Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 94

1.

ÜNĠTE

EDEBĠYAT VE TOPLUM ĠLĠġKĠSĠ


 Edebiyat ilhamını toplumdan alır ve yine topluma aktarır.
 Edebî metinler (roman, hikâye, tiyatro, deneme, anı, gezi yazısı vb.) toplumun hafızasını oluşturan bilgi depolarıdır.
Bundan dolayı bir milleti anlamak için o milletin edebiyatına bakılır. Güçlü bir edebiyat köklü bir kültür demektir.
 Edebî eserler ait oldukları toplumun sosyal, siyasi yönlerini ve tarihî geçmişini yansıtır.
 Edebî eserler toplumla, toplum sorunlarıyla iç içedir. Birçok şair ve yazar dönemindeki toplumsal sorunları veya olayları
ele almıştır.
 Edebiyat toplum hafızasını yönlendirir, değiştirir. Çünkü roman, tarihi kendine mal eder, anlattığı geçmişi tarihî bir
forma sokar, tarihleştirir ve toplumu anlatarak yazıyla toplumun resmini çizer.
 Edebiyat, tarihten ve toplumdan koparılamayacağı için, ele aldığı konular da tarihi ve toplumu yönlendirebilir konular
olmaktadır.

EDEBĠYAT-SOSYOLOJĠ ĠLĠġKĠSĠ
 Edebiyat, toplumu yansıtan bir ayna görevi üstlenir. Edebiyat, toplumu yansıtırken ‘’toplumu inceleyen bilim dalı’’
olarak sosyolojiden yararlanır.
 Edebiyat nasıl sosyolojiden yararlanırsa sosyoloji de edebiyattan yararlanır. Sosyoloji özellikle toplum yaşamını ele alan
ve yansıtan edebî eserlerden yararlanır. Toplumu yansıtan romanlar sosyoloji açısından birer kaynak niteliği
taşımaktadır.

EDEBĠYAT AKIMLARI (EDEBÎ AKIMLAR)


 Edebî akım, yazar ve şairleri müşterek değerleri etrafında bir araya getiren ve onların pek çok esere hayat vermelerine
imkan hazırlayan birer edebiyat iklimidir. Bir sanat grubunun belli bir dönemde ortak dünya görüşü, estetik, sanat ve
edebiyat anlayışı çerçevesinde oluşturduğu edebiyat hareketi; bu anlayış ve hareket çerçevesinde kaleme aldıkları edebî
eserlerin oluşturduğu bütündür.
 Zaman içerisinde değişen bireysel, toplumsal, ulusal ve evrensel şartlar insanın veya insanlığın güzel ve gerçek
hususundaki sonu gelmez arayışları edebiyattaki değişme veya yenileşmenin temelini oluşturur.
 Edebiyat akımını, sadece edebiyatla sınırlandırmamak gerekir. Çünkü bu akımlar çoğu zaman güzel sanatların bütün
kollarını (mimari, heykel, resim, musiki vb.) kapsar.
 Hiçbir edebi akım birdenbire ortaya çıkmamıştır. Edebiyat akımlarının oluşmasında dönemin zihniyeti ve önceki
dönemlerde yaşanan edebî geleneğin etkisi söz konusudur.
 Bununla birlikte her edebî akımın, geçmişteki sanat anlayışından farklı bir bakış açısı ortaya koyma iddiasında olduğu da
unutulmamalıdır.
 Edebiyat akımları belli bir zamanla sınırlıdır. Yani belli bir tarihte doğar, zamana bağlı olarak gelişip olgunlaşır ve bir
noktada da ömrünü tamamlar. Ancak bu ömür tamamlama, kesin bir tarihte bitme olarak anlaşılmamalıdır; akımların
başlangıç ve bitiş tarihlerinin bir dönemi etkilediği, başka bir dönemde etkisini yitirdiği şeklinde düşünülmelidir.
 Bir edebî akımın temsilcisi olan sanatçının ait olduğu akımın tüm özelliklerini sergilemesi beklenmemelidir. Sanatçılar,
aynı akımdan etkilense de kişisel özellikleri, sanat akımlarının kurallarına bakış açısı gibi etmenler, onların akımları
anlama ve uygulama şekillerinde de değişikliğe sebep olur.
 Akımlarla ilgili bilinmesi gereken bir diğer özellik de edebiyat akımlarının ülke ve kültür farklılıklarına göre değişim
göstermesidir. Örneğin, Fransa’da ortaya çıkan klasisizm akımında Antik Yunan edebiyatına karşı hayranlık söz konusu
iken aynı akımın Türk edebiyatındaki temsilcilerinde böyle bir eğilim görülmez.

1
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
KLASĠSĠZM

 Fransa’da ortaya çıkan bu akımın ilkelerini Boileau (Buvalo), Şiir Sanatı adlı eserinde belirlemiştir. Özellikle 17.
yüzyılda etkili olmuştur.
 Akıl ve sağduyuya değer verilir. İnsan yaratılışı, insan tabiatı ve insanın iç dünyası önemsenir.
 ‘’Sanat, sanat içindir.’’ İlkesi benimsenmiştir.
 Kendilerine Eski Yunan ve Latin edebiyatlarını örnek alan akımın temsilcileri, konularını da bu edebiyatlardan
almışlardır.
 Kahramanlar seçkin kişilerdir, sıradan insanlara yer verilmez.
 Üslup kusursuzluğu önemlidir; dil, açık ve yalındır.
 Özellikle tiyatroda, trajedi ve komedi türlerinde gelişmiştir. Eserlerde kaba sözlere yer verilmez, soylu bir dil kullanılır.
 Sahneleme tekniğine önem vermişlerdir.
 Kahramanlar karakter değil, tip özelliği gösterir.
 Eserlerde anlatıcılar, kişiliklerini gizlemişlerdir.
 Klasisizmde önemli olan konu değil, konunun işleniş biçimidir. Aynı konular birçok kez işlenmiştir.
 Üç birlik (zaman, mekân, olay birliği) kuralına sıkı sıkıya bağlı kalınmıştır.
Temsilcileri:
Dünya edebiyatı: Moliere, Corneille, Racine, La Fontaine, La Bruyere, Boileau, Malherbe, Madamn De La Fayette, Fenelon
(Fransız edebiyatı); John Milton (İngiliz)
Türk edebiyatı: İbrahim Şinasi, Ahmet Vefik Paşa, Direktör Âli Bey

ROMANTĠZM (COġUMCULUK)
 Klasisizme tepki olarak 18. yüzyılda İngiltere ve Almanya’da ortaya çıkmışsa da 19. yüzyılda Fransa’da çok etkili
olmuştur.
 Kurallarını Victor Hugo, Cromwell adlı eserinin ön sözünde belirlemiştir.
 Klasisizme tepki olarak akıl ve sağduyu yerine duygu ve hayaller önemsenmiştir.
 Kahramanlar, sıradan insanlardan seçilmiş, tip değil karakterlere yer verilmiştir.
 Klasisizmde olduğu gibi üslupta soyluluk aranmamış, günlük konuşma dili kullanılmıştır.
 Klasik edebiyatın şekilci ve kuralcı yapısına karşı çıkılmıştır.
 Konular, eski Yunan ve Latin edebiyatı yerine Hristiyanlıktan, yakın tarihten seçilmiştir.
 Klasisizmdeki ‘’sanat için sanat’’ anlayışı yerine, ‘’toplum için sanat’’ anlayışı benimsenmiştir.
 Sanatçılar eserlerinde kişiliklerini gizlememişlerdir.
 Doğa betimlemelerine sıkça yer vermişlerdir.
 Konular işlenirken güzel-çirkin, iyi-kötü, doğru-yanlış gibi karşıtlıklardan yararlanmışlardır.
 Klasisizmin trajedi ve komedisine tepki olarak dram türünü ortaya çıkarmışlardır. Üç birlik kuralı reddedilmiştir.
 Din duygusu önemlidir. Hristiyanlığın kuralları, millî destanlar, efsaneler sıkça işlenmiştir.
 Tesadüflere ve olağanüstülüklere sıkça yer verilmiştir.
 Aşk temasına geniş yer vermişler, aşk yüzünden hasta olan, vereme yakalanan kişileri sıkça anlatmışlardır.
Temsilcileri:
Dünya edebiyatı: Voltaire, Jean Jacques Rousseau, Chateaubriand, Madame de Stael, Lamartine, Victor Hugo, Aleksandre
Dumas Pere, Alfred de Musset, Alfred de Vigny (Fransız); Aleksandre Puşkin (Rus); Lord Byron, Shelley (İngiliz); Goethe,
Schiller (Alman)
Türk edebiyatı: Recaizade Mahmut Ekrem (şiir), Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Abdülhak Hamit Tarhan, Şemseddin
Sami

REALĠZM (GERÇEKÇĠLĠK)
 Fransa’da romantizme tepki olarak on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmıştır. Özellikle Auguste Comte’ün
pozitivizm (maddi ve fiziki olanı dikkate alan) felsefesine dayanır.
 Somut gerçekler ve nesnellik ön plandadır, yazarlar eserlere kişiliklerini katmamış, olayları tarafsız bir bakış açısıyla
sunmuşlardır. Gözlem ve belgeye önem vermişlerdir.
 Kişiler yaşadıkları çevreyle uyumlu olarak konuşturulmuştur.
 ‘’Sanat için sanat ‘’ anlayışı benimsenmiştir.
 Özellikle roman ve hikâyede etkili olmuştur.
 Çevre betimlemeleri kişilerin ruh durumunu yansıtmak için yapılmıştır.
2
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
 Sağlam, açık, yapmacıksız bir dil kullanılmış, söz oyunlarına yer verilmemiştir.
 Toplumsal gerçekliği yansıtmak esastır. Hayal ve duygular dizginlenmelidir.
 Gustave Flaubert’in Madame Bovary romanı realizmin ilk başarılı eseri sayılır.
Temsilcileri:
Dünya edebiyatı: Gustave Flaubert, Stendhal, Honore de Balzac (Fransız); Daniel Defoe, Charles Dickens (İngiliz); Ernest
Hemingway (Amerikan); Turgenyev, Anton Çehov, Gorki, Gogol, Tolstoy, Dostoyevski (Rus)
Türk edebiyatı: Recaizade Mahmut Ekrem (roman ve öykü), Samipaşazade Sezai, Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Ömer
Seyfettin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar

NATÜRALĠZM (DOĞALCILIK)
 Fransa’da ortaya çıkan akımın kurucusu Emile Zola’dır. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra etkili olmuştur.
 Determinizmin ‘’Aynı nedenler, aynı koşullar altında aynı sonuçları meydana getirir.’’ felsefesini ilke edinmiştir.
Natüralizm, bu felsefeyi insana ve topluma uygulamayı amaçlamıştır.
 Natüralistler; toplumu büyük bir laboratuvar, insanı deney konusu, sanatçıyı da bilim insanı olarak kabul etmişlerdir.
 İnsanı fiziksel yapısı, soya çekimi, çevresi ve aldığı eğitim çerçevesinde değerlendirmişlerdir.
 Yazarlar, eserlerde kişiliklerini gizlemişler, gözlem ve betimlemelerde tarafsız davranmışlardır.
 Olayları anlatırken hayatın en çirkin anlarını eserlerine yansıtmışlardır. Sade bir dil kullanmışlardır.
 Kahramanları bulundukları çevreye göre konuşturmuşlar, eserlerinde argo ve kaba sözlere yer vermişlerdir.
 Sanata toplumsal bir işlev yüklemişler, eserlerinde bir tez ileri sürmüş ve onu kanıtlamaya çalışmışlardır.
Temsilcileri:
Dünya edebiyatında: Emile Zola, Guy de Maupassant, Goncourt Kardeşler, Alphonse Daudet (Fransız); Ernest Hemingway,
John Steinbeck (Amerikan); Henrik İbsen (Norveç)
Türk edebiyatı: Hüseyin Rahmi Gürpınar, Nabizade Nazım, Beşir Fuat, Selahattin Enis

PARNASĠZM
 Romantik şiire tepki olarak 19. Yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmıştır.
 Adını Yunan mitolojisinde esin perilerinin yaşadığına inanılan Parnas Dağı’ndan alan Çağdaş Parnas dergisinde yazan
şairler; ölçü, uyak, ses uyumu gibi, ögelerle kurulan biçim mükemmelliğini önemsemişlerdir.
 ‘’Sanat için sanat’’ anlayışını benimsemişlerdir.
 Realizmin ve natüralizmin şiire yansımış şeklidir. Bu akıma şiirde gerçekçilik de denebilir. Sadece şiirde görülen bir
akımdır.
 Doğal güzelliğe ve dış görünüşe büyük önem verilmiştir. Nesnelerin dış görünüşünü betimlemişlerdir.
 Açık, yalın, anlaşılır bir dil kullanmışlardır.
 Ölçü, uyak, ritim gibi ahenk unsurlarını önemsemişlerdir.
 En çok sone nazım biçimini kullanmışlar, biçim kusursuzluğuna dikkat etmişlerdir.
 Kelime seçimine önem vermişler, kelimeleri kuyumcu titizliğiyle seçmişlerdir.
 Romantizmde bırakılan eski Yunan ve Latin kültürüne yeniden dönmüşlerdir.
Temsilcileri
Dünya edebiyatı: Theophille Gautier, Theodore Banville, Francois Coppee, Jose Maria de Heredia, Leconte de Lisle, Sully
Prudhomme (Fransız)
Türk edebiyatı: Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Yahya Kemal

SEMBOLĠZM (SĠMGECĠLĠK)
 Sembolizm akımı, 19. yüzyılın son çeyreğinde Fransa’da ortaya çıkmıştır.
 Fransız şair Baudealaire’in 1857’de yayımladığı Kötülük Çiçekleri (Elem Çiçekleri), sembolist estetiğin dayanak noktası
olmuştur.
 Şiirde gerçekliği değil, gerçekliğin kişide uyandırdığı etkiyi anlatmak istemişlerdir.
 Sözcüklerin anlamına yepyeni anlamlar katmaya çalışmışlardır. Bunun için simgelere başvurmuşlardır.
 Şiirde anlam kapalılığını savunmuşlar, anlatmak istedikleri duyguyu gizlemişlerdir.
 Şiirin anlaşılmak için değil, hissedilmek için yazılması gerektiğini savunmuşlardır.
 Alaca karanlık, ay ışığı, gün doğumu, gün batımı gibi günün buğulu vakitlerini anlatmışlardır.
 Gerçekleri olduğu gibi anlatmamışlar, bir tül ardından göstermeye çalışmışlardır.
 Musikiye, ahenk ve ritim unsurlarına dikkat etmişlerdir.
 Sone, terzarima gibi yeni nazım biçimlerini ve serbest şiiri tercih etmişlerdir.

3
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
 ‘’Sanat, sanat içindir.’’ anlayışına bağlı kalmışlar, sanatlı bir dil kullanmışlardır.
 Paul Verlaine’ın yazdığı Şiir Sanatı adlı şiir, sembolizm akımının ilkelerini açıklar niteliktedir.
Temsilcileri
Dünya edebiyatı: Baudelaire, Mallerme, Arthur Rimbaud, Paul Verlaine, Paul Valery (Fransız); Edgar Allen Poe (Amerikan)
Türk edebiyatı: Cenap Şahabettin, Ahmet Haşim, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dıranas

2. ÜNĠTE

HĠKÂYE

HĠKÂYE
 Olmuş ya da olması mümkün olayların kişilere bağlı olarak belli bir yer ve zaman içerisinde ilgi çekici bir biçimde
anlatıldığı kısa yazılardır.
 Hikayede amaç okuyucuda estetik bir zevk ve heyecan uyandırmaktır.
 Hikayede olaylar anlatılırken ayrıntılara inilmez.
 Dünya edebiyatında eski bir geçmişe sahip olan hikayenin ilk örneklerini 13. yüzyılda İtalyan sanatçı Boccacio
(Bokasyo) ‘’Decameron’’ adlı eseriyle vermiştir.
 Türk toplumu Tanzimat’tan sonra Batı kültürünün etkisiyle öykü türünü tanımıştır.
 Batılı anlamda hikaye Türk edebiyatına 1870’lerden sonra girmiştir.
 Türk edebiyatında ilk hikaye denemelerini ‘’Müsameretname’’ adlı eseriyle Emin Nihat Efendi yapmıştır.
 Ahmet Mithat Efendi’nin kaleme aldığı ‘’Letaif-i Rivayat’’ adlı eser, Türk edebiyatının ilk hikaye kitabı kabul edilir.
 Tanzimat ikinci dönem sanatçısı Samipaşazade Sezai tarafından yazılan ‘’Küçük Şeyler’’ Türk edebiyatının Batılı
ölçütlere uygun kaleme alınan ilk öykü kitabıdır.
 Hikaye türünün ilk olgun örnekleri ise Servetifünun Dönemi’nde Halit Ziya Uşaklıgil, Hüseyin Cahit Yalçın, Mehmet
Rauf gibi sanatçılar tarafından kaleme alınmıştır.
 Özellikle Milli Edebiyat Dönemi, Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatında bu tür, Batılı örneklerle boy ölçüşecek
seviyeye ulaşmıştır.
 Hikayeciliği meslek haline getiren Ömer Seyfettin ile önemli bir atılım gerçekleştiren Türk hikayeciliği, Yakup Kadri
Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Memduh Şevket Esendal, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık, Tarık Buğra, Selim
İleri, Mustafa Kutlu, Sevinç Çokum, Adalet Ağaoğlu gibi sanatçılarla Türk edebiyatının vazgeçilmez bir türü haline
gelmiştir.

HĠKAYENĠN YAPI UNSURLARI


1) Olay örgüsü
2) KiĢiler
3) Zaman
4) Mekan

1) OLAY ÖRGÜSÜ : Belli bir konu çevresinde var olan birden fazla olayın sebep sonuç ilişkisine bağlı bir biçimde
oluşturdukları organik bütündür. Olay örgüsünü ‘’eserde nakledilen hadise veya hadiseler zinciri’’ veya ‘’bir oyunun, hikayenin
içinde olan biten her şey’’ biçiminde de tanımlayabiliriz. Olay örgüsü ise kurgusal olayların edebî metinde sıralanışı ile oluşan bir
düzenlemedir.

2) KĠġĠLER : Kişi, olay örgüsünün canlandırılması ve okuyucunun anlatı dünyasına çekilmesini sağlayan temel ögedir. Anlatı
metinlerinin konusu kişinin, kişilerin ya da kişileştirilmiş varlıkların etrafında biçimlenir. Hikayede kişi sayısı romana göre daha
sınırlıdır. Hikayedeki kişiler anlatıcının tercihine göre tip ya da karakter özelliği gösterir.
a) Tip : Belirli bir sosyal grubu ya da eğilimi temsil eden hikaye kahramanına denir. Tip evrenseldir ve genel özelliklere sahiptir.
Tipler ‘’sevecen tip, alıngan tip, kıskanç tip, sosyal tip’’ gibi bireysel olmaktan çok başkalarında da bulunan ortak özellikler
taşıyan ve bu özellikleri en belirgin şekilde temsil eden şahıs veya şahıs kadrosudur.
b) Karakter : Romanda olumlu, olumsuz yönleri ile verilen belirli bir tip özelliği göstermeyen kişilerdir. Karakter, kendine
özgüdür. Karakterler genel temsil özelliği göstermez. Karakterler, birden fazla özelliği belirlenmiş tipik olan birkaç özelliği ile
insanın iç çatışmaları ve çıkmazlarını verme görevini yüklenmiş hikaye şahıslarıdır. Karakterler çok yönlü olup değişkenliğe sahip
kişiler oldukları için bunlara ‘’yuvarlak roman kişisi’’ de denmektedir.

3) MEKAN : Mekan yaşanan olayların sahnesi konumundadır. Betimlemelerle okuyucuya sunulan mekan gerçek yaşamdan
alınmış olsa bile kurmaca bir özellik gösterir.
4
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
Olay örgüsü kişilerin varlığını gerekli kıldığı gibi bir mekanı da gerektirir. Kişileri mekandan, içinde yaşadıkları çevreden ayrı
düşünemeyizÇevrenin betimlemesi hem anlatının bütünlüğü hem de okurun anlatıyı kavraması için önemlidir.
Mekan sadece kişinin yaşadığı çevre değil, aynı zamanda kültür ve uygarlığı yansıtan bir tablodur.

4) ZAMAN : Hikaye belli bir zaman diliminde geçer. Bu zaman dilimi bir an parçası olabileceği gibi uzun bir zamanı da
kapsayabilir. Bu zamana ‘’olay zamanı’’ denir. Yazarın eseri yazdığı metindeki olayları anlattığı zamana ‘’anlatma zamanı’’
olarak adlandırılır.
Tüm anlatı türleri bir olay örgüsü etrafında kurulur. Olay örgüsü yaşananların kronolojik bir diziliş içinde sunulması
demektir. Ancak modern roman ve hikayede olayların kronolojik sıraya uyularak anlatılmasına çoğu zaman önem verilmez.

Hikayenin yapı unsurları (zaman, mekan, olay ve kişiler) tema etrafında bir araya gelerek yapısal bütünlüğü meydana getirir.

TEMA-KONU-ÇATIġMA

TEMA : Bir metinde asıl anlatılmak istenen duygu, düşünce veya hayale denir. Temanın sosyal hayatla, düşünce tarihiyle ve
eserin yazıldığı dönemle doğrudan ya da dolaylı bir ilişkisi söz konusudur. Metindeki temel duygu ya da kavram temayı verir.
Temayı ifade eden kavramlar soyuttur. Örneğin ‘’yalnızlık, aşk, ölüm, umut’’ bir hikayede tema olarak kullanılabilir. Tema
sınırlandırılıp somutlaştırılarak konu haline getirilir.

KONU : Temanın sınırlandırılmış ve somutlaştırılmış halidir. Hikayede üzerinde durulan düşünce, durum veya sorun metnin
konusunu oluşturur. Konu somut bir durumu ya da sorunu ifade eder.

ÇATIġMA : Edebi eserlerde karşıt duygu, düşünce ve isteklerin; kişilik özelliklerinin bir arada sergilenmesi ile ortaya çıkan
durumdur. Eserlerde Doğu-Batı, eski-yeni, güzel-çirkin, genç-yaşlı, ağa-köylü, haklı-haksız, zengin-fakir, iyi-kötü gibi zıtlıkların
karşı karşıya gelmesiyle çatışma ortaya çıkar.

ANLATICI VE BAKIġ AÇISI

ANLATICI : Olayları okuyucuya aktaran kurmaca kişiliktir. Anlatıcının olaylara tanıklık etme, yorumlama, yönlendirme gibi
pek çok görevi vardır. Hikayede anlatıcı, olayları ya birinci kişi ağzından ya da üçüncü kişi ağzından anlatır. Birinci kişili
anlatımda anlatıcı olayları kendi gördüğü kadarıyla anlatabilir.

BAKIġ AÇISI : Edebi eserlerde anlatıcının aktardığı olaylara yaklaşımına ve hakimiyetine denir. Anlatıcı olayı aktarırken
kendine özgü bir bakış açısı geliştirebilir. Anlatıcı yani aktaran her zaman yazarın kendisidir. Ancak yazar isterse Mikrofonu
başka birine verip olayı ona anlattırabilir, isterse de kendisi anlatır. Hikaye ve romanlarda anlatıcının bakış açısı üç farklı şekilde
olabilir :

a) Ġlahi (Hakim/Tanrısal) BakıĢ Açısı : Anlatıcı öyküde anlatılanların tamamını bilen bir varlıktır. Kahramanların gizli
konuşmalarını, zihinlerinden ve gönüllerinden geçenleri her şeyi bilir. Zaman zaman kendi yorumlarını ekleyebilir, açıklamalarda
ve yargılarda bulunabilir. Anlatıcı olayları bütün ayrıntısıyla bilir. Anlatıcı bir anda birden fazla yerde bulunabilir. Bu bakış
açısında anlatım üçüncü kişi ağzıyla yapılır.

b) Gözlemci (MüĢahit) BakıĢ Açısı : Bu yöntemde olaylar dışarıdan görüldüğü biçimiyle nesnel bri tarzda aktarılır.
Olayların tanığı olan anlatıcının bakış açısıdır. Bu bakış açısında olaylar, tarafsız bir anlatıcı aracılığıyla okuyucuya sunulur. Bu
anlatıcının bakış açısı diğer anlatıcılara göre daha sınırlıdır. Anlatıcı kahramanın geçmişi ve ruh halleri ile ilgili bilgi sahibi
değildir, yalnızca gözlemlediklerini anlatabilir.

c) Kahraman BakıĢ Açısı : Kendisi de olayların içerisinde yer alan anlatıcıya kahraman anlatıcı adı verilir. Olaylar ‘’ben’’
tarafından anlatılır. Olaylar anlatıcının başından geçtiği ya da gözüyle gördüğü (tanık olduğu) biçimiyle anlatıldığından
inandırıcılığı yüksektir. Kahraman anlatıcının aktardıkları; bildikleri duydukları, sezgisi ve ruh hali ile sınırlıdır.

HĠKAYEDE PLAN

Serim : Hikayenin giriş bölümüdür. Bu bölümde olayın geçtiği çevre, kişiler tanıtılarak ana olaya giriş yapılır.

Düğüm : Hikayenin bütün yönleriyle anlatıldığı en geniş bölümdür.

Çözüm : Hikayenin sonuç bölümü olup merakın bir sonuca bağlanarak giderildiği bölümdür.
Ancak bütün hikayelerde bu plan uygulanmaz. Bazı öykülerde başlangıç ve sonuç bölümü yoktur. Bu bölümler okuyucu
tarafından tamamlanır.

5
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
HĠKAYE TÜRLERĠ
A) OLAY (KLASĠK, VAKA) HĠKAYESĠ
 Bu hikaye tarzında olaylar ‘’serim, düğüm, çözüm’’ esasına bağlı olarak anlatılır. Olay örgüsü önemli bir yer tutar,
merak unsuru bu öykü türünün en önemli unsurudur.
 Bu türün öncüsü Fransız yazar Guy de Maupassant’tır. O yüzden bu türe ‘’Maupassant tarzı’’ da denir.
 Türk edebiyatında Ömer Seyfettin bu öykü tarzının en önemli temsilcisidir.
 Tanzimat Dönemi’nden Cumhuriyet Dönemi’ne Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin,
Halide Edip Adıvar, Sabahattin Ali gibi pek çok sanatçı eserlerini bu öykü türü ile kaleme alınmıştır.
 Bu hikayede asıl olan ‘’olay’’dır.
 Okuyucunun merak duygusu sürekli canlı tutulur. Olay örgüsü şaşırtıcı bir sonla biter.
 Okuyucunun hayal gücüne fazla bir şey bırakılmaz.

B) DURUM (KESĠT) HĠKAYESĠ


 Bir olayı değil günlük yaşamın herhangi bir kesitini ele alıp anlatan öykülerdir.
 Serim, düğüm, çözüm planına uyulmaz. Bu hikayelerin bu nedenle belli bir sonucu da yoktur.
 Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verilir.
 Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi Rus yazar Anton Çehov’dur. Bu nedenle bu tarz hikayelere ‘’Çehov Tarzı
Hikaye’’ de denir.
 Olaya önem vermeyen yaşamdan herhangi bir kesiti belli bir insanlık durumunu anlatan öykülerdir.
 Şaşırtıcı, çarpıcı olaylar yoktur. Olay örgüsünün önemi azaltılmıştır. Büyük olaylardan kaçınılır.
 Mekan üzerinde fazla durulmaz, mekanlar ana hatlarıyla belirtilip geçilir.
 Ayrıntılı bir anlatıma başvurulmayan Çehov tarzı hikayelerde pek çok şey okurun hayal gücüne bırakılmıştır.
 Bizdeki en güçlü temsilcisi Sait Faik Abasıyanık’tır. Ayrıca Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra yazdıkları durum
hikayeleriyle bu türün güzel örneklerini vermiştir.

OLAY VE DURUM HĠKÂYESĠNĠN KARġILAġTIRMASI

Olay Hikâyesi Durum Hikâyesi


Belirli bir plan çerçevesinde yazılmıştır. Belirli bir planı yoktur.
Serim, düğüm, çözüm bölümleri vardır. Serim, düğüm ve çözüm bölümleri yoktur.
Asıl olan olaydır. Asıl olan durumlardır ve olayın belli bir kesitidir.
Merak ögesi ön planda tutulur. Merak ögesi önemsenmez.
Kahramanlar özenle seçilir, sıradan kişilere pek yer Kahramanlar özenle seçilmez, sıradan ve her yerde
verilmez. rastlanabilecek kişilerdir.
Konu önemle seçilir. Önemli konu ve olaylar ele alınır. Konu daha çok günlük hayattan seçilir. Konuyu sezmek
okuyucuya bırakılır.
Mekan ile insan arasında güçlü bir ilişki vardır. Mekan, Mekân üzerinde pek durulmaz. Mekân birkaç kelimeyle,
kişinin karakterinin şekillendirilmesinde önemli bir işleve ana hatlarıyla belirtilir.
sahiptir.
Olaylar, gözlem yoluyla ve nesnel şekilde aktarılır. Kişisel yorumlar, duygu ve yorumlar ön plandadır.
Yalın, sade ve anlaşılır bir dil kullanılır. Şiirsel ve yoğun bir dil kullanılır.

HĠKÂYEDE ANLATIM BĠÇĠMLERĠ VE TEKNĠKLERĠ

1.ÖYKÜLEYĠCĠ ANLATIM (ÖYKÜLEME)


 Olayların kişi, mekân ve zaman kavramlarına bağlı olarak oluş sırasına göre anlatıldığı anlatım biçimidir.
 Yazar, okuyucuyu olay içinde yaşatmayı ve ona gerçeklik duygusunu vermeyi amaçlar.
 Öyküleyici anlatımın merkezinde ‘’olay’’ vardır.
 Olayın kişi, zaman, yer ve gerçekleşebilen bir eylem olmak üzere dört ögesi vardır.
 Anlatılanlar hareket (devinim) halinde okuyucuya aktarılır.
 Hem sanatsal hem de öğretici metinler, öyküleyici anlatımla yazılabilir.
 Özellikle hikâye,roman, anı, fabl, masal, efsane gibi metin türlerinde kullanılır.
 Olay hem birinci hem de üçüncü kişinin ağzından aktarılabilir. Anlatıcı gözlemci gibi davranıyorsa üçüncü kişili anlatım,
anlatıcı kendi ağzından kendisiyle ilgili bir durumu anlatıyorsa birinci kişili anlatım söz konusudur.

6
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
2. BETĠMLEYĠCĠ ANLATIM (BETĠMLEME)
 TDK Türkçe Sözlük’te ‘’Tasarlama, bir şeyi sözle veya yazıyla anlatma, göz önünde anlatma, tasvir’’ olarak açıklanan
betimleme, adeta malzemesi sözcük olan resimdir.
 Yazarın amacı okuyucuya izlenim kazandırmaktır.
 Betimleyici anlatımda ‘’gözlem’’ esastır. Görsel ögelere ağırlık verilir.
 Betimlemede dış dünyadaki varlıkların ve nesnelerin; görme, işitme, tatma, dokunma ve koklamayla algıladığımız belirli
nitelikleri doğrudan tanıtabildiği gibi bu niteliklerin duygu dünyamızda yarattığı etkiler de yansıtılır.
 Niteleme sıfatları, renk ve durum bildiren sözcükler aracılığıyla varlıkların ayırıcı ve belirgin özelliklerine yer verilir.
 Roman, hikâye, masal, anı, tiyatro, gezi yazısı gibi türlerde kullanılır.
 Bir kişiyi anlatan betimlemelere ‘’portre’’ adı verilir. Kişinin iç dünyasını anlatan betimlemelere ‘’tahlil (ruhsal portre)’’
adı verilir. Kişinin dış görünüşünü anlatan betimlemelere ‘’fiziksel portre’’ denir.
 Betimleme duyularımıza seslenen bir anlatım biçimidir. Varlıkların sözcüklerle ‘’resimlendirme’’ biçimine getiren
betimlemede varlıkların ayırıcı özelliklerine yer verilir.
 Betimlemede ‘’dokunma, işitme, görme, tatma, koklama’’ duyularına ait unsurlar kullanılır.

HĠKAYE VE ROMANDA ANLATIM TEKNĠKLERĠ

1.Anlatma Tekniği (Tahkiye Etme): Anlatma anlatıcının birtakım olayları ve bu olaylar çevresindeki insanları, belli bir mekan
ve zaman çerçevesinde okuyucuya/dinleyiciye nakletmesidir. Anlatma tekniğinde okurla meti,n arasında bir anlatıcı söz
konusudur. Anlatma zaman zaman ‘’özetleme’’ye dönüşebilir.

2.Özetleme Tekniği: Uzun bir zaman diliminde yaşanmış olayların ayrıntılardan arındırılarak ana hatlarıyla ve kısaca ifade
edilmesidir. Özetleme tekniğinde zaman atlamalarından ve olay genellemelerinden yararlanılır.

3.Gösterme Tekniği: Gösterme anlatıcının olayı anlatması değil; olayın, hareketin, tavrın, durumun dil vasıtası ile gösterilmesi,
okuyucunun gözünün önünde somutlaştırılmasıdır. Gösterme tekniği, hikayedeki şahısların sanki sahnede oynuyormuş gibi
konuşturulmasıyla oluşturulur. Burada anlatıcı aradan çekilir. Anlatılmak istenen diyaloglarla verilir. Kişilerin karşılıklı
konuşması ile anlatıcı aradan çekilmiş olur.

4.Diyalog Tekniği: Hikayelerde olay içerisindeki kişilerden iki veya daha fazlasının karşılıklı konuşturulması tekniğine denir.
Diyalog bir gösterme tekniğidir.

5.Ġç Monolog Tekniği (Ġç KonuĢma) : Kahramanların sessiz bir biçimde içinden konuşmasıdır. Bu teknik daha çok kişinin iç
dünyasını aracısız bir şekilde okuyucuya sezdirme amacına hizmet eder. Bu tekniğin uygulandığı bölümlerde anlatıcının varlığı
ortadan kalkar, olay ve durumla ilgili yorum ve değerlendirmeler okuyucuya bırakılır. Karakter kendi iç dünyasından ve
kafasından geçenleri kendisi aktarır. Anlatıcı/yazar devre dışıdır. İç konuşma bir gösterme tekniğidir. Kendi kendisiyle konuşan
kahramanın düşünceleri, düzenli ve sistematiktir.

6.Bilinç AkıĢı Tekniği: Kişinin aklından geçenlerin aracısız bir şekilde aktarıldığı bu teknikte kahramanın iç dünyasını, psikolojik
durumunu ortaya çıkarmak amaçlanır. Bir gösterme tekniği olan bilinç akışında kişilerin düşünceleri arasında mantıksal bağ
bulunmaz. Bu düşünceler daha çok çağrışıma dayalı ve karmaşık bir biçimde aktarılır. Bu teknikte karakterlerin düşüncelerinde,
duygularında sürekli değişimler olur. Bir şey anlatılırken anında başka bir şey anlatılmaya başlanır. Kısa, eksiltili ve sıralı
cümlelerle birbiriyle fazla ilintili olmayan durumlar verilir.

7.Ġç Çözümleme Tekniği: Olay örgüsünde yer alan kahramanların iç dünyalarının (duyguları, psikolojileri, ruh dünyaları) anlatıcı
tarafından bütün derinliği ve çıplaklığı ile irdelenip gün yüzüne çıkarılmasıdır. İnsanı çok yönlü vermeye yarayan bir tekniktir.
Özellikle psikolojik tahlillerde kullanılır.

8.Geriye DönüĢ Tekniği: Hikaye ve romanlarda konunun akışını keserek geriye, konuyla ilgili geçmişteki bir olaya dönme
tekniğidir. Olay örgüsü normal kendi zamanında devam ederken anlatıcının zaman atlayarak geçmişe yönelmesiyle oluşan anlatım
tekniğidir. Bu teknikte okur bilgilendirilir.

9. Leitmotif: Herhangi bir tavır, hareket veya sözün, eserde çeşitli vesilelerle birçok kez tekrar edilmesidir. Bu teknik sayesinde
içerikte süreklilik sağlanır.

10. Montaj: Sanatçının bir kişiye ait ya da anonim bir sözü, metni kendi eserine derinlik, çağrışım zenginliği, üslup çeşitliliği
sağlamak amacıyla aktarmasıdır. Bu teknikte eserle montaj metni arasında uyum ve bütünlük bulunur.

Yukarıdaki anlatım tekniklerinden başka özellikle postmodernist romanlarda görülen üst kurmaca, metinler arasılık,
pastiş, ironi, parodi gibi teknikler de vardır.

7
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
1.Üst Kurmaca: Kurmacanın örtülü veya açıkça bozulup başka bir kurmacaya yer verilmesiyle oluşan ‘’kurmaca içinde
kurmaca’’dır. Üst kurmaca farklı şekillerde görülebilir. Bunlardan biri metnin kuruluşunun, eserin yazılış sürecinin olay akışı
içerisine konumlandırılması, konu olarak işlenmesidir.

2. Metinler arasılık : Postmodern eserde bir yazarın diğer metinlerden yararlanmasıdır. Postmodern sanatçılar, başka eserlerden
aldıkları kesitleri roman düzleminde bir araya getirirler. Metinler arasılığın postmodernist romandaki uygulama kategorilerini
pastiş, parodi ve ironi oluşturur.

a) PastiĢ Tekniği : Yazarın başka bir yazarın ya da edebi türün dil ve anlatım özelliklerini taklit etmesiyle oluşan anlatım
tekniğidir. Sözlük anlamı ‘’başka sanatçıların eserlerini taklit yoluyla meydana getirilen sanat eseri’’ olan bu Fransızca sözcük
postmodernist romanda anılan olumsuz karşılığından uzaklaşmış; başlı başına bir yöntem olmuştur. Başka metinlerden alınan
parçaların birbirine eklenerek yeni bir kurgu oluşturulmasıdır. Pastiş taklit yoluyla farklı üslupların bir araya getirilmesine
dayanır. Postmodernist yönelimde kullanılan bir metinler arasılık tekniğidir.
!!! UYARI : Pastiş postmodernist romanda biyografi, otobiyografi, bilimsel metin vb. söylem alanlarına ya da destan, masal, halk
hikayesi, efsane gibi türlere özgü üslup ögelerini, söyleyiş tarzlarını metnin temel üslubu edinmek şeklinde kullanılmaktadır.
Patişte taklit, metnin ancak üslubuyla sınırlı kalır. metnin konusu bu ilişkinin dışındadır. Dolayısıyla postmodernist romanda
pastiş, üslubun taklididir.

b) Parodi Tekniği : Yazarın bir metnin konusunu örnek almasıyla oluşan bir anlatım tekniğidir. Böylece bir metinden yeni bir
metin oluşturulur. Postmodernist yönelimde kullanılan bir metinler arasılık tekniğidir.

Benzer özellikler taşıyan parodi ve pastiş arasında bazı farklar da söz konusudur. Postmodernist romanda pastiş belli bir türün
üslubunu, anlatma biçimlerini örnekserken parodi belli bir metnin konusunu örnekser.

c) Ġroni Tekniği : Yazarın örnek aldığı bir metnin biçim ve içerik özelliklerini kurgu tekniklerini alaya almak ya da okuru
eğlendirmek amacıyla değiştirip gülünç ve eğlendirici eser ortaya çıkarmasını sağlayan tekniktir. Postmodernist yönelimde
kullanılan bir metinler arasılık tekniğidir.

Postmodern romanda sanatçı, örneksediği metnin biçim ve kurgu tekniklerini alaya almak amacıyla deforme edebilir. Pastiş
ve parodide alay bir araç konumundayken ironide amaca dönüşür.

CUMHURĠYET DÖNEMĠ’NDE HĠKÂYE


Tanzimat Dönemi’nde başlayan, Servetifünun Dönemi’nde daha başarılı örnekleri verilen Millî Edebiyat Dönemi’nde sade dille
Ömer Seyfettin ve Refik Halit Karay gibi sanatçıların kaleme aldığı eserlerle belli bir olgunluğa ulaşan hikâye türü, Cumhuriyet
Dönemi’nde sayı ve nitelik bakımından gelişme göstermiştir.

A. CUMHURĠYET DÖNEMĠ’NDE HĠKÂYENĠN TARĠHSEL


GELĠġĠMĠ

1. 1923-1940 ARASI HĠKÂYE


 Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı başlangıçtan itibaren belirli bazı temalar etrafında dönmektedir. Bu temaların
başında Anadolu’ya açılma ve Anadolu insanının hikâyesi yer alır. Bu, edebiyatımız bakımından en önemli yeniliktir.
İstanbul’dan seyredilen Anadolu ve sorunları bu dönemde doğrudan gözlemlerle aktarılmıştır.
 Memleket edebiyatı anlayışıyla kaleme alınan eserler, I. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarının duygusunu dile
getirir.
 Millî Mücadele’nin kazanılması, yeni sistemin oturtulması, yeni sosyal ve siyasi hayatın yavaş yavaş belirmesinden sonra
insanın günlük yaşayışını ilgilendiren; ekonomik eşitsizlik, işçi-işveren ilişkisi, ahlakî çöküntü gibi bazı temel sorunlar da
hikâyenin konusu olmaya başlar.
 Bu dönemde klasik anlayışla yazılan hikâyelerin bir kısmı Sadri Ertem, Sabahattin Ali gibi sanatçılara tarafından
toplumcu-gerçekçilik akımına bağlı olarak bir kısmı ise Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi gözleme
dayalı gerçekçilik anlayışı ile kaleme alınmıştır.
 1923-1940 arası Türk hikâyeciliği Memduh Şevket Esendal dışında kalan çoğu hikâyeci, Maupassant tarzı olay
hikâyeciliğini benimsemiştir.
 Millî Edebiyat Dönemi’ndeki Yeni Lisan ve sade dil anlayışı, Cumhuriyet Dönemi’nde 1923-1940 arası hikâyecileri
tarafından da benimsenmiştir.

8
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
2. 1940-1960 ARASI HĠKÂYE
 1940’lardan sonra hikâye türü, hızlı bir gelişme göstermiştir. II. Dünya Savaşı, çok partili hayata geçiş, Köy
Enstitülerinin açılması gibi siyasi ve sosyal olaylar, bu dönem hikâyesini etkilemiştir.
 II. Dünya Savaşı’na katılmadığı halde Türkiye’nin derinden etkilendiği yıllarda sanatçılar, hem kendi ülkelerini hem de
dünyayı izleyerek hareketli, canlı ve yenilikçi bir döneme girerler.
 Çoğu halkın içinden gelmiş hikâye yazarları, Anadolu’ya pek de romantik olmayan bir gözle bakarlar. Sosyal ve bireysel
açıdan içine düşülen buhran; hürriyet düşüncesi, savaşın acımasızlığı, barış özlemi ve insan sevgisiyle karışarak bu
dönem hikâyecilerinin eserlerini etkiler.
 Köy Enstitülerinde yetişen ve köy kökenli Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Yaşar Kemal, Talip Apaydın, Kemal Bilbaşar
gibi sanatçılarla birlikte köy ve kasaba hayatı, gerçekçi çizgilerle hikayelere yansıtılmıştır.
 Toplumcu anlayışın dışında Ahmet Hamdi Tanpınar, Tarık Buğra gibi bireyin iç dünyasını esas alan sanatçılar, psikoloji
ve psikiyatri gibi bilimlerden yararlanarak insanın iç dünyasına yönelmişlerdir. Bu sanatçılar için toplumsal ve siyasal
olaylardan daha çok insanın hayat içindeki olaylara verdiği tepkiler ve ruhsal durumu ön plandadır. Aşk, yalnızlık gibi
temalar bu anlayışta sıkça kullanılmıştır.
 Büyük Doğu, Çınaraltı, Hisar gibi dergiler etrafında toplanan birtakım yazarlar da dinî ve millî duyarlılığı dile getiren
hikâyeler kaleme almışlardır.
 1950’den sonra yazamaya başlayan sanatçılarda ‘’varoluşçuluk’’ ve ‘’gerçeküstücülük’’ akımının etkileri görülür. Nezihe
Meriç, Yusuf Atılgan, Vüs’at O. Bener, Ferit Edgü gibi sanatçılar, gerçeği bütün yönleri ile ortaya çıkarmayı hedefleyen
modernist anlayışı benimsemişlerdir.

3. 1960 SONRASI HĠKÂYE


 1960’tan sonra sosyal ve siyasal koşullara da bağlı olarak öykü ve romanlarda köklü değişiklikler olmuştur. 27 Mayıs,
özgürlükleri geniş tutan yeni bir anayasa, ideolojik kamplaşmalar, öğrenci hareketleri gibi sosyal gelişmeler edebiyat
dünyasını da derinden etkilemiştir.
 1960’lı yıllardan sonra ülkenin içinde bulunduğu sosyal çalkantılar, 12 Mart, 12 Eylül gibi olaylar bu dönem hikâye ve
romanlarında ele alınmıştır.
 Sosyal ve siyasi olayların yanında kalabalık içinde yalnızlık çeken kent aydını, gecekondu ve kenar mahallelerde geçim
sıkıntısı çeken insanlar bu dönem hikâyelerinde işlenmiştir.
 Bu dönem hikâyelerinde toplumsal konularla birlikte psikolojik çözümlemelere de önem verilmeye başlanmıştır. Bireyin
bunalımını ve çıkmazlarını ele alan modern ve postmodern hikâye anlayışına uygun eserler kaleme alınmıştır. Bu tarz
hikâyelerde klasik anlatım tekniklerinin dışına çıkılmış, soyut, kapalı bir anlatım tercih edilmiştir.

B. CUMHURĠYET DÖNEMĠ’NDE HĠKÂYE ANLAYIġLARI

1. BĠREYĠN ĠÇ DÜNYASINI ELE ALAN HĠKÂYE


 Bireyin iç dünyasını esas alan hikâyeciler, ülke meselelerine, ideolojik kamplaşmalara karışmadan bireyi ve bireysel
yaklaşımları ön planda tutmuşlardır.
 Sanatçılar, hikâye alanında toplumu dışlamayan fakat insanî yaklaşımları önceleyen bir tavırla durum tespitleri yaparak
kendilerini ve sosyal hayatı anlatmıştır.
 Toplumu her kesiminden kesitler sunularak insanî duyarlılık ele alınmıştır.
 Kimi zaman kendi iç dünyalarında buhranlar yaşayan kahramanlar etrafında kurgular yapılmış, kimi zaman eşikteki
insanlar dile getirilmiş, çoğunlukla gözlem ve yaşanmışlıklara bağlı olarak basite indirgenmiş hayatlar sunulmuştur.
 Kurgular, şehir ve kasaba mekânları üzerinde orta halli veya fakir insanların hayat mücadeleleri üzerine kurulmuştur.
 Hikâyecileri ülkede büyük bir gerilim halinde yaşanan ideolojik kamplaşmaların yarattığı olumsuz sonuçlardan dolayı
bireysel konulara yönelmişlerdir.
 Sanatçılar, medeniyet değişimlerini ve ülke sorunlarını eserlerinin arka planında ele almışlardır. Esas olarak bireyin ruh
dünyası ele alınmıştır.
 Sanatçılar, psikolojinin imkânlarından olabildiğince yaralanmış, ayrıca yer yer psikiyatrinin imkânları da eserlerde
kullanılmıştır. Psikanaliz yöntemi edebiyata girmiştir.
 Roman ve hikâyelerde psikolojik tahliller yani ruh çözümlemeleri ön planda tutulmuştur. Kişilerin içsel yaşantıları
anlatılmıştır.
 Olay, mekân ve zaman kişileri etkileyecek şekilde ele alınmıştır.
 Büyük kalabalıklarda yalnızlığı yaşayan kahramanlar çoğunluktadır. Özellikle kadın kahramanlar sıkça gündeme
getirilmiştir. Kalabalık ortamlarda iç yalnızlıkları ile yaşayan kadınlar önemli rol üstlenmiştir.
9
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
 Kültür sorunsalının bireydeki yansıması, bireyin kimlik sorunları, özgürlük tutkusu, iki kültür arasında bocalama,
iletişimsizlik, bireyin iç sıkıntısı, bilinçaltı, toplumla çatışma, tedirginlik, yabancılaşma, yalnızlık ve bireyin bunalımları
gibi konular işlenmiştir.
 Sanatsal (şiirsel) bir dil kullanılmış ve estetiğe önem verilmiştir.
 Yer yer bilinçakışı ve iç monolog tekniklerinden yararlanılmıştır.
 Samiha Ayverdi ve Ahmet Hamdi Tanpınar geçmiş-şimdi çatışmasını işlemişler; Cumhuriyet öncesine kadar uzanan
mutlu çocukluk dönemlerini yıkılan bir uygarlığa ait kaybolan değerleri yansıtmışlardır.
 Denizi de karayı da işleyen Halikarnas Balıkçısı’nın temel izleği (tema) özgürlük tutkusu ve yaşama sevinci olduğu için
bireyin iç dünyasını esas alan sanatçılar arasında değerlendirilmiştir.
Temsilcileri
Ahmet Hamdi Tanpınar
Peyami Safa
Memduh Şevket Esendal
Selim İleri
Samiha Ayverdi
Oktay Akbal
Halikarnas Balıkçı
Mustafa Kutlu
Tarık Buğra
Bahaeddin Özkişi
Kenan Hulusi Koray
Samet Ağaoğlu

2. TOPLUMCU GERÇEKÇĠ HĠKÂYE


 Edebiyatta gerçekçilik; gözlemci gerçekçilik, eleştirel gerçekçilik, ve toplumcu gerçekçilik olmak üzere üç kolda
gelişmiştir. Gözlemci gerçekçilik, dış gerçeği olduğu gibi esere yansıtmayı; eleştirel gerçekçilik, gözlemin eleştirel
özellikler taşıması gerektiğini; toplumcu gerçekçilik, tezli oluşu ve gerçekliğin Marksizm çerçevesinde yorumlanmasını
ifade eder.
 Toplumcu gerçekçilik, Marksizm felsefesinin edebiyattaki izdüşümüdür.
 Biçimden çok neyin anlatıldığı önemsenmiştir.
 Gözleme dayalı bir anlatım söz konusudur.
 Ağa-köylü çatışması, köy sorunları, kırsal hayatın zorlukları, imam-öğretmen karşıtlığı, köylülerin hayatları, töreler
karşısındaki çaresizlik, deniz ve maden işçilerinin hayatları, üretenler ve sermaye sahipleri, hapishaneler ve darbeler,
Anadolu coğrafyası ve insanı, büyük şehirlere göçün doğurduğu sonuçlar ele alınmıştır.
 Toplumcu gerçekçi yazarların bir bölümü Köy Enstitülerinde yetişmiştir.
 Yazarlar neden-sonuç ilişkisi içinde olaylara bilimsel bir açıklama getirmiştir.
 Tezli (güdümlü) hikâyeler yazılmış, toplum sorunlarını çözme çabası içinde hareket edilmiştir.
 Toplumcu gerçekçi sanatçılar, belirli ölçülerde Atatürk’ün ‘’halkçılık’’ ilkesini benimsemişlerdir.
Temsilcileri
Sadri Ertem Faik Baysal
Talip Apaydın Orhan Duru
Sabahattin Ali Tarık Dursun K.
Abbas Sayar Dursun Akçam
Orhan Kemal
Kemal Tahir
Fakir Baykurt
Samim Kocagöz
Kemal Bilbaşar
Rıfat Ilgaz
Yaşar Kemal
Aziz Nesin
Muzaffer İzgü
Orhan Hançerlioğlu

10
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
3. MĠLLÎ VE DĠNÎ DUYARLILIĞI YANSITAN HĠKÂYE

A. MĠLLÎ EDEBĠYAT ZEVK VE DUYARLILIĞINI YANSITAN HĠKÂYE


 Millî Edebiyat anlayışı Cumhuriyet Dönemi’nde bazı sanatçılar tarafından sürdürülmeye devam etmiştir. Millî Edebiyat
Dönemi’nde eser veren Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar, Aka
Gündüz, Halide Nusret Zorlutuna, Şükufe Nihal Başar Cumhuriyet Dönemi’nde ‘’Millî Edebiyat’’ anlayışına uygun
eserler vermeye devam etmiştir. Cumhuriyet’in ileriki yıllarında Emine Işınsı, Sevinç Çokum gibi yazarlar Millî Edebiyat
anlayışına uygun eserler vermişlerdir.
 Yazarlar, hikâye kişilerini genellikle Anadolu’dan seçmiş, hikâyelerde Anadolu ve Anadolu insanını başarılı bir şekilde
anlatmışlardır.
 Yazarlar , hikâyelerde Maupassant tarzını yani olay hikâyesini devam ettirmişlerdir.
 Yazarlar, realizm akımına bağlı kalmışlar, hikâyelerde gerçekçi gözlemlere önem vermişlerdir.
 Yazarlar, betimlemelerde oldukça başarılıdır.
 Yazarlar; sade, yalın, anlaşılır bir dil kullanmış ve konuşma dilini edebî eserlere aktarmışlardır.
 Konu olarak yanlış Batılılaşma, Doğu-Batı çatışması, halk-aydın ilişkisi, hurafeler, ahlak bozuklukları , Anadolu insanı,
Atatürk ilke ve inkılapları, Millî Mücadele işlenmiştir.
Temsilcileri
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Reşat Nuri Güntekin
Halide Edip Adıvar
Refik Halit Karay
Şükufe Nihal Başar
Halide Nusret Zorlutuna
Aka Gündüz
Sevinç Çokum
Emine Işınsu
Safiye Erol

B. DĠNÎ DUYARLILIKLARI YANSITAN HĠKÂYE


 Düşünce ve edebiyat alanında İslamcılığın öncü ismi Mehmet Akif Ersoy ve onun çizgisindekiler, Batı emperyalizmi
karşıtı bir duruş sergilemişlerdir. Günümüze kadar gelen süreçte de edebiyat, sanat ve düşünce dünyamızda ‘’şark (doğu),
gelenek, metafizik, ruhçuluk, yerlilik, maneviyatçılık, tasavvuf’’ gibi terimler çoğu kez ‘’İslam, İslam düşüncesi, İslam
medeniyeti, İslami duyarlılıklar’’ türünden kavramların yerine kullanılmıştır.
 1950-1980 arası dönemde öykü kaleme alan isimlerden bir kısmı ortak bir dinî duyarlılık göstermişlerdir. Bu anlayışla
kaleme alınmış eserlerde yazarlar, İslami değerleri insani değerlerle özdeş görüp ön plana çıkarmıştır. Necip Fazıl
Kısakürek (Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil, Ruh Burkuntularından Hikâyeler), Sezai Karakoç (Meydan Ortaya Çıktığında),
Rasim Özdenören (Hastalar ve Işıklar, Çözülme, Denize Açılan Kapı, Çok Sesli Bir Ölüm), Cahit Zarifoğlu (İns),
Mustafa Kutlu ( Sır, Yoksulluk İçimizde, Ya Tahammül ya Sefer, Yokuşa Akan Sular), İsmail Kıllıoğlu (Ateş Yalımı
Üstünde Bir Toplantı), Ali Haydar Haksal (Evdeki Yabancı, Sesim Bana Yetmiyor), Hüseyin Su (Ana Üşümesi, Gülşef
Deli Yemeni), Nazan Bekiroğlu (Nun Masalları), Cihan Aktaş (Son Büyülü Günler) Fatma Karabıyık Barbarosoğlu (Acı
Deniz) ve Razaman Dikmen (Kıyıya Vuranlar, Afife Abla’nın İncileri) gibi isimler tarafından temsil edilen bu öykü
anlayışında anlatıda edebî değerin sağlanması göz ardı edilmemiştir. Bu öykücüler aynı zamanda geleneksel anlatım
birikimden de faydalanmışlardır.
 Yazarlar, İslamî duyarlılıklı öykücülükte modern anlatı tekniklerinden faydalanmıştır. Kişi merkezli kurgularında
vakadan ziyada duyuşlara odaklanmışlardır. Yazarlar öykülerinde ölüm, aile, taşra hayatı, arayış ve acziyet gibi konuları
izleğe (tema) dönüştürmüşlerdir. Batı edebiyatını yakından takip edip onlar gibi yazmaya çalışan bu öykücüler, kişi
kadrolarını genellikle aile bireyleri, yakın akraba ve dost çevreleri; kendini yalnız hisseden anlaşılmadığını düşünen
gençler ve kente uyum sağlamaya çalışan insanlardan seçmişlerdir. Bu yazarların göndermelerinin önemli bir kısmı
Kur’an ayetlerine, hadislere, İslam tarihine, kıssalara ve menkıbelere dönüktür. İslamî duyarlılıkla öykücüler mekân
itibariyle çoğunlukla kasaba edebiyatı olarak da nitelendirilebilecek ürünler ortaya koymuşlardır.

