Cumhuriyet Döneminde Din Siyaset Iliskisi (1923-1947)

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 6

Cumhuriyet döneminde din siyaset iliskisi (1923-1947)

23 Nisan 1920 Cuma günü, Cuma namazindan sonra Hatm-i Serifler Buhari Kirâatleri ve dualarla
Ankara’da açilan 1. Büyük Millet Meclisi, “Seriati ve hilafet makamini korumayi” bir vazife olarak
üstlenir. (1)
Fakat aradan iki yil geçmeden “Monarsi’den Cumhuriyete” geçisin ilk önemli belirtisi olarak
Meclis’te saltanatin kaldirilmasi tartismalari baslar.
Söz konusu tartismalarda, toplumda, özellikle de Istanbul’da güçlü bir tepki görülür. Buna karsin
Meclis’te konuya iliskin tartismalarda ayni oranda bir tepki ve reaksiyona rastlanmaz.
Saltanatla ilgili Meclis’te uzun müzakereler yapilir. Bu müzakereler neticesinde bazi din adamlari
tarafindan; Cumhuriyetin ve millî devletin Islâmiyete aykiri olmadigi, saltanatin ise, Islâmiyetle
bagdasmadigi görüsü ileri sürülür. (2). Buna karsin saltanatin kaldirilmasina bazi din adamlari da
siddetle karsi çikar:
“Saltanatin kaldirilmasina karsi” en güçlü tepki ise, sükrü Hoca ile Lütfi Fikri Bey tarafindan
gösterilmistir. MehmetSükrü Hoca’ya göre saltanatin kaldirilmasi mümkün olsa bile durum
degismez. Türkiye yine bir Islâm ülkesidir. Meclis’le halife arasinda bir ayrim söz konusu olamaz.
Siyasal kudreti olmayan halife düsünülemiyecegine göre, “Meclis Halife’nin, Halife Meclisi’ndir.”
Halifelik, Seriata göre “hükümet etmek” anlamina geldigine göre, hilafetin siyasal güçten
arindirilmasi Islâm’in bölünmesi demektir ve “hükümetsiz, istiklâlsiz, hürriyetsiz bir halife olamaz.”
Bu nedenle Millet Meclisi’nin doga baskaninin halife olmasi gerekir; Meclis’in çikaracagi yasalarin
Halife tarafindan Seriat adina denetlenmesi ve onanmasi zorunludur. Bu onamayi almayan yasa
Ser’an geçerli sayilmayacaktir. (3)
Mesrutiyet yanlisi Lütfi Fikri Bey de, bazi temel konularda farkli düsündügü Sükrü Hoca ile
“Saltanat” konusunda birlesir:
“Osmanli Saltanati’nin “Sadik bendesi” olan Lütfi Fikri, saltanati kaldirmanin “reissiz” bir hükümet
biçimini kabul etmek anlamina gelecegi kanisindadir. Mesrutiyetin felaketi, saltanattan degil,
“Ihtilal” hükümetlerinden gelmistir. Sorumlu, Ittihad ve Terakki Firkasi ve özellikle de
TalatPasa’dir.Saltanatin kaldirilip, yetkilerinin tümden Meclis’e verilmesi, Meclis’i “evet
efendimciler” haline getirebilecek bir kisinin tüm devlete egemen olmasi sonucunu
dogurabilecektir.TBMM olaganüstü dönemin meclisidir, saltanati kaldirilip, yeni bir siyasal
biçimlenmeye gitmek yetkisi de yoktur. Saltanat, ancak halk oyuyla kaldirilabilir; saltanatin
kaldirilmasina yönelik Meclis karari, halkin karari degildir. Bu açidan konu “halk referandumu”na
götürülmelidir. (4)”.
Sükrü Hoca’nin ve Lütfi Fikri Bey’in bu görüslerine, Siirt Mebusu Hulki Bey, Mus Mebusu
IlyasSami Efendi ve Antalya Mebusu Rasih Efendi karsi çikmislardir.Bu mebuslar, Hoca Sükrü’yü
muhatap alarak yazdiklari “Reddiye”de, Türkiye’nin bir “reis”e ihtiyaci bulunmadigi, adi ister kral,
ister padisah, ister Cumhurreisi olsun, kimsenin otoritesine giremiyecegini savunmuslardir.
