Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 45

BULAŞICI OLMAYAN

HASTALIKLARIN KONTROLÜ
Dr.Öğr.Üyesi Sema TURAN
EBYU Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD
• Günümüzde, en sık görülen, en çok öldüren ve sakat bırakan hastalıklar, bulaşıcı
olmayan hastalıklardır.
• Bulaşıcı olmayan hastalıklar vücut işlevinde ya da yapısında, kişinin yaşam
tarzında bir değişiklik yapmasını gerektiren ya da uzun bir süre boyunca devam
eden bozulma olarak tanımlanır; kişiden kişiye geçmez, yavaş gelişir ve genellikle
uzun sürerler.
• Bu hastalıkların başlıcaları kardiyovasküler hastalıklar, kanserler, kronik sonunum
yolu hastalıkları ve diyabettir.
• Dünya genelinde ve ülkemizde ölüm nedenlerinde ilk üç sırayı dolaşım sistemi
hastalıkları, kanserler ve solunum sistemi hastalıkları almaktadır.
Bulaşıcı olmayan hastalıkların ortak özellikleri şunlardır:

1. Çok faktörlü nedensellik


2. Sinsi başlangıç
3. Latent dönem
4. Vücutta geri dönüşü olmayan değişiklikler yapmaları
5. Kişinin yaşam tarzında değişikliğe yol açması
6. Kontrollerinin çok yönlü yaklaşım gerektirmesi
Bulaşıcı Olmayan Hastalıkların Kökenindeki 5 Risk Faktörü
• Bulaşıcı olmayan hastalıkların büyük çoğunluğu kronik hastalık grubundaki
hastalıklardır. Kronik hastalık “uzun süreli hastalık” demektir. Bu hastalıklar
genellikle bulaşıcı değildir, sinsi başlar, yavaş ilerler.
• Hastalığın belirtileri geç ortaya çıktığı için genellikle tanı konulduğunda hastalık
vücutta yerleşmiş ve hayli ilerlemiştir.
• Kronik hastalıkları tam olarak iyileştirmek çoğu zaman mümkün değildir ve
genellikle vücutta kalıcı değişikliklere yol açarlar bırakırlar.
• Dolayısıyla, kronik hastalıklar için yapılması gereken en akılcı şey koruyucu
önlemlere önem vermek, erken tanı ve tedavi ile hastalığın ilerlemesini
durdurmak ve sakatlıkları önlemeye çalışmaktır.
KALP VE DAMAR HASTALIKLARININ KONTROLÜ

• Kalp ve damar hastalıkları hem erkeklerde hem de kadınlarda bir numaralı


ölüm nedenidir. Bu grupta çeşitli hastalıklar sayılabilir. Ancak, halk sağlığı
sorunu olarak “koroner kalp hastalığı” (KKH) ve “hipertansiyon” (HT)
öncelikli asıl ele alınması gerekenlerdir.
Koroner Kalp Hastalığı (KKH)

