İbn-i Haldun_notu_ iremkartalcik2

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 4

SOS203 Klasik Sosyoloji Teorileri-1 Ders Notu

Notlar, İrem Kartalcık’a aittir.

İbn-i Haldun, 13. Ve 14. Yüzyıllarda yaşamış bir tarihçidir. Anlatılarında seküler bir
dil kullanır. Tarih araştırmalarına girdiğinde yöntemsel olarak kişiye ve usüle
yönelik birtakım hatalarla karşılaşır. Bu hataların bertaraf edilmesi için tarihten
ayrı olarak bir başka ilime gerek olduğunu söyler. Bu da ‘Umran’ ilmidir. Umran,
tarihin açıklamasını yapmaz, tarihi olaylar arasındaki nedensellik ilişkisinin açığa
çıkarılmasına ve anlaşılmasına yardımcı olarak toplumsal örgütlenmede gerekli
olan birtakım ilkeler ortaya koyar.
İbn-i Haldun’a göre; doğanın nasıl bazı yasaları varsa, toplumu da oluşturan
zorunlu yasalar vardır. O halde toplumsal hayat nasıl mümkündür? İnsanların
doğalarından ötürü zorunlu olarak ortaya çıkan, birbirleriyle ilişkiye girme
kabiliyetleri vardır. İnsan tek başına bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecek yetkinlikte
değildir. İnsanlar, beslenme ve korunma ihtiyaçlarını karşılayabilmek adında bir
arada yaşarlar. Fakat toplu olarak yaşayabilme potansiyeli ile toplum olarak
yaşamak aynı şey değildir. Toplumun istikrarlı ve güvenli bir şekilde kalıcılığını
koruyabilmesi için ihtiyaçlar yeterli değildir.
İstikrarın sağlanması için tüm grup üyelerini kapsayan bir örgütlenme şarttır.
Burada insanların beslenme ve korunma ihtiyaçlarının yanında bir üçüncü ilke
devreye girer. Egemenlik toplumsal örgütlenmenin sağlanabilmesi için, toplumda
bireyler arası ilişkileri düzenleyecek egemen bir güce ihtiyaç vardır. Çünkü içinde
doğası gereği başkalarının canına ve malına kastetmesine sebep olacak
hayvansal bir yön vardır. Bu zarar vermeyi engelleyecek kişi de mülk (devlet)
sahibidir. Mülk sahibi, toplumu örgütleyecek egemenliği elinde tutan kişidir. Buna
göre toplu olarak yaşamda uygarlığa geçişte bir zihniyet ve örgütlenme değişikliği
gereklidir. Burada kilit nokta devlettir. Hiçbir doğal örgütlenme devlet olmaksızın
uygarlığa evrilemez.
İbn-i Haldun, toplumları ekonomik açıdan ikiye ayırır. Bu ayrım, bize toplumların
geçimlerini nasıl sağladıkları ve toplum içi iş bölümünün ne kadar geliştiğini
anlatır. Buradan hareketle İbn-i Haldun, ‘bedevi’ ve ‘hazeri’ olmak üzere iki temel
örgütlenme biçimi belirlemiştir. Bu iki toplum tipi, birbirlerine kapalı veya statik
değil, tam tersine, toplumsal evrim süreci içinde biri diğerine hazırlayan,
dolayısıyla birinden ötekine geçişin mümkün olduğu toplumun iki ayrı temel
aşamasıdır.
Bedevi umran, gelişim sürecinde önce gelen, kendisinden kalkılandır. Hazeri
umran ise kendisine varılandır. Yani uygarlık ilkel olandan kentsel olana doğru
evrilir.
Bedevi umran seviyesinde insanlar temel ihtiyaçlarını karşılamanın ötesine
geçememişler, gelişkin bir ekonomi ve siyaset oluşturamamışlardır. Bedevi
umran, üç alt aşamayı içerir.
1) Deve yetiştiriciliği
2) Koyun, sığır yetiştiriciliği,
3) Kısmen tarım ve yerleşik hayatla uğraşanlar.
Bedevi umran içinde yapılan bu uğraşlar, insanı şehir dışında yaşamaya iter. Ama
bir yerden sonra insanların bu çabaları, askeri ve zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak

1
için gerekenden fazla bir üretim yapmalarını sağlar. Bu andan itibaren hayat
şartları iyileşir. İnsanlar artık zorunlu ihtiyaçlarının ötesinde, zaid (ihtiyaç fazlası)
birtakım ihtiyaçlarının doğurulması peşinde koşmaya başlarlar. Bu da onları
yerleşik bir hayata götürerek şehirler kurmalarını sağlar. Buradan itibaren şehir
umranına geçerek mimari, kuyumculuk gibi ince zanaatkar ve sanatlar gelişir.
Bedevi umrandan şehir umranına geçişi mümkün kılan ana unsur, bedevi umran
seviyesinde yapılan üretimin hacminde meydana gelen artışta aranmalıdır.
İlkel bir uygarlıktan şehir uygarlığına geçiş, devlet sayesinde olur. Devlet
şehirleşmenin değil, şehirleşme devletin bir sonucudur. Peki devlet kurmak nasıl
mümkün olur? Devlet kurmak ‘asabiyye’ ile mümkün olur. Asabiyye, ilk olarak
bedevi umranda ortaya çıkan grubun, başka gruplardan gelecek tehlikelere karşı
kendini koruma ilkesidir. Bedevi umranda bu tehlikelerden koruyacak devlet ve
bürokrasi yoktur. Burada kabile reisine, toplumu diğer üyelerin duyduğu saygıdan
kaynaklı bir manevi otorite vardır. Bu otorite sayesinde toplumu oluşturan
insanlar saygı dayanışmasının yanında ülkü birliğine de sahip olurlar. Bedevi
umranda yaşayanları ezen bir mekanizma yoktur. Grubun kolektif kimliği bireysel
olarak algılanır ve bir çatışma çıktığında diğer üyeler de kendini ortaya atar. Bu
durumun bir sonucu olarak bir grup, diğer bir grubu egemenlik altına alırsa iç ve
dış gruplarla birlikte artık devlet oluşumu kendini gösterir. Bu manevi otoriteden
siyasi otoriteye geçişin ilk adımıdır.
Asabiyye’nin iki ilkesi vardır:
1) Toplumsallık şehir umranının zayıfladığı otoritenin çözülmeye başladığı
zamanlarda insanlar kendi başlarının çaresinde bakmak zorunda
kaldıklarında bedevi örgütlenmedeki asabiyeye dönerler.
2) Egemenliğin ve mülkün sağlayıcı olan ilkesidir. Bir grubun diğer bir grup
üzerinde egemenliğini kurması ve giderek devletin oluşturulmasıdır.

Asabiyye, toplumsal örgütlenmede egemenliğin kaynağıdır ve şehir


uygarlığına geçişi mümkün kılar.
Asabiyye, toplumsal evrimin bazı aşamalarından geçer. Bu evrimde ilk seviye
deve yetiştiriciliğiyle geçinen göçebeler (korunmaya yönelik asabiyye)
oluşturur. Asabiyye, bu evrede çok ilkel ve taslak halindedir. Bu gruba
dışarıdan herhangi bir tehlike yöneltilince koruma duygusuna bağlı olarak
ortaya çıkmaktadır. Bu korunmaya dönük bir asabiyyedir.
Bu devrenin bir üstünde ‘riyasiye’ devresi yer alır. Burada, onu bir öncekinden
ayıran bir lider otoritesi söz konusudur. Ama bu otorite, kararlarını zorla
uygulatacak güce sahip değildir. Asabiyye gerçek anlamıyla burada ortaya
çıkar. Asabiyye hem dış gruplara karşı korunmaya yönelik hem de grup
liderine grubun diğer üyeleri üzerindeki otoritesini temellendirme olarak
vardır. Bu aşamada grup üyeleri, bir zamanlar kendilerini korumak için
kullandıkları toplumsal dayanışmayı artık başkalarını emir altına almak için
kullanmaya başlarlar.
Toplumsal evrimde riyasiye evresinden sonra ‘’mülk’’ devresi gelmektedir. Bu
evre ile birlikte artık tamamen şehir uygarlığına geçilir. Tek bir kişinin mutlak
egemenliği eline alması bu evreyi diğerlerinden ayırır.