Meclis’te uzun müzakerelerden sonra saltanatin hilafetten ayrilarak kaldirilmasi asamasina
gelindiginde, Mustafa Kemal söz alip masanin üzerine çikar, saltanatin kaldirilacagini belirtir ve su
ifadeleri kullanir:
“Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafik olur. Aksi
taktirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktir. Fakat ihtimal bazi kafalar kesilecektir...
(5).”
Mustafa Kemal’in bu konusmasindan sonra yasa tasarisi Meclis’in oyuna sunulur ve muhalif
olanlarin itiraz dolu seslerine aldirilmadan saltanatin kaldirilmasina karar verilir (1 Kasim 1922).
Dipnotlar:
1- Bkz. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk-Söylev, C.1. TTKY, Ankara 1987, s. 576
2- Bkz. Kemal Karpat, “Türkiye (Cumhuriyet Devri)”, Islâm Ansiklopedisi (MEB), C.XII, MEBY.,
Istanbul 1988, s. 394
3- Bkz. Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Yayinlari, Istanbul, ts., S.472.
4- A.g.e., s. 472.
5- Sükrü Karatepe, Darbeler, Anayasalar ve Modernlesme, Iz Yayincilik, Istanbul 1993, s. 156.
(II)
“Saltanatin kaldirilmasi, lâik siyasal iktidar düzenine geçisin de ilk asamasi olarak kabul edilmelidir.
Osmanli’nin kuramsal olarak, siyasal ve dinsel iktidari kaynastiran siyasal iktidar düzeni, saltanatin
kaldirilmasi ile ilk kez bölünmekte, dinsel iktidar varligini sürdürse bile, -saltanatin kaldirilmasiyla-
siyasal gücünü yitirmis olmaktadir. (1)”
1 Kasim 1922’de saltanatin ilgasi kararinin alinmasindan sonra bir süre daha iç ve dis politik
nedenler sebebiyle Halifeligin devamina müsaade edilmis ve bu süreçte Türkiye’de seküler
baglamda yapilacak köklü degisimlere “zemin teskil etmesi için” “Firka” kurma girisimi baslatilmis
ve söz konusu firka, “Halk Firkasi” namiyla 23 Ekim 1923’te tesekkül etmistir. (2)
“1923’ten 1945’e kadar Türkiye’de bütün reformlara ve siyasi hareketlere Halk Partisi öncülük
etmistir. (3)” Çünkü bahsettigimiz bu dönemde Halk Partisi kendisini bütün milletin temsilcisi
saymis ve bir hükümet organi gibi hareket etmistir.
“Saltanatin kaldirilmasi ve hilafetin alikonulmasi ise, devlet baskanliginda tehlikeli bir belirsizlik
yaratmisti. Meclis’te ve disinda Halifenin sahsinda mesru hükümdari ve devlet baskanini -bir çesit
mesruti hükümdar ve özellikle dinin savunucusu- gören bir çok kimseler vardi. Ama Mustafa
Kemal’in fikirleri baskaydi. (4)”
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi ve Mustafa Kemal Atatürk ilk Cumhurbaskani seçildi. Bu
seçimle birlikte “Halifelik” islevsiz bir hale geldi. Böylelikle “Hilafetin kaldirilmasi noktasinda ilk adim
atilmis oldu. Sira hilafetin ilgasiyla neticenecek ikinci adimin atilmasina gelmisti. Fakat bu süreçte
Meclis’te Halk Firkasi iktidarina karsi ciddi bir muhalefet hareketi vardi ve “bu muhalefetin
dayandigi fikirler, genis çapta Birinci Büyük Millet Meclisi’ndeki ikinci grupta hakim olan fikirlere
benzemekte, destegini ise, bazi din adamlarinin önderlik ettigi tabakalar içinde bulmakta idi.
Saltanatin ilgasi ile ortaya çikan devlet baskanligi sorunu, tahmin edilemeyecek bir sekilde
geliserek Mustafa Kemal Pasa’nin liderligini tehdit eder bir durum yaratmisti. Karahisar Mebusu
Sükrü Hoca “Hilafet-i Islâmiye ve Büyük Millet Meclisi” baslikli bir risale yayimlayarak, Islâmî
esaslara göre devlet baskanliginin Halifeye ait oldugunu uzun uzadiya savunmus (*) ve bir hayli de
etkili olmustu. Halife’nin, devlet baskani olmasi demek, saltanatin tekrar canlanmasi anlamini
tasimakta idi. (5)
Hilâfet üzerindeki tartismalar, Türkiye sinirlarinin çok ötesinde bile yogun bir ilgi uyandirdi.