• Kalp, kastan oluşan bir organdır; kalp kasına “miyokard” denir. Miyokard her
kasılışında vücuda oksijenle yüklenmiş kanı pompalar. Vücutta kullanıldıktan
sonra kalbe dönen kanı oksijenlenmek üzere akciğerlere pompalar. Diğer
bütün kaslarda olduğu gibi kalp kasının da kasılmak için enerjiye, enerji için ise
oksijene, yani oksijenle yüklenmiş arter kanına ihtiyacı vardır. Eğer, kalp kasını
besleyen arterler (koroner arterler) tıkanırsa kalp yeterli kanı alamaz ve bu
durumda bazı klinik belirtiler, yakınmalar ortaya çıkar.
• Miyokardın oksijensizliğe tepkisi ağrı şeklinde olur. Kalp ağrısı kişilerde farklılık
gösterir, ancak genellikle ağrı, göğsün sol ön bölgesinde ve sternumun alt ucunda
hissedilir. Tıkanan koroner arterin kanlandırdığı kalp kası bölgesinde harabiyet
(nekroz) oluşur. Buna “miyokard enfarktüsü” adı verilir.
• Nekroz oluşan kas parçası kasılamaz ve kalp görevini yerine getiremez. Bu
harabiyetin şiddeti hastanın yaşamını belirler. Harabiyet yaygın bir alanda olursa
hasta yaşamını yitirir, daha küçük bir alanda ise, hastanın kalp kası içinde yeni
damarlar (kollateraller) gelişir ve kalp eski gücüne kavuşabilir.
KKH oluşmasında birden fazla faktör rol oynamaktadır :
• Bu faktörlerin bazıları önlenebilir, bazılarının ise değiştirilmesi mümkün
değildir.
• KKH oluşmasındaki rolü belirgin olan faktörlere “majör risk faktörleri”,
diğerlerine ise “minör risk faktörleri” adı verilmektedir.
Majör Risk Faktörleri:
• Hipertansiyon
• Serum kolesterol yüksekliği
• Tütün kullanımı
Minör Risk Faktörleri:
• İleri Yaş
• Erkek olma
• Şişman olma
• Stresli hayat ve çalışma ortamı
• Genetik yatkınlık
Koroner kalp hastalığı ile mücadelede kronik hastalıklar için öngörülen ilkeler
uygulanır:
• Birincil koruma: Bu önlemler arasında tütün kullanmamak, kolesterol yüksekliğini
önlemek için ilaç kullanmak ve uygun diyet yapmak (kompleks karbonhidratlar,
protein, mineraller, vitaminler ve posalı yiyecekler tüketmek), şişmanlamamak,
hareketli bir yaşam sürmek, diyabeti olanların tedavilerini titizlikle uygulaması,
hipertansiyonu olanların bu sorunlarını kontrol altında tutmaları
• İkincil koruma: Düzenli aralıklarla sağlık kontrolleri yaptırmak (EKG, anjiyografi vb)
• Üçüncül koruma: Koroner kalp hastalığı geçiren kişilerin uygun tedavi ve
rehabilitasyon hizmeti almaları, gerekirse cerrahi yöntemlerle (by-pass ameliyatı
gibi) tedavi olmaları
Hipertansiyon (HT)
• Hipertansiyon (yüksek kan basıncı), arter içi kan basıncının sürekli olarak
yüksek olmasıdır.
• Uygun tedavi ile yaşam kalitesi sürdürülebilir, aksi durumda ciddi sağlık
sorunlarına yol açar; koroner kalp hastalığına, beyin kanaması sonucu
ortaya çıkan inmelere, diğer organlara olan kanamalar nedeniyle organ
yetmezliklerine neden olabilir. Bu yüzden hasta yaşamını yitirebilir ya da
kalıcı hasarlar kalabilir.
• Hipertansiyon, 40 yaşın altında göreceli olarak seyrektir, görülme sıklığı
yaşla artar. Her yaş grubunda kadınlarda daha sıktır.
• Birçok ülkede 40 yaş ve üzerindeki kişilerde hipertansiyon sıklığı %15-20
dolayında bulunmaktadır.
• Hipertansiyonun nedenleri tam olarak bilinmemektedir. O nedenle
hipertansiyon vakalarının çoğu “esansiyel hipertansiyon” (nedeni belli
olmayan hipertansiyon) ya da “primer hipertansiyon” olarak kabul edilir.
Hastaların % 95-99’u bu gruba girer. Diğer hastalarda nedenler: bazı ilaçlar,
böbrek hastalıkları, gebelik, aort hastalıkları ve bazı kronik hastalıklardır.
• Hipertansiyon, baş ağrısı, baş dönmesi, sendeleme, burun kanaması, çeşitli
organlardaki arterlerde kanama gibi belirtiler gösterir.
• Ancak, genellikle sinsi ve yavaş seyirli olan hipertansiyon her zaman anlaşılamaz.
Toplumda hipertansiyonu olduğunu bilenler toplam hastaların yüzde 25 kadarıdır.
Bilinmeyen hastaları anlayabilmenin tek yolu hiçbir yakınması olmasa da kişilerin
kan basınçlarını zaman zaman ölçmektir.
• Hipertansiyon nedenleri kesin olarak bilinmediğinden bu hastalık için uygulanacak
etkili bir birincil koruma yöntemi yoktur. Yapılabilecek şey, ikincil koruma, yani
hastaların erken dönemde teşhis edilmeleri ve bir an önce tedaviye
başlanılmasıdır. O nedenle, toplumda basit bir yöntem olan kan basıncı ölçerek
tarama yapmak yaşamsaldır.
• Hipertansiyonu olan hastaların ilaçlarını düzgün kullanmaları, tuzsuz diyet
uygulamaları, alkol-sigara kullanmamaları, fizik aktiviteye zaman ayırmaları,
stressiz bir yaşam sürmeleri ve şişmanlamaktan kaçınmaları gerekir.
İnme