2
İbn-i Haldun, asabiyyeyi sosyolojik bir kavram olarak ortaya atar. Asabiyye,
egemenliğin temelinde liderin kişiliğinin değil, grubun önemli olduğunu
gösterir. Herhangi bir lider, kişiliği ne olursa olsun, arkasında grubunu,
asabiyyesini almadığı sürece başarıya ulaşamaz. Asabiyye ve ilkelerine bağlı
olarak devlet ve şehirleşme, birbirleriyle bağlantılıdır. Buna bağlı olarak da
devletin belli aşamaları vardır. İbn-i Haldun her devlete ortalama 120-130 yıllık
bir ömür verir.
Devletin geçirdiği safhaları beşe ayırır.
1) Kuruluş/Zafer evresi: Burada bir devletin kurulması ve bu devleti
kuranın, bir başka grup üzerinde egemenlik sağlaması mevcuttur. Yani
grupların dağınık haldeki örgütsüz yapısını devlet egemenliği altına alır.
Burada asabiyye en üst düzeydedir. Lider kendi egemenliğini pekiştirmek
için değil, grupların belli bir yapıya ulaşmaları için uğraşır.
2) İstibdat evresi: Bu aşamada güç, topluluktan çıkıp tek bir ailenin ve
kademeli olarak ailede tek bir kişinin olur. Siyasi güç merkezileşir. Lider
artık sadece kendi egemenliğini düşünür, aynı asabiyyeyi paylaştıklarını
ezerek pasifleştirir. Burada asabiyye çözülür.
3) Refah evresi: Devletin kuralları ve sistemi oluşur, üretim artar.
Kurumsallaşan yapı, toplumu genişletir. Devlet en mükemmele erişir.
Toplum, siyasi gücün müdahelesiyle büyük bir iş bölümüyle örgütlenir.
4) Barış evresi: Din kullanılır. Hükümdar, kendinden öncekilerin örneklerini
taklit etmenin doğru olduğunu düşünür. Akılcılığın yerini otoriter bir
biçimde geleneksellik alır. Hükümdar; kendi otoritesini sağlamlaştırmak için
dini kullanır. Bu evrede tüketim, gelirlerin karşılanmasına kadar devam
eder.
5) İsraf ve Çöküş evresi: Hükümdar kendisinden önce gelen atalarının
biriktirmiş olduğu her şeyi, arzu ve zevkleri uğruna saçıp savurur. Devlet
makamlarına ehliyetsiz kişiler gelir. Askerlerini kontrol edemez ve
ücretlerini ödeyemez. Böylece devletin yıkılma süreci başlar.
Uygarlık içten zayıflayıp çözüldüğü için dış kuvvetlerin saldırısına dayanamaz. İbn-
i Haldun, ilkellikten modernliğe doğru bir evrim çizgisine inanmaz. Onun kuramı,
devreci bir tarih modelidir. Yani tarih tekerrürden ibaret olarak toplumlar hep
başladıkları yere geri dönerler. Ama bazı durumlarda devlet her yıkıldığında
umran yıkılmaz. Devletin hanedanları el değiştirdiğinde uygarlık devam eder. Bu
çağdaş bir toplumsal modele işaret eder. Aynı iktidar partilerinin değişmesiyle
devletin yıkılmayacağı gibi.
Uygarlığı egemenliğe, devlete götüren şeyin asabiyye olduğu gibi, egemenliğin
kaybedilmesine sebep de asabiyye olacaktır. Uygarlığın çöküşünü asabiyeden
sonra bir de ekonomiyle ilişkilendirmek gerekir. Uygarlığa geçiş evresinde toplum,
gücünü artıktan almaktadır. Artık ürettiği sürece de ekonomik olarak ayakta
durmaktadır. Toplum refah dönemi ilerledikçe ürettiğinden daha fazlasını
tüketmeye başlayınca yozlaşır.
Bu yozlaşma ahlaki olarak birtakım değişiklikleri de beraberinde getirir. Bedevi
umran seviyesindeyken kanaatkar, özgüvenli, cesur, namuslu ve dindar olarak
yaşarken şehir uygarlığına geçen insan, giderek korkak, tembel, bencil ve müsrif
olmaya başlar. Bütün bunlar da grup arasında çözülmelere yol açar. Yakınlık ve
dayanışma duygularını kaybeden toplum üyeleri dış güçlere karşı birlik ve
bütünlük sağlayamazlar.