11
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
4. MODERNĠZMĠ ESAS ALAN HĠKÂYE
 ‘’Çağdaşlık, çağdaşlaşma akımı’’ anlamına gelen modernizm, geleneksel olanı, yeni olana tabi kılma; yerleşik ve
alışılmış olanı yeni ortaya çıkana uydurma eğilimidir.
 Toplumdaki değer çatışmaları, bireyin bunalımları, karmaşık ruh halleri, yerleşik değerlere isyan vb. konular,
modernizmi esas alan eserlerde sembolik bir anlatımla ele alınır. Ayrıca bencillik, yalnızlık, toplumdan kaçış vb.
modernizmi esas alan sanatçıların işlediği başlıca temalardır.
 Modernizmi esas alan eserlerde geleneksel yapı ve anlatım ter edilmiştir.
 Geleneksel (klasik) hikâye dışa dönüktür. Dış dünyayı, çevreyi önemser. Modern hikâye ise daha çok içe dönüktür;
bireyin iç dünyasına bilinçaltına yönelir.
 Modernizmi esas alan eserlerde dış dünya doğal bir şekilde betimlenmez. Sanatçının iç dünyasındaki karşılığı olarak,
soyut ve karmaşık bir dünya olarak karşımıza çıkar.
 Bu eserlerde çağrışıma geniş yer verilir.
 Geleneksel hikâye ve romanda diyalog, hikâye etme gibi tekniklere yer verilirken modernizmi esas alan eserlerde
bunların yerine bilinçakışı, iç monolog gibi teknikler kullanılır. Biliçakışı tekniğine uygun olarak anlatıda kronolojik bir
sıra takip edilmez. Eserlerde zamanda geriye dönüşler, ileriye sıçramalar görülebilir.
 Geleneksel romanda ve hikâyede içerik; modernizmi esas alan yapıtlarda ise sanatsal boyut, teknik, kurgulama
önemsenir.
 Modernizmi esas alan yapıtlarda somut gerçeklik yerine soyut gerçeklik ele alınır.
 Modernizmi esas alan eserlerde kişi, olay ve çevre yerine imge, bakış açısı ve semboller ön plandadır.
Temsilcileri
Sait Faik Abasıyanık
Haldun Taner
Yusuf Atılgan
Vüsat O. Bener
Bilge Karasu
Nezihe Meriç
Tahsin Yücel
Adalet Ağaoğlu
Ferit Edgü
Onat Kutlar
Tomris Uyar
Sevgi Soysal
Oktay Akbal
Nazlı Eray
İnci Aral
Selim İleri
Nedim Gürsel
Ayla Kutlu

Modernist veya postmodernist hikâyelerin baĢlıca özellikleri Ģunlardır:


- Geleneksel yapı ve anlatım terk edilmiştir.
- Geleneksel olanı yeni olana uydurma ya da tabi kılma esas alınmıştır.
- Bilinç akışı, iç monolog, iç çözümleme tekniği kullanılmıştır.
- Diyaloglara ve öyküleme anlatım biçimine pek yer verilmemiştir.
- Olay, karakter, çevre yerine imge ve simgeler ön plana çıkarılır.
- Bireyin bunalımları, birey-toplum çatışması, bireysel yalnızlık, toplumdan kaçış temaları işlenmiştir.
- Anlatımda ‘’şiirsel’’ ögeler ön planda tutulmuştur.
- Bazı hikâyelerde alegorik (simgesel) anlatım benimsenmiştir.
- İnsanın karmaşık dünyası anlatılmaya çalışılmıştır.
- Çağrışımlara geniş yer verilmiştir.
- Anlatıcı büyük ölçüde birey bilinciyle kendi ‘’ben’’ini öne çıkarmıştır.
- Yaşamın çok boyutlu ve kavranması zor gerçeklerden oluştuğu savunulmuştur.
- Topluma ait değerleri yansıtma amacı yoktur.
- Kişilerin psikolojik özellikleri ön planda tutulmuştur.

12
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
- Eserlerde belirli bir bütünlük yoktur. Bölümler arası bağlantılarda kopukluklar vardır. Olaylar mantık içinde gelişmez.
- Kahramanı olmayan hikâyeler yazılmış, birbiriyle ilişkisi olmayan kahramanlar bir arada verilmiştir.
- Karşıtlıklardan çokça yararlanılmıştır.
- Metinlerarası ilişkilerden yararlanılır. Başka metinlerden alıntı yapılarak ‘’kolaj’’ ya da ‘’montaj’’, diğer metinlerden
alınan parçaların birbirine eklenerek, hiçbir yorum yapmadan yeni bir kurgu içinde sunularak ‘’pastiş’’, kişiye uygun
gelen şekilde seçmeye başvurarak ‘’eklektisizm’’ kullanılmış olur.
- Genellikle imgesel anlatımdan yararlanılmıştır.
- Gerçek olanla kurmaca olan bir arada verilmiştir.
- İroniye yer verilir, postmodern yazar modern dünyayı belli ölçüde kabul eder ancak onunla alay eden bir tavır sergiler.
- Geleneksel dil ve anlatım tarzını kullanmazlar. Dili günlük kullanımının dışında kullanırlar.

ANLATIM BĠÇĠMLERĠ
1. ÖYKÜLEYĠCĠ ANLATIM
Öyküleme bir olay anlatma ya da varlıkların birbirlerini etkilemelerinden doğan hareket ve durumların, eylemlerinin başlangıç,
gelişme, sonuç akışına uygun bir çerçevede ve kişi, yer ögelerine bağlanarak anlatılmasıdır.
Özellikleri:
 Amaç, okuyucuyu olay içinde yaşatmaktır.
 Bu anlatım türünde olay, kişi, yer, zaman ortak ögelerdir.
 Olay, birinci veya üçüncü kişinin ağzından anlatılabilir.
 Olay kahraman, gözlemci ya da ilahi bakış açısıyla verilebilir.
 Bu anlatım türü genellikle hikâye, roman, anı, söyleşi, mülakat gibi metin türlerinde kullanılabilir.
 ‘’Olan ne, ne zaman oldu, nasıl oldu, nerede oldu, olayda kimler vardı?’’ sorularına cevap aranır.
NOT: Öyküleyici anlatım ile betimleyici anlatım iç içedir. Öyküleyici anlatım içinde betimlemeye yer verilebilir. Öyküleyici
anlatımda olay, hareket varken betimleyici anlatımda olay yoktur.

2. BETĠMLEYĠCĠ ANLATIM
Betimleme (tasvir) sözcüklerle resim çizme, bir varlığın görünümünü zihinde canlandırma işidir. Betimlemede, okuyucu
görmediği, tanımadığı bir varlığı yazarın görüş ve duyuş açısından görmüş, yaşamış olur. Betimlemede beş duyuyla ilgili
ayrıntılara ağırlık verilir. Görsel ögelerden, nitelik bildiren sözcüklerden sıkça yararlanılır. Sanatsal ve açıklayıcı betimleme
olmak üzere ikiye ayrılır:
a) Sanatsal (Ġzlenimsel) Betimleme:
 Amaç sanat yapmaktır, izlenim kazandırmaktır.
 Bu betimlemede ayrıntılar öznel olarak verilir.
 Değişik duyulara seslenen özel ayrıntılar üzerinde durulur.
 Betimlenecek varlıklara kişisel duygu ve düşünceler katılır.

b) Açıklayıcı Betimleme:
 Amaç, okuyucunun görmediği bir şeyi (bir görüntüyü, olayı, yeri) okuyucunun kafasında canlandırmaktır.
 Özellikle görme duyusundan yararlanılır.
 Genel ayrıntılar üzerinde durulur.
 Ayrıntılar objektif olarak verilir.
 Anlatım nesneldir. Betimlenecek şeye kişisel duygu ve düşünceler katılmaz.
 Sözcükler gerçek anlamlarıyla kullanılır.

13
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
3. AÇIKLAYICI ANLATIM
Bir konuyu açıklama, o konuya açıklık kazandırma amacıyla başvurulan anlatım türüdür.
Özellikleri:
 Bu türün amacı, okuyucuya bilgi vermektir.
 Bu anlatım türü, öğretici metinlerde kullanılır.
 Makale, eleştiri gibi yazılarda; tarih, coğrafya gibi ders kitaplarında açıklayıcı anlatımdan yararlanılır.
 Yazarda, bu bilgiler bana ait, okuyucu bilmiyor, anlatayım da o da öğrensin anlayışı vardır.
 Öğretici anlatımda ele alınan konulardaki nesnellik, açıklayıcı anlatımla ele alınan konularda tam olarak görülmez.
 Açıklayıcı anlatımda bilgi aktarımı yapılırken okuyucunun bir sorun üzerinde düşünmesi de sağlanır.
 Dil, öğretici anlatımda olduğu gibi göndergesel işlevde kullanılır.

4. TARTIġMACI ANLATIM
Genellikle farklı bakış açılarının olabileceği konularda bir görüşü, düşünceyi ortaya koymak; okuyucuyu bu görüş ve düşünce
doğrultusunda etkilemek amacıyla tercih edilen bir anlatım türüdür.
Özellikleri:
 Bu anlatım türünde yazarın amacı, okuyucunun herhangi bir konudaki fikrini değiştirmeye çalışmaktır.
 Bu anlatımda savunulan ve karşı çıkılan görüşlere yer verilir.
 Eleştirici bir bakış açısı vardır.
 Cümleler duru ve yalındır, anlaşılması zor cümleler kullanılmaz.
 İhtimal bildirmeyen, kesin kanıtlanmış bilgiler kullanılır.
 Bu teknikle oluşturulan yazılarda genellikle karşılıklı konuşma havası vardır.
 Dil, daha çok göndergesel işlevde kullanılır.

!!! UYARI: HĠKÂYE ÜNĠTESĠNDE ADI GEÇEN SANATÇILARI ÇALIġINIZ. SORUMLU OLDUĞUNUZ
SANATÇILAR, DERS KĠTABINDA METĠNLERDEN SONRA BĠYOGRAFĠSĠ VERĠLEN
SANATÇILARDIR. DERS KĠTABINDA HANGĠ SANATÇI VARSA BU SANATÇILARDAN SINAVDA
SORUMLUSUNUZ.

14
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
DĠL BĠLGĠSĠ

CÜMLENĠN ÖGELERĠ
Yargı bildiren her anlatım birimine cümle denir. Cümle tek sözcükten oluşabileceği gibi birkaç sözcükten de oluşabilir. Cümleyi
oluşturan sözcüklerin cümledeki görev adlarına öge denir.

Cümlede yargıyı yüklenen ögeye yüklem denir. Yargının oluşmasını etkileyen ögeye özne; yargının özelliklerini açıklayan ögeye
ise tümleç adı verilir. Cümlede tele ögeler ve yardımcı ögeler olmak üzere iki tür öge bulunur:

A) TEMEL ÖGELER
Cümlenin yüklem ve özne olarak iki temel ögesi vardır.

1. YÜKLEM
Cümlede yargıyı yüklenen çekimli eylem ya da ek eylem almış ad soylu sözcüğe yüklem denir.

NOT: Tüm sözcük türleri yüklem olabilir.

Sanat, ekmek peşinde koşarsa alçalır. (çekimli fiil)

Dil yüreğin kepçesidir. (isim tamlaması)

Güzellik, bakan gözdedir. (sıfat tamlaması)

Başkalarının ıstırabını unutmak kolaydır. (adlaşmış sıfat)

Dağ havası sana iyi gelir. (deyim)

Ad akça, kara gün içindir. (edat öbeği)

Kahramanlık, hatada ısrar etmemektir. (ad-eylem öbeği)

NOT: Yüklem, birden çok özne için ortak kullanılabilir.

Duvarı nem, insanı gam yıkar.


Ö Ö Y
Dost başa, düşman ayağa bakar.
Ö Ö Y

NOT: Yüklem, bir sözcük grubu olabilir.

Medeniyet, lüzumsuz ihtiyaçların sonsuz sayıda artmasıdır. (yüklem)

Dostluk, bir ruhun iki bedende yaşayabilmesidir. (yüklem)

Şükrün esası, nimetin sahibini bilmek, bunu kalp ile itiraf etmek ve dil ile söylemektir. (yüklem)

Gönlümde açmadan solan bir gülsün. (yüklem)

O, çok iyi bir tarih öğretmeni olmuştu. (yüklem)

15
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
2. ÖZNE
 Yargının gerçekleşmesini sağlayan ya da yargıya konu olan ögeye özne denir.
 Özne ad ya da ad soylu bir sözcük grubundan oluşabilir.
 Özne hal eki almaz.
 Eylem cümlelerinde özneyi bulmak için yükleme ‘’-en ne?’’, ‘’-en kim?’’; ad cümlelerinde yükleme ‘’Olan ne?’’, ‘’Olan
kim?’’ sorularından uygun olanları sorulur.
Efendisini seçebilen insan esir değildir. (Esir olmayan kim?- Efendisini seçebilen insan)
Özne
Güzel hareketler, gözlerin müziğidir. (Gözlerin müziği olan ne?- Güzel hareketler)
Özne
Serseri, cahil çocuğun büyütülmüşüdür. (Cahil çocuğun büyütülmüş olanı kim?- Serseri)
Özne

Özneleri Ģöyle gruplandırabiliriz:


a) GERÇEK ÖZNE
Yüklemdeki işi üstlenen ya da yüklemdeki yargının oluşmasını sağlayan özneye gerçek özne denir. Gerçek özne cümlede
açık özne ya da gizli özne biçiminde yer alabilir.

Rehberimiz, buranın kütüphane olduğunu söyledi. (Söyleyen kim?- Rehberimiz ‘’Gerçek Özne’’)
Ö Y

Kitabı bitirdiğimde o şehri görmeyi düşledim. (Düşleyen kim? – Ben ‘’Gizli özne’’)
Y
NOT: Gizli özne de gerçek özne grubundadır.

b) SÖZDE ÖZNE
Edilgen fiillerin yüklem olduğu cümlelerde özne görevini üstlenen nesnelere ‘’sözde özne’’ denir.
Belediye içme sularını ilaçladı.
Gerçek özne yüklem (etken)

İçme suları ilaçlandı.


Sözde özne yüklem (edilgen)

Görevliler, bizi içeri almadı.


Gerçek özne yüklem (etken)

Biz, içeri alınmadık.


Sözde özne yüklem (edilgen)

UYARI: Geçişsiz-edilgen fiillerin yüklem olduğu cümlelerde özne bulunmaz.


Herkes salonda oturdu.
Gerçek özne yüklem (etken-geçişsiz)

Akşam salonda oturuldu.


ZT DT Yüklem (edilgen-geçişsiz)

Öğrenciler dün kaleye çıktılar.


Gerçek özne ZT DT Yüklem (etken-geçişsiz)

Dün kaleye çıkıldı.


ZT DT Yüklem (edilgen-geçişsiz)

NOT: Özne bir sözcük grubu olabilir.


Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk’tür.
Özne (isim tamlaması)

16
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
Bir bardak suda fırtına koparmak ona özgüydü.
Özne (isim-fiil öbeği)
İşleyen demir, pas tutmaz.
Özne (sıfat tamlaması)

Başını acemi berbere teslim eden, cebinden pamuğu eksik etmez.


Özne (sıfat-fiil öbeği)

Özneyle Ġlgili Özellikler


- Özne açıklayıcısı ile birlikte verilebilir.
Dedem, o tatlı ihtiyar, dün bize geldi.
Özne özne açıklayıcısı ZT DT Y

- Sıralı cümlelerde özne ortak kullanilabilir.


Aşk, ateş denizini mumdan kayıklarla geçmek, yüreklere hapsolmaktır.
Özne (orak)

ÖZNE-YÜKLEM UYGUNLUĞU
Özne ile yüklem arasındaki tekillik çoğulluk ve kişi bakımından bir uygunluk vardır.

a) Tekillik- Çoğunluk Bakımından Uygunluk

1) Özne tekilse yüklem tekil olur.


Polis aracımızı durdurdu.

2) Özne kiĢi unsuru ve çoğulsa yüklem tekil de olabilir çoğul da olabilir.


Avukatlar baroda toplandı.
Avukatlar baroda toplandılar.

3) Bitki, hayvan, organ, zaman ve eylem adlarının çoğulları özne olduğunda yüklem tekil olur.
Bazı çiçekler solmuştu. (bitki adı)
Köpekler tehlikeyi sezmişti. (hayvan adı)
Gözleri yorgunluktan kızarmıştı. (organ adı)
Geceler çok soğuk geçiyor. (zaman adı)
Koşuşmalar yeniden başladı. (eylem adı)

4) Cansız varlıkların ve soyut kavramların çoğulları özne olduğunda yüklem tekil olur.
Koltuklar iyice eskidi artık
Düşünceler zamanla değişebilir.

5) Bazı cümlelerde özne tekil olduğu halde saygı, alay, sitem bildirmek için yüklem çoğul olabilir.
Müdür Bey henüz gelmediler. (saygı)
Beyefendi nasıl olmuş da bizi hatırlamışlar. (sitem)

6) Sayı sıfatları ve topluluk adlarından oluĢan öznelerin yüklemleri tekil olur.


İki komutan bu vadide buluştu.
Sürü, tarlayı alt üst etti.

7) Özne kiĢileĢtirilmiĢ bir varlık ve çoğulsa yüklem tekil de olabilir çoğul da olabilir.
Aynalar bile bizi tanımadılar. (tanımadı)
Bahar geldi mi ağaçlar gelinliklerini giyerler. (giyer)

17
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
b) KiĢi Bakımından Uygunluk
 Cümlenin öznesi kaçıncı kiĢiyse yüklem de aynı kiĢiye göre çekimlenir.
Ben okudu-m (Özne ve yüklem 1.tekil kişi)
Sen okudu-n (Özne ve yüklem 2.tekil kişi)
Biz tanıdı-k (Özne ve yüklem 1.çoğul kişi)
Siz kim-siniz? (Özne ve yüklem 2.çoğul kişi)

 Birden çok kiĢinin özne olması durumunda, aĢağıdaki tabloda gösterilen uygunluk aranır.
ÖZNE YÜKLEM
1. ve 2. kişi 1. çoğul kişi
1. ve 3. kişi 1. çoğul kişi
1, 2 ve 3. kişi 1. çoğul kişi
2 ve 3. kişi 2. çoğul kişi

Ben ve sen burada bekleyeceğiz.

Ben ve o aynı gün gideceğiz.

Ben, sen ve bu adam aynı gün Ankara’ya döneceğiz.

Sen de o da beni hiç anlamadınız.

B) YARDIMCI ÖGELER
1. NESNE (DÜZ TÜMLEÇ)

Öznenin yaptığı eylemden etkilenen ögeye nesne denir. Nesne, yüklemi geçişli eylemlerden oluşan cümlelerde bulunur. Nesneler,
cümlede bulunma durumuna göre ikiye ayrılır.

a) Belirtili Nesne
Belirtme durum eki ‘’-ı, -i, -u, -ü’’ almış nesnedir. Yükleme sorulan ‘’neyi’’ veya ‘’kimi’’ sorularından birine cevap verir.

Açlığınızın midenizden büyük olduğunu anlamıyorsunuz.


Belirtili nesne Yüklem
- Neyi anlamıyorsunuz?
- Açlığınızın midenizden büyük olduğunu (belirtili nesne)

Kentin uçaktan görünümü herkesi büyüledi.


B.li Nesne Yüklem
- Kimi büyüledi?
- Herkesi (belirtili nesne)

b) Belirtisiz Nesne
Belirtme durum eki almamış nesnedir. Yükleme sorulan ‘’ne’’ sorusuna cevap verir. Nesne özne bulunduktan sonra cümlede
aranmalıdır.

Tarlaya soğan ektim.


- Eken kim?
- Ben (Gizli özne)
- Ne ektim?
- Soğan (Belirtisiz nesne)

18
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
Birilerinin gölgesinde yaşamak istemiyorum.
- İstemeyen kim?
- Ben (Gizli özne)
- Ne istemiyorsun?
- Birilerinin gölgesinde yaşamak (Belirtisiz nesne)

Nesneyle Ġlgili Özellikler

1) Nesne açıklayıcısıyla verilebilir.


Doğduğu şehri, Ankara’yı özlüyordu.
Nesne nesne açıklayıcısı yüklem

2) Nesne birden çok yüklem için ortak kullanılabilir.


Ali tabloyu aldı, salonun uygun yerine astı.
(Nesne bu sıralı cümlede ortak kullanılmıştır.)

3) Birden çok nesne, bir yükleme bağlanabilir.


Hem kitaplarımı hem defterlerimi evde bırakmışım.
b.li nesne b.li nesne yüklem

NOT: İsim cümlesi nesne almaz.

2. DOLAYLI TÜMLEÇ
Adın ‘’-e, -de, -den’’ durum eklerinden birini alarak yüklemi yönelme, kalma, çıkma anlamıyla etkileyen ögedir.

a) Yönelme Anlamlı Dolaylı Tümleç


Adın ‘’-a/-e’’ durum ekini alarak eylemin kime, neye, nereye yöneldiğini, yaklaştığını belirten tümleçtir.
Kuşların kanatları Akdeniz’in sularına değiyordu.
- Neye değiyordu?
- Akdeniz’in sularına (dolaylı tümleç)

b) Bulunma Anlamlı Dolaylı Tümleç


Adın ‘’-da/-de/-ta/-te’’ ekini alarak eylemin nerede, kimde gerçekleştiğini belirten tümleçlerdir.
Akacak kan damarda durmaz.
- Nerede durmaz?
- Damarda (dolaylı tümleç)

c) Çıkma Anlamlı Dolaylı Tümleç


Adın ‘’dan/-den/-tan/-ten’’ ekini alarak eylemin kimden, nereden, neyden çıktığını belirten tümleçlerdir.
Serap’tan beş aydır mektup alamadık.
- Kimden alamadık?
- Serap’tan (dolaylı tümleç)

UYARI: ‘’-e, -de, -den’’ eklerini alan bir sözcük; yüklemi zaman, durum bakımından etkilediğinde dolaylı tümleç değil, zarf
tümleci olur.
Akşama çocuklar da tiyatroya gidecek.
ZT DY Y
Eylül’de Antalya’da buluşuruz.
ZT DT Y
Onu candan seviyordu.
ZT Y
Onu ilk bakışta fark etti.
ZT Y
19
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
NOT: Yönelme, yaklaşma, çıkma anlamlı tümleçler tek yükleme bağlanabilir.
Bu bahçede elma ve armutlar dallardan başımıza düşüyordu.
DT (Bulunma) özne DT (Çıkma) DT (Yönelme) Y

3. ZARF TÜMLECĠ
Yüklemin anlamını durum, zaman, sebep, miktar, yer-yön bakımından etkileyen, belirten tümleçlere denir. Yükleme ‘’nasıl, ne
zaman, niçin, ne kadar, neden’’ sorularından birini yönelterek zarf tümlecini bulabiliriz.
Tatil haberini duyan öğrenciler güle oynaya evlerine gittiler.
- Nasıl gittiler?
- Güle oynaya (zarf tümleci)

Ağaç yaşken eğilir.


- Ne zaman eğilir?
- Yaşken (zarf tümleci)

Sarmaşıklar ikinci katın balkonuna kadar tırmanmıştı.


- Ne kadar tırmanmıştı?
- İkinci katın balkonuna kadar (zarf tümleci)

UYARI: ‘’İçeri, dışarı, ileri, geri, aşağı, yukarı’’ sözcükleri yalın durumda ve yüklemi yer-yön bakımından etkilediğinde zarf
tümleci olur ancak durum eki aldıklarında zarf tümleci değil, dolaylı tümleç olur.
Yukarı bakmayın. (zarf tümleci)
Yukarıya taşındık. (dolaylı tümleç)
İçeri geçelim. (zarf tümleci)
İçeride oturalım. (dolaylı tümleç)

NOT: Şart kipiyle (-sa/-se) çekimlenmiş yan cümlecikler temel cümleciğin zarf tümleci olur.
Para bulursam bu kitapları alırım.
Zarf tümleci

4. EDAT TÜMLECĠ
Yüklemin anlamını birliktelik, amaç, araç, özgülük, görelik… gibi yönlerden tamamlayan edat öbeklerine edat tümleci denir.
Yükleme ‘’ne için, kim için, ne ile, kim ile, kime göre, neye göre’’ soruları yöneltilerek bulunur.
Araçları çekmek için halat aldılar. (Ne için?)
Edat Tümleci
Kitapları öğrencilerimiz için aldık. (Kimler için?)
Edat Tümleci
Bana göre bu soru yanlış. (Kime göre?)
Edat Tümleci
Karşıya bu tekne ile geçtiler. (Ne ile?)
Edat Tümleci

CÜMLENĠN ÖGELERĠ ĠLE ĠLGĠLĠ GENEL ÖZELLĠKLER


1. Tamlamalar, ikilemeler, deyimler, edat öbekleri ve birleĢik fiiller tek öge olarak görev yapar.
İnanç, alışkanlıklarının çocuğudur. (Yüklem- isim tamlaması)
Soğuk sudan tas tas içtim. (Zarf Tümleci- ikileme)
Herkes, kendi derdine düşmüştü. (Yüklem- Deyim)
Ağacın son çatalına kadar tırmandı. (Edat Öbeği- Zarf Tümleci)

2. Hitaplar, ünlemler, öbek oluĢturmayan bağlaçlar öge dıĢı sözcüklerdir.


Kara gözlüm efkarlanma, gül gayrı.(Seslenme – öge dışı)
Eyvah! Uçağa yetişemeyeceğiz. (Ünlem – öge dışı)
Olanları sen de biliyorsun. (Bağlaç – öge dışı

20
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
3. Soru cümlelerinde, aranan ögeyle soruya verilecek cevap aynı ögedir.
Beni araya adam kimmiş?
- Avukatmış. (Yüklem)

Seni nasıl karşıladı?


- İyi. (Zarf Tümleci)

Bugün hangi dosyayı inceledin?


- Bu dosyayı. (Belirtili nesne)

4. Bir cümle ögelerine ayrılırken gizli özne cümle baĢında veya sonunda gösterilmez.
Salondan biraz önce ayrıldılar.
DT ZT Y

5. ‘’Mi’’ edatıyla oluĢturulan soru cümlelerinde aranan öge ‘’mi’’den önceki ögedir.
Dün beni evden mi sordular?
DT
(Soru bu cümlede dolaylı tümleci buldurmaya yöneliktir.)

Beni evden dün mü sordular?


ZT
(Soru bu cümlede zarf tümlecini buldurmaya yöneliktir.)

6. Eylem cümlelerinde en çok vurgulanan öge, yüklemden önceki ögedir.


Öğretmenimiz bize yeri geldikçe güzel şiirler okurdu. (Nesne vurgulanmış.)
Belirtisiz nesne yüklem

7. Ara cümle, cümlenin herhangi bir ögesi değildir.


Bu olaydan sonra, sen de anımsayacaksın, onlarla ilişkimi kesmiştim.
Ara cümle (Öge dışı)

21
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
3. ÜNĠTE
ġĠĠR

TANZĠMAT’TAN CUMHURĠYET’E KADAR TÜRK ġĠĠRĠ


TANZĠMAT DÖNEMĠ ġĠĠRĠ
 Tanzimat Dönemi’nde şiire ‘’hak, hukuk, adalet, kanun, medeniyet, devlet, millet, hürriyet, vatan’’ gibi kavramlar
girmiştir. Böylece Tanzimat şiiri, öz (içerik) bakımından eski şiirden ayrılmıştır.
 Tanzimat Dönemi’nde şiire giren ‘’akıl, ilerleme, deney, hürriyet’’ gibi yeni kavramların ‘’Aydınlanma Dönemi’’, Orta
Çağ’da hüküm süren dünya görüşüne karşı yeni bir dünya görüşünün ortaya çıkmasıdır. Bu düşünceye göre, aklın
aydınlattığı kesin doğrulara ve bilginin ilerlemesine dayanan bir kültür egemen olmalı ve kesin doğrulara ve kültür
sonsuz şekilde ilerlemelidir. Bu ilerleme isteği, eskicilikten kurtularak daima yenilikçi ve özgürlükçü olma düşüncesini
de beraberinde getirmiştir.
 Tanzimat şiiriyle birlikte şiirimizde gerçekleşen değişmenin temel sebebi, her alanda görülen değişim ve Batı’dan gelen
fikirlerdir.
 Tanzimat Dönemi şiirinin Batı düşüncesiyle, klasisizm ve romantizm akımlarıyla ilişkisi vardır.
 Tanzimat I. Dönem şiirinde sosyal konular işlenmiş, yeni kavramlar şiire girmiştir. II. Dönem şiirinde ise metafizik
düşünceye yönelme olmuştur. (Abdülhak Hamit Tarhan ve Recaizade Mahmut Ekrem). Şairler ‘’ölüm, hayat, Allah, ruh,
dünya, varlığın sonu’’ gibi konuları işlemişlerdir. II. Dönem şairlerinin işlediği diğer temalar ise ‘’insanın iç dünyası’’ ve
‘’aşk’’tır. Recaizade Mahmut Ekrem, ‘’güzel olan her şey’’in şiire girebileceğini söyleyerek şiirin tema ve konusunu
genişletmiştir.
 Tanzimat şiirinde şekil eski, öz(içerik) yenidir. Yani divan şiiri nazım şekilleri (kaside, murabba, terkibibent, terciibent
vb.) kullanılmış ama içerikte değişiklikler yapılmıştır. Ancak divan şiiri nazım şekillerinde de klasik şekillere bağlı
kalınmamıştır. Örneğin kaside nazım şekli kullanılsa da divan şiirindeki kasidenin klasik bölümlerine (girizgâh, methiye,
fahriye gibi) yer verilmemiştir. Yine divan şiirinde mahlasa yer verilirken Tanzimat şiirinde mahlas kullanılmamıştır.
Divan şiirinde kaside bir övgü şiiri iken Tanzimat şiirinde kaside nazım şekliyle ‘’hürriyet’’ gibi yeni kavramlar
işlenmiştir. (Hürriyet Kasidesi, Namık Kemal). Ayrıca Tanzimat Dönemi’nde şiirlere başlıklar konmaya başlanmıştır.
 II. Dönem Tanzimat şairleri ise divan şiiri nazım şekillerinin yanı sıra Batı’dan alınan nazım şekillerini de kullanmaya
başlamışlardır.
 Tanzimat şiirinde aruz ölçüsü kullanılmıştır. Ancak Ziya Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Namık Kemal gibi bazı şairler hece
ölçüsünü de denemişlerdir.
 Tanzimat şiirinde, divan şiirinde olduğu gibi beyit nazım birimi kullanılmıştır. Ancak divan şiirindeki ‘’parça güzelliği’’
(her beytin kendi içinde anlam bütünlüğü taşıması) yerine ‘’bütün güzelliği’’, ‘’konu birliği’’ (beyitler arasında konunun
ortak olması) önemsenmiştir.
 Tanzimat Dönemi’nde yeni bir dil ve söyleyiş aranmıştır. Bu dil ve söyleyişin yöneldiği kaynak ise nesirde olduğu gibi
konuşma dili ve üslubudur. I. Dönem’de görülen konuşma diline yaklaşma çabası, II. Dönem’de konuşma dilinden
uzaklaşma şeklinde kendini göstermiştir.
 Divan şiirinin süslü ve ağır dili eleştirilmiş, Tanzimat şiirinde dilde sadeleşme amaçlansa da başarılı olunamamıştır. Dil
ve zevk bakımından genel olarak eskiye bağlı kalınmış, istenilen sadeleşme gerçekleşmemiştir.
 Tanzimat Dönemi şiirde ahenk unsurlarına önem verilmiş, daha çok tam ve zengin kafiye kullanılmıştır.
 Tanzimat II. Dönem’de, Muallim Naci gibi eski şiiri (divan şiiri) savunan şairler ‘’Kafiye göz içindir.’’ Anlayışını,
Recaizade Mahmut Ekrem gibi yeniliği savunan şairler ise ‘’Kafiye kulak içindir.’’ anlayışını benimsemiştir.

22
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
I. DÖNEM TANZĠMAT ġĠĠRĠ

Tanzimat’ta şiir alanında birçok yenilik yapılmıştır. Batı edebiyatından şiir çevirileri yapılmıştır.

Nazım ġekli: Tanzimat Dönemi’nin ilk sanatçıları (Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa) divan şiirinin nazım şekillerini özellikle
gazel, kaside, murabba, kıt’a, terkibibent gibi şekilleri kullanmışlardır. Bu şekillerde yaptıkları yenilik, bütün manzumeyi tek bir
konu etrafında toplamaları yani şiirde konu, tema birliğine dikkat etmeleridir. Ayrıca kaside nazım biçiminde yenilik, serbestlik
getirmişlerdir.

Kaside nazım biçimi divan edebiyatında olduğu gibi kullanılmamış, kasideye yenilikler getirilmiştir:

a) Kasidenin nesib, fahriye, tegazzül gibi klasik bölümleri kaldırılmıştır.


b) Söz doğrudan övülecek kişiye getirilmiş, kişinin şahsından çok yaptığı yenilikler övülmüştür.
c) Şiiri tamamında aynı konu işlenmiştir.
d) Klasik kasidedeki basmakalıp övme bırakılmış.

Akif Paşa’nın ‘’Adem Kasidesi’’ Şinasi’nin Mustafa Reşit Paşa için yazdığı kasideler Namık Kemal’in ‘’Hürriyet Kasidesi’’
yeni tarz kasidenin önemli örnekleridir.

Ölçü: Bütün Tanzimatçılar esas olarak aruz ölçüsünü kullanmışlardır. Hece ölçüsünün de kullanılması gerektiği düşünülüp
söylenmişse de hece ölçüsü ile birkaç deneme dışında örnek verilmemiştir.

Nazım Birimi: Nazım birimi olarak genellikle beyit kullanılmış ancak dörtlük ve bentler de kullanılmıştır.

Kafiye: Divan edebiyatındaki zengin kafiyeler önemsenmiştir. Tanzimat I. Dönem’de Divan şiirindeki ‘’göz için kafiye’’ anlayışı
(yani kafiyenin kelimelerin seslerine göre değil de yazılışlarına bağlı oluşu) devam etmiş, Tanzimat II. Dönem’de Recaizade
Mahmut Ekrem tarafından ‘’kulak için kafiye’’ (yani kafiyenin kelimelerin yazılışına göre değil de seslerine bağlı oluşu) görüşü
ileri sürülmüştür.

Dil ve Üslup: Bazı şiirlerde sade ve anlaşılır bir dil, bazı şiirlerde Arapça ve Farsça tamlama ve sözcüklerle yüklü bir dil ve üslup
kullanılmıştır.

Mecazlar: Eski şiir geleneğinin hayale dayalı mazmunlarına karşılık Tanzimat şairleri yalın deyişlerle sade ve açık düşünceleri
okuyucuya iletme kaygısı içinde olmuşlardır. Fransız edebiyatının etkisiyle yeni mecazlar kullanılmıştır: medeniyet cihanının
peygamberi, adaletin fanusu, zulüm kılıcının hamiyet ateşinde erimesi…

Konu ve Tema: Şiirde konu bütünlüğüne önem verilmiş, parça güzelliği yerine bütün güzelliği esas alınmıştır. Şiirde şekil
açısından divan şiiri geleneği devam ettirilmiş, muhteva (içerik) bakımından ise yenilikler getirilmiştir. Şiirin konusu olabildiğince
genişletilmiştir. Şiirde toplumsal konular işlenmiş, yani divan şiirindeki içerik değişmiştir. Şinasi: hak, adalet, kanun, medeniyet,
millet, hükûmet, reisicumhur; Ziya Paşa: müsavat (eşitlik), hürriyet, cumhuriyet, sosyal adaletsizliği yergi (terkibibent); Namık
Kemal: hak, adalet, vatan, hürriyet konuları işlemiştir.

Akım: Klasisizm ve romantizm akımları etkili olmuştur.

ġĠNASĠ
 Tanzimat I.Dönem sanatçılarındandır.
 Tanzimat edebiyatını başlatan sanatçı, Agâh Efendi ile birlikte 1860’ta ilk özel gazete olan ‘’Tercümân-ı Ahvâl’’i
çıkarmıştır. Bu gazetenin çıkmasıyla Tanzimat edebiyatı başlamıştır. Sanatçı 1862’de Tasvir-i Efkâr isimli bir gazete
daha çıkarmıştır.
 Şiir, tiyatro, tercüme, fabl, makale türlerinde eserler kaleme alan sanatçı, klasisizm akımından etkilenmiştir.
 Şiirlerinde divan şiiri etkileri görülmekle birlikte yani Batılı tarza uygun şiirler de kaleme almıştır. Mustafa Reşit Paşa’ya
yazdığı kasidede klasik kasidenin bölümlerini kaldırmıştır.
 Şiirlerinde parça güzelliği yerine bütün güzelliği anlayışına önem vermiştir.
 Şiirlerini aruz ölçüsüyle kaleme alan sanatçı, o zamana kadar pek kullanılmayan ‘’akıl, kanun, medeniyet’’ gibi
kavramları şiirinde kullanmıştır. Dili sadeleştirmeye, şiiri mecazlardan arındırmaya çalışmıştır. Şiirlerinde düzyazılarına
göre daha ağır bir dil kullanmıştır.
 Edebiyatın yenileşmesinde büyük katkıları olan Namık Kemal, Ziya Paşa gibi birçok sanatçıyı da etkilemiştir.

23
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
 ‘’Sanat toplum içindir.’’ anlayışını benimseyen Şinasi, edebiyatımızdaki ilklerin sanatçısı unvanını almıştır. Sanatçının
edebiyatımıza kazandırdığı ilkler şunlardır :
- La Fontaine, Lamartine, Racine gibi sanatçılardan şiir çevirileri yapmıştır.
- Fransızcadan ilk şiir çevirileri yapan sanatçı, çeviri şiirlerini Tercüme-i Manzume adlı yapıtında toplamıştır.
- Fransız sanatçı La Fontaine’den ilk fabl çevirileri yapmıştır.
- İlk atasözleri derlemesini yaparak Türk atasözlerini Durub-ı Emsâl-i Osmaniye adlı yapıtında toplamıştır.
- Türk edebiyatının ilk makalesi olan Tercümân-ı Ahvâl Mukaddimesi’ni kaleme almıştır.
- Türk edebiyatında ilk modern tiyatro örneği olan Şair Evlenmesi adlı bir perdelik töre komedisini yazmıştır. Görücü
usulüyle evliliğin sakıncalarını işleyen yapıt, Türkçede noktalama işaretlerinin kullanıldığı ilk eserdir.
- Şinasi bu eseriyle Türk edebiyatında noktalama işaretlerini kullanan ilk sanatçı özelliğini de taşımaktadır.
- Şinasi hikaye ve roman yazmamıştır.
Tiyatro : Şair Evlenmesi
ġiir : Tercüme-i Manzume (çeviri şiirleri), Müntahabat-ı Eş’ar (kendi yazdığı şiirler)
Atasözleri Derlemesi : Durûb-ı Emsâl-i Osmaniye

NAMIK KEMAL
 Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı’nın en gür sesli sanatçısıdır.
 ‘’Vatan şairi’’olarak tanınmıştır.
 Encümen-i Şuara topluluğunda yer almıştır.
 Osmanlıcılık anlayışını benimseyen sanatçı, Yeni Osmanlılar hareketine de mensuptur.
 Eserlerinde (özellikle şiirlerinde) ‘’hürriyet, vatan, millet, eşitlik’’ gibi kavramları işlemiştir.
 Hürriyet, İbret gibi gazeteleri çıkarmıştır.
 Şiirleri içerik olarak yeni biçim bakımından eskidir.
 Şiirlerinde genellikle aruz ölçüsünü kullanmıştır.
 ‘’Hürriyet Kasidesi, Vatan Şarkısı, Murabba, Vaveyla’’ şiirleri ünlüdür.
 ‘’Sanat toplum içindir.’’ anlayışını benimsemiştir.
 Romantizm akımından etkilenmiştir.
 Türk edebiyatında ilk eleştiri yazısı olan Lisân-ı Osmânî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir adlı
makalesinde divan edebiyatının ağır dilini eleştirmiştir. Bu yazı Milli Edebiyat Dönemi dil anlayışını belirleyecek
nitelikler taşımaktadır.
 Ziya Paşa’nın Şiir ve İnşâ makalesinde divan şiirini eleştirip Harâbat’ın ön sözünde bu düşüncesinin aksini beyan etmesi
üzerine Türk edebiyatında ilk eleştiri kitabı olan Tahrib-i Harâbât’ı yazmış ve Ziya Paşa’nın Harâbât adlı antolojisini
eleştirmiştir. Daha sonra yine aynı eseri eleştirdiği Takip adlı eserini yazmıştır.
 Türk edebiyatında ilk edebi roman olan İntibah’ı ve Türk edebiyatında ilk tarihi roman olan Cezmi’yi yazmıştır.
 Celaleddin Harzemşah adlı eserinin ön sözünde edebiyat ve tiyatro ile ilgili görüşlerini dile getiren sanatçı, tiyatroyu
faydalı bir eğlence olarak nitelemiş ve altı tiyatro eseri kaleme almıştır. Türk edebiyatının sahnelenen ilk tiyatro eseri
olan Vatan yahut Silistre’nin sahnelenmesi üzerine ‘’halkı galeyana getirme’’ gerekçesi ile Magosa’ya sürgüne
gönderilmiştir.
 Sanatçının anı, mektup, tarih, tiyatro, şiir, roman gibi pek çok türde eseri vardır.
Namık Kemal’in romancılığı :
 Romanlarında romantizm akımının etkileri vardır.
 Romanlarında ‘’sosyal fayda’’ veya ‘’kıssadan hisse çıkarma’’ anlayışı vardır.
 Romanı fikirlerini açıklamak için bir vasıta olarak görmüştür.
 Kahramanların duygu ve düşüncelerini genellikle abartılı bir şekilde aktarmıştır.
 Kahramanları tek yönlüdür. İyiler daima iyi, kötüler daima kötüdür.
 Romanlarında akla aykırı birçok tesadüfe yer vermiştir.
 Romanlarında sanatkârane (edebi) bir üslup kullanmıştır.
 İntibah ve Cezmi sanatçının önemli romanlarıdır.
 Cezmi romanı edebiyatımızın ilk tarihi romanı kabul edilir. İntibah romanında olaylar Tanzimat Dönemi’nde (sanatçının
yaşadığı dönemde) geçtiği halde Cezmi romanında olaylar 16.yüzyılda geçer. Namık Kemal, Cezmi romanının konusunu
Osmanlı tarihinden, Naima Tarihi’nden almıştır. Namık Kemal eserini Midilli’de yazmış ancak eserin ikinci cildini
tamamlayamamıştır. Romanın önemli kişileri gerçek kişilerdir.
 İntibah romanı Namık Kemal tarafından kaleme alınmış edebiyatımızın ilk edebi romanıdır. Namık Kemal,
‘’edebiyatımızın en büyük eksiği’’ olarak romanı gördüğü için Magosa’da sürgünde iken ‘’Sergüzeşt-i Ali bey’’i yani
24
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
‘’İntibah’’ı kaleme almıştır. Kitabın ilk adı ‘’Son Pişmanlık’’tır. Kitabı inceleyen Maarif Nezareti, kitabın ismini
‘’İntibah yahut Sergüzeşt-i Ali Bey’’ (Uyanış yahut Ali Bey’in Macerası) olarak değiştirir.
Roman : İntibah, Cezmi
Tiyatro : Vatan yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Celalettin Harzemşah, Gülnihal, Akif Bey, Kara Bela
EleĢtiri: Tahrib-i Harâbât, Takip, Renan Müdafaanâmesi, İrfan Paşa’ya Mektup, Mukaddime-i Celâl, Bahar-ı Daniş
Anı: Magosa Hatıraları
Tarih : Devr-i İstila, Barika-ı Zafer, Evrak-ı Perişan, Kanije, Osmanlı Tarihi, Silistre Muhasarası, Büyük İslâm Tarihi
Makale: Lisân-ı Osmânî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir

Hürriyet Kasidesi: Hürriyet Kasidesi olarak bilinen ‘’ Besalet-i Osmaniye ve Hamiyet-i İnsaniye’’ adlı şiir Namık Kemal’in en
sevilen ve en ünlü şiirleri arasındadır. Hürriyet Kasidesi, divan edebiyatı nazım biçimi kaside ile yazılmış 31 beyitlik bir şiirdir.
Namık Kemal, Hürriyet Kasidesi ile Türk edebiyatına yeni bir anlayış getirir. Namık Kemal, ‘’hürriyet’’ kavramını şiirde bilinçli
olarak kullanan ilk sanatçıdır. Şiirde hürriyet yani özgürlük teması üzerinde durulmuş ve hürriyetin ne kadar önemli olduğu dile
getirilmiştir. Şiirde nazım birimi olarak beyit kullanılmıştır. Şiirin özgün biçiminde 31 beyit vardır. Hürriyet Kasidesi divan
şiirindeki kaside nazım şekli ile yazılmış olsa da klasik kasideden farklı özelliklere sahiptir. Bu şiir Tanzimat sanatçılarının şiirde
yaptıkları yenilikleri göstermesi açısından da önemlidir.
Hürriyet Kasidesi Kaside
Kasidenin Nesib/teşbib tegazzül gibi bölümlere yer Nesib/teşbib, tegazzül, methiye, dua gibi bölümleri vardır.
Bölümleri verilmemiştir.
Uyak Düzeni aa ba ca da … şeklindedir. aa ba ca da … şeklindedir.
Mahlas Kullanılmamıştır. Kullanılır.
BaĢlık ‘’Besalet-i Osmaniye ve Hamiyet-i İnsaniye’’ Günümüzdeki anlamıyla başlık kullanılmaz. Kasideler
adıyla kullanılmış ancak Hürriyet Kasidesi işledikleri konulara, rediflerine göre adlandırılır.
olarak tanınır.
Beyit Sayısı 31 beyitten oluşmaktadır. 33-99 beyit arasında değişir.
Tema ve Konu Hürriyete övgü konusu işlenmiştir. Din ve devlet büyüklerine övgü konusu işlenir.

ZĠYA PAġA
 Tanzimat I. Dönem sanatçılarındandır.
 Eski-yeni ikilemi içinde kalmış ve eleştirilmiştir. Bu yüzden ‘’ikilem şairi’’ olarak anılmıştır.
 Terkibibent ve terciibentleriyle ünlenmiştir. Divan şairi Bağdatlı Ruhi’yi örnek almıştır.
 Şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmıştır. Ancak hece ölçüsü ile yazdığı bir türküsü de vardır.
 Sade bir dili savunmuş ancak Arapça ve Farsça tamlamalarla yüklü bir dil kullanmıştır.
 Hikmetli söyleyişi vardır. Divan edebiyatındaki hikemî (hakimâne) şiirin son temsilcilerindendir.
 Şairin özdeyiş niteliği kazanan birçok beyti vardır. Örneğin:
‘’Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde’’

‘’Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir


Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.’’
 Yurt dışında yayımlanan ilk Türkçe gazete olan Kemal ile birlikte çıkarmıştır.
 1868’de yazdığı ‘’Şiir ve İnşa’’ adlı makalesinde divan şiirini eleştirmiş, halk şiirini asıl Türk şiiri olarak kabul etmiştir.
Ancak daha sonra yazdığı ‘’Hârâbat’’ adlı üç ciltlik divan şiiri antolojisinin (Türk edebiyatında ilk antoloji) ön sözünde
görüşlerinin tam tersini savunmuş, divan şiirini savunup halk şiirini alaya almıştır. Hatta halk şiirini eşek anırmasına
benzetmiştir. Bu çelişkiden dolayı Namık Kemal bu eseri Tahrib-i Harabat ve Takip adlı eserlerinde sert bir şekilde
eleştirmiştir.
 Sanatçının ‘’Zafernâme’’ adlı yapıtı önemli bir hiciv eseridir. Ziya Paşa, nazım-nesir karışık olarak yazdığı bu eserinde
Girit isyanını bastırmakta zorluk çeken Sadrazam Ali Paşa’yı över gibi yaparak hicvetmiştir.
 Türk edebiyatında ilk mülakat denemesi olan ‘’Rüya’’ karşılıklı konuşma (diyalog) şeklinde yazılmıştır. Rüya siyasi bir
eleştiri özelliği taşıyan mensur bir eserdir.
 Yazar ‘’Defter-i Âmâl’’ adlı eserinde, çocukluk anılarını anlatmıştır. Yazar bu eserini J. J. Rousseau’nun İtiraflar adlı
eserinden esinlenerek yazmıştır.
ġiir: Eş’ar-ı Ziya, Terkib-i Bent, Terci-i Bent
Antoloji: Harâbât
25
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
Hiciv: Zafernâme
Anı: Defter-i Âmâl
Mülakat: Rüya
Makale: Şiir ve İnşa
Çeviri: Engizisyon Tarihi, Endülüs Tarihi, Emile

II. DÖNEM TANZĠMAT ġĠĠRĠ

Nazım ġekli: Divan şiiri nazım biçimlerinin yanında yeni nazım biçimleri de eklenmiştir. Şiire biçim açısından birçok yenilik
getirilmiştir.

Ölçü: Birkaç şiir dışında aruz ölçüsü kullanılmıştır.

Nazım Birimi: Beyit, dörtlük, bentler ve dize (mısra) birim olarak kullanılmıştır.

Konu ve Tema: Şiirin konusu genişlemiştir. Yaşamdaki güzel olan her şeyin şiirin konusu olabileceği düşüncesi benimsenmiştir.
Daha çok bireysel ve soyut konular işlenmiştir. Ölüm, sevinç, hiçlik, yokluk, aşk, tabiat gibi konuşlar işlenmiştir. Ölüm Recaizade
Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit Tarhan tarafından sıkça işlenmiştir. Recaizade çocuklarının kaybından kaynaklanan ölüm
düşüncesini işlemiştir. İlk çocuğu Piraye’nin ölümü üzerine ‘’Tahassül’’, Nijad’ın ölümü üzerine ‘’Nijad Ekrem’’ şiirini
yazmıştır. Abdülhak Hamit Tarhan, eşi Fatma Hanım’ın ölümü üzerine ‘’Makber’’ adlı şiiri yazmıştır. Dönemin asli konularından
‘’aşk’’ anlayışı eski şiirden farklı biçimde işlenmiştir. Eskinin soyut aşkı yerine beşeri (insani) ölçülere hitap eden bir sevgi ve
sevgili tipi yaratılmıştır. Parça güzelliği yerine bütün güzelliği esas alınmıştır.

Akım: Şairler genellikle romantizm akımının etkisinde kalmışlardır.

Dil: Şiirde, genellikle ağır, sanatlı ve süslü bir dil kullanılmıştır.

