonunda … ödemekle
yükümlüdür.»
• Ticaret Kanunu m. 2: «Bir bölgeye veya bir ticaret dalına özgü ticari örf ve adetler genel olanlara üstün
tutulur.»
• Örf ve adet kuralları daha çok özel hukuk alanında etkili olmaktadır. Kamu hukuku alanında çok daha sınırlı
bir kullanımı söz konusu olabilir. İngiltere'deki anayasal örflerin durumu istisnaidir.
Hukuk Kuralının başlıca özellikleri…
1. Hukuk kuralları insanlar arası ilişkileri düzenlemek
amacıyla çıkarılır.
Hukuk metinlerinde örneğin medeni hukuk ve ticaret hukuku gibi alanlarındaki
sosyal ilişkiler düzenlenir ya da örneğin doğal çevrenin korunmasına ya da trafik
düzeninin kurulup sürdürülmesine ilişkin ilişkin düzenlemeler yapılır. Ama bütün
bu düzenlemeler insanı muhatap alır ve onun davranışlarını düzene koymayı
hedefler.
Objektif millet anlayışı: Buna göre millet (ulus), ırk, dil, din gibi objektif bağlarla
birbirine bağlanmış insan topluluğunu ifade eder.
Sübjektif millet anlayışı: Ulus, ortak geçmiş, hatıra, amaç, ideal, ülkü birliği gibi manevi
bağlarla kenetlenmiş bir insan topluluğudur. Bu anlayış çerçevesinde, kendisini belli
bir millete mensup hisseden kişi o milletten sayılmaktadır.
Ulus soyut bir kavramdır. Sadece bir yerde belli bir zamanda yaşayan halkı veya
vatandaşları ifade etmez; bugünle birlikte geçmişe ve geleceğe de vurgu yapar.
Yine yürütme yetkisi Başkana verilmişse de, kendi kabinesine atayacağı kişiler dahil
olmak üzere Bütün önemli atamalarda ve antlaşmaların yapımında Kongrenin
onayını almak zorundadır.
Kamu haklarından herkes aynı şekilde yararlanma hakkına sahip değildir. Örneğin seçilme
hakkının kullanılabilmesi için pek çok ek koşul gerekebilir. Yaş, yurttaşlık, olumlu sicil, eğitim
şartı vb.
Kamu haklarında genellik ilkesi uygulanmaz. Örneğin yabancılar seçme ve seçilme
haklarından yararlanamazlar.
Özel haklar, kişilerarası ilişkileri düzenleyen ve özel hukuktan kaynaklanan haklardır. Özel
haklardan yararlanma açısından kural olarak eşitlik ilkesi ve genellik ilkesi uygulanır. Herkes
özel haklardan yararlanma hakkına sahiptir ve haklardan eşit olarak yararlanabilir.
Özel haklar niteliklerine göre mutlak haklar ve nispi haklar olarak ikiye ayrılmaktadır. Buna
göre,
Mutlak haklar, herkese karşı ileri sürülebilen haklardır. Hak sahibine en geniş yetkileri bu
kategorideki haklar temin eder. Mutlak haklar sınırlı sayıdadır. Mutlak haklar içerisinde en
önde geleni mülkiyet hakkıdır.
Mutlak Haklar – Nispi Haklar
▪ Hakka dayanılmak suretiyle istenilen, bir hareketi yapmak veya bir hareketten kaçınmak
yükümlülüğüne hukuki ödev adı verilir.
▪ Hukuki ödev, olumlu nitelik taşıyabileceği gibi yapmama şeklinde olumsuz bir davranışı da
gerektirebilir. Örneğin, bir şarkıcı belli bir eğlence mekanında belli gün ve saatlerde şarkı
söylemek üzere muhatabıyla bir sözleşme yaparsa olumlu bir yükümlülük altına girmiş olur.
Buna karşılık bir oyuncu, içinde rol aldığı TV dizisinin devamı boyunca başka bir televizyon
programında yer almayacağına dair bir sözleşme yaparsa bu durumda olumsuz bir yükümlülük
üstlenmiş olacaktır.
▪ Hukuki ödev, belirli bir şekilde davranmak veya belirli bir şekilde davranmaktan kaçınmak
yükümlülüğünü ifade eder.
▪ Kural olarak, bir hakkın karşılığı olarak ortaya çıkan bir hukuki ödev (borç, yükümlülük) söz
konusudur. Bu anlamda hak ile hukuki ödev arasında karşılıklılık ilişkisinin bulunduğu
görülmektedir.
▪ Hukuk düzeninin bir kimse için hak tanıması, başka bir kişinin hukuki ödev yüklenmesi demektir.
Hukuki Ödev Kavramı
Hakkın değeri de hukuki ödev doğurmasından ileri gelmektedir. Eğer hukuk düzeni sadece haklardan
söz edip bunların karşılığı olan hukuki ödevleri düzenlememiş olsaydı hakların değeri tartışılır hale
gelirdi. Hakkı asıl değerli kılan hukuki ödev doğurmasıdır.
Hak ve hukuki ödev kavramlarına yer vermeksizin bir hukuk düzeninin işletilmesi mümkün değildir.
Bazı yazarlar, hak ve ödev kavramlarını karşılaştırırken hak kavramının daha aktif, dinamik ve enerjik
olduğunu, hukuki ödev kavramının ise daha çok pasif nitelikte olduğunu ifade etmişlerdir.
İnsanın psikolojik yapısı itibariyle hakkı kazanmak ve korumak hususunda daha istekli ve atak olduğu,
buna karşılık hukuki ödevin yerine getirilmesinde aynı heyecanının duyulmadığı söylenebilir.
Hak ve ödev kavramları arasında bir karşılıklılık ilişkisi vardır. Bununla beraber anayasalarda yer alan
sosyal ve ekonomik haklar yönünden konu ele alındığında hak-ödev karşılıklığının zayıfladığını
söyleyebilmek mümkündür. Çünkü sosyal ve ekonomik haklar başlığı altında sıralanan hakların
gerçekleştirilmesi devletin mali imkanlarıyla sınırlı bulunmaktadır.
