Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 112

MİRAS HUKUKU

05.10.2020

(0-20 dk)

*Miras hukuku sistemleriyle başlayalım. Bir kişinin ölümü veya ölüme eşdeğer durumunun
gerçekleşmesi halinde -ölüme eşdeğer durumdan kasıt gaiplik olabilir, ölüm karinesi olabilir-
sorulması gereken kişinin sağlığındaki özel hukuk ilişkilerinin akıbetinin ne olacağını
değerlendirmemiz gerekir. Özel hukuk ilişkileri diğer kişilere mi intikal edecektir, yoksa toplum
adına tasfiye mi edilecektir? Bu ön sorunu tespit ettikten sonra, ki bu ilgili miras hukuku
sistemine göre değişir, sonrasında bu özel hukuk ilişkilerinin kime intikal edeceği aşamasına
gelinir.

*Miras hukuku bir boyutuyla özel hukuk ilişkilerini ve hak sahiplerinin yararını korur. Ama diğer
yandan da ekonomik anlamıyla sosyal değerleriyle de göz önüde bulundurur. Mesela miras
hukuku aile kavramıyla bütünleşmiştir. Örneğin mal rejimi hususu.

*Miras hukuku, terekeye bir ticari veya tarım işletmesinin dahil olması durumunda bunun
birden fazla mirasçıya intikal ihtimalinde doğabilecek ekonomik sorunları da dikkate almalıdır.
Bunu ilerleyen bölümlerde göreceğiz.

*Farklı miras sistemleri var dedik.Önsorun onları da irdeleyeceğimizi söyledik. Bu sistemler,


Yasal mirasçılık sistemi, İradi mirasçılık sistemi, Kollektif sistem.

a- Yasal mirasçılık sistemi aileyi koruma refleksiyle hareket eder. Kişinin ölümünden sonraki özel
hukuk ilişkilerini kişinin iradesine bakılmaksızın kanunla doğrudan doğruya belli hısımlarına
intikal etmesini öngörür.

b- Diğer taraftan Roma kökenli iradi mirasçılık sisteminde "bireyselcilik ilkesi" çıkış noktasıdır.
Miras bırakanın iradesi aksi yöndeyse kimse mirasçılık hakkını kazanamayabilir.

*Kollektif sistemde Marx ve Engels'in görüşlerinin etkileri vardır. Kişinin malvarlığının, kişinin
ölümünden sonra toplum yararına tasfiye edilmesi düşüncesine dayanır. Kollektif sisteme göre
miras topluma bırakılmalıdır.