ABDÜLHAK HAMĠT TARHAN


 Tanzimat II. Dönem sanatçılarındandır.
 Yaşadığı dönemde ‘’Şair-i Azam’’ (büyük şair) olarak tanınmıştır.
 ‘’Sanat sanat içindir.’’anlayışını benimsemiştir.
 Eserlerinde romantizm akımının etkisi görülür.
 Şiirlerinde karmaşık duygu ve düşüncelerin yanında basit duygu ve düşüncelere de yer vermiştir.
 Tezatlar şairi olarak bilinir.
 Türk edebiyatında ilk pastoral şiir örneği olan ‘’Sahra’’yı yazmıştır.
 İlk uyaksız şiir örneği olan ‘’Validem’’ i yazmıştır.
 İlk eşi Fatma Hanım’ın ölümü üzerine yazdığı Makber şiiri, metafizik düşünceyi işlemesi yönüyle önemlidir. Arka
arkaya yayımladığı eserlerde (Makber, Ölü, Hacle) ölüm temasını işlemiştir.
 Şiire metafizik ürpertiyi getirmiştir. Ölüm, aşk, vatan, millet, doğa temalarını lirik bir anlatımla işlemiştir.
 Şiirlerinde genel olarak aruz ölçüsünü kullanmıştır. (Hece ölçüsüyle yazdığı şiirleri de vardır.)
 Divan edebiyatını bitiren şair denilebilir. Divan şiirinin son kalıntılarını yıkmıştır. Yenileşme hareketi Abdülhak Hamit
Tarhan ile başarıyı yakalamıştır. Türk şiiri Batılı anlayışa onunla kavuşmuştur.
 Şair Doğu ile Batı edebiyatı arasında bir köprü olabilecek kadar zengin bir kültüre ve hayal gücüne sahiptir.
 Sanatçı çok sayıda tiyatro eseri yazmıştır. Tiyatro türünde 21 eseri vardır. Tiyatroları oynanmak için değil, okunmak için
yazılmıştır. Tiyatroları sahneleme tekniği açısından sahnelenmeye ve oynanmaya uygun değildir.
 Tiyatrolarının tamamı dramdır.
 Tiyatro eserlerinde romantizmden etkilenmiştir.
 Manzum tiyatrolarında aruz ve hece ölçüsünü kullanmıştır.
 Türk edebiyatında aruz ölçüsüyle yazılan ilk manzum tiyatro eseri olan ‘’Eşber’’i kaleme almıştır.
 Türk edebiyatında hece ölçüsü ile yazılan ilk manzum tiyatro eseri olan ‘’Nesteren’’i kaleme almıştır.
 ‘’Sabr u Sebat’’ ve ‘’İçli Kız’’ adlı tiyatro eserlerinin konusunu günlük hayattan almıştır. Diğer tiyatro eserlerinde
genellikle ‘’Türk, Moğol, Hint, Arap, Yunan, Asur ve Osmanlı’’ tarihinden alınan tarihi konuları işlemiştir.
 Tamamen mensur biçimde yazdığı ‘’İçli Kız’’ adlı eserini Namık Kemal’in Zavallı Çocuk eserini örnek alarak yazmıştır.
 Tiyatrolarının bazılarında konular yabancı ve uzak ülkelerde (Hindistan, İngiltere) geçer. Böylelikle ilk egzotik tiyatro
örneklerini vermiştir. (Egzotik tiyatro: Konuları uzak diyarlarda, yabancı ülkelerde geçen tiyatro)
 Sanatçı şiir ve tiyatro dışında eser vermemiştir.
26
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
ġiir : Makber, Ölü, Hacle, Garam, Bunlar Odur, Divaneliklerim yahut Belde, Bâlâdan Bir Ses, Vlidem, Bir Sefîlenin Hasbıhâli,
İlhâm-ı Vatan
Tiyatro :
Mensur Tiyato: Macera-yı Aşk, Sab u Sebat, İçli Kız, Duhter-i Hindu, Finten, Tarık yahut Endülüs Fethi, İbni-i Musa yahut
Zatü’l Cemal, Yâdigar-ı Hârb
Manzum Tiyatro : Nesteren, Eşber, Tezer yahut Abdurrahman-ı Sâlis, Liberte, Tarhan, Sardanapal, Abdüllahü’s Sagir, Nazife,
İlhan, Hakan, Zeynep, Cünûn-ı Aşk, Kanûnî’nin Vicdan Azabı, Tayflar Geçidi

RECAĠZADE MAHMUT EKREM


 Tanzimat II. dönem sanatçılarındandır.
 Yenilikçi düşünceleri ile Servetifünun Dönemi’nin oluşmasında öncülük etmiştir. Bundan dolayı da ‘’üstat’’olarak
anılmıştır.
 ‘’Sanat, sanat içindir.’’ anlayışını benimsemiştir.
 Güzel olan her şeyin şiire girebileceğini savunmuş ve şiirin konusunu genişletmiştir.
 Ayrıca aşk ve doğa temalarına da sıkça yer vermiştir.
 Genellikle aruz ölçüsünü kullanan sanatçı şiirlerinde romantizm, romanlarında realizm akımından etkilenmiştir.
 Şiir, hikaye, roman, tiyatro, eleştiri, türlerinde eserler vermiştir.
 Teorisyen (edebiyat kuramcısı) olarak yeniliklere öncülük etmiştir. Yenilikçi düşünceleri ile Servetifünun Döneminin
oluşmasında öncülük etmiştir. Bundan dolayı da ‘’üstat’’ olarak anılmıştır.
 Eski edebiyatın savunucularına karşı yeni edebiyatı savunmuştur.
 Divan edebiyatını, eskiyi savunan Muallim Naci ile kafiye tartışmasına girmiştir. Muallim Naci’nin ‘’göz için uyak’’
anlayışına karşı ‘’kulak için uyak’’ anlayışını savunmuştur. Muallim Naci ile girdiği kafiye tartışmasında düşüncelerini
Zemzeme III adlı şiir kitabının ön sözünde ve Takdir-i Elhan adlı eleştiri kitabında dile getirmiştir. Muallim Naci bu
eleştirilere Demdeme adlı eseriyle cevap vermiştir.
 Üç çocuğunun ölümünden sonra (Piraye, Nijad, Emced) şiirlerinde ölüm ve hüzün temasını çok sık işlemiştir. Bunun
dışında aşk ve doğa temalarına da şiirlerinde geniş yer vermiştir.
 Hece ölçüsüyle de şiirler yazan sanatçı genellikle aruz ölçüsünü kullanmıştır.
 Şiirlerinde romantizm akımından etkilenmiştir.
 Roman ve hikayelerinde realizm akımının etkisinde kalmıştır.
 Türk edebiyatında ilk realist roman olan ‘’Araba Sevdası’’ adlı yapıtında Bihruz Bey adlı mirasyedi gencin hayatı
etrafında yanlış Batılılaşma konusunu işlemiştir.
 ‘’Afife Anjelik’’ Türk edebiyatında ilk romantik dram kabul edilir.
 ‘’Atala’’ (Amerika Vahşileri) adlı eseri, Fransız romantiklerinden Chateaubriand’ın aynı adlı romanının tiyatroya
uyarlanmış biçimidir. Türk edebiyatında romandan tiyatroya çevrilen ilk eserdir.
 Araba Sevdası, edebiyatımızda resimlenmiş (ressam Halil Paşa’nın kalemiyle) ilk romandır. Romanın ikinci adı ‘’Bihruz
Bey’in Aşıklığı’’dır. Realizm akımıyla yazılmış ilk romandır. Bu eserde Bihruz Bey adlı mirasyedi gencin hayatı
etrafında Batılılaşmanın yanlış anlaşılması konusu işlenmiştir.
Roman : Araba Sevdası
Hikaye : Muhsin Bey, Şemsa
ġiir : Nağme-i Seher , Yadigar-ı Şebab, Pejmürde, Zemzeme(1,2,3), Nijad Ekrem
Tiyatro : Afife Anjelik, Atala, Vuslat, Çok Bilen Çok Yanılır
EleĢtiri:Takdir-i Elhan, Zemzeme 3 Mukaddimesi
Biyografi : Kudemadan Birkaç Şair
Edebiyat Bilgileri : Talim-i Edebiyat

27
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
MUALLĠM NACĠ
 Tanzimat II. Dönem sanatçılarındandır.
 Tanzimat Dönemi sanatçısı olmasına rağmen sanat anlayışı bakımından onlardan ayrılır.
 Eski edebiyat-yeni edebiyat tartışmasında eskiyi savunanların öncüsü olmuştur.
 Recaizade Mahmut Ekrem ile kafiye tartışmasına girmiştir. Recaizade Mahmut Ekrem’in savunduğu ‘’kulak için kafiye’’
tezine karşı ‘’göz için kafiye’’ anlayışını savunmuştur. (abes-muktebes tartışması)
 Eski- yeni tartışmasında, Recaizade Mahmut Ekrem eleştirilerini Zemzeme adlı eserinin ön sözünde belirtmiş, buna
karşılık Muallim Naci de eleştirilerini Demdeme adıyla kaleme almıştır.
 Şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanmıştır.
 Köyden söz eden ilk şiir olan ‘’Köylü Kızların Şarkısı’’nı yazmıştır.
 Şiir, eleştiri, anı, sözlük, edebiyat bilgileri alanında eserler yazmıştır.
ġiir: Ateşpâre, Şerâre, Fürûzân, Sünbüle, Yadigâr-ı Naci
EleĢtiri: Demdeme
Anı: Ömer’in Çocukluğu, Medrese Hatırları
Sözlük: Lügat-ı Naci
Dil ve Edebiyat ÇalıĢmaları: Istılahat-ı Edebiye
Tiyatro: Heder

DĠVAN ġĠĠRĠ ĠLE TANZĠMAT ġĠĠRĠNĠN KARġILAġTIRILMASI


(BENZERLĠKLER)
- Her iki şiirde de ‘’kaside, murabba, müseddes, terkibibent, terciibent, gazel’’ gibi klasik nazım şekilleri kullanılmıştır.
- Aruz ölçüsü kullanılmıştır.
- Kafiye, redif gibi ahenk unsurlarına yer verilmiştir.
- Söz sanatlarından yararlanılmıştır.
- Aynı medeniyete ait sembollere, değerlere yer verilmiştir.
- Arapça, Farsça kelime ve tamlamalara yer verilmiştir.

DĠVAN ġĠĠRĠ ĠLE TANZĠMAT ġĠĠRĠNĠN KARġILAġTIRMASI


(FARKLILIKLAR)
Divan ġiiri Tanzimat ġiiri
Sanatçılar, seçkin kişilere yönelik yazmayı amaçlamışlardır. Sanatçılar halka yönelik yazmayı amaçlamışlardır.
Divan şiirinde ‘’parça güzelliği’’ ön plandadır. Tanzimat şiirinde ise ‘’bütün güzelliği’’, ‘’konu bütünlüğü’’
önemsenmiştir.
‘’Aşk, tabiat, sevgilinin güzelliği, tasavvuf, övgü’’ gibi temalar ‘’Hürriyet, adalet, eşitlik, kanun, esaret’’ gibi temalar
işlenmiştir. işlenmiştir.
‘’Kaside, terkibibent, terciibent, müseddes’’ gibi nazım ‘’Kaside, terkibibent, terciibent, müseddes’’ gibi nazım
şekilleri kullanılmıştır. şekilleri kullanılmakla birlikte içerikte değişiklikler
yapılmıştır. Ayrıca bu nazım şekillerinin kurallarına da sıkı
sıkıya bağlı kalınmamıştır.
Arapça, Farsça kelime ve tamlamalarla yüklü, kolay Divan şiirinin süslü ve ağır dili eleştirilmiş ancak dil zevki
anlaşılmayan ağır bir dil kullanılmıştır. bakımından eskiye bağlı kalınmış, istenilen sadeleşme
gerçekleşmemiştir. Buna rağmen divan şiirine göre daha sade
bir dili vardır.

28
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
SERVETĠFÜNUN DÖNEMĠ ġĠĠRĠ
 Servetifünun şiiri baskıcı bir yönetim anlayışının sürdüğü yıllarda (II. Abdülhamit Dönemi) ortaya çıktığı için şiirde
bireysel ve içe kapalı bir anlayış benimsenmiştir.
 Tanzimat I. Dönem şiirinde görülen toplumsal fayda amacı, II. Dönem’de sanatsal kaygıya dönüşmüştür. Servetifünun
şairleri, II. Dönem Tanzimat sanatçılarının yolundan gitmiş, özellikle Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit
Tarhan’ı örnek almışlardır.
 Abdülhak Hamit Tarhan’ın Türk şiirinde gerçekleştirdiği yenilikleri daha da genişletmiş ve Türk şiirine yeni bir görünüm
kazandırmışlardır.
 Fransız şiirinden sone, terzarima, triyole gibi nazım biçimlerini almışlar, özellikle sone ile başarılı şiir örnekleri
vermişlerdir.
 Divan şiirindeki müstezat nazım şeklini değiştirip serbest müstezat haline getirmişlerdir.
 Aruz ölçüsünü Türkçeye başarıyla uygulamışlardır. Bunda en başarılı isim Tevfik Fikret olmuştur.
 Aynı şiirde farklı aruz ölçüleri kullanmışlardır. Aruz ölçüsünün ahenginden yararlanma yoluna gitmişlerdir. Konuya
uygun aruz ritmini bulmaya çalışmışlardır. (Cenap Şahabettin ‘’Elhan-ı Şita’’ adlı şiirinde birden fazla aruz ölçüsünü
kullanarak karın yağışını hissettirmeye çalışmıştır.)
 Kafiye ahenk unsuru olarak ele alınmış. Kafiyenin göz için değil, kulak için olduğu anlayışı benimsenmiştir.
 Şiirde ahengi ses akışı, söyleyiş, ritim ve her türlü ses benzerlikleri ile sağlanmışlar; kafiye, iç kafiye, aliterasyon ve
asonanslara yer vermişlerdir.
 İfadenin bir beyitte bitmesi ve mısra bağımsızlığı anlayışına bağlı kalınmamış, şiirde bütün güzelliğine önem verilmiştir.
 Anjambmanlar (cümledeki anlamın bir dizede bitmeyip sonraki dizelere geçmesi, kayması, sarkması) kullanarak şiiri,
nesre yaklaştırmışlardır. (Bu terim, MEB ders kitabında ‘’anjambman’’, TDK Yazım Kılavuzu’nda ‘’anjanbuman’’
şeklinde geçmektedir.)
 Şiirde cümleleri istedikleri kısalık ve uzunlukta kullanmışlar, cümleleri mısra ortalarında bitirip başlattıkları gibi, bir
cümleyi birkaç mısraya yaydıkları da olmuştur.
 Şiir dilinde Arapça, Farsça kelimelere sıklıkla başvurmuşlar ve anlaşılması güç ağır bir dil kullanmışlardır. Sanatkârane
bir üslup peşinde olan sanatçılar, Batılı söyleyiş tarzının etkisiyle saat-i semenfâm (yasemin kokulu saatler), berf-i zerrin
(altın renkli kar) gibi yeni tamlama ve kelimeler kullanmışlardır.
 Dönemin siyasi yapısının da etkisiyle (II. Abdülhamit Dönemi) toplumsal konulardan uzak durmuşlardır. Aşk, günlük
yaşam, doğa görüntüleri, karamsarlık ve düş kırıklıkları gibi bireysel konulara yönelmişlerdir.
 Tanzimat Dönemi şiirinde görülen hak, hukuk, adalet gibi kavramlar şiirden tamamen uzaklaşmıştır.
 Şiirde betimlemelere sıkça başvurmuşlar, tablo çizer gibi şiirler kaleme almışlardır. (Parnasizm akımının etkisi)
 Parnasizm ve sembolizm akımlarından etkilenmişlerdir. Parnasizmin etkisiyle tabloların/ resimlerin altına şiirler
yazmışlardır. Aynı zamanda bir ressam olan Tevfik Fikret bu tarzda başarılı olmuştur.
 Kırılgan duyguları ifade etmek için ‘’of, ey, oh’’ gibi ünlemleri sıkça kullanmışlardır.
 Şiirde kuvvetli bir musiki dili görülür. Şiire dış musiki (vezin ve şekil mükemmelliği) ve iç musiki (anlam yönü kuvvetli
şiir) egemendir. Tevfik Fikret dili ve tekniğiyle dış musikiyi, Cenap Şahabettin ise ince buluş, parlak hayal ve
mecazlarıyla iç musikiyi yakalayan şairlerdir.
 Servetifünun şiirinde özellikle Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin öne çıkan şairler olmuştur.

SERBEST MÜSTEZAT: Servetifünun sanatçılarının geliştirdikleri bir nazım biçimidir. Divan edebiyatındaki ‘’müstezat’’ nazım
şeklinin değiştirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Müstezattan farklı olarak aruzun ve hecenin çeşitli kalıpları kullanılabilir. Uzun ve kısa
dizeler karışık olarak kullanılır. Uzun ve kısa dizeler kimi zaman belli bir düzen içinde sıralanır kimi zaman da herhangi bir
düzene bağlı kalınmaz. Kafiye düzeni sistemsiz olduğu gibi belli bir bent düzeni de yoktur. Özellikle Servetifünun ve Fecriati
Dönemi’nde kullanılmıştır. Ahmet Haşim Serbest müstezat nazım şeklini çok iyi kullanmıştır. Tevfik Fikret’in ‘’Yağmur’’, Cenap
Şahabettin’in ‘’ Elhan-ı Şita’’ ve Ahmet Haşim’in ‘’ O Belde’’ şiirleri serbest müstezat nazım şekli ile yazılmıştır.

MENSUR ġĠĠR:
 Mensur şiir, nesir (düzyazı) cümleleri ile yazılmış şiirdir. Ses, söyleyiş ve tema bakımından şiirden farksızdır. Bu şiir
tarzında biçimsel bir kuralın olmaması sanatçıların duygularını daha rahat ifade etmesine imkan sağlar.
 Mensur şiir, divan edebiyatındaki secili nesirle benzerlik taşır.
 Türk edebiyatında mensure olarak da adlandırılan mensur şiir 19. yüzyılda Fransız edebiyatında ortaya çıkmıştır. Bu tür,
kendine has özelliklerini Charles Baudelaire, Arthur Rimbaud gibi sembolist şairler sayesinde kazanmıştır.
 Fransız edebiyatında Baudelaire’le yaygınlaşan mensur şiir türü, Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk kez Halit Ziya
Uşaklıgil tarafından kullanılmıştır.

29
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
 Halit Ziya Uşaklıgil ‘’Mensur Şiirler’’ ve ‘’Mezardan Sesler’’ adlı iki eser kaleme almıştır.
 Servetifünun Dönemi’nde mensur şiir türüyle ilgilenen diğer sanatçı da Mehmet Rauf’tur. ‘’Siyah İnciler’’ adlı eseri ile
bu şiir tarzının örneklerini kaleme almıştır.
 Servetifünun Dönemi’nde mensur şiir yazan diğer sanatçılar Hüseyin Cahit Yalçın, Celal Sahir Erozan ve Saffet
Nezihi’dir.

TANZĠMAT DÖNEMĠ ĠLE SERVETĠFÜNUN DÖNEMĠ ġĠĠRĠNĠN KARġILAġTIRMASI


Tanzimat Edebiyatı Servetifünun Edebiyatı
Birinci dönem toplum için sanat anlayışı, ikinci dönem sanat Sanat için sanat anlayışı hakimdir.
için sanat anlayışı benimsenmiştir.
Birinci dönem sade bir dil savunulmuş tam bir sadeleşme Ağır, süslü, sanatlı, anlaşılması zor bir dil kullanılmıştır.
yaşanmasa da dilde sadeleşme hareketi yaşanmıştır. İkinci Kimsenin o zamana kullanmadığı kelimeleri ve tamlamaları
dönemde dil ağırlaşmıştır. kullanmışlardır.
Birinci dönemde vatan, millet, hürriyet, hak, adalet, hukuk, Aşk, tabiat, gerçek-hayal çatışması gibi bireysel konular
eşitlik gibi toplumsal konular işlenmiştir. İkinci dönemde işlenmiştir.
yaşanan siyasi olaylar nedeniyle sanatçılar toplumsal
konulardan uzaklaşıp bireysel konulara yönelmişlerdir.
Batı edebiyatı özellikle Fransız edebiyatı örnek alınmıştır. Batı edebiyatı özellikle Fransız edebiyatı örnek alınmıştır.
Aruz ölçüsü kullanılmıştır. (Az da olsa hece ölçüsü ile birkaç Aruz ölçüsü kullanılmıştır.
deneme yapılmıştır.)
Gazel, kaside, murabba gibi divan edebiyatı nazım biçimleri Sone, terzarima, triyole, serbest müstezat gibi yeni nazım
kullanılmıştır. biçimleri kullanılmıştır.
Şiirlere şiirin konusuyla ilgili başlık konulmaya başlanmıştır. Şiirlere şiirin konusuyla ilgili başlık konulmaya başlanmıştır.
Klasisizm ve romantizm akımları etkili olmuştur. Parnasizm ve sembolizm akımları etkili olmuştur.
Şiirdeki ifade ya da cümle dizede ya da beyitte Şiirdeki ifade ya da cümle dizede ya da beyitte
tamamlanmıştır. tamamlanmamış anjambmanlar kullanılmıştır.
Şiirde bütün güzelliğine önem verilmiştir. Şiirde bütün güzelliğine önem verilmiştir.

TEVFĠK FĠKRET
 Servetifünun edebiyatının şiir alanındaki en önemli sanatçısıdır. Kendisini ‘’fikri, irfanı, vicdanı hür bir şair’’ olarak
tanımlar.
 Sanat yaşamının başında Muallim Naci ve Recaizade Mahmut Ekrem’den etkilenen sanatçı, Fransız şiirini tanıdıktan
sonra Francois Coppe’den etkilenmiş ve kendi şiir dilini oluşturmuştur.
 1896’da Recaizade Mahmut Ekrem’in isteği ile Servet-i Fünûn dergisinin yazı işleri müdürlüğüne getirilmiştir.
 1906’da Robert Koleji’nin yanına ev yaptırıp ‘’Aşiyan’’ adını vermiş, eşi ve oğlu Haluk’la birlikte orda yaşamaya
başlamıştır.
 Kendi döneminde ve sonrasında pek çok sanatçıyı etkileyen bir şair olmuştur.
 Şiirlerinde sürekli yenilikler aramış, biçimde mükemmelliğe ulaşmaya çalışmıştır.
 Tevfik Fikret aşk, aile, tabiat ve çocuk şiirleri de yazmış; toplumsal ve dinî içerikli olmak üzere oldukça geniş bir
yelpazede konular işlemiştir. Günlük hayatın en ufak olaylarını ve onlara ait gözlemlerle duygulanmaları şiirlerinde
yaşatmaya çalışmıştır.
 Çocuklar için yazdığı Şermin dışında bütün şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanan sanatçı, aruzu Türkçeye başarıyla
uygulamıştır. ( Aruzu Türkçeye başarıyla uygulayan diğer sanatçı Mehmet Akif Ersoy’dur.)
 Şiirde beyit bütünlülüğü zorunluluğunu yok etmiş, anlamı diğer dizelerde tamamlamış, hatta dize ortasında yeni bir
cümleye başlamıştır. Anjambman adı verilen bu teknikle nazmı nesre yaklaştırmıştır.
 Türk şiirinin tamamen Batılı bir tarza bürünmesi için uğraşmış ve bunda başarılı olmuştur. Şiirlerinde ölçü ve dil dışında
divan şiirine ait hiçbir unsura yer vermemiştir.
 Divan edebiyatı nazım şekillerini hiç kullanmamış, sone, terzarima, serbest müstezat gibi yeni nazım biçimlerine
yönelmiştir. Türk edebiyatında soneyi ilk kullanan sanatçıdır.
 Arapça, Farsça tamlamalara sıkça yer veren sanatçının dili oldukça ağırdır. Bununla birlikte şiir içerisinde geçen diyalog
bölümlerinde dili sadedir.
 Aynı zamanda ressam olan sanatçı, parnasizm akımından etkilenmiştir. Bu akımın etkisiyle tablo gibi şiir yazma ve tablo
altına şiir yazma modasına uymuştur. ( Meşhur kitabı Rübab-ı Şikeste’nin bir bölümü Aveng-i Tasavir, Fuzuli, Nef’i,
Nedim, Ekrem, Abdülhak Hamit Tarhan ve Cenap Şahabettin için yazdığı altı manzum portreden oluşur.)
 Türk şiirinde insan, fen, teknik ve bilim tutkusunun başlayıp gelişmesi Tevfik Fikret sayesinde olmuştur.
 Balıkçılar, Ramazan Sadakası, Nesrin, Hasta Çocuk, manzum hikaye türünde yazdığı önemli eserlerdir.

30
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
 Türk gençliğinin Batı uygarlığı seviyesine ulaşmasını amaç edinen Tevfik Fikret, Türk gençliğine oğlu Haluk üzerinden
seslenir. Bu yönüyle Türk gençliğine Asım üzerinden seslenen Mehmet Akif Ersoy ile benzerlik gösterir. İki şair de
temelde gençlik üzerinden bir kurtuluş beklemiş olsalar da metotları ve ulaşmak istedikleri amaç farklıdır. Nitekim
Tevfik Fikret, Batıcı bir gençlik yetiştirmek isterken Mehmet Akif, İslamcı bir gençliğin yetişmesi için çaba sarf etmiştir.
 Servetifünun Dönemi’nde bireysel bir anlayışla şiirler yazan sanatçı II. Meşrutiyet sonrasında toplumcu bir anlayışa
yönelmiştir. Bu nedenle Tevfik Fikret’in sanat yaşamı ikiye ayırarak incelenir:
a. 1896-1901 yılları: Bu dönemi Servetifünun Dönemi olarak adlandırabiliriz. Özellikle aşk, doğa, ayrılık, yalnızlık
gibi günlük hayatta karşılaşılabilecek bireysel olaylara yöneldiği dönemdir.
b. 1901- 1915 yılları: Servetifünun dağıldıktan sonra uzun bir dönem sessiz kalan sanatçı 1901-1908 yıllarında yazdığı
şiirlerini o dönemde yayımlamamıştır. Sanat yaşamının ikinci döneminde toplumsal temalara yönelen sanatçı
‘’hürriyet’’, ‘’vatan’’ gibi toplumsal temaları sıklıkla kullanmaya başlamıştır.
 Önemli eserleri şunlardır:
Rübab-ı ġikeste (Kırık Saz) : İlk şiir kitabıdır. Servetifünun Dönemi sanat anlayışını yansıtan şiirleri yer alır.
Haluk’un Defteri: 1911 yılında basılan bu kitap, Tevfi,k Fikret’in kendi çocuğunun şahsiyetinde bütün yurt gençliğine
sunduğu, didaktik bir eserdir.
Rübabın Cevabı: 1911’de basılan bu eserde halkın acıları, oluşturulan baskı ve haksızlıklar anlatılır.
Sis: Bu şiirde sanatçı İstanbul’a duyduğu nefreti dile getirir. Bu şiire yıllar sonra Yahya Kemal ‘’Siste Söyleniş’’ şiiri ile
cevap vermiştir.
Ferda: Bu şiirde o dönemin gençlerine seslenir. ‘’II. Meşrutiyet hareketi ile memlekette yeni bir devir açılmıştır. Yapılan
yenileşme ve inkılap gençlik içindir. Gençlerin elinde geleceği yaratmak için cennet kadar güzel bir vatan vardır ama
onun varlığı tehlikededir. Vatanı korumak, gençlerin vazifesidir. Gelecek ancak onlar için vardır.’’ Düşüncesi ile ümitli
bir duygu dünyasını yansıtır. Millet ġarkısı ve Haluk’un Defteri de bu dönemde ümitli duygu dünyasını yansıtan diğer
şiirleridir.
Bir Lahza-i Taahhür
Tarih-i Kadim: Bu şiirde insanların yaşadığı bütün sıkıntıların, insanlar arasındaki anlaşmazlıkların ve savaşların nedeni
olarak Allah ve din sorumlu tutulur. Mehmet Akif Ersoy’un 1912’de kaleme aldığı Süleymaniye Kürsüsü şiirinde Tevfik
Fikret’in bu şiirine tepkisi vardır.
Doksan BeĢe Doğru: Bu şiirde İttihat ve Terakki’nin Meclis-i Mebusan-ı kapatmasını II. Abdülhamit’in Meclis-i
Mebusan’ı kapatmasına benzetmiş, özgürlük ve yasa adına özgürlüklerin ve yasanın çiğnendiğini ifade etmiştir.
Balıkçılar: İnsanların hayatlarında karşılaştıkları çeşitli zorluk ve acıları paylaşmanın gerekli olduğunu dile getirmek
için kaleme aldığı bu manzum hikayede açlık ve yoksulluk içindeki bir balıkçı ailesinin dramatik hayatı anlatılır.
Han-ı Yağma: Yağma sofrası anlamına gelen şiirde nüfuzlu insanların haksız, hukuksuz bir biçimde halkın malını
sömürmesi anlatılır.
ġermin: Şairin çocuk Türkçesi ve hece ölçüsü ile yazdığı çocuk şiirlerinden oluşturulmuş bir eserdir. Eser, çocuk
edebiyatının önemli ve büyük yapıtlarındandır.

CENAP ġAHABETTĠN
 Edebiyat-ı Cedide’nin önde gelen temsilcilerinden olan Cenap Şahabettin, 1870 yılında Manastır’da doğmuştur.
 Fevziye İdadisini ve Askeri Tıbbiye’yi bitirdikten sonra tıp tahsili için Paris’e gönderilen Cenap Şahabettin 1914’te
emekliye ayrılarak Darülfünun’da müderrisliğe başlamış, Batı edebiyatı ve Fransız dili okutmuştur.
 Yenilikçi bir şair olan Cenap Şahabettin, çok süslü ve ağdalı bir dille, sone biçimiyle yazdığı aşk ve doğa şiirleriyle
sembolizmin öncüsü sayılmıştır.
 Servetifünun sanatçıları arasında dil konusunda en çok eleştirilen sanatçı olmuştur. Daha önce hiç kimsenin duymadığı
‘’berf-i zerrin’’ (altın kalp), ‘’saat-i semen-fam’’ (yasemin kokulu saatler) gibi tamlamalar kullanmıştır.
 Dil konusunda Servetifünun Dönemi anlayışını hiç değiştirmemiş, özellikle Yeni Lisan hareketinin etkisiyle
Servetifünun’dan arkadaşları dahi dillerini sadeleştirirken o hep aynı ağır dille yazmaya devam etmiştir. Bu yüzden Milli
Edebiyat’ın önemli temsilcilerinden Ali Canip Yöntem ile tartışmalara girmiştir.
 Şiirlerinde müzikaliteye büyük önem veren şair, aruz ölçüsünü müzikalite açısından zengin bulduğu için ömrünün
sonuna kadar kullanmıştır. Hece ölçüsüne ve sade dile karşı olan Cenap Şahabettin, hece ölçüsünü parmak hesabı olarak
nitelemiş ve küçümsemiştir.
 Çok geniş ve zengin bir hayal gücüyle şiirler yazan sanatçı, şiirlerinde doğa tasvirlerine sıklıkla yer vermiştir.
 Sone nazım biçimini ve özellikle serbest müstezatı kullanan sanatçı, serbest müstezat biçimiyle kaleme aldığı Elhan-ı
Şita (Kış Ezgileri) adlı şiiri ile tanınır. Cenap Şahabettin bu şiirde farklı aruz ölçülerini kullanarak kar yağışının hızlanıp
yavaşlamasını şiire yansıtmıştır.
31
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
 Şairin, heceleri musikiye uyumlu olarak kullandığı bir diğer önemli şiiri de Yakazat-ı Leyliye (Gece Uyanıklıkları) adlı
eseridir.
 Sembolizmin edebiyatımızdaki ilk temsilcisi olan sanatçı parnasizm akımından da etkilenmiştir.
 Servetifünun’un Tevfik Fikret’ten sonraki en etkili şairi olan Cenap Şahabettin, 1908’den sonra düzyazıya ağırlık
vermiştir.
 Mektup tarzında kaleme aldığı Hac Yolunda adlı gezi yazısı edebiyatımızda bu türün gelişmesine önemli katkılar
sağlamıştır. Eser, türünün Avrupa tarzında ilk örneği kabul edilir.
 Gezi yazıları içerisinde en başarılısı kabul edilen Avrupa Mektupları adlı eseridir. Eserde I. Dünya Savaşı’nın sonlarına
doğru Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Çekoslovakya, Almanya ve Avusturya’nın içinde bulunduğu duruma dair
önemli izlenimlere yer vermiştir.
 Düzyazı türünde tanınmış bir diğer eseri de özdeyişlerinin bulunduğu Tiryaki Sözleri adlı eseridir.
ġiir: Tamat ( Sanat değeri taşımayan gençlik şiirlerinden oluşur.)
Evrak-ı Leyal ( Elhan-ı Şita, Temaşa-yı Leyal, Yakazat-ı Leyliye, Temaşa-yı Hazan, Son Arzu gibi önemli şiirlerinin olduğu
kitabıdır.)
Gezi Yazısı: Hac Yolunda, Avrupa Mektupları, Suriye Mektupları, Afak-ı Irak
Tiyatro: Yalan, Körebe, Küçük Beyler (Hüseyin Suat’la)
Makale, Deneme, Sohbet: Evrak-ı Eyyam, Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh
ÖzdeyiĢ: Tiryaki Sözler
Ġnceleme: Vilyem Şekspiyer, Divan-ı Kadı Burhaneddin

Elhan-ı ġita: Türk edebiyatında doğayı anlatan en önemli şiirlerden biri olan Elhan-ı Şita ‘’kar nağmeleri/ musikileri’’ anlamına
gelir. Şiirde, şair kar yağışını tasvir ederek kış mevsimini anlatmıştır. Kış manzaralarından, kar yağışının bıraktığı izlenimlerden
söz etmiştir. Şiire egemen olan duygu ‘’hüzün’’dür. Fakat bu hüzün mutlu bir üslup kullanılarak anlatılmaya çalışılmıştır. Şiirde
cümledeki anlamın dize ya da beyitte tamamlanmayıp sonraki dizelere geçmesi görülür.

SÜLEYMAN NAZĠF
 Hem Doğu hem Batı edebiyatına hâkim bir sanatçıdır.
 Süleyman Nazif şiir ve düzyazılarıyla tanınmıştır.
 Servetifünun Dönemi’nde ‘’sanat için sanat’’ anlayışına bağlı kalan sanatçı, 1908 sonrasında ‘’toplum için sanat’’
anlayışını benimsemiştir.
 Süleyman Nazif’in edebi hayatında en parlak dönem, Meşrutiyet yılları ve sonrasıdır.
 Devletin ve milletin uğradığı büyük felaketlere ve haksızlıklara isyan eden, engin bir vatan ve millet sevgisiyle yüklü
eserler ortaya koymuştur. Bu dönemdeki eserlerinde Namık Kemal gibi vatan, özgürlük ve adalet temalarını işlemiştir.
 İtilaf Devletleri’nin İstanbul’u işgal etmelerini protesto etmek amacıyla kaleme aldığı Kara Bir Gün adlı yazısından
dolayı Malta’ya sürülen sanatçı, burada vatan temalı şiirler yazmaya devam etmiştir.
ġiir: Gizli Figanlar, Firak-ı Irak (şiir)
Batarya ile Ateş, Malta Geceleri (şiir-düzyazı)
Monografi: Namık Kemal, Mehmet Akif, Fuzuli
Makale: Çal Çoban Çal

32
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
FECRĠATĠ DÖNEMĠ ġĠĠRĠ

FECRĠATĠ TOPLULUĞUNUN GENEL ÖZELLĠKLERĠ


 Türk edebiyatında beyanname yayımlayarak ortaya çıkan ilk edebi topluluktur.
 Sanat görüşlerini ‘’Sanat, şahsi ve muhteremdir.’’ sözleriyle dile getirmişlerdir.
 Topluluğa ilk isim teklifi Ahmet Haşim’in önerdiği ‘’Sina-yı Emel’’ (emellerin zirvesi) adıdır. Fakat bu isim beğenilmez.
Faik Ali’nin önerdiği ‘’geleceğin ışığı’’ anlamına gelen ‘’Fecriati’’ ismi kabul edilir. Başkanlığa da topluluğun yaşça en
büyük olanı Faik Ali Ozansoy seçilir. Aynı toplantıda bu topluluğun bir yayın organı olarak da Fecriati adında bir
derginin çıkarılmasına karar verilir. Ancak sonradan dergi fikrinden vazgeçilir. Çünkü bu sanatçılar yazılarını
‘’Servetifünun, Rübab, Şehbal, Resimli Kitap’’ gibi dergilerde yayımlarlar.
 Servetifünun sanatçılarını takdir etmekle birlikte onları yeteri kadar Batılı olmamakla suçlamışlar ancak onlardan daha
başarılı olamamışlardır.
 Sanata bakışları, şiir dili ve üslup özellikleri yönünden Servetifünun sanatçılarına benzer.
 Fecriati mensupları şiir, tiyatro, hikâye, roman, eleştiri gibi değişik türlerde eserler vermişlerdir.
 Arapça ve Farsça sözcüklere sıkça başvurmuşlardır. Ağır ve süslü bir dil kullanmışlardır.
 Şiirde aruz ölçüsünü kullanan Fecriati sanatçıları, serbest müstezat nazım biçimini daha da geliştirmişlerdir.
 Şiirde daha çok Fransız sembolist ve parnasyen şairlerden etkilenmişlerdir. Öyküde Maupassant, tiyatroda ise Henrik
İbsen’i örnek almışlardır.
 Şiirde bireysel konuların dışına çıkmamışlar, başlıca tema olarak doğal gerçeklikten uzak tabiat tasvirlerini ve aşkı
kullanmışlardır.
 Düzyazı alanında başarı sağlayamayan Fecriati sanatçılarının birçoğu (Refik Halit Karay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu
gibi) daha sonra Milli Edebiyat Dönemi’nde başarılı eserler kaleme almıştır.
 Belli bir sanat anlayışında, belli değer etrafında birleşmeyi değil, bireysel özgürlüğü ve bunun sonucu olarak da çeşitliliği
savundukları için kısa sürede dağılmışlardır. Dağılmalarında özellikle Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’ın çıkardığı Genç
Kalemler dergisi etkili olmuştur.
 Fecriati’nin en önemli temsilcisi Ahmet Haşim’dir. Topluluk dağıldıktan sonra da Fecriati ilkelerinden vazgeçmemiş, öz
şiir anlayışını benimsemiş, Fecriati’deki sanat anlayışını ömrünün sonuna kadar sürdürmüştür. Topluluğun şiir alanında
isminden söz ettiren diğer sanatçıları Tahsin Nahit ve Emin Bülent Serdaroğlu olmuştur. Fecriati topluluğunda Aka
Gündüz (Enis Avni), Ali Canip Yöntem, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, M. Fuat Köprülü, Refik Halit Karay, Müfit Ratip,
Celal Sahir Erozan, Şahabettin Süleyman, İzzet Melih, Faik Ali, Hamdullah Suphi, Mehmet Behçet gibi çok sayıda isim
yer almıştır.
 Milli Edebiyat ile Servetifünun arasında köprü görevi üstlenen Fecriati, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ali Canip Yöntem
ve Celal Sahir Erozan’ın Milli Edebiyat hareketine katılmasıyla 1912’de dağılmıştır.
 Fecriati topluluğunun asıl dağılma sebebi Osmanlının içinde bulunduğu sosyal ve siyasi koşulların edebiyata
yansımasıdır. Zira sanatı şahsi ve muhterem bir uğraş olarak gören bu topluluk, milliyetçilik akımının kendisini bütün
gücüyle hissettirdiği bir dönemde edebiyat dünyasında fazla tutunamamış ve dağılmıştır. Topluluğun dağılmasıyla
üyelerinin bir kısmı bireyci sanat anlayışı doğrultusunda eser vermiş, bir kısmı da Milli Edebiyat hareketine katılmıştır.

FECRĠATĠ BEYANNAMESĠ VE TOPLULUĞUN GÖRÜġLERĠ/ AMAÇLARI


 ‘’Servetifünun’’ dergisinde yayımladıkları bir beyanname ile kendilerini kamuoyuna resmen tanıtılar. Fecriati
Beyannamesi, bir edebi topluluğun yayımladığı ilk beyanname niteliği taşır. Topluluğun beyannamede yer alan
görüşleri şunlardır:
- Edebiyatı çok ciddiye almakta, onu hoş vakit geçirmek için bir vasıta olarak kabul etmemektedir.
- Dilin, edebiyatın, edebi ve sosyal bilimlerin ilerlemesine dikkat etmek, genç yetenekleri bir araya toplamak, açık fikir
münakaşaları ile kamuoyunu aydınlatmak amaçları arasındadır.
- Ayrıca, Batı’daki benzeri oluşumlarla sürekli temas kurmayı amaçlamışlardır
- Herkese açık toplantılar (konferanslar) düzenleyerek halkın sanat ve edebiyat konularında bilgilerini arttıracaklardır.
- Topluluk üyelerinin eserlerini basarak bu eserler ‘’Fecriati Kütüphanesi’’adı altında yayımlanacaktır.
- Üyelerce veya yarışma yoluyla imza sahipleri dışındakilerce yapılacak Batı’nın önemli eserlerinin Türkçeye çevrilmesini
sağlayacaktır.
- Encümenin yayın organı Servetifünun dergisidir.

33
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
AHMET HAġĠM
 Ahmet Haşim 1908 sonrası bireysel şiir tarzının en büyük ustalarındandır. Şiire merakı okul sıralarında başlamış, ilk
şiirleri Hayal-i Aşkım’ı 1901 yılında Mecmua-i Edebiyye’de yayımlamıştır. Bu dönem şiirlerinde Muallim Naci,
Abdülhak Hamit Tarhan’ın etkisi görülür.
 Daha sonraki şiirlerinde Fransız sembolizminin etkisinde kalmıştır. Bu etki yayımlamış olduğu Göl Saatleri ve
Piyale adlı kitaplarında açıkça görülmektedir.
 Hayale ve müziğe çok önem vermiştir. Dış dünyaya ait izlenimlerini, hayalin renkleriyle süsleyip anlatmış ve bu
nedenle empresyonist şairlerden sayılmıştır.
 Şiirlerinde doğa manzarası olarak genellikle ‘’akşam, gurup vakti, şafak, gece, güller, yıldızlar’’ yer alır.
 1909’da Fecriati topluluğuna katılmış ancak grupla bağı, bu topluluğun yayın organı durumundaki Servetifünun
dergisine şiir vermekle kalmıştır.
 Fecriati dağıldıktan sonra ömrünün sonuna kadar başka hiçbir akım içinde yer almamış, kendine has bir şiir ve nesir
anlayışıyla eserler kaleme almıştır.
 Şiirle ilgili görüşlerini Piyale adlı kitabının ön sözünde ‘’Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar’’ başlığıyla açıklamıştır.
Ona göre şair ne bir hakikat habercisi ne bir belagatli insan ne de bir kanun koyucudur. Şairin dili nesir gibi
anlaşılmak için değil, duyulmak üzere vücut bulmuş ortak bir dildir.
 Öz şiir anlayışının önemli temsilcisi olan şair, döneminde ve sonrasında pek çok sanatçıyı etkilemiştir.
 Tamamı aruzla yazılan şiirlerinde çocukluk hatıralarını aşk ve tabiat temalarını işlemiştir.
 Hece ölçüsünü küçümsemiş ve köylü vezni olarak adlandırmıştır.
 Şiirlerini Dergah dergisi ile Yeni Mecmua’da yayımlamıştır.
 Şiirlerinde anlaşılmak gibi bir kaygı gütmemiş; Arapça ve Farsça sözcüklerden oluşan ağır bir dil kullanmıştır. Son
dönem şiirlerinde dili sadeleşmiştir.
 Nesri şiirinden çok farklıdır. Şiirlerindeki belirsizliğe karşın nesrinde açıklık vardır.
 Ahmet Haşim, Tanzimat sonrasında gelişen Türk şiirinin en önemli şairlerinden bir olmasına rağmen alışılagelmiş
şiir beğenilerinin dışında bir şiir estetiği geliştirdiği için döneminde yeterince anlaşılamamış hatta anlamasız şiir
yazmakla suçlanmıştır.
 Anlamsız olarak suçlanan şiirlerinin başında ‘’akşam şairi’’ olarak adlandırılmasına neden olan ‘’Bir Günün
Sonunda Arzu’’ şiiri gelir.
 Haşim’in başarı ile kullandığı nazım şekli serbest müstezattır. Yollar, O Belde, Ölmek gibi şiirleri, Türk şiirinin
serbest müstezatla yazılmış en güzel örnekleridir.
 Şairin Merdiven şiiri önemlidir.
ġiir: Piyale, Göl Saatleri
Deneme- Fıkra: Gurabahane-i Laklakan, Bize Göre
Gezi Yazısı: Frankfurt Seyahatnamesi

TAHSĠN NAHĠT
 Romantik bir ruh dünyasına sahip duygulu bir şairdir. Hayatında ve sanatında Büyükada önemli bir yer tutar. Bu yönüyle
Türk şiirinde Mehmet Celal’den sonra en belirgin ada şairlerinden biri olarak anılmaktadır.
 Şiirlerinin bir kısmını Ruh-ı Bî-Kayd adlı kitapta toplamıştır.
 Şiirlerinde sosyal ve felsefi boyut neredeyse hiç yoktur. Bu da şüphesiz içinde bulunduğu Fecriati topluluğunun, sanat
şahsi ve muhteremdir ilkesine bağlı olmasının bir sonucudur.
 Tahsin Nahit, Koşma adlı şirinin dışında bütün şiirlerinde aruz ölçüsü kullanmıştır.
 Tahsin Nahit, dil anlayışı bakımından Servetifünun şiirinde olduğu gibi konuşulan dilden çok eski kelimelerin bolca
kullanıldığı ağır bir dili tercih etmiştir.
 Şiirlerinin temasını aşk, kadın, tabiat, gece, ruh hassasiyeti, güzellik duygusu gibi konular oluşturmaktadır.
 II. Meşrutiyet sonrasında da şiir anlayışını değiştirmemiş, bireysel konularda yazmayı sürdürmüştür. Bu özelliğinden
dolayı Ahmet Haşim’in takdirini kazanmıştır.
 Özgün duygu ve hayallere sahip olmayan şair derinliksiz, yüzeysel ve sanat gücü zayıf şiiriyle Fecriati topluluğunda
birinci derecede bir şair konumuna yükselememiştir.
 Tiyatroyla da ilgilenen sanatçı başka sanatçılarla da ortak tiyatro metinleri de kaleme almıştır.
 1908 yılında dönemin kadın yazarlarından Ruhsar Nevvare (asıl adı Hadiye Selimoğlu Ebüzziya) ile üç perdelik Jön
Türk adlı oyunu yazmıştır.
 Başka yazarlarla ortak yazdığı eserlerin en ünlüsü Şahabettin Süleyman ile birlikte yazdığı Kösem Sultan adlı tarihi
piyesidir.
 Tahsin Nahit’i asıl tanıtan eseri, üç perdelik Rakibe adlı adaptasyonudur.
34
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
ġiir: Ruh-ı Bî-Kayd
Tiyatro: Jön Türk, Hicranlar, Firar, Aşkımız, Sanatkârlar, Ben Başka, Talak, Kırık Mahfaza, Osman-ı Sani, Kösem Sultan,
Rakibe

EMĠN BÜLENT SERDAROĞLU


 Aynı zamanda bir futbolcu olan sanatçı, Galatasaray futbol takımının ilk Türk kaptanıdır.
 Destansı yönü ağır basan şiirler yazmıştır.
 Hem bireysel hem de toplumsal konularda şiirler yazmıştır.
 Şiirlerinde benzetme ve istiarelere gereğinden çok yer vermiştir.
 Victor Hugo’nun ‘’Mavi Gözlü Yunan Çocuğu’’ adlı eserine karşı yazdığı ‘’Kin’’ adlı şiiri ile o dönemde de çok geniş
yankılar uyandırmıştır.
 ‘’Kin’’ ve ‘’Hisarlara Karşı’’ adlı eserleriyle Milli Edebiyat çığırının habercisi olmuştur.
ġiir: Kin, Hatay’a Selam, Dev Şarkısı, Hisarlara Karşı

SAF (ÖZ) ġĠĠR


 ‘’Saf şiir’’ anlayışı 20. yüzyılın başında Fransız sembolist şairler Paul Valery, Paul Verlaine ve Stephan Mallerme
tarafından ortaya konmuştur.
 Sanatta didaktik değil, estetik tavrı ön plana çıkaran saf şiir anlayışı, her türlü ideolojinin dışında kalarak şiirde dil ve
biçim endişesi taşımaktadır.
 Saf şiirde amaç yalnızca şiirdir. Bu yönüyle saf şiir öğreticilik gibi bir amaç taşımaz ve bu şiirde hikâye unsuru
bulunmaz.
 Bu anlayışla kaleme alınan şiirlerde ‘’aşk, ölüm, ayrılık’’ gibi bireysel temalar işlenmiştir.
 Şiirlerde sembolizm akımının özelliklerinin görüldüğü bu anlayışta kapalı ve imgeye dayalı bir anlatım tercih edilmiştir.
 Şiirde birimler arasında ses, ahenk ve anlam bütünlüğü vardır. Sanatlı söyleyişe ve şekil güzelliğine önem verilmiştir.
Ses ve söz, şiirselliğin sağlanması için kaynaştırılmıştır. Sezdirme, düşündürme ve çağrıştırma amacıyla dil ve anlam
unsurları birleştirilmeye çalışılmıştır.
 Musiki, ses ve ahenk önemsenmiş, bu dönemde saf (öz) şiir anlayışı ile kaleme alınan şiirlerde aruz ölçüsü
kullanılmıştır.
 Milli Edebiyat Dönemi’nde beliren memleket edebiyatına karşı çıkan bu anlayış, şiirde anlaşılmaktan ziyade okuyucuda,
estetik bir doygunluk yaratmayı amaçlamıştır.
 Bu dönemde Ahmet Haşim ve Yahya Kemal, saf (öz) şiir anlayışına uygun eser veren sanatçıların en önemlileridir. Milli
Edebiyat Dönemi’nde Yahya Kemal ve Ahmet Haşim milli edebiyat çizgisi dışında kalarak saf (öz) şiir anlayışı ile
eserlerini kaleme almışlardır.
 Yahya Kemal; Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul gibi Milli Edebiyat Dönemi’nde sade dil ve hece ölçüsüyle şiir
yazan sanatçılarla ortak temalar (millî ve tarihî) kullansa da aruz ölçüsü ile yazması ve divan edebiyatı estetiğine bağlı
kalması yönüyle onlardan ayrılır.
 Yahya Kemal, saf şiiri ‘’halis şiir’’ olarak adlandırmıştır.
 Türk edebiyatında saf şiir anlayışını ele alan en önemli yazı Ahmet Haşim’in Türk edebiyatında ilk poetika örneği olan
‘’Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar’’ adlı yazısıdır.
 Ahmet Haşim ve Yahya Kemal, Cumhuriyet Dönemi’nde de saf şiir anlayışını aruz ölçüsüyle yazdığı şiirlerle devam
ettirmişlerdir.
 Saf şiiri benimseyen sanatçılarda estetik tavır ön plandadır. Onlara göre öğretici manzumenin şiirle bir ilgisi yoktur.
 Sözcüklerin duygu değerini ön plana çıkarmışlardır.
 Biçim üzerinde titizlikle durarak dil işçiliğine önem vermişlerdir.
 Dizelerdeki musikiyi önemsemişler.
 Sembolizm akımının etkisinde kalmışlardır.
 Şiir diline önem vermişlerdir. Günlük dilin dışında simgelerle yüklü bir dil kullanmışlardır.
 Toplumsal sorunlarla ve siyasi akımlarla ilgilenmemişler, ‘’sanat için sanat’’ anlayışıyla hareket etmişlerdir.

35
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
YAHYA KEMAL BEYATLI
 Türk şiirinin en büyük temsilcilerinden biridir.
 Bugün Makedonya sınırı içinde kalan Üsküp’te dünyaya gelmiştir. Doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği bu Balkan
şehrinin sanatçı kişiliği üzerinde büyük etkileri olmuştur.
 Yükseköğrenim için gittiği Paris’te tarihçi Albert Sorel’in etkisi ile millî kimliğini keşfetmiş, Türk-Osmanlı tarihine
yönelmiştir.
 Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen yazılar yazmış, Lozan heyetine danışmanlık yapmıştır. Milletvekilliği ve elçilik
görevlerinde bulunmuştur.
 Şiirde ahenge ve musikiye çok önem vermiş, Ok şiiri dışındaki bütün şiirlerini aruz ölçüsü ile yazmıştır. Aruz ölçüsünü
en başarılı kullanan birkaç sanatçıdan biridir.
 Şiir konusunda aşırı denebilecek bir titizlikle hareket etmiş, çok eser verme gibi bir hedef taşımamıştır. Şiir sanatını bir
‘’kelime işçiliği’’ olarak görmüş, mükemmel şiirin peşinden koşmuştur.
 Şiirlerinde dil ve üsluba önem vermiştir. Dil işçiliğine önem vermiştir. En uygun sözcüğü bulana kadar şiiri bitmiş kabul
etmez. Sözcüklerin yerli yerinde kullanılmasına özen göstermiştir. ‘’Türkçe ağzımda annemin sütüdür.’’ diyen şair
şiirlerinde konuşulan Türkçeyi başarıyla kullanmıştır.
 Biçim kusursuzluğu taşıyan bütün şiirlerinde ölçü, ritim, kafiye, musiki gibi unsurlara büyük önem vermiştir.
 Parnasizm akımından etkilenmiş, saf (öz) şiir anlayışıyla kaleme aldığı şiirlerinde kalıcılığı yakalamıştır.
 Tevfik Fikret’in başlattığı nazmı nesre yaklaştırma (şiiri düzyazıya yaklaştırma) geleneğine karşı çıkmış, şiirin apayrı bir
estetiği olduğunu savunarak şiir dilini düzyazı dilinden uzaklaştırmıştır.
 Bir İstanbul aşığı olan sanatçı, birçok şiirinde İstanbul sevgisini dile getirmiş, bu durum onun İstanbul Şairi olarak
tanınmasını sağlamıştır. Tevfik Fikret’in İstanbul’u kötülediği Sis şiirine karşılık bir İstanbul savunucusu ve güzellemesi
olan Siste Söyleniş’i kaleme almıştır.
 Çok iyi bildiği divan şiiri ile Batı şiirini kaynaştırarak ‘’neoklasik’’ denilebilecek bir şiir ekolünün temsilcisi olmuştur.
Eski ile modernin birleşimi sayılabilecek bu şiir anlayışı ile yazdığı şiirlerde çağdaş ve bireysel temalar yanında millî
tarihimizden alınan temaları da işlemiştir.
 Gençlik döneminde kısa süre ile Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile birlikte ‘’Nev-Yunanilik’’ akımı içinde yer almıştır. Bu
akım köklü Yunan ve Latin medeniyetlerinin birikiminden yararlanarak Anadolu’yu yurt edinen Türk milletinin, bir
Akdeniz kültürü geliştirmesini hedefliyordu. Sanatçı bu anlayışla Sicilya Kızları, Bergama Heykeltıraşları, Biblos
Kadınları gibi Yunan ve Roma medeniyetlerine göndermede bulunan şiirler kaleme almıştır.
 Yine Fecriati sanatçılarından Şahabettin Süleyman’ın destek verdiği ‘’Nayiler’’ topluluğu da Yahya Kemal’in sanat
serüveninde önemli bir duraktır. Bu topluluk içinde yer alan sanatçılar, ‘’Nayiler’’ adından da anlaşılacağı gibi Mevlana
üslubu ve içten bir söyleyişle Yunus Emreler gibi sadelik ve coşkunluğun birleşiminden oluşan bir şiir kurmak
istiyorlardı. Bu topluluğun da ömrü kısa olmuştur.
 Eser vermeye Cumhuriyet öncesinde başlayan sanatçının, Cumhuriyet sonrası yayımladığı ilk şiiri, sanat ve hayat
görüşünü ayrıntılı bir biçimde bulacağımız Açık Deniz’dir.
 Türk şiiri içinde özgün bir yeri olan sanatçı kendisinden sonra gelen pek çok şairi etkilemiştir.
 Şiirlerini sağlığında kitaplaştırmayan sanatçının eserleri ölümünden sonra İstanbul Fetih Cemiyeti ve Yahya Kemal
Enstitüsü tarafından düzenlenerek yayımlanmıştır.
 Şiirlerinde ‘’İstanbul’’, ‘’aşk’’, ‘’ölüm’’ gibi bireysel temalar yanında ‘’millî tarihimiz ve medeniyetimiz’’ de önemli
kaynakları arasındadır. ‘’Açık Deniz, Sessiz Gemi, Mehlika Sultan, Mohaç Türküsü, Süleymaniye’de Bayram Sabahı,
Ok, İstanbul’u Fetheden Yeniçeri’ye Gazel, Endülüs’te Raks’’ en bilinen şiirleri arasındadır.
 Türk romanının mekan değişimini ele aldığı Üç Tepe adlı makalesinde, Tanzimat romanının Çamlıca, Servetifünun
romanının Tepebaşı, Milli Edebiyat romanının ise Metristepe’den olayları anlattığını dile getirir.
ġiir: Kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin Rüzgârıyla, Rubailer ve Ömer Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş
Makale- Sohbet: Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Edebiyata Dair, Tarih Musahabeleri
Hatıra: Siyasi ve Edebir Portreler, Çocukluğum Gençliğim Siyasi ve Edebî Hatıralarım

36
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
MĠLLÎ EDEBĠYAT DÖNEMĠ ġĠĠRĠ
 Bu dönem şiirinde sade dil ve hece ölçüsü kullanılır. Bu anlayışla kaleme alınan şiirlerin dilinin sade olmasında Millî
Edebiyat Dönemi’nin dil anlayışına yön veren Yeni Lisan makalesi etkili olmuştur.
 Eserler didaktiktir. Ama daha çok millî kimliğe uygun konuları okuyucunun gündemine sokmaktır. Bu yönüyle Millî
Edebiyat Dönemi şiiri ile Tanzimat I. Dönem şiiri arasında benzerlik vardır.
 Millî Edebiyat Dönemi şiirinde duygudan ziyada fikir ön plandadır. Şiirlerde tarihî ve sosyal değerlerle ilgili ifadeler
dikkat çeker.
 Şairler kendi iç dünyaları yerine milletin ızdıraplarını, heyecanlarını yansıtmışlardır.
 Uzak geçmişe özlem teması işlenmiş, şiirlerde destansı hayat işlenmiştir.
 Fars ve Yunan mitolojisinin yerine Türk mitolojisinin önemli olayları ve figürleri şiire girmiştir. Oğuz Kağan’a, Orhun
Yazıtları’na, tarihte yaşamış ve hayal ürünü kahramanlara göndermeler yapılmıştır.
 Halk şiiri savunulmuş ve halk edebiyatı nazım biçimleri özellikle de koşma nazım biçimi kullanılmıştır.
 Kafiye örgüsü olarak koşma ve mani tipi kafiye örgüsü tercih edilmiştir.
 Özellikle yarım uyak ve redif kullanılmıştır.
 Aruz yerine millî ölçümüz olan ‘’hece’’ ölçüsü benimsenmiştir. Bu dönemin bağımsız sanatçılarından Ahmet Haşim ve
Mehmet Akif Ersoy aruz ölçüsünü kullanmaya devam etmişlerdir.
 Nazım birimi olarak dörtlük esas alınmıştır ama Batılı biçimler de kullanılmıştır.
 Sade ve açık bir dil kullanılmıştır.
 Türkçülük düşüncesiyle hareket eden sanatçılar ‘’halka doğru’’ ilkesini benimsemişlerdir.
 Memleket hayatı ilk kez geniş ve kapsamlı biçimde şiire girmiştir.
 Millî konular, tabiat, yurt güzellikleri, kahramanlık, Anadolu gibi konular işlenmiştir. Anadolu şiirlerde bütün yönleriyle
ele alınmıştır.
 Sanatlı söyleyiş ikinci plana atılmış, şairin nasıl söylediği değil ne söylediği önemsenmiştir.
 Millî Edebiyat Dönemi şiirinde imgelere çok başvurulmamış, kullanılan imgelerin kolay anlaşılır ve yalın olmasına önem
verilmiştir.
 Millî Edebiyat Dönemi’nden hece ile yazan şairler, halk şiirini kaynak olarak benimsemişlerdir. Bunun yanında modern
şiirin de söyleyiş imkânlarından yararlanılmıştır.
 Konuların millî tarihle, millî kültürle ilgili olması ve şiirlerin didaktik ve toplumsal bir amaç taşıması sebebiyle Millî
Edebiyat Dönemi şiirindeki temalar çoğunlukla evrensel değil, yerel özellik gösterir.
 Anadolu ve Anadolu insanı millî duygular çerçevesinde ele alınmış, yüzyıllarca ihmal edilmiş bu halkın sorunları ve
değerleri dile getirilmiştir.
 Şiirde ve sanatta toplumsal bir amaç güdülmüştür.
 Şiirlerde sık sık Türkçülük ve milliyetçilik düşünceleri işlenmiştir.
 Bu şiir anlayışının en önemli temsilcileri Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul ve Rıza Tevfik Bölükbaşı’dır.
Temsilcileri :
Mehmet Emin Yurdakul Ziya Gökalp
Ali Canip Yöntem Mehmet Fuat Köprülü
Rıza Tevfik Bölükbaşı Halide Nusret Zorlutuna
Şükufe Nihal Başar Orhan Seyfi Orhon
Faruk Nafiz Çamlıbel Halit Fahri Ozansoy
Enis Behiç Koryürek Yusuf Ziya Ortaç

ZĠYA GÖKALP
 Şairliğinden çok düşünce adamlığı ile ön plana çıkan Ziya Gökalp’in asıl adı Mehmet Ziya’dır.
 İstanbul’un işgali üzerine Malta Adası’na sürgün edilmiştir.
 Bir dönem milletvekilliği de yapmıştır.
 II. Meşrutiyet Dönemi’ndeki hareketli fikir ortamında Turancılık, Türkçülük düşüncesini savunmuş; daha sonra Türkiye
Türkçülüğü düşüncesinde karar kılmıştır.
 1911 yılında Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem’le Selanik’te çıkardıkları Genç Kalemler dergisi ile Millî Edebiyat2ın
öncü isimlerinden biri olmuştur.
 Toplum için sanat anlayışını benimsemiştir. Lirizmden uzak bir söyleyişi vardır. Daha çok didaktik şiirler yazmıştır.
 Bir dönem aruz ölçüsünü kullanmıştır daha sonra hece ölçüsünü kullanmıştır.
 Biçim yönünden ilk zamanlar divan edebiyatı nazım şekillerini daha sonra halk edebiyatı nazım biçimlerini kullanmıştır.