Özellikle de Hintli Müslümanlarin Hilâfete olan ilgisi tartismayi daha da yogunlastirdi.
———————

(1) Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Y.Istanbul, Ts. S. 465.


(2) Bkz. Tarik Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, (1859-1952), Arba Y.Istanbul 1995, S. 559
vd.
(3) Kemal H. Karpat, Türk Demokrasisi Tarihi, Ata Y. Istanbul 1996, S. 313
(4) Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Dogusu, (Çev. Metin Kiratli), TTKY, Ankara 1996, S. 261
(*) Kadir Misiroglu’nun Esref Edib’ten naklettigine göre; Hilâfetin ilgasi tartismalari sirasinda
Karahisar-i Sahip Mebusu Hoca Sükrü Efendi adi ile basilan “Hilâfet-i Islâmiye ve Büyük Millet
Meclisi (Ankara 1339, 28 S.) baslikli muhalif risalesini Esref Edib kaleme almis, Hoca Sükrü’nün
milletvekili dokunulmazligindan istifade maksadiyla onun adiyla yayinlanmistir. (Bkz.
Osmanogullari Drami, Istanbul 1974, SS. 110-179)
(5) Bkz. Kemal Karpat, “Türkler (Cumhuriyet Devri), Islâm Ansiklopedisi (MEB), E. XII/2, MEBY.,
Istanbul 1998, S. 395.
(III)
“24 Kasim 1923 günü üç büyük Istanbul gazetesi Hint Müslümanlarinin iki ileri gelen lideri Aga
Han ve Emir Ali’nin imzasiyla Ismet Pasa’ya yazilan bir mektubun metnini yayinladilar. Iki imzaci,
Halifeligin Saltanat’tan ayrilmasinin, onun genel olarak Müslümanlar için önemini artirdigini
belirtiyor ve Türkiye hükümetinden Hilafeti “Müslüman uluslarin güven ve saygisina hakim olacak
ve böylece Türk devletine yekta kudret ve vekar sagliyacak bir temel üzerine” yerlestirilmesini
diliyordu (1)”.
Bu arada Millî Mücadele’de önemli mevkilere gelmis ve büyük hizmetler görmüs Kazim
Karabekir,Rauf Orbay gibi bazi isimler de halifeligin kaldirilacagi sayialarina katilarak rejimin
diktatörlüge yöneldigini iddia ediyorlardi. (2).
Öte yandan Halife-Sultan Vahdettin’in yurtdisina “Çikmasiyla” birlikte hilafet makaminin bosaldigi
kanisina varan hükümet, halife seçimini gündeme getirdi. Ser’iye ve Evkaf Vekili Mehmet Vehbi
Efendi ise, kaleme aldigi fetvada Halife’nin görevi’nin “Islâm hak ve menfaatlerini korumak (3)”
oldugunu belirtiyor ve Vahdettin’in yurtdisina “kaçmakla” hilafeti yitirdigini, dolayisiyla yeni bir halife
seçilmesi gerektigine dair “fetva” veriyordu. Sonunda söz konusu “fetva”, oturum baskani Dr.
Adnan Bey (Adivar) tarafindan oya sunuldugunda, Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, Fetvanin dinsel
gücü bulundugunu ve ulusal iradeye üstünlügünü öne sürerek, fetvanin oya konulmasina karsi
çikmisti. Mustafa Kemal Pasa’nin, bu karsi çikisa verdigi karsilik söyleydi:
“Affedersiniz beyefendi, bu memleketi yikmak için de fetvalar verilmistir. Fetva behemahal Meclisin
reyine vazedilmelidir.”
Fetva, oya konulmus ve kabul edilmisti.
Islâm tarihinde belki de ilk kez bir “fetva”, bir Meclis’in oyuna sunuldu ve geçerliligi bu yolla kabul
edildi.
Diger taraftan Halife-Sultan Vahdettin’i bu görevden azleden fetva oya konulup kabul
edilmesinden sonra, Izmit mebusu Sirri Bey’in, Meclis’te, “Yasasin Islâmiyet” diye bagirisi garip bir
çeliski olusturmustu (4)
Meclis, Abdülmecit Efendiyi “Halife olarak seçti ve Halifenin nasil davranmasi gerektigi Mustafa
Kemal tarafindan, Rauf Bey araciligiyla bir talimatname ile bildirildi.
