İnci ENGINÜN, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Dergah Yayınları, İstanbul,
s.167. 168. 169.
Röportajları ve roman denemeleri de bulunan Cevat
Fehmi, asıl ününü tiyatroda yapmıştır. Eserlerinin hepsinde iyi ve kötü arasındaki çatışmanın tek bir boyutta verildiği görülür. Eserlerinin konuları çoğunlukla günlük hayattan, belki de gazetelere yansıyan haberlerden alınmıştır ve büyük ölçüde tekrarlara dayanır. Mekânın kişilikler ve davranışlar üzerindeki etkisine yazar, eserlerinde önem vermiştir. Gazeteci-yazar, bütün eserlerinde haksız yere ve uygunsuz yollarla para kazanma, taklit ve iki yüzlülük ile ahlaksızlık temalarını işlemiştir. Bunlar aile hayatında, politikada kendisini gösterir. "Göç" (1962), "Paydos", "Soygun" (1951), "Öbür Geliste" (1960), "Ölen Hangisi" (1967)'nde karaborsacılık, "Paydos"ta karaborsacılık ve satılan mala başka nesneler katma, "Koca Bebek"te gasp ve hırsızlık, "Buzlar Çözülmeden" ve "Hepimiz Birimiz İçin"’de hazine arazisinin gaspı, "Göç"’te kaçakçılık, "Hacı Yatmaz" (1960)'da dalkavukluk, paranın kaynağı nedir temaları işlenmiştir. Bu yollarla zengin olanlar çevrelerindeki fakirleri ezen zalimlerdir. Onların karşısındaki namuslular içinse kanunlar bile engeldir. İçlerinde kötülük olmadığı için ahlaksızlarla birleşemezler. Yazar, kötü ve güçlü zengin ile iyi ve güçsüz fakiri sürekli çatışma halinde gösterir. Parasızlığın sebebi, ahlak gibi bir sosyal değere sahip olmaktır. "Ayarstzlar"da (1943) çevre ve paranın iki kardeş üzerindeki etkilerini ele alır. "Aksaray" ve "Şişli", benzeri eserlerde olduğu gibi iki farklı zihniyeti temsil eder ve yazar Şişli çevresini gülünç düşürür. Aile hayatında ana-baba ile çocuklar arasında gevşeyen ilişkiler, ailede saygının kalmaması, para uğruna eşini kullanan erkeklerle yazar, toplum tenkidini en küçük birime yöneltmiştir. "Koca Bebek" (1946)'te akıl hastahanesinde uzun süre tedavi gören aile reisinin, evindekilerin değişmelerine tahammül edemeyerek yine akıl dengesini kaybetmesi anlatılır. Halide Edib Adıvar, "Sana Rey Veriyorum" (1951)'a önsöz olan "Sana Rey Veriyorum Hakkında" adlı yazısında Ben Jonson'un "Bu maymunları kamçılayacağım, bu nazik gözlere, üstünde oynadığımız sahne kadar büyük bir ayna tutacağım. Zamanın sakatlığını, yılmayan, korkuyu istihfaf eden bir cesaretle her adale ve sinirde teşrih edilmiş göreceksiniz" sözünü anarak bu oyunda Cevat Fehmi'nin "mesleklerin en insanî ve medenîsi olan doktorluk sanatına giren acayip ve çirkin temayüller ve "demokrasilerde birer tehlike işareti olan, siyaset ve parti esnaflığının bizdeki canlı tecellileri"ni anlattığını belirtir ve bu tür sosyal hastalıkları böylesine çıplak ve açık şekilde işleyecek sanatkârların çoğalmasını diler. "Harput'ta Bir Amerikalı" (1955), Amerikan hayranlığının alaya alınmasıdır. Vaktiyle bir karı-koca kavgası sonucu oğlu İbrahim'i alarak Amerika'ya giden adam orada zengin olur. Babanın kurduğu "Aile Muhabbeti" şirketinin başına geçen ve artık Abraham Maderus adıyla tanınan iş adamı İbrahim Müderrisoğlu, yıllar sonra Türkiye'ye kardeşini aramak için geldiğinde gazeteye ilan verir ve etrafına birçok kişi toplanır: Tımarhaneden kaçan eski bir komiser, kayıp kardeş olduklarını iddia eden Ahmet Okyay, Ahmet Hamlet, Ahmet Bulur ve kayıp kardeşin karısı Celile Kızılçiçek ile yanına zorla aldığı üvey kızı Ayşe. Abraham, Harput'a gittiğinde ise şehrin kenar semtlerinden birinde kendi halinde yaşayan gerçek kardeşini bulur. Haysiyetli bir adam olan Ahmet Müderrisoğlu kardeşiyle görüşmek istemezse de, deli komiserin emriyle tutuklanarak getirilir; fakat o Amerikalı zenginin reklam oyununda rol almak istemeyerek Abraham'ı kovar. Bu sürpriz sonuçlu oyun, Türkiye'de II. Dünya Savaşı'ndan sonra yaygınlaşan ve yer yer gülünçleşen Amerikan hayranlığını hicvetmektedir. Artık Amerikalılaşmış olan Abraham Manderus'un çevresine toplananlar dejenere tiplerdir. Hayranlıkları, çıkar düşkünlüğü