37
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
 Dile büyük önem vermiştir. Dili oldukça sadedir, söz sanatlarından uzak bir dil kullanmıştır. Batı dillerinden alınan
sözcüklerin karşılığı olarak yeni sözcükler bulmuştur.
 Dil konusundaki düşüncelerini ‘’Lisan’’ adlı şiirinde açıklamıştır.
 İlk Türk sosyoloğu olarak kabul edilen Ziya Gökalp, Emil Durkheim’in düşüncelerinden etkilenmiş milliyetçiliği
bilimsel görüşlerle sistemleştirmeye çalışmıştır. Bütün ömrünü bu düşüncenin yerleşmesi idealine adamıştır.
Türkçülüğün Esasları, Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak ve Türk Medeniyeti Tarihi adlı eserlerinde Türkçülük
ülküsünü dile getirmiştir.
 Kızıl Elma, Alageyik, Altın Destan, Altın Yurt, Lisan, Çanakkale, Yeni Hayat, Vatan, Çobanla Bülbül gibi ünlü
şiirlerinde değişik tonlarda Turancılık, Türkçülük, milliyetçilik fikirlerini işlemiştir.
 Şiirleri sanatsal bakımdan güçlü değildir. Kendisi de şiiri bir araç olarak gördüğünden şiirde bulunması gereken estetik
değerleri ikinci plana itmiştir.
 Şiirleri ve düşünce eserleri ile hem Millî Edebiyat’a hem de kendisinden sonraki milliyetçi yazar ve sanatçılara yön
vermiştir.
 Günlük konuşma dili ile yazı dilini başarıyla birleştirmiş, manzumelerinde hece ölçüsünü kullanmıştır.
ġiir: Kızıl Elma, Yeni Hayat, Altın Işık, Altın Destan
Makale- Ġnceleme: Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak, Türk Töresi, Doğru Yol, Türkçülüğün Esasları, Türk Medeniyet
Tarihi, Hars ve Medeniyet
Mektup: Limni ve Malta Mektupları

MEHMET EMĠN YURDAKUL


 Türkçülük, milliyetçilik akımının en önemli isimlerinden biridir. Eserleri ile bu düşüncenin yerleşmesi ve yaygınlık
kazanması için uğraşmıştır.
 Türk Yurdu dergisinin kurucuları arasında yer almaktadır.
 Milletvekilliği, valilik gibi çeşitli devlet görevlerinde yer almıştır.
 Milli Edebiyat Dönemi’nde sade dil ve hece ölçüsü ile şiir yazma eğiliminin öncüsü olmuştur. Servetifünun Dönemi’nde
de sade dil ve hece ölçüsü ile şiirler yazmıştır.
 Didaktik söyleyişi benimsemiş, şiirlerinde kişisel duygularına yer vermemiştir.
 ‘’Toplum için sanat’’ anlayışını benimsemiştir.
 Bütün şiirlerini hece ölçüsü ile yazmıştır.
 1897 yılında patlak veren Türk-Yunan Savaşı sırasında kaleme aldığı ünlü Cenge Giderken şiiri ile tanınmıştır. Bu şiir
savaşa giden askerimizin millî duygularını coşturmuş, bu şiirde geçen ‘’Ben bir Türk’üm…’’ sözleri ile bir şiirde ilk defa
Türk kelimesini kullanan şair olarak tanınmıştır.
 Şiiri, Türkçülük düşüncesini yaymada bir araç gördüğünden eserleri didaktik kalmış, sanatsal bakımdan güçlü
bulunmamıştır.
 Savunduğu düşünce ve millî heyecanları dile getiren şiirleri nedeniyle ‘’Türk Şairi’’, ‘’Milli Şair’’ olarak anılmıştır.
 Sade ve coşkulu üslubuyla Milli Edebiyat Dönemi’nde tanınan ve saygı gören bir isimdir.
 Şiirde biçimsel değişiklikler yapmış; klasik dörtlük nazım biriminin dışına çıkarak üçlük, altılık, sekizlik bentler
kullanmıştır.
 Halk şiirinde kullanılan yaygın ölçülerin yerine daha uzun (16’lı, 20’li) ölçülerde şiirler yazmıştır.
ġiir: Türkçe Şiirler, Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Tan Sesleri, Zafer Yolunda, Aydın Kızları, Mustafa Kemal, Cenge Giderken,
Ordunun Destanı, Dicle Önünde, İsyan ve Dua, Turan’a Doğru
Düzyazı: Türk’ün Hukuku, Dante’ye

RIZA TEVFĠK BÖLÜKBAġI


 Servetifünuncularla çağdaş olan şair, Milli Edebiyat Dönemi’nde sade dil ve hece ölçüsü ile şiirler yazmıştır.
 Osmanlı Devleti’nin olaylarla dolu dönemine denk gelen çocukluğu gibi siyasal hayatı da olaylı ve inişli çıkışlıdır.
 Siyasal olaylara karıştığı için Mülkiye Mektebinden atılmış, ardından tıp eğitimi görmüştür. Önce İttihat ve Terakki
Fırkasında yer almasına rağmen onlarla düştüğü ihtilaf nedeniyle daha sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkasına geçmiştir.
 Maarif Nazırlığı (Milli Eğitim Bakanlığı), milletvekilliği gibi üst düzey devlet görevlerinde bulunmuştur.
 Milli Mücadele’ye karşı olan tutumu ve Sevr Antlaşması’nı imzalayan heyet içinde yer alması nedeniyle Cumhuriyet
Dönemi’nde ‘’Yüz Ellilikler’’ listesine girmiş ve yurt dışına sürgün edilmiştir. 1939 yılında çıkan Af Kanunu’ndan sonra
1943 yılında yurda dönmüştür.
 Önceleri Abdülhak Hamit Tarhan ve Tevfik Fikret’in etkisiyle aruzla, ağır ve süslü bir dille şiirler yazmıştır.
 Şiirdeki asıl başarısı Milli Edebiyat Dönemi’nde yazdığı eserleriyle ortaya çıkmıştır.
 Milli Edebiyat Dönemi’nde yazdığı şiirlerinde âşık ve tekke edebiyatının etkileri açıktır.
38
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
 Felsefe ile ilgilenmesi, yazıları, konferansları ve lise eğitimine felsefe derslerini koyması nedeniyle ‘’Filozof Rıza’’
lakabıyla tanınmıştır.
 En ünlü şiirlerinden biri olan Uçun Kuşlar çok sevilmiş ve bestelenmiştir.
Düzyazı: Abdülhak Hamit ve Mülâhazât-ı Felsefiyesi, Biraz da Ben Konuşayım, Felsefe Dersleri, Ömer Hayyam’ın Felsefesi,
Estetik
ġiir: Serâb-ı Ömrüm

ALĠ CANĠP YÖNTEM


 Önce Fecriati’de yer almış sonra Milli Edebiyat topluluğuna katılmıştır.
 Aruz ölçüsünden hece ölçüsüne geçmiştir.
 Sade dille şiirler yazmıştır.
 Yeni Lisan anlayışının savunucusu olmuştur. Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin ile birlikte Selanik’te Genç Kalemler
dergisinde yer alan Yeni Lisan makalesi ile yeni dil anlayışının öncülüğünü yapmıştır.
 Genç Kalemler dergisinin başyazarlığını yapmıştır.
 Edebiyat ile ilgili incelemelerle de ilgilenmiştir.
 Lise edebiyat programlarının düzenlenmesinde çalışmış ve ders kitapları hazırlamıştır.
 Makaleleri ve edebiyat tarihçiliği ile tanınır.
 Polemikçidir. Cenap Şahabettin ile edebiyat anlayışı üzerine tartışmıştır.
ġiir: Geçtiğim Yol

MĠLLÎ EDEBĠYAT DÖNEMĠ’NDE BAĞIMSIZ SANATÇILAR VE MANZUM HĠKÂYE


(HALKIN YAġAYIġINI ANLATAN ġĠĠR)
 ‘’Manzum’’ sözcüğü, Arapça bir sözcük olan ‘’nazım’’ sözcüğünden gelmektedir. Manzum ‘’dizilmiş, düzenlenmiş,
tanzim edilmiş’’ anlamına gelir. Manzume ‘’ölçülü düzenlenmiş söz’’ demektir.
 Eskiden ölçülü ve kafiyeli manzum parçalara yani şiirlere ‘’manzume’’, şiir biçiminde düzenlenmiş eserlere ise
‘’manzum eser’’ adı verilmiştir.
 Her manzume şiir özelliği göstermez. Manzumelerin şiir özelliği göstermesi için edebi değer ve şiirsel söyleyişe sahip
olması gerekir.
 Mazumeler şekil açısından şiire benzer ama tema ve temayı işleyiş bakımından şiirden farklıdır.
 Manzumede genellikle düzyazı ile anlatılması gereken bir olay ve konu şiirle anlatılır.
 Manzumeler düzyazıya çevrilebilir. Şiir ise düzyazıya çevrilirse sahip olduğu değeri yitirir.
 Manzumede olay, şiirde duygu ön plandadır.
 Bu türün en önemli temsilcisi Mehmet Akif’tir. Mehmet Akif, halkın yaşayış tarzını ve değerlerini yansıtmak için
‘’manzum hikâyeler’’ yazmıştır.
 İçinde bulundukları toplumun yaşayış tarzına uygun eserler vermeyi, toplumun değerlerini ön plana çıkarmayı amaçlayan
sanatçılar, eserlerinde halkın sorunlarını dile getirmişlerdir.
 Manzum hikâye türünde kaleme alınan eserlerde aruz ölçüsü ve klasik Türk edebiyatı nazım şekillerini kullanmışlardır.
 Manzum hikâyelerde, düzyazı hikâyelerde olduğu gibi olay, kişi, mekan bütünleşmesi sağlanmıştır.
 Ritim, ses akışı, ses benzeşmesi, konuşma dili ve doğal söyleyiş, ahengi sağlayan unsurlardır.
 Olaylar gözleme dayalı olduğundan ve toplumun içinde bulunduğu durum ve sorunları ele aldığından realizm ve
natüralizm akımlarının etkisi görülür.
 Halkın yaşayış tarzı ve değerlerinin ele alındığı eserlerde dönemin zihniyet unsurları oldukça belirgindir.
 Yer yer Arapça ve Farsça sözcüklere yer verilse de daha çok konuşma dili kullanılır.
 Özellikle Mehmet Akif’in Küfe, Mahalle Kahvesi, Hasta, Kocakarı ile Ömer, Seyfi Baba, Meyhane, Köse İmam gibi
eserleri bu türün en bilinen örnekleri arasındadır.
 II. Meşrutiyet sonrasında toplumcu bir anlayışı benimseyen Tevfik Fikret’in Balıkçılar, Hasta Çocuk, Ramazan Sadakası
gibi eserleri de manzum hikâye türünde kaleme alınmıştır.

39
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
MANZUME ġĠĠR
Olay örgüsü, kişi, zaman, mekan unsurları vardır. Olay örgüsü, kişi, zaman, mekan unsurları yoktur.
Manzume, anlatmaya bağlı edebi metinlerdendir. Şiir, coşku ve heyecana dayalı bir türdür.
Kafiye, redif, ölçü gibi unsurlar vardır. Kafiye, redif, ölçü gibi unsurlar vardır.
Asonans, aliterasyon, kelime tekrarlarına yer verilebilir. Asonans, aliterasyon, kelime tekrarlarına yer verilebilir.
Manzumeler düzyazıya çevrilebilir. Çevrildiğinde anlam kaybı Şiir düzyazıya çevrilemez, çevrilmeye çalışıldığında anlamını
az olur. kaybeder.
Manzumede olay ön plandadır. Anlatma ve gösterme ön Şiirde duygu ön plandadır. Şiirde bireysellik, duygu ve
plandadır. çağrışım ön plandadır.
Sözcükler genellikle gerçek anlamıyla kullanılır. Tek Sözcükler genellikle yan ve mecaz anlamıyla kullanılır. Çok
anlamlılık vardır. anlamlılık vardır. İmge ve çağrışım önemlidir.
Edebi sanatlara çok yer verilmez. Edebi sanatlara çok yer verilir.
Sanat yapmak yerine öğretme amacı vardır. Sanat yapma amacı ön plandadır. Sanat kaygısı vardır.

MEHMET AKĠF ERSOY


 İstanbul’da dünyaya gelen sanatçı bir din alimi olan babasından ciddi din eğitimi almış; Arapça ve Farsça öğrenmiştir.
 İstanbul Üniversitesinde edebiyat dersleri veren Mehmet Akif, aynı zamanda Burdur’dan milletvekili de seçilmiştir.
 II. Meşrutiyet Dönemi’ndeki hareketli fikir ortamında İslamcılık düşüncesini savunmuş, Sebilü’r Reşat ve Sırat-ı
Müstakim gibi İslamcı dergileri çıkarmıştır.
 Milli Mücadele Dönemi’nde Anadolu’yu dolaşarak camilerde vaazlar vermiş, halkı bu haklı ve kutsal mücadeleye
katılmaya teşvik etmiştir.
 Realist ve yer yer natüralist bir gözlemci gibi yaşadığı toplumda gördüğü olayları şiirlerine yansıtmış, kaleme aldığı
manzum hikâyelerle bu türün edebiyatımızda önde gelen isimlerinden bir olmuştur.
 Her türlü olay ve düşünceyi manzum biçimde (şiir kalıbıyla) vermede usta olan sanatçı, Tevfik Fikret gibi nazmı nesre
(şiiri düzyazıya) yaklaştırmıştır.
 Aruz ölçüsünü son derece başarılı şekilde kullanmıştır. Hece ile hiç şiir yazmamıştır.
 Şiirlerinde aruz ölçüsünü Türkçeye oldukça başarılı bir şekilde uygulamıştır.
 Süslü ve sanatlı söyleyişin peşinde olmamış, gerçeği bütün çıplaklığı ile dile getirmeyi sorumluluğunun bir gereği olarak
görmüştür. Bu tavrını ‘’Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.’’ sözleriyle açıkça ifade etmiştir.
 Eserlerinde didaktik (öğretici) bir amaç güden Mehmet Akif Müslümanları ve mensubu olduğu milleti uyandırarak
hakiki ve samimi bir Müslümanlık anlayışına dönme zorunluluğunu dile getirmiştir.
 Toplum için sanat anlayışını benimsemiştir. Şiirlerinde toplum yaşantısını bütün yönleriyle anlatmıştır.
 Şiirlerinde dini lirizm vardır.
 Şiirlerinde konuşma dilini bütün canlılığıyla kullanmıştır. Bazen ağır bir dil kullanmıştır.
 Az sayıdaki lirik şiirlerinden en ünlüsü Bülbül’dür. Şair bu şiirinde Anadolu’nun işgal altında olduğu günlerde kırlarda
rastladığı bülbülün sesini bir feryada benzetmiş, onun da düşman saldırına kendi dili ile isyan ettiğini anlatmak istemiştir.
 Mehmet Akif Ersoy, ‘’İstiklâl Marşı Şairi’’, ‘’Milli Şair’’, ‘’Vatan Şairi’’ olarak tanınmıştır. ‘’Türk ordusu’’na ithaf
ettiği İstiklâl Marşı’nı milletin malı olarak gördüğünden Safahat adlı eserine almamıştır. Ayrıca bu marş için konulan
ödülü de hayır kurumlarına bağışlamıştır.
 Küfe, Mahalle Kahvesi, Hasta, Karıkoca ile Ömer, Seyfi Baba, Meyhane, Köse İmam gibi manzum hikâyeleri
edebiyatımızda türünün klasikleri arasına girmiştir.
 Küfe’de, hamal olan babasından miras kalan küfeyi küçük görüp bu işi reddeden Hasan isimli küçük bir çocuğun dramı
anlatılır.
 Mahalle Kahvesi’nde ise miskinler yuvası haline gelen kahveleri ve buradaki tembel insanları başarılı gözlemlerle
yansıtmıştır.
 Hasta hikâyesinde yatılı bir okulda hastalanan küçük bir çocuğun ızdırabını ve ölümünü anlatır.
 Karıkoca ile Ömer, konusu İslam tarihinden alınmış dürüstlük temalı bir hikâyedir.
 Seyfi Baba’da bu adı taşıyan yaşlı bir adamın insanlara muhtaç ve yük olmamak için ilerlemiş yaşına rağmen kendi
emeği ile geçinmeye çalışması ve hastalanması anlatılır.
 Meyhane’de, İstanbul’daki bu batakhaneleri realist bir bakış açısı ile betimleyerek burada yaşananları ve diyalogları
inandırıcı bir biçimde anlatır.
 Köse İmam’da İslam dinini yanlış anlayan kaba ve merhametsiz bir adamı anlatır.
 Mehmet Akif Ersoy, idealist bir insan olarak Türk gençliğinin erdemli ve çalışkan arzu etmiş, bunun için Asım isimli bir
karakter ile düşüncelerini somutlamaya çalışmıştır.
 Mehmet Akif Ersoy’un tek eseri Safahat’tır. Aşamalar anlamına gelen Safahat, yedi bölümden oluşur:

40
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
1. Safahat(1911): Osmanlı toplumunun Meşrutiyet yıllarındaki durumunu anlatır.
2. Süleymaniye Kürsüsünde(1912): Osmanlı aydınları ile halk arasındaki ilişkiyi gözler önüne serer.
3. Hakkın Sesleri(1913): Her şiirin başında bir ayet vardır. Bu ayetler o zamanın toplumsal ve siyasi olayları
aydınlatır.
4. Fatih Kürsüsünde(1914): Yeni kuşaklara mücadele ve çalışma ruhu kazandırmayı amaçlayan düşünceler yer alır.
5. Hatıralar (1917): Her şiirin başında bir hadis yer alır. İslam birliği ülküsü vurgulanır.
6. Asım (1924): I. Dünya Savaşı’ndan tablolar yer alır. İdeal gençlik tipini ortaya koyar.
7. Gölgeler (1933): Dinî şiirler ve dörtlükler vardır.

BEġ HECECĠLER
 Millî Edebiyat Dönemi’nde şiire aruzla başlayan bir grup genç, Ziya Gökalp ve Millî Edebiyat anlayışının etkisiyle hece
ölçüsüne yönelmiş, edebiyatımızda ‘’Hecenin Beş Şairi’’ ya da yaygın bilinen ismiyle ‘’Beş Hececiler’’ olarak
tanınmıştır.
 Beş Hececiler, Millî Edebiyat anlayışının ilkelerini Cumhuriyet Dönemi’ne taşımışlardır.
 Millî Edebiyat anlayışının bir gereği olarak hece ölçüsünün yanında çoğunlukla dörtlük nazım birimini kullanmışlardır.
 Beş Hececiler ilk şiirlerini çoğunlukla I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadale Dönemi’nde vermeye başlamışlardır.
 Anadolu ve Anadolu insanı, vatanın güzellikleri, vatan sevgisi, Millî Mücadele şiirlerinde en çok işledikleri temalardır.
 O güne kadar İstanbul dışına çıkmakta çekingen davranan Türk şiirini, Anadolu’ya açmışlardır.
 Servetifünun, Fecriati gibi toplulukların aksine süsten ve özentiden uzak durmuşlardır.
 Sade bir dili tercih etmişler, abartıya kaçmadan halk dilini, mahallî söyleyişleri kullanmışlardır.
 Şiirlerinden duygusallıktan çok epik ve didaktik özellikler dikkati çeker.
 Beş Hececiler, gerçekçi olmayan bir vatanseverlikle, romantik bir Anadoluculukla eleştirilmişlerdir. Coşkulu bir üslupla
anlattıkları bu ‘’romantik Anadolu’’nun gerçekte onların gösterdiklerinden çok farklı olduğu eleştirileri sık sık dile
getirilmiştir.
 Halkın niteliklerini yeterince tanıyamadıkları için şiirleri ‘’romantik bir halkçılık’’ anlayışından kurtulamamıştır.
 Etkilendiklerin kaynakların başında halk şiiri vardır ancak arayış içinde olmuşlar, serbest müstezat ve başka nazım
biçimlerini de kullanmışlardır.
 Hece ölçüsü ile serbest müstezat yazmışlardır.
 Beş Hececiler şunlardır:
Faruk Nafiz Çamlıbel
Enis Behiç Koryürek
Halit Fahri Ozansoy
Orhan Seyfi Orhon
Yusuf Ziya Ortaç

FARUK NAFĠZ ÇAMLIBEL


 I. Dünya Savaşı yıllarında aruzla başlayan şairlik serüveni hece ile devam etmiştir, ‘’Beş Hececiler’’in en önemli şairi
kabul edilir.
 Aşk temasını işlediği ilk şiirlerinden sonra Anadolu, millî tarih, memleket sevgisi gibi temaları da başarıyla dile
getirmiştir.
 Halk edebiyatı geleneğinden yararlanmış, şiirlerinde folklorik unsurları kullanmıştır.
 1922’de Kayseri Lisesine edebiyat öğretmeni olarak atanmış, Kayseri’ye yolculuğunu Han Duvarları adlı uzun şiirde
anlatmış; Han Duvarları Şairi olarak tanınmıştır. Han Duvarları, İstanbullu aydın bir gencin ilk defa Anadolu tabiatı ve
buranın suskun insanı ile karşılaşmasıdır. Bu şiir, diğer şairlere yeni ufuklar açmıştır.
 Han Duvarları, Çoban Çesmesi, At, Kıskanç önemli şiirleri arasındadır.
 Mizah dergisinde ‘’Deli Ozan’’, ‘’ Çamdeviren’’ gibi takma adları kullanarak mizahi şiirler yazmıştır.
 Kendi şiir anlayışına dair ipuçları da içeren Sanat şiiri, memleketçi edebiyatın ilk bildirisi sayılabilir.
 Onuncu Yıl Marşı’nın sözlerini Kayseri Lisesinden öğrencisi olan Behçet Kemal Çağlar ile birlikte yazmıştır.
 27 Mayıs 1960 ihtilalinde milletvekilliği olan şair, bir süre Yassıada’da tutuklu kalmıştır. Yassıada’da yaşadığı baskıyı
Zindan Duvarları adlı kitabındaki şiirleriyle dile getirmiştir.
 Tiyatrolarıyla, özellikle manzum tiyatrolarıyla adından söz ettirmiştir.
ġiir: Han Duvarları, Çoban Çesmesi, Gönülden Gönüle, Şarkın Sultanları, Zindan Duvarları, Suda Halkalar, Dinle Neyden, Bir
Ömür Böyle Geçti, Elimle Seçtiklerim, Akar Su, Tatlı Sert ( mizahi şiirleri), Akıncı Türküleri, Heyecan ve Sükûn
Tiyatro: Canavar (manzum tiyatro), Akın, Özyurt, Kahraman, İlk Göz Ağrısı, Yayla Kartalı
Roman: Yıldız Yağmuru
41
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
ENĠS BEHĠÇ KORKYÜREK
 Şiire aruzla başlamış, daha sonra heceye geçerek ‘’Beş Hececiler’’ içinde yer almıştır.
 Millî duygularla ve heyecanlı bir üslupla kaleme aldığı epik şiirleriyle tanınmıştır.
 1946’dan sonra mistik şiire yönelmiş, ruh çağırma seanslarıyla bağlantı kurduğunu öne sürdüğü Trabzonlu Çedikçi
Süleyman Efendi ağzıyla Varidat-ı Süleyman adlı tasavvufî eğilimli şiir kitabını yayımlamıştır.
 Gemiciler şiirinde Türk denizcilerini anlatmıştır.
 Türk denizciliğini destanlaştıran şair olarak tanınmıştır.
ġiir: Miras, Varidat-ı Süleyman, Güneşin Ölümü

HALĠT FAHRĠ OZANSOY


 Şiire aruzla başlamış, daha sonra ünlü şiiri Aruza Veda ile hece ölçüsüne yönelerek ‘’Beş Hececiler’’ içinde yer almıştır.
 Şiirlerini Yarın, Hayat, Aydabir, Yarımay, Çınaraltı, Varlık, Hisar gibi dergilerde yayımlamıştır.
 Tiyatro ve anı türünde önemli eserleri bulunmaktadır.
 Şiirlerinde genellikle egzotik sahnelere, hüzün ve melankoli gibi bireysel duygulara, aşk ve kadın temalarına sıkça yer
vermiştir. Daha çok karamsar duyguları işleyen sanatçı sevgi, ölüm, özlem konularını işlemiştir.
ġiir: Paravan, Cenk Duyguları, Rüya, Efsaneler, Sulara Dalan Gözler, Balkonda Saatler, Hep Onun İçin, Sonsuz Gecelerin
Ötesinde, Bulutlara Yakın, Zakkum, Gülistanlar Harabeler
Tiyatro: Sönen Kandiller, Baykuş, Nedim, Hayalet, Bir Dolaptır Dönüyor, İlk Şair, On Yılın Destanı
Roman: Sulara Giden Köprü, Âşıklar Yolunun Yolcuları
Anı: Edebiyatçılar Geçiyor, Eski İstanbul Ramazanları, Edebiyatçılar Çevremde

ORHAN SEYFĠ ORHON


 Aruzla başladığı şiir serüvenine hece ve ‘’Hecenin Beş Şairi’’ ile devam etmiştir.
 Edebiyat öğretmenliği ve gazetecilik yapmış, birçok edebiyat dergisi çıkarmıştır.
 Arkadaşlarıyla ‘’Hıyaban’’ isimli bir dergi çıkarmış, ilk şiirlerini burada yayımlamıştır.
 1917’de Yeni Mecmua’da çıkan şiirleriyle adını duyurmuştur.
 Ahenkli ve zarif şiirlerinde temiz, duru bir Türkçe kullanmış, bireysel duyguları işlemiştir.
 Divan şiiri kalıplarını hece ölçüsüne uyarlayarak yazdığı gazel benzeri şiirleri vardır.
 Yusuf Ziya Ortaç’la birlikte Papağan, Güneş, Aydabir, Çınaraltı dergilerini çıkarmıştır.
 Şiir dili kusursuzdur. Birçok şiiri bestelenmiştir.
 En ünlü şiirleri arasında O Beyaz Bir Kuştu, Peri Kızı ile Çoban Hikâyesi, Veda sayılabilir.
ġiir: Fırtına ve Kar, Peri Kızı ile Çoban Hikâyesi, O Beyaz Bir Kuştu, Kervan, Gönülden Sesler
Roman: Çocuk Adam
Hikâye: Düğün Gecesi, Asrî Kerem
Fıkra: Kulaktan Kulağa

YUSUF ZĠYA ORTAÇ


 Beş Hececiler’in tümünde görüldüğü gibi şiire aruzla başlamış, daha sonra heceye yönelmiştir.
 Orhan Seyfi Orhon’la birlikte Papağan, Güneş, Aydabir, Çınaraltı dergilerini çıkarmıştır.
 Hece ölçüsüyle yazdığı Binnaz adlı oyun, ilk başarılı manzum piyesimizdir.
 Mizah edebiyatımızın önemli isimleri arasındadır. Şiir, yazı ve mizahi metinlerine Diken dergisinin ilk sayısında
başlamıştır. Diken dergisinin her sayısında Çimdik imzasıyla manzumeleri yer almıştır.
 Akbaba adlı mizah dergisinin yayımını uzun süre devam ettirmiştir.
 Portreler ve Bizim Yokuş, anı türünde kaleme aldığı önemli eserlerindendir.
ġiir: Akından Akına, Cenk Ufukları, Âşıklar Yolu, Yanardağ, Bir Servi Gölgesi, Kuş Cıvıltıları
Tiyatro: Binnaz, Name, Kördüğüm, Nikâhte Keramet
Roman: Göç, Üç Katlı Ev, Şeker Osman, Kürkçü Dükkanı
Gezi Yazısı: Göz Ucuyla Avrupa
Anı: Portreler, Bizim Yokuş
Fıkra: Beşik, Ocak, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa, Gündoğmadan

42
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
CUMHURĠYET DÖNEMĠ’NĠN ĠLK YILLARINDA ġĠĠR
 Cumhuriyet Dönemi’nin ilk yıllarında Milli Edebiyat’ın uzantısı olarak hece ölçüsü etrafında oluşan edebî bir anlayış
hakimdir.
 Milli Edebiyat Dönemi’nde başlayan edebi eserlerde millî değerlerin işlenmesine Cumhuriyet’in ilk yıllarında devam
edilmiştir.
 Şiirde millî duyarlılığa önem verilmiş, ağırlıklı olarak halk şiirinden gelen ögeler (yalın dil, hece ölçüsü, dörtlük nazım
birimi vb.) kullanılmıştır.
 Bu dönemde Milli Edebiyat zevk ve anlayışını sürdüren bir şiir çizgisi görülür.
 Kurtuluş Savaşı kazanılmış, sıra vatanın ve milletin maddi ve manevi yönden kalkınmasına gelmiştir. Bu düşüncede millî
bir heyecanla hareket eden şairler, şiirlerinde genellikle Anadolu’yu ve Anadolu insanını konu edinmiş; böylece
‘’Memleket Edebiyatı’’ adı verilen bir akım oluşmuştur.
 İlk örneklerini II. Meşrutiyet’ten sonra vermeye başlayan memleketçi şiir, bu akım içinde varlığını güçlü biçimde
sürdürmüştür.
 Anadolu’ya yöneliş, memleket manzaraları, vatan ve millet sevgisi bu akımın işlediği başlıca temalardır.
 Bu akımda Batı edebiyatının zevk ve anlayışıyla yerli anlayış, memleket edebiyatı düşüncesi etrafında birleşmiştir.
 Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Kutsi Tecer, Kemalettin Kamu, Orhan Şaik Gökyay, Ömer Bedrettin Uşaklıgil gibi şairler
Memleket Edebiyatı akımı doğrultusunda eserler vermişlerdir.
 Cumhuriyet Dönemi şiiri, farklı anlayış ve akımlarla gelişimini sürdürmektedir.
 Faruk Nafiz Çamlıbel, Sanat şiirinde sanat hakkındaki görüşlerini ifade etmiştir. Bu şiir memleketçi şiirin bir bildirisi
gibidir. Şair, yalın bir dil ve lirik bir eda ile yazdığı şiirde anlatma ve betimleme anlatım tekniklerinden yararlanmıştır.
Anadolu’ya, millî kültüre yöneliş şiirde açıkça görülmektedir.

TÜRKĠYE DIġINDAKĠ ÇAĞDAġ TÜRK ġĠĠRĠ


 Türk dünyası edebiyatı, ortak duygu ve düşünce dünyasının yanı sıra zengin bir kültür birikimine sahiptir. Türkiye
dışındaki coğrafya dışında yaşayan Türkler, ana dil bilinci ile Türkçe eserler vermiştir.
 Türk dilinin konuşulduğu ülkelerde, bölgelerde yaşayan Türk şairleri; halkın sorunlarını, beklentilerini şiirleri aracılığıyla
dile getirmiştir.
 Bu bölgelerde Türkçenin çeşitli lehçe ve şivelerinde eserler verilmiştir. Türkiye dışındaki çağdaş Türk şiirinde genellikle
özgürlük ve ulusal bilinç temaları işlenmiştir.
 Bahtiyar Vahapzade (Azerbaycan); Şehriyar (İran); Recep Küpçü (Bulgaristan); Mağcan Cumabayulı (Kazakistan);
Osman Türkay, Özker Yaşın (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti); Abdülhamit Süleyman Çolpan, Aybek (Özbekistan); Ata
Atacanoğlu (Türkmenistan) ve Nimetullah Hafız (Eski Yugoslavya) Türkiye dışındaki çağdaş Türk şiirinin başlıca
temsilcileridir.

BAHTĠYAT VAHAPZADE
 Azerbaycan edebiyatının en önemli şairlerinden biridir.
 Şiirlerinde özellikle millî ve manevi değerleri işledi, vatan ve ana dil temaları etrafında Azerbaycan’ın bağımsızlık
mücadelesini yansıtmıştır.
 Pek çok ödül almıştır. ‘’Azerbaycan Halk Şairi’’ unvanına layık görülmüştür.
 Şiirin yanında manzum hikâyeler ve tiyatro eserleri de yazmıştır.
 Biçim olarak daha çok klasik şiir geleneğini benimsemiştir.
 Şiirlerinde vatan sevgisi ile birlikte toplumun eleştirisi ve hiciv ustalığı da görülür.
 Ölçü ve kafiyeye şiirin konusu kadar önem vermiştir.
 Şairin ‘’Menim Anam’’ şiiri önemlidir. Bu şiirde anne ve ana dil teması işlenmiştir. Şair annesinin okuma yazma
bilmediğini ancak kendisine sayıları, ayları, yılları, en önemlisi de dilini öğrettiğini söylüyor. Bu dil ile sevinci, gamı,
tanıdığını, bu dil ile yazıp şarkı söylediğini anlatıyor. Şiirinin sonunda kendisinin bir hiç olduğunu, kitaplar dolusu
sözlerinin asıl yazarının annesi olduğunu söylüyor.
ġiir: Menim Dostlarım, Çınar, Aylı Geceler, Tavşana Kaç Tazıya Tut, Bahar, Dostluk Nağmesi, Ebedî Heykel, Sade Adamalar,
Ceyran, ,İnsan ve Zaman, Bir Yürekte Dört Fasıl, Kökler ve Budak, Tan Yeri, İtiraf
Oyun: Vicdan, Darağacı, Kızıl Elma, İkinci Ses, Özümüzü Kesen Kılınc, Feryad
Manzume: Gülüstan, Şehidler, Şeb-i Hicran, İki Korku

43
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
4. ÜNĠTE

MAKALE

MAKALE
 Herhangi bir konuda okuyucuya bilgi vermek, bir konuya açıklık getirmek, yeni bir düşünce ve görüş ileri sürmek veya
bir düşüncenin doğruluğunu/yanlışlığını kanıtlamak için yazılan bilimsel nitelikli dergi ve gazete yazılarıdır.
 Tüm dünyada olduğu gibi bizde de gazeteyle birlikte ortaya çıkan ve gelişen yazı türüdür.
 Konu sınırlaması yoktur ancak daha çok bilimsel, akademik ve kültürel konularda yazılır.
 En önemli ilkeleri ‘’inceleme, nesnellik, kanıtlama, bilimsellik, öğreticilik’’tir.
 Diğer türlerden en belirgin farkı, ortaya konan düşüncelerin kanıtlanma zorunluluğudur.
 Ele alınan konunun ayrıntısına inilir, uzunluğu ile ilgili bir sınırlama yoktur.
 Yetkinlik gerektirir, yazarının konusunda uzman olması gerekir.
 Ciddi ve ağırbaşlı, bilimsel bir dil kullanılır. Ele alınan konuyla ilgili terimlere yer verilir.
 Anlatımı yalın,, yoğun ve nesnel olup söz oyunlarına yer verilmez. Bilgi verme amacı taşıdığından açık ve anlaşılır bir
dil kullanılır.
 Dilin göndericilik işlevinden ve açıklayıcı/tartışmacı anlatım biçimlerinden yararlanılır.
 Düşünceyi geliştirme yollarından (tanımlama, örnekleme, karşılaştırma, istatistiklerden yararlanma vb.) yararlanılır.
 Giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşan belli bir plan dahilinde yazılır.
 Makaleler ‘’gazete makaleleri (güncel makale)’’ ve ‘’bilimsel makaleler’’ olmak üzere iki gruba ayrılır. Bilimsel
makaleler, uzun bir araştırma sonucu yazılır ve genellikle akademik dergilerde yayımlanır.
 Bilimsel makalelerde yazar, faydalandığı kaynakları yazının sonunda bibliyografya (kaynakça) şeklinde belirtmelidir.
Bu, makaledeki bilgilerin güvenilirliğini de arttırır.
 Gazate makaleleri (günlük makale) güncel olayları ele alır ve fıkrada (köşe yazısı) gelişmiş bir özelliğe sahiptir.
 Gazetelerin ilk sayfasında günlük olarak yayımlanan makalelere başmakale, yazarına da başyazar denir. Bu makalelerde
daha çok güncel konular ele alınır.
 Bu türün Türk edebiyatındaki ilk örneğini, 1860’ta Tercüman-ı Ahval gazetesinde yayımladığı ‘’Mukaddime’’ başlıklı
yazısıyla Şinasi vermiştir.
 Ziya Paşa’nın ‘’Şiir ve İnşa’’ adlı makalesi de edebiyatımızın ünlü makalelerindendir.

1. GAZETE MAKALELERĠ (GÜNCEL MAKALELER)


 Gazete makalelerinin yazılış tarzları, bilimsel makalelere benzer. Gazetede yayımlandıkları için güncel konuları işler.
Oysa bilimsel makalelerin güncel konuları işleme gibi bir zorunluluğu yoktur.
 Gazete makaleleri de bilimsel makaleler gibi bir sorunun ortaya atılması, değerlendirilmesi ve sonuca varılması şeklinde
yazılır.
 Gazete makalelerinin halkı aydınlatmak, bilgilendirmek gibi bir amaçları olduğu için bir konuyu hem ayrıntılarıyla
değerlendirmeleri hem de merak uyandırıcı olmaları gerekir. Çünkü gazetelerin ülkedeki gelişmeleri halka duyurmak
şeklinde bir görevi ve kamuoyu oluşturmak gibi bir özelliği vardır. Dolayısıyla gazete makalelerinin üslubu bilimsel
makalelere göre daha keskin ve dikkat çekici olmalıdır.
 Gazete makalelerinde kaynakça verilmez. Dipnot, alıntı ve göndermelerin belli bir sisteme bağlı olarak yapılması
beklenmez.
 Daha çok ülke ve dünya gündemiyle ilgili güncel konularda yazılır.
 Amacı toplumu aydınlatmak, eğitmek ve öğretmektir.
 Kısa metinlerdir ve özellikle gazetelerde yayımlanır. Dergilerde de rastlanır.
 Bu makalelerde dil ağırbaşlıdır ama herkes tarafından kolayca anlaşılır.
 İnandırıcı niteliğe sahip olan yalın bir dille yazılır.
 Ayrıca makale yazarı her yönden kendini geliştirmiş, objektif, tecrübeli, sağlam görüş ve düşünceye sahip olmalıdır.

44
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
2. BĠLĠMSEL MAKALELER
 Bilimsel makaleler, belirli bir alanda uzmanlaşmış bilim adamları tarafından yazılır.
 Dil, göndergesel işleviyle kullanılır, sözcükler genellikle gerçek anlamlıdır.
 Bilimsellik ön planda olduğu için terimlere dayalı bir anlatım ağır basar.
 Kanıtlama amacı güdüldüğü için özellikle açıklayıcı anlatım biçimi kullanılır.
 Tanık gösterme, karşılaştırma, örnekleme gibi düşünceyi geliştirme yolları kullanılır.
 Belirli bir teze dayanır. Öncelikle makalenin girişinde bir ‘’sorun’’ ortaya atılır, sınırları çizilir. Burada ‘’sorun’’ sözcüğü
bir engel veya çıkmaz anlamında değil herhangi bir durumun tespiti, sonucu, bir şeyin varlığı veya yokluğu
anlamındadır. Gelişme bölümünde daha önce o konuda söylenenler değerlendirilir, ‘’sorun’’ farklı yönleriyle ele alınır,
yazar kanıtlar sunarak kendi görüşlerini belirtir. Bunları tartışır ve verilerden yola çıkarak bir sonuca ulaşır.
 Araştırma verileriyle ve istatistiklerle desteklenir. Ortaya konan çalışmanın doğruluğu için bilimsel kaynaklardan
alıntılamalar yapılır.
 Yararlanılan kaynaklar metin içinde veya metin sonunda gösterilir. Yazar, makalesini yazarken daha önce o konu
hakkında yapılmış çalışmalardan yararlanabilir, alıntılar yapabilir, göndermelerde bulunabilir. Yapılan alıntı ve
göndermelerin makalenin içinde ve sonunda belirtilmesi gerekir. Çünkü başka yazarlara ait görüşleri kaynak belirtmeden
olduğu gibi kullanmak doğru bir davranış değildir ve bu tür alıntılar ‘’intihal (aşırma)’’ olarak nitelendirilir.
 Verilen bilgilerin inandırıcı ve doğru olması gerekir.
 Anlatım dili nesneldir, kişisel görüşlere pek yer verilmez.
 Metnin sonunda ortaya konan bilgiler için özetleme yapılır.
 Bir bilimsel makale alıntıları, göndermeleri, kaynakçaları vb. aççılardan kendi içinde tutarlı olmalı, bir bütünlük arz
etmelidir.
 Bilimsel makaleler; başlık, özet, giriş, yöntem, bulgular, sonuç ve tartışma, kaynakça bölümlerinden oluşur. Metnin
özelliğine göre bu bölümlerden bazıları bulunmayabilir veya başlıkla belirtilmeyebilir.
BaĢlık: Konunun ilgilileri tarafından okunacak ilk bölümdür. Bu nedenle başlık düzenlenirken kelimeler dikkatle seçilmeli,
makalenin içeriğini yansıtan en az sayıda kelime kullanılmalıdır. Uygun bir başlığı olmayan makale, hedef okuyucu kitlesine
ulaşmayabilir.
Özet: Metnin bütününde anlatılanların ana hatlarıyla ifade edildiği bölümdür. Araştırmanın kapsamı, amacı, araştırmada
kullanılan yöntemler, elde edilen bulgular, araştırma sonunda ulaşılan sonuçlar ve metindeki anahtar kelimeler bu bölümde verilir.
GiriĢ: Temel bilgilerin sunulduğu bölümdür. Bu bölümde konuyla ilgili daha önce yapılan çalışmalar hatırlatılır. Bu çalışmaya
neden gerek duyulduğu ortaya konur.
Yöntem: Bu bölümde araştırmada tercih edilen yöntem ve söz konusu yöntemin tercih edilme nedenleri anlatılır. Yazarın neyi,
nasıl ve niçin kullandığını açıkladığı bu bölüm, konuyu bilen bir uzmanın aynı çalışmayı kendi imkânlarıyla tekrar etmesini sağlar
nitelikte olmalıdır.
Bulgular: Bu bölümde araştırmada elde edilen bulgular ve bu bulguların ne anlama geldiği dile getirilir.
Sonuç ve TartıĢma: Bu bölümde araştırmada elde dilen bulguların araştırmanın amacı ile ilişkileri kurulur. Elde edilen
bulgulardan birtakım nesnel genellemelere ulaşılmaya çalışılır. Ulaşılan sonuçlar, daha önce aynı veya benzer konularda yapılmış
çalışmaların sonuçlarıyla karşılaştırılır. Araştırmanın bilim dünyasını katkısı belirtilir. Yapılan bilimsel çalışmayla ulaşılan
sonuçların günlük hayattaki olası etkileri değerlendirilir.
Kaynakça: Makalenin sonunda, yararlanılan kaynaklar liste hâlinde gösterilir. Makalede yer alan her kaynağa kaynakçada yer
verilir; kaynakçada yer alan her kaynağa metin içinde gönderme yapılır. Kaynakça hangi bilginin hangi kaynaktan alındığını
göstermez. Bilginin hangi kaynaktan alındığı metnin içinde kaynağa gönderme yapılarak belirtilir. Kaynakçada her kaynağa
yalnızca bir kere yer verilir.

MAKALEDE ÖZETLEME
 Özet, metnin içeriğinin paragraf formunda olan biçimidir ve okurlar için genel bir harita niteliği taşır. Özete, makalenin
küçültülmüş bir biçimi olarak bakılmalıdır. Özette makalenin ana kısımalarının her birinin kısa bir özeti verilmelidir.
 Özet, 250 kelimeyi geçmemelidir ve makalede neyle uğraşıldığını açık olarak tanımlayacak şekilde tasarlanmalıdır.
 Özet, araştırmanın kapsamını ve esas amaçlarını belirtmeli, kullanılan yöntembilim tanımlanmalı, bulguları özetlemeli ve
ana sonuçları belirtmelidir. Sonuçların önemi, genellikle üç kez verilmesi gerçeğiyle gösterilir: Özette bir kere, tekrar
girişte ve tekrar tartışmada. Özet, makalede belirtilmeyen sonuçları vermemelidir. Eserlere kaynak gösterme, özette
yapılmamalıdır.

45
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
MAKALEDE ALINTILAMA
 Alıntı, bir yazarın, başka bir yazarın eserinden kısa ya da uzun bir parçayı kaynağını açıkça belirterek, olduğu gibi veya
çok az değiştirerek kendi metnine aktarmasıdır.
 Alıntı, genellikle tırnak içinde verilir. Sonunda yazarın soyadı, kullanılan eserin basım yılı ve alıntının yapıldığı sayfa
numarası belirtilir.
 Makale içerisinde bir eserin veya yazarın adını anarak okuyucuyu adı geçen esere/yazara yönlendirmeye ‘’gönderme’’
adı verilir. Göndermenin tek bir yöntemi yoktur.
 En sık kullanılan alıntılama ve gönderme yöntemi, gönderme yapılan yazarın/kaynağın dipnot şeklinde verilmesidir.
Dipnotta tıpkı alıntıda olduğu gibi yazarın soyadı, kitabın yayım yılı ve varsa sayfa numarası verilir. Kitabın tamamına
bir gönderme yapılmışsa sayfa numarası verilmesine gerek yoktur.
a) Dipnotlu Kaynak Gösterme
 Bu yöntemde, alıntı yapılan ifadenin sonuna numara yazılır. Sayfanın sonunda dipnotları ana metinden ayıran bir
çizgi vardır ve metinde verilen numara burada da tekrar edilerek karşısına kaynağın künyesi yazılır. Bu dipnotlar
numara sırasına göre her sayfanın sonunda devam ettirilir. Eğer yukarıda yararlanılan kaynak bir sonraki dipnotta
tekrar edilecekse ‘’adı geçen eser’’ , ifadesinin ilk harfleri (a.g.e.) eser kullanılarak dipnota sadece sayfa numarası
yazılır.
 Bu yöntemde genellikle şu geleneksel künye yazım şekli kullanılır: ‘’Yazarın adı soyadı, eserin adı, basıldığı
yayınevinin adı, basıldığı şehir, basım yılı, alıntı yapılan sayfanın numarası.’’
 Dipnotlarda verilen eserlerin künyeleri metnin sonunda, yazar soyadına göre alfabetik olarak ‘’Kaynakça’’ başlığı
altında toplu olarak sunulur.
b) Paragraf Ġçinde Kaynak Gösterme
 Son yıllarda araştırmaya dayalı yazılarda sıkça tercih edilen bu yöntemde, alıntı veya atıf yapılan kaynağa ilişkin
bilgiler parantez içinde verilir.
 Parantez içinde sadece yazarın soyadı, kitabın basım yılı ve sayfa numarası verilir. Basım yılı ile sayfa numarası
arasına iki nokta işareti konulur.
 Eğer kitabın birden çok yazarı var ise ilk yazarın soyadından sonra ‘’vd.’’ (ve diğerleri) ifadesi yazılır. Metin içinde
ve paragraf aralarında veya sonunda verilen bütün kaynaklar açık künyeleri ile ‘’Kaynakça ‘’ bölümünde sıralanır. Bu
sıralamada yazarların soyadlarına göre alfabetik bir diziliş esas alınır.
 Örnek metin:
Türkçede Benzetmeler
Bütün dillerde görülen ortak bir tutum, anlatıma güç kazandırmak üzere benzetmelere başvurmaktır. (Aksan 1997:
77) Öyle ki gündelik konuşmalarımızda bile bir şeyi veya durumu hep başka bir şeye benzeterek anlatırız.

Makale Sonunda Kaynak Gösterimi


 Makalenin sonunda yazıda kullanılan kaynakların yazarları, adları, yayım tarihleri, yerleri ve makalenin sayfa
numaraları belirtilir. Bu bölüme ‘’Kaynakça’’ ya da ‘’Bibliyografya’’ adı verilir.
 Metnin oluşturulması sürecinde yararlanılan kitap, dergi ve diğer kaynaklar belli kurallar çerçevesinde hem metnin
içinde hem de sonunda gösterilmelidir.
 Kaynakça yazımında biçime dair birtakım özellikler (noktalama işaretlerinin kullanımı, yazı karakteri, yayım yerinin
ve sayfa numarasının sıralaması) yayın organının (dergi, kitap) veya resmî kurumun (YÖK, enstitü) kararları
doğrultusunda farklılık gösterebilir.
 ‘’Eski tarz kaynakça’’ gösteriminde kurallar şunlardır: Önce soyadı, daha sonra isim, eser adı, eserin yayımlandığı
yer, yayımlanma yılı verilir. Eser adları, italik (eğik) yazı biçiminde gösterilir. Ansiklopedi maddeleri kaynakçada
dergiler gibi tırnak içinde gösterilir. Elektronik kaynaklarda yararlanılan yazının adı, alındığı elektronik dergi ve
sitenin adı verilir ve çevrimiçi olunan tarih de belirtilir.
 Örnek:
İPEKTEN, Haluk, Karamanlı Nizamî: Hayatı, Edebi Kişiliği ve Divanı, Ankara, 1974
AKÜN, Ömer Faruk, ‘’Divan Edebiyatı’’, TDV İslam Ansiklopedisi, C. IX, Türk Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul,
1994. S. 389-427.
DUYMAZ, Ali, ‘’Anadolu ve Balkan Türklerinin Halk Anlatmalarında Mitolojik Bir Kuş: Zümrüdü Anka’’
Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 1 Sayı: 1 Yıl: 1998, (çevrimiçi)

NOT: ‘’Eski tarz kaynakça’’ ile ‘’yeni tarz kaynakça’’ arasındaki en büyük fark yılın yer aldığı kısımdır.
Örnek:
İPEKTEN, Haluk (1974), Karamanlı Nizamî:Hayatı, Edebi Kişiliği ve Divanı, Ankara. (Yeni tarz kaynakçadır.)
46
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
Edebiyatımızda Makale Türünde Bazı Önemli Eserler
Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi Şinasi
Enikli Kapı Arif Nihat Asya
Şiir ve İnşa Ziya Paşa
Millî Edebiyat Meseleleri ve Cenap Bey’le Münakaşalarım Ali Canip Yöntem
Çal Çoban Çal Süleyman Nazif
Evrak-ı Eyyam Cenap Şahabettin
Nesr-i Harp
Nesr-i Sulh
Sanata Dair Halit Ziya Uşaklıgil
Lisan- Osmanînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazat-ı Şamildir Namık Kemal
Yeni Lisan Ömer Seyfettin
Makaleler Ziya Gökalp
Şiirimiz Ali Ekrem Bolayır
Edebiyat ve Hukuk (Fransızcadan çeviri) Hüseyin Cahit Yalçın
Edebiyat Üzerine Araştırmalar (3 cilt) Mehmet Kaplan
Edebiyat Üzerine Makaleler Ahmet Hamdi Tanpınar
Prof. Ali Canip Yöntem’in Yeni Türk Edebiyatı Üzerine Makaleleri Ali Canip Yöntem
Prof. Ali Canip Yöntem’in Eski Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler
(Ölümünden sonra yayımlanmıştır.)