“Hilafet” islevsiz bir hale gelip Ankara’dan seçilip, talimatlarla yönetilmesine karsin yine de
Abdülmecid Efendi’nin Halife seçilmesi, “Islâm toplumlarinda” büyük bir yanki uyandirdi. Nitekim
Hind Müslümanlarindan, Kalküta Müslümanlarindan, Iskenderiye Müslümanlarindan, Finlandiya
Müslümanlarindan Arnavutluk Müslümanlarindan... Halife Abdülmecid Efendiye gönderilen;
halifeligini tebrik eden; hilafetinin Islâm alemi için hayirli olmasini dileyen ve hilafete sadik
kalacaklarini beyan eden telgraflar bunun bariz bir göstergesiydi. Önemine binaen Finlandiya
Müslümanlarinin Halife Abdülmecid Efendiye gönderdikleri telgrafi buraya aktariyorum:
Finlandiye Müslümanlarinin Telgrafnamesi:
Halife-Müslimin Efendimiz Abdülmecid b. Sultan Abdülaziz hazretlerine,
Umum Finlandiya Müslümanlari 10 Kanun-u evvelsene 338 Cuma günü Cuma namazini eda ve
duadan sonra zat-i hilafet-penahîlerinin makam-i hilafeti mukaddeseye intihablarini büyük bir
meserretle kabul edip samim-i kalbden zat-i hilafet, penahilerini tebrik eder ve bütün umûr-u diniye
ve mesail-i ser’iyede makam-i hilafete sadik kalacagimizi beyan ederiz. Finlandiya devleti
müstakillesinde yasayan dindaslarin rica ve niyaz ediyoruz ve imamimiz hakkinda ibadet-i diniyeyi
eda için izn-i hilafetin resmen gönderilmesini temenni ediyoruz. (Imzalar.)”
Halife tarafindan; “Finlandiya Müslümanlarina Cevab-i Hilafet-penahi” baslikli telgrafla, Finlandiya
Müslümanlarinin telgraflarindan duyulan memnuniyet izhar edilir, “imamlarinin memuriyete devami
tasdik edilir...”
———————
1- Bernard Lewis, Modern Türkiye Dogusu, (Çev. Metin Kiratli), TTKY., Ankara 1996, s. 263.
2- Kemal Karpat, “Türkler (Cumhuriyet Devri)”, Islâm Ansiklopedisi (MEB); c.XII/II., Istanbul 1988,
s. 395.
3- Gotthard Juschke, Yeni Türkiye’de Islâmlik, (Çev. H.Örs), Bilgi Y., Ankara 1972, S. 21.
4- Bkz. Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Y., Istanbul, ts., s. 475
(IV)
(Hilafetin ilgasi...)
Geleneksel olarak Türk Kamu vicdaninda çok önemli bir yere sahip bulunan “Halifelik”
müessesesi, saltanatin ilgasindan sonra islevsiz bir hale gelmisti. Buna karsin yine de “Hilafet”,
Ankara hükümetince büyük bir sorun olarak görülüyor, dahasi, bu “dini makamin” muhalefet
merkezi olmasindan endise ediliyordu.
Diger taraftan Mustafa Kemal, her ne kadar Halk Firkasi’ni kurarak Meclisin denetimini ele
geçirmek için büyük bir girisim baslatmis ve Meclisin kontrolünü kismî olarak basarmissa da (1),
Cumhuriyetin ilâni ve Mustafa Kemal’in Cumhurbaskani seçilmesi, Halifeyi devlet baskani
durumuna getirmek amacini tasiyanlarda umut kirikligina yolaçmisti. Özellikle de Refet Bey, Rauf
Bey, Kazim Karabekir, Adnan Bey, Ali Fuat Pasa gibi Millî Mücadelede önemli görevler ifa etmis
kisilerden bazilarinin Halk Firkasi içinde yer almalarina karsin yine de Hilafeti savunmalari, Halk
Firkasi’nin bölünmesine yol açacak bir boyuta ulasmisti (2). Bunlarla birlikte, Meclis tarafindan
Halife olarak seçilen Abdülmecid Efendi’nin varligi ve hareket tarzi ve Islâm dünyasinin ona
gösterdigi ilgi ve teveccüh, “Ankara’nin “Hilafet Müessesini” büyük bir “engel olarak görmesine”
sebeb teskil ediyordu.