(20-40dk)
Türk Medeni Hukukunun Sistemi
*Peki Türk medeni kanunumuzun sistemi nedir? Her birinden yani bu bahsettiğimiz üç
sisteminde farklı farklı izlerini görebiliyoruz. Bir kere Türk miras hukuku liberal sistem içinde yer
alıyor. Yasal mirasçılıkla iradi mirasçılık sisteminin karmasından oluşur.
*Arkadaşlar hocamıza göre Türk Miras hukukunda kural olarak yasal mirasçılık sistemi hakimdir.
Bu anlamda gerekçe olarak miras bırakanın serbest tasarruf sınırı, saklı pay sahibi yasal
mirasçıların kanunla belirlenmiş, işte saklı payları olsa da serbest tasarruf sınırı uygulanıyor.
*Saklı paylı mirasçı diye bir kavram var. Ve bu kavramın da ön planda olması kural olarak yasal
mirasçılık sisteminin hakim olduğunu gösteriyor. Şayet saklı paylı mirasçı yoksa, işte o zaman
miras bırakan intikale elverişli mal varlığı üzerinde serbestçe tasarruf edebilir. Ancak öğretideki
bazı farklı kitaplarda farklı görüşler de var. Örneğin Durel hocanın görüşü aksi görüşte ona göre
de iradi mirasçılık sistemi ön plandadır. Gerekçeleri biraz daha açacağım ama kabaca söyleyelim
mesela diğer görüş iradi mirasçılık sisteminin TMK’da ön planda olmasına gerekçe olarak bir
kere saklı pay oranlarının düşük olmasını gösteriyor. Diğeri kardeşlerin saklı paylı mirasçılıktan
çıkarılmasını gösteriyor. Yine tenkisin dava açmaya bağlı olması da gösterilen gerekçelerden bir
tanesi İlerde açacağız bunları.
*Soru:3. Mirasçılık sistemi neydi? Kollektif sistemdi, komünist sistemlerde daha çok geçerli.
*Yasal mirasçılarla birlikte iradi mirasçılar da atanabilir, birlikte atanması mümkün. Ama saklı
paylı mirasçı yoksa tüm tereke iradi mirasçılara bırakılabilir. Tabi bu karma sistem arkadaşlar
sosyal adalet düşüncesi ile sınırlandırılmıştır. Yani devletin belirli bir hısımlık aşamasından sonra
yasal mirasçı olduğu belirleniyor. Bir aşamadan sonra malların devlete kalması söz konusu.
*Yine mesela devlet dışındaki kişilere yapılan miras intikallerinde devletin vergi yoluyla
müdahalesi de söz konusu. Buna da değineceğiz.
*Sözün özü miras hukukumuz liberal bir sistemin içinde yer alıyor, emredici ve tipe bağlı ve
şekilci bir özelliğe sahip.
*Miras Hukukunun Tanımı: “ Bir gerçek kişinin ölümü, ölüm karinesi veya gaipliğine karar
verilmesi durumunda, ölenin mal varlığını kimlere, ne oranda ve nasıl intikal edeceğini
düzenleyen hukuk kurallarından meydana gelen özel hukuk dalı” dır.
-Kitabımızda yer alan kısa bir tanım da var. “Miras hukuku, gerçek kişinin ölümünden sonraki
intikale elverişli özel hukuk ilişkilerinin hukuki geleceğini düzenleyen hukuk kurallarıdır.”
-Bir başka tanım “Miras bırakan dediğimiz bir kimsenin ölümüyle sona ermeyen, intikal edilebilir
hak ve borçlar ile diğer hukuki ilişkilerinin akıbetini düzenleyen kurallar bütünü ”dür.
*Miras Hukukunun Temeli: Miras hukukunun temelinde özel mülkiyet ve bunun devamlılığı
esası var öncelikle. Eğer ölümle mülkiyet sona erseydi gerçek bir mülkiyet hakkı değil kişinin
ölümü ile sona eren intifa hakkı gibi bir durum söz konusu olurdu. Bir kere özel mülkiyetin
devamlılığı anlayışı var, miras hukukunun temelinde bu anlayışı aklımızın bir köşesinde tutmakta
fayda var.
-Miras hukukunun temelinde olan bir başka husus da kişiye bağlı olanlar dışında alacakların ve
borçların mirasçılara geçmesi durumu da var. Bu da hukuk işlem hayatında önem taşıyor.
Örneğin, kişiye bağlı olmayan bir borçtan bahsedelim. Kişiye bir şey olsa, zaten arkamdan
kalanlar sıkıntı yaşamaz gibi bakış açısı bir kere ticari işlem hayatına güveni de zedeler. Düşünün
size biri borcunu ödemiyor küt gitti, borcunuzu alamadınız. Kişi soğuk su mu içecek, hayır
arkadaşlar miras hukukunda tereke de böyle aktif pasif kısımlar var. Onlar oraya kayıt edilecek
bunları zamanla göreceğiz.
*Miras Hukukunun Konusu: İnsanın hak ehliyeti ölümle sona erer. Ölenin de mal varlığının
sahipsiz kalmasını ve borçlarının sona ermesini engellemek amacıyla miras hukuk kuralları
düzenlemiştir. Bu zaten temelinde yatan hususlardan biridir. Miras hukukunun konusunu ölen
kişinin mal varlığının geleceği, kaderi oluşturur. Tabi ölümle beraber ölüm karinesi ve gaiplik
kararı alınmasını bu bağlamda değerlendiriyoruz. Ölümden bahsediyor ölüm karinesinden
bahsediyoruz.
-Tüzel kişiler içinde ölüm söz konusu olmadığı için miras bırakan da olamıyorlar. Çünkü tüzel
kişiler tasfiye sonrasında bildiğiniz üzere mal varlığının özgülenmesi ile beraber sona eriyorlar
yani tasfiye ve özgülenme aşamalarını geride bırakıyorlar ve varlıkları da sona eriyor. Tüzel
kişiler miras bırakan olamazlar ama mirasçı olmaları mümkündür. Tüzel kişiler içinde yer alan
kamu tüzel kişisi olan devlette yasal mirasçı sıfatına haizdir.
-İntikale elverişli özel hukuk ilişkileri miras hukukunun konusunu oluşturur.
-Miras bırakanın ölümü Türk medeni kanunu bakımından kanuni bir şart olarak öngörülmüş.
Miras bırakanın ölümünden önce mirasçıların hakkı da bekleme durumuna ilişkin bir miras
hakkıdır. Önümüzdeki ders onu irdeleyeceğiz, nedir bu bekleme durumu vs. hakkın ön
kademesi gibi farklı kavramlar var.
*Mirasın açılmasından önce bir mirasçının, diğer mirasçılara veya üçüncü kişilere yapacağı
sözleşmelerde miras bırakanın katılması veya izni olmaksızın yapılması halinde geçersizdir.
-Çeşitli bazı ahlaka aykırılık gibi arka plandaki düşünceler sebebiyle geçersiz sayılıyor. Miras
bırakanın arkasından öyle at koşturamazsınız, onun da katılımının olması gerekiyor.
*Miras bırakanın yaptığı miras sözleşmesi de hükümleri ancak miras bırakanın ölümüyle
doğuyor.
*Hiç mi olumsuz bir şey yok mirasta. Öğretide bir olgu olarak bazı kaygılar da mevcuttur. Bunlar
arasında fakir zengin eşitsizliğini pekiştirdiğini, bir başka değişle hayata bir sıfır biri önde
başlıyor. Aynı şekilde insanı tembelleştirebileceğini yönelik hususiyetler var.
*İntikale elverişli özel hukuk ilişkileri demiştik, Özel yasal düzenleme ile katılanlarından birinin
ölümü ile sona eren hukuki ilişkiler ise miras hukukunun konusu dışında kalır. Farzı misal temsil
veya hizmet sözleşmesi özellikle işçinin kişiliği ön plandaysa , intifa ve oturma hakkı, evlilik
ilişkisinde ölümüyle sona ermesi sebebiyle mal rejiminden doğan talep bütün bu örnekler miras
hukukunun konusu dışında kalıyor.
*Kişiye bağlı olan alacak ve borçlar arkadaşlar terekeye dahil olmuyor. Bunu arka planında
intikal etmeyen mülkiyet hakkı Sosyal fonksiyonu aksi durumda yerine getirememesi var.
Sadece kendi ihtiyacı için kişiler çalışıyor. Toplumda fakirleşme artabilir gibi deminki o endişeleri
söylemiştik arkadaşlar.
*İntikale elverişli olması hususunda bakın başka neler belirtilmiş. Sahipsiz mal olabilir, ancak
sahipsiz hak olmaz kuralı gereği bakın bunu da tırnak içinde söylüyoruz. Kural gereği ölüm
olgusunun gerçekleşmesiyle intikale elverişli özel hukuk ilişkileri hak sahibi kişilere kabul
beyanına gerek kalmaksızın külli intikal kuralı gereği kendiliğinden ve kül halinde geçer.