MÜNAZARA
 İki karşıt görüşlü grubun önceden belirlenen bir tez ve anti tez hakkındaki düşüncelerini jüri ve dinleyiciler önünde
savunmasıyla ortaya çıkan sözlü anlatım türüne denir.
 Münazarada jüri, gruplar tarafından ileri sürülen düşünceleri, bu düşünceleri destekleyen delilleri, grupların tezlerini
savunma tarzlarını, karşı grubun tezini çürütme gücünü, konuşmacıların konuşma yeteneğini ve telaffuz konusundaki
hassasiyetlerini değerlendirir.
 Genellikle okul ortamında yapılan münazaralarda amaç, savunulan tezin tek doğru olduğunu ortaya koymak değildir.
 Münazaranın amacı, konuşmacılara gerçeği ve yararlı olanı buldurmak, bir sorunun çözüm yollarını üretmeye
çalıştırmak, günlük hayatta karşılaşılan tartışmalı konular üzerinde fikir belirtmeden önce bilgi sahibi olunması
gerektiğini kavratmak şeklinde sıralanabilir.
 Münazarada konuşmacılar tartışma dışına çıkmamalı, düşüncelerini açık ve anlaşılır şekilde anlatmalı, daha önce
söylenmiş sözleri tekrarlamamalı, tartışmayı kişiselleştirmemelidir.
 Jüri değerlendirmesini 100 puan üzerinden yapar. Puanlama şu ölçütlere göre yapılır:
- Jest ve mimiklerin kullanımı
- Türkçeyi doğru ve iyi kullanma
- İnandırma ve savunma gücü
- Zamanı iyi kullanma
- Karşı tarafın görüşlerini eleştirme ve çürütme gücü
 Münazaranın yararları şunlardır:
- Dil yeteneğini geliştirme
- Özgüven kazandırma
- Araştırma becerisini geliştirme
- Empati yeteneğini geliştirme
- Sebep sonuç ilişkisi kurabilme
- Öğrencilere tartışma yöntemini öğretme
- İnandırıcılık yönünü belirleme
- Fikrini savunma kabiliyetini kazanma
- Farklı konular üzerinde fikir üretme
- Toplum karşısında konuşma becerisini geliştirme
- Farklı çözüm yolları bulma
- Düşünme yeteneğini geliştirme
- Dinleme yeteneğini geliştirme
 Münazaranın aşamaları şunlardır:
- İddia ve karşı iddiayı savunan iki grubun oluşturulması.

47
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
- İddiayı savunan birinci konuşmacının argüman içeren tasarı sunması.
- Karşı iddiayı savunan birinci konuşmacının sunulan tasarıya karşı çıkması ve argümanları çürütmesi
- İddiayı savunan ikinci konuşmacının karşı iddiayı savunanların argümanlarını çürütmesi ve yeni argümanlar
sunması.
- Karşı iddiayı savunan ikinci konuşmacının iddiayı savunanların argümanlarını çürütmesi ve yeni argümanlar
sunması.
- İddiayı savunan üçüncü konuşmacının yeni argümanlar sunmadan karşı iddiayı savunanların argümanlarını
çürütmesi
- Karşı iddiayı savunanlardan üçüncü konuşmacının yeni argümanlar sunmadan iddiayı savunanların
argümanlarını çürütmesi.
- Karşı iddiayı savunanları temsilen birinci veya ikinci konuşmacının özet yapması ve münazara boyunca iki
tarafın çatıştığı noktaları tespit etmesi.
- İddiayı savunanları temsilen birinci ve ikinci konuşmacının özet yapması ve münazara boyunca iki tarafın
çatıştığı noktaları tespit etmesi.
(Bu aşamalar üçer kişilik iki gruba göre düzenlenmiştir.)

48
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
5. ÜNĠTE

SOHBET /FIKRA

SOHBET
 Bir konuyu fazla derinleştirmeden, okuyucuyla konuşuyormuş hissini uyandıracak şekilde anlatan yazılardır. Gazete ve
dergilerde yayımlanan sohbet yazılarına eskiden ‘’musahabe’’ denirdi.
 Gazete çevresinde gelişen öğretici metinler arasında yer alır.
 Bir fikri açıklayan, düşünceyi geliştiren yazıların içinde yer alır.
 Sohbet; sözlü değil, yazılı anlatım türüdür.
 Karşılıklı konuşma havası içinde yazılır.
 Samimi, senli benli bir dil kullanılır.
 Okuyucuyla konuşuyormuş gibi yazılır. Yazar okuyuculara, ‘’beyler, ey okuyucum!’’ gibi ünlemlerle seslenir.
 Yazar; okuyucuyu itham etmez, suçlamaz, bir suçlu veya kusur varsa ‘’biz’’li ifadelerle suç ve kusuru üstlenir.
Gerçekleri araştırmaya, çözüm yolları bulmaya veya gerekli olanı yapmaya okuyucuyu davet eder.
 Yazar, düşüncelerini aktarırken okuyucuya bazı sorular yöneltir fakat ondan cevap beklemez, bu sorulara okuyucu adına
cevabı kendisi verir.
 Kanıtlama çabası yoktur.
 Öznellik ön plandadır.
 Konunun derinliğine fazla inilmez.
 Sohbetin içinde halk deyişlerine, atasözlerine, küçük fıkralara, anekdotlara, başkalarının konuyla ilgili etkileyici sözlerine
yer verilebilir.
 Bir düşünceyi açıklar veya bir görüşün tutarsız yanlarını dile getirir.
 Konu sınırlaması olmamakla birlikte genellikle sanatsal ve tarihi konular ele alınır.
 Yazarın kişisel görüşlerini bir sohbet sıcaklığıyla, senli benli, cana yakın, içten ve kimi zaman kişisel söyleşilere yer
veren bir üslupla diler getirdiği bir kısa yazı türüdür.
 Devrik cümleler, soru-cevap gibi okuyucuyu sıkmayan günlük konuşma diline yakın bir anlatım tarzı kullanılır.
 Bilgi vermesi yönüyle makaleye benzer. Söylenenlerin kanıtlanmaya ihtiyaç duyulmadan aktarılması yönüyle makaleden
ayrılır.
 Söylenenlerin kanıtlanma ihtiyacı duyulmadan, özgürce anlatılması yönüyle denemeye benzer, yazarın karşısındaki
biriyle konuşuyor gibi yazması yönüyle de denemeden ayrılır. Denemede yazar, kendi kendisiyle konuşuyormuş izlenimi
verir.
 Edebiyatımızda sohbet türünün ilk örnekleri Tanzimat’tan sonra verilmiştir. Sohbet türünün ilk ciddi ve güzel örnekleri
Tevfik Fikret’in Servet-i Fünun dergisinin yazı dizisi olarak düzenlediği ‘’Musahabe-i Edebiyye’’ sütunlarında görülür.
 Ahmet Rasim, Şevket Rado, Melih Cevdet Anday, Suut Kemal Yetkin gibi isimler bu türün başarılı örneklerini vermiştir.

NOT: Sohbet türü kimi zaman mülakat ile karıştırılır. Mülakatta bir soru soran bir de cevaplayan vardır. Sohbette ise yazarın
karşısında başka bir kişi yoktur. Sadece yazarın üslubu karşısında biri varmış da onunla konuşuyormuş gibidir. Sohbette yazar
soruları kendi sorar bu sorulara cevabı da yine kendisi verir.

NOT: Sohbet türü fıkra (köşe yazısı) ile benzer özelliklere sahiptir. Fıkra yazısında da okuyucuyla sohbet ediyormuş havası
sezdirilir. Bu yönüyle sohbet türüne yaklaşsa da söyleşiler; güncel konularda yazılmaması ve kamuoyunu yönlendirme amacı
gütmemesiyle fıkradan ayrılır.

SOHBET MAKALE
Samimi, karşılıklı konuşma havası içinde yazılır. Ciddi, ağırbaşlı bir hava vardır.
Güncel konular ağırlıklı olarak işlenir. Bilimsellik ön plandadır.
Öznellik hakimdir. Nesnellik hakimdir.
Düşünceler kanıtlanmaya çalışılmaz. Kanıtlara yer verilir.
Konu, yüzeysel şekilde ele alınır. Konu, derinlemesine ele alınır.
Gazete ve dergi yazısıdır. Gazete ve dergi yazısıdır.

49
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
SOHBET DENEME
Samimi bir üslupla karşılıklı konuşma havası içinde yazılır. Yazar kendi kendine konuşuyor gibi yazar.
Güncel konular ağırlıklı olarak işlenir. Konu sınırlaması yoktur, her konuda yazılabilir.
Öznellik hakimdir. Öznellik hakimdir.
Samimi, senli benli, günlük konuşma diline yakın bir dil Denemede içten olmakla birlikte edebî bir dil kullanılır.
kullanılır. Deneme yazarı, söylediklerini dilin inceliklerinden süzerek
estetik bir anlatımla sunmaya çalışır.
Okuyucuyla sohbet eder gibi yazılır. Yazar, kendisiyle konuşuyormuş gibi yazar.

Edebiyatımızda Sohbet Türünde Bazı Önemli Eserler


Muharrir Bu Ya Ahmet Rasim
Ramazan Sohbetleri
Dilimiz Üstüne Konuşmalar Melih Cevdet Anday
Hak Dostum Diye Başlayalım Söze Haldun Taner
Eğil Dağlar (deneme, söyleşi) Yahya Kemal Beyatlı
Aziz İstanbul (deneme, söyleşi)
Edebiyata Dair (deneme, söyleşi)
Tarih Musahabeleri
Bakanlar ve Görenler İsmet Özel
Çenebazlık
Cuma Mektupları
Faydasız Yazılar
Hayat Böyledir Şevket Rado
Eşref Saati
Saadet Yolu
Edebiyat Söyleşileri Suut Kemal Yetkin
Söyleşiler Nurullah Ataç
Sohbetler Ahmet Kabaklı

FIKRA
 Fıkra sözcüğü Türkçeye iki farklı türü karşılayan bir sözcüktür: Düşünce yazısı olan fıkra, mizahi fıkra.
 Gazete ya da dergilerin belirli sütun ya da köşelerinde yayımlanan, güncel, siyasal, toplumsal sorunları ele alan bunları
ayrıntılara inmeden işleyen, başlıklı ve yazarı belirli yazı türüdür.
 Günümüzde fıkra ‘’köşe yazısı’’ olarak adlandırılmaktadır.
 Gazetelerin belirli köşelerinde genel bir başlık altında yazılan kısa, yoğun, günübirlik yazılardır.
 Genellikle güncel konuları ele alan, kanıtlama amacı gütmeden ve işlenen konuyu derine inmeden anlatan günübirlik
gazete yazılarıdır.
 Gündemde olan siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal konular eleştirel bir bakış açısıyla işlenir ve kamuoyunu
yönlendirmeye çalışır.
 Günübirlik yazılardır, kalıcılığı yoktur. Etkisini yayımlandığı gün ya da günler içinde gösteren sonra da etkisi yitip giden
bir türdür.
 Ele alınan konuda ayrıntıya inilmez, uzunluğu gazetede kendisine ayrılan köşeyle sınırlıdır.
 Kanıtlanma zorunluluğu yoktur. Ortaya konan fikirlerin doğruluğu daha çok okurun kabulüne bırakılır.
 Kişisel düşünceler yer alır bu nedenle öznellik ağır basar.
 Makale gibi bilgilendirme, öğretme amaçlı yazılardır ancak makaleye göre daha kısa ve özneldir.
 Temel amacı makaledeki gibi bilgilendirmektir. Ancak kanıtlama amacının olmaması onu makaleden ayırır. Ayrıca geniş
bir okur kitlesine hitap ettiği için konuşma havası içinde, samimi bir dille yazılması yönüyle de makaleden ayrılır.
 Diğer türlerden en belirgin farkı, güncel konuları işliyor olmasıdır.
 Anlatımı sıcak, yalın, yoğun ve canlıdır.
 Fıkra yazarı, doğal bir dil kullanırken yer yer deyimlere ve nükteli sözlere yer verir. Okuyucuyla sohbet ediyormuş
havası sezdirilir. Bu yönüyle söyleşi türüne yaklaşsa da söyleşiler; güncel konularda yazılmaması ve kamuoyunu
yönlendirme amacı gütmemesiyle fıkradan ayrılır.
 Fıkralarda alaycı, iğneleyici, sade, konuşma diline yakın bir dil kullanılır.
 Fıkranın ilk örnekleri Tanzimat Dönemi’nde gazetenin ortaya çıkmasıyla verilmiştir. Bu dönemdeki fıkralar, gazete
makalelerine benzemektedir. Fıkranın bir tür olarak belirginleşmesi 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında

50
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
gerçekleşmiştir. Fıkranın ayrı bir tür olarak bilinçli bir şekilde kaleme alınması Servetifünun Dönemi’ne rastlar. Türk
edebiyatında ilk başarılı örneklerini Ahmet Rasim vermiştir.
 İlk örneklerini İbrahim Şinasi, Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi vermiştir. Sonraki dönemlerde onları Hüseyin Cahit
Yalçın, Ahmet Rasim, Ahmet Haşim, Refik Halit Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ziya Gökalp gibi sanatçılar takip
etmiştir.
 Cumhuriyet Dönemi’nde gazete ve dergilerin çoğalması ile fıkra türündeki yazılar daha çok görülmeye başlanmıştır. Bu
dönem fıkralarında yazarlar; sade bir dil ve anlatımla güncel, siyasi, sosyal konularda düşüncelerini ifade etmişlerdir.
 Cumhuriyet Dönemi’nde Peyami Safa, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Falih Rıfkı Atay, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya
Ortaç, Sabri Esat Siyavuşgil, Ercüment Ekrem Talu, Burhan Felek, Haldun Taner, Atilla İlhan, Ahmet Kabaklı, İlhami
Soysal, Ergun Göze gibi yazarlar fıkra türünde yazılar kaleme almışlardır.

FIKRA TÜRLERĠ
Edebî Fıkralar: Günlük olaylardan yola çıkan ancak günlük köşe yazısı olmaktan çıkıp kalıcı olan fıkralardır. Ahmet Haşim,
Yusuf Ziya Ortaç, Falih Rıfkı Atay, Haldun Taner, Oktay Akbal bu tür fıkralara örnek olacak yazılar kaleme almışlardır.

Klasik Gazete Fıkraları: Bu tür fıkralar yazıldığı günlerde etkili olurlar ancak aradan zaman geçince etkilerini kaybederler.

Makale Tarzı Fıkralar: Bu tür fıkralarda makale havası ağır basar. Yazar, günlük olaylardan yola çıkar yeri geldikçe
düşüncelerini kanıtlama yoluna gider.

Edebiyatımızda Fıkra Türünde Bazı Önemli Eserler


Şehir Mektupları Ahmet Rasim
Eşkâl-i Zaman
Gülüp Ağladıklarım
Cidd ü Mizah
İt Ürür Kervan Yürür Nazım Hikmet
Taş Çatlasa Yaşar Kemal
Devekuşuna Mektuplar Haldun Taner
Gençlik Türküsü Tarık Buğra
Baş Makalelerim 1-2-3 Necip Fazıl Kısakürek
Çöle İnen Nur
Beşik Yusuf Ziya Ortaç
Şen Kitap
Gün Doğmadan
Ocak
Sarı Çizmeli Mehmet Ağa
Pazar Konuşmaları Falih Rıfkı Atay
Çile
İnanç
Kurtuluş
Eski Saat
Niçin Kurtulmamak
Bir Avuç Saçma Refik Halit Karay
Bir İçim Su
Kulaktan Kulağa Orhan Seyfi Orhon
Şeytan’ın Gör Dediği Çetin Altan

51
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
6. ÜNĠTE

ROMAN
ROMAN
Roman Nedir ?
Yaşanmış ya da yaşanabilecek, tasarlanmış olayları kişi, zaman, yer bildirerek anlatan kurmaca metinlerdir. Roman yazarı
yaşamdan seçtiği ögeleri değiştirip dönüştürerek yeniden düzenler, hayal gücüyle bunlara yeni bir biçim ve anlam kazandırır.
Romanın Yapı Unsurları
1.KiĢiler
2.Olay örgüsü
3.Zaman
4.Mekan

1. KĠġĠLER: Romandaki olaylar belirli kişiler etrafında gerçekleşir. Bu kişiler, anlatıcının tercihine göre tip ya da karakter
özelliği gösterir. Romanda ilgi merkezi olan eserdeki süreçleri yaşayan ve olayların merkezinde bulunan kişiye baĢkahraman,
başkahramana yardım eden ikincil önemdeki kişiye yardımcı kahraman adı verilir. Romanda kahramanlar ayrıntılı olarak
tanıtılır. Roman kahramanının yaşamı, geniş bir zaman çerçevesi içinde baştan sona anlatılır. Roman kişileri ‘’tip’’ ya da
‘’karakter’’ olarak karşımıza çıkar.
a) Tip: Belirli bir sosyal grubu ya da eğilimi temsil eden hikaye kahramanına denir. Tip evrenseldir ve genel özelliklere sahiptir.
Tipler ‘’sevecen tip, alıngan tip, kıskanç tip, sosyal tip’’ gibi bireysel olmaktan çok başkalarında da bulunan ortak özellikler
taşıyan ve bu özellikleri en belirgin şekilde temsil eden şahıs veya şahıs kadrosudur.

b) Karakter: Romanda olumlu, olumsuz yönleri ile verilen belirli bir tip özelliği göstermeyen kişilerdir. Karakter, kendine
özgüdür. Karakterler genel temsil özelliği göstermez. Karakterler, birden fazla özelliği belirlenmiş tipik olan birkaç özelliği ile
insanın iç çatışmaları ve çıkmazlarını verme görevini yüklenmiş hikaye şahıslarıdır. Karakterler çok yönlü olup değişkenliğe sahip
kişiler oldukları için bunlara ‘’yuvarlak roman kişisi’’ de denmektedir.

2. OLAY ÖRGÜSÜ: Kurgusal olayların metinde sıralanışı ile oluşan düzenlemeye denir. Romanda ana olayın dışında pek çok
olay gerçekleşir. Her olay ya da durum bir sorunu da beraberinde getirir. Bu sorun insanın insanla, insanın doğayla, toplumla ya
da kendisiyle olan çatışmasına dayanır. ( ÇATIġMA : Edebi eserlerde karşıt duygu, düşünce ve isteklerin; kişilik özelliklerinin
bir arada sergilenmesi ile ortaya çıkan durumdur. Eserlerde Doğu-Batı, eski-yeni, güzel-çirkin, genç-yaşlı, ağa-köylü, haklı-
haksız, zengin-fakir, iyi-kötü gibi zıtlıkların karşı karşıya gelmesiyle çatışma ortaya çıkar. )

3. ZAMAN: Romanlarda zaman, çoğu zaman eylemler aracılığıyla aktarılır. Kimi zaman da olayların geçtiği zaman dilimi gün,
ay, mevsim, yıl gibi takvime ait ifadelerle dile getirilir. Romanlarda çoğunlukla uzun zaman dilimlerine yer verilir. Ancak bazı
romanlar çok kısa zaman dilimlerinde de gerçekleşebilir. Romanlarda zaman kavramı belirgindir.Olaylar belirli bir zaman
diliminde yaşanır. Klasik romanlarda zaman ‘’geçmiş, şimdiki, gelecek zaman’’ olmak üzere üç dilimde verilir. Çağdaş romanda
bu anlayış etkin değildir. İnsanın hatırlama yeteneğinden yararlanılarak zamanlar arası geçiş yapılır. İç içe değişik zaman
dilimlerinden söz edilebilir. Birkaç zaman bir arada kullanılabilir. Bilinçakışı tekniğinden yararlanılarak zamanda geriye
dönüşlerden yararlanılabilir.
Anlatıcı olayları kronolojik bir zaman dilimi içerisinde verebileceği gibi geçmişe dönüşler de yapabilir.
Romanda üç türlü zaman anlayışı vardır. Bunlar romanda anlatılan olayın gerçekleştiği zamanı ifade eden olayın gerçekleştiği
zaman, yazarın romanı kaleme aldığı zamanı ifade eden yazıya geçirme zamanı ve okuyucunun olayla karşılaşıp tanıştığı zamanı
ifade eden anlatma zamanıdır.

4. MEKAN: Romanlarda olayın oluştuğu, geliştiği yaşandığı yere veya çevreye mekan denir. Mekan kimi romanlarda yalnızca
sahne olarak kullanılsa da edebi eserlerin genelinde kahramanların psikolojik durumları hakkında bilgi verecek nitelikler taşır.
Romanda olayların geçtiği ve kişilerin yaşadığı yerler, çevre ve diğer mekanlar çok ayrıntılı şekilde verilir.

TEMA-KONU-ÇATIġMA

TEMA: Bir metinde asıl anlatılmak istenen duygu, düşünce veya hayale denir. Temanın sosyal hayatla, düşünce tarihiyle ve
eserin yazıldığı dönemle doğrudan ya da dolaylı bir ilişkisi söz konusudur. Metindeki temel duygu ya da kavram temayı verir.
Temayı ifade eden kavramlar soyuttur. Örneğin ‘’yalnızlık, aşk, ölüm, umut’’ bir romanda tema olarak kullanılabilir. Tema
sınırlandırılıp somutlaştırılarak konu haline getirilir.

52
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
KONU: Temanın sınırlandırılmış ve somutlaştırılmış halidir. Romanda üzerinde durulan düşünce, durum veya sorun metnin
konusunu oluşturur. Konu somut bir durumu ya da sorunu ifade eder.

ÇATIġMA: Edebi eserlerde karşıt duygu, düşünce ve isteklerin; kişilik özelliklerinin bir arada sergilenmesi ile ortaya çıkan
durumdur. Eserlerde Doğu-Batı, eski-yeni, güzel-çirkin, genç-yaşlı, ağa-köylü, haklı-haksız, zengin-fakir, iyi-kötü gibi zıtlıkların
karşı karşıya gelmesiyle çatışma ortaya çıkar.

ANLATICI VE BAKIġ AÇISI

ANLATICI: Olayları okuyucuya aktaran kurmaca kişiliktir. Anlatıcının olaylara tanıklık etme, yorumlama, yönlendirme gibi pek
çok görevi vardır. Hikayede anlatıcı, olayları ya birinci kişi ağzından ya da üçüncü kişi ağzından anlatır. Birinci kişili anlatımda
anlatıcı olayları kendi gördüğü kadarıyla anlatabilir.

BAKIġ AÇISI: Edebi eserlerde anlatıcının aktardığı olaylara yaklaşımına ve hakimiyetine denir. Anlatıcı olayı aktarırken
kendine özgü bir bakış açısı geliştirebilir. Anlatıcı yani aktaran her zaman yazarın kendisidir. Ancak yazar isterse Mikrofonu
başka birine verip olayı ona anlattırabilir, isterse de kendisi anlatır. Hikaye ve romanlarda anlatıcının bakış açısı üç farklı şekilde
olabilir :

a) Ġlahi (Hakim/Tanrısal) BakıĢ Açısı: Anlatıcı öyküde anlatılanların tamamını bilen bir varlıktır. Kahramanların gizli
konuşmalarını, zihinlerinden ve gönüllerinden geçenleri her şeyi bilir. Zaman zaman kendi yorumlarını ekleyebilir, açıklamalarda
ve yargılarda bulunabilir. Anlatıcı olayları bütün ayrıntısıyla bilir. Anlatıcı bir anda birden fazla yerde bulunabilir. Bu bakış
açısında anlatım üçüncü kişi ağzıyla yapılır.

b) Gözlemci (MüĢahit) BakıĢ Açısı: Bu yöntemde olaylar dışarıdan görüldüğü biçimiyle nesnel bir tarzda aktarılır. Olayların
tanığı olan anlatıcının bakış açısıdır. Bu bakış açısında olaylar, tarafsız bir anlatıcı aracılığıyla okuyucuya sunulur. Bu anlatıcının
bakış açısı diğer anlatıcılara göre daha sınırlıdır. Anlatıcı kahramanın geçmişi ve ruh halleri ile ilgili bilgi sahibi değildir, yalnızca
gözlemlediklerini anlatabilir.

c) Kahraman BakıĢ Açısı: Kendisi de olayların içerisinde yer alan anlatıcıya kahraman anlatıcı adı verilir. Olaylar ‘’ben’’
tarafından anlatılır. Olaylar anlatıcının başından geçtiği ya da gözüyle gördüğü (tanık olduğu) biçimiyle anlatıldığından
inandırıcılığı yüksektir. Kahraman anlatıcının aktardıkları; bildikleri duydukları, sezgisi ve ruh hali ile sınırlıdır.

ROMANDA PLAN
Romanda ele alınan olaylar belli bir plan çerçevesinde okuyucuya sunulur.
Serim: Olaylar ve kişilerin tanıtıldığı bölümdür.

Düğüm: Olayların karmaşık bir yapıya büründüğü ve çatışmaların yoğunlaştığı en geniş bölümdür.

Çözüm: Okuyucunun merak ettiği olayların bir çözüme kavuştuğu bölümdür. Çözüm bölümünün okuyucuya bırakıldığı romanlar
da vardır.

ROMANDA KULLANILAN ANLATIM TEKNĠKLERĠ


1.Anlatma Tekniği (Tahkiye Etme): Anlatma anlatıcının birtakım olayları ve bu olaylar çevresindeki insanları, belli bir mekan
ve zaman çerçevesinde okuyucuya/dinleyiciye nakletmesidir. Anlatma tekniğinde okurla metin arasında bir anlatıcı söz
konusudur. Anlatma zaman zaman ‘’özetleme’’ye dönüşebilir.

2.Özetleme Tekniği: Uzun bir zaman diliminde yaşanmış olayların ayrıntılardan arındırılarak ana hatlarıyla ve kısaca ifade
edilmesidir. Özetleme tekniğinde zaman atlamalarından ve olay genellemelerinden yararlanılır.

3.Gösterme Tekniği: Gösterme anlatıcının olayı anlatması değil; olayın, hareketin, tavrın, durumun dil vasıtası ile gösterilmesi,
okuyucunun gözünün önünde somutlaştırılmasıdır. Gösterme tekniği, hikayedeki şahısların sanki sahnede oynuyormuş gibi
konuşturulmasıyla oluşturulur. Burada anlatıcı aradan çekilir. Anlatılmak istenen diyaloglarla verilir. Kişilerin karşılıklı
konuşması ile anlatıcı aradan çekilmiş olur.

4.Diyalog Tekniği: Hikayelerde olay içerisindeki kişilerden iki veya daha fazlasının karşılıklı konuşturulması tekniğine denir.
Diyalog bir gösterme tekniğidir.

5.Ġç Monolog Tekniği (Ġç KonuĢma): Kahramanların sessiz bir biçimde içinden konuşmasıdır. Bu teknik daha çok kişinin iç
dünyasını aracısız bir şekilde okuyucuya sezdirme amacına hizmet eder. Bu tekniğin uygulandığı bölümlerde anlatıcının varlığı
53
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
ortadan kalkar, olay ve durumla ilgili yorum ve değerlendirmeler okuyucuya bırakılır. Karakter kendi iç dünyasından ve
kafasından geçenleri kendisi aktarır. Anlatıcı/yazar devre dışıdır. İç konuşma bir gösterme tekniğidir. Kendi kendisiyle konuşan
kahramanın düşünceleri, düzenli ve sistematiktir.

6.Bilinç AkıĢı Tekniği: Kişinin aklından geçenlerin aracısız bir şekilde aktarıldığı bu teknikte kahramanın iç dünyasını, psikolojik
durumunu ortaya çıkarmak amaçlanır. Bir gösterme tekniği olan bilinç akışında kişilerin düşünceleri arasında mantıksal bağ
bulunmaz. Bu düşünceler daha çok çağrışıma dayalı ve karmaşık bir biçimde aktarılır. Bu teknikte karakterlerin düşüncelerinde,
duygularında sürekli değişimler olur. Bir şey anlatılırken anında başka bir şey anlatılmaya başlanır. Kısa, eksiltili ve sıralı
cümlelerle birbiriyle fazla ilintili olmayan durumlar verilir.

7.Ġç Çözümleme Tekniği: Olay örgüsünde yer alan kahramanların iç dünyalarının (duyguları, psikolojileri, ruh dünyaları) anlatıcı
tarafından bütün derinliği ve çıplaklığı ile irdelenip gün yüzüne çıkarılmasıdır. İnsanı çok yönlü vermeye yarayan bir tekniktir.
Özellikle psikolojik tahlillerde kullanılır.

8.Geriye DönüĢ Tekniği: Hikaye ve romanlarda konunun akışını keserek geriye, konuyla ilgili geçmişteki bir olaya dönme
tekniğidir. Olay örgüsü normal kendi zamanında devam ederken anlatıcının zaman atlayarak geçmişe yönelmesiyle oluşan anlatım
tekniğidir. Bu teknikte okur bilgilendirilir.

9. Leitmotif: Herhangi bir tavır, hareket veya sözün, eserde çeşitli vesilelerle birçok kez tekrar edilmesidir. Bu teknik sayesinde
içerikte süreklilik sağlanır.

10. Montaj: Sanatçının bir kişiye ait ya da anonim bir sözü, metni kendi eserine derinlik, çağrışım zenginliği, üslup çeşitliliği
sağlamak amacıyla aktarmasıdır. Bu teknikte eserle montaj metni arasında uyum ve bütünlük bulunur. Yukarıdaki anlatım
tekniklerinden başka özellikle postmodernist romanlarda görülen üst kurmaca, metinler arasılık, pastiş, ironi, parodi gibi teknikler
de vardır.

1.Üst Kurmaca: Kurmacanın örtülü veya açıkça bozulup başka bir kurmacaya yer verilmesiyle oluşan ‘’kurmaca içinde
kurmaca’’dır. Üst kurmaca farklı şekillerde görülebilir. Bunlardan biri metnin kuruluşunun, eserin yazılış sürecinin olay akışı
içerisine konumlandırılması, konu olarak işlenmesidir.

2. Metinlerarasılık: Postmodern eserde bir yazarın diğer metinlerden yararlanmasıdır. Postmodern sanatçılar, başka eserlerden
aldıkları kesitleri roman düzleminde bir araya getirirler. Metinler arasılığın postmodernist romandaki uygulama kategorilerini
pastiş, parodi ve ironi oluşturur.

a) PastiĢ Tekniği: Yazarın başka bir yazarın ya da edebi türün dil ve anlatım özelliklerini taklit etmesiyle oluşan anlatım
tekniğidir. Sözlük anlamı ‘’başka sanatçıların eserlerini taklit yoluyla meydana getirilen sanat eseri’’ olan bu Fransızca sözcük
postmodernist romanda anılan olumsuz karşılığından uzaklaşmış; başlı başına bir yöntem olmuştur. Başka metinlerden alınan
parçaların birbirine eklenerek yeni bir kurgu oluşturulmasıdır. Pastiş taklit yoluyla farklı üslupların bir araya getirilmesine
dayanır. Postmodernist yönelimde kullanılan bir metinler arasılık tekniğidir.

!!! UYARI: Pastiş postmodernist romanda biyografi, otobiyografi, bilimsel metin vb. söylem alanlarına ya da destan, masal, halk
hikayesi, efsane gibi türlere özgü üslup ögelerini, söyleyiş tarzlarını metnin temel üslubu edinmek şeklinde kullanılmaktadır.
Patişte taklit, metnin ancak üslubuyla sınırlı kalır. Metnin konusu bu ilişkinin dışındadır. Dolayısıyla postmodernist romanda
pastiş, üslubun taklididir.

b) Parodi Tekniği: Yazarın bir metnin konusunu örnek almasıyla oluşan bir anlatım tekniğidir. Böylece bir metinden yeni bir
metin oluşturulur. Postmodernist yönelimde kullanılan bir metinler arasılık tekniğidir.

Benzer özellikler taşıyan parodi ve pastiş arasında bazı farklar da söz konusudur. Postmodernist romanda pastiş belli bir türün
üslubunu, anlatma biçimlerini örnekserken parodi belli bir metnin konusunu örnekser.

c) Ġroni Tekniği: Yazarın örnek aldığı bir metnin biçim ve içerik özelliklerini kurgu tekniklerini alaya almak ya da okuru
eğlendirmek amacıyla değiştirip gülünç ve eğlendirici eser ortaya çıkarmasını sağlayan tekniktir. Postmodernist yönelimde
kullanılan bir metinler arasılık tekniğidir.

Postmodern romanda sanatçı, örneksediği metnin biçim ve kurgu tekniklerini alaya almak amacıyla deforme edebilir. Pastiş
ve parodide alay bir araç konumundayken ironide amaca dönüşür.

54
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
ROMAN TÜRLERĠ

A. KONULARINA GÖRE ROMANLAR

1. Serüven (Macera) Romanı : Günlük yaşamda pek karşılaşılmayan, şaşırtıcı, esrarengiz olayları konu alan romandır. Okuru
heyecanlandırıp gerilim içinde tutan romanlardır. Daniel Defoe’nun Robenson Crusoe, Stevenson’un Define Adası adlı yapıtları bu
roman türünün örneklerindendir.
2. Tarihi Roman: Konusunu tarihten alan, tarihsel olayları anlatan romanlardır. Yazar tarihi gerçekleri kendi hayal gücüyle
birleştirerek anlatır. Namık Kemal’in Cezmi (Türk edebiyatındaki ilk tarihi romandır.), Kemal Tahir’in Devlet Ana, Tolstoy’un
Savaş ve Barış adlı eserleri bu roman türünün örneklerindendir.
3. Psikolojik Roman(Tahlil Romanı): Psikolojik tahlillere, ruh çözümlemelerine yer veren romanlardır. Dış alemdeki olaylardan
çok kahramanların iç dünyasını, ruh hallerini ele alarak kişilerin toplumla ilişkilerini bunların birbirinden nasıl etkilendiklerini
anlatan romanlardır. Mehmet Rauf’un Eylül (Türk edebiyatındaki ilk psikolojik roman örneğidir.), Peyami Safa’nın Dokuzuncu
Hariciye Koğuşu, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza adlı yapıtları kahramanların iç dünyasına eğilen bu roman türüne örnek verilebilir.
4. Sosyal Roman: Göç, yoksulluk, esaret, sınıfsal kavgalar vb. toplumsal olayları konu alan romanlardır. İnsan yaşamının sınırsız
kültür birikimi içinde yer alan ve insanı derinden etkileyen toplumsal, siyasi olaylar, inançlar, gelenek ve görenekleri bazen
eleştirel bazen de bilimsel açıdan ele alıp anlatan romanlardır. Sosyal romanın çeşitleri şunlardır :
 Töre Romanı: Toplumdaki inanç, gelenek ve görenekleri anlatan romanlardır. (Halide Edip Adıvar-Sinekli Bakkal)
 Tezli Roman: Bir fikri, belli, bir düşünceyi savunan romanlardır. (Nabizade Nazım- Zehra / Yakup Kadri
Karaosmanoğlu-Yaban)
 Köy Romanı: Köyü, köylüyü, köy sorunlarını anlatan romanlardır. (İlk köy romanı Nabizade Nazım’ın yazdığı
Karabibik romanıdır. Ebubekir Hazım Tepeyran’ın yazdığı Küçük Paşa da bu roman özelliğini taşımaktadır. )
 Yergi Romanı: Bir olayı eleştirel yaklaşımla anlatan romanlardır. (Yaşar Kemal – İnce Memed)
 Mahalli Roman: Belli bir yerin özelliklerini anlatan romanlardır. (Fakir Baykurt- Yılanların Öcü)
5. Egzotik Roman: Konusu uzak diyarlarda, yabancı ülkelerde geçen romanlardır. (Refik Halit Karay-Nilgün / Piyer Loti-Azade,
İzlanda Balıkçısı)
6. Polisiye Roman: Bir suçu, cinayeti aydınlatmak amacıyla yazılan romanlardır. Ahmet Mithat Efendi’nin kaleme aldığı Esrar-ı
Cinayat adlı eseri Türk edebiyatındaki ilk polisiye roman örneğidir. Sir Arthur Conan Doyle’un Sherlock Holmes adlı yapıtları bu
türün önemli örnekleridir. Günümüzde Ahmet Ümit de bu roman türünde önemli romanlar kaleme almaktadır.
7. Biyografik Roman: Ünlü bir kişinin hayatının tamamını yahut bir bölümünü roman tekniği içinde anlatan romanlardır. Oğuz
Atay’ın ‘’Bir Bilim Adamının Romanı’’ adlı yapıtı bu roman türüne örnek verilebilir.
8. Otobiyografik Roman: Yazarın kendi hayatını anlattığı romanlardır. Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Orhan
Kemal’in Baba Evi, Avare Yıllar adlı yapıtları bu roman türünün örneklerindendir.
9. Fantastik Roman: Gerçekte var olmayan, gerçek olmayan, hayal gücüne dayanan romanlardır. 19. yüzyılda bilimsel
gelişmelerin artmasıyla yaygınlık kazanmıştır. J.R.R. Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi adlı yapıtı bu türün önemli örneklerindendir.
10. Bilimkurgu Romanı: Gelecek çağları, yapılan düşsel yolculukları konu alan, insanlığın evrimini, bilimsel gelişmelerin
sonuçlarının ne olacağını göstermek amacı güden romanlardır. Jules Verne’in Ay’a Seyahat, Denizler Altında Yirmi Bin Fersah,
Seksen Günde Devri Alem adlı yapıtları bu türün önemli örnekleridir.
11. Nehir/ Irmak Roman: Bir kişinin veya bir toplumun hayatındaki gelişmeleri ya da tarihi bir olayı birden fazla cilt halinde
anlatan romanlardır.
Tarık Buğra : Küçük Ağa, Küçük Ağa Ankara’da, Firavun İmanı
Nihal Atsız : Bozkurtlar, Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor
Yaşar Kemal : Bir Ada Hikayesi ( Fırat Suyu Kan Akıyor, Karıncanın Su İçtiği, Tan Yeri Horozları, Çıplak Deniz Çıplak Ada)

B. SANAT ANLAYIġI VE AKIMINA GÖRE ROMANLAR

1. Romantik Roman: Romantik akıma uygun olarak duygu ve hayallerin, dünyanın geçiciliğine bağlı olarak din duygusunun ön
planda olduğu romanlardır. Yazar olaya, kahramanların kişiliklerine, betimlemelere, üçüncü şahıs olarak müdahalelerde bulunur.
Namık Kemal’in İntibah, Victor Hugo’nun Sefiller, Notre Dame’ın Kamburu, A.Dumas Pere’nin Üç Silahşörler, Monte Kristo
Kontu, Genç Werther’in Acıları, Lamartine’in Graziella adlı eserleri bu roman türüne örnektir.
2. Realist Roman Gerçekçi akıma uygun olarak gözlem ve deneyimin duygu ve hayalden daha ön planda olduğu akımdır. Yazar
üçüncü şahıs olarak romana müdahalede bulunmaz. Realist roman Stendhal’e göre ‘’Yol boyunca gezdirilen bir aynadır.’’
Gerçeğin yansıtılmasına önem verilerek yazılan romanlardır. Türk edebiyatında ilk realist roman Recaizade Mahmut Ekrem’in
kaleme aldığı Araba Sevdası’dır. Balzac, Stendhal, Flaubert, Dostoyevski, Tolstoy, Dickens gibi sanatçılar dünya edebiyatındaki
önemli realist yazarlardır.
3. Natüralist Roman: Bilimdeki deney yöntemini romana uygulamak isteyen yazarların romanıdır. Bilimsel araştırmalara bağlı
kalarak kahramanlarını gözlemlerle seçen romanlardır. Yazar bir bilim adamı edasıyla romanını yazar. Realist romanla büyük
benzerlikleri vardır. Ancak natüralist roman realist romana göre bilime ve araştırmaya daha çok önem verir. Toplumu adeta bir
laboratuvar olarak düşünürler ve eserlerini bu laboratuvar içinde bilimsel verilere bağlı kalarak kaleme alırlar. Bilimlerin vardığı
sonuçlara göre neticeye ulaşmaya çalışırlar. Natüralist romanlarda üslup ikinci plana atılmıştır. Kahramanlar bulundukları mahalli

55
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
çevrenin diliyle konuşturulurlar. Türk edebiyatındaki ilk natüralist roman Nabizade Nazım’ın Zehra adlı eseridir. Dünya
edebiyatında Emile Zola bu roman türünün en önemli yazarlarındandır.
4.Egzistansiyalist Roman: Varoluşçu felsefeye uygun, olay ve kişilerin anlatıldığı romandır. Sartre’ın Bulantı, Albert Camus’un
Yabancı romanları bu türe örnek verilebilir.
5. Modern Roman: Öyküleme, diyalog gibi klasik anlatım teknikleri yerine bilinç akışı tekniğiyle insanın bilinçaltı dünyasını
irdeleyen roman türüdür. Bu roman türünde gerçeküstücülük akımında olduğu gibi otomatik yazı, rüya, serbest çağrışım
unsurlarından yararlanılır. James Joyce’un Ulysses , V. Woif ‘un Deniz Feneri romanları bu roman türüne örnek verilebilir.
6. Postmodern Roman: Postmodernizm, modernist arayışın canlılığını kaybetmesinden sonra 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya
çıkan çeşitli üslup ve yönelişin adıdır. Postmodern romanda olay örgüsü bütünlükten uzaktır. Roman organik olmayan parçalardan
meydana gelir. Bu romanların başı sonu belli değildir. Bu romanlarda zaman- mekan bütünlüğü yoktur.
Bu anlayışla yazılan romanlarda metinler arasılık, montaj, pastiş, üst kurmaca, parodi gibi yeni tekniklere yer verilir. Üst
kurmaca tekniğiyle eserin yazılış süreci konuya dahil edilir. Yazar eserine yönlendirici ve etkileyici biçimde müdahale eder.
Gerçeklikle fantastik unsurlar birleştirilerek verilir. Ayrıca hem tarihe yönelmeye hem de polisiye ve gerilim unsurlarına rastlanır.
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar, Tehlikeli Oyunlar; Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı, Kara Kitap; İhsan Oktay Anar’ın
Puslu Kıtalar Atlası; Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm; Bilge Karasu’nun Gece adlı eserleri bu roman türüne örnek verilebilir.

ROMAN TÜRÜNÜN TARĠHĠ GELĠġĠMĠ

Roman türünün dünya edebiyatındaki ilk örneği İspanyol yazar Cervantes’in Don Kişot adlı eseridir.
Türk edebiyatında Tanzimat Dönemi öncesinde bu türün yerini destanlar, halk hikayeleri ve mesneviler tutmaktaydı.
Tanzimat Dönemi ile başlayan Batılılaşma süreciyle Türk edebiyatında da roman türünde eserler verilmeye başlanmıştır. Önce
çeviri daha sonra telif (yazarın kendisinin yazdığı) eserlerle Türk edebiyatı bu türle tanışmıştır. Yusuf Kamil Paşa’nın Fransız
yazar Fenelon’dan çevirdiği Telemak adlı eser, Türk edebiyatının ilk çeviri romanıdır.

ROMAN VE HĠKÂYENĠN KARġILAġTIRILMASI


BENZERLĠKLER
 Her ikisinin de yazarı bellidir.
 Her ikisinde de giriş, gelişme, ve sonuç bölümleri vardır.
 Her ikisinde de gerçek veya gerçeğe yakın olaylar anlatılır.
 Her ikisinde de olağanüstü özelliklere sahip olmayan, normal yapıda kişiler vardır.
 Her ikisinde de olayların geçtiği zaman ve mekan bellidir.
FARKLILIKLAR
 Hikaye, romandan daha kısadır.
 Hikayede tek olay olmasına rağmen romanda birbirine bağlı olaylar zinciri vardır.
 Hikayede kahramanların tanıtımında ayrıntıya girilmez, kahramanlar her yönüyle tanıtılmaz. Romanda kişilerin tasvir ve
tahlili ayrıntılı yapılır.
 Hikayede olayın geçtiği çevre (mekan) sınırlıdır ve ayrıntılı olarak anlatılmaz. Romanlarda olaylar fazla olduğu için
olayların geçtiği çevre de geniştir. Bu çevreler ayrıntılı anlatılır.
 Hikayede zaman genellikle daha kısadır. Romanlarda zaman daha geniştir.
 Hikayeler kısa olduğu için anlatım yalın, anlaşılır ve özlüdür. Romanlarda ise anlatım daha sanatlıdır.

56
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
CUMHURĠYET DÖNEMĠ TÜRK ROMANI
Tanzimat Dönemi’nde Türk okurunun çeviri eserlerle tanıdığı roman türünün ilk örnekleri de yine bu dönemde verilmeye
başlanmıştır. Servetifünun Dönemi’nde daha başarılı romanlar kaleme alınmıştır. Milli Edebiyat Dönemi’nde okuyucu; Yakup
Kadri, Halide Edip, Reşat Nuri gibi romancılar ve bunların klasik kabul edilebilecek eserleri ile tanışmıştır. Önceki dönemlerde
belli bir olgunluğa ulaşan roman türü, Cumhuriyet Dönemi’nde ise sayı ve nitelik bakımından daha da gelişmiştir.

A. CUMHURĠYET DÖNEMĠ’NDE ROMANIN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ


1923-1950 ARASI ROMAN
 Cumhuriyet Dönemi Türk romanı, genellikle Cumhuriyet ideolojisi çevresinde şekillenmiştir.
 Milli Edebiyat Dönemi’ndeki Yeni Lisan ve sade dil anlayışı, Cumhuriyet Dönemi’nde 1923-1950 arası romancıları
tarafından da benimsenmiştir.
 Bu dönemde ‘’I. Dünya Savaşı, Mütareke Dönemi’nin ahlaki bozuklukları, Kurtuluş Savaşı, eskiye karşı yeni değerlerin
ön plana çıkarılması ve Ankara’daki hayat’’ gibi konular ele alınmıştır.
 Ebubekir Hazım Tepeyran’ın 1910 yılında bilinçli olarak ve realist bir anlayışla kaleme aldığı ‘’Küçük Paşa’’ adlı eseri
ile başlayan Anadolu ve Anadolu insanına yönelme, bu dönem sanatçıları tarafından da sürdürülmüştür. Anadolu’nun
adeta yeniden keşfedilmeye çalışıldığı bu dönem romanlarında, Cumhuriyet’in değerleri, milliyetçilik, uygarlaşma,
hurafelere karşı çıkma gibi izlekler sıklıkla işlenmiştir. 1930’lardan sonra maziyle hesaplaşmadan vazgeçilmiş, geçmişe
daha müsamahalı (hoşgörü) bakılmaya başlanmıştır.
 İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sanayileşmenin de etkisiyle köyden kente göçün artması, yeni sosyal sınıfların oluşması
romancılara yeni ufuklar açmıştır. Özellikle köy kökenli yazarlar da köy sorunlarına yönelmeye başlamışlardır.
 Bu dönemde Dokuzuncu Hariciye Koğuşu gibi psikolojik romanlarla bireye, bireyin iç dünyasına yöneliş de başlamıştır.
 Eser vermeye Cumhuriyet öncesinde başlayan Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu,
Refik Halit Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi sanatçılar, bu dönemde de roman türünün önemli örneklerini vermeye
devam etmişlerdir.
 1923-1950 yılları arasında Peyami Safa, Mithat Cemal Kuntay, Aka Gündüz, Sabahattin Ali, Memduh Şevket Esendal,
Sait Faik Abasıyanık, Sadri Ertem, Abdülhak Şinasi Hisar gibi sanatçılar da roman türünde eser vermişlerdir.

1950-1980 ARASI ROMAN


 1950’lerden sonra roman türü, hızlı bir gelişme göstermiştir. II. Dünya Savaşı, çok partili hayata geçiş, sanayileşmenin
hızlanması ve köyden kente göç gibi siyasi ve sosyal olaylar, bu dönem romanını etkilemiştir.
 Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Yaşar Kemal, Talip Apaydın, Kemal Bilbaşar, Abbas Sayar gibi Köy Enstitülerinde
yetişen ya da köy kökenli sanatçılarla köy ve kasaba hayatı, gerçekçi çizgilerle romana yansıtılmıştır.
 Abdülhak Şinasi Hisar, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi sanatçıların romanlarında maziyi özlemle anış dikkat çeker.
 1960 sonrasında farklı anlayışlara mensup sanatçıların değişik tarzlarda romanlar kaleme aldığı görülür. Konu bulmakta
güçlük çeken sanatçılar, köy konulu romanlarda bir çıkış yolu bulur; Anadolu, taşra, kasaba, köy tüm sorunlarıyla
romanlarda işlenir. Ayrıca çok partili yaşama geçişte ortaya çıkan sorunlar ve bu sorunların Anadolu’ya yansıması, parti
kavgaları, ağa-köylü, fabrikatör-işçi, amir-memur çatışmaları dönem romanlarında işlenen önemli konulardır. Bu
dönemde Almanya’da işçi olarak giden gurbetçilerin sıkıntıları ve parçalanmış aileler romanlara sosyal bir sorun olarak
yansır.
 Romancıların politize olduğu 1970’li yıllarda ise daha önce yaşanan 1960 İhtilali gibi siyasi tramvaya yol açan hadiseler,
sınıf çatışmaları, 12 Mart 1971 Askerî Muhtırası, Batı’da başlayıp ülkemize kadar ulaşan öğrenci hareketleri, romancıları
besleyen önemli konu başlıklar olarak sıralanabilir.
 Bu dönemde dinî yaşayışı telkin eden dinî romanlar da kaleme alınmıştır. Ayrıca tarihî romanlarda da yeni bakış açıları
ortaya çıkmıştır.

1980 SONRASI ROMAN


 1980 sonrası önceki temalarla beraber bazı yeni anlatım olanakları ve temalar da karşımıza çıkar.
 12 Eylül Darbesi’nden sonra Avrupa’ya gitmek zorunda kalan yazarların siyasî hesaplaşmaları romanlara yansımıştır.
 Sürekli göçlerle yapısı değişen İstanbul’dan memnun olmayan yazarların eski İstanbul’a duyduğu özlem eserlere konu
olmuştur.
 Bu dönem romanlarında toplumsal konularla birlikte psikolojik çözümlemelere de önem verilmeye başlanmıştır. Bireyin
bunalımını ve çıkmazlarını ele alan modern ve postmodern roman anlayışına uygun eserler kaleme alınmıştır. Bu tarz
romanlarda klasik anlatım tekniklerinin dışına çıkılmış; soyut, kapalı bir anlatım tercih edilmiştir. 1990’lı yıllar
postmodern romanın zafer yılları olmuştur. 2000’li yıllarda ise gizemli, düşsel ve fantastik, otobiyografik, yarı belgesel,
bilim kurgusal ve tarihsel romanlar etkili olmuştur.

57
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
B. CUMHURĠYET DÖNEMĠ’NDE ROMAN ANLAYIġLARI

1. MĠLLÎ EDEBĠYAT ZEVK VE ANLAYIġINI SÜRDÜREN ESERLER


 Yazarlar roman ve hikâyelerde Anadolu ve Anadolu insanına yönelmişlerdir.
 Halkın ve Anadolu insanının yaşama tarzı, yanlış Batılılaşmanın getirdiği ahlâk bozuklukları, geri kalmış halk arasındaki
hurafeler, halk-aydın ilişkisi ele alınmıştır.
 Tanzimat’tan beri işlenen Doğu-Batı çatışması eserlerde işlenmeye devam etmiştir.
 Atatürk ilke ve inkılaplarının Anadolu’ya benimsetilmesi ile ilgili konular işlenmiştir.
 Realizmden etkilenilmiş, eserler gerçekçi bir anlayışla kaleme alınmıştır.
 Hikâyelerde Maupassant tarzı devam etmiştir.
 Kahramanlar Anadolu’dan seçilmiştir.
 Bu anlayışı sürdüren roman ve hikâyelerde I. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele Dönemi ele alınmıştır. Yazarlar aynı
zamanda Kurtuluş Savaşı’nın zor günlerine tanık olmuş ve bu günleri eserlerine yansıtmışlardır.
NOT: Cumhuriyet Dönemi’nde İsmalî duyarlılığı yansıtabn romancılar da vardır. Bunlar arasında Yusuf ile Züleyha romanıyla
Nazan Bekiroğlu; Bir Hz. İbrahim Romanı- Abum Rabum, Bülbülün Kırk Şarkısı (Roman tadında bir siyer) romanlarıyla İskender
Pala; Ad-Semud-Medyen, Ermiş romanları ile Afet Ilgaz gibi sanatçılar ön plana çıkmıştır.
Temsilcileri:
Reşat Nuri Güntekin
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Halide Edip Adıvar
Refik Halit Karay
Hüseyin Nihal Atsız
Mustafa Necati Sepetçioğlu
Bahaeddin Özkişi
Mükerrem Kamil Su
Mithat Cemal Kuntay
Aka Gündüz
Emine Işınsu

YAKUP KADRĠ KARAOSMANOĞLU


 Önce Fecriati topluluğuna katılmış, daha sonra Milli Edebiyat anlayışını benimsemiştir. Cumhuriyet Dönemi’nde de
eserler vermiştir.
 Sanat yaşamı ikiye ayrılır :
 Birinci Dönem : Fecriati’de yer alan sanatçı ‘’sanat için sanat’’ anlayışını benimsemiştir. Bireyi her şeyin üstünde
görmüş, bireyin özgürlüğünü savunmuştur. ‘’Bir Serencam’’ adlı hikaye kitabı Fecriati Dönemi ürünüdür.
 Ġkinci Dönem : Bu dönemde ‘’toplum için sanat’’ anlayışını benimsemiştir. ‘’Milli Savaş Hikayeleri’’ ve
‘’Rahmet’’ adlı hikaye kitapları ve romanları ikinci dönemin ürünüdür.
 Edebi yaşamının bir döneminde Yahya Kemal ile birlikte ‘’Havza Edebiyatı’’ ya da ‘’Nev Yunanilik’’ adı verilen
eski Yunan medeniyetine ilgi duymuştur.Daha sonra ülkedeki savaşların da etkisiyle ülke gerçeklerini dile getiren
eserler kaleme almaya başlamıştır.
 Roman, hikaye, anı, mensur şiir, tiyatro gibi edebiyatın pek çok türünde eser vermiştir.
 Özellikle romanları ile Türk edebiyatında önemli bir yer edinen sanatçı, Türk halkının Tanzimat’tan Cumhuriyet’e
kadar geçirdiği değişimleri eserlerinde başarıyla işlemiştir.
 Kiralık Konak romanında Tanzimat’tan 1. Dünya Savaşı’na kadar üç neslin çatışmasını; Hüküm Gecesi’nde II.
Meşrutiyet yılları, II.Meşrutiyet sonrası parti kavgalarını, İttihat ve Terakki partisi çevresinde gelişen olayları ele
almıştır. Nur Baba’da tekkelerdeki yozlaşmayı; Sodom ve Gomore’de işgal altındaki İstanbul’u; Yaban’da Kurtuluş
Savaşı yılları ve bu yıllardaki aydın-halk(köylü) çatışmasını; Ankara romanında, Ankara’nın üç dönemini; Bir
Sürgün romanında, 2. Abdülhamit Dönemi’nde yaşanan sürgünleri; Panorama I romanında Cumhuriyet’ten sonraki
inkılaplar devri; Panorama II’de Atatürk’ün ölümünden sonraki yılları anlatmıştır. Hep O Şarkı yazarın son
romanıdır. Roman Abdülaziz, V.Murat ve Abdülhamit’in hükümdarlık zamanlarında geçer.
 Eserlerinde realizm ve sağlam gözlemcilik dikkat çeker.
 Roman tekniği sağlamdır.
 Karakter oluşturmada başarılıdır.
 Türk edebiyatına tezli roman düşüncesini getirmiştir.
 Romanları 20. yüzyıl Fransız edebiyatında görülen ‘’nehir (ırmak) roman’’ özelliği taşır.