3
Umran-Devlet-Din
İbn-i Haldun, dini teolojik olarak değil, seküler olarak ele almaktadır. Ona göre din,
umran içinde ortaya çıkması zorunlu olmayan fakat muhtemel olan toplumsal bir
olaydır. İbn-i Haldun, bu bağlamda dini ikili bir yaklaşımla ele alır. İlki, dinin umran
içinde ortaya çıkan herhangi bir toplumsal olay olduğudur. Bu yaklaşımda İbn-i
Haldun, dini umran içinde eritir.
İslam söz konusu olduğunda ise İbn-i Haldun, umranı din tarafından belirlenen bir
olay olarak ele alır. İbn-i Haldun, din duygusunun şiddetiyle toplumsal hayatın
düzeni arasında da sıkı bir ilişki kurar. Şehir hayatına geçildiğinde elde edilen lüks
ve bolluk, ahlakı bozduğu gibi dini duyguları da zayıflatır. Umran aşamalarından
bahsederken de değindiği gibi, bedevi hayatta ibadet ve dini duygular daha
gelişkindir.
İbn-i Haldun, umranın din tarafından belirlenen bir olay olarak ortaya çıkmasını
incelerken din ile asabiyye arasında da birtakım ilişkiler kurar. Nasıl ki bir siyasi
hareketin başarıya ulaşması için asabiyye gerekiyorsa, peygamberliğin de ortaya
çıkması ve temsil ettiği dini yayabilmesi için, hareketin başında bulunan kişinin
bir asabiyyesi olması zorunludur. Peygamberin kuvvetli bir asabiyyesi olmazsa
onu davasına sürükleyecek bir kitle oluşturamaz ve başarısız olur.
İbn-i Haldun, tüm bunlardan hareketle İslam devletinin nasıl ortaya çıktığını ve
nasıl mülke dönüştüğünü açıklamaya çalışır. İnsanın doğası gereği bir başkasının
malına ve canına kast etme potansiyeli vardır. Bu yüzden toplu halde
yaşayabilmeleri için kanuna ve bir kanun koyucuya ihtiyaçları vardır. Ama bu
kanun koyucu da haksızlık etmekten alıkonmuş, bu eğilimden sıyrılmış değildir. Bu
durum onları yavaş yavaş otoriteye itaatsiz hale getirmeye başlar. Bunun önüne
geçilebilmesi için herkes tarafından kabul edilen kurallar ve kanunların olması
gerekir. Eğer bu kanunlar, devletin büyükleri tarafından akıl ilkelerine
dayandırılarak konulursa, akli siyaset rejimi, şeriat sahibi aracılığıyla Tanrı
tarafından konulursa dini siyaset rejimi olur.
Akli siyaset => Devlet büyüğü tarafından
Dini siyset => Şeriat sahibi aracılığıyla Tanrı tarafından
Akli siyaset, halkın ve hanedanın menfaati olmak üzere ikiye ayrılır.

You might also like