*Miras hukuku ayrılmaz bir biçimde özel mülkiyet kurumuna bağlı. Miras bırakanın terekesi de
aslında miras hukukunun temel konusunu oluşturuyor. Miras bırakanın ölümünden sonraki
hukuki ilişkilerini düzenleyen kamu hukuku kuralları da miras hukukunun konusu dışında kalır.
Mesela miras bırakanın vergi borçları, verginin külli intikali prensibi gereği mirasçılara geçer.
Ancak bu geçişin sebebi miras hukuku değil vergi hukuku kurallarıdır.
*Özel hukuk alanından doğan, fakat miras bırakandan intikal etmeyen, bizzat mirasçının
kendisinden doğan haklar miras hukukunun konusunu oluşturmaz. Örneğin miras bırakanın
ölmesi durumunda doğan manevi tazminat hakkı TBK m 56 da düzenlenmiştir.
(40-60 dk.)
*Özel hukuk alanından doğan fakat miras bırakandan intikal etmeyen, bizzat mirasçının
kendisinden doğan haklar da miras hukukunun konusunu oluşturmuyor. Bunlar:
1.Miras bırakanın ölmesi halinde manevi tazminat hakkı TBK madde 56
2.Destekten yoksun kalma tazminatı hakkı bizzat mirasçının kişiliğinden doğuyor miras bırakanla
intikal etmiyor.
3.Üçüncü kişi lehine sözleşmelerden doğan haklar
4.Sosyal güvenlik kurumlarında miras bırakanın dul ve yetimlerine bağlanan emekli aylığı bu
kapsamdadır.
5.Tenkis davası, miras sebebiyle istihkak davası
6.Özel hukuktan doğan, malvarlığı niteliği taşımayan, miras bırakanın ölümüyle son bulan haklar
da mirasçıya intikal etmiyor. Derneğe üye olma, evlilik, nafaka, ölünceye kadar bakma alacağı
gibi haklar mirasçılara intikal etmez.
*Miras bırakanın kişilik değerlerinden olan fikri haklar, onun onuru, saygınlığı gibi şahsından
kaynaklanan hakların ihlali gündeme gelebilir. (Kosmortan? kişilik görüşünü daha sonra
açıklayacağım diyor.) Fakat ağır basan maddi mirasçılık menfaatleri nedeniyle miras bırakanın
kişiliğine bağlı bazı hakların da intikali ve miras bırakan tarafından açılan davalara mirasçıların
devamının mümkün olduğu istisnai durumlar vardır. Bunlar:
1.Evlenmenin iptali davası mirasçılara geçmez ancak açılmış olan evlenmenin iptali davasına
mirasçılar devam edebilir.
2.İptal davasında evlendiği sırada iyiniyetli olmayan eş yasal mirasçı olamayacağı gibi
mirasçılıktan doğan hakları da kaybeder.
3.Boşanma davası devam ederken de ölen davacının eşinin mirasçılarından biri davaya devam
edebilir. Tmk 181. Diğer eşin kusurlu olduğu ispatlanırsa da yine o eş mirasçılıktan tanınan
haklardan yararlanamaz.
4.Dava açma süresinin geçmesinden önce kocanın ölmesi veya gaipliğine karar verilmesi veya
sürekli ayırt etme gücünü kaybetmesi halinde kocanın alt soyu anası, babası veya baba
olduğunu iddia eden kişi soy bağının reddi davası açabilir.
5.Tanımanın iptali davasını tanınacak çocuk ölmüşse onun mirasçıları bu davayı açabilir.
MİRAS HUKUKUNUN HUKUK DİSİPLİNİ İÇERİSİNDEKİ YERİ
Miras hukuku Anayasanın teminatı altındadır.
Anayasa 35: Herkes, miras haklarına sahiptir. Bu hak, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
MİRAS HUKUKUNUN TARİHİ GELİŞİMİ (Hoca bunu okuyun geçiyorum dedi. SORMAM DEDİ!)
MİRAS HUKUKUNUN KAYNAKLARI
Miras hukuku kuralları yedek hukuk kuralı niteliğindedir. Ancak emredici nitelik taşıdığı da
görülür. Şekle ilişkin, saklı paya ilişkin şartlar gibi.
1.YASAL KAYNAKLAR
1. ANAYASA
Miras hakkının iki boyutu vardır.
1. Miras bırakan yönünden: Artık malvarlığının ondan sonrakilere geçmesi ve ölüme bağlı
tasarrufta bulunabilme imkanı.
2. Mirasçılar yönünden miras yoluyla miras bırakanın terekesini kazanabilme yetkisini
ihtiva edebilir. İki yönlü bir haktır ve bu hak ancak kamu yararı amacıyla sınırlanabilir.
Miras yoluyla intikal edecek malvarlığının sınırlanması kural olarak söz konusu değildir.
2. MEDENİ KANUN (kitapta eski medeni kanundan, uygulama şekli hakkındaki kanundan
bahsedilmiş onu da SORMAM dedi ama okuyun her şey sınav değil dedi!)
3.TÜRK BORÇLAR KANUNU
TBK’nın genel hükümleri niteliğine uygun düştüğü ölçüde uygulanır. Ancak bunun için
1.Miras hukukunda bu konuda bir hüküm bulunmamalı
2. Bu borçlar kanundaki ilgili hüküm miras hukukundaki özel hukuk ilişkisinin niteliğine de uygun
olmalı. TBK madde 5
ÖRNEĞİN:
Mirası ret beyanının bir irade bozukluğu nedeniyle iptali TBK 30 ve devamı uygulanır.
Ölüme bağlı tasarrufun irade bozukluğu nedeniyle iptalinde TBK 30 ve devamının doğrudan
uygulanması söz konusu değildir. Sebebi ise TBK 504 de bu konuda özel hüküm vardır.
4. FİKİR VE SANAT ESERLERİ KANUNU
Madde 63: Bu kanunun tanıdığı mali haklar miras yoluyla intikal eder. Mali haklar üzerinde
ölüme bağlı tasarruflar yapılması caizdir.
Müşterek Eser Sahiplerinden Birinin Ölümü
Madde 64 – Eseri birlikte vücuda getirenlerden biri, eserin tamamlanmasından yahut
alenileşmesinden önce ölürse hissesi, diğerleri arasında taksime uğrar. Bunlar, ölenin
mirasçılarına münasip bir bedel ödemekle mükelleftirler. Miktar üzerinde uzlaşamazlarsa bunu
mahkeme tayin eder. Eseri birlikte vücuda getirenlerden biri eserin alenileşmesinden sonra
ölürse diğerleri, ölenin mirasçılarıyla birliği devam ettirip ettirmemekte serbesttirler. Devama
karar vermeleri halinde, sağ kalan eser sahipleri mirasçılardan birliğe karşı haklarının
kullanılması hususunda bir temsilci tayinini talep edebilirler. Devama karar verilmediği takdirde
birinci fıkra hükümleri uygulanır.
5.MİLLETLERARASI ÖZEL HUKUK VE USUL HUKUKU HAKKINDA KANUN
(60-80 dk)
*Diğer taraftan uygun düşmeyeceği bir örnek: mesela, ölüme bağlı tasarrufun irade bozukluğu
nedeniyle iptalinde TBK doğrudan uygulanamaz.(Bu konu tartışmalıdır. TMK m. 504’de bu
konuda özel hüküm bulunmaktadır. İlerleyen derslerde incelenecektir.)
*Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu m. 63 “Bu kanunun tanıdığı mali haklar miras yolu ile intikal
eder. Mali haklar üzerinde ölüme bağlı tasarruflar yapmak caizdir” diyor. FSEK m. 64 de
müşterek eser sahiplerinin ölümü düzenlenmiş. Düzenleme “Eseri birlikte vücuda getirenlerden
biri, eserin tamamlanmasından yahut alenileşmesinden önce ölürse hissesi, diğerleri arasında
taksime uğrar. Bunlar, ölenin mirasçılarına münasip bir bedel ödemekle mükelleftirler. Miktar
üzerinde uzlaşamazlarsa bunu mahkeme tayin eder.” şeklindedir. Burada bir ayrım yapılıyor
eseri birlikte vücuda getirenlerden önce ve sonra diye. Şayet önce ölmüşlerse onların hissesi
diğerleri arasında paylaştırılıyor ve bu durumda ölenin mirasçılarına münasip bir bedel
ödüyorlar. Ancak alenileşmesinden sonra ölürlerse ölenin mirasçılarıyla birliğe devam edip
etmemekte serbesttirler, oradan çıkabilirler de orda kalabilirler de. Böylece mesela telif
haklarına ilişkin birinin bir bestesi var çalıyor. Telif haklarına ilişkin ücret aralarında kalırsa bunu
yıllarca paylaşırlar. Örneğin dedemin de bazı şiirleri, besteleri var. Biz belli aralıklarla telif ücreti
alırız.
*Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunda Türkiye’nin taraf olduğu iki ve çok