58
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
Roman : Kiralık Konak, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Sodom ve Gomore, Yaban, Ankara, Bir Sürgün, Panorama I, Panorama II,
Hep O Şarkı
Hikaye : Bir Serencam, Rahmet, Milli Savaş Hikayeleri
Anı : Anamın Kitabı (çocukluk anıları), Zoraki Diplomat (elçilik anıları), Vatan Yolunda ( Kurtuluş Savaşı Anıları), Politikada 45
Yıl (siyaset anıları), Gençlik ve Edebiyat Hatıraları
Mensur ġiir :Erenlerin Bağından, Okun Ucundan
Tiyatro : Nirvana, Veda, Sağanak, Mağara
Monografi: Ahmet Haşim, Atatürk

2. TOPLUMCU GERÇEKÇĠ ESERLER


 Toplumcu gerçekçilik, roman alanında 1930’lardan 1980’lere kadar etkili bir şekilde devam etmiştir.
 1930’lardan itibaren Türk romanında köylüden, işçiden, dar gelirlilerden, geçim sıkıntısı çeken insanların yaşamlarından,
işçilerin problemlerinden söz edilmeye başlanmıştır.
 Eserlerde Anadolu coğrafyası ve insanı, köyden kente göçün ortaya çıkardığı sorunlar toplumcu gerçekçi anlayışla ele
alınmıştır.
 Bu tür eserlerde ideoloji ön plandadır. Yazarlar daha çok sosyalist dünya görüşünden hareketle eser yazmışlardır.
 Yazarlar, okuyucuyu kendi düşünceleri doğrultusunda yönlendirmek istemişler, sanatı ideolojilerini yaymak için araç
olarak kullanmışlardır.
 Sanatçılar eserlerini ağa-kölü, öğretmen-imam, halk-yönetici, zengin-fakir, güçlü-güçsüz, aydın-cahil gibi çatışmalar
üzerine kurmuşlardır.
 Eserlerin dili konuşma diline yakındır; kahramanlar yöresel ağızla konuşturulmuştur.
 Köy Enstitülerinde yetişen yazarlar, toplumcu gerçekçi anlayışla eser vermişlerdir. 1950’li yıllarda bu çizgide eser veren
yazarların çabalarıyla köy olgusu, romanlarda daha farklı bir şekilde ele alınmaya başlanmıştır.
 Mahmut Makal’ın 1950’de köy notlarını içeren Bizim Köy adlı eserinin yayımlanması, büyük yankı uyandırmış ve köye,
köy hayatına ilgi daha da artmıştır.
Temsilcileri:
Sadri Ertem Mehmet Seyda
Sabahattin Ali Abbas Sayar
Orhan Kemal Dursun Akçam
Yaşar Kemal Muzaffer İzgü
Kemal Tahir Mahmut Makal
Fakir Baykurt Orhan Hançerlioğlu
Kemal Bilbaşar Faik Baysal
Rıfat Ilgaz Samim Kocagöz
Aziz Nesin Sevgi Soysal
Atilla İlhan Tarık Dursun K.
Necati Cumalı Bekir Yıldız
Talip Apaydın

ORHAN KEMAL
 Toplumcu gerçekçi yazarlardan olan Orhan Kemal’in asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü’dür. Yakından tanıdığı Adana ve
Çukurova çevresindeki tarım köylüsü ve dokuma fabrikalarında çalışan işçilerin romancısı olan yazar, daha sonra büyük
şehre gelenlerin gecekondulara yerleşerek büyük şehir yaşamına uyum çabalarını işlemiştir. Yazar, yakından tanıdığı işçi
ve gecekondu çevresinin maceralarını anlatmıştır.
 Eserlerinde kahramanlarını kendi çevresinden seçmiş, kahramanlarını konuştururken yöresel söyleyiş özelliklerine bağlı
kalmıştır.
 Küçük hikâyeden romana geçmiş olan yazarın hikâyeleri de romanları kadar güçlü ve etkilidir. Öyküleri Maupassant
tarzı (olay hikâyesi) öykülerdir.
 Birçok eseri filme alınmış olan yazarın eserlerinde sıradan insanlar, işçiler, köylüler anlatılmıştır. Zengin-fakir, ezen-
ezilen çatışmaları bu eserlerin omurgasını oluşturur.
 Baba Evi, Avare Yıllar ve Cemile, yazarın kendi hayatından alınmış otobiyografik özellikler taşıyan romanlarıdır.
 Murtaza, yazarın şöhrete adım attığı önemli romanıdır. Romanda, gece bekçisi olarak çalışan Murtaza’nın gülünç
ciddiyeti ve onu işçilere düşman eden zalimliği anlatılmıştır.
 Bereketli Topraklar Üzerinde romanında, para kazanmak umuduyla köyden ayrılıp, Çukurova’ya çalışmaya giden bir
grup yoksul insanın dramı işlenmiştir.
 Hanımın Çiftliği romanı, Vukuat Var romanının devamıdır. Vukuat Var romanında başlayan olay örgüsü Hanımın
Çiftliği’nde devam eder. Romanda, Adana’da bir fabrikada işçi olarak çalışan Güllü’nün güzelliği ile dikkat çekmesi, bir
çiftliğe hanım olması ve trajedi ile biten olaylar zinciri ele alınır.
 Gurbet Kuşları romanında, 1950’li ve 1960’lı yıllarda İstanbul’a gelen gurbetçilerin hüzünlü hikâyeleri anlatılır.
59
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
 Devlet Kuşu romanında başkahraman Avare Mustafa’nın kişiliğinde tembel yaradılışlı ve kolay yoldan zengin olma
hayali kuran insanlar anlatılmıştır.
 El Kızı romanında gelin kaynana çatışmasını ele almıştır.
 Sanatçının, Marksizm teorilerinden beslenen romanlarının çoğu sinemaya aktarılmıştır.
Roman: Baba Evi, Avare Yıllar, Murtaza, Cemile, Bereketli Topraklar Üzerinde, Suçlu, Devlet Kuşu, Vukuat Var, Gavurun Kızı,
Dünya Evi, El Kızı, Hanımın Çiftliği, Eskici ve Oğulları, Gurbet Kuşları, Sokakların Çocuğu, Kanlı Topraklar, Bir Filiz Vardı,
Müfettişler Müfettişi, Yalancı Dünya, Evlerden Biri, Arkadaşlık Islıkları, Sokaklardan Bir Kız, Üçkağıtçı, Kötü Yol, Tersine
Dünya
Hikâye: Ekmek Kavgası, Sarhoşlar, Çamaşırcının Kızı, 72. Koğuş, Grev, Arka Sokak, Kardeş Payı, Babil Kulesi, Dünyada Harp
Vardı, Mahalle Kavgası, İşsiz, Önce Ekmek
Oyun: İspinozlar (Yalova Kaymakamı), 72. Koğuş (hikâyeden uyarlama)
Anı: Nazım Hikmet’le Üç Buçuk Yıl

3. BĠREYĠN ĠÇ DÜNYASINI ELE ALAN ROMANLAR


 Toplumcu gerçekçilerden farklı olarak insan gerçekliğini toplumsal yönüyle değil, psikolojik yönüyle anlatma gayreti
içine girmişlerdir.
 Olaylardan ve insanlardan hareketle bireyin iç dünyasını anlatmışlardır.
 Toplumda bireyin yabancılaşmasını anlatırken bunun sosyoekonomik yönünden çok, bireyin ruh durumunu analiz
etmeye çalışmışlardır.
 Psikolojik roman ve öyküde yazarın dikkati, bireyin iç dünyasına yöneldiği için olay örgüsüne bağlı merak unsuru ikinci
planda kalmış, bireyin ruh hali ve iç çatışmaları gerçekçi psikolojik tasvirlerle verilmiştir.
 Mekân betimlemesine özel bir önem vermişlerdir. İnsan gerçekliğinin farklı yönlerini ele almışlardır.
 Birey kavramından yola çıkarak bireysel çözümlemeler yapmışlardır.
 Bireyin bunalım, sıkıntı, yabancılaşma ve yalnızlıklarını ele almışlardır.
 İnsanların ruhi boyutundan yola çıkmışlar, psikolojinin insan üzerindeki etkilerini anlatmışlardır.
 Psikoloji ve psikiyatri biliminden faydalanmışlar; çağrışım gücü yüksek, sanatsal yönü güçlü bir dille ruh
çözümlemelerine (tahlillerine) sıkça başvurmuşlardır.
 Ruhsal bunalım, topluma yabancılaşma, yalnızlık, toplumla hesaplaşma, iç dünya ile yüzleşme ve sorgulama, bilinçaltına
yöneliş, iç sıkıntısı gibi konuları ele almışlardır.
 Eserlerinde özellikle iç monolog, bilinç akışı gibi teknikleri kullanmışlardır.
 Genellikle dar ve kapalı mekânlarda, sınırlı sayıda kahramanlara yer vermişlerdir.
 Abdülhak Şinasi Hisar’ın Fehim Bey ve Biz adlı romanı, Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Matmazel
Noraliya’nın Koltuğu, Yalnızız, Bir Tereddüdün Romanı adlı eserleri bu grupta değerlendirilebilir.
 Ahmet Hamdi Tanpınar’ın karmaşık ruh durumlarını tasvir eden Huzur adlı eseri, Tarık Buğra’nın İbiş’in Rüyası adlı
romanı; Mustafa Kutlu’nun Canlı Diyaloglar, İç Konuşmalar, Yerel Sözcükler ve geleneksel anlatı unsurlaır ile
oluşturduğu Hüzün ve Tesadüf gibi pek çok öyküsü; Sâmiha Ayverdi’nin İbrahim Efendi Konağı adlı eserinde yaşanan,
özellikle geçmiş-şimdi çatışması, Batılılaşma ile meydsna gelen değişimin aileyi olumsuz etkilemesi, bireyin iç
dünyasından hareketle verilir.
Temsilcileri
Peyami Safa
Ahmet Hamdi Tanpınar
Tarık Buğra
Sâmiha Ayverdi
Abdülhak Şinasi Hisar
Halikarnas Balıkçısı
Memduh Şevket Esendal
Sevinç Çokum

AHMET HAMDĠ TANPINAR


 Edebiyat profesörü olan sanatçının şiir, roman, hikâye, deneme ve inceleme türlerinde yetkin eserleri vardır.
 Edebiyat fakültesinde öğrencisi olduğu Yahya Kemal Beyatlı’dan etkilenmiştir. Ama ilk eserlerinde Yahya Kemal’den
çok Ahmet Haşim’in izleri görülür.
 Batı’dan ise Baudelaire, Verlaine, Mallerme ve özellikle de Valery gibi sembolist şairleri örnek almıştır. Sembolizm
akımından etkilenmiştir. Doğu ve Batı kültürü bilinçli bir şekilde sentezlemiştir.
 Dili sadedir, hece ölçüsünü başarıyla kullanmıştır. Şair, başlangıçta heceyi kullanmasına rağmen sonraları serbest şiire
geçmiştir.
 Bergson felsefesinin etkisiyle şiirinde sıklıkla zaman kavramına başvurur. Zamanı, çok katlı ve karmaşık bir akış olarak
ele alan sanatçının Ne İçindeyim Zamanın, Bursa’da Zaman şiirleri bu anlayışla kaleme alınmıştır.
 Eserlerinde tarih, zaman, rüya, musiki, ruh hâlleri, çevre ve insan ilişkisi, bilinçaltı, medeniyet sorunu önemli bir yer
tutar.
 Şiirleri kadar romanlarında da başarılı olan sanatçının ilk romanı Mahur Beste’de Osmanlı Devleti’nin son döneminde
seçkin bir çevrenin yaşayışı sergilenmiştir. Bu romanın ardından, yazarın kendi yaşamından da izler taşıyan ve Türk
60
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
edebiyatının en başarılı romanlarından olan Huzur yayımlanmıştır. Kurtuluş Savaşı’nı konu alan Sahnenin Dışındakiler,
Türk insanının Doğu ve Batı arasında bocalamasını irdeleyen Saatleri Ayarlama Enstitüsü, tamamlanamamış ve
öldükten sonra notları içerisinden toparlanarak yayıma hazırlanan Aydaki Kadın adlı romanları Türk edebiyatında bu
türün başarılı örneklerindendir.
 Hikâyeleri Abdullah Efendi’nin Rüyaları ve Yaz Yağmuru adıyla yayımlanmıştır.
 Yazarın bir diğer önemli yapıtı Beş Şehir’dir. Yazınımızda önemli bir yere sahip olan bu deneme kitabında yazar,
‘’İstanbul, Ankara, Bursa, Konya, Erzurum’’ şehirlerini anlatmıştır.
 Edebiyat tarihi alanında kaleme aldığı 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, önemli bir araştırma eseri kabul edilir.
ġiir: Bütün Şiirleri
Roman: Huzur, Mahur Beste, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Sahnenin Dışındakiler, Aydaki Kadın,
Hikâye: Abdullah Efendi’nin Rüyaları, Yaz Yağmuru
Deneme: Beş Şehir, Yaşadığım Gibi
Ġnceleme: Edebiyat Üzerine Makaleler, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Tevfik Fikret, Yahya Kemal

4. MODERNĠZMĠ ESAS ALAN ESERLER


 Çağdaşlık ve çağcıllık anlamlarına gelen modernizm, sanatta eski biçim ve içerik anlayışına karşı çıkan yenilikçi bir
anlayışı temsil eder.
 Batı’da ortaya çıkan aydınlanma düşüncesi, Sanayi Devrimi ve bütün bunların getirdiği şehirleşme ile yüksek konforlu
hayatın kişi ve toplum üzerindeki etkilerinin sanatçılara yansımasını ifade eden bir edebiyat hareketidir.
 Modernizm, genel anlamıyla geleneksel olanı yeni olana tabi kılma tutumuna, yerleşik ve alışılmış olanı yeni ortaya
çıkana uydurma eğilimine ve buna uygun düşünce tarzına verilen addır.
 Modernizmde ‘’Şeyler (nesneler) göründükleri gibi değildir. ‘’, yerleşik kabullere modern toplumun vasatilik (sıradanlık)
ve bayağılığına isyan etmek, karşı çıkmak gerekir.
 Modernizm insanın dışındaki toplumsal dünyayı yalın bir biçimde yansıtmadan kaçınır.
 Alegorik (sembolik) anlatıma önem verilir. Çünkü duygu, düşünce ve davranışlarıyla karmaşık bir varlık olan insanı
başka türlü anlatmak olanaksızdır.
 Bireyin bunalımları ve toplumla çatışması anlatılır, bireyin hayatının huzursuzluk üzerine kurulduğu ana düşüncesi
işlenir.
 Batı edebiyatında Marcel Proust, Virginia Woolf, James Joyce, Henry James, William Faulkner gibi sanatçıların
öncülüğünde ortaya çıkan bu sanat anlayışının bizim edebiyatımızdaki ilk ürünleri II. Dünya Savaşı ile görülür.
 Modern hayatın ve şehirleşmenin insan ve toplum hayatında yol açtığı sorunlar, bencillik ve yalnızlık, sanayileşme ve
çalışma hayatının tükettiği insan ilişkileri, toplumdan kaçış, modernizm akımına uygun eser veren sanatçıların işlediği
başlıca temalardır.
 Sanatçılar eserlerinde geleneksel anlatım kalıplarını kırmışlar ve bilinç akışı tekniğini kullanmışlardır. Yine geleneksel
anlatım teknikleri olan diyalog ve öyküleme (tahkiye) tekniklerini bilinen biçimleri ile kullanmaktan uzak durmuşlardır.
 Bilinç akışı tekniğine uygun olarak yazar, anlatıda kronolojik bir sıra takip etmez. Eserde, zaman içinde geriye dönüşler,
ileriye sıçramalar görülebilir.
 Sanatçı, metnini oluşturan cümleleri arasında bağdaşıklık (anlam) ve bağlaşıklık (dil bilgisi) açısından uyum bulunması
endişesi taşımaz. Anlatım, serbest çağrışımlar ve özgür bir kurguyla tümüyle sanatçının elindedir.
 Kişinin çevresi, doğal bir anlatımla betimlenmez. Bu çevrenin gerçekte neye karşılık geldiği sanatçının süzgecinden
geçirilerek aktarılır. Bu da çoğunlukla soyut ve karmaşık bir dünyaya işaret eder. Bu durum, yerleşik düzene isyan
anlamına gelirken modern toplumun sıradanlık ve bayağılığına da karşı çıkışı ifade eder.
 Kişilerin toplumsal statüleri, kim oldukları önemsenmez. Kişiler, milyonlarca benzerlerinin bunalım ve psikolojisini
anlatmak için bir araçtır.

OĞUZ ATAY
 Modern Türk edebiyatının en önemli ve yenilikçi yazarlarından biridir.
 Eserleri ile kendisinden sonraki kuşağın edebiyat algısı üzerinde etkili olmuştur.
 Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır.
 Oğuz Atay, Tutunamayanlar’ın yayımlanmasından sonra önemli bir tartılmanın odak noktası olmuştur. Bu romanıyla
1970 TRT Roman Ödülü’nü kazanmıştır.
 Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar, eleştirmen Berna Moran tarafından ‘’Hem
söyledikleri hem de söyleyiş biçimi ile bir başkaldırı’’ olarak nitelendirilmiştir.
 Birçok eleştirmene göre Tutunamayanlar’daki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya
getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır.
 Oğuz Atay, özellikle Tutunamayanlar romanında modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan
kopuşları ve toplumsal ahlaka, kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireyin iç dünyasını anlatır.
 Eserlerinde düş ile gerçeğin birbirine karışması, üst kurmacanın kurgunun ana ilkesi olması Oğuz Atay’ı postmodernist
kategorisinde eser veren ilk yazar yapmıştır.
Roman: Tutunamayanlar, Tehlikeli Oyunlar, Bir Bilim Adamının Romanı (biyografrik roman)
Hikâye: Korkuyu Beklerken
Oyun: Oyunlarla Yaşayanlar

61
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
MODERNĠZM SONRASI: POSTMODERNĠZM VE TEMEL ĠLKELERĠ

 Modernizmin ve modern olanın sorgulanması, düşünce insanlarını ve sanatçıları postmodern (modern sonrası) kavramına
götürmüştür.
 Modernizmin bir sanat anlayışı olarak tıkandığını ve yaşadığımız toplumsal olguları açıklamakta yetersiz kaldığını
düşünenler modern sonrası bir aşamada olduğumuzu söyleyerek ‘’postmodernizm’’ olarak adlandırılan bir sanat
anlayışını savunmuşlardır.
 Yaşanılan dünyanın ve olguların, modern ve akla uygun kavramlarla açıklanamayacağı düşüncesinden yola çıkan
postmodernizm olayların ve olguların saçma ve mizahi taraflarına vurgu yapar.
 Postmodernist anlayışla kaleme alınan romanlarda sanatçı, okuyucuyu belirsizliklerle dolu kurmaca bir dünya içine
sürükler.
 Yazar, sanat ile gerçek hayat arasındaki ilişkinin paralel düşünülmesini mümkün kılacak mantık düzeninden uzak durur.
 Postmodern romanda; metinler arasılık, montaj, pastiş, üst kurmaca, parodi gibi yeni tekniklere yer verilir. Üst kurmaca
tekniği ile eserin yazılış süreci konuya dâhil edilir. Yazar, eserine yönlendirici ve etkileyici biçimde müdahale eder.
Gerçeklikle fantastik olan birleştirilerek verilir.
 Postmodern romanda karşılaşılan bir başka özellik de polisiye/gerilim ögelerinin işlenmesidir. Ayrıca tarihe yönelme,
tarihsel kişilikleri sıradanlaştırma da bu roman türünde görülen özellikler arasındadır.
 Dil, bilinen kalıpların dışında kullanılarak okuyucu metne yabancılaştırılır. Okuyucunun, kurgunun peşine takılıp
gitmesine izin vermeyecek müdahalelerde bulunulur.
 Roman kişinin karmaşık iç dünyasını anlatabilmek için alışılmamış anlatım teknikleri, farklı bakış açıları kullanılır.
 Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı, edebiyatımızda Batı edebiyatından önce postmodern
anlayışla kaleme alınan çok önemli bir örnek olarak kabul edilir.
 Bu tarz romanın edebiyatımızdaki ilk örneği Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar adlı eseridir.
Temsilcileri
Yusuf Atılgan Tezer Özlü Vüs’at O. Bener
Ayla Kutlu Pınar Kür Nedim Gürsel
Bilge Karasu Necati Tosuner Hasan Ali Toptaş
Leyla Erbil Selim İleri Füruzan
Adalet Ağaoğlu Rasim Özdenören İhsan Oktay Anar
Oktay Akbal Nazlı Eray Alev Alatlı
Oğuz Atay Ferit Edgü
İnci Aral Sait Faik Abasıyanık
Orhan Pamuk Nezihe Meriç
Tahsin Yücel Latife Tekin

DÜNYA EDEBĠYATINDA ROMAN


İspanyol yazar Cervantes’in Don Kişot adlı eseri, roman türünün başarılı ilk örneği kabul edilir. Fransız edebiyatında Victor
Hugo’nun Sefiller, Notre Dame’ın Kamburu; Balzac’ın Vadideki Zambak, Goriot Baba, Flaubert’in Madam Bovary, Stendhal’ın
Kırmızı ve Siyah, Emile Zola’nın Nana; Alman edebiyatında Goethe’nin Genç Werther’in Acıları, Thomas Mann’ın Buddenbrook
Ailesi; İngiliz edebiyatında Charles Dıckens’ın İki Şehrin Hikâyesi, Olıver Twist, Daniel Defoe’nun Robınson Crusoe; Rus
edebiyatında Dostoyevski’nin Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler, Tolstoy’un Anna Karenina, Savaş ve Barış, Gogol’ün Ölü
Canlar; Gorki’nin Ana, Benim Üniversitelerim, Turgenyev’in Babalar ve Oğullar; Amerikan edebiyatında Jack London’ın
Vahşetin Çağrısı, Beyaz Diş, John Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar, Gazap Üzümleri, Ernest Hemingway’in Yaşlı Adam ve Deniz,
Çanlar Kimin İçin Çalıyor; Kırgız edebiyatında Cengiz Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel, Beyaz Gemi adlı eserleri dünya
edebiyatında roman türünün tanınmış örneklerindendir.

ERNEST HEMĠNGWAY
 Amerikan edebiyatının en önemli isimlerinden olan yazar İllinoist’da (İlinoy) doğdu.
 Bir müzisyen olan annesinden müzik eğitimi aldı. Liseyi bitirdikten sonra muhabirlik yapmaya çalıştı. Bu yıllarda I.
Dünya Savaşı patlak verdi.
 Yazar, gözlerindeki rahatsızlık sebebiyle orduya alınmadı. Birkaç yıl sonra Amerikan Kızıl Haç birliğine gönüllü olarak
girmeyi başardı. Buradaki görevi esnasında cephede yaralanarak terhis oldu. Yeniden muhabirlik yapmaya başladı.
 Fransa, Yunanistan, Almanya, İspanya, İtalya, İsviçre ve Türkiye gibi pek çok ülkeyi dolaştı. Gezdiği ülkelerde
maceradan maceraya atıldı.
 Ustaca yazdığı kısa hikâyeleri ile sanat hayatına adım atan yazar, sonraki yıllarda romanları ile de büyük başarı gösterdi.
 Eserlerinde kısa cümleleri ustalıkla kullandı. Etkileyici diyaloglara yer verdi.
 Roman kurgusunda gösterdiği başarı ile pek çok yazarı etkiledi.
 Savaşta yaşadığı ve tanık olduğu olaylar, dünyanın değişik yerlerinde yaşam mücadelesi veren insanları, savaşın neden
olduğu yıkımı, doğayı konu edindi.
62
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
 1953’te Plitzer Ödülü’nü, 1954’te ise Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı.
Roman: Güneş de Doğar, Silahlara Veda, Ya Hep ya Hiç, Çanlar Kimin İçin Çalıyor, Irmağın Ötesinde ve Ağaçların Arasında,
İhtiyar Adam ve Deniz
Hikâye: Üç Öykü ve On Şiir, Kazanan Bir Şey Almaz

63
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
7. ÜNĠTE

TĠYATRO
 Tiyatro Eski Yunan’da ‘’seyircilerin oturduğu yer’’ anlamına gelir. Tiyatro bir öyküyü sahne olarak ayrılmış yerde,
oyuncuların söz ve eylemleriyle canlandırma sanatıdır. Tiyatro için ‘’oyun’’ ve ‘’piyes’’ adları da kullanılmıştır.
 Tiyatro ‘’olay çevresinde gelişen edebi metinler’’ arasında yer almaktadır. Sahnede oynanmak için yazılan eserlere genel
olarak ‘’dramatik metin’’ denir. Tiyatro ayrıca ‘’göstermeye bağlı metin’’ olarak da adlandırılır.
 Klasik bir oyun düzeninde serim, düğüm, çözüm sıralaması vardır. Fakat modern tiyatro oyunlarında genellikle bu
akıştan söz edilemez. Serim bölümünde olaya katılan kişilerin özellikleri, kimlikleri, olayla ilgileri ve konu hakkında
bilgi verilir. Düğüm bölümünde, kişiler arasındaki çatışma ortaya konulur ve okuyucuda/izleyicide merak duygusu
uyandırılır. Çözüm bölümünde çatışma, sorunlar ve merak bir sonuca bağlanır.
 Dramatik eserler perde ve sahnelere ayrılır. Oyun içindeki ana bölümlerden her birine ‘’perde’’ adı verilir. Perdenin
içinde yer alan ve kişilerin sahneye girip çıkışıyla değişen küçük bölümlere ‘’sahne’’ denir. Sahne, perdenin alt
bölümüdür. Türk edebiyatında sahne sözcüğü yerine ‘’fıkra’’ ve ‘’meclis’’ sözcükleri de kullanılmıştır.
 Tiyatro diğer yazınsal türlerden farklı olarak yazıyı ve sözü olduğu kadar eylemi de içerir. Diğer türlerden farklı olarak
yaratıcısı kadar izleyicisini de kapsar. Yani metin olarak okunduğunda diğer türler gibidir ama sahnede sergilendiğinde
varlığı, anlamı, işlevi izleyicisine bağlıdır.
 Roman ve öyküyle tiyatro arasındaki önemli farklılıklardan biri de tiyatroda betimlemenin yerine göstermenin egemen
olmasıdır. Yani bir romanda ya da öyküde temel anlatım biçimlerinden biri olan betimleme, tiyatro oyununda mekanı ya
da kişiyi sadece ana hatlarıyla belirleyici bir çerçevededir. Olaylar, sorunlar, durumlar, kişiler daima eylem halinde
yansır okuyucu ve izleyiciye.
 Tiyatroda dramatik dil hakimdir. Çünkü tiyatro eseri sadece okunmak için değil, oynanmak için yazılır. Bu da onun dilini
diğer yazınsal türlerin dillerinden ayırır. Tiyatro oyununda, sıradan ve günlük bir konuşma bile oyunun temelindeki
dramatik gerilimi yansıtmanın en güçlü aracıdır. Tiyatro türünün temel anlatım biçimi konuşmadır. Bu bazen iki kişilik
bir konuşma bazen de tek başına kendi kendine bir konuşma yani monolog halindedir.
 Tiyatro ilk önce ‘’trajedi’’, ‘’komedi’’ olmak üzere iki kolda gelişmiştir. Daha sonra 19.yüzyılda romantizmin etkisiyle
dram türü ortaya çıkmıştır. 20.yüzyılda ise ‘’absürt tiyatro’’ ve ‘’epik tiyatro’’ gibi türler ortaya çıkmıştır.
 Türk edebiyatında tiyatro ‘’geleneksel tiyatro’’ ve ‘’modern tiyatro’’ olmak üzere ikiye ayrılır. Geleneksel tiyatro
‘’Karagöz (gölge oyunu)’’, ‘’orta oyunu’’, ‘’meddah’’, ‘’köy seyirlik oyunları’’ olmak üzere dörde ayrılır. Modern
tiyatro Tanzimat Dönemi’nde başlamıştır. Batılı modern anlamda ilk tiyatro Şinasi’nin Şair Evlenmesi adlı eseridir.
Şinasi dışında Tanzimat Dönemi’nde Namık Kemal, Abdülhak Hamit Tarhan, Ahmet Mithat Efendi, Recaizade Mahmut
Ekrem de tiyatro türünde eserler kaleme almıştır. Ahmet Vefik Paşa Fransız yazar Moliere’nin tiyatro oyunlarını
dilimize çevirmiş ve uyarlamıştır. Milli Edebiyat Dönemi’nde Musahipzade Celal ve İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci ön
plana çıkmıştır.Cumhuriyet Dönemi’nde Orhan Asena, Turan Oflazoğlu, Haldun Taner, Refik Erduran, Güngör Dilmen,
Recep Bilginer, Ahmet Kutsi Tecer, Necip Fazıl Kısakürek gibi isimler ön plana çıkmıştır.

TĠYATRO METĠNLERĠNĠN BĠÇĠMSEL ÖZELLĠKLERĠ

Tiyatro metinlerinin kendilerine has biçim ve yazım özellikleri vardır. Mekan, kişiler, hareketler, diyaloglar belirli biçimlerde
ortaya konulur.
Mekânın ve hareketlerin betimlenmesi:
 Tiyatroda olaylar oluş halinde aktarılır. Olaylar yazarın ağzından aktarılmaz. Oyundaki kişiler tarafından doğrudan
ortaya konulur. Fakat bazı metinlerde olaylar, ‘’anlatıcı’’ veya ‘’koro’’ tarafından özetlenebilir.
 Bazı tiyatro türlerinde kişilerin hareketleri ruh dünyası ‘’dans’’ ve ‘’müzik’’ aracılığıyla aktarılabilir.
 Tiyatroda mekan, dekor sayesinde ortaya konulur.

Diyalog ve monologların yazılış biçimi:


 Tiyatro metinleri karşılıklı konuşmalar şeklinde yazılır. Karşılıklı konuşmalar ‘’diyalog’’ sözcüğüyle karşılanır.
Konuşmalar, bir oyunun olay dizisini geliştirmede, oyun kişilerini nitelendirmede ve çatışmaları ortaya çıkarmada önemli
bir araçtır.
 Konuşmalar karşılıklı biçimde ise ‘’diyalog’’; kişinin kendi iç konuşması biçiminde veya tek kişilik ise ‘’monolog’’ adını
alır.
 Konuşmalar, oyun kişileri ve kişilerin yaşadıkları çevre ve dönem hakkında bilgi edinmemizi sağlar.
64
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
Kişilerin belirtilmesi:
 Oyunda yer alacak kişiler, oyunun başında ‘’kişi listesi’’ adıyla aktarılır. Bu tiyatro metinlerinde kişilerin birbiriyle
ilişkileri ve özellikleri verilir.
 Kişilerin birbiriyle konuşurken hangi ses tonunu kullanacakları ve hareketleri metin içinde yay ayraç ile belirtilir.
Kişilerin ruhsal durumu da yay ayraç içindeki açıklamalarla verilir.

Sahnelerin ayrılması:
 Metnin başında oyunun kaç perde ve sahneden oluştuğu belirtilir. Her perdenin başında o sahnenin nerede geçtiği ve
dekorun nasıl düzenleneceği ayrıntılı bir şekilde açıklanır.

TĠYATRONUN YAPI UNSURLARI

1. DRAMATĠK ÖRGÜ
 Tiyatrodaki ‘’olay’’ da roman ve hikâyedeki gibi kurmacaya dayanır.
 Roman, hikâye gibi türlerdeki olay örgüsüne tiyatroda ‘’dramatik örgü’’ denir.
 Dramatik örgü, yazarın amacı ölçüsünde öykünün büyütüldüğü ve düzenlendiği dokudur.
 Dramatik örgü, sebep-sonuç bağı ve mantıksal gelişim içinde belli bir yerde başlayan, gelişen sonra da sonuçlanan bir
bütündür.
 Dramatik örgüyü ‘’serim, çatışma/düğüm, doruk noktası/çözüm’’ ögeleri ortaya çıkarır. Serim oyunun başlangıcı ve ilk
bölümdür. Serimde kişiler tanıtılır. Düğüm; çatışmalardan, birtakım gizlerden ya da kişilerin karakter özellikleriyle
oluşturulur. Doruk noktası, gerilimin ve çatışmanın en üst seviyede olduğu bölümdür ve çözüm bölümünde yer alır.
Çözüm oyunun son bölümüdür. Burda dramatik örgüde ortaya çıkan sorunlar, düğümler çözüme kavuşur.

2. YER (MEKÂN-ÇEVRE)
 Mekan tiyatronun sahne sanatı olması ve anlatıcının bulunmaması dolayısıyla roman ve hikayeden farklıdır. Roman ve
hikaye gibi türlerde yer, betimleme ve çözümlemelerle anlatılır. Tiyatroda ise yerin taklit ve temsil edilmesi gerekir.
 Tiyatroda mekan tasvirleri yapılmaz
 Tiyatroda kişilerinin olayları yaşadıkça mekanı seyirciye göstermek için yapma ve somut bir tarzda hazırlanan çevrelere
‘’dekor’’ denir.

3. ZAMAN
 Olayların geçtiği süre, zaman kavramı ile ifade edilir. Zamana ait ifadelerin hepsinin kullanılması mümkün olmadığı için
‘’üç ay sonra’’, ‘’bir yıl sonra’’ gibi ifadeler kullanılarak zamanda atlamalar yapılır
 Seyircide zaman telkini aksesuar ve kıyafet aracılığıyla yapılır.
 Trajedi ve komedide olayların en fazla 24 saatte geçme zorunluluğu vardır fakat dramda bu zorunluluk yoktur.
 Tiyatroda genel olarak iki zaman dilimi vardır:
Kozmik Zaman Dilimi: Oyunun sahnelendiği zaman, perdenin açılması ile kapanması ve oyunun bitişi arasındaki zaman
dilimidir. Bu zaman dilimi saat cinsinden olabileceği gibi oyun okunuyorsa okuma süresi olarak da anlaşılabilir.
Varsayılan Zaman Dilimi: Oyunun içinde kahramanların yaşadığı zamana verilen isimdir. Olayların geçtiği zaman dilimidir.
Zamanda ‘’geriye dönüş’’ tekniği kullanılabilir. Zamanın kullanılması tiyatro anlayışlarına ve akımlara göre değişir.

4. KĠġĠLER
 Dramatik örgünün de çatışmanın da temelinde insan yani kişiler vardır. Çünkü tiyatronun temel ögesi insandır. İnsansız
bir tiyatro eseri düşünülemez. Kişiler, toplumsal ilişkileri içinde verilir. Oyun kişileri çevresinden soyutlanamaz.
Toplumsal ilişkilerin dramatik anlam kazanması için karşıtlık, çatışma, denge, gelişme kurallarının dikkate alınması
gerekir.
 Tiyatrodaki kişiler ya insanın ortak ve genel özelliklerini simgeleyecek biçimde ‘’tip’’ olarak ele alınır ya da insanın
ayrıntılı gerçeğini yansıtacak biçimde ‘’karakter’’ olarak işlenir.
 Karakterin karmaşık yapısı vardır. Karakter, tek boyutlu değil, çok boyutludur. Kalıplaşmış değil, gelişim içindedir.
Tipin bir yönü vurgulanır. Tüm insanlarda görülen bir yön (cimrilik, kıskançlık) tek bir kişi üzerinde toplanır. İnsanlığa
özgü ortak bir niteliğin sivriltilmiş bir biçimde tek kişide toplanması olgusuna ‘’tipleştirme’’, böyle kişilere ‘’tip’’ denir.

65
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
5. ÇATIġMA
 Bir tiyatro oyununda, anlayış ya da savunulan değerlerin karşıtlığından kaynaklanan durumlar ‘’çatışma’’ olarak
adlandırılır. Çatışma dramatik örgüyü geliştiren maddi ve ruhsal karşıtlık, engeller, geciktirmeler, tartışmalar çatışma
kapsamına girer.
 Tiyatro evrensel bir sanat dalıdır ve yaşamdaki çatışmaları sergileyerek insanoğlunun gerçeğe erişmesini amaçlar. Bu
nedenle tiyatro oyununun temel ögesini çatışma oluşturur. Örneğin bir insanın gerçekleştirmek istediği hayaller ile o
hayalleri gerçekleştirebilmesinin ailesel, ekonomik, sosyal, kültürel vb. imkansızlığı arasında büyük bir zıtlık vardır. Bu
noktada bir çatışma ve gerilim söz konusudur.

TĠYATRO TÜRLERĠ

MODERN TÜRK TĠYATROSU

1.TRAJEDĠ (TRAGEDYA)
 Trajedi, bağbozumu tanrısı Dianysos adına yapılan dinî törenlerden doğan; seyircide acıma ve korku duyguları
uyandırarak ruhu tutkulardan temizlemek için yazılan ve kendisine özgü kuralları olan tiyatrodur.
 Trajediler baştan sona kadar ciddi ve ağırbaşlı bir hava içinde geçer.
 Konusunu efsanelerden, mitolojiden veya tarihsel olaylardan alan, acıklı bir şekilde sonuçlanan tiyatrolardır.
 Kişiler; tanrı, tanrıça gibi olağanüstü varlıklar veya soylu kişiler, üst tabakadan insanlardır.
 Ahlak ve erdeme önem verilir.
 Seçkin bir üslubun kullanılmasına özen gösterilir.
 Öldürme, yaralama gibi kaba ve çirkin olaylar sahnede gösterilmez.
 Klasisizm akımının içinde şekillenmiştir. Bu akımın özelliklerini taşır.
 Beş perdeden oluşur. Perde arası yoktur. Ara verilmeden oynanır.
 Diyalog ve koro bölümlerinden oluşur. Dramatik bölümler yani olayın geçtiği yerler diyaloglardan, lirik bölümler ise
korodan oluşur. Korolar şarkı ve dansla söylenir. Koro bir şehrin ihtiyar erkekleri veya kadınlarıdır. Koro, eyleme
karışmaz, olup bitenlere seyirci kalır.
 Nesirle oluşturulanları da olsa da genellikle nazımla yazılır.
 Üç birlik kuralına uyulur.
Üç Birlik Kuralı: Zaman, mekân ve olay birliğidir. Bir trajedide olaylar en çok bir gün içinde, tek bir yerde ve tek bir olay
çevresinde gelişir.
Trajedi yazarları şunlardır:
Eski Yunan edebiyatında: Aiskhylos, Sophokles, Euripides
Fransız edebiyatında: Corneille, Racine
Türk edebiyatında: Abdülhak Hamit Tarhan

2. KOMEDĠ (KOMEDYA)
 İnsanların, durumların ve olayların gülünç yönlerinin ortaya konduğu ve eleştirel bir bakış açısı taşıyan tiyatro türüdür.
 Komedide kişisel ya da toplumsal bozukluklar, gülünçlükler ortaya konularak seyirciyi güldürme yoluyla düşündürme ve
doğru yola yönlendirme amacı güdülür.
 Konular günlük hayattan seçilir.
 Halktan kişilere yer verilir.
 Üslup yüceliği aranmaz. Her türlü söze yer verilir.
 Öldürme, yaralama gibi kaba ve çirkin olaylar sahnede gösterilir.
 Beş perdeden oluşur. Perde arası verilmez, ara vermeden oynanır.
 Diyalog ve koro bölümlerinden oluşur.
 Genellikle nazımla yazılır ancak nesirle yazılanları da vardır.
 Üç birlik kuralına bağlıdır.
 Komedi yazarları şunlardır:
Eski Yunan edebiyatında: Aristophanes
Fransız edebiyatında: Moliere
Rus edebiyatında: Gogol
Türk edebiyatında: Şinasi (Şair Evlenmesi), Haldun Taner, Turgut Özakman

66
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
 Komediler konularına göre çeşitli adlar alır:
a) Karakter Komedisi: İnsan karakterinin gülünç ve aksak yanlarını gösteren komedyalardır. Moliere’nin ‘’Cimri’’,
‘’Tartuffe’’, Shakespeare’in ‘’Venedik Taciri’’ türün örnekleridir.
b) Töre Komedisi: Toplumun gülünç ve aksak yönlerini gösteren komedyalardır. Moliere’nin ‘’Gülünç Kibarlar’’,
Gogol’ün ‘’Müfettiş’’ve Şinasi’nin ‘’Şair Evlenmesi’’ türün örnekleridir.
c) Entrika Komedisi: Olaylar merak uyandıracak ve şaşırtacak şekilde düzenlenerek ve genellikle güldürmekten başka bir
amaç güdülmeden yazılan komedyalardır. Moliere’nin ‘’Scapin’in Dolapları’’, Shakespeare’nin ‘’Yanlışlıklar
Komedyası’’ türün örneklerindendir. Entrika komedyasına günümüzde ‘’vodvil’’ adı verilmektedir.
d) Yergi Komedyası: Olayları abartılı biçimde ele alan ve bu abartmaların verdiği tuhaflıklar aracılığıyla güldürmeye
yönelen komedya türüdür.
e) Satir: Olaylar ve durumlar içerisinde insanları iğneleyici biçimde yeren, kişileri, yaşanılan siyasal ve toplumsal olayları
taşlayan komedya biçimidir.

1. DRAM
 Yaşamın acıklı ve gülünç bütün gerçeklerini yansıtmayı amaçlayan tiyatrolardır. Trajedi ile komedi arasında karma bir
tiyatro türüdür.
 Üç birlik kuralına uyulmaz.
 Perde sayısı yazarın tercihine bağlıdır.
 Olaylar, tarihten veya günlük yaşamdan alınabilir.
 Kişiler, toplumun her kesiminden seçilebilir.
 Vurma, yaralama, öldürme gibi çirkin ve kaba olaylar sahnede gösterilebilir.
 Nazım ve nesir bir arada kullanılır.
 İlk örneklerini İngiliz sanatçısı Shakespeare’nin verdiği dramın ilkelerini 19.yüzyıl sanatçısı Victor Hugo belirlemiştir.
 Dram yazarları şunlardır:
İngiliz edebiyatında: Shakespeare
Fransız edebiyatında: Victor Hugo, Diderot
Türk edebiyatında: Namık Kemal, Abdülhak Hamit Tarhan, Reşat Nuri Güntekin, Haldun Taner, Turan Oflazoğlu

GELENEKSEL TÜRK TĠYATROSU


1.KARAGÖZ (GÖLGE OYUNU)

 Deriden veya mukavvadan kesilip boyanmış ‘’tasvir’’ adı verilen birtakım şekillerin (insan, hayvan, eşya, bitkivb.) beyaz
bir perde üzerinde arkadan ışık verilerek hareket ettirilmesiyle gerçekleştirilen oyuna gölge oyunu denir.

 Asya kaynaklı olduğu düşünülen gölge oyununun Anadolu’ya nasıl geldiği ve ne zaman başladığı kesin olarak
bilinmemektedir. Mısır Memluklularında çok yaygın olması nedeniyle Osmanlı-Memluk münasebetleri yoluyla geçtiği
de sanılmaktadır. Bir rivayete göre Orhan Gazi zamanında cami inşaatı sırasında, inşaatta çalışan işçilerden Karagöz ve
Hacı İvaz adında iki arkadaşın hep komik hikayeler anlatıp sürekli birbirleriyle şakalaşmaları, diğer çalışanları meşgul
etmiş ve cami inşaatını yavaşlatmıştır. Bu nedenle biri demirci diğeri duvarcı olan işçiler padişah tarafından idam
ettirilmiştir. Daha sonra bu kararından pişman olan padişahın acılarını ve üzüntüsünü gidermek amacıyla Şeyh Küşteri
adında bir sanatkarın onlardan dinlediği komik hikayeleri kağıttan yaptığı şekillere arkadan ışık verip oluşturduğu gölge
yoluyla anlatması sonucu ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Karagöz perdesine ‘’Küşteri Meydanı’’ da denmiştir.

 Evliya Çelebi de gölge oyunu hakkında bazı bilgiler vermiştir.

 Karagöz oyunu Osmanlıca özellikle 17.yüzyıldan sonra iyice yaygınlaşmıştır. 19. yüzyılda ‘’hayal oyunu’’ diye
anılmıştır. Bu oyunlarda işlenen değişik konuların kimin tarafından düzenlendiği belli değildir.

Karagöz Oyununun Özellikleri

 Karagöz oyununda sahne yerine arkadan aydınlatılmış beyaz bir perde vardır.
 Oyun kişileri, deve derisinden ya da mukavvadan kesilmiş çeşitli hayvan, bitki veya eşya figürleridir. Figürleri
hareket ettiren , tarzlarına göre konuşturan kişiye ‘’hayali’’ denir.
 Yazılı bir metne bağlı kalınmadan oynanır. Oyunların genel hatları önceden bellidir. Fakat konunun işlenmesi
hayalinin ustalığıyla doğaçlama olarak sürdürülür.
67
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
 Karagöz oyununun en önemli kişileri Karagöz ve Hacivat’tır. Okumamış, cahil halkı temsil eden Karagöz ve aydın
kişileri temsil eden Hacivat birer tiptir.
 Oyunda Karagöz, Hacivat’ın kullandığı yabancı sözcükleri anlamaz görünüp sözcüklere yanlış anlamlar yükler ve
Hacivat ile de alay eder. Böylece oyunda çatışma başlar.
 Oyunda Karagöz ve Hacivat dışında Osmanlı toplumunda yer alan her kesimden insan tipine de yer verilir. Diğer
tipler, perdeye yalnızca Karagöz ve Hacivat ile konuşmak için gelirler ve konuşmaları bitince perdeden ayrılırlar.
 Karagöz oyunlarının vazgeçilmezlerinden biri de müziktir. Müzik eşliğinde sunulan bir oyundur.
 Usta-çırak ilişkisiyle gelecek kuşaklara taşınmıştır.

Karagöz Oyununun Bölümleri


1) Mukaddime (GiriĢ) : Oyunun başlangıç bölümüdür. Oyunun asıl konusuyla herhangi bir bağlantısı yoktur. Nareke adı
verilen kamıştan yapılmış düdük çalınırken göstermelik (ev, ağaç gibi tasvirler) perdede belirir. Ardından müzik
eşliğinde bir semai okuyarak Hacivat perdeye gelir. Semai bitince de ‘’Off..Hay Hak!’’ diyerek perde gazelini okur ve
Karagöz’ü perdeye davet eder. Bunun üzerine Karagöz de perdeye gelir.

2) Muhavere (SöyleĢme, AtıĢma) : Karagöz ile Hacivat’ın karşılıklı konuştukları, atıştıkları bölümdür. Muhavere Hacivat
ile Karagöz’ün kişiliklerini ortaya koyan herhangi bir konuşmadır.

3) Fasıl (Oyun) : Karagöz oyununun asıl bölümüdür. Oyunun diğer kişileri, bu bölümde görülür.

NOT : Karagöz oyunları ikiye ayrılır :


Kâr-ı kadîm (eski usul, klasik) : Eskiden beri bilinen ve oynatılan oyunlardır.
Nev-i Îcad (yani oluşturulmuş, modern) : Sonradan çıkarılan oyunlardır.

4) BitiĢ (Hitam, Final) : Bu bölümde Karagöz, Hacivat’a bir tokat atar. Hacivat da ‘’Yıktın perdeyi eyledin viran,
varayım sahibine vereyim heman!’’ diyerek perdeden çekilir. Bu ifadeyi duyan seyirci de oyunun bittiğini anlar.
Seyirciye bir sonraki oyun ile ilgili bilgi verilir. Karagöz ‘’Sürçü lisan ettikse affola!’’ diyerek perdeden çekilir.

Karagöz Oyunu ile Ġlgili Kavramlar


Karagözcü : Karagöz oynatan kişidir.Ayrıca ‘’hayali, hayalbaz, şahbaz, sûretbaz, Karagözcü’’ adları verilir. Karagöz şekillerini
işler, tasvirleri oynatır hale getirir. Bir ressamdır, oyun yazarıdır. Gölge oyunu tasvirlerini oynatan, konuşturan ustadır.
Çırak :Hayal ustasının yardımcısıdır. Karagözcünün yardımcısıdır. Çırak aynı zamanda Karagöz sanatını devam ettirecek kişidir.
Sandıkkar : Çırağın yardımcısıdır. Sandıkkar, hayal sandığını hazırlamak ve korumakla görevlidir. Oyun sırasında çırağa
yardımcı olur.
Yardak : Karagöz oyununda şarkıları, türküleri okuyan kişidir. Tef çalar. Müzik yapar, şarkı söyler.
Dayrezen : Def çalan kişiye denir. Def çalan yardımcıya ‘’sazende’’ denir.
Tasvirler (Göstermelik) : deve derisinden kesilerek hazırlanmış renkli, perdeye konulan çeşitli şekiller ve kuklalardır. Karagöz
tasvirleri deve, dana, sığır, manda derisinden yapılır.

2. ORTA OYUNU
 Geleneksel Türk tiyatrosunda dört yanı seyircilerle çevrili bir alanda sahne, perde, dekor, suflör kullanmadan ve
genellikle herhangi bir yazılı metne bağlı kalınmadan, doğaçlama oynanan güldürü türündeki oyuna verilen addır.
 Dört tarafı da izleyicilerle çevrili olduğu için ‘’orta oyunu’’ adı verilmiştir.
 Orta oyunu, adeta ‘’Karagöz oyununun gerçek kişiler aracılığıyla canlandırılmış şekli’’dir.
 Orta oyunu adına 1834 yılındaki belgelerde rastlanmaktadır.
 Eski kaynaklarda anılan ‘’kol oyunu’’, ‘’meydan oyunu’’, ‘’taklit oyunu’’, ‘’zuhuri’’ gibi adlar orta oyununun yerini
tutmaktadır.

Orta Oyununun Özellikleri


 Geleneksel Türk tiyatrosunun modern tiyatroya en yakın çeşididir. Orta oyunu, çok aktörlü çalgılı bir oyundur.
 Orta oyunu meydanda metinsiz, suflörsüz, ezbersiz oynandığı için tam anlamıyla tuluat tiyatrosudur.
 Orta oyunu yazılı bir metne bağlı kalınmadan oynanan bir oyundur. Yazılı metinler yoktur ama ana hatları önceden
belirlenmiş, fakat dile getirilmesi oyuncuların ustalığına bırakılmış, doğaçlama ile zenginleşen sözlü metinler vardır.
 Orta oyunu, etrafı seyircilerle kuşatılmış yuvarlak bir alanda sergilenir. Han ya da kahvehane gibi kapalı yerlerde
oynanacağı gibi genel olarak açık alanda oynanır. Orta oyununun oynandığı yere yani modern tiyatrodaki adıyla sahneye

68
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
orta oyununda ‘’meydan’’ veya ‘’palanga’’ denir. Temeli diyalogdur. Üç beş kişinin birden sahnede toplanması yalnız
düğün noktalarında olur.
 Orta oyununun dekoru, ‘’yenidünya’’ denilen bezsiz bir paravandan ve ‘’dükkan’’ denilen iki katlı bir kafesten oluşur.
Yenidünya ev, dükkan ise iş yeri olarak kullanılır. Dükkanda bir tezgah, birkaç hasır ve iskemle bulunur.
 Orta oyununda olay örgüsü, güldürü üzerine kurulmuştur. Güldürü çoğunlukla benzetme, taklit, yanlış anlama ya da
anlamazlıktan gelme gibi ögelerden kaynaklanmaktadır.
 Müzik ve dans orta oyununun önemli ögeleridir.
 Nefesli ve vurmalı çalgılarla söylenen türkü ve şarkılar, köçeklerin yaptıkları danslar oyunun başlangıcından sonuna
kadar görülür.
 Orta oyununda ün yapan tiyatro adamları : Sepetçe Ali Rıza, Asım Baba, Atar Şükrü Efendi, Kavuklu Hamdi, Pişekar
Küçük İsmail Efendi, Naşit ve İsmail Dümbüllü’dür.

Orta Oyununda KiĢiler


 Orta oyununun asıl kişileri Kavuklu ve Pişekar’dır. Çelebi, Zenne, Arnavut, Yahudi, Cüce ile Kambur, Rumelili,
Kayserili, Acem, Abdal, Sarhoş diğer kişilerdir.

Orta Oyununun Bölümleri

1) Mukaddime (GiriĢ) : Oyunun giriş bölümüdür. Bu bölümde önce zurna Pişekar havası çalar ve Pişekar oyun alanına gelir.
Ardından zurna Kavuklu havası çalar ve Kavuklu ile Kavuklu Arkası (cüce, kambur) da oyun alanına gelir.

2) Muhavere (SöyleĢme) : Orta oyununun ana tiplerinden Kavuklu ve Pişekar’ın karşılıklı konuştukları bölümdür. Bu bölüm
ikiye ayrılır :
a) Arzbar : Kavuklu ve Pişekar’ın tanıdık çıktıkları bölümdür.
b) Tekerleme : Kavuklu’nun olağan dışı bir olayı bir olayı başından geçmiş gibi anlattığı, daha sonra da bunun bir düş
(rüya) olduğunun anlaşıldığı bölümdür.
3) Fasıl (Oyun) : Oyunun asıl bölümüdür. Bu bölümde Kavuklu ve Pişekar’ın yanı sıra diğer tipler de görülür.

4) BitiĢ (Hatim, Final) : Oyunu başlatan Pişekar, bir hata yapılmış olma ihtimalini gözeterek seyircilerden özür dileyerek ve
sonraki oyun hakkında bilgi vererek oyunu bitirir.