• Kan kalpten çıktıktan sonra boynun iki yanında yer alan iki büyük damar aracılığı
ile beyine taşınır. İnme kalp krizi gibi oluşur; kan akımı kesildiği zaman oksijen ve
besleyici maddeler beyine ulaşamaz. Bu durum beyin dokusunda hasara yol açar
ve bu durum inme olarak adlandırılır.
• Lezyonun yerine ve nedenine bağlı olarak serebral kanama, serebral tromboz,
serebrovasküler iskemi terimleri de kullanılır.
• Beyindeki kan damarlarında zedelenme, yırtılma olabilir ve kanama gelişir;
kanamaya bağlı beyinde hasar oluşur; beyin içi kanama olarak adlandırılır. Bu
durumun gelişiminde hipertansiyon en önemli risk faktörüdür.
• İnme geçiren kişilerde genellikle ani gelişen yüz, kol, bacak veya sıklıkla vücudun bir
yarısında kuvvet kaybı olur. Bunların dışında aynı bölgelerde uyuşma, bayılma, bilinç
bulanıklığı, konuşmada ya da konuşulanları anlamada güçlük, nedeni bilinmeyen
şiddetli baş ağrısı, baş dönmesi, dengeyi sağlayamamak, bir gözde ya da her iki
gözde görme kaybı, bilincin tamamen kaybı görülebilir.
• İnme bulguları olayın beynin hangi bölgesini etkilediğine ve şiddetine bağlıdır. Ani
ölüme yol açabilir.
• İnmeye neden olan faktörleri kontrol ederek inme riski en aza indirilebilir.
Kuşkusuz bu faktörler arasındaki yaş, cinsiyet, ırksal köken, ailede benzer hastalık
olması gibi risk faktörlerini kontrol edebilmek mümkün değildir. Diğer faktörlerin
kontrolü mümkündür; hipertansiyon, diyabet, atrial fibrilasyon, yüksek lipid
düzeyleri, sigara, yoğun alkol kullanımı, şişmanlık, hareketsiz yaşam gibi
değiştirilebilen risk faktörleri ile mücadele etmek gerekir.
• Risk faktörlerinin birbirinin etkisini arttırdığı da akılda tutulmalıdır.
İnme riskini azaltmak için şunlar bilinmeli ve yapılmalıdır:
•Yüksek kan basıncı inme açısından en önemli risk faktörüdür. Hipertansiyonu olan
hastaların uygun izlenmesi ve tedavileri inme riskini azaltır.
•Atrial fibrilasyon, emboliye yol açması nedeniyle inmelere neden olur. Atrial
fibrilasyonu olan hastaların erken tanı ve tedavisi risk azaltır.
•Sigara içenlerde inme riski içmeyenlere göre 2-3 katı fazladır. Sigara mücadelesi
aynı zamanda inme riskini de azaltır.
•Alkol tüketiminin azaltılması da inme riskini azaltır.
•Diyabeti olan hastaların yakından izlenmesi ve tedavileri de inme ile mücadelenin
bir yoludur.
•Aktif yaşam tarzı da inme riskini azaltan bir uygulamadır.
•Uygun beslenme, şişmanlığın önlenmesi, az tuzlu ve doymuş yağdan fakir diyetle
beslenme inme riskinin azaltılması için destekleyici uygulamalardır
OBEZİTE (ŞİŞMANLIK) KONTROLÜ
• Obezite, alınan kalori miktarının harcanan miktardan fazla olması sonucunda vücutta
yağ dokuları içindeki yağ miktarının artması durumudur.
• Obezitenin bir hastalık olduğu ve birçok hastalığın da hazırlayıcı faktörlerinden olduğu
çok sayıda araştırma ile kanıtlanmıştır.
• Kalp damar hastalıkları, hipertansiyon, safra kesesi hastalıkları, solunum sistemi
hastalıkları, bazı kanser türleri (meme, prostat, kolon, endometriyum gibi), tip II
diyabet, osteoartrit oluşumunda şişmanlık bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır.
Obezitenin Temel Nedenleri