Cumhuriyet hükümetinin Hilafet taraftarlarina karsi ilk önlemi, Istanbul’a bir Istiklâl Mahkemesi
kurulu göndermek oldu. Bunu, Halife Abdülmecid Efendi’nin baskatibi ile Basvekil Ismet Pasa’dan
ödenegi artirmasini istemesi üzerine Mustafa Kemal Pasa’nin Inönü’ye gönderdigi sifreli bir mesaj
izledi. Söz konusu mesajda Mustafa Kemal, Inönü’ye; “Halife ve bütün cihan bilmelidir ki, halife ve
hilafet makaminin gerçekte din ve siyaset bakimindan hiçbir anlami ve hikmeti yoktur” diyor ve
Abdülmecid Efendi’nin Istanbul’da yasamasi için Cumhurbaskani ödeneginden az bir ödenegin
yetecegini, belirtiyordu (3). Ayrica yine Mustafa Kemal, “Halife kendisinin ve makaminin ne
oldugunu sarih olarak bilmeli ve bununla iktifa etmelidir” diyordu. Fakat Ankara, “hilafet”
konusundaki bu tavrini açikça dillendiremiyor, hilafet yanlilarinin tepkisinden endise ediyor ve
hilafetin kaldirilmasina yönelik bir “vesile” araniyordu.
1- Bkz: Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, Afa Y. Istanbul 1996, s. 313.
2- Bkz: Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Y., Istanbul, ts., s. 476
3- Bkz: Necdet Sakaoglu, “Abdülmecid Efendi”, Istanbul Ans., C.I, Istanbul 1993, s. 49-50.
SÜRECEK
Bu noktada, TBMM’deki kimi üyelerin “Hilafet hükümettir” savi, “Hilafetin ilgasina yönelik atilmis bir
adimdi. Bu adimi hilafetin ilgasina yönelik bir baska girisim takip etti. -Dünkü yazimizda da
belirttigimiz üzere -Abdülmecid Efendi’nin TBMM tarafindan halife olarak seçilmesi, Islâm
dünyasinda büyük bir sevinç ve istiyakla karsilanmis, pek çok “müslüman topluluk” tarafindan
Halife Abdülmecid Efendi’ye çekilen telgraflarla “baglilik” bildirilmisti. Iste “Halifelige karsi harekete
geçmek için; Hindli Müslümanlarin liderlerinden Aga Han ile Emir Ali’nin, halifeligin muhafazasina
dair Türk Hükümetine yazdiklari bir mektubun, Istanbul’da rejim muhalifi bir gazetede
yayinlanmasiyla, aranan vesile bulundu. Söz konusu mektup, “Hilafet makaminin dis devletlerin
Türkiye’nin içislerine karisma vesilesi olacagi iddiasiyla”, Hilafetin ilgasi için çabalar yogunlasti.
Bu çabalar çerçevesinde, 3 Mart 1340 (1924) günü aralarinda Seyh Efendilerin de yer aldigi elli üç
mebustan olusan bir grup, TBMM Baskanligina “Hilafetin ilgasini” içeren bir önerge verdi. Isin
ilginç tarafi ise, “bir din müessesesi” olarak görülen “Hilafetin” ilgasina yönelik önergenin
gerekçesinde de dini dayanaklarin ileri sürülmüs olmasiydi (4).
Hilafetin ilgasini içeren takrir’in Meclis Bakanligina verilmesinden sonra, saltanatin kaldirilmasina
benzer bir sekilde uzun müzakerelere gerek duyulmaksizin 631 sayili kanun ile halifeligin
kaldirilmasina ve Osmanli Soyunun (kadinlar da dahil) Türkiye Cumhuriyeti sinirlari disina
çikarilmasina karar verildi.
“Ertesi sabah safakta, üzgün Abdülmecid bir arabaya konup Dogu Ekspresi (Orient Express)’ne
bildirilmek üzere bir tren istasyonuna -gidisinin gösterilere sebeb olabilecegi gerekçesiyle Büyük
Sirkeci Gari’na degil- sehir disinda küçük bir istasyon olan Çatalca istasyonuna götürüldü (5).”
“Halifelerin sonuncusu, sürgündeki Sultanlarin sonuncusunu izledi...”
———————
4- Bkz: Çetin Özek, a.g.e., s. 477
5- Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Dogusu, (Çev. M.Kiralti), TTKY., Ankara 1996, s. 263-264.