taraflı anlaşmalar saklı tutuluyor. MÖHUK m. 20 bu konuda yeni konumuz bağlamında ilgili
düzenlemeyi öngörüyor. MÖHUK m.20’de öngörüldüğü şekliyle “Miras ölenin millî hukukuna
tâbidir. Türkiye'de bulunan taşınmazlar hakkında Türk hukuku uygulanır.” Yani evet milli
hukukuna tabi ama Türkiye’de bir taşınmaz varsa Türk hukukuna tabi orda sınır çekilmiştir. Ama
yine hatırlatalım Türkiyenin taraf olduğu anlaşmalar dedik bu anlamda mesela vasiyetnamelerin
tasarrufundaki şekle ilişkin kanunlar ihtilafına yönelik Lahey Sözleşmesi var.
*Ayrıca m.20/2’de belirtildiği gibi “Mirasın açılması sebeplerine, iktisabına ve taksimine ilişkin
hükümler terekenin bulunduğu ülke hukukuna tâbidir. 20/3 “Türkiye'de bulunan mirasçısız
tereke Devlete kalır. Ölüme bağlı tasarrufun şekline yönelik olarak da Möhukta üçlü bir imkan
öngörülüyor. Bir kere hukuki işlemde yapıldığı ülke hukukunun uygulanması söz konusu oluyor
veya o hukuki işlemin esası hakkımda yetkili olan hukukun uygulanması söz konusu olabiliyor
veya ölenin milli hukukunun uygulanması söz konusu olabiliyor. Yani seçimlik imkan sunuluyor.
Ölenin milli hukuku veya hukuki işlemin esası hakkında hukuk veya hukuki işlemlerin yapıldığı
ülkenin hukuku. Bu üçlü imkan ölüme bağlı tasarrufların ve miras bırakanın her halde
yorumlayacak olursak iradesinin ayakta tutulma ilkesine bağlı yönelik bir yaklaşım olarak
görüyoruz.
*Veraset ve İntikal Vergisi Kanununda zaten gördüğünüz üzere baruda vergi mükellefi olarak
mirasçılar belirleniyor. Türk vatandaşlığına ait mallara ve Türkiye’de olan malların veraset
yoluyla bir kişiden diğer bir kişiye miras bırakanın ölmesi sebebiyle intikalinin veraset ve intikal
vergisine tabi olduğu belirtiliyor. (Bu konuda kitabımızın eski basımına sahip olanlar yeni
baskısına sahip olanlardan yapılan değişiklikleri öğrensin. Oranlarda ve tutarlarda değişimler
var.) Bu intikal eden servetin belirli sürelerle veraset ve intikal belgesi verilmesi zorunluluğu var.
Yakınları vefat edince insanlar bunu düşünmeyebiliyorlar üzüntülerinin etkisiyle ama serinkanlı
bir şekilde bunun bildirilmesi gerekiyor yoksa vergi yönünden belli sıkıntılar yaşanır. Örneğin
ölüm Türkiye’de meydana gelmişse mükelleflerin Türkiye’de bulunması halinde ölüm tarihini
takip eden 4 ay içerisinde şayet mükellef yabancı bir memlekette bulunuyorsa da ölüm tarihini
takip eden 6 ay içerisinde beyannamede bulunulmalıdır. Şayet ölüm yabancı bir memlekette
meydana geldiyse ve mükellef Türkiye’deyse ölüm tarihinden itibaren 6 ay ve şayet mükellefler
vefat edenin bulunduğu memlekette de bulunuyorsa ölüm tarihini takip eden 4 ay içerisinde
beyanda bulunmak durumundadır. Ayrıca mükellefler murisin bulunduğu yerin dışında başka bir
yabancı memlekette bulunduğu taktirde’ ölüm tarihinden itibaren 8 ay içinde beyanda
bulunulmalıdır. Gaiplik halinde gaiplik kararının ölüm siciline kaydolduğu tarihten itibaren 1 ay
içinde beyanda bulunulmalıdır.
*Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası anlaşmalardan bir diğeri vasiyet tasarruflarının biçimine
ilişkin kanun uyuşmazlıkları hakkında sözleşme. Yine vasiyetnamenin tescili konusunda usul
kurulmasına dair sözleşme(Yürürlük tarihi 04.05.1975)
-Örneğin uygulamalı olan bir husus, noterler birliği milli tescil merkezi görevi üstleniyor.
Vasiyetnamelerin sahipsiz kalmamaları ve geç bulunmaları ihtimalini azaltmak için bu
sözleşmeye taraf olan ülkelerde bir takım bildirimler yapılabiliyor . Vasiyetnamelerin alımındaki
işlemlerin düzgün işlemesi adına bir milli tescil merkezi kurulmuştur. Böylece kötüye
kullanımların önüne geçilmesi için vasiyetnamelerin varlığını tespiti kolaylaştırabilmek için bir
tescil usulü kurulmuştur.
YARGI KARARLARI( Bu yıl bu yargı kararı sorulmuştur şeklinde bir yaklaşım olmayacağını
söyledi. Eser tavsiyesi verdi ; Miras Hukuku Şerhi (3 cilt)- Sezer Çabri)
BİLİMSEL GÖRÜŞLER
*Kanun hükümlerinin uygulanmasında, yorumlanmasında ve miras hukuku kurallarımda
boşlukların doldurulmasında yardımcı bir hukuk kaynağı olarak öğrenci görüşlerinden
yararlanılır.
MİRAS HUKUKUNUN TEMEL KAVRAMLARI
*TEREKE: Etimolojik olarak tereke (terike) terk edilen anlamına geliyor. Bir kimsenin ölümüyle
mirasçılarına geçen özel hukuk ilişkilerinin bütünüdür. Hukuki anlamda tereke miras yoluyla
ölenin mirasçılarına geçen bütün hak ve borçlarıyla hukuki ilişkilerinin daim olduğu hukuki
duruma verilen ad.
*Terekenin ekonomik boyutu da vardır. Ekonomik anlamda değeri olan varlıklardan oluşur.
*Miras bırakanın kişilik hakları kendisine bağlıdır. Kural olarak, kişilik haklarının ihlaline ilişkin
talep hakkı malvarlığının bir parçası olarak kabul edilip mirasçılara intikal etmiyor. Ancak, miras
bırakanın kişilik haklarının ihlali aile yapılarının duygularını rencide edebilir. Burada yakınlarının
kişilik hakları bizzat zedelenmektedir. Özellikle burada tartışacağımız konu, kişi ölümle beraber
kişiliğinin sona erdiği tabi ama kişinin ölümünden sonra da kişilik kısmen devam ediyor mu? (
Cesetten organ alımından falan bu durum tartışılmaktadır.)
*Post mortal kişilik görüşüne göre; kişiliğin ölüm sonrasında da devam ettiğini kabul eder.
*Genel kural, ölümle kişilik sona erer. Bu andan itibaren hak kazanılması ve borç altına girilmesi
doğal olarak mümkün değildir.( 78 tarihli İçtihadi Birleştirme Kararı)
*Post mortal görüş ise kişiliğe bağlı bazı değerleri ölüm sonrasında da varlıklarının devam
ettiğini kabul ediyor. Bu koruma da mirasçılara değil ölenin yakınlarına düşeceği ancak sadece
korumaya ilişkin davalarını açıp tazminat davalarını açamayacağı bir görüş de var. Bu görüş
Serez Hocanın(?) savunduğu görüştür. Bu durumda ikili yapılanma öngörüyor. Hem yakınları
kendi kişilik hakları ihlal ediliyorsa manevi tazminat ama ayrıca da sadece korunmaya yönelik bir
kişilik hakkı tecavüzünün önlenmesine yönelik davanın açılabileceğini söylüyor. Bu bağlamda
ölenin ölüm sonrasına ilişkin cesedine yapılacak iradesine aykırı uygulamaların ölüm sonrasında
korunması gereken hak ihlali olarak kabul ediyorlar. Ölümden sonra yetkili kişilik hakları olarak
adlandırılan bu hak çerçevesinde en azından kişinin cesedi üzerinde tasarruf hakkı tanınması
gerektiği belirtiliyor.
*Yine ölenin özel hayatına ilişkin sırları ve sağlığı hakkındaki bilgilere yapılan ihlallerde, yine
sadece yakınların kişilik haklarıyla ilgili değil ölenin de ölüm sonrası korunmasıyla ilgili olduğu bu
görüşe göre belirtiliyor.
*Post mortal adı altında bir görüş daha var. Bu görüş ise, kişiye dair para edilebilecek değerlerin
de mirasçıya geçebileceği ve ihlali halinde mirasçıların tazminat talep edebileceği de belirtiliyor.
*Ceset, eşya hukukunda eşya olarak kabul edilmez. Hukuki işlemlere konu olmaz. Ancak cesede
verilen zararlarda bir boyutuyla kamu düzeni diğer boyutuyla kişilik haklarına dahil olması
düşüncesiyle önlenmeye çalışılıyor. Bu nedenle yakınlar kişilik hakkı ihlali nedeniyle söylenen