• Eğer, kişi harcadığı enerjiden daha fazlasını gıdalarla alıyorsa, şişmanlık


ortaya çıkar.
• Bazal metabolizma hızı yüksek olan kişilerin, enerji gereksinmelerini
karşılamak için metabolik hızı düşük olanlardan daha fazla besin
tüketmeleri gerektiği doğaldır. O nedenle, şişmanlık, tüketilen enerji ile ilgili
değil, vücudun gerek duyduğu enerjiden daha fazlasını tüketmekle ilgilidir.
• Bazal metabolizma hızının düşüklüğü ya da yüksekliği tiroit, böbrek üstü
bezi, pankreas ve cinsiyet hormonlarının yapımındaki ya da
fonksiyonlarındaki bozukluklar gibi hastalık ve genetik nedenlerle ilgili
olabilir.
• Halk sağlığı açısından toplumu tehdit eden obezite türü yeme
alışkanlıklarına, hareketsiz yaşama, tüketilen besinlerin türüne bağlı olan
çevresel nedenli şişmanlıktır.
• Günümüzde obezitenin başlıca nedeni beslenme alışkanlığının hazır yiyecek
türüne kayması ve ayaküstü yenilen (fast food) tost, sandviç, hamburger,
pizza, patates kızartması vb. yiyeceklerin fazla tüketilmesinin bir toplumsal
davranış biçimi haline gelmesidir.
Obezitenin boyutu (derecesi) çeşitli yöntemlerle saptanabilir. Bunlar arasında en
çok bilinen ve kullanılanları “beden kitle endeksi”, “bel çevresi” ve “bel-kalça oranı”
dır.
1. Beden Kitle Endeksi (Body mass index)(BKE): Vücut ağırlığının (kg) boyun
karesine (m²) bölünmesiyle elde edilir. Saptanan değere göre bireyin zayıf,
normal, fazla kilolu ya da şişman olup olmadığına karar verilir.