3.MEDDAH

 Halkın rağbet ettiği mekanlarda, halkın malı olan hikayeleri, kendisine özgü üslubu ile jest ve mimiklerinden
yararlanarak anlatan, anlattığını canlandıran kişilere verilen isimdir. Meddah kelime olarak ‘’metheden, öven’2 anlamına
gelir.
 Başlangıçta Peygamber’i ve ailesini övene meddah denirdi. Sonradan ise kıssa anlatanlara bu ad verilmiştir.
 Meddah, tek kişilik bir gösteridir.
 Perde, sahne, dekor olmayan meddahta sopa (değnek), mendil (makreme) ve iskemle (sandalye) vardır.
 Meddah yüksekçe bir yere konmuş iskemleye oturur ve çeşitli taklitlerle hikayesini anlatır. Ses, şive, el, yüz, gövde
hareketleriyle meddahın anlattıkları tiyatro oyununa dönüşür. Hayvanların, doğanın, cansız nesnelerin seslerini de taklit
eder.
 Meddahın sahnede kullandığı iki önemli aracı vardır. Bunlardan biri boynuna doladığı mendili, öteki de elinde tuttuğu
sopasıdır. Sopaya ‘’baston ya da pastav’’ da denilmektedir. Mendiller çeşitli başlıklar yaparak farklı tipleri canlandırır ve
terini siler. Sopayı da oyunu başlatmak, kapıya vurmak, seyirciyi susturmak için kullanır. Meddah sopayı yerine göre saz,
yerine göre süpürge, yerine göre de tüfek ve at olarak kullanır.
 Meddah; övücü, taklitler yapıp hoş hikayeler anlatarak halkı eğlendiren sanatçıdır.
 Meddah oyunu usta-çırak ilişkisiyle devamlılığını sürdürmüştür.
 Meddahlar, kahvehanelerde konak ve saraylara kadar her kesimden topluluk önünde halk hikayelerini kendilerine özgü
biçimde anlatırlar.
 Perdesi, sahnesi, dekoru elbiseleri, kişileri bulunmayan bu tiyatronun her şeyi meddah denilen o tek kişinin zekasına,
bilgisine, söz söylemekteki başarısına bağlıdır.
 Meddah oyunu yazılı bir metne bağlı kalınmadan (irticalen) oynanır.

69
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
 Meddahlar gösteri sırasında ezbere bildikleri Battal Gazi, Köroğlu, Hz. Hamza, Hz. Ali’nin kahramanlık öyküleri, Leyla
ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Arzu ile Kamber, Kerem ile Aslı gibi halk öykülerini anlatırlar. Bunların yanı sıra görüp
duydukları yaşanmış olayları, yeni aşkları da derleyerek anlatımlarında kullanırlar. Bunları seyircinin durumuna ve
coşkusuna göre uzatıp kısaltarak doğaçlama yoluyla yaparlar.
 Karagöz ve orta oyununda zaman sınırlaması ( bir iki saat) olmasına karşılık meddah oyunlarında yer ve zaman
sınırlaması yoktur. Meddah oyununun saatlerce, çoğu zaman ikindiden gece yarısına, hatta sabaha, bazen de günlerce,
haftalarca sürdüğü de olmuştur.
 Tek kişilik gösteri olmaları nedeniyle meddahlık ile günümüz sahne etkinliklerinden olan ‘’standup’’ arasında
benzerlikler bulunduğu gibi farklılıklar da bulunmaktadır.
 Meşhur meddahlardan bazıları şunlardır: Manisalı Derviş Kamilî, Pertevî Ahmet Çelebi, İstanbullu Hamdi, Kız Ahmed,
Aşkî, Sururî, Küçük Ali, Meddah Tahsin, Gazanfer Özcan, Erol Günaydın, Ahmet Gülhan…

Meddah Hikayelerinin Bölümleri


a) BaĢlangıç (GiriĢ) : Meddahların çoğu, anlatacağı öyküye, klasikleşmiş tekerlemelerle ve ‘’Hak, dostum Haak!’’ diyerek
başlar .
b) Açıklama : Âşık hikayelerindeki döşemeye benzer bölümdür. Bunda hikayenin geçtiği yer ve zamanla kişiler hakkında
bilgi verilip devlet büyükleri, genellikle padişahlar övülür.
c) Senaryo (Olay) : Olay dizisinin geliştiği, mani ve türkülere yer verilen bölümdür. Olaylar meddahın anlatım gücüne göre
zenginleştirilerek verilir. Olay anlatılırken, en heyecanlı yerinde araya bir fıkra sokuşturabilir.
d) BitiĢ : Dinleyicilerin kıssadan hisse çıkarmalarını sağlayacak latif söz ya da tekerleme benzeri bir söylemle bitirilir.

4.KÖY SEYĠRLĠK OYUNLARI

 Köylü tiyatrosu da denilen köy seyirlik oyunları; düğünlerde, bayramlarda, kutlama törenlerinde, uzun kış gecelerinde
köy konaklarında doğaçlama oynanan oyunlardır.
 Geleneksel Türk tiyatrosunun en eski koludur. Oyunun oynandığı yere ‘’orta’’, etrafındaki halkaya da ‘’şenlik’’ adı
verilir.
 Köy seyirlik oyunlarında kömür, un gibi maddeler makyaj malzemesi olarak kullanılır.

Karagöz, Orta Oyunu, Meddahın Ortak Yönleri


 Geleneksel Türk tiyatrosunun türleridir.
 Sözlü geleneğe bağlı olarak gelişmiştir.
 Yazılı bir metne bağlı kalmazlar.
 Doğaçlama olarak sahnelenirler.
 Çeşitli bölümlerden oluşurlar.
 Modern anlamda sahne yoktur.
 Ağırlıklı olarak güldürüye dayanır.
 Şive taklitlerine yer verirler.

Karagöz, Orta Oyunu ile Meddahın Farklı Yönleri


 Karagöz ve orta oyununda güldürüye dayalı olaylar hâkimdir fakat meddahlıkta sürükleyici bir olay anlatımı ön plana
çıkar.
 Karagöz ve orta oyunu zıt iki tipin atışmasına dayanırken meddahlıkta böyle bir durum yoktur.
 Orta oyununda yer alanlar canlı kahramanlardır, Karagöz’de bir kişi cansız varlıkları oynatır, meddahlıkta ise tek kişi
farklı kişileri canlandırır.

70
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
Geleneksel Türk Tiyatrosu – Modern Tiyatro
( Farklılıkları)
Geleneksel Türk Tiyatrosu Modern Tiyatro
Sözlü geleneğe dayanır. Yazılı metin vardır.
Ön hazırlık çok uzun değildir, hazırlık yapılmadan yani doğaçlama Uzun bir hazırlık ve prova yapılır.
oynanır.
Şive, yanlış anlamalar ön plandadır. Konuya göre dil ve üslup kullanılır.
Halk arasında ortaya çıkmıştır. Okumuş, aydın kesim tarafından ortaya konmuştur.
Belirli tipler üzerine kurulmuştur. ( Karagöz- Hacivat gibi) Çeşitli tiplere yer verilir, ayrıca karakterlere yer verilir.
Modern anlamda sahne, dekor, yoktur, çeşitli yerlerde oynanır. Sahne, dekor, gibi unsurlar önemlidir ve özel olarak hazırlanır.
Güldürü ögesi ön plandadır. Güldürü ögesinin yanında dramatik ögeler de kullanılır.
Kadın oyuncu yoktur, kadınları erkek oyuncular canlandırmıştır. Kadın oyunculara yer verilmiştir.
Çeşitli bölümlerden oluşur, perde kavramı yoktur. Perdelere yer verilir.
Oyunculuk genellikle usta-çırak ilişkisine dayanır. Oyunculuk, profesyonel eğitime dayalıdır.

TĠYATRONUN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ


TANZĠMAT DÖNEMĠ TÜRK TĠYATROSU

 Modern tiyatro, Tanzimat Dönemi ile birlikte edebiyatımıza girmiştir. Tanzimat’tan önce yazılı metne dayalı olmayan
geleneksel Türk tiyatrosu vardı. Modern tiyatro yazılı metne dayalı, sahne, dekor, kostüm gibi unsurları barındıran bir
tiyatrodur.
 Batılı anlamda ilk tiyatro örnekleri bu dönemde verilmiştir. Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk tiyatro örneği Şinasi’nin
‘’Şair Evlenmesi’’ adlı eseridir.
 Türk edebiyatında sahnelenen ilk tiyatro örneği Namık Kemal’in ‘’Vatan yahut Silistre’’ adlı eseridir.
 Trajedinin ve manzum tiyatronun ilk örnekleri Ali Haydar Bey’in yazdığı ‘’Sergüzeşt-i Perviz’’ ve ‘’İkinci Esas’’ adlı
eserlerdir.
 Tanzimat Dönemi’nde Batı edebiyatından tiyatro eserleri çevrilmiş ya da adapte edilmiştir. Ahmet Vefik Paşa, Fransız
yazar Moliere’in tiyatro eserlerinin bazılarını doğrudan dilimize çevirmiş bazılarını da adapte etmiştir.
 Batı tiyatrosunu İstanbul sahnelerine getiren tiyatro grupları, geleneksel Türk tiyatrosu (Karagöz, orta oyunu, meddahlık)
ve daha sonra bunlara katılan tiyatro çevirileri Tanzimat tiyatrosunu besleyen ve geliştiren kaynaklardır.
 Namık Kemal’in tiyatro için kullandığı ‘’faydalı bir eğlence’’ ifadesi her iki dönem sanatçıları tarafından
benimsenmiştir.
 Tanzimat I.Dönem tiyatro yazarları, toplumsal konuları işlemişler ve tiyatroyu toplumu eğitmek için bir araç olarak
görmüşlerdir. I.Dönem sanatçılarından Namık Kemal tiyatroyu ‘’faydalı bir eğlence’’ bir eğlence olarak görmüştür.
Namık Kemal tiyatro ile ilgili görüşlerini bazı makalalelerinde ve özellikle ‘’Celaleddin Harzemşah’’ adlı tiyatro
yapıtının ön sözünde dile getirmiştir.
 II.Dönem yazarları ise bireysel konulara yönelmişler, tiyatroyu okunmak için yazmışlardır. Bu dönem sanatçılarından
özellikle Abdülhak Hamit Tarhan’ın tiyatroları, sahnelenmek için değil, okunmak için kaleme alınmıştır.
 I.Dönem tiyatrolarının dili daha sade, II.Dönem sanatçılarının eserlerinin dili daha ağırdır.
 Tanzimat Dönemi tiyatro çalışmaları telif (kendi yazdığı), çeviri ve uyarlama olarak üç kolda gelişme göstermiştir.
Özellikle Ahmet Vefik Paşa ve Direktör Ali Bey, Fransız yazar Moliere’den yaptıkları tiyatro çeviri ve uyarlamalarıyla
tiyatroya katkıda bulunmuşlardır.
 İstanbul’da ilk yerli tiyatro topluluğunu Güllü Agop kurmuş, Gedikpaşa Tiyatrosunda temsiller vermeye başlamıştır.
Tiyatroda uzun süre sanatçı olarak Ermeni azınlıktan yararlanılmıştır. 1920’de Türk-Müslüman kadın sanatçı Afife Jale,
ilke defa sahneye çıkmış ve böylece kadının sahneye çıkmasındaki engel de kaldırılmıştır.
 Tanzimat tiyatrosunda klasisizm ( Şinasi, Ahmet Vefik Paşa, Direktör Ali Bey) ve romantizm (Namık Kemal, Ahmet
Mithat Efendi, Abdülhak Hamit Tarhan) akımlarının etkisi görülür.
 Tanzimat Dönemi tiyatrolarında genellikle vatan ve özgürlük aşkı (Vatan yahut Silistre-Namık Kemal) , görücü usulü
evliliğin yanlışlığı (Şair Evlenmesi-Şinasi), aşk dramları (Zavallı Çocuk, Akif Bey-Namık Kemal; Afife Anjelik, Vuslat-
Recaizade Mahmut Ekrem), çok eşliliğin yanlışlığı (Evyah-Ahmet Mithat Efendi), tarihi konular (Celaleddin Harzemşah-
Namık Kemal, Tarık, Tezer-Abdülhak Hamit Tarhan) işlenmiştir.

71
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
 Tiyatrolar sahne tekniği açısından zayıftır.
 Tiyatro daha çok halkın eğitilmesinde ‘’toplumsal bir araç’’ olarak görülmüştür
 Tanzimat birinci dönem tiyatrosunda eserler sahnelenmeye büyük oranda uygundur. Tanzimat ikinci dönem tiyatrosunda
eserler, büyük oranda sahnelenmek için değil okunmak için yazılmıştır.
 Bu dönem tiyatrolarının genelinde kişiler tek yönlü olarak işlenmiştir.
 Tanzimat’ın birinci döneminde tiyatrolarda daha çok toplumsal konular ele alınırken ikinci dönemde bireysel konular ele
alınmıştır.
 Tanzimat tiyatrosunda sosyal eğitim ön plandadır. Toplumun aksayan yönlerine değinilmiş ancak sosyal sorunlar daha
çok aile çevresi içinde kalmıştır. Konuları sınırlıdır. Tarihî konular, siyasi ortam sebebiyle yakın tarihten değil, Doğu ve
İslam tarihinden alınmıştır. Çoğu yazar sansür sebebiyle eserlerinin konusunu başka ülke yaşayışlarından seçmişlerdir.

Tanzimat Dönemi Tiyatrosunun GeliĢimi


 İlk dram denemesi Abdülhak Hamit Tarhan’ın babası Hayrullah Efendi tarafından kaleme alınan Hikaye-i İbrahim Paşa
ve İbrahim-i Gülşeni adlı eserdir. (Bu eser 1844’te kaleme alınmış ancak 1859’dan sonra basılmıştır. Bu eser yazıldığı
dönemde basılmadığı ve oynanmadığı için ilk modern tiyatro olarak kabul edilmez.)
 Şinasi tarafından kaleme alınan Şair Evlenmesi ise Türk edebiyatında yazılmış ilk modern tiyatro örneğidir. Geleneksel
Türk tiyatrosundan da izler taşıyan bu yapıt, bir perdelik töre komedisidir.
 Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre adlı oyunu, ülkemizde sahnelenen ilk tiyatro eseridir.
 Ali Haydar Bey tarafından kaleme alınan Sergüzeşt-i Perviz, ilk manzum tiyatrodur.
 Abdülhak Hamit Tarhan’ın kaleme aldığı Eşber aruz ölçüsüyle yazılan ilk tiyatrodur.
 Abdülhak Hamit Tarhan’ın yazdığı Nesteren hece ölçüsüyle yazılan ilk tiyatrodur.

SERVETĠFÜNUN DÖNEMĠ TÜRK TĠYATROSU

 Servetifünun Dönemi’nde tiyatro sönük kalmıştır. Hatta tiyatro alanında gerileme olmuştur.
 Gedikpaşa’daki Osmanlı Tiyatrosu’nun II.Abdülhamit tarafından yıktırılması sonrası burada çalışan sanatçıların bir kısmı
Bursa’ya gidip Ahmet Vefik Paşa’nın kurduğu tiyatroda bir süre çalıştıktan sonra dağılmışlardır. Bu dağılmanın ve
siyasi otoritenin eserlerin sahnelenmesine izin vermemesinin de etkisiyle sahneleri bir süre tuluat kumpanyaları
kaplamıştır. (tuluat : doğaçlama kumpanya:tiyatro topluluğu)
 Dönemin şartlarından ötürü sanatçılar, özellikle 1908 yıına kadar tiyatro türünden uzak durmuşlardır. Servetifünuncular,
tiyatro türünde eser verebilmek için hem siyasi sansürün hem de onun ortaya çıkardığı sanat uygulamasının değişmesini
beklemişlerdir. 1908’de imparatorluğun merkezinde yeniden başlayan ciddi sahne çalışmaları ve bunların gördükleri ilgi,
Servetifünuncuların tiyatro denemeleri yazmalarına yardımcı olmuştur. Bu denemelere katılanlar arasında Hüseyin Suat
Yalçın, Mehmet Rauf, Cenap Şahabettin, Halit Ziya Uşaklıgil, Faik Ali Ozansoy, Ali Ekrem Bolayır ve Safveti Ziya
vardır.
 Servetifünun sanatçıları ve tiyatro eserleri şunlardır :
- Cenap ġahabettin : Körebe, Yalan, Küçükbeyler, Merdud Aile
- Halit Ziya UĢaklıgil : Kâbus, Fare, Füruzan
- Mehmet Rauf : Sansar, Pençe, Cidal, Yağmurdan Doluya, Ceriha, İki Kuvvet, Diken
- Safveti Ziya : Haralambos Cankiyadis
- Saffet Nezihi : İzah ve İstizah
- Faik Ali Ozansoy : Payitahtın Kapısında, Nedim ve Lale Devri
- Hüseyin Suat Yalçın : Kirli Çamşırlar, Ahrette Bir Gün, Deva-yı Aşk, Kayseri Gülleri, Şehbal yahut Son Perdesi,
Yamalar…
- Ali Ekrem Bolayır: Baria, Sultan Selim, Engel, Sükût, Mama Dadım Darılır

72
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
FECRĠATĠ DÖNEMĠ TÜRK TĠYATROSU

 II.Abdülhamit Dönemi’nde durmuş ve yerini tuluat topluluklarına bırakmış olan tiyatro çalışmaları, 1908’den sonra hız
kazanmıştır.
 II.Meşrutiyet’in (1908) ilanını takip eden günlerden başlayarak amatör ve profesyonel birçok eser kaleme alınmaya
başlanır.
 En çok rağbet gören piyesler, yurtseverlik konularını işleyen eserler olmuştur. Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre ve
Akif Bey gibi eserleri, bu dönemde de en çok oynanan eserlerdendir.
 Teknik bakımdan zayıf amatör eserlerin yanı sıra bu dönem ciddi tiyatro eserlerinin yazımına da başlanmıştır.
 Fecriati üyelerinden Şahabettin Süleyman’ın yanı sıra Tahsin Nahit, Müfit Ratip ve Yakup Kadri de tiyatroyla ilgilenen
sanatçılardandır.
 Fecriati Dönemi’nde tiyatro yazan sanatçılar ve eserleri şunlardır:
- Yakup Kadri Karaosmanoğlu : Nirvana, Veda, Sağanak, Mağara
- ġahabettin Süleyman: Kanun, Burgu, Çıkmaz Sokak, Yeni İzdivaçlarda, Kırık Mahfaza
- Tahsin Nahit : Fecriati’de tiyatro ile en çok ilgilenen sanatçılardandır. Hicranlar, Firar eserlerini tek başına kaleme
almıştır. Kösem Sultan, Ben…Başka! adlı oyunları ise Şehabettin Süleyman ile beraber yazmışlardır.
- Müfit Ratip : Sayfiyede, Zincir, Zeki Çocuk

MĠLLĠ EDEBĠYAT DÖNEMĠ TÜRK TĠYATROSU

 Tanzimat Dönemi ile edebiyatımıza giren Batılı anlamda tiyatro, Servetifünun Dönemi’nde mevcut siyasi koşullardan
dolayı gerekli ilgiyi görememiştir. 1908 yılında II.Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle oluşan özgürlük ortamı, tiyatro türünün
yeniden gelişmesinde etkili olmuştur.
 1911 yılında başlayan Milli Edebiyat Dönemi’nde tiyatro türü de zenginleşmeye başlamıştır. Yabancılara ait özel tiyatro
gruplarının yanında resmi tiyatrolar da kurulmaya başlamıştır. İlk resmi Türk tiyatrosu olan Dârülbedâyi-i Osmani 1914
yılında kurulmuştur. Darülbedayi bugünkü Şehir Tiyatroları adıyla anılan oluşumun eski adıdır. 1914 yılında İstanbul
Şehremini Cemil Topuzlu tarafından kurulmuştur. Piere Antoine’ın (Piyer Antuan) yardımıyla bir apartman katında
çalışmalara başlandı. Konservatuvar olarak kurulmasına rağmen Ali Ekrem Bolayır tarafından Dârülbedâyi adı
verilmiştir. Dârülbedâyi’de musiki ve tiyatro bölümleri vardı. Burada tarih, edebiyat, trajedi, dram, komedi, dans,
adabımuaşeret, mimik dersleri verilmiştir. Müzikli oyunlar (opera, operet ) verilmiştir. Dârülbedâyi tiyatro yazarlarımız
için ciddi bir teşvik kaynağı olmuştur. Dârülbedâyi etkisiyle çok sayıda tiyatro eseri kaleme alınmıştır.
 Dârülbedâyi’de sahnelenen ilk oyun, Hüseyin Suat Yalçın’ın Çürük Temel adlı adaptasyon (uyarlama) eseridir.
 Dârülbedâyi’de oynanan ilk yerli oyun ise Halit Fahri’nin manzum olarak kaleme aldığı Baykuş adlı eserdir.
 Bu dönem tiyatro yapıtlarının dili oldukça sadedir. Döenmin tiyatroları teknik bakımdan Batılı tiyatrolar gibi güçlü
değilse de dil bakımından halkı etkilemiştir.
 Milli Edebiyat Dönemi’nde romancı, hikayeci, şair olarak ün yapan sanatçılar tiyatro eserleri de yazmışlardır.
 Osmanlı Komedi Kumpanyası, Vatan Tiyatrosu Kumpanyası gibi tiyatro toplulukları oluşturulmuştur.
 Sahne, Musavver, Tiyatro, Temaşa gibi tiyatro dergileri çıkarılmıştır.
 Bir yandan dönemin ruhunu yansıtan tiyatro eserleri yazılırken bir yandan da tiyatro ile ilgili teorik yazılar, oyunları
değerlendiren eleştiri yazıları ortaya konmuştur.
 Bu dönem tiyatrosu profesyonellik taşımaz. Yetişmiş oyuncu eksikliği, oyunların sahneleneceği binaların olmayışı,
devlet ve belediyenin maddi destek yetersizliği, halkın tiyatro kültüründen uzak olması bunda etkili olmuştur.
 Dönemin önemli tiyatro yazarları Musahipzade Celal ve İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci’dir.
 Bu sanatçıların dışında diğer edebi türlerde ön planda olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Halide
Edip Adıvar, Halit Fahri Ozansoy, Yusuf Ziya Ortaç gibi sanatçılar da tiyatro türünde eserler kaleme almıştır.
 Bu dönemde tiyatroda ele alınan başlıca konuşar II.Abdülhamit ve yönetiminin eleştirilmesi, hürriyetin övülmesi ve
Meşrutiyet’ten beklentiler, savaşların yarattığı ortam, Osmanlıcılık, Türkçülük, İslamcılık gibi çeşitli düşüncelerin
propagandası, aile hayatının genel görünümü, ahlaki yozlaşma ve evliliktir.

73
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
CUMHURĠYET DÖNEMĠ’NDE TĠYATRO

Türk edebiyatında sözlü gelenek içinde ortaya çıkıp gelişen geleneksel Türk tiyatrosu (Karagöz, orta oyunu, meddah, köy
seyirlik oyunları, kukla vb.) yüzyıllarca varlığını sürdürmüştür. Modern tiyatro Türk edebiyatına Tanzimat Dönemi’nde Batı’dan
gelmiştir. Bu dönemde Şinasi ilk yerli tiyatro oyunu olan Şair Evlenmesi’ni yazmış; Ahmet Vefik Paşa Fransız sanatçı
Moliere’den uyarlamalar yapmıştır. Modern tiyatro kurulurken kimi zaman geleneksel tiyatroya ait unsurlardan da yaralanılmıştır.
Millî Edebiyat Dönemi’nde tiyatroda görülen gelişme Cumhuriyet Dönemi’nde devlet konservatuvarlarının, devlet tiyatrolarının
kurulması, şehir tiyatrolarının açılması ve özel tiyatro gruplarının oluşması ile güçlenerek devam etmiştir.
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nda tiyatro türünün Batı edebiyatındaki tiyatro geleneği ile ilişkisi güçlüdür. Bu
dönemde Batı tiyatrosu örnek alınarak trajedi, komedi, dram türlerinde eserler yazılmış; müzikli, danslı, benzetmeci, göstermeci,
epik tiyatro örnekleri verilmiştir. Çağdaş tiyatro anlayışı, modern tiyatro salonları, yeni eserler (çeviri, uyarlama, telif) profesyonel
oyuncu, yönetmen, sahne tekniği, makyaj, kostüm vb. ile tiyatro artık kurumsallaşmıştır. Bu dönemde Muhsin Ertuğrul, modern
Türk tiyatrosunun oluşmasında önemli katkılar sağlamıştır.
1923-1950 arasında tiyatro daha çok Cumhuriyet değerlerinin halka aktarılmasında bir araç olarak kullanılmıştır. Bu
dönemde çağdaş Batı uygarlığına erişme yolunda gösterilmesi gereken çabalar tiyatro aracılığıyla anlatılmıştır. Anadolu’ya
yönelimin yoğunlaştığı bu dönem tiyatrosunda Kurtuluş Savaşı, Türk tarihi, Batılılaşma, eski ve yeni yaşam biçimlerinin çatışması
vb. sıkça işlenen temalardır.
Bu dönemde Musahipzade Celal’in Fermanlı Deli Hazretleri, İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci’nin Hisse-i Şayia, İsmail
Hakkı Baltacıoğlu’nun İnanmak, Reşat Nuri Güntekin’in Taş Parçası, Nahid Sırrı Örik’in Sönmeyen Ateş, Faruk Nafiz
Çamlıbel’in Akın, Münir Hayri Egeli’nin Bayönder, Yaşar Nabi Nayır’ın İnkılâp Çocukları adlı eserleri türün tanınmış
örneklerindendir.

A. 1923-1950 ARASI TÜRK TĠYATROSU


 1923-1940 yılları arasında Darülbedayi (İstanbul Şehir Tiyatrosu) ve ona bağlı topluluklar, yerli oyunlara ağırlık
vermişlerdir.
 Tiyatro, Millî Edebiyat Dönemi’nde başlayan gelişimini sürdürmüştür.
 Devlet Konservatuvarı’nın açılması, tiyatronun gelişimine katkı sağlamıştır.
 Muhsin Ertuğrul, tiyatronun gelişimine büyük katkı sağlamıştır. Sanatçının, Şehir Tiyatroları açma teşebbüsü olumlu
sonuçlar meydana getirmiştir. Yapıtlar; sade, açık bir anlatımla kaleme alınmıştır.
 Mensur ve manzum şekilde tiyatrolar yazılmıştır.
 Toplumsal konuların yanı sıra bireysel duygu ve düşüncelerin de işlendiği tiyatro yapıtları kaleme alınmıştır.
 Mensur ve manzum şekilde tiyatrolar yazılmıştır.
 Toplumsal konuların yanı sıra bireysel duygu ve düşüncelerin de işlendiği tiyatro yapıtları kaleme alınmıştır.
 Cumhuriyet’in ilk yıllarında sanatçılar Türk tarihine ve efsanelere yönelmişler, ulusçuluk yönü ağır basan tiyatro
yapıtları da kaleme almışlardır.
 1920-1930 yıllarında büyük bir kısmı daha önceki yıllardan tanınan Reşat Nuri Güntekin, Halit Fahri Ozansoy, Faruk
Nafiz Çamlıbel, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Musahipzade Celâl, Hüseyin Suat Yalçın gibi
sanatçılar tiyatro eserleri yazmaya devam etmişlerdir.
 1940’lı yıllara gelindiğinde Ahmet Kutsi Tecer, Cevat Fehmi Başkut, Ahmet Muhip Dıranas gibi sanatçılar dikkat çeker.
Çözülen aile yapısına çözüm olarak sağlam temellere dayalı aile tezinin savunulduğu bu dönem eserlerinde geleneksel
Türk tiyatrosunun da izleri görülür.
 1940’lı ve 1950’li yıllar teknik olarak daha başarılı, kullanılan temalar açısından daha çeşitli eserlerin kaleme alındığı
verimli bir dönemdir.

B. 1950-1980 ARASI TÜRK TĠYATROSU


 1950-1970 arasındaki yıllarda yazar sayısı artmıştır. Buna bağlı olarak konular da çeşitlenmiştir. Kimi yazarlar birey
sorunlarından toplumsal sorunlara geçiş yaparken kimi yazarlar toplumsal sorunlardan kişiye inmiş, kimi de evrensel
sorunları ele almıştır. Eğitim ve sorunları ön plana çıkmış, kuşaklar arası, kentli-köylü arası eğitim farkından doğan
çatışmalar işlenmiştir. Ebeveyn-çocuk, kadın-erkek, ağa-köylü, imam-muhtar-öğretmen ilişkileri işlenmiştir. Böylece
toplumdaki bozuklukların temelinde bireyin bilinçsizliğinin yattığı, bilinçli olanların da sorumluluktan kaçtığı
vurgulanmıştır.
 1960-1980 arası, iki darbe arasını kapsayan bir dönemdir. Bu dönemde tiyatroda bir atılım göze çarpar. Düşünce
unsurunun ön planda olduğu bu yapıtlarda teknik açıdan da önemli gelişmeler görülür. Türk tarihini yeniden gözden

74
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
geçirme, işçi sorunları, Almanya’ya gidenlerin kültür çatışmaları, Almanya’da yetişmekte olan birinci ve ikinci kuşağın
sorunları eserlerde işlenmiştir. Yine bu dönemde konusunu tarihten alan yapıtlar da dikkat çekmektedir.
 1960-1980 döneminin Türk tiyatrosuna getirdiği en büyük yenilik, özellikle Bertold Brecht’in etkisi ile yaygınlık
kazanan epik tiyatro anlayışıdır. Türk edebiyatında yazılan ilk epik tiyatro örneği Haldun Taner’in kaleme aldığı Keşanlı
Ali Destanı (1964) adlı yapıttır. Yine bu dönemde absürt (uyumsuz) tiyatro türünün ilk örneği, Güngör Dilmen tarafından
verilmiştir. Sanatçının Canlı Maymun Lokantası adlı yapıtı Türk edebiyatında absürt (uyumsuz) tiyatronun başarılı
örneğidir.
 Bu dönemde Ahmet Kutsi Tecer’in Koçyiğit Köroğlu, Cevat Fehmi Başkut’un Buzlar Çözülmeden, Selahattin Batu’nun
Oğuzata, Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı, Necati Cumalı’nın Boş Beşik, Orhan Asena’nın Hürrem Sultan, Recep
Bilginer’in Sarı Naciye, Cahit Atay2ın Gültepe Oyunları, Nezihe Meriç’in Sular Aydınlanıyordu, Refik Erduran2ın
Karayar Köprüsü, Adalet Ağaoğlu’nun Çatıdaki Çatlak, Güngör Dilmen’in Midas’ın Kulakları, Turgut Özakman’ın Töre,
Turan Oflazoğlu’nun IV. Murat, Oktay Arayıcı’nın Dışarda Yağmur Var, Başar Sabuncu’nun Şerefiye, Tuncer
Cücenoğlu’nun Kördövüşü adlı eserleri türün tanınmış örneklerindendir.

Cumhuriyet Dönemi Tiyatro Yazarları


Muhsin Ertuğrul Turgut Özakman
Vedat Nedim Tör Orhan Asena
Güngör Dilmen Cahit Atay
Haldun Taner Başar Sabuncu
Refik Erduran
Ahmet Turan Oflazoğlu
Recep Bilginer
Necati Cumalı
Cevat Fehmi Başkut

Epik Tiyatro: İllizyoncu (yanılsamacı) tiyatronun seyirciyi saran yaşantısı yerine, anlatıcı, belgeleyici, göstermeci bir üslup ile
seyirciyi akli yoldan bir gözlemci olmaya zorlayan ve seyirciye olayı yaşatmak yerine onu olayın dışında bırakıp yargı vermesi
amacını güden tiyatro türüdür. Bu tiyatro türünde insanların kahraman oluşturma eğiliminin çağdaş tiyatroya uygulanışı ve
geleneksel tiyatronun modern ögelerle sahneye konuşu söz konusudur. Bu tiyatronun asıl amacı tiyatronun; yalnızca lüks olarak
toplumun elit kısımlarına hitap ediyor oluşu değil, aynı zamanda sıradan halkın sorunlarını da konu edinebilen bir anlayış üzerine
kurulu olabileceğini göstermektir. İsminden anlaşılanın aksine kahramanlık konuları işleyen tiyatro türü değildir. İzleyiciye
toplumsal çarpıklıkları eleştirip göstererek, izleyiciyi bu eleştirilere katmayı hedefleyen bir türdür. Bu anlamda toplumsal bir
tiyatro türüdür. Klasik tiyatrodaki gibi seyircinin kendisini oyunun içinde hissetmesi amaçlanmaz. İzleyen oyunla ilgili karar
vermeye zorlanır. Temelinde sosyalizm olan siyasal amaçlı bir tiyatro düşüncesidir. Seyirci tam bir gözlemci olarak kalır. Acı
duymak, sevinmek, coşkulanmak yerine durumlar üzerinde düşünür; kendisini ve olayları nasıl değiştirebileceğini anlamaya
çalışır. Sahneyi bir ideolojinin propaganda aracı olarak kullanır; seyircilerin kalbine değil, kafasına seslenir. Epik tiyatro kavramı
Alman tiyatro yazarı Bertold Brecht tarafından ortaya atılmıştır. Türk edebiyatında ilk epik tiyatro örneği, Haldun Taner’in
kaleme aldığı Keşanlı Ali Destanı’dır.

Absürt Tiyatro: Absürt (uyumsuz) tiyatro II. Dünya Savaşı’nın olumsuz sonuçlarının bulunduğu bir ortamda, insanların boşuna
çabalarından ve bekleyişlerinden kaynaklanan bir umutsuzluk içinde oluşmuştur. Amaçsız oyun anlayışıyla yola çıkılmış, savaştan
bunalan insanlar anlatılmış, büyüyerek geniş kitlelere ulaşılmıştır. 1950’de özellikle Fransa’da yaygınlık kazanmıştır. Yazarlar,
insanların ruhsal durumunu yansıtarak onların çelişkilerini ve karşıtlıklarını sahneye uyarlamışlardır. Absürt tiyatronun amacı,
seyirciyi düşündürmek ve tedirgin etmektir. Absürt tiyatro, bütün kalıplara, alışılmış düzene karşı çıkar. Mantık sınırlarını
tanımaz. Olaylar arasında bağ kurulmaz. Kahramanları genelde zavallı, suçlu, bilgisiz ve zayıf kişilerdir. Belli bir olay dizisi
yoktur. Verilmek istenen mesaj yoruma açıktır. Samuel Beckett’in Godot’yu Beklerken ve Eugene lonesco’nun (Öjen İyonesku)
Kel Şarkıcı adlı oyunları bu türün ilk örnekleri olmuştur. Absürt tiyatroda, geleneksel tiyatronun kuralları ve düzenleri hiçe sayılır.
Absürt tiyatroya göre tiyatro her şeyi anlamaktan, canlandırmaktan ziyade bir ses ve hareket düzenidir. Bundan dolayı olaylar
arasında bağ kurulması şart olarak görülmemiştir. Birbirleriyle ilgisiz sesler, sözler, eylemler sahnede canlandırılmıştır. Seyirciyi
hayatı sorgulamaya yöneltir. Klasik oyun örgüsünü reddeder. Okuyucuya ve izleyiciye hikâyenin sonunu kendi zevkine ve
anlayışına göre hayal etme imkânı verir. Kahramanların psikolojisini anlatır. Konuya göre dekoru reddeder. Perde düzenine,
serim, düğüm, çözüm bölümlerine önem verilmez. Absürt tiyatro ürünleri saçma denilebilecek kurgularla ve sembollerle doludur.
Dünya edebiyatında Samuel Beckett, Türk edebiyatında Güngör Dilmen (Canlı Maymun Lokantası adlı eseriyle) bu tiyatro
çeşidinin önemli temsilcilerindendir.

75
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
Benzetmeci Tiyatro: Sahnede gösterilenlerin gerçek yaşamdan farklı olmadığını anlatan tiyatro eserleri, benzetmeci tiyatronun
örnekleridir. Bu tür tiyatronun amacı, seyircileri sahnede gördüklerinin bir oyun olmadığı, yaşamlarından bir kesit olduğu
düşüncesine götürmektir. Benzetmeci tiyatro, seyirciyi böylece yanıltmak ister. Oyuncular, sahnede rol yaparken sanki hiç seyirci
yokmuş gibi davranırlar. Oyunun bitiminde de ortada gözükmeyerek seyircide uyandırdıkları etkinin sürüp gitmesini düşünürler.

Göstermeci Tiyatro: Bu tiyatro biçimi benzetmeci tiyatroya karşıt bir anlayışla geliştirilmiştir. Göstermeci tiyatroda sahnede
gösterilenlere aldanmamak gerektiği, bunun bir oyundan ibaret olduğu vurgulanır. Sahne ile seyirci arasında yakın bir diyalog
vardır. Oyuncular zaman zaman seyircilere seslenirler ve sahnede gösterilenlerin bir oyundan ibaret olduğunu hatırlatırlar. Türk
halk tiyatrosundaki ortaoyunu, göstermeci tiyatronun tipik bir örneğidir.

MUSAHĠPZADE CELAL
 Meşrutiyet Dönemi oyun yazarlarındandır. Bu dönemde başladığı oyun yazarlığını Cumhuriyet Dönemi’nde de başarıyla
devam ettirmiştir.
 Osmanlı’nın yaşamı, kurumları, bazı inanç ve geleneklerini gülünçleştirerek anlattığı komedileri, olumsuz eleştirilere
maruz kalmıştır.
 Daha çok töre komedisi niteliği taşıyan müzikli eserler yazmıştır.
 Oyunlarının kostüm ve dekoruna çok önem vermiştir.
 İlk eseri Türk Kızı’dır. 1912’de yazdığı Köprülüler oyunu çok beğenilmiştir.
 Genellikle tarihi konulara yönelmiştir.
 İstanbul Efendisi’nde tarihsel olaylara daha az bağlanarak bir toplum eleştirisine gitmiş ve ilk büyük başarısını elde
etmiştir.
 1927’de Darülbedayi’de sahnelenen Fermanlı Deli Hazretleri adlı eseriyle tanınmıştır.
 Hemen hemen bütün oyunları Darülbedayi’de ve İstanbul Şehir Tiyatrolarından oynanmıştır.
 Aynaroz Kadısı ve Bir Kavuk Devrildi adlı oyunları Muhsin Ertuğrul tarafından sinemaya aktarılmıştır.
Tiyatro : Köprülüler, İstanbul Efendisi, Macun Hokkası, Yedekçi, Kaşıkçılar, Lale Devri, Türk Kızı, Atlı Ases, Demirbaş Şarl,
İtaat İlamı, Fermanlı Deli Hazretleri, Aynaroz Kadısı, Kafes Arkasında, Bir Kavuk Devrildi, Mum Söndü, Pazartesi-Perşembe,
Gül ve Gönül, Balaban Ağa, Selma, Genç Osman (Basılmadı), Moda Çılgınlıkları (Basılmadı)

ĠBNÜRREFĠK AHMET NURĠ SEKĠZĠNCĠ


 Musahipzade Celal gibi döneminde yalnızca tiyatro türü ile ilgilenmiştir.
 Daha çok kaba güldürü ve töre komedyası türlerinde eser veren sanatçı, Fransızcadan yaptığı uyarlamalarla dilimize
birçok oyun kazandırmıştır.
 Oyun tekniği ve dil bakımından başarılıdır.
 Milli Edebiyat Dönemi’nin en tanınmış komedi yazarları arasındadır. Komedilerinin en ünlüsü Hisse-i Şâyia’dır.
 Dili canlı ve doğaldır.
 Yazarın birinci önceliği halkı eğlendirmek ve güldürmektir. En ciddi konularda bile gülünç bir yan bulur.
 Aile içi ilişkiler, yaşanan değişme karşısında bu ilişkilerdeki farklılaşmalar, kadının mutsuzluğu, geçim sıkıntısı sıkça
işlediği konulardır.
 Alemdar, Gücü Gücü Yetene, Kadın Tertibi, Kısmet Değilmiş adında kendi yazdığı; Hisse-İ Şâyia, Sekizinci, Ceza
Kanunu gibi dilimize uyarladığı çok sayıda eseri vardır.
Tiyatro : Ceza Kanunu, Şeriye Mahkemesinde, Belkıs, Himmet’in Oğlu, Son Altes, Sivrisinekler, Aşk-ı Atik, Cereme, Dengi
Dengine, Tevdîd-i Nikah, Fırsat Yoksulu, Gücü Gücü Yetene, Kadın Tertibi, Açık Bono, Banka Müdürü, Büyük Yemin, Çürük
Merdiven, Eski Âdetler, Gerdaniye Buselik, Harika, İki Ateş Arasında, Madde-i Asliye, Münafıklık, Ahlâkhtan Bir Yaprak, İki
Bebek, İzdivaç Projesi, Kuduz, Münevver’in Hasbihâli, Türâbizâdeler, Üç Misli, Yeni Dünya, Gerda

NAHĠD SIRRI ÖRĠK


 İstanbul’da doğdu. Mekteb-i Sultanideki (Galatasaray Lisesi) eğitimini yarıda bıraktı. 1915-1928 arasında Avrupa’nın
birçok şehrinde bulundu. Avrupa’dan döndükten sonra gazeteciliğe başladı. Milli Eğitim Bakanlığında çevirmenlik yaptı.
 Hiçbir edebî topluluğa ve akıma katılmadı.
 Başta roman, hikâye ve tiyatro olmak üzere pek çok türde eser verdi.
 Eserlerinde genellikle yakın tarihe eleştirel bir gözle bakan sanatçı, dönemin siyasi olayları nedeniyle karşı karşıya gelen
insanların çatışmalarını yansıttı.
Tiyatro: Sönmeyen Ateş, Muharrir, Oyuncular, Alınyazısı
Roman: Sultan Hamid Düşerken, Kıskanmak
Hikâye: Kırmızı ve Siyah, Sanatkârlar, Eski Resimler
76
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
Gezi Yazısı: Anadolu, Bir Edirne Seyahatnamesi, Kayseri-Kırşehir-Kastamonu

CEVAT FEHMĠ BAġKUT


 İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsünde öğretim görevlisi olarak çalışan Başkut’un Geceleri Bizi
Kimler Bekliyor adlı röportaj kitabı ile Kadın Bir Defa Sever, Dişi Aslan ve Valide Sultan’ın Gerdanlığı romanları,
yayımlanan ilk kitaplarıdır.
 Oyun yazmaya Muhsin Ertuğrul’un özendirmesiyle başlayan yazarın ilk oyunu Büyük Şehir 1942-1943 sezonunda
İstanbul Şehir Tiyatrosunda sahnelenmiş ve büyük ilgi görmüştür. Bu ilgi üzerine, sanatçı çalışmalarını tiyatroya
yoğunlaştırmıştır.
 Türkiye’de Cumhuriyet’ten sonra ortaya çıkan değişimleri, mizah unsurlarını kullanarak anlattığı oyunları, sanatçıya
uygun bir ün kazandırmıştır.
 Biçim denemelerine de giriştiği oyunlarında bütün toplum katlarından ve her çevreden insan tiplemeye çalışmıştır.
 En meşhur eseri Buzlar Çözülmeden, bugün hâlâ birçok tiyatro topluluğunca sergilenmektedir. Oyun iki kez sinemaya
da uyarlanmıştır. Oyunun ikinci kez sinemaya uyarlanmasındaki adı Deli Deli Küpeli olmuştur.
 Cevat Fehmi Başkut’un bir diğer ünlü eseri olan Paydos, 1947-1948 döneminde İstanbul Şehir Tiyatrolarında ve Ankara
Devlet Tiyatrosu’nda sergilenmiş; 1954’te, 1968’de ve 2004’te filme alınmıştır. Bu oyun yurt dışında profesyonel
sahnelerde oynanan ilk Türk oyunudur.
Tiyatro: Büyük Şehir, Koca Bebek, Paydos, Harput’ta Bir Amerikalı, Buzlar Çözülmeden, Sana Rey Veriyorum, Kadıköy
İskelesi, Küçük Şehir, Makine, Hacıyatmaz, Göç, Emekli, Ayarsızlar, Soygun, Cleopatra’nın Mezarı, Ayna

DÜNYA EDEBĠYATINDA TĠYATRO


İlk yetkin örnekleri Eski Yunan’da görülen tiyatro, yüzyıllar içinde farklı türlere ayrılarak gelişimini sürdürmüştür. Eski
Yunan edebiyatında Aiskhylos’un Zincire Vurulmuş Prometheus, Sophokles’in Kral Oidipus; İngiliz edebiyatında Shakespeare’in
Romeo ve Juliet, George Bernard Shaw’un Kırgınlar Evi, Samuel Beckett’in Mutlu Günler; Fransız edebiyatında Racine’in
Andromaque, Corneille’in Le Cid, Moliere’in Cimri, Victor Hugo’nun Hernani; Alman edebiyatında Schiller’in Wilhelm Tell,
Goethe’nin Faust; Bertold Brecht’ın Evet Diyen Hayır Diyen; Norveç edebiyatında Henrik İbsen Bir Bebek Evi, Yaban Ördeği;
Rus edebiyatında Gogol’ün Müfettiş, Çehov’un Üç Kız Kardeş adlı oyunları dünya edebiyatının tanınmış tiyatro eserlerindendir.

NOT: Bu yıl müfredatınızda sadece Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu konusu var. Ancak ben tekrar olması açısından
9. ve 10. sınıfa ait tiyatro konularını da ekledim. Sanatçıların hepsini almadım. Sadece ders kitabınızda metni ve
biyografisi verilen sanatçıları aldım. Bu dönemlere ait diğer sanatçıları siz çalıĢabilirsiniz.

TEMEL TĠYATRO TERĠMLERĠ


ADAPTASYON: 1.Yabancı dille yazılmış bir oyunu, yerel koşullara uygun biçimde kendi diline çevirme, uyarlama. 2. Bir
romanı ya da öyküyü sahne için yeniden düzenleme, uyarlama.
AKSESUAR: Oyuncunun, dekor gereği kullandığı, dekora yardımcı olacak küçük parça eşyalardır.
DEKOR: Tiyatroda, sahneyi eserin konusuna göre döşeyip hazırlamada kullanılan eşyanın ve araçların toplu adı.
DĠYALOG: Karşılıklı konuşma. Oyundaki iki ya da daha fazla kişinin karşılıklı konuşması.
FĠGÜRAN: Bir oyunun kalabalık sahnelerini doldurmak için kullanılan, konuşmaya katılmayan ya da yalnız birkaç sözcük
söyleyen kişilerdir.
JEST: Tiyatro sahnesinde oyuncunun vücut hareketleri.
KOSTÜM: Tiyatroda sanatçıların giydiği, oyuna uygun kıyafet.
KULĠS: Tiyatroda, sahnenin arkasında bulunan kısım; sahne arkası. Oyuncuların sahneye girip çıktıkları boşluk.
MAKYAJ: Oyuncunun rolüne uygun olarak yüze şekil verme, yüzü boyama işlemi.
MECLĠS: Bir oyunun içinde kişilerin sahneye girişleriyle ve çıkışlarıyla bölümcük adını alan en küçük parça, sahne.
MĠMĠK: Bir duygu veya düşüncenin kaş, göz, ağız ve yüz hareketleri ile anlatılması.
MONOLOG: 1.Dinleyicilere bir kişinin anlattığı –genellikle- güldüren olay. 2. Tiyatro oyununda oyuncunun kendi kendine
konuşması.
PANDOMĠM: Düşünceleri ve duyguları kimi kez müzik, kimi kez çeşitli eşyalar eşliğinde, kimi kez dansla ya da gövde ve yüz
hareketleriyle yansıtmayı amaçlayan sözsüz oyun.
PERDE: Bir oyunda konunun ana parçalarından her biri. Tiyatro eserinde sahnedeki perdenin açılmasından kapanmasına kadar
geçen bölüm.
77
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
PĠYES: Oyun.
REPLĠK: 1.Oyuncunun, sözü karşısındakine bırakırken söyleyeceği son söz. 2. Oyunda karşısındakinin sözüne gerekli karşılığı
verme.
ROL: Canlandırılan kişiliği ortaya çıkaran söz ve davranışlar.
SAHNE: 1. Bir tiyatro metninde baş oyun kişisinin ya da önemli kişilerin yönelişlerini başlatıp bitiren kesim. 2. Bir tiyatro
yapısında oyunun sahnelenmesi için ayrılmış bölüm.
SUFLÖR: Oyunu metinden izleyen, unutulan cümle başlarını fısıltı ile oyuncuya hatırlatan görevli kişi.
TĠRAT: Bir tiyatro oyununda oyuncuların birbirlerine söyledikleri uzun sözler.
TULUAT: Metin dışı, içe doğduğu ve akla geldiği gibi hareket etmek, söz söylemek. Doğaçlama oynanan oyun.

78
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
DĠL BĠLGĠSĠ
ANLATIM BOZUKLUĞU

A. SÖZCÜK DÜZEYĠNDE ANLATIM BOZUKLUĞU


Sözcüklerin anlamları, görevleri ve yapıları bilinmeden, yerleri doğru tespit edilmeden kullanımları, anlatım bozukluğuna
yol açar. Sözcük düzeyi anlatım bozukluğunu şu başlıklar altında toplayabiliriz:
- Sözcüklerin yanlış anlamda kullanılması
- Sözcüklerin, sözlerin veya eklerin gereksiz kullanılması
- Yardımcı eylemin gereksiz kullanılması
- Sözcüklerin, sözlerin cümlede yanlış yerde kullanılması
- Anlamca çelişen sözcüklerin birlikte kullanılması
- Yanlış yapılandırılmış sözcüklerin kullanılması
- Deyimlerin yanlış kullanılması
- Mantıksal tutarsızlık
- Tamlama yanlışlığı
1. SÖZCÜKLERĠN YANLIġ ANLAMDA KULLANILMASI
(ANLAM ĠNCELĠĞĠNE AYKIRILIK)
Sözcüklerin anlamına ve işlevine uygun kullanılmaması ya da belirtmek istenen düşünceyi karşılamaktan uzak olması
anlatım bozukluğuna neden olur. Ayrıca dilimizde aynı kökten türemiş, ses yönünden birbirine benzeyen, birbirini çağrıştıran
sözcükler arasındaki anlam ayrılığına dikkat etmemek ya da bu sözcükleri anlamca karıştırıp birbirinin yerine kullanmak anlatım
bozukluğuna neden olur.
Bu nedenle anlamları birbirine aykırı olan ya da aralarında kök ortaklığı bulunan sözcükleri birbirinin yerine
kullanmamaya özen göstermeliyiz.
‘’Kışın Adana’ya kar yağma olanağı yoktur.’’ ‘’Olanak’’ yararlanılan uygun koşul, imkân demektir. ‘’Olanak’’ sözcüğü,
örnek cümlede anlamına ve işlevine uygun olarak kullanılmamıştır. Bu sözcüğün yerine ‘’bir şeyin olabileceğine inandıran
görünüş, ihtimal’’ anlamındaki ‘’olasılık’’ sözcüğü kullanılmalıdır.
Örnek:
Sözleşme süreci dolmadan evi boşaltmayacağız. (süresi)
YaĢantısının sonuna yaklaştığını kendi de hissediyordu. (yaşamının)
Gençlerin sorumsuzlukları, büyüklerin üzülmesini sağlıyor. (neden oluyor)
Bu konuda gençleri azımsamak doğru değil. (küçümsemek)
Başvurduğu iş yerinden son öğretim durumunu gösteren bir belge istediler. (öğrenim)

2. SÖZCÜKLERĠN, SÖZLERĠN YA DA EKLERĠN GEREKSĠZ


KULLANILMASI (DURULUĞA AYKIRILIK)
İyi bir anlatımda duruluk olmalıdır; sözcükler, sözler ve ekler gereksiz kullanılmamalıdır. Cümlede duruluk, anlatılmak
istenenin gerektiği kadar sözcükle anlatılmasıdır. Bir sözcüğü, eki cümleden çıkardığımızda cümlenin anlam ve anlatımda bir
bozulma, eksilme, daralma olmuyorsa o sözcük, cümlede gereksizdir.
Cümlenin duruluğunu bozan durumlar şu başlık altında incelenebilir:

a) AnlamdaĢ Sözcüklerin Birlikte Kullanılması


Aynı anlama gelen sözcüklerin birlikte kullanılması anlatım bozukluğuna neden olur.
Örnek:
Onun cesaretine, yürekliliğine hepimiz hayran olduk.
Eve gider gitmez, hemen beni arayacaksın.
Bugün tebrik ve kutlama ziyaretlerinde bulunduk.
Bundan böyle onunla artık görüşmek istemiyorum.

79
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
b) Anlamı Cümleden Çıkarılabilen Sözcüklerin Kullanılması
Örnek:
Onunla ilk kez bir arkadaş toplantısında tanıştık.
(Bu cümledeki ‘’ilk kez’’ sözü gereksizdir. ‘’Tanışmak’’ ilk kez olan bir eylemdir.)
Tören alanına önce atlı süvariler gelmişti.
Yazar, konuşmasını baĢkalarından yaptığı alıntılarla süslemeye çalıştı.
Kendisine söylenen bu sözleri duyar duymaz oturduğu yerden ayağa kalktı, kürsüye yöneldi.

c) Anlamı Bir Ekle VerilmiĢ Sözcüğün Kullanılması


Kimi cümlelerde anlamı ve görevi bir ekle sağlanan sözcüklerin cümlede yer alması anlatım bozukluğuna neden olur.
Örnek:
Senin sınavda başarısız olmanın nedeni fazla heyecanlanmandandır.
Türkçe dilindeki yabancı sözcükler atılmalıdır.
Yavaşça bir şekilde ayağa kalkınız.
İstanbul’daki meydana gelen patlamalar, ulusumuzu derinden yaraladı.

d) Ekin Gereksiz Kullanılması


Bazen eklerin gereksiz kullanılması cümlede yanlış anlamlara yol açar.
Örnek:
Halk müziği dinlemesini ben de çok severim.
(‘’Dinlemesini’’ sözcüğündeki ‘’(-s)i’’ iyelik eki, ‘’onun dinlemesini’’ni anlatmaktadır; ama ‘’ona ait olan bir dinleme’’
anlatılmak istenmemektedir. Onun için iyelik eki çıkmalı ve sözcük ‘’dinlemeyi’’ olmalıdır.)
Pek çok sanatçılar, ‘’devlet sanatçılığı’’ unvanını almak istemedi.
Memleketin hasreti, her geçen gür artıyordu.

3. YARDIMCI EYLEMĠN GEREKSĠZ KULLANILMASI


‘’Etmek, eylemek, olmak, kılmak…’’ sözcükleri yardımcı eylem göreviyle de kullanılır. Bazen bu yardımcı eylemler
gereksiz kullanılır, bu da anlamı cansızlaştırır. Yabancı eylemi çıkarıp bir önceki sözcüğe kimi ekler getirerek aynı anlamı
verebiliriz. Böylece tek bir sözcükle anlatılabilecek kavramı birden çok sözcükle anlatmamış oluruz.
Örnek:
Kurumumuzda öğretmen olarak çalışmak isteği olanlar için bir sınav yapılacak.
(Bu cümlede ‘’isteği’’ sözcüğünü ‘’olmak’’ yardımcı eylemiyle kullanmaya gerek yoktur. ‘’İsteği olanlar’’, ‘’isteyenler’’
biçiminde kullanılmaktadır.
Bu kitap, geçen ayın en çok satıĢ yapan kitapları arasında yer aldı. (satan)
Uzun çabalarla elde etmiĢ olduğumuz bilgileri sır gibi saklıyorduk. (elde ettiğimiz)
Takım bu maçta da yenilgi aldı. (yenildi)

4. SÖZCÜKLERĠN, SÖZLERĠM CÜMLEDE YANLIġ YERDE


KULLANILMASI
Sözcüklerin cümlede uygun yerde kullanılmaması yanlış anlamlara ve anlam belirsizliğine neden olur. Bundan dolayı
cümleyi oluşturan ögelerin, özellikle sıfat ve zarf görevli sözcüklerin yerleri özenle seçilmeli, bunlar anlam kirliliğine neden
olacak şekilde kullanılmamalıdır.
Örnek:
Can Bey, on beĢe karşı on bir oyla yönetim kurulu başkanı seçilmiş.
(Can Bey, on bire karşı on beş oyla yönetim kurulu başkanı seçilmiş.)
O sıralar az çevremizi rahatsız etmemiştir.
O sıralar çevremizi az rahatsız etmemiştik.)
Okulu bitirince doktor olarak büyüdüğü şehirde çalışmaya başladı.
(Okulu bitirince büyüdüğü şehirde doktor olarak çalışmaya başladı.)
Sorunla ilgili başkanın bugün bir açıklama yapması bekleniyor.
( Başkanın bugün sorunla ilgili bir açıklama yapması bekleniyor.)