(V)
Bu noktada, TBMM’deki kimi üyelerin “Hilafet hükümettir” savi, “Hilafetin ilgasina yönelik atilmis bir
adimdi. Bu adimi hilafetin ilgasina yönelik bir baska girisim takip etti. -Dünkü yazimizda da
belirttigimiz üzere -Abdülmecid Efendi’nin TBMM tarafindan halife olarak seçilmesi, Islâm
dünyasinda büyük bir sevinç ve istiyakla karsilanmis, pek çok “müslüman topluluk” tarafindan
Halife Abdülmecid Efendi’ye çekilen telgraflarla “baglilik” bildirilmisti. Iste “Halifelige karsi harekete
geçmek için; Hindli Müslümanlarin liderlerinden Aga Han ile Emir Ali’nin, halifeligin muhafazasina
dair Türk Hükümetine yazdiklari bir mektubun, Istanbul’da rejim muhalifi bir gazetede
yayinlanmasiyla, aranan vesile bulundu. Söz konusu mektup, “Hilafet makaminin dis devletlerin
Türkiye’nin içislerine karisma vesilesi olacagi iddiasiyla”, Hilafetin ilgasi için çabalar yogunlasti.
Bu çabalar çerçevesinde, 3 Mart 1340 (1924) günü aralarinda Seyh Efendilerin de yer aldigi elli üç
mebustan olusan bir grup, TBMM Baskanligina “Hilafetin ilgasini” içeren bir önerge verdi. Isin
ilginç tarafi ise, “bir din müessesesi” olarak görülen “Hilafetin” ilgasina yönelik önergenin
gerekçesinde de dini dayanaklarin ileri sürülmüs olmasiydi (4).
Hilafetin ilgasini içeren takrir’in Meclis Bakanligina verilmesinden sonra, saltanatin kaldirilmasina
benzer bir sekilde uzun müzakerelere gerek duyulmaksizin 631 sayili kanun ile halifeligin
kaldirilmasina ve Osmanli Soyunun (kadinlar da dahil) Türkiye Cumhuriyeti sinirlari disina
çikarilmasina karar verildi.
“Ertesi sabah safakta, üzgün Abdülmecid bir arabaya konup Dogu Ekspresi (Orient Express)’ne
bildirilmek üzere bir tren istasyonuna -gidisinin gösterilere sebeb olabilecegi gerekçesiyle Büyük
Sirkeci Gari’na degil- sehir disinda küçük bir istasyon olan Çatalca istasyonuna götürüldü (5).”
“Halifelerin sonuncusu, sürgündeki Sultanlarin sonuncusunu izledi...”
———————
4- Bkz: Çetin Özek, a.g.e., s. 477
5- Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Dogusu, (Çev. M.Kiralti), TTKY., Ankara 1996, s. 263-264.
(VI)
(Hilafetin kaldirilmasinin anlami...)
3 Mart 1924’de hilafetin kaldirilmasina karar verildigi gibi, dini tahsilin yapildigi müesseseler olan
medreseler de kapatildi ve egitimin lâiklesmesni saglayan Tevhid-i Tedrisat kanunu kabul edildi.
Yine bu baglamda Ser’iyye ve Evkaf Vekaleti lagvedileek Diyanet isleri Baskanligi ihdas edildi ve
Basbakanliga bagli bir müessese haline getirildi.
Hilafetin kaldirilmasina karsi ise, gerek Meclis içinde ve gerekse Meclis disinda muhalefet etkin bir
biçimde kendini göstermistir. Mecliste hilafetin kaldirilmasi sorunu konusulurken Seyh Saffet
efendi ile Seyyit bey gibi bazi mebuslar “hilafetin kaldirilmasini ser’i kurallara dayandirmaya
çalisiyorlardi.” Sözgelimi, Seyh Saffet Efendi; “hilafetin ilgasiyla, aydinlarin “içtihat kapilarindan”
içeri girdiklerini ileri sürüyordu. Diger taraftan, hilafetin kaldirilmasina karsi çikan Kastamonu
Mebusu Halit Bey, Islâm’in siyasal kurallarina dayanarak, hilafetin varliginin zorunlulugunu ve
kaldirilmasinin ülkenin bitimi anlamina gelecegini savunurken, Gümüshane Mebusu Zeki
Kadirbeyoglu da, ülkenin tek sorunun hilafet sorunu mu oldugunu sorarak, hilafetin kaldirilmasina
yönelik çabalarin ulusal gelenekleri bozacagi savini öne sürmüstür. Zeki Bey, “bendeniz müthis bir
Ittihad-i Islam taraftariyim. Memleketin siyaseti namina hilafetin ilgasini kabul ederek
düsmanlarimin eline vermek istemem” diyerek, hilafetin kaldirilmasini devletin “felaketi” ve Islâm
dünyasinin yitirilmesi olarak yorumlamistir (1)
Hilafetin kaldirilmasinin ise “öznel” bir anlami vardi: Artik Cumhuriyet Türkiyesi’nde birinci
asamada Saltanatin Hilafetten ayrilarak ilgasi, ikinci asamada Hilafetin kaldirilmasi ve son halifenin
yurt disina sürülmesiyle birlikte köklü degisimlerin, “dünyevilesmenin” önü açilmis oluyordu.