Ağırlık (kg)
BKE= ---------------------
Boy² (m²)
2. Bel çevresi: Bel çevresi erkeklerde 94 cm’nin üzerinde, kadınlarda 80 cm’nin
üzerinde ise kişilerin şişmanlığa bağlı metabolik risklerinde artış görülmektedir. Bel
çevresi erkeklerde 102 cm’den, kadınlarda 88 cm’den fazla olması bu kişilerin
şişman olduklarını gösterir
3. Bel – kalça oranı: Bel çevresinin (cm olarak), kalça çevresine (cm olarak)
bölünmesiyle elde edilen değer erkeklerde 1’in, kadınlarda 0,8’in üzerinde
olmamalıdır. Eğer daha yüksek olursa şişmanlığa bağlı riskler artar.
• Obez kişilerde kalp ve damar hastalıkları ölümlerin en önemli nedenleridir.
• Özellikle yirmi beş yaşından sonraki ağırlık artışı kalp damar hastalıkları riskini de
arttırır. Beden kitle endeksi arttıkça inme (felç) ve kardiyak yetersizlik riski de artar.
• Obezite ile hipertansiyon arasında bir ilişki olduğu bilinir. Şişmanlık hipertansiyon için
tek başına (bağımsız) bir risk faktörüdür.
• Özellikle santral şişmanlığı olan (vücudun üst bölgelerinde yağ toplanan, göbekli)
kişilerde insülin direnci ve buna bağlı olarak glikoz intoleransı (bozulmuş kan şekeri
düzeyleri) görülme olasılığı yüksektir.
• Ayrıca, şişman kişilerde kanda ürik asit artmakta ve buna bağlı olarak bu kişiler gut
hastalığına yatkın olmaktadırlar.
• Şişmanlığın, meme, endometriyum, mide ve kolon kanserleri ile ilişkili olduğu
kanıtlanmıştır. Şişmanlığın hormonlar üzerinde yaptığı etkiyle kanser riskini
artırdığı düşünülmektedir. Safra taşları şişman bireylerde zayıf bireylere göre daha
sık görülmektedir.
• Karaciğerin yağlanması ile şişmanlık arasında ilişki olduğu bilinmektedir.
Şişmanlığın derecesine göre karaciğer hastalığının şiddeti de artar.
• Şişman kişilerde zayıf kişilere kıyasla kalça ekleminde osteoartrit olma olasılığı iki
kat daha fazladır. Aşırı kilo eklemler üzerine ek bir yük bindirerek harabiyete
neden olmaktadır.
Obezitenin Tedavisi ve Önlenmesi
• Obezitenin tedavisinde diyet, beslenme davranışlarında değişiklik, fiziksel
aktivitenin artırılması, ilaç tedavisi ve cerrahi girişim yöntemleri sayılabilir.
• Bunların içinde en etkili olanları, beslenme davranışlarının değiştirilmesi ve fiziksel
aktivitenin artırılmasıdır.
• Ancak, obeziteyle mücadelede esas yapılması gereken şeyin koruyucu önlemlerle
şişmanlığın önlenmesi olduğu unutulmamalıdır. Bu yaklaşım özellikle çocukluk
çağında yapılmalı ve genç yaşlardan başlayarak yaşam boyu sürecek davranışlar
kazandırılmalıdır
DİYABETES MELLİTUS
• Halk arasında “şeker hastalığı” olarak bilinen “diabetes mellitus” (kısaca diyabet),
kandaki şeker düzeyini dengeleyen insülin hormonunun eksikliği ve/veya
yeterince salgılanmasına karşın, vücutta kullanılamaması sonucu oluşan kronik
metabolizma bozukluğudur.
• Yediğimiz her şey sindirim sonucunda vücudun temel enerji kaynağı olan şekere
(glukoz) dönüşür. Şekerin kullanılması için hücrelerin içine girmesi gerekir. İnsülin
hormonu gerektiği kadar şekeri hücrelerin içine taşır. Eğer, insülin yoksa ya da
görevini tam olarak yerine getiremiyorsa şeker hücre içine taşınamaz ve kandaki
miktarı artar. Bu artışa “hiperglisemi” denir.
Diyabetin dört tipi vardır:
1) Tip 1 diyabet: Pankreas bezinde insülin yapımı ya hiç yok ya da yetersizdir. Daha
çok çocukluk ya da gençlik yaşlarında ortaya çıktığı için bu tipe “jüvenil diyabet” de
denir. Bu hastalar insüline bağımlıdır. İnsülini bir ilaç olarak almazlarsa
yaşayamazlar.
2) Tip 2 diyabet: Erişkin tipi diyabet olarak da bilinir. İnsüline bağımlı değillerdir. Bu
hastalarda vücutta insülin yapılır, fakat görevini tam olarak yapamaz. Bu hastaların
tedavisinde diyet düzenlemesi ve oral antidiyabetik ilaçlar gerekiyorsa insülin
kullanılır.
3) Gebelik diyabeti (Gestasyonel diyabet)
4) Diğer hastalıklara veya durumlara eşlik edebilen özel diyabet şekilleri
• Türkiye’de 20 yaş üzerindeki her 7-8 kişiden birinin diyabet hastası olduğu
bilinmektedir. Nüfusun yaşlanması ve özellikle obezite sorununun artışı nedeniyle
diyabet hastalarının sayısının da artacağı tahmin edilmektedir.
• Diyabetin başlıca belirtileri çok su içme, çok idrara çıkma, gece sık idrara çıkma,
çok yemek yeme, ağırlık artışı veya zayıflama, bulanık görme, halsizlik ve
yorgunluktur.
Diyabet için risk taşıyan durumlar şunlardır:

• Birinci derece akrabalarında • Daha önce “Gebelik (Gestasyonel)


diyabet bulunan kişiler diyabeti” tanısı almış olan ya da 4
• Şişman (obez) olan, sık acıkan ve kg’ın üstünde bebek doğurmuş
hızlı kilo alanlar olan kadınlarda,
•Sağlıksız beslenenler, • Polikistik over sendromu olan
kadınlar,
• Fiziksel inaktif olanlar,
• İnsülin direnciyle ilişkili diğer klinik
• Hipertansiyonu olanlar, durumlar ,
• Dislipidemisi (kan yağlarının • Acanthosis nigricans bulunan
yüksekliği) bulunanlar, kişiler,
• Daha önceden prediyabet tanısı • Erken yaşta kardiyovasküler (kalp-
almış olanlar, damar) hastalık öyküsü olan
• Uyku-apne sendromu olan kişiler,
• Diyabet, tedavisi olan bir hastalıktır. Hastalığın en önemli tedavi bileşeni, sağlıklı
yaşam davranışlarının kazanılmasıdır.
• Sağlıklı yaşam tarzının ve diyabet tedavisinin dört unsuru vardır:
1. Sağlıklı beslenme ve alkol tüketiminin sınırlandırılması
2. Yeterli ve düzenli fiziksel aktivite
3. Tıbbi tedavi (insülin; antidiyabetik) ve kendi kendine kontrol
4. Dengeli ve düzenli sosyal yaşam
KANSER
• Vücudumuzdaki milyarlarca hücre sürekli olarak yenilenir; ömrü dolan hücreler
yok olur, onların yerine yenileri ortaya çıkar. Yani, vücudumuzda hücre oluşumu
sürer gider.
• İşte bu hücre yenilenmesi ve çoğalması sırasında eğer hücrenin genetik
özelliklerini yeni hücreye aktaracak olan kromozomlarda bir anormallik oluşursa
ortaya çıkacak yeni hücre de anormal olur.
• Bu anormal hücre yok edilemez ve kontrol edilemeyen biçimde çoğalmaya devam
ederse, ortaya vücutta o zamana kadar bulunmayan anormal bir hücre grubu,
yumağı, kitlesi ortaya çıkar. Bu kitleye “tümör” adı verilir
• Tümörlerin bazıları insan için zararsızdır. Bunlara “iyi huylu tümörler” (benign
tümörler) denir. Bazı tümörler ise “kötü huylu” (maling) olur.
• Kötü huylu tümörlerin bazıları yavaş, bazıları ise hızlı biçimde ve kontrol
edilemeyecek biçimde büyür, diğer organ ve dokulara da yayılır (metastaz) ve bu
organlarda yaşamı tehdit eden boyutlara erişir. İşte bu kötü huylu tümörlere
genellikle “kanser” adı verilir
• Kanserler, dünyada ve ülkemizde giderek artan, kronik seyirli ve halk sağlığının
başta gelen sorunlarından olan hastalıklardır.
Kanserin nedenlerinin hepsi bilinmemekle birlikte bugünkü bilgiler ışığında kansere
yol açan faktörlerin başlıcaları şunlardır:

• Sigara (Tütün): Sigara içenlerde özellikle akciğer, gırtlak, farenks, yemek borusu,
mesane, pankreas, mide ve böbrek kanserleri diğer insanlara göre yüksektir.
• Alkol: Karaciğer kanseri başta olmak üzere bazı kanser türlerinin alkol ürünleri ile
ilgili olduğu saptanmıştır.
• Endüstride kullanılan maddeler ve endüstriyel atıklar: Yapılan çalışmalarda 50’ ye
yakın kimyasal maddenin, insanda kanser yapabileceği gösterilmiştir.
• Enfeksiyon ajanları: Bazı virüslerin hayvansal deneylerde tümör yapabileceği
gösterilmiştir. İnsanda ise serviks (rahim ağzı) kanserine ve bazı lenfomalara
virüslerin neden olduğu kanıtlanmıştır.
• İyonlaştırıcı radyasyon: Nükleer patlama ve tıbbi amaçlarla kullanılan iyonizan
radyasyonun değişik kanserlere (tiroid bezi, tükürük bezi, kemik, kemik iliği,
meme, lenfoid doku, akciğer, karaciğer, pankreas, mesane, deri, merkezi sinir
sistemi) neden olduğu gösterilmiştir.
• İyonlaştırıcı olmayan radyasyon: Güneş ışınları, deri kanserlerine neden olabilir
• Seks hormonları: Dışarıdan verilen seks hormonlarının bazı kanserlere yol açtığı
tahmin edilmektedir.
• Üreme faktörleri: Hiç doğum yapmamış olmak jinekolojik kanserler açısından
daha risklidirler. Rahim ağzı kanseri riski doğum sayısı ile artmaktadır. İlk
doğumunu 35 yaştan sonra yapanlarda meme kanseri riski artmaktadır.
• Genetik faktörler: Bazı kanserlerin aile hikâyesi ile ilgisi olduğu gösterilmiştir.
Ailede meme kanseri varsa, meme kanseri riski artar. Kırmızı saçlı, mavi gözlü, açık
renkli tene sahip olanlarda malin melanoma (deri kanseri) daha sıktır.
• Kanser, ölüm nedenleri arasında ikinci sıralarda olmakla birlikte toplumda kontrol
edilebilecek ve önemli bir kısmı tedavi edilebilecek bir hastalıktır.
• Ülkemizdeki kanser kontrol programlarında sigara ve diğer tütün ürünlerinin
kullanımının azaltılması, sağlıklı beslenmenin yaygınlaştırılması ve erken tanı
amaçlanmaktadır.
• Birincil korunma ve erken tanı (ikincil koruma) ile kanser mortalitesinin azaltılması
da önemlidir: Ülkemizde meme, serviks (rahim ağzı) ve kalın barsak
kanserlerinin taranması, ulusal bir program olarak Kanser Erken Teşhis Tarama ve
Eğitim Merkezlerinde (KETEM) yürütülmektedir.
• Kanserin önlenmesi konusunda aşağıdaki önlemlerin uygulanması önemlidir:
• Tütün kontrolü çalışmaları
• Alkol kullanmamanın ya da kontrollü alımının önerilmesi
• İşyerindeki bilinen kanserojenleri azaltma önlemleri
• İşyeri dışındaki kanserojenleri azaltma önlemleri
• Kanserojen ilaçların alımından sakınmak
• Düzenli olarak sağlık kontrolü ve akciğer filmi çektirilmesi Özellikle beyaz
tenlilerin güneş ışınlarından uzak durmaları
• Östrojen hormonu kullanımı gereken durumlarda, düşük dozda kullanılması
• Cinsel yaşamda tek eşlilik ve bariyer yöntemleri kullanılması
• Sebze ve meyveden zengin diyet
• Şişmanlıkla mücadele
• Tarama ve erken tanı programlarının desteklenmesi
• Halkın eğitimi
Kanser Tedavisi
1. Cerrahi; Kanserli dokuyu ve çevresindeki invazyon riski taşıyan bir miktar sağlıklı
dokuyu ameliyatla çıkarmak,
2. Radyoterapi; Uygun dozda ışın uygulayarak kanser hücrelerinin öldürülmesi,
3. Kemoterapi; Kanser hücrelerini öldürmek üzere ilaçlar kullanılması,
4. İmmünoterapi; Bağışıklık sistemi hücrelerinin kansere karşı etkin bir şekilde
kullanılması, etkinliğinin artırılması (İnterferon, BCG aşısı ),
5. Hormon tedavisi; Prostat Ca’da östrojen,