Dolayısıyla hak ve ödev kavramları arasındaki karşılıklılık ilişkisi kamu hukuku alanında özel hukuk
alanına nazaran daha az belirgindir.
Örneğin Anayasanın 56. maddesinde «Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların
ödevidir.» hükmü yer almaktadır. Bununla beraber, bu hüküm, kişilere, çevre kirlenmesini önlemeyen
ve çevre sağlığını korumayan kamu makamlarına karşı gerçek anlamda bir hak tanındığı şeklinde
yorumlanmaya elverişli değildir.
HUKUK NORMLARI HİYERARŞİSİ
Normlar Hiyerarşisi Teorisi:
Bir hukuk düzeni, çeşitli hukuk kurallarının toplamından oluşur ve hukuk düzeni kendi içinde
tutarlı bir bütündür. Bir hukuk düzeninde hukuk kuralları rastlantısal (dağınık) bir şekilde
bulunmaz, aksine bunlar bir hiyerarşik yapı oluşturacak şekilde düzenli olarak sıralanırlar.
Türk hukuk düzeninde, güçlerine göre hukuk kurallarını, detaylarını şimdilik bir kenara
bırakarak, anayasa, kanun, yönetmelik şeklinde sıralayabiliriz. Bu sıralama bir piramit
şeklinde gösterilir ve bu yüzden normlar hiyerarşisini ifade etmek üzere hukuk normları
piramidi ifadesi de kullanılır.
Hukuk normlarının bu şekilde sıralanması ilk defa Hans Kelsen tarafından 1934 tarihli Saf
Hukuk Teorisi adlı yapıtında sistematik bir şekilde açıklanmıştır.
Kelsen’e göre; «… hukuk düzeni, yan yana duran normlar yığını değil, ama biri diğerine
bağımlı, biri diğerinin altında ya da üstünde yer alan normlardan oluşmuş bir hiyerarşi yahut
bir piramittir.»
Hukuk kurallarının bir hiyerarşi içinde yer almalarının sonucu şudur: Bir kanun geçerliliğin
anayasadan alır ve anayasaya aykırı olamaz. Keza bir yönetmelik de geçerliliğini
kanundan alır ve kanuna aykırı olamaz.
Kısaca normlar hiyerarşisi anlayışı çerçevesinde piramidin alt basamağında yer alan bir
norm üst basamakta yer alan norma/normlara aykırı olamaz.
Normlar Hiyerarşisinin Varlık Nedeni
Normlar Hiyerarşisi Teorisi, hukuk düzeninin tutarlı bir bütün
olduğu varsayımına dayanır. Eğer hukuk düzeni kendi içinde
tutarlı bir bütün olacaksa, bünyesindeki normların belli bir
düzen içinde sıralanması gerekir. Bu sıralanmanın hiyerarşik
yapıda olması halinde kuralların birbirine uygunluğu
sağlanabilir.
Bir hukuk düzenindeki bütün kurallar son tahlilde anayasaya
uygun olmak zorundadır. Hukuk düzeninin bütünlüğü ilkesi, bu
düzenin tepesinde tek bir anayasanın olmasını ve diğer
normların bu anayasaya uygun olmalarını gerektirir.
Hans Kelsen
(1881 - 1973)
Avusturyalı hukukçu
Normlar Hiyerarşisinin Temeli: Organlar Hiyerarşisi…
Normlar Hiyerarşisinin temelinde «makamlar hiyerarşisi» veya «organlar hiyerarşisi» bulunur.
Normlar hiyerarşisinde bir normun bulunduğu basamak, makamlar hiyerarşisinde bu normu koyan
makamın bulunduğu basamağa bağlıdır.
Sözünü ettiğimiz organlar veya makamlar yukarından aşağıya kurucu iktidar, yasama organı ve
yürütme organı şeklinde sıralanabilir.
1. Kurucu İktidar: Bir hukuk düzeninde en üst organ kurucu iktidardır. Kurucu iktidar anayasayı yapan
iktidardır.
2. Yasama Organı: Yasama organı, kurucu iktidarın yaptığı anayasayla kurulur, dolayısıyla kurucu
iktidarın altında yer alır. Organlar hiyerarşisinde yasama organı, yürütme organının üstünde yer alır.
Çünkü yürütme organı anayasa ve kanunla kurulur. Kanunla yürütme organının yapısında, görev ve
yetkilerinde değişiklikler yapılabilir.
3. Yürütme Organı: Yürütme organı, organlar hiyerarşisinde yasama organından sonra gelir. Yürütme
organı tek bir makamdan oluşmaz. Yürütme organının içinde bakanlıklar, valilikler, kaymakamlıklar gibi
pek çok makam bulunur. Bu makamlar arasında da bir hiyerarşi vardır. Örneğin parlamenter
sistemlerde bu sıralama bakanlar kurulu, bakan, vali … şeklindedir.
Organlar Hiyerarşisi…
Organlar hiyerarşisinde üst organın koyduğu bir norm, alt organın koyduğu
normdan üstündür. Anayasa kanundan üstündür; çünkü anayasa kurucu
iktidarın iradesinin ürünüdür ve kurucu iktidar organlar hiyerarşisinde yasama
organının üstünde bulunmaktadır. Aynı şekilde kanun da yasama organının
bir işlemi olarak yürütme organının tüzük, yönetmelik gibi düzenleyici
işlemlerinden üstündür, çünkü yasama organı yürütme organından üstündür.
Normlar Hiyerarşisinin Basamakları
Birinci Basamak: Anayasa
Normlar hiyerarşisinin en üst basamağında anayasa yer alır. Asli kurucu iktidar,
hukuk boşluğunun olduğu durumlarda herhangi bir hukuk normu ile bağlı
olmaksızın sıfırdan (yeni) bir anayasa yapar. Tali kurucu iktidar ise, var olan
anayasanın öngördüğü usule ve şartlara uyarak mevcut anayasada değişiklikler
yapar.