perspektiflerde davaları açabiliyorlar.
*Ayrıca kişiliğin son bulmasını kişiliğin korunmasıyla ilgili tüm korumanın kalktığı anlamına
gelmeyen başka bir görüş de var.
TEREKE İLE MALVARLIĞI ARASINDAKİ İLİŞKİ
*Malvarlığı kavramıyla tereke kavramı örtüşmemektedir. Çünkü miras bırakanın malvarlığına
dahil olduğu halde terekesine dahil olmayan değerler olduğu gibi tam zıttı terekeye dahil olup
da malvarlığına dahil olmayan hukuki ilişkiler de söz konusu olabilir. Örnek olarak, tereke sadece
mülkiyet hakkından oluşmadığından tereke üzerinde mülkiyetin elbirliğiyle hak sahipliğinden söz
edilir.
*Tereke sadece mülkiyet hakkından oluşmuyor. Bunun yanında ayni haklar,zilyetlik,alacak
hakkı, fikri haklar vb. haklar var.
*Tereke üzerindeki hakkı şöyle ifade ederiz; kanundan doğan ayni haklara yaklaşan kendine
özgü nitelikte (miras hukukuna özgü) tam bir hak olarak ifade edilir.
MALVARLIĞINDA OLMAYIP TEREKEDE OLAN HAK VE HUKUKİ İLİŞKİLER
*Denkleştirmeye tabi kazandırmalar, edinilmiş mallara katılma rejiminde sağ kalan eşe yönelik
ileri sürülen artık değere katılma alacağı( doğrudan tereke mirasçılarının alacak hakkıdır bu),
miras bırakanın ölümünden önce açmış olduğu nispi butlan davasına mirasçılar devam
edebiliyor, tanımanın iptali davasında tanınan ölmüşse mirasçılar devam ediyor yine aynı
şekilde babalık davasında baba ölmüşse mirasçıları devam edebiliyor vb.
(80-120 dk)
TEREKEYE DAHİL OLMAYIP MALVARLIĞINA DAHİL OLAN HAK VE HUKUKU İLİŞKİLER
1. İntifa hakkı ve oturma hakkı kişiye bağlı olarak kurulup, gerçek kişinin ölümüyle sona
ereceğinden mirasçılara geçmez.
2. Kişilik haklarına ilişkin davaları düzenleyen mesela TMK m. 25’te manevi tazminat istemine
karşı, karşı tarafça kabul edilmedikçe devredilmeyeceği ve miras bırakan tarafından ileri
sürülmedikçe mirasçılara geçmeyeceği düzenlenmiş. Yani buradan şunu da çıkarabiliyoruz. Şayet
bu bir malvarlığı değeri olmuşsa sadece dava yoluyla ileri sürülmesine gerek yok. Bunu ortaya
koyan kanıtlanabilir bir davranışla siz bunu hayattayken ileri sürerseniz, artık bu sizin malvarlığı
değerlerinize dahil olur. Dolayısıyla bunun intikali aslında malvarlığı değerlerinin intikali olarak
kabul edilir.
3. İşverenin kişiliği dikkate alınarak yapılan hizmet sözleşmesi, işverenin ölümüyle sona erer.
Aksi durumda yani işvereni kişiliği dikkate alınmadan yapılması durumunda ise işverenin yerine
mirasçıları geçer ve hizmet sözleşmesinin devrine ilişkin hükümler uygulanır. Ancak şunu da
belirtelim işçi sözleşmenin süresinden önce sona ermesi üzerinden bir zarara uğramışsa bu
ihtimalde işverenin mirasçılarından da hakkaniyete uygun bir tazminat isteyebilir.
-İşçinin ölümü de hizmet ilişkisinin bir sona erme sebebidir. Eser sözleşmesinde yüklenici öldüğü
takdirde edim yönünden yüklenicinin kişiliği önemli ise eser sözleşmesi sona erecektir.
-Öğrenci: İşverenin kişiliği dikkate alınması gerekiyor derken neyi kastettiniz hocam? Cevap:
Mesela işverene spesifik olarak sırf işvereni ilgilendiren bir durum düşünelim arkadaşlar
işverenin kişiliği dikkate alınarak yapılan bir hizmet sözleşmesi. Çok özel hassasiyetleri olan bir
hastadan bahsedelim. Ona evden hizmet sözleşmesi yapılacak ve bu kişiye özel bir bakım filan
yapılması gerekiyor. Yani kişiliği dikkate alınarak Onun mirasçıları için bunun bir fayda
sağlayacağı söylenemez ama böyle özel bir durumda mesela o işverenin özellikleri dikkate
alınarak hizmet sözleşmesi yapılması gerekmektedir. Mesela Lüksemburg’da herkesin özel
terzileri var. İnşaat alanında da mesela özel teknolojilerin kullanıldığı inşaat projeleri var.
-Yine vekalet sözleşmesinde ölümden sonra geçerli vekalet hakkı saklı kalmak üzere, taraflardan
birinin ölümü sözleşmenin sona erme sebebidir. Müvekkilin ölümüne rağmen vekaletin devam
edeceği sözleşmede kararlaştırılmamışsa veya işin niteliği bunun devam ettirmesini gerekiyorsa
vekalet sözleşmesi devam ediyor.
- Bu konuda iki tane görüş var ölümden sonra etkili vekaletin hukuki niteliği konusunda.
Genelde ben bu tartışmayı borçlar hukukunda yaparız. Ölümden sonra etkili vekalet bir görüşe
göre ölüme bağlı tasarruf niteliğinde değildir. Yani ölüme bağlı tasarruf niteliğinde değilse nedir
sağlar arası hukuki işlem niteliğindedir. Bundan dolayı da bunlara ölüme bağlı tasarruflar ilişkin
şekil kuralları uygulanmaz ve bu sağlar arası bir hukuki işlem olduğu için de mirasçıların vekaleti
veya temsil yetkisini her zaman için geri alma hakları saklıdır. Bu anlamda bu görüşün kabulü
durumunda yetki veren mirasçıların temsilcisi durumuna gelir. Bir diğer ki görüşe göre ise ki bu
diğer görüş aslında Türk Borçlar Kanunu 240. maddenin ikinci fıkrasından etkilenir. Bu
hatırlarsanız bağışlama sözleşmesine ilişkin bir maddeydi. Orada ne diyordu yerine getirilmesi
bağışlayanın ölümüne bağlı bağışlamalarda vasiyete ilişkin hükümler uygulanır diyordu. İşte
söylediğim bu görüş, ölümden sonraya etkili vekalete de kıyasen uygulanması gerektiğini
savunuyor. Bu görüşe göre ki bu görüş taraftarlar arasında Oğuzman da yer alır. (Demin
bahsettiğim görüş Gökhan Antalya Hocamızın görüşüydü.) Bu söylediğim görüşe göre ölümden
sonraya etkili vekaletnameye ölüme bağlı tasarruf hükümleri uygulanması gerekir. Ben not
alırken bunlara ÖBT derim. Tabii arkadaşlar sonuçları var mesela vereceğiniz temsil yetkisinin
ölüme bağlı tasarrufların şekil kaidelerine uygun olması gerekir.
-yine vasiyetnameye ilişkin şekle tabi olacak temsil yetkisi, temsil olanın ölümünden sonra
mirasçıları tarafından da geri alınamayacaktır. Bu görüşün çok önemli bir pratik sonucudur.
Neden geri alınamayacak? Çünkü söz konusu bu görüşe göre ölümden sonra etkili vekaletteki
temsilci bir vasiyet yerine getirme görevlisi sayılır . Ayrıca farklı kitaplarda karma görüşlere de
rastlayabilirsiniz. Yanılmıyorsam Serozan hoca da bu karma görüşte yer alıyor.TabiiTabii ilk
görüşe göre de mirasçıların menfaatinin tehlikeye düşmesi söz konusu ise yani sağlar arası
hukuki işlem görüşünü kabul eden Gökhan hocamızın görüşüne göre, vekil de mirasçılar işlerini
kendi görebileceği hale gelene kadar vekalet görevini yapmaya da devam etmesi gerekiyor.
4. Bir diğer durum, mirasçılar ile adi ortaklığın devamına dair ortaklar arasında önceden yapılmış
bir sözleşme bulunmadığı takdirde ortağın ölmesi ile birlikte adi ortaklıkta sona eriyor. O yüzden
şuna dikkat edin hazırlayacağınız adi ortaklık sözleşmesinde ölüm durumunu dikkate alarak bir
özel sözleşme kayıtları ekleyin. Çünkü bu bir yedek hukuk kuralıdır. Aksi durumda bunun
sonuçlarıyla boğuşmanız gerekir.
-Terekeye adi ortaklığın tasfiyesinden sonra miras bırakanın payına düşen miktar dahil olur. Eğer
ortaklık sözleşmesinde mirasçıların ortaklığa dahil olacağına ilişkin bir düzenleme varsa adi
ortaklık statüsünü bizzat kendisi miras yoluyla mirasçılara intikal edecektir.
-Miras bırakan bir derneğe üye ise ölümü ile birlikte kişiye sıkı sıkıya bağlı olan dernek üyelik