Kisacasi, Hilafetin ilgasiyla birlikte Türkiye’de Seküler bir dönem basliyordu.
Cumhuriyet döneminde din siyaset iliskisini konu edinirken, saltanatin ve hilafetin ilgasi üzerinde
bu denli hassasiyetle durmamizin nedeni, Cumhuriyet döneminde siyasi ve kültürel anlamdaki
keskin degisim ve dönüsümün baslangiç safhasini teskil etmelerinden kaynaklandigina olan
inancimizdir. Bir baska ifadeyle, Cumhuriyet dönemindeki din baglamindaki “kirilmanin” ya da “din
ve lâiklik baglamindaki degisimin adresi”, Hilafetin kaldirilmasinda aranmalidir. Çünkü, din siyaset
iliskisi düzleminde hilafetin lagvedilmesi çok büyük önem tasir. Fakat bu noktada Saltanat, Hilafet,
Tevhid-i Tedrisat gibi müesseselerin ve kanunlarin ilgasinda ve ihdasinda genel geçer tavir, felsefi
düsünceden degil, kuvvetin egemenliginden kaynaklaniyordu. Karpat’in, “Bu siyasete sonradan
takilan lâiklik isminin aslinda felsefi düsünceden degil, kuvvet mücadelesinden dogdugu asikardir.
(2)” seklindeki ifadesi bunu açikça ortaya koyar.
Hilafetin kaldirilmasi ve seküler dönüsümün gerçeklestirilesine dair Meclis’te alinan diger kararlarla
birlikte Türkiye’nin lâiklesme serüveni hizli bir sürece girdi. Nitekim, hukukun dünyevilestirilmesi
noktai nazarinda Mustafa Kemal Pasa’nin yaptigi bir konusma, hem dine bakisini hem de hukukun
dünyevilesmesine dair önemli ipuçlari veriyordu:
“Üyesi olmakla kendimizi mutlu saydigimiz Islâmlik, yüzyillardan beri içinde bulundugu siyasi
durumdan kurtarilmak ve yüceltilmek zorundadir... Millet, her uygar devlette geçer olan ve bizim
memleketimizin ihtiyaçlarini karsilayacak hukuk esaslarinin alinmasini arzu etmektedir... Hukukta
hurafelere bagli kalis milletin uyanmasini önleyen bir kabustur (3).”
Görüldügü üzere, seküler/modern baglamdaki devrimlere girisilirken amaç, “Islam’in yüceltilmesi
gibi bir gayeye mebni idi.” Cumhuriyeti seküler bir yapiya kavusturmak isteyen anlayis, bir yandan
kendince Islâm dini hurafetelerden ve düstügü siyasi durumdan kurtarmayi amaçlarken, bir
yandan da dünyevilesmesinin yerlesmesine çabaliyordu.
———————
1- Bakz: Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Y., Istanbul, ts, S. 478.
2- Kemal Karpat, “Türkler (Cumhuriyet Devri)” Islâm Ansikopedisi, C. XII/II, MEBY., S. 395.
3- Gotthard Jasckhe, Yeni Türkiye’de Islâmlik, (Çev. H. Övs), Bilgi Y., Ankara 1972, S. 22.
(VI)
Hilâfet kaldirilip, Cumhuriyet’in seküler bir yapiya dönüstürülmek istenmesine karsin, Cumhuriyet
yine de 1928 yilina kadar dini vasfini korumaya devam etti. Nitekim 1924 Anayasasi’nin ikinci
maddesinde yer alan “Türkiye devletinin din, dini Islâm’dir” maddesi, Cumhuriyet’in dinsel bir
nitelik tasidiginin en somut göstergesiydi.