Yasama organı, tali kurucu iktidar olarak anayasayı en az 3/5 ya da 2/3 gibi
nitelikli çoğunluk oyuyla değiştirebilir. Buna, devlet başkanını ve referandum
yoluyla iradesini açıklayan halkı da eklemek gerekir.
Anayasa, devletin şeklini, kişilerin hak ve ödevlerini, devlet organlarını ve bu
organlar arasındaki ilişkileri belirten bağlayıcı hukuk kurallarını içerir. Anayasa
hükümleri yasama yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer
kuruluş ve kişileri bağlar. M.11.
1982 Anayasasında, Başlangıç kısmından sonra Genel Esaslar (m.1-11) başlıklı bir
bölüm gelmektedir. Bunu takiben temel hak ve hürriyetler kısmı (m.12-74)
gelmektedir. (75-160. maddeler arasında ise) devletin temel organları olarak
yasama, yürütme ve yargı organlarının kuruluş ve işleyişiyle ilgili hükümler yer
almıştır.
Katı anayasa – yumuşak anayasa ayrımı.
Madde 175 – (Değişik: 17/5/1987-3361/3 md.)
Anayasanın değiştirilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri tarafından
yazıyla teklif edilebilir. (200 MV.) Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki teklifler Genel Kurulda iki defa
görüşülür. Değiştirme teklifinin kabulü Meclisin üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun (360 MV.) gizli
oyuyla mümkündür.
Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve kabulü, bu maddedeki kayıtlar dışında,
kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere tabidir.
Cumhurbaşkanı Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları, bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük
Millet Meclisine geri gönderebilir. Meclis, geri gönderilen Kanunu, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile
aynen kabul ederse Cumhurbaşkanı bu Kanunu halkoyuna sunabilir.
Meclisce üye tamsayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az oyla kabul edilen Anayasa değişikliği
hakkındaki Kanun, Cumhurbaşkanı tarafından Meclise iade edilmediği takdirde halkoyuna sunulmak üzere
Resmî Gazetede yayımlanır.
Doğrudan veya Cumhurbaşkanının iadesi üzerine, Meclis üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu (400
MV.) ile kabul edilen Anayasa değişikliğine ilişkin kanun veya gerekli görülen maddeleri Cumhurbaşkanı
tarafından halkoyuna sunulabilir. Halkoylamasına sunulmayan Anayasa değişikliğine ilişkin Kanun veya ilgili
maddeler Resmî Gazetede yayımlanır.
Halkoyuna sunulan Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların yürürlüğe girmesi için, halkoylamasında
kullanılan geçerli oyların yarısından çoğunun kabul oyu olması gerekir.»
İkinci Basamak: Temel Hak ve Özgürlüklere İlişkin Milletlerarası Andlaşmalar
Fakat Anayasanın 90. maddesinde 2004 yılında yapılan değişiklikle kanunlar ile
Temel Hak ve Özgürlüklere İlişkin Milletlerarası Andlaşmalar arasında hiyerarşi
ihdas edilmiştir. Artık bu tür milletlerarası andlaşmalar Türk normlar hiyerarşisinde
kanunlardan daha üstündür.
Böylece Türk normlar hiyerarşisinde, kanunlar ile anayasa arasında «temel hak
ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalar basmağı» şeklinde yeni bir
basamak ortaya çıkmıştır.
Üçüncü Basamak: Kanunlar, Milletlerarası Andlaşmalar, OHAL
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, Eski Dönemden Kalan KHK’ler
1. Kanunlar: Normlar hiyerarşisinin üçüncü basamağında kanunlar
bulunur. Anayasa normlar hiyerarşisinin birinci basamağında
kanunlar ise üçüncü basamağında yer aldığına göre kanunlar
anayasaya aykırı olamaz. Bu husus anayasanın 11. maddesinde de
açıkça gösterilmiştir.
Bütün kanunlar yasama organı tarafından yapılır. Yani bütün
kanunların temelinde aynı organın iradesi bulunur. Dolayısıyla
kanunlar arasında hiyerarşi olmaz. Bütün kanunlar normlar
hiyerarşisinin aynı basamağında yer alır. Kanunlar arasında bir
çatışma çıkarsa bu çatışma «sonraki kanun önceki kanunu ilga
eder» ve «özel kanun genel kanunu ilga eder» ilkeleri çerçevesinde
çözümlenir.
2. Milletlerarası Andlaşmalar: Milletlerarası andlaşmalar ile kanunlar
arasında hiyerarşi yoktur; bunlar normlar hiyerarşisinde kanunlar ile
aynı basamakta yer yer alır. Çünkü milletlerarası andlaşmaların
onaylanmasının uygun bulunmasına dair kanunlar da, diğer
kanunlar gibi TBMM’nin basit çoğunluğuyla kabul edilmektedir.
Kanunlar, KHK’ler ve milletlerarası andlaşmalar, normlar hiyerarşisinin
aynı basamağında yer alır. Bunlar arasında çatışma çıkması halinde
sorun «sonraki kanun önceki kanunu ilga eder» ve «özel kanun genel
kanunu ilga eder» ilkeleri çerçevesinde çözümlenir.
3. Olağanüstü Hal Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri: Anayasanın
119/6. maddesine göre olağanüstü hallerde çıkarılacak
cumhurbaşkanlığı kararnameleri «kanun hükmünde»dir. Dolayısıyla
bu tür cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile kanunlar aynı basmakta
yer alırlar.
4. Eski Dönemden kalan KHK’ler: 2017 tarihli anayasa değişikliği
sonrasında artık yeni bir KHK çıkarılması söz konusu değildir. Buna karşılık
2017 tarihli söz konusu anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği 9 Temmuz
2018 tarihinde yürürlükte olan pek çok KHK bugün de yürürlüktedir ve
bunlar ayrıca kaldırılmadığı sürece yürürlükte kalmaya devam
edecektir.
9 Temmuz 2018’den önce KHK’ler, adı üstünde kanun «hükmünde»
idiler. Yani KHK’ler kanunlarla aynı seviyede yer alırdı. Bir KHK ile
kanunlarda değişiklik yapılabilir ve hatta söz konusu kanun yürürlükten
kaldırılabilirdi.