hakkı da sona eriyor. Tabii aksine dernek tüzüğünde bir düzenleme olabiliyor. Demeyin ama
hocam ben farklı bir örnekle karşılaştım.
-Kooperatifler kanununda ortağın ölümü ile birlikte de ortaklık sıfatının sona ereceği
öngörülmüş. Ancak dediğim gibi ölen ortağın mirasçılarına da ana sözleşmede belirtilen şartlarla
üyelik imkânı tanınabiliyor.
-Kitapta dipnotta Yargıtay'ın bazı kararlarından bahsetmiş. Mesela herhangi bir işlem
yapmamışsa kooperatif ortaklarının biri ölüyor ve mirasçılar hareketsiz kalıyor. Böyle bir
durumda mirasçıların ortak olarak kalmış oldukları kesinleşmiş olarak kabul edilmelidir diyor.
Başka bir kararda ne demiş davalı kooperatif yönetim kurulu murisin ölümünden sonra
ortaklığın düşürülmesine karar vermişti. Bakın demek ki bu inisiyatifi alıp bu kararın verilmesi
gerekiyor.
-Fikri Sınai maddi haklarda kural olarak mirasçıya intikal ediyor fakat manevi nitelikte olanlar
mesela eserin değiştirilmesi veya bozulmalara karşı korunmasının önlenmesi gibi doğal olarak
mirasçılara geçmiyor.
-Mirasçıların zilyetliği doğrudan doğruya kazanacakları öngörülmüş ve hatta zilyedin de önceki
zilyedin zilyetlik süresine eklenebileceğini zaten geçen dönem vizeden önceki dönemlerde
bayağı bir görmüştük.
-Kitapta sıralama yapmış demiş ki şu haklar da ölüm sebebi ile doğrudan miras bırakanın
şahsından doğduklarından terekeye dahil değildir:
-Dul ve yetim aile maaş gibi kamu hukukundan doğan haklar terekeye dahil değil.
-Miras bırakanın ölümü halinde, onun destek olması şartıyla, destek olunanın destekten yoksun
kalma tazminatı talep hakkı da terekeye dahil değil.
-Miras bırakanın ölümü durumunda ölenin yakınlarının (mirasçılık sıfatı da olabilir). TBK m.56’ya
göre manevi tazminat talep hakkı terekeye dahil değildir. TBK madde 56’ dan bahsetmiştik. Aksi
halde de bizzat ölenin kendi tazminatının talep hakkının da mirasçılara geçmesi söz konusu
olabilir. Ağır bedensel zarar bizzat yakınlarının da tazminat davası oluyordu ama ayrıca madde
58 demiştik. Bir kişinin ölümü dolayısıyla kendi mirasçılık hakları da zedelenmiş olabilir. Madde
56’da iki durum vardı bir kişinin ölmesi durumunda, bir de ağır bedensel zarar durumunda. Yani
ağır yaralının bizzat kendisinin manevi tazminat olarak bunu ileri sürmesi söz konusu olabilir.
Daha sonradan bu mal varlığına dahil olup mal varlığı değeri olarak terekeye intikal edecektir.
Ama diğer durumlarda da bizzat mirasçının kişiliğinden doğar bu hak.
MİRAS BIRAKAN
*Miras bırakan, kendisine ait hukuki ilişkilerin ölümünden sonra akıbetini düzenleyen gerçek
kişidir. Buna muris, vefat eden kişi diyebiliriz. Dediğimiz gibi her zaman için bu bir gerçek kişidir.
Tüzel kişiler miras bırakan olamazlar sadece mirasçı olabiliyorlar.
MİRAS HAKKI
*Mirasın intikali ile terekeye sahip olan kimselerin bu intikal sonucunda iktisap ettikleri,
kazandıkları haklara miras hakkı denir. Yani bir bakıma miras hakkı onların yasal hakkını ifade
ediyor. Miras hakkı bir yandan mülkiyet hakkı gibi mutlak bir hak diğer yandan da talep gibi nispi
bir hak olarak mirasçıya tanınıyor. Bunun bu boyutlarını irdeleyeceğiz.
*Miras hakkı beklenen bir hak değildir. Teknik olarak da koşula bağlı bir hak değildir, ölüm
olayına bağlıdır. Aslında ölüm belirsizlik taşımamaktır. Hepimizin öleceği mutlak bir gerçektir.
Yani bunu geciktirici koşul veya bozucu koşul gibi belirsizlik arz eden bir kavram olarak
düşünemeyiz.
*Mirasın reddi, mirastan feragat veya mirastan çıkarılma gibi olguların gerçekleşmesinde de
sona eren bir özelliğe sahiptir.
MİRASÇI
*Mirasçı, terekede hak sahibi olan kişi veya kişilere denir. Bunlar yalnız gerçek kişiler değildir,
tüzel kişilerin de mirasçı olabileceğini söylemiştik. Gerçek kişiler yasal veya atanmış mirasçı
olabilirler. Tüzel kişiler de devlet haricinde sadece atanmış mirasçı olabilir.
*Demin söylemiştik miras hukukumuzda hocamıza göre yasal mirasçılık asıl, iradi mirasçılık
istisnadır. Aksi yönünde görüşler var. Mesela eski Medeni Kanun dönemine göre saklı pay
oranlarının indirilmesinden bahsettik. Yine 2007 yılında kardeşler saklı paylı mirasçılıktan
çıkarıldı. Türk Medeni kanunun gerekçesinde miras bırakanın serbest tasarruf oranının
genişletmeye yönelik eğiliminden söz ediliyor. Bu görüşün dayanaklarından biri.
-Bir de Türk Medeni Kanunu 512’de miras bırakanın miras üzerinde tasarruf etmediği kısım yasal
mirasçılara geçer diyor. Yani saklı pay yoksa terekenin tamamında tasarruf edebileceği
belirtiliyor arkadaşlar. Bu da yani iradi sistemin ön planda olduğuna yönelik gerekçelerden biri.
-Tereke yalnız yasal mirasçılara geçebiliyor. Bunları tekrar söyleyeceğim ama hatırlatayım.
-Öğrenci: Emekli maaşı terekeye dahil mi? Cevap: Miras bırakan hayattayken işlenmiş veya
bankada duran emekli maaşları terekeye dahil olabilir ama vefat ettikten sonra işlenenler
terekeye dahil olamazlar.
-Tereke yalnız yasal mirasçılara geçebilir dedim. Eğer saklı paylı mirasçı yoksa miras bırakan
bütün mal varlığını teknik olarak yasal mirasçılara da bırakabilir onu da söyleyeyim. Ama hem
yasal hem atanmış mirasçıların olduğu bir yapılanma da olabilir. Yani böyle üç farklı
yapılanmadan bahsediyoruz.
-Bir de Tapu Kanunu madde 35. Burada karşılıklı ve kanuni yasaklayıcı hükümlere uymak
kaydıyla Türkiye'de yabancıların taşınmaz edinebilecekleri belirtiliyor. Ve yine yabancıların miras
yoluyla taşınmaz edilebilmeleri için de karşılıklılık ve kanuni sınırlayıcı hükümlere uymak
gerekiyor. Arsalar bazında bazı sınırlandırmalar var. Mesela yabancı uyruklu bir gerçek kişinin
ülke edinebileceği taşınmazlar, bağımsız ve sürekli nitelikli sınırda toplam yüzölçümü iki buçuk
hektarı geçemez diyor.
-Yine Türkiye Cumhuriyeti ile yapılan, diğer devletlerin iki ve çok taraflı antlaşmalarına bakmak
gerekiyor. Onlarda da eğer özel bir hüküm varsa onlar uygulanabilir. Ona da dikkat edeceksiniz.
-Tapu Kanunu madde 36. Diyor ki; yabancı şirketlerin Türkiye ortaklığı yabancı şirketin tasfiyesi
halinde şirketin sahip olduğu taşınmazın şirket ortağı, yabancı gerçek veya yurtdışında kurulu
yabancı şirketlere edinilmesi halinde de yine 35. madde uygulama buluyor.
TEREKE ALACAKLISI, MİRASÇILARIN ALACAKLISI, VASİYET ALACAKLISI
1-Tereke Alacaklısı
a- Miras Bırakanın Alacaklıları: Miras bırakanın sağlığında yapmış olduğu borç ilişkilerinden
doğan yükümlülüklerin yerine getirilmesi hususunda talep hakkına sahiplerdir.
b-İntikal Alacaklıları: Mirasın açılması ile birlikte ya da mirasın açılmasından dolayı ortaya çıkan
alacakları talep hakkına sahiplerdir.
-Bakın inceliği fark ediyorsunuzdur. Biri sağlığında yapmış olduğu borç ilişkilerinden doğan
yükümlülüklerinin yerine getirilmesini talep ediyor. İntikale alacaklıları ise mirasın açılması ile
birlikte veya açılma anı ile ortaya çıkan alacakları talep edebiliyor.
-Peki intikal alacaklıları neleri isteyebiliyorlar?