39
TÜTÜN VE TÜTÜN ÜRÜNLERİ
• Tütün ve Sağlık İnsan sağlığına zararlı alışkanlıkların başında gelen tütün kullanımı
bütün ülkelerde bir salgın haline gelmiş çok önemli bir halk sağlığı sorunudur.
• Genel bir yaklaşımla tütün, yıllık ölümlerin yüzde 25’inden sorumludur. Sigara
içenlerin yaklaşık yarısının sigaranın yol açtığı bir hastalıktan öldükleri
hesaplanmaktadır. Dünyada sigara kullanımı nedeniyle 8 saniyede bir kişi
ölmektedir.
• Tütün dumanında 4000’den fazla kimyasal madde vardır. Bunlardan en az
250’sinin zararlı olduğu ve 50’den fazlasının da kansere neden olduğu
bilinmektedir.
• Bütün tütün ürünleri bağımlılık yapar. Tütünde bağımlılık yapan asıl madde
nikotindir. Sigara içildikten 7 saniye sonra nikotin beyne ulaşır.
• Nikotin yoksunluğunda depresif duygu durumu, sigara içme isteği, baş ağrısı, uyku
sorunları, sinirlilik, gerginlik, konsantrasyonda güçlük, yorgunluk, iştah artışı/kilo
alma gibi belirtiler ortaya çıkar. Bu belirtiler uygun tedavi yöntemleri ile
önlenebilir.
• Tütünün 50 ayrı hastalık yaptığı ve bu hastalıklardan 20 kadarının öldürücü olduğu
bilinmektedir. Bu hastalıklara bağlı ölümler nedeniyle 25 yaşında ağır bir sigara
içicisinin içmeyene göre beklenen yaşam süresinin % 25 (yaklaşık 23 yıl) daha kısa
olduğu hesaplanmaktadır
Sigaranın yol açtığı öldürücü hastalıklar şunlardır:

❖ Kanserler ❖ Kalp ve Dolaşım Hastalıkları


•Akciğer kanseri (13 - 22 kat artan risk) •Koroner kalp hastalığı
• Ağız kanseri (3 - 30 kat artan risk) • Aort anevrizması
•Dişeti kanseri (5 - 14 kat artan risk) • Kalp kası dejenerasyonu
•Dil kanseri (4 - 33 kat artan risk) •Damar kireçlenmesi (arterioskleroz)
• Tonsil kanseri (7 - 11 kat artan risk) •Felç (İnme)
•Gırtlak kanseri (16 kat artan risk) ❖ Diğerleri
• Yemek borusu kanseri (8 - 10 kat artan risk) •Bronşit ve amfizem (KOAH – Kronik obstrüktif
akciğer hastalığı)
•Mesane kanseri (3 - 5 kat artan risk)
• Zatürre (pnömoni)
•Pankreas kanseri (2 kat artan risk)
• Mide ülseri
•Böbrek kanseri (5 kat artan risk)
• Duedonum (oniki parmak bağırsağı) ülseri
• Prostat kanseri (2 kat artan risk)
•Serviks (rahim ağzı) kanseri (17 kat artan risk)
•Kan kanseri (2 - 3 kat artan risk)
• Tütün çeşitli biçimlerde kullanılır. Bunlar arasında sigara en yaygın kullanım
biçimidir. Ayrıca, puro, pipo, nargile, çiğneme, enfiye biçiminde buruna çekme
şeklinde de kullanılabilir. Bunların tümü sağlığa zararlıdır ve hemen bütün
ülkelerde tütünle mücadele programları yürütülmektedir.
• Nargile biçimindeki kullanımın, dumanın sudan geçtiği için zararsız olduğu
yönündeki algı tamamen yanlıştır. Nargile de en az sigara kadar insan sağlığına
zarar vermektedir.
• Tütün, yalnızca onu tüketenlere değil, tütün kullananların etrafındakilere de zarar
verir. Çünkü tütün kullanan kişinin yakınında bulunanlar da tütün dumanını
solurlar ve etkilenirler. “Pasif içicilik” adı verilen bu durum başta çocukları ve
gebeleri etkiler.
• Tütünü gerek doğrudan kullananlarda, gerekse pasif içicilerde sağlığı ciddi biçimde
bozan ve ölümlere neden olan çeşitli hastalıklar ortaya çıkmakta, tütün
kullananların yaşam süreleri kısalmakta, yaşam kaliteleri düşmekte ve maddi
zararlar ortaya çıkmaktadır

You might also like