Türkiye'de kanun TBMM, KHK ise Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılırdı.
Kanunlar ile KHK’lerin normlar hiyerarşisinde aynı basamakta bulunması,
organlar hiyerarşisi bakımından bir sorun teşkil etmemekteydi. Çünkü
Bakanlar Kurulunu KHK çıkarabilmesi için önce TBMM’nin yetki
kanunuyla Bakanlar kuruluna KHK çıkarma yetkisi vermesi gerekirdi
ayrıca çıkarılan KHK onay için TBMM’ne sunulurdu.
Dördüncü Basamak: İçtihatları Birleştirme Kararları
Türk hukukunda yargısal içtihatlar, hukukun asıl kaynağı değil yardımcı
kaynağıdır. İçtihatlar kural olarak hakimi bağlayıcı nitelikte değildir.
Bununla birlikte Türk hukukunda yargısal içtihatların bağlayıcı olmaması
kuralının bir istisnası vardır: Buna göre yüksek mahkemelerin verdikleri
içtihatları birleştirme kararları bütün mahkemeleri bağlar. Dolayısıyla
yüksek mahkemelerin içtihatları birleştirme kararları Türk normlar
hiyerarşisine dâhidir.
Yüksek mahkemelerin içtihatları birleştirme kararları hiyerarşide idarenin
düzenleyici işlemlerinin üstünde, kanunların ise altında yer alır.
Beşinci Basamak: Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri hukukumuza 2017 tarihli anayasa
değişikliği ile girmiştir. Anayasanın 104/19. maddesine göre
«Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler
bulunması halinde kanun hükümleri uygulanır. TBMM’nin aynı konuda
kanun çıkarması durumunda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi hükümsüz
hale gelir.» Dolaysısıyla normlar hiyerarşisinde Cumhurbaşkanlığı
Kararnamelerinin kanun altı seviyede bulunduğunu söylenebilir.
Son Basamak: Yönetmelikler
Yönetmelikler, Cumhurbaşkanı, bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri
tarafından çıkarılan düzenleyici işlemlerdir. Dolayısıyla
yönetmeliklerin temelinde yürütme organına dahil bir makamın
iradesi bulunur. Bu nedenle yönetmelikler yasama organının iradesini
yansıtan kanunlardan daima alt seviyede bulunur.
HUKUKTA YORUM
METOTLARI
Yorum Kavramı
■ Genel bir tanımla yorum, bir metnin anlamının belirlenmesi faaliyetidir. Metni okuyan
kişinin o metnin ne anlama geldiğini belirtmesine yorum denir.
■ Otantik yorum: Aynı hukuki metnin, değişik yorumcular tarafından farklı şekillerde
anlaşılıp yorumlanması mümkündür. Ancak bunlardan sadece biri geçerli ve bağlayıcı
olabilir. İşte bu bağlayıcı yoruma otantik yorum denir. Otantik yorum, hukuken
kendisine itiraz edilemeyen ve pozitif hukukun kendisine hukuki sonuçlar bağladığı
yorumdur.
■ Genellikle önlerindeki davayla ilgili otantik yorum yapma yetkisi mahkemelere aittir. İlk
derece mahkemelerinin yaptıkları yorumlar, bu mahkemelerin kararlarına karşı istinaf
ve temyiz gibi kanun yollarına başvurulması halinde üst mahkemelerin denetimine
tabidir. Dolayısıyla kanunların otantik yorumcularının yüksek mahkemeler olduğunu
söyleyebiliriz.
Yorum Çeşitleri
■ Yorum, yorumu yapan kişi veya makam bakımından yasama yorumu, yargısal yorum ve
bilimsel yorum olarak üçe ayrılabilir.
■ Yasama yorumu, kanun koyucunun kendisi tarafından yapılan yorumdur.
■ Bu yorum yönteminin kabulünün arkasında «kanunu koyan onu yorumlamaya da yetkilidir»
görüşü yatar.
■ Pozitif hukukta öngörülmüş olması kaydıyla yasama yorumu kanun gücündedir, bütün
mahkemeleri ve yürütme organını bağlar.
■ Yargısal yorum, mahkemeler tarafından yapılan yorumdur. Kanunun somut olaylara
uygulanabilmesi için yorum yapılması kaçınılmazdır. Bu nedenle yorum yargısal faaliyetin
ayrılmaz bir parçasıdır. Hakimler kanunun belirsiz olduğunu ileri sürerek önlerindeki davada
karar vermekten imtina edemezler. Kanunu her halükarda bir anlamı v-ardır, bunun
araştırılıp yorumlanıp ortaya çıkarılması gerekir.
■ Yargısal yorumun geçerliliği bu yorumu yapan mahkemenin önündeki somut olay ile
sınırlıdır.
■ Yargı yorumu ilke olarak serbesttir. Hakim, önündeki davada belirli bir kanun hükmünü
yorumlarken bu kuralın başka mahkemelerce yapılmış yorumlarıyla bağlı değildir. Keza yargı
yorumu, ilke olarak hakimin kendisini de bağlamaz. Yani bir başka olayda hakim aynı kuralı
başka türlü yorumlayabilir.
Yorum Çeşitleri
■ Bununla birlikte yargı yorumunun serbestliği, yorum konusunda mahkemelerin keyfi bir
yetkiye sahip olduğu anlamına gelmez. Çünkü bir mahkeme kararına karşı kanun
yollarına başvurulduğunda hakimin yaptığı yorum üst yargı organlarınca debetime tabi
tutulur.
■ Dolayısıyla hakimler, yorumlarını bilimsel ve mantıki esaslara dayandırmak ve
gerekçelendirmek zorundadırlar.
■ Bilimsel yorum, en kısa tanımıyla hukuk bilimiyle uğraşan kişilerce yapılan yorumdur.
■ Bilimsel yorum bağlayıcı değildir; fakat mahkemeler doktrinin yaptığı yorumlardan
yararlanabilirler; yararlanmaları de gerekir; nitekim uygulama da bilimsel yorumlara
müracaat edildiği görülmektedir.