• Miras bırakanın cenaze giderleri


• Terekenin mühürlenişi ve yazım giderleri, vasiyetnamenin açılması giderleri
• Miras bırakan ile birlikte yaşayan veya onun tarafından bakılan kimselerin 3 aylık geçim
giderleri.
• Vasiyeti yerine getirme görevlisinin ücreti
• Tereke resmi yöneticisine ödenecek ücret
• Resmi defter tutulması giderleri
• Anne muhtaç ise doğumuna kadar geçim giderlerinin terekeden sağlanmasını isteyebilir.
• Eğitim ve öğretimi tamamlamamış olan çocuklar veya sakatlığı bulunan çocuklar
giderlerin terekeden sağlanmasını isteyebilir.
2-Mirasçıların Alacaklıları
*Mirasçıların alacaklıları, miras bırakanın ölümü anında veya sonrasında bir mirasçıya karşı
alacak hakkına sahip olan kişilerdir. Bu alacak grubu miras bırakan veya tereke ile hiçbir hukuk
ilişkisi yoktur. Bu kişiler borçlu mirasçının mal varlığına başvurabileceği gibi eğer tereke ile
mirasçının kişisel malvarlığına geçmişse doğal olarak onun payına da başvurabilirler. Mirası
kayıtsız şartsız kabul eden bir mirasçının alacakları, bu mirasçıya terekeden intikal eden değerler
üzerinde miras bırakanın alacakları ile aynı haklara sahiptir.
3-Vasiyet Alacaklıları
*Vasiyet alacaklıları, miras bırakanın yapmış olduğu bir ölüme bağlı tasarrufla -mirasçı
atanmaksızın kendisine bir malvarlığı menfaati kazandırılan kişilerdir. Vasiyet alacaklısı, münferit
tereke değerlerine ilişkin olarak, vasiyet yükümlülerine karşı ileri sürebileceği kişisel bir talep
hakkına sahiptir.