ve züppelikleriyle karışır. Son derece sevimsiz bir iş adamı olarak çizilen Abraham Maderus'un içinden çıktığı ülke ve insanlarla aslında manevî hiçbir ilgisi yoktur. Onu Türkiye'ye getiren sebep, aile ve vatan hasreti değil, bu yüce duyguları reklam aracı olarak kullanarak işlerini düzeltme arzusudur. Eserdeki dürüst ve Amerikan hayranlığından uzak şahıs Ahmet Müderrisoğlu, yıllarca müracaatlarına cevap vermemiş olan zengin ağabeyisinin sahte tavırlarına inanmaz. O, yıkılan, harap olan Harput'ta, toprağına bağlı yaşamıştır ve öylece yaşayışına devam edecektir. "Makineler" bir otomobilin ailenin hayatında yaptığı değişiklikten söz eder. "Kleopatra'nın Mezarı" (1956) artan arkeoloji kazılarıyla ilgilidir. Yazar, uzun gazetecilik hayatının tecrübelerini eserlerine de yansıtmış, tek partili dönemi, çok partiye geçişi ve 1966 sonrasını eserlerinde işlemiştir. Şive özelliklerine yer vermeyen yazar, kişilerini kültür seviyeleri ve mensup oldukları tabakalara göre konuştururken genellikle konuşulan günlük dilden hareket eder. Belki mesleğinden kaynaklanan tekrarların, üslûpçu yazarlardaki gibi bir işlevi yoktur. Demokrasiye geçişte büyük önemi olan çok partili dönem, sosyal bozuklukların bir de siyasî nitelik almasına yol açmıştır. "Hacı Yatmaz"da dalkavukluk, "Buzlar Çözülmeden"de (1964), devlet idaresindeki bozuklukların ulaştığı boyut teşhir edilir. "Büyük Şehir"de Anadolu'dan İstanbul'a gelenlerin büyük şehirde sömürülmeleri anlatılır. "Küçük Şehir"de ise bunun tersi söz konusudur; büyük şehirde yaşayanlarla kasabalıların yaşayış ve dünya görüşleri çatışır. Köylü-ağa ilişkisi ise "Hepimiz Birimiz İçin" (1965)'dedir. "Hacı Kaptan" (1944), Samsun-İstanbul seferindeki bir gemide olup bitenleri anlatır. "Paydos" (1948), yazarın sevilen ve çok oynanan bir eseridir, yurt dışında da oynanmıştır. Emekli maaşı ile geçinemeyen öğretmen Murtaza'nın bakkallık yapmaya çalışması, fakat ticaret hayatının dürüst olmayan cephesine ayak uyduramayarak "paydos" demesini anlatır. Dürüst öğretmen ile çıkarcı, dindar görünen muhtar bir tezat teşkil eder. Gazeteci-yazar, günlük olaylardan aldığı konuları genellikle tenkitçi bir bakışla, ahlak ölçüleri açısından gülünç çatışmalarla kurar. Cevat Fehmi, "Paydos"ta bir öğretmen, "Soygun" (1951)'da dürüst bir hakim, "Hacı Yatmaz"da siyasi dalkavuk, "Göç"te kurnaz bir kapıcı tipini canlandırmıştır. Yazarın günlük olayları oyunlaştırması ve onları komedi olarak işlemesi, sahnemizin komediye yatkınlığı dolayısıyla, bu eserlerin oynanıp sevilmesine yol açmıştır. Ancak okurken oyunların yeterince sağlam olmadığı görülmektedir. Cevat Fehmi Başkut'un öteki eserleri "Ayna" (1966), "Dostlar" (1967), "Kadıköy İskelesi" (1972), "Emekli" (1967)'dir. Ahmet Muhip Dıranas (1909-1980): "Gölgeler" (1947) ve "O Böyle İstemezdi" (1948) adlı iki oyunu olan Ahmet Muhip Dıranas'ın ilk ve en önemli tiyatro eseri "Gölgeler"dir. "Gölgeler", yaşlı bir adamın (Baba'nın) kuruntuları içinde, hayatı çevresindekilere ve kendisine zehrettiği bir yalnızlık dramıdır. Bir tarafıyla Maeterlinck'in sembolist tiyatrosunu, bir taraftan da Ibsen'in eserlerini andırır. Mazi ile sürekli hesaplaşma içindeki Baba, derin bir huzursuzluk içindedir. Aile fertlerinin -eşi, kızı, oğlu- hiçbiriyle sağlam bir bağ kuramayan Baba, kendisini Nar Çiçeği Giysili Tablo'daki hayal kadın ile oyar. Bu tablodaki kadın, onun hayallerinin, boşa gitmiş gençliğinin, yanlış seçimlerinin ve sığındığı hayallerin sembolüdür. Behçet Necatigil'in "bir iç yaşantı" oyunu olarak nitelendirdiği eserin şiirli dili, konuya ve asli kişinin karmakarışık duygularına ve kararttığı çevreye uygun bir karamsarlık taşır. "O Böyle İstemezdi" ise, Emin ile dostu tarafından yaralanmış Hayriye'nin arasında geçen ve bir düş sahnesiyle biten iki yalnız kişinin hikâyesini anlatır. Bu eser, "Mikado'nun Çöpleri" başta olmak üzere kadın-erkek arasındaki konuşmalara dayalı oyunların başlangıcı sayılabilir.