1. Yasama Yorumu Metodu
■ Kanunu yapan organın kendi yaptığı kanunları yine kendisinin yorumlamasına yasama
yorumu denilmektedir.
■ Bu yorum türünün kullanılabilmesi için anayasanın böyle bir yorum yöntemini açıkça
öngörmüş olması gerekir.
■ Yasama organınca yapılan yasama yorumu kanun gücüne sahiptir. Dolayısıyla da hem
yürütme hem de yargı organı açısından bağlayıcı niteliktedir.
■ Türkiye'de 1924 Anayasasının 26. maddesinde «Kanun koymak, kanunlarda değişiklik
yapmak, kanunları yorumlamak, kanunları kaldırmak…» yetkilerinin TBMM’ne ait
olduğu belirtilmişti.
■ TBMM bu maddeye dayanarak 1924-1960 yılları arasında kanunların yorumlanması ile
ilgili çeşitli yorum (tefsir) kararları vermiştir.
■ Örneğin, 1937 yılında 991 sayılı kararla ilgili kanunda yer alan «yüz kızartıcı suç»
kavramının kanunda sayılanlardan ibaret olmadığını belirterek bu suçların kapsamını
genişletecek şekilde bir yorum yapmıştır.
■ Yasama yorumuna taraftar olanlar, kanunu yapanın aynı zamanda onu en iyi şekilde
yorumlayabileceği varsayımından hareket etmektedirler.
Yasama Yorumu Metodu
■ Ülkemizde 1961 ve 1982 Anayasaları TBMM’ne kanunları yorumlama yetkisini
vermemişlerdir.
■ Bunun nedeni, yorum yetkisinin kanunu uygulayan yargı organına ya da idari makamlara
ait olduğu görüşünün kabul edilmesidir. Bu anlayışa göre TBMM uygun veya yeterli
görmediği kanunları değiştirebilir veya yürürlükten kaldırabilir; yeni kanunlar yapabilir.
■ Parlamento, kanunları yorumlayarak onların nasıl anlaşılması ve uygulanması gerektiği
yönünde bir irade açıkladığında bu, görülmekte olan davalara parlamentonun
müdahalesi niteliğine de bürünebilir.
■ Bu nedenlerle 1961 ve 1982 Anayasalarında TBMM’nin «kanunları yapmak, değiştirmek
ve kaldırmak» yetkilerine sahip olduğu belirtilmiş fakat kanunları yorumlamak
yetkisinden söz edilmemiştir. Bu nedenle 1961 Anayasasının yürürlüğe girdiği tarihten
beri Türk Hukukunda yasama yorumu (teşrii tefsir) yöntemi uygulanmamaktadır.
2. Lâfzi (Sözel) Yorum Metodu
■ Kanun koyucunun ne dediğini anlamak için, ilk önce kanunun sözüne yani metnine
bakmak gerekir. Lafzi yorum yönteminde, bir kanun maddesinin anlamı, bu maddenin
metninde kullanılan kelimelere, bu kelimelerin cümle içindeki yerlerine, söz dizimine ve
noktalama işaretlerine bakılarak tespit edilir.
■ Bir kanun maddesinin ne anlama geldiğini tespit etmek için her şeyden önce o
maddenin metnine, sözlerine bakılır. Diğer bir ifadeyle kanunun anlamı tespit edilmeye
girişildiğinde lafzi yorum yöntemine her halükarda başvurulacak demektir. Bu nedenle
metinden ve sözden kopuk bir yorum söz konusu olamaz.
■ Lafzi yorum yöntemiyle diğer yorum türleri arasındaki fark şuradadır: Lafzi yorum
yönteminde kanunun sözleri ile bağlı kalınır, bu sözlerin dışına çıkılmaz. Diğer yorum
yöntemlerinde de kanunun sözünden hareketle işe başlanır fakat çeşitli nedenlerle
(kanunun amacı, sistematiği vb. hususlar dile getirilerek) kanundaki sözlerin sözlük
anlamlarından yola çıkılarak ulaşılabilecek ilk ve olağan anlamdan başka bir anlama
ulaşılmaktadır.
2. Lâfzi (Sözel) Yorum Metodu - II
■ Hakim veya hukuk uygulayıcısı, kanun metninde yer alan sözleri açıklamak suretiyle
kanunu yorumlama fonksiyonunu yerine getirir.
■ Lafzi yorum metodunu uygularken hakim kanunun sözüne önem vermek durumundadır.
Bu yorum metodunda kelimelerin ve cümlelerin gerçek anlamları tespit edilmeye,
belirsiz veya eksik bir metnin manası tespit edilmeye çalışılır.
■ Bu metodun en fazla eleştirilen tarafı kanun koyucunun kullandığı kelimelere aşırı bir
değer tanınması ve kanundaki bütün kelimelerin ve ifade biçimlerinin titiz bir
denetimden geçirildikten sonra kullanıldığının varsayılmasıdır.
– Kanun koyucu abesle iştigal etmez!...
– Kanunda keramet aramak…
▪ Ayrıca hakimin kanunun sözünden çok özüne ve amacına önem vermesinin daha yararlı
olacağı fikri de yaygın olarak benimsenmektedir.
3. Tarihsel Yorum Metodu
■ Tarihsel yorum metoduna göre, hakim kanunu uygularken kanun koyucunun sübjektif
iradesini göz önünde bulundurmalıdır.
■ Bu amaçla kanunun gerekçesi, parlamento tutanakları dikkatlice incelenip
değerlendirilir.
■ Tarihsel yorum metodu yeni çıkan kanunların yorumlanması bakımından daha
işlevseldir. Zira göreceli olarak eski tarihli olan (uzun süreden beri uygulanmakta olan)
kanun uygulama içinde objektif bir anlam kazanır. Bu durumda kanun koyucunun
sübjektif iradesi değil, uygulama içinde kanunun kazandığı anlam hakim açısından daha
önemlidir.
■ Tarihsel yorum yöntemi, kanunun kabulü sürecinde ortaya çıkan malzemeye (yani,
tasarı/teklif metnine, bunların gerekçelerine, komisyon raporlarına ve parlamentodaki
görüşmeler sırasında tutulan tutanaklara) büyük ağırlık vermektedir.