80
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
5. ANLAMCA ÇELĠġEN SÖZCÜKLERĠN BĠRLĠKTE KULLANILMASI
İyi ve doğru bir anlatımda anlamca çelişen, birbirini tutmayan, çürüten ve geçersiz kılan kullanımlar anlatım bozukluğuna
neden olur. Bu tür cümleler okuyucuyu şaşırtır, konuyu anlaşılmaz kılar.
Örnek:
KuĢkusuz, hepsi sorumluluklarını biliyor olmalılar.
(Kesinlik bildiren ‘’kuşkusuz’’ sözcüğü ile olasılık bildiren ‘’olmalılar’’ sözcüğünün aynı cümlede kullanılması yanlıştır. Eğer
olasılık bildirmek isteniyorsa ‘’kuşkusuz’’ sözcüğü atılmalıdır.
Siz, kesinlikle bu engeli de aşarsınız sanıyorum.
ġüphesiz o da söylediklerinden pişmanlık duyuyor olsa gerek.
Seninle aĢağı yukarı tam beş yıl önce görüştük.

6. YANLIġ YAPILANDIRILMIġ SÖZCÜKLERĠN KULLANILMASI


Dil bilgisi kurallarına göre yapılandırılmayan, kök-ek uyumu yanlış kurulan sözcükler anlatımı bozar.
Örnek:
Sorunları yeterince irdeleyebilmemiĢ insanlardan başarı beklenemez.
(Bu cümledeki ‘’irdeleyebilmiş’’ birleşik eyleminin olumsuzu ‘’irdeleyebilmemiş’’ şeklinde kullanılırsa yanlış yapılandırılmış
olur. Doğrusu ‘’irdeleyememiş’’ olmalıdır.)
Beni bu konuda sıkıntıya sokan, borcunu zamanında ödemediğindir. (ödememendir)
Bence durum, görünülenin aksine çok kötü. (görünenin)
Böyle bir esere her kitapçıda rastlanabilinir. (rastlanabilir)

7. DEYĠMLERĠN YANLIġ KULLANILMASI


Deyimler kalıplaşmış sözlerdir. Bunların özgün biçimlerinin bozulması, anlamdaşlarıyla da olsa sözcüklerin
değiştirilmesi anlatım bozukluğuna neden olur.
Ayrıca deyimlerin kullanıldıkları cümledeki anlama uygun düşmemesi, bir başka sözcükle çelişmesi de anlatım
bozukluğu yaratır.

a) Deyimlerin Yapısal Bozukluğu


Örnek:
Dikkat etmezsen onun oyununa düĢersin.
(Bu cümlede deyimin orijinalliği bozulmuştur. Deyim şöyle olmalıdır: Oyuna gelmek veya tuzağa düşmek)
Ağzına bir kaĢık bal çalarak onu yıllarca oyalamışlar.
(Bu cümledeki deyimin orijinali ‘’ağzına bir parmak bal çalmak’’tır.)
Hayatta bütün zorluklara göğüs geçirdim.
(Bu cümledeki deyimin orijinali ‘’göğüs gerdim’’dir.)

b)Deyimin Kullanılan Cümleye Uygun DüĢmemesi


Örnek:
Öyle sakinleşmiştim ki gözüm hiçbir Ģey görmüyordu.
(Bu cümledeki ‘’gözü hiçbir şey görmemek’’ deyiminin anlamı ‘’çok sinirlenmek’’tir. Sakinleşmekle uyumlu bir deyim değildir.
Bundan dolayı cümleden çıkarılmalı, yerine anlatılmak istenene uygun bir deyim getirilmelidir.)
O kadar zayıftı ki karda gezer izini belli etmezdi.
(Bu cümledeki ‘’karda gezip izini belli etmemek’’ deyiminin anlamı ‘’kimsenin sezemeyeceği biçimde gizli iş çevirmek’’tir. Bu
cümlenin anlamına uygun bir deyim değildir.)
Hava öyle sıcaktı ki hepimiz çivi kesmeye başladık.
(Bu cümledeki ‘’çivi kesmek’’ deyimi soğuk için kullanılır. Deyim cümleye uygun düşmemiştir.)

81
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
8. MANTIKSAL TUTARSIZLIK
Anlatımda ve bir anlamın ortaya çıkarılmasında düşünme ve mantık önemlidir. Cümlede bildirilen olayların,
düşüncelerin mantıksal yönden tutarlı ve doğru olmaması anlatım bozukluğuna neden olur.
Örnek:
Millet meclisi üye tam sayısının bir fazlası bulunursa hükümet düşer.
Pırıl pırıl mehtaplı gecede çiseleyen yağmur bizi etkilememişti.
Yarının mutlu günlerine özlem duyuyorum.
Yönetmen, çekilecek olan filmle Altın Koza ödülünü kazandı.

9. TAMLAMA YANLIġLIKLARI
Ad ve sıfat tamlamalarında dil bilgisi kurallarına aykırı kullanımlar, tamlayan ve tamlanan arasındaki uyumsuzluklar
cümlenin anlatımını bozar.
Tamlama yanlışlıkları aşağıdaki nedenlere göre inceleyebiliriz:

a) Tamlama Eklerinin YanlıĢ ve Eksik Kullanılması


Örnek:
Kitaplardan birkaçı hatalı basılmıştı. (doğru)
Kitaplardan tümü hatalı basılmıştı. (yanlış)
(Kimi belirtili ad tamlamalarında tamlanan çokluk içinden seçileni belirtirse tamlayan eki ‘’-in’’ yerine ad durum eki ‘’-den’’
kullanılabilir. Tamlanan çokluk içinden seçileni bildirmediği halde ‘’-den’’ kullanılırsa anlatım bozulur. )

NOT: Araya farklı türden sözcüklerin girdiği belirtili ad tamlamalarında, tamlayan ya da tamlanan eklerinin kullanılması,
cümlenin anlatımını bozar.
Adı geçen kişiler –diğerleriyle aynı suçu işlemelerine karşın- hataları affedilmedi.
(Bu cümlede ‘’kişiler’’ sözcüğüne tamlayan eki ulanmalıdır.

Servet Bey, okulumuzun kurucu ve müdürüdür.


(Bu cümlede ya ‘’kurucu’’ sözcüğüne tamlanan eki ulanmalı ve sözcük ‘’kurucusu’’ biçiminde olmalı ya da cümleden ‘’ve’’
bağlacı atılarak cümlenin anlamı değiştirilmelidir.

Kültürel etkinliklerin sürdürülmesi, önemli ölçüde, eğitime bağlı olduğu bir gerçektir.
(Bu cümlede ‘’sürdürülmesi’’ sözcüğüne tamlayan eki ulanmalıdır.)

b) Tamlayanın Kullanılmaması
Örnek:
Eğitime bütçeden daha çok pay ayrılması ya da başka kaynaklardan beslenmesi gerekir.
(Bu cümlede ‘’başka’’ sözcüğünden önce tamlayan görevi üstlenen ‘’eğitimin’’ sözcüğü getirilmelidir.

Yazar, eskiden gazetelerde her gün kısa öykü yayımlandığını ama çoktan bir yana bırakıldığını söylüyor.
(bu cümlede ‘’ama’’ bağlacından sonra ‘’öykülerin’’ sözcüğü getirilmelidir.

NOT: Tamlayan görevinde kullanılması gereken zamirin kullanılmaması anlam belirsizliğine yol açabilir.
Elbiselerini yıkadı, ütüledi, dolaba yerleştirdi.
(Bu cümlede ‘’elbiseler’’ sözcüğüne yönelik şu zamirleri kullanabiliriz: ‘’onun, senin, onların’’ .bu sözcüklerden birini seçersek
belirsizlik ortadan kalkar.
Yarışmada birinci olduğuna sevindim. (senin-onun)
Dost canlısı biri olduğunu söylediler. (senin-onun)

82
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
c) Ortak Olmayan Tamlamanın OrtakmıĢ Gibi Kullanılması
Kimi zaman birbirine bağlı ad ve sıfat tamlamalarının tamlayanları bağlaçla birbirine bağlanır, tamlanan ortak kullanılır.
Bu gibi durumlarda sıfat tamlamasının tamlananı kullanılmazsa anlatım bozukluğu oluşur.
Örnek:
Bu önlemler ekonomik ve sağlık açısından yararlı sonuçlar verdi.
(Bu cümlede ‘’sağlık açısından’’ belirtisiz ad tamlamasıdır, ‘’ekonomik’’ sözcüğünden sonra ‘’açıdan’’ sözcüğü ulanmazsa sıfat
tamlamasının tamlayanı ad tamlamasına bağlanmış olur.)
Bölgemizde karasal ve Akdeniz iklimi görülmektedir.
(Bölgemizde karasal iklim ve Akdeniz iklimi görülmektedir.)
Fırsat buldukça bilimsel ve kültür etkinliklerine katılmalıyız.
(Fırsat buldukça bilimsel etkinliklere ve kültür etkinliklerine katılmalıyız.)

d) Tamlamalarda Görülen Tekillik-Çoğulluk Uyumsuzluğu


Türkçedeki sayı sıfatlarından ve kimi nicelik bildiren belgisiz sıfatlardan sonra gelen adlar çoğul eki almaz. Aldığında
anlatım bozulur.
Örnek:
Bunca sorunların altından nasıl kalkacaksınız?
Pek çok sanatçılar bu karara tepki gösterdi.
İki kardeşler sen gelene kadar penceredeydi.

B. CÜMLE DÜZEYĠNDE ANLATIM BOZUKLUĞU


Cümle düzeyinde anlatım bozuklukları bazı dil bilgisi kurallarının iyi bilinmemesinden ya da göz ardı edilmesinden
kaynaklanır. Bu bakımdan bozukluklarını belirleyebilmek için sözcüklerin yapıları, tamlamaların yapılışları, noktalama kuralları
ve cümle kuruluşları hakkında yeterli bilgi edinmiş olmak gerekir. Bu noktada özellikle fiil çatılarının, özne-yüklem
uygunluğunun ya da tümleç-yüklem uyuşmazlığının iyi kavranması önemlidir. Çünkü cümle düzeyindeki anlatım bozukluklarının
birçoğu cümlenin ögeleri arasındaki uyumsuzluktan ileri gelmektedir.
Cümle düzeyindeki anlatım bozukluklarının aşağıdaki başlıklar altında inceleyebiliriz:
- Özne eksikliği
- Özne-yüklem uyumsuzluğu
- Yüklem eksikliği
- Ek-fiil eksikliği
- Çatı uyuşmazlığı
- Tümleç eksikliği
- Nesne eksikliği
- Karşılaştırma yanlışları
- Noktalama yanlışları

1. ÖZNE EKSĠKLĠĞĠ
Gerekli olduğu halde cümlede özneye yer verilmemesi veya özne olamayacak sözcüğün özne gibi kullanılması anlatımı
bozar.
Örnek:
Kıyılarımıza sahip çıkmazsak, kısa zamanda beton yığını haline gelebilir.
(Bu cümlede birinci yargının öznesi ‘’biz’’dir. Oysa ikinci yargı öznesizdir. Cümleye ‘’beton yığını haline gelebilen ne?’’
sorusunu yönelttiğimizde ‘’kıyılarımız’’ cevabını alırız. Anlatım bozukluğunu gidermek için virgülden sonra ‘’kıyılarımız’’
öznesi getirilmelidir.)
Herkes onu eleştiriyordu, yüreklendirmeye çalışmıyordu. (kimse)
Türkiye’nin birkaç bölgesi hariç henüz kar yüzü görmedi. (Türkiye)
UYARI: Olumlu ve olumsuz iki cümlenin oluşturduğu sıralı cümlede ‘’herkes, hepsi, kimse’’ belgisiz zamirleri ortak
kullanılmaz.
Herkes yarın 08.00’de kütüphanede olacak, geç kalmayacak. (kimse)

83
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
2. ÖZNE-YÜKLEM UYUġMAZLIĞI
Özne ve yüklem arasında iki bakımdan uyuşmazlık görülür.
a) KiĢi Bakımından UyuĢmazlık
Kişiler bakımından özne-yüklem uyuşmazlığı, genellikle öznenin birden çok kişiden oluştuğu cümlelerde görülür.
Örnek:
Sen ve Ayhan sorunu çözecek.
(Bu cümlede kişiler bakımından uyuşmazlık vardır. Cümlenin yüklemi ‘’çözeceksiniz’’ olmalıdır.)
Ben ve o aynı yıl üniversiteye girmişti.
(Bu cümlede özne – yüklem uygunluğu yoktur. Çünkü öznenin I. Ve III. Tekil kişiden oluştuğu cümlelerde yüklem birinci çoğul
olur. Bunun için yüklem ‘’girmişti’’ değil ‘’girmiştik’’ olmalıdır.)

b) Tekillik Çoğulluk Bakımından UyuĢmazlık


Özne ile yüklemin tekillik- çoğulluk bakımından uyumunda genel kural şudur: Özne tekilse yüklem tekil, özne çoğulsa
yüklem de çoğuldur. Ancak bu kuralın dışında birçok özel durum vardır. Şöyle ki:
- Çoğul özne kişi unsuru veya kişileştirilmiş varlık değilse yüklem çoğullanamaz.
- Cansız varlıkların, hayvanların, bitkilerin, zaman adlarının, organ adlarının ya da soyut kavramların çoğulları özne
olduğunda bunların yüklemleri tekil olur.
Örnek:
Sınıfta kağıtlar havada uçuşuyordu.
Seher vakti bahçemizde bülbüller ötüşür.
Adamın elleri, ayakları titriyordu.
Aylar, yıllar geçmek bilmiyor adeta.
Meraklanma düĢünceler zamanla değişir.
Acılar, kederler hep kalıcı değildir.

UYARI: Belgisiz sıfatların, belgisiz zamirlerin ve sayı sıfatlarının özne olduğu cümlede yüklem çoğullanamaz.
Örnek:
Hiçbiri, beni sizin kadar sevmedi.
Birçok eser burada okunmayı bekliyor.
BeĢ öğrenci yarım saat önce yukarı çıktı.

3. YÜKLEM EKSĠKLĠĞĠ
Sıralı ya da birleşik cümlelerde gerekli olduğu halde yüklem ya da yardımcı eylem kullanılmaması anlatım bozukluğuna
yol açar.
Örnek:
O, sürekli aynı filmleri ve aynı türküleri dinliyordu.
(Bu cümlede iki temel yargı vardır. Ancak bu yargıların, bir tek yükleme bağlanması anlatımı bozmuştur. Cümleyi ‘’O, Sürekli
aynı filmleri izliyor, aynı türküleri dinliyordu.’’ biçimine getirirsek anlatım bozukluğu giderilmiş olur.)

Dürüst biri olduğundan dün de bugün de kuşkulanmıyorum.


(Dürüst biri olduğundan dün de kuşkulanmadım, bugün de kuşkulanmıyorum.)

O yıllarda ben otuz, o ise kırk yaşlarındaydı.


(O yıllarda ben otuz yaşlarındaydım, o ise kırk yaşlarındaydı.)

Çocuklarıyla bazen çok, bazen hiç ilgilenmezdi.


(Çocuklarıyla bazen çok ilgilenirdi, bazen hiç ilgilenmezdi.)

84
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
4. EK EYLEM EKSĠKLĠĞĠ
Olumlu ve olumsuz iki yargının oluşturduğu sıralı cümlelerde yüklemler ve ek fiil ekleri ortak kullanılamaz.
Örnek:
Çok sabırsız, davranışları da pek normal değildi.
(Bu cümlede ‘’sabırsız’’ yükleminde ek eylem (idi) kullanılmadığı için ‘’çok sabırsız değildi’’ gibi yanlış bir ifade ortaya
çıkmaktadır. Bunun için ‘’çok sabırsız’’ yerine ‘’çok sabırsızdı’’ getirilmelidir.)

Onun boyu kısa, bedeni de pek biçimli değildi.


(Onun boyu kısaydı, bedeni de pek biçimli değildi.)

Özneleri farklı olan sıralı cümlelerde ek fiil ekleri, şahıs ekleri, yüklemler ortak kullanılamaz.
Örnek:
Çocuk ip atlıyor, biz de onları seyrediyorduk.
(Bu cümlenin iki öznesi var bunlardan biri ‘’çocuklar’’ diğeri de ‘’biz’’ sözcüğüdür. Özneleri farklı olan sıralı cümlelerde ek fiil
ekleri ortak kullanılamaz. Bu kusurun giderilmesi için cümle şöyle düzeltilmelidir: Çocuklar ip atlıyordu, biz de onları
seyrediyorduk.)

Geçirdiği kazada kolu sağlam, ayağı ise kırılmıştı.


(Bu sıralı cümlenin iki öznesi var. Bunlardan biri ‘’kolu’’ diğeri ise ‘’ayağı’’ sözcüğüdür. Bu cümlede hem yüklem eksikliği hem
de ek fiil eksikliği vardır. Cümle şöyle olmalıdır: Geçirdiği kazada kolu sağlam kalmıştı, ayağı ise kırılmıştı.)

5. YÜKLEMLER ARASINDAKĠ ÇATI UYUġMAZLIĞI


Birbirine bağlı cümlelerden birinin yükleme etken, diğerininki edilgen çatılı olamaz. Aynı öznenin, aynı tümlecin farklı
çatıdaki eylem ve eylemsilerle bağlanması çatı uyuşmazlığı denen anlatım bozukluğuna yol açar.
Örnek:
Yoksul ailelerin ihtiyaçlarını tespit ederek gidermeye çalışılmalıdır.
(Bu cümlede ‘’tespit edere’’ ve ‘’gidermeye’’ eylemsileri etken çatılı iken ‘’çalışılmalıdır’’ eylemi edilgen çatılıdır. ‘’Yoksul
ailelerin ihtiyaçları tespit edilerek giderilmeye çalışılmalıdır.’’ cümlenin doğru halidir.)

Bahçedeki zararlı otlar yolarak bir yere yığılmalıdır.


(Bu cümlede ‘’yolarak’’ eylemsisi etken ‘’yığılmalıdır’’ eylemi edilgendir. Pasif ve aktif yüklemlerin aynı cümlede yer alması
anlatım bozukluğuna yol açmıştır. Yüklemlerin ikisi de ya aktif ya da pasif olmalıdır. ‘’Bahçedeki zararlı otlar yolunarak bir yere
yığılmalıdır.’’cümlenin doğru halidir.)

6. NESNE EKSĠKLĠĞĠNDEN DOĞAN YANLIġLIKLAR


Sıralı cümlelerde ve birleşik cümlelerde yüklemlerden biri için kullanılan nesne, diğer yükleme uygun değilse, nesne-
yüklem uyuşmazlığı meydana gelir. Buna yol açmamak içim farklı yüklemlerin aynı nesneyi alıp almayacağına dikkate tmek
gerekir.
Örnek:
İki önerimize de sıcak baktı ve değerlendireceğini söyledi.
(Bu cümlede ‘’değerlendireceğini’’ fiilimsisi nesnesiz kullanıldığı için anlatım bozuktur. İkinci cümlenin başına ‘’önerilerimizi’’
nesnesi getirilerek uyumsuzluk giderilebilir)

Para iyi bir hizmetçidir ama cimriler kullanmayı bilmezler.


(Bu cümlede ikinci cümlenin yüklemi nesne gerektirmektedir. İkinci cümleye ‘’Neyi kullanmayı bilmezler’’ sorusunu
yönelttiğimizde cevap alamıyoruz. Onun için ‘’cimriler’’ öznesinden sonra ‘’onu’’ nesnesi getirilmelidir.)

Konuşmacının düşüncelerine katılıyor, destekliyor.


(Konuşmacının düşüncelerine katılıyorum, onu destekliyorum.)

85
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
7. TÜMLEÇ EKSĠKLĠĞĠNDEN DOĞAN YANLIġLIKLAR
Bir yüklemin gerektirdiği tümleç ile kullanılmaması tümleç eksikliği sonucunu doğurur. Bu da bir anlatım kusurudur.
Örnek:
Müşterilerini sever ve her türlü kolaylığı sağlardı.
(Bu sıralı cümlede, ikinci cümlecik dolaylı tümleç gerektirmektedir. İkinci cümleciğin başına ‘’onlara’’ tümleci getirilirse
cümledeki eksiklik giderilmiş olur.)

Kardeşimi çok seviyorum ama geçinemiyorum.


(Bu sıralı cümlede, ikinci cümleye bağlaçtan sonra ‘’onunla’’ sözcüğünü getirmeliyiz. Bu sözcük edat tümlecidir.)

Birbirlerini çok iyi anlar, inanırlardı.


(Birbirlerini çok iyi anlar, birbirlerine inanırlardı.)

Yaşamını zenginleştiren, anlam kazandıran birçok dostu var.


(Yaşamını zenginleştiren, yaşamına anlam kazandıran birçok dostu var.)

8. KARġILAġTIRMA YANLIġLIKLARI
Anlatımda açıklığı bozan, cümle düşüklüğüne yol açan etkenlerden biri de karşılaştırmalarda sözcük ya da ek
eksikliğidir.
Örnek:
Bakırın iletkenliği demirden fazladır.
(Bu cümlede ‘’bakırla demir’’ arasında değil, bunların iletkenliği arasında ilgi kuruluyor. Bunun için ‘’demir’’ sözcüğüne ilgi
zamiri gerek: Bakırın iletkenliği demirinkinden fazladır.)

Gençler size bizden çok güveniyor.


(bu cümlenin anlatımında açıklık yoktur. Çünkü cümleden iki anlam çıkmaktadır: 1. Gençlerin size duydukları güven bizimkinden
çoktur. 2. Gençler bizden çok size güveniyorlar. Örnek cümle doğru ve açık bir anlam belirtmediği için onun yerine bu iki
cümleden biri tercih edilmelidir.)

9. NOKTALAMA YANLIġLARI
Noktalama işaretlerinin eksikliği ya da noktalama işaretlerinin yanlış yerde kullanımı anlatım bozukluğu yaratabilir.
Örnek:
Genç saçlarına ak düşmemiş, şiirimize hikâyeciliğimize taptaze bir hava getiren isimlerdi bu saydıklarım.
(Bu cümlede ‘’saçlarına ak düşmemiş’’bir ara sözdür. ‘’Genç’’ sözcüğünden sonra virgül kullanılmalıdır. ‘’Genç’’ sözcüğü
adlaşmış sıfata dönüştürülmelidir.)

86
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
8. ÜNĠTE

ELEġTĠRĠ
 Bir eseri ya da sanatçıyı olumlu ve olumsuz yönleriyle belgelere ve örneklere dayandırarak değerlendiren yazılardır.
Tenkit olarak da adlandırılır. Eleştiri türünde yazan sanatçılara eleştirmen (münekkit) denir.
 Eleştiri sözcüğü Fransızcada ‘’yargılamak’’ anlamına gelen kritik teriminin karşılığıdır. Tanzimat Dönemi sanatçıları, bu
terimi önceden muaheze, daha sonra intikat ve tenkit kelimeleriyle karşılamışlardır. Bu türde sürekli eser veren
sanatçılara münekkit denilirdi. Cumhuriyet Dönemi’nde bu tür için eleĢtiri sözcüğü kullanılmaya başlanmıştır. Eleştiri
yazanlara ise eleĢtirmen adı verilmiştir.
 Eleştiri hem yapılan işin adı hem de işin sonunda ortaya konan eserin adıdır.
 Açıklama, aydınlatma, değerlendirme eleştirinin temel işlevidir.
 Eleştirmen değerlendirmelerini gerekçelere dayandırmalıdır.
 Üzerinde düşünülen eser bütün boyutlarıyla ele alınmalı, kendi türü içindeki yeri, bu türe katkıları belirtilmelidir.
 Eleştiri, geniş bilgi birikimi gerektiren bir yazı türüdür. Eleştirmen, çağdaş sanat ve edebiyat akımlarına açık; dil,
düşünce, beğeni yönünden yetkinleşmiş, gelişmiş biri olmalıdır.
 Eleştirmen her şeyden önce, değerlendireceği eser ve aynı ayardaki diğer eserler hakkında yeterli bilgi birikimine sahip
olmalıdır.
 Eleştiride asıl olan, bir eserin özünü ortaya koymaktır. Eseri yazan sanatçının tutumu esere göre ikinci plandadır.
 Eleştirinin amacı bir eseri biçim ve içerik yönüyle incelemek, tanıtmak, tarih içindeki yerini ve önemini ortaya koymak,
okura eser hakkında bilgi vermektir.
 Eleştirmen, eleştireceği eseri, eserin yazıldığı dönemi ve şartları göz önünde bulundurarak eleştirmelidir. Örneğin ilk
realist romanımız olan Araba Sevdası’nı günümüz roman anlayışına göre eleştirmek yanlış bir tutumdur.
 Değerlendirmeye tabî tutulan eserin sanatçısı, eleştiriler sayesinde doğru ve yanlış taraflarını öğrenir ve bu doğrultuda
daha yetkin eser vermeye çalışır.
 Sanatçının daha nitelikli eserler ortaya koymasını, okurun sanat zevkinin yükselmesini ve eseri doğru anlamasını sağlar.
 Bütün edebî türlerden ‘’başkasının eserinden söz edilmesi’’ yönüyle ayrılır. Çünkü diğer türlerde sanatçı kendi duygu ve
düşüncelerini dile getirir. Eleştirideyse, bu duygu ve düşüncelerle ‘’ortaya konan eser üzerine’’ söz söylenir. Bu
bakımdan eleştirmenin alanında son derece birikimli olması gerekir.
 Eleştirmenin cümleleri açık ve anlaşılır olmalı, yanlış anlamaya sebep olacak ifadelerden kaçınılmalıdır.
 Eleştirmen hiçbir esere ön yargılı yaklaşmamalıdır.
 Eleştirmen incelediği yapıt karşısında tarafsız olabileceği gibi (nesnel eleştiri), o yapıtı kendi bakış açısıyla da
değerlendirebilir (öznel eleştiri).
 Dünya edebiyatında Boileau, Hippolyte Taine, Anatole France, Thomes Stearns Eliot eleştiri türünde tanınmış isimlerdir.

ELEġTĠRĠ TÜRLERĠ
1. OKURA DÖNÜK ELEġTĠRĠ
 Eleştirmen, kendisini eserin okuruyla özdeşleştirip bir okur olarak eserin kendi üzerinde uyandırdığı etkiyi çıkış noktası
yapar. Bu tür eleştiriye ‘’izlenimci/öznel eleştiri’’ adı da verilir.
 Belirli kural ve ilkeleri ya da ölçüleri yoktur.
 Tek ölçütü yazarın kendi beğenisidir. ‘’Beğendim, beğenmedim, hoşuma gitti ya da gitmedi.’’türünden yargılar
egemendir.
 Bu tarz eleştiride edebi eserin okuyucuda bıraktığı etki ve izlenimlerden yola çıkarak yapılan bir eleştiri söz konusudur.
 Daha çok eleştirmenin okuduğu esere yönelik zevk ve beğenilerinin okuyucuya ulaştırılması şeklindedir.

2. TOPLUMA DÖNÜK ELEġTĠRĠ


(Eserle DıĢ Dünya Arasındaki ĠliĢkiyi Konu Edinen EleĢtiri)
 Bu tür eleştiride amaç; edebî eserin oluşumunu etkileyen tarih, sosyal, din, siyasi, ekonomi gibi zihniyet unsurlarını
belirlemek ve bunların yardımıyla eseri açıklamaya çalışmaktır.
 Eleştirmen, eserin yazıldığı dönemin tarihî ve toplumsal koşullarını ölçüt alarak eseri değerlendirir.
 Eleştirmen, esere toplumsal bir belge olarak bakar.
 Eserin yaratıldığı tarihî ve toplumsal ortamın koşulları ölçüt olarak alınır.
 ‘’Tarihî eleştiri’’, ‘’toplumbilimsel (sosyolojik) eleştiri’’, ‘’Marksist eleştiri’’ topluma dönük eleştiri türleridir.

87
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
3. ESERE YÖNELĠK ELEġTĠRĠ
 Herhangi bir eseri inceleme ve değerlendirmeye yönelik eleştirilerdir.
 Eleştirmen metnin yapısını, bu yapıyı ve eserin dokusunu oluşturan unsurları (konu, üslup, olay örgüsü, kahramanlar
arasındaki ilişki, çatışma ögeleri vb.) değerlendirerek eser hakkında bir açıklamada bulunur.
 Nesnelliğe daha yakın ele alış biçimi olan bu yöntem, ‘’biçimci eleştiri’’, ‘’yapısalcı eleştiri’’, ‘’nesnel eleştiri’’olarak da
adlandırılır.

4. SANATÇIYA YÖNELĠK ELEġTĠRĠ


 Eleştirmen incelediği eseri daha iyi çözümlemek için sanatçının hayatını, eğitimini, kişilik özelliklerini, psikolojisini
inceler ve bunların eser üzerindeki etkisini ortaya koymaya çalışır.
 ‘’Biyografik (yaşam öyküsel) eleştiri, psikolojik (ruhbilimsel) eleştiri’’ sanatçıya dönük eleştiri türleridir.

ELEġTĠRĠNĠN GELĠġĠMĠ
Edebiyatımızda eleştiri türünün ilk örneklerine divan edebiyatındaki ‘’Şuara Tezkireleri’’nde rastlanır. Bu tezkirelerde
şairler ve şairlere yönelik eleştiriler söz konusudur.
a) Tanzimat Dönemi
Tanzimat Dönemi’nde edebi tenkit daha çok tartışmalar şeklinde cereyan etmiştir.
 Edebiyatımızın ilk eleştirisi Tasvir-i Efkâr ile Ruzname-i Ceride-i Havadis gazetelerinde Şinasi ile Mehmet Sait arasında
görülmüştür. Dil meselesiyle ortaya çıkan tartışma edebiyat tarihine ‘’Mesele-i Mebhusetü Anha’’ olarak geçmiştir.
 Tanzimat Dönemi’nde Namık Kemal-Ziya Paşa, Recaizade Mahmut Ekrem-Muallim Naci, Beşir Fuat-Ahmet Mithat
Efendi arasındaki münakaşalar eleştiri türüne katkı sağlamıştır.
 Ziya Paşa, Hürriyet gazetesinde çıkan Şiir ve İnşa adlı makalesinde divan edebiyatına hücum ederek onu ‘’gayrı millî ve
suni’’ olmakla suçlar, asıl edebiyatımızın halk edebiyatı olduğunu söyler. Harabat adlı eserine yazdığı ön sözde bu
görüşlerin tam tersini savunur.
 Namık Kemal, 1866’da Tasvir-i Efkâr’da çıkan Lisan-ı Osmananînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazatı Şamildir
adlı uzun makalesinde divan edebiyatını eleştirir. Namık Kemal’in bu yazısı ilk eleştiri yazısı kabul edilir.
 Namık Kemal, Ziya Paşa’nın Harabat adlı eserini eleştirmek için yazdığı Tahrib-i Harabat ve Takip adlı eserlerinde
divan şiirini daha şiddetli bir biçimde eleştirir. Namık Kemal’in Tahrib-i Harabat adlı eseri edebiyatımızdaki ilk eleştiri
kitabı kabul edilir.
 Recaizade Mahmut Ekrem’in III. Zemzeme Mukaddimesi, Takdir-i Elhan’ı, Takrizat’ı; Muallim Naci’nin Demdeme’si,
Yazmış Bulundum’u; Abdülhak Hamit Tarhan’ın Makber Mukaddimesi, Duhter-i Hindu Mukaddimesi, Na-Kâfi şiiri;
Nabizade Nazım’ın Karabibik Mukaddimesi ; Sami Paşazade Sezai’nin Küçük Şeyler Mukaddimesi tenkit niteliği taşır.
 Muallim Naci ve Recaizade Mahmut Ekrem arasında ‘’eski-yeni’’tartışması olmuştur.

Servetifünun’a Zemin Hazırlayan TartıĢma


 Abes-Muktebes TartıĢması
 1884 yılında başlayan Recaizade Mahmut Ekrem- Muallim Naci ve taraftarları münakaşası kendiliğinden iki cephe
oluşturmuştur. 1895 yılında Hasan Âsaf adında bir genç şair, Malûmat dergisinde yayımladığı bir şiirde, abes ile
multebes kelimelerini kafiye yapmıştır:
 Zerre-i nûrundan iken muktebes
 Mihr ü mehe etmek işâret abes
 Şiirdeki ‘’abes’’ sözcüğündeki ‘’s’’ ünsüzünün yazılışı ile ‘’muktebes’’ sözcüğündeki ‘’s’’ ünsüzünün yazılışı
Arap alfabesinde aynı değildir. Arap dilinde bu iki sesim boğumlama noktaları da ayrıdır. ‘’Abes’’, ‘’peltek se’’ ile
‘’muktebes’’ ise ‘’sin’’ ile yazılır. Divan şiirinde ‘’göz için uyak’’ anlayışı olduğu için farklı sesler ile yazılan bu sesler
kafiye oluşturmuyordu. ‘’Kulak için kafiye’’ anlayışını benimseyenlere göre ise bu iki kelime kafiye oluştururdu. Hasan
Âsaf’ın şiirinden dolayı Recaizade Mahmut Ekrem ile Malûmat dergisi şairleri arasında edebiyat tarihine ‘’abes-
muktebes tartışması’’ olarak geçen kafiye tartışması başladı. Recaizade Mahmut Ekrem kendisine yayın organı olarak
Servet adlı derginin ilavesi olarak çıkan Servet-i Fünun dergisini seçti. Recaizade Mahmut Ekrem’in eski öğrencisi
Ahmet İhsan Tokgöz tarafından yönetilen dergi, bir edebiyat dergisi haline gelmişti. Recaizade Mahmut Ekrem ‘in
aracılığıyla 7 Şubat 1896 tarihli 256. Sayısından itibaren Tevfik Fikret, Servet-i Fünun dergisinin sanat ve edebiyat
yöneticisi olmuştur. Bu tarih Servetifünun topluluğunun kuruluş tarihi kabul edilir. Hüseyin Cahit Yalçın, Halit Ziya
Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Cenap Şahabettin, İsmail Safa gibi sanatçılar da bu dergi etrafında toplanmışlardır.

88
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
b) Servetifünun Dönemi
 Servetifünun’da eleştiri türünde tanınan Ahmet Şuayp’ın eleştiri yazıları Hayat ve Kitaplar adlı eserde yer alır.
 Çoğunlukla eleştiri türünde yazan Ahmet Şuayp, Türk edebiyatındaki eleştiri anlayışına nesnel bir bakış açısı getirmeye
çalışmıştır.
 Hüseyin Cahit Yalçın’ın Kavgalarım adlı eseri hem eleştiri hem de anı özelliği göstermektedir.

Dekadanlık Meselesi
 Ahmet Mithat Efendi, Sevetifünuncuları dili ağırlaştırmak ve edebiyatı geriye götürmekle suçlayarak onlara ‘’köksüz,
soysuz’’ anlamına gelen Dekedan adını verip onlara karşı Dekadanlar adlı bir eleştiri yazmıştır.
 Hüseyin Cahit Yalçın ise Ahmet Mithat Efendi’nin Dekadanlar yazısına karşı Biraz Daha Hakikat adlı yazıyı yazmıştır.
 Dekadanlık tartışması yaklaşık iki yıl sürmüştür.
 Ahmet Mithat Efendi, Teslim-i Hakikat adlı bir yazı kaleme alarak tartışmaya son noktayı koymuştur.

c) Fecriati Dönemi
 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Haşim, Hamdullah Suphi, Ali Canip, Mehmet Fuat Köprülü ve Şahabettin
Süleyman eleştiri türünde yazan sanatçılardır.

d) Millî Edebiyat Dönemi


 Bu dönemde edebî tenkit alanında önemli eserler verilmiştir. Ali Canip Yöntem, Millî Edebiyat üzerine Cenap
Şahabettin’le giriştiği münakaşaları ‘’Millî Edebiyat Meselesi ve Cenap Bey’le Münakaşalarım’’ adlı eserde toplamıştır.
 Mehmet Fuat Köprülü ve Şahabettin Süleyman da edebî tenkit alanında eser vermiştir.

d) Cumhuriyet Dönemi
 Cumhuriyet’in ilk yıllarında daha çok öznel eleştiri örneklerine rastlanırken sonraları nesnel eleştiriler ağırlık kazanmaya
başlamıştır.
 Akademik çevreler tarafından esere dönük nesnel eleştiri yöntemleri geliştirilmiş ve uygulanmıştır.
 Cumhuriyet Dönemi’nde Nurullah Ataç, Orhan Şaik Gökyay, Suut Kemal Yetkin, Cevdet Kudret, Orhan Burian,
Mehmet Kaplan, Berna Moran, Atilla İlhan, Asım Bezirci, Memet Faut, Fethi Naci, Şerif Aktaş, Hüseyin Cöntürk ve
Gürsel Aytaç eleştiri türünde öne çıkan isimlerdir.
 Orhan Şaik Gökyay’ın ‘’Destursuz Bağa Girenler’’, Mehmet Kaplan’ın ‘’Şiir Tahlilleri’’, Berna Moran’ın ‘’Türk
Romanına Eleştirel Bir Bakış’’, Fethi Naci’nin ‘’Yüz Yılın 100 Türk Romanı’’, Gürsel Aytaç’ın ‘’Çağdaş Türk
Romanı Üzerine İncelemeler’’ adlı eserleri Türk edebiyatında eleştiri türünün tanınmış örnekleridir.

Edebiyatımızda EleĢtiri Türünde Bazı Önemli Eserler


Takdir-i Elhan Recaizade Mahmut Ekrem
Zemzeme’nin Ön Sözü
Demdeme Muallim Naci
Kavgalarım Hüseyin Cahit Yalçın
Düstursuz Bağa Girenler Orhan Şaik Gökyay
Tahrib-i Harabat Namık Kemal
Takip
Renan Müdafaanamesi
Dost Kitaplar Oktay Akbal

89
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
9. ÜNĠTE

MÜLAKAT
RÖPORTAJ

MÜLAKAT (GÖRÜġME)
 Arapça bir kelime olan mülakat:’’karşılıklı buluşmak, görüşmek’’ anlamına gelmektedir.
 Herhangi bir konuda bir kimse ile karşılıklı yapılan konuşmadır.
 Bilim, sanat, edebiyat, felsefe gibi alanlarda tanınmış veya kendi alanında uzmanlaşmış kişilerle randevu alınarak yapılan
sorulu-cevaplı görüşmelerdir.
 Mülakatı yapacak kişi, hakkında bilgi sahibi olmak istediği konu ve kişiyle ilgili ön bilgiye sahip olmalıdır.
 Görüşmeye katılacak kişi ya da kişilerle ön görüşme yapılmalıdır. Bu ön görüşmede (Telefon ya da mektupla olabilir.)
görüşmenin amacı ve özellikleri belirtilmelidir. Özellikle, görüşmeye katılacak kişiye ne zaman, nerede görüşme
yapılacağı hakkında bilgi verilmelidir.
 Mülakat türünde konunun sınırları iyi çizilmelidir. Sorular, bu çerçevenin dışına çıkmamalı ve asıl öğrenilmek istenen
konulara yönelik sorular yöneltilmelidir.
 Görüşmeye katılan kişi ya da kişilerin duygu ve düşünceleri olduğu gibi yazıyla geçirilmelidir. Bu nedenle, görüşme teyp
ya da video kasetine alınmalı; daha sonra kasetteki ifadeler yazıya çevrilmelidir.
 Görüşmeyi düzenleyen kişi, görüşmenin sonunda kibar bir ifade kullanmalıdır. ‘’Bize vakit ayırdığını ve verdiğiniz
bilgiler için size/sizlere çok teşekkür ederim.’’ gibi.
 Sözlü bir anlatım türü olmasına rağmen, daha sonra düzenlenerek genellikle gazete ve dergilerde yayımlanır.
 Mülakat birçok yönüyle röportaja benzer. Ancak röportajdan ayrılan yönü de vardır. Yazar mülakatı yazıya aktarırken
kendi yorumuna yer vermez, karşı tarafın söyledikleri aynen aktarılır. Röportaj türünde ise yazar ele aldığı konuyu yazıya
geçirirken kendi bakış açısını da ilave eder.
 Mülakat türü bizim edebiyatımızda Tanzimat’tan sonra görülmeye başlanmıştır.
 İlk mülakat örneği Ziya Paşa’nin ‘’Rüya’’ adlı eseridir. Gerçek anlamda bir mülakat olmayan bu eserde yazar,
anlattıklarını gördüğü bir rüya biçiminde kurgulamıştır.
 Ruşen Eşref Ünaydın ‘’Diyorlar ki’’ adlı eseriyle Türk edebiyatında mülakat türünün ilk yetkin örneğini vermiştir.
 Ruşen Eşref Ünaydın’ın ‘’Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat’’ adlı eseri de türün diğer önemli
örneğidir. Bu eser, Mustafa Kemal’i kamuoyuna tanıtan ilk eser olması bakımından da önemlidir.

Mülakat Yapılırken ya da Hazırlanırken ÇeĢitli Yollar Ġzlenir:


 Konu, günlük hayattan ve herkesin ilgisini çekecek nitelikte olmalıdır.
 Mülakat, konusunda uzman kişilerle yapılmalıdır.
 Sorular önceden hazırlanmalı; açık, doğru, anlaşılır olmalıdır.
 Görüşme konusu, görüşme yapılacak kişiye önceden söylenmelidir.
 Görüşmeye zamanında gidilmelidir, görüşülecek kişi bekletilmemelidir.
 Yorucu ve usandırıcı sorulardan kaçınılmalıdır.
 Sorulara verilen cevaplar olduğu gibi yazılmalıdır ve kayda alınmalıdır.
 Görüşmede elde edinilen bilgiler zamanında ve olduğu gibi yazıya aktarılmalıdır.

Cumhuriyet Dönemi’nde Mülakat


 Cumhuriyet Dönemi’nde gazete ve dergilerin çoğalması ve daha fazla önem kazanmaya başlamasıyla mülakat türünde
yazılan ürünlerin de sayıca arttığı görülmektedir. Bu dönemde çok sayıda yazar tarafından sanat ve siyaset dünyasına ışık
tutan mülakat örnekleri verilmiştir.
 Cumhuriyet Dönemi’nde Hikmet Feridun Es’in ‘’Bugün de Diyorlar ki’’, Mustafa Baydar’ın ‘’Edebiyatçılarımız Ne
Diyorlar’’, Gavsi Ozansoy’un ‘’40 Yıl Sonra Diyorlar ki’’, Yaşar Nabi Nayır’ın ‘’Edebiyatçılarımız Konuşuyor’’, Sermet
Sami Uysal’ın ‘’Yahya Kemal’le Sohbetler’’, Nurullah Berk’in ‘’Ustalarla Konuşmalar’’, Abdi İpekçi’nin ‘’Liderler
Diyor ki’’ adlı eserleri mülakat türünün tanınmış örneklerindendir.

90
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
Edebiyatımızda Bazı Önemli Mülakat Örnekleri
Diyorlar ki Ruşen Eşref Ünaydın
Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal’le Mülakat
Edebiyatçılarımız Konuşuyor Yaşar Nabi Nayır
(Bu eser Varlık dergisi tarafından dönemin şair ve yazarlarıyla
yapılan konuşmaları içermektedir. Kitapta 21 adet röportaj
vardır.)
Edebiyatımızda Dünküler mi Bugünküler mi Daha Kuvvetli Gavsi Ozansoy
40 Yıl Sonra Diyorlar ki
Beş Kuşak Konuşuyor
Liderler Diyor ki Abdi İpekçi
Söz Uçar Söz Olur Enver Ercan
Söyleşiler Doğan Hızlan
Yeni Bin Yılın Edebiyatçıları Hikmet Altınkaynak
Sanat ve Edebiyat Konuşmaları Mustafa Miyasoğlu
Eşlerine Göre Ediplerimiz Sermet Sami Uysal
Konuşa Konuşa Zeynep Oral
Edebiyatçılarımız Ne Diyor Mustafa Baydar
Yahya Kemal’le Sohbetler Sermet Sami Uysal
Bugün de Diyorlar ki Hikmet Feridun Es
Ustalarla Konuşmalar Nurullah Berk
Sorularda Yazarlar Ayten Sürer
Söz Uçar Yazı Kalır Feridun Andaç
Romancılar Konuşuyor Mehmet Nuri Yordım
Her Gün Bir Ediple Refik Ahmet Sevengil
Edebiyatımızın Kadınları Feridun Andaç
Sorulara Cevaplarla Sadık Tural

91
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
RÖPORTAJ
 Bir olay ya da durumla ilgili yerinde yapılan gezi, inceleme, araştırma ve soruşturma yöntemiyle yazılan gazete
haberlerinin genişletilmiş biçimidir.
 Sözcük olarak ‘’getirmek, toplamak’’ anlamlarına gelen röportaj sözlü yöntemlerden de yararlanılarak hazırlandıktan
sonra gazete ve dergilerde yayımlanır.
 Gazete ile gelişen, yerleşen ve yaygınlaşan bir türdür.
 Hazırlanması sırasında ‘’sözlü anlatım’’ türü olarak görülen röportaj, yayımlanması ve kitaplaştırılması esnasında ‘’yazılı
anlatım’’ türüne girer.
 Sanatsal yazı olma özelliğini taşımakla beraber daha çok bir haber yazısıdır.
 Bir yazarın bir ülkeyi, memleketi, bölgeyi, fabrika gibi iş yerlerini gezerek gördüklerini kendi görüşleriyle birleştirerek
gazete ve dergide yazmasıdır.
 Gezip görmeye, incelemeye, soruşturmaya, öğretmeye, tanıtmaya, tasvir etmeye dayanır.
 Röportaj yazarı ele aldığı konuda inceleme yapar, kendinden önce bu konuda yazılanları araştırır, konuyla ilgili
fotoğraflar çeker, gerekirse ses kayıt cihazlarından yararlanır; yaşam gerçeğini olayları ya da sorunları yansıtırken
bunların altında yatanları da gösterir.
 Resimler, konuşmalar, istatistikî bilgiler, grafikler, uzman görüşleri belge olarak kullanılır. Röportajı hazırlayan kişi
yorumları bu kanıtlar üzerinden gerçekleştirir.
 Yazarın amacı okuyucuyu gerçeğin içine çekmektir.
 Bilgiyi, haberi, gerçeği; açık, yalın, çarpıcı bir dille okurlarına iletir.
 Gücünü ve inandırıcılığını belgelerden alır ancak okuyucu belgenin de ötesine geçirilmek istenir.
 Gerektiğinde fotoğrafın, ses ve filmin desteğine ve ilgililerin görüşlerine başvurulur. Böylece yansıttığı doğrularla
okurlarını yüz yüze getirir.
 Bir yazı olabileceği gibi, aynı konuyu işleyen bir yazı dizisi biçiminde de verilebilir.
 Geniş boyutlu bir haber metni olan röportajlarda ‘’inandırıcılık’’ ön plandadır. Röportajın etkisi değişik anlatım
biçimlerini özgürce kullanmasından gelir. Somut bir toplum gerçeği ya da sorunu dile getirilirken o konuda yazılmış bir
şiirden, söylenmiş bir türküden, yakılmış bir ağıttan yararlanılır.
 Röportaj güncel gerçekleri yansıtması açısından habere yaklaşsa da haberde sadece olayın anlatılmasıyla yetinilir.
 Tanıtılan objeyle ilgili yazar, kendi görüşlerini de katabilir.
 Bu türde başka kişilerin görüşlerine başvurulup soru-cevap yöntemiyle karşılıklı konuşmalara yer verildiği için mülakatla
benzerlik gösterir. Ancak mülakat yöntemi röportajın sadece bir bölümünü oluşturur.
 Ayrıca araştırması yapılan yerler gezilip anlatıldığı için gezi yazısıyla benzerlik gösterir.
 Röportaj yazılırken açıklama, öyküleme, tartışma, betimleme gibi anlatım biçimlerinden yararlanılır.
 Bir gazetede yer alabileceği gibi bazı röportajlar radyo ve televizyonlardan da yayımlanabilir. Bunlar belgesel röportaj
şeklinde nitelenebilir.

SUNULUġ TARZINA GÖRE RÖPORTAJLAR


1. Amerikan Röportajı: Giriş bölümünün sürpriz, şaşırtıcı bir paragraf olduğu, en son söylenmesi gereken kelimelerin en başta
söylendiği röportajlardır. En son söylenmesi gerekenler en önce söylenerek okuyucuda şok etkisi yaratılır ve dikkat çekilmiş olur.
2. Alman Röportajı: Yazarın konuyu işlerken kendisini ön plana aldığı ‘’ben’’ eksenli röportajlardır. Yazar konuyu kendi
ekseninde anlatır.

KONULARINA GÖRE RÖPORTAJLAR


1. Edeî Röportajlar: Şair ve yazarların yaşayış ve kişilik özelliklerini, sanat görüşlerini daha iyi anlamamıza olanak sağlayan
röportajlardır.
2. Siyasal Röportajlar: Siyasi konuları ele alan, devlet yönetiminde bulunan kişilerle yapılan röportajlardır.
3. Sağlık Röportajı: Sağlık alanındaki kişilerle yapılan röportajlardır.
4. Spor Röportajı: Spor alanında yapılan röportajlardır.

92
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
ANLATIM TARZINA GÖRE RÖPORTAJLAR
1.Öyküsel Röportaj: Kişilerin bir öykü havası içinde ele alındığı, konuşturulduğu, sorunlara parmak basıldığı röportajlardır.
2. Kurgusal Röportajlar: Öykülemenin çok sınırlı kaldığı, anlatımda yazarın çok az araya girdiği, ses alma makinesinin kalemin
yerini tuttuğu, bu özelliğiyle yaşamdan canlı bir kesit özelliği gösteren röportajlardır. Bu tür röportajlarda yazar, ele aldığı
konuyu, konuya karışan kişilerin konuşmalarıyla biçimlendirir. Ses alma makinesinde kayıtları yazıya dökerken eklemelere
gitmeden, anlatılanların yerini değiştirme gibi (başa, ortaya, sona alma şeklinde) kurgusal değişiklikler yapar. Bu tür röportajlarda
tutanak havasının olduğu söylenebilir. Anlatım daha doğaldır. Üzerinde uzun uzun düşünülmüş cümleler yoktur.

UZUNLUĞUNA GÖRE RÖPORTAJLAR


1.Tek Röportaj: Belirli bir konuyu ele alan ve tek yazı çerçevesinde sunulan röportajlardır. Bu tür röportajlara gazete ve sanat
dergilerinde sıkça rastlanmaktadır.
2. Dizi Röportaj: Bir konuyu kapsamlı biçimde, değişik yönleriyle ele alan ve inceleyen röportajlardır. Olayları yerinde
incelemeye ve çok sayıda kişilerle ilişki kurulup görüşmelere dayandırılan röportajlar bu gruba girmektedir. Bu röportajların
yayımının günlerce sürdüğü görülmektedir.

RÖPORTAJ – GEZĠ YAZISI FARKI


Röportaj ve gezi yazısı birbirine karıştırılmamalıdır. Röportajda bir durumu, olayı, sorunu aydınlatmak için inceleme ve
soruşturma yapılır. Gezi yazılarında bir durumu inceleyip aydınlatmak söz konusu değildir. Gezi yazılarında yazar, gezip gördüğü
yerler hakkındaki izlenimlerini aktarır.

RÖPORTAJ – MÜLAKAT FARKI


Röportaj ve mülakat birbirine karıştırılmamalıdır. Mülakat, bir konu hakkında o konunun uzmanıyla yapılan görüşmelerdir.
Amaç, o kişinin konu hakkındaki görüşlerini yansıtmaktır. Röportajda ise gezip görme, inceleme, soruşturma söz konusudur.
Mülakat, röportajın içinde başvurulan bir yöntem olup röportaja göre daha dar kapsamlıdır.
Mülakatın alanı görüşülen kişi ile sınırlıyken röportajda her çeşit konu ve olay ayrıntılı bir biçimde irdelenir; anlatılanlar
fotoğraflarla, belgelerle desteklenir ve zenginleştirilir. Mülakatlarda ise muhataplara soru sormayla beraber bir olayı öyküleme,
izlenim ve betimlemelere yer verme de söz konusudur.
Mülakatta bir kişiyi sorulara verdiği cevaplarla tanıtmak amaçlanır. Röportajda ise bir olayı sorgulamak, bir gerçeği ortaya
koymak amacıyla kamuoyunu aydınlatmak amaçlanır.

- Mülakatta kişi, röportajda konu öne çıkar.


- Mülakat genellikle tek kişiyle, röportaj birden çok kişiyle yapılır.
- Röportaj yayımlanırken fotoğraf, belge ve resimlerle zenginleştirilir. Mülakatta ise sadece mülakat yapılan kişi ile
çekilmiş fotoğraf kullanılır.
- Mülakatta konuşmalar hiçbir yorum ve ekleme yapılmadan aktarılır. Röportajda ise röportajı yapanın yorumu yer alabilir.

CUMHURĠYET DÖNEMĠ’NDE RÖPORTAJ


XIX. YÜZYILDA Amerika’da ortaya çıkan röportaj türü, Türkiye’de gerçek anlamda 1950’li yıllarda gelişmeye
başlamıştır. Bu yıllardan itibaren çok partili hayata geçilmiş, toplumsal değişim hız kazanmış, köyden kente göç dalgası
başlamıştır. Böylece bu yeni gelişme ve olguların neden olduğu toplumsal sorunlar röportaj türünün konusu olmuştur. Bundan
böyle halkın sorunları, yaşadıkları, röportaj yazarları tarafından yerinde gözlemlenerek ilk elden aktarılmaya başlanmıştır. Bazı
yazarlar hazırladıkları röportajları gazetelerde dizi röportaj olarak yayımlamışlardır.
Cumhuriyet Dönemi’nde Yaşar Kemal’in ‘’Çukurova Yana Yana, Bir Bulut Kaynıyor, Peri Bacaları, Bu Diyar
Baştan Başa’’, Fikret Otyam’ın ‘’Ha Bu Diyar, Topraksızlar’’, Tahir Kutsi Makal’ın ‘’İç Göç, Acı Yol’’, Halil Aytekin’in
‘’Doğuda Kıtlık Vardı’’, Necmi Onur’un ‘’Mezarlarında Yaşayanlar’’, Celalettin Çetin’in ‘’Büyük Göç’’ adlı eserleri röportaj
türünün tanınmış örneklerindendir.

93
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU
94
11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DERS NOTU

You might also like