Fakat, devletin dininin Islâm olmasi, devletin seküler biçilenmesini hizli bir kosutta sürmesine
engel teskil etmedi ve köklü degisimlerin bir bölümü bu madde yürürlükte iken gerçeklestirildi.
Seküler içerikli degisimlerin birbirini takip ettigi bu süreçte, “Cumhuriyet Halk Firkasi”nin büyük
çogunlugu, meselenin felsefi derinliklerine inmeden yeni lâik bir millet yaratma fikrini benimsemis
görünüyorlardi. Onlara göre lâik, yani millî benligini dinle ilgisi olmadan gelistirecek bir Türk milleti,
“Sultanligin” ve “halifeligin” tekrar canlanma tehlikesini ortadan kaldirmis olacakti... (1)”
Ayrica yine bu dönemde Cumhuriyet Halk Firkasi (CHF), bir yandan lâik içerikli köklü degisimleri
gerçeklestirirken, diger taraftan da Türkiye’nin birden fazla partiye dayanan çogulcu/plüralist bir
yapiya geçmesine, bir baska ifadeyle Cumhuriyet’in demokratik bir yapiya kavusmasina imkan
vermedi. Nitekim bu dogrultu da, 17 Kasim 1924’te Ankara’da Millî Mücadele’nin önde gelen
isimleri tarafindan kurulan Terakki Perver Cumhuriyet Firkasi’nin (TCF), Cumhuriyet’in gelisimine
bir muhalefet partisi olarak “katki yapmasi” ve CHF’yi “tek-parti jakobenizminden” uzaklastirmak
istemesi CHF tarafindan engellendi.
“Terakki Pervercilere göre, halkin yüzyillardan beri bütün maddî ve manevî hayatini etkileyen
Islâmiyet’e yöneltilmis haraketler, eninde sonunda halkin temel benligini ve kültür varligini
zedeleyecekti. Onlara göre, dini siyasetten ayirma gayretleri az zaman sonra dini geri bir plana
itmeye dönebilirdi. Buna karsilik Cumhuriyet Halk Firkasi, hiç bir zaman dinin aleyhtari olmadigini,
dini kendi sahsi çikarlari ve siyasi emelleri ugruna kullanmak isteyenlere karsi oldugunu ileri
sürmekte idi. Böylece siyasetten siyrilmak istenen din, tam tersine partiler arasi tartisma konusu
haline gelmis ve bu husus günümüzde bile Türk parti hayatinin ana meselesi olmakta devam
etmistir. Iste “Islâmiyete yöneltilmis hareketlerin dini geri plana itebilecegi, bunun da halkin temel
benligini ve kültürel varligini zedeleyebileceginden endise eden Terakki Perverciler”,
programlarinin altinci maddesine “Firka, efkâr ve itikadat-i diniyeye hürmetkârdir” ibaresini koyarak
din hakkindaki görüslerini ifade etmislerdi. (2)
Terakki Perver Cumhuriyet Firkasi’nin kurulusunu kendi varligi için büyük tehlike gören CHF,
çözüm olarak TCF’yi sultanligi ve halifeligi geri getirmekle, irticayi körüklemekle suçlayarak, bu
partiye karsi agir tenkit ve hücumlarda bulundu. CHF, 3 Haziran 1925’de çikarilan ve Türkiye’de
her türlü muhalefeti yasaklayan Takrir-i Sükûn Kanunu çerçevesinde TCF’yi -(Parti programinin
altinci maddesinde yer alan “Firka efkâ ve itikadat-i diniyeye hürmetkârdir” ifadesine mebni
olarak)- 5 Haziran 1925’te kapatma cihetine gitti ve TCF’liler Seyh Said isyaniyla iliskilendirildi. Bu
suretle, TCF’liler, demokratik girisimlerinin bedelini agir surette ödemek durumunda birakildi.
——————
(1) Kemal Karpat, “Türkler - Cumhuriyet Devri” Islâm Ansiklopedisi (MEB), C. XII/II, MEBY.
Istanbul 1988, S. 398
(2) Bkz. A.g.m., S. 396

Kaynak: Milli gazete, 19-06.02.2000

You might also like