■ Bu malzeme bazı değerli ipuçları içerebilir. Fakat bunların kesin ve mutlak etkili olması
kabul edilemez. Çünkü kanun bir defa kabul edilip yayınlandıktan sonra kendi
geçmişinden kopmakta ve bağımsız bir varlık niteliği kazanmaktadır.
■ Hukuken bağlayıcı olan şey, kanunun metnidir; gerekçesi veya hazırlık çalışmaları
değildir.
4. Mantıki (Sistematik) Yorumu Metodu
■ Bazen kanunun sadece sözüne başvurulması, şüpheli sonuçların doğmasına yol açar ve
daha geniş araştırmaların yapılmasını gerekli kılar.
■ Bu durumda kanunun bir maddesinin anlamı, bu maddenin içinde bulunduğu bağlama,
diğer maddeler karşısındaki durumuna, kanunun sistematiğine bakılarak tespit
edilmeye çalışılır. Buna sistematik yorum denir.
■ sistematik yorum yöntemi, kanunun maddelerinin tek tek ele alınarak
yorumlanmasından ziyade , tüm maddelerin tutarlı bir bütün oluşturacak şekilde
yorumlanmasını gerektirir. Kanun maddelerini birbirleriyle tutarlı bir bütün haline
getirecek bağıntılar üzerinde durulur.
■ Yorumlanacak bir hükmün anlamı, o hükümle ilgili bütün hükümler göz önüne alınarak
tespit edilmelidir. sistematik yorum yönteminin altında şu ilke yatar: «Kimse bütünü
okumadan bir parçayı doğru olarak anlayamaz.»
■ Lafzi yorum metodunda ağırlık kanunun sözüne verilmektedir. Mantıki yorum ise
kanunun sözünden çok ruhuna ve amacına yönelmektedir.
■ Bu yorum metodu birbiri ile çelişen maddeler arasında doğru seçim yapılması
konusunda da hakime yardımcı olmaktadır.
4. Mantıki (Sistematik) Yorumu Metodu - II
■ Mantıki yorum yönteminin lafzi yorum yöntemine oranla hukuk uygulayıcısına daha
fazla serbestlik tanıdığı söylenebilir.
■ Bu yorum metodu çerçevesinde kanunun genel başlıkları ile madde başlıklarının kanun
metnine dahil olup olmadığı sorunu da ele alınmaktadır.
■ Genellikle kabul edilen yaklaşıma göre kenar başlıklarının işlevi ilgililere (kanunu
uygulayacak olanlara) kolaylık sağlamaktan ibarettir. Dolayısıyla bunların kanun metnine
dahil edilmeleri söz konusu olamaz. 1982 Anayasasının 176. maddesinde de benzer bir
düzenleme yer almaktadır. Buna göre: «Madde kenar başlıkları, sadece ilgili oldukları
maddelerin konusunu ve maddeler arasındaki sıralama ve bağlantıyı gösterir. Bu
başlıklar, Anayasa metninden sayılmaz.»
■ Buna karşılık 2011 tarihli Türk Ticaret Kanunu istisnai bir yaklaşımla kenar başlıklarının
madde metnine dahil olduğu yönünde bir düzenlemeye yer vermiştir.
5. Kavramcı Yorum Metodu
■ Bu metot kanunun içerdiği genel kavramların tanımlanmasına öncelik tanır.
■ Kanunun ülkenin her yerinde aynı şekilde anlaşılıp uygulanmasına önem verir. Hukukun
uygulanmasında birlik, uyum ve kesinlik esaslarının gerçekleştirilmesi hedeflenir.
■ Bu yorum yöntemi çerçevesinde kanunlarda yer alan mülkiyet, sözleşme, tazminat, idari
işlem gibi hukuksal terimlerin bizzat kanunda açıklanmış olması da yorumcuya ışık
tutulması hedefine yöneliktir.
■ Örneğin MK. M.405’de «Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini göremeyen
veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının
güvenliğini tehlikeye sokan her ergin kısıtlanır.» hükmü yer almaktadır. Bu maddede yer
alan «akıl hastalığı» kavramını genel bilgi ve deneyime, bilimsel verilere uygun olarak
anlamlandırmak gerekir. Hakim, kısa süreli ve geçici bir depresyonu akıl hastalığı olarak
yorumlarsa yanlış bir yorum yapmış olur. Yorumun sağlıklı olabilmesi için önce ilgili
kavramın (akıl hastalığının) ne anlama geldiğinin tespit edilmesi, kavramın doğru şekilde
anlaşılıp uygulanması gerekir.
6. Menfaatler İçtihadı Metodu
■ Hakimin yukarıda anılan yorum yöntemleriyle yetinirse isabetli bir sonuca varamayabilir.
■ Her hukuksal uyuşmazlığın gerisinde bir menfaat anlaşmazlığı vardır. Hâkimin görevi söz
konusu menfaatlerin değerlendirmesini yapmak ve bunlar arasında bir denge kurmaktır.
■ Bir hukuk uyuşmazlığı özel kişiler arasında olabileceği gibi özel çıkarlarla kamusal çıkarların
karşı karşıya gelmesi de söz konusu olabilir. Hakim her durumda bu uyuşmazlığın tarafları
karşısında tarafsız kalabilmeli ve birinden birine ağırlık vermemelidir.
■ Menfaatler içtihadı metoduna göre, hakim, kararlarında menfaatlerin tatminine yönelik
talepleri dikkate almalıdır.
■ Menfaatler içtihadı metodunun hakime yaratıcı bir rol tanıdığı görülmektedir. Ancak hakimin
fonksiyonu gene de yazılı hukuk içinde kalmalıdır.
■ Bu yöntemin hukuk ve hayat arasında uyum sağlanması bakımından aktif ve önemli bir rol
oynadığı açıktır. Fakat bu metodun da bazı belirsizlikleri kapsamına aldığı söylenebilir.
■ Keza günümüzde oldukça karmaşık hale gelmiş bulunan hukuksal uyuşmazlıkların basit bir
formülle çözülemeyeceği gerçeğini de unutmamak gerekir.
7. Teleolojik (Amaçsal) Yorum Metodu
■ Yasanın amacının tespiti… Yunanca «telos», bir şeyin varoluş gayesi.
■ Topumun sürekli değişen ve gelişen ihtiyaçlarına kanunların cevap verebilmesi esnek bir
yorum yaklaşımını gerekli kılar.
■ Bu metot, kanunun uygulandığı zamandaki ihtiyaçların ve görüşlerin etkin olmasını öngörür.
Uygulamacı kanunun uygulanması sırasındaki ihtiyaçları ve şartları öncelikle göz önünde
bulundurmalıdır. Bu şekilde kanun metnine dayanılmakla beraber hükme esneklik
kazandırılması mümkün olabilir.
■ Kanunun statik yapısı ile toplumun dinamik gerçekliği arasındaki çelişkiyi gidermek hakimin
görevidir.
■ Bu metodun savunucuları, kanunda yer alan kuralın değişmez bir anlamının olamayacağını,
kuralın anlamının zamana ve şartlara göre değişeceğini, farklılaşacağını kabul ederler.
■ Bu metodun zayıf yanı, bu metodun aşırı bir şekilde uygulanması halinde hukukun ne olduğu
konusunda belirsizlik ortaya çıkabilir; belirlilik ve öngörülebilirlik yönünden sakıncalar
yaratabilir.
■ Elektrik enerjisi, nükleer enerji gibi ekonomik değerlerin «taşınabilir mal» kavramına dahil
olduğu yolundaki mahkeme içtihatları, teleolojik yorum metodunun uygulanmasına örnek
gösterilebilir.
KANUNLARIN YAPILMASI METOTLARI
1. Kazuist Metot
■ Kanun koyucu, kanunun uygulanması sırasında ortaya
çıkabilecek bütün ihtimalleri göz önünde tutarak her muhtemel
olay için bir çözüm öngörmeye çalışır. Bu metoda göre yazılan
kanunlar çok sayıda madde içerir ve maddeler konuyu
teferruata inerek düzenlemeye çalışır.
■ Bu metot, kanun koyucunun uygulayıcıya duyduğu güvensizliğin
bir ifadesidir.
■ Bu kanunlaştırma yönteminin genel anlamda değerini yitirmiş
olduğu söylenebilir. Buna karşılık (vergi hukuku gibi) bazı hukuk
dallarında zaman zaman bu yönteme göre kanun metinlerinin
kaleme alınması ihtiyacı duyulabilir.
■ Kısaca bu yöntemin eski bir kanun yazma yöntemi olduğu,
tarihte bazı ülkelerin çeşitli kanunlarının (Medeni Kanun vb.) bu
metoda göre kaleme alındığı, fakat günümüzde bu metodun
esas itibariyle terk edilmiş olduğu söylenebilir.
2. Soyut Kural Metodu
■ Bu metodu uygulayan kanun koyucu, genel ve soyut kuralları
vazetmekle yetinir. Hakim ve diğer hukuk uygulayıcıları, kanunun
uygulanması sırasında karşılaşacakları olaylar durumlar
nedeniyle ortaya çıkabilecek belirsizlikleri, kanunu yorumlamak
suretiyle gidereceklerdir.
■ Bu metot çağdaş medeni kanunların birçoğunda uygulanmıştır.
Örneğin Fransız, Alman, İsviçre ve Türk Medeni Kanunlarının bu
usule göre kaleme alındığı söylenebilir.
■ Kazuist metot, 19. YY’ın başına kadar hazırlanan kanunlarda
uygulanan bir yöntemdi. Günümüzde ise soyut kural metodu
genel olarak tercih edilmektedir. Bu metot sayesinde uygulayıcı
kanunu yorumlamak suretiyle ve çeşitli karmaşık olaylara uygun
çözümler üretebilecektir.
Yargısal Kararlar (Yargı İçtihadı)
■ Hakimlerin ve mahkemelerin karar verirken daha önce başka mahkemelerce
verilmiş kararlardan (mahkeme içtihatlarından) yararlanmaları, hem zaman ve
emek tasarrufu sağlaması, hem de hukuk uygulamasında birlik temin edilmesi
bakımından yararlı olabilir. Keza, bu sayede hakimlerin birbirlerinin
fikirlerinden ve çalışmalarından istifade ederek daha isabetli karar vermeleri
de söz konusu olabilir.
■ Buna karşılık, içtihat hukukunun hakime yol göstermesinin sakıncalı yönleri
olabileceği hususu üzerinde de durulmuştur. Örneğin sosyal şartların ve
anlayışların değişmesine rağmen daha önceki içtihatlara aşırı bağlılığın
hukukta şekilciliği teşvik edeceği, hakimlerin hak ve nasafetle hüküm
vermelerine engel olacağı şeklinde endişeler dile getirilmiştir.
■ Bu bağlamda Doğu Roma İmparatoru Justinien’in içtihatla karar vermeyi
yasakladığı, keza 1794 tarihli Prusya Kanununun da mahkeme içtihatlarının
izlenmesine izin vermediği bilinmektedir.
■ Bununla birlikte mahkeme içtihatlarının izlenmesine karşı çıkan bu tür
yasakların uygulamada etkisiz kaldığı görülmüştür. Ayrıca, Kıta Avrupası
hukukunda özellikle yüksek dereceli mahkemelerin kararlarının, hukuk
hayatında uyum, birlik ve kesinlik sağlanması bakımından yararlı olduğu fikri
de benimsenmiştir.
■ Anglo-Amerikan hukukunda geçerli olan stare decisis ilkesi
gereğince, hukuki bir sorun mahkeme kararıyla bir çözüme
bağlandığında bu konuda bir içtihadın ortaya çıktığı kabul edilir
ve içtihadın izlenmesi, bundan ayrılınmaması gerekmektedir.
■ Kara Avrupası ülkelerinde geçerli olan hukuki anlayışa göre
kanunlar, hukukun temel kaynağını oluşturur ve mahkemeler
kanunlara göre karar vermek durumundadırlar. Bu bağlamda
hukukun yenilenmesi ve değiştirilmesi ihtiyacı söz konusu ise
bunu yapacak olan da yine kanun koyucudur.
■ Diğer bir ifadeyle kara Avrupası hukuk sistemine dahil olan Türk
hukukunda da mahkemelerin görevi somut olaya uygulanacak
hukuk kurallarını tespit etmek, bunları açıklamak/yorumlamak
ve uygulamaktan ibarettir.
■ İçtihat hukukunun işlerliğinin önemli şartlarından birisi
mahkeme kararlarının düzenli bir şekilde toplanması,
sistemleştirilmesi ve yayınlanmasıdır.
■ İçtihat hukuku bakımından diğer bir şart da mahkemeler
arasında bir hiyerarşinin olmasıdır. Bu sayede farklı düzeylerdeki
mahkemeler arasında görüş farklılıkları ortaya çıktığı zaman
hangi mahkemenin kararının geçerli olacağı sorusuna cevap
verilmiş olur.
■ Benzer davaların benzer şekilde çözülmesi ve karara bağlanması,
hukuk hayatında eşitlik, kesinlik ve tarafsızlık sağlamak
bakımından önem taşır. Bu sayede hukukun öngörülebilirliği de
temin edilmiş olur.
■ Makul ya da zorlayıcı nedenlerin ortaya çıkması halinde
mahkeme içtihatlarının da değişmesi önem taşır. Her ne kadar
hukuk uygulayıcıları geçmişin alışkanlıklarından ve
deneyimlerinden ayrılma istemeseler de sosyal şartlardaki
değişmenin içtihatların değişmesine de etki edebileceğini kabul
etmek gerekir.
■ Türk Hukukuna göre Anayasa Mahkemesi kararlarını Anayasaya,
diğer mahkemeler ise kararlarını kanunlara uygun olarak
vermeleri gerekir.
■ Yargı kararlarının Türkiye'de hukuk hayatı bakımından asıl
önemi, karar vermekle yükümlü olan mahkemenin kendi
kararına örnek olacak mahkeme kararları (içtihatlar)
aramasından doğar. Aynı veya benzer sorunla karşılaşmış başka
bir mahkemenin daha önce nasıl karar verdiğini örenmek
hakime büyük ölçüde yardımcı olur. Böylece hem konuya ilişkin
kendi yaklaşımının uygunluğunu sınamak imkanını bulur hem de
isabetli karar vermeye ilişkin psikolojik yükten kurtulmuş olur.
■ Özellikle yüksek mahkemelerin kararları, alt derece
mahkemeleri açısından yol gösterici nitelik taşır.
Yüksek Mahkemeler
■ M.16: YBGK: Hukuk Genel Kurulunun benzer olaylarda birbirine aykırı biçimde verdiği kararları
ile Ceza Genel Kurulunun yine benzer olaylarda birbirine aykırı olarak verdiği kararları veya
Hukuk Genel Kurulu ile Ceza Genel Kurulu; Hukuk Genel Kurulu ile bir hukuk dairesi; Hukuk
Genel Kurulu ile bir ceza dairesi veya Ceza Genel Kurulu ile bir ceza dairesi; Ceza Genel Kurulu ile
bir hukuk dairesi veya bir hukuk dairesi ile bir dairesi ceza arasındaki içtihat uyuşmazlıklarını
gidermek ve içtihatları birleştirmek,
■ M.45: İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini
ve adliye mahkemelerini bağlar.
■ 1/7/2016 tarihli ve 6723 sayılı Kanunun 15 inci maddesiyle, bu maddede yer alan “yirmi üç”
ibareleri “on iki” şeklinde değiştirilmiştir.
■ Birinci Başkanlık Kurulu, iş durumunu ve ihtiyaçları dikkate alarak bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren en geç altı yıl içinde daire sayısını 5 inci maddede öngörülen daire sayısına indirir.
Ancak bu daireler, Birinci Başkanlık Kurulunca kapatılıncaya kadar görevlerine devam ederler. (19)
■
YÜKSEK MAHKEMELER
YARGI KOLLARI
HSK
Yüksek Mahkemeler
Mahkemelerin bağımsızlığı:
■ Madde 138 – Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya,
kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm
verirler.
■ Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat
veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
■ Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı
yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz
veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
■ Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak
zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle
değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.
Hakimlik ve savcılık teminatı
Madde 139 – Hakimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri
istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye
ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle
de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun
kılınamaz.
Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş
olanlar, görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceği kesin
olarak anlaşılanlar veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına
karar verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklıdır.
■ Hakimler ve Savcılar Kurulu: Anayasa m. 159:
■ Üyeler dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler bir kez daha seçilebilir.
▪ Kurul, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul
etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve
birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun
görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme,
görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar; Adalet Bakanlığının,
bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi
konusundaki tekliflerini karara bağlar.
■ M.16: YBGK: Hukuk Genel Kurulunun benzer olaylarda birbirine aykırı biçimde verdiği
kararları ile Ceza Genel Kurulunun yine benzer olaylarda birbirine aykırı olarak verdiği
kararları veya Hukuk Genel Kurulu ile Ceza Genel Kurulu; Hukuk Genel Kurulu ile bir
hukuk dairesi; Hukuk Genel Kurulu ile bir ceza dairesi veya Ceza Genel Kurulu ile bir ceza
dairesi; Ceza Genel Kurulu ile bir hukuk dairesi veya bir hukuk dairesi ile bir dairesi ceza
arasındaki içtihat uyuşmazlıklarını gidermek ve içtihatları birleştirmek,
■ M.45: İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını,
dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar.
■ 1/7/2016 tarihli ve 6723 sayılı Kanunun 15 inci maddesiyle, bu maddede yer alan “yirmi üç”
ibareleri “on iki” şeklinde değiştirilmiştir.
■
1. BİLİMSEL GÖRÜŞ (DOKTRİN, ÖĞRETİ)