MİRAS HUKUKU İKİNCİ HAFTA


(0-20 dk)
*Geçen hafta giriş yaptık. Miras hukuku sistemlerinden bahsettik. Farklı tanımları paylaştım.
Miras hukukunun konusunu irdeledik. Yasal kaynaklarına baktık. Türkiye’nin taraf olduğu mirasa
ilişkin anlaşmaları saydık ve miras hukukunun temel kavramlarını irdeledik tereke vs. Şimdi ise
bekleme durumu ve bekleme halini inceleyeceğiz. Bu iki husus diğer bazı lisans kitaplarında
olmayabilir baştan belirteyim. Burada özellikle incelenmiş.
*Beklenen hakka ilişkin farklı görüşler var. Bekleme durumu ise -beklenen hak kavramını
anlayabilmemiz için bekleme durumunu hakkın ön kademesini teşkil etmesi gerekiyor ve hukuki
ön etkili olması gerekir. Yani bu özellikleri taşıyacak. Yani bekleme hakkını anlayabilmemiz için
bekleme durumunu ve onunda iki unsurunun (ön etki-kademe) ne olduğunu bilmemiz
gerekiyor. Hukuk düzeni bir hukuki olgu veya maddi şart olarak belirlediği bazı hususlara bir etki
tanımıştır. Bir hukuk kuralının maddi şart ve olgu bölümü var ve bir de yaptırım yani hukuki
sonuç bölümü var. İşte hukuk düzeni hukuki şart olarak belirlediklerine hukuki etki tanıyor ve
hukuki bir takım sonuçlar bağlıyor. Ve sizin bir hakkı kazanabildiğiniz veya hukuk normunun
maddi şartlarının gerçekleşmesi…(anlaşılmıyor-07.45). İşte genelde maddi şart bölümü birden
fazla hukuki olgunun gerçekleşmesine bağlı. İşte bu hukuki olguların gerçekleşmesine bağlı. İşte
bu hukuki olguların hepsinin gerçekleşmesinden önceki aşamada bahsetmiş olduğumuz bu
hakkın kazanılmasının ön kademesi söz konusu oluyor.
(40-60dk)
*İkinci bir istisna da eğer miras bırakan malvarlığında hayattayken yapacağı tasarrufu
mirasçılara zarar vermek amacıyla yapıyorsa burada 527 fıkra 2’nin uygulanması söz konusu
olabiliyor. Onda da şöyleydi: Miras bırakan malvarlığında eskisi gibi serbestçe tasarruf edebilir
ancak miras sözleşmesi ile bağdaşmayan ölüme bağlı tasarruflarına veya bağışlamalarına itiraz
edilebilir. Burada da 527/2’nin kıyasen uygulanması söz konusu olabileceği söyleniyor yani bu
normalde vefatından sonra ilgili tasarruflara itiraz gündeme geliyor ama mirasçılara zarar
vermek için yapılmışsa 527/2’nin bu durumda da kıyasen uygulanabileceğini savunan bir görüş
var. Ancak farklı görüşler de var. Bir başka görüş de bu itirazların yapılamayacağını artık
vefatından sonra bu itirazların yapılabileceğini söylüyor, bir görüş gerçekten zarar verme kastı
varsa 527 fıkra 2’nin kıyasen uygulanabileceğini söylüyor. Ama ilk görüş zaten bunun miras
hukukuna uymayacağını söylüyor. Örneğin: bir kişi var, ölüme bağlı bir tasarrufta bulunuyor,
vasiyetname ile birine bir şeyler bırakıyor, mirasçı atıyor vesaire ama ondan sonra bu mal
üzerinde hayattayken tasarrufta bulunuyor, onu birine hediye ediyor bir şeyler yapıyor. Bizim
burada sorduğumuz vasiyet alacaklısının veya mirasçı atanan kişinin böyle bir durumda ne
yapabileceği. Çünkü böyle bu durumda deminden beri bahsettiğimiz bu kişinin bir bekleme
durumunda olduğu. Hukuken yaratılan bir bekleme durumu söz konusu oldu peki bu kişi böyle
bir durumda ne yapabilir diyoruz. Kural olarak ancak ölümünden sonra bunun iptalini
isteyebileceği ve bu malın iadesini isteyebileceğini söyledik. Öyle bir ihtimal olduğunu bu şeyin
kendisine iadesini talep edebileceğini söyledik ama vefatından sonra. Bu söylediğimiz ana kurala
başka lisans kitaplarında aktarılan istisnaları söylüyorum kitapta yok ama fikir jimnastiği olsun
diye söylüyorum. Bunlardan bir tanesi daha hayattayken bunu kimseye vermeyeceğini, kimseye
ivazsız tasarrufta bulunmayacağını vadetmesi bu aslında sağlar arası bir tasarruf gerçek anlamda
miras hukukuna bağlı bir istisna değil aslında bir o durum var. Diğeri de miras bırakan bunu
mirasçıya zarar vermek için yapıyorsa acaba buna karşı bir şey yapılabilir mi? Bunun size 49 fıkra
2’ de ahlaka aykırı olarak başkasına zarar vermek amacıyla bir fiilde bulunuyorsa bu zararı
gidermekle yükümlüydü bunu çağrıştırdığını düşünüyorum. Ama tehlikeli sulardayız hayatta
olan kişi kendi mal varlığı üzerinde tasarrufta bulunuyor, tamam vasiyetname yapmış olabilir
ama mal onun malı ve ölümden sonraya etkili bir işlem. Ana kuralımız da bu konuya ilişkin bir
işlem yapamayacağımızı söylüyor. Ama gerçekten mirasçısına zarar vermek için yapıyorsa buna
rağmen mülkiyet hakkının kullanılmasına sınırlama getirilebilir mi? Bazısı hayır diyor buna bir set
çekiyor, bazısı da diyor ki ölümünden sonraki bu iptal hakkını kıyasen belki uygulanması söz
konusu olabilir diyor, ama diğerleri de şöyle bir görüşü savunuyor: kıyasen diyorlar daha sonra
ne olduğunu göreceksiniz tenkis hükümleri uygulanabilir diyor. Tenkisi anlatmak için erken ama
diğer bir görüşe göre tenkise ilişkin bir hüküm var. 565/4’teydi: miras bırakanın saklı pay
kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yaptığı kazandırmalar tenkise tabi diyordu. Onun da ne
olduğunu daha sonra işleyeceğiz ama bu görüşte tenkisin kıyasen uygulanabileceğini söylüyor.
Ama bu son görüş ne yapıyor saklı payını ihlal ediyor mu etmiyor mu diyor. Ama tabi bu görüşte
doğal olarak vasiyetname bırakılan, vasiyet alacaklısı kişi saklı paylı değil de alelade bir üçüncü
kişiyse bu söylediğim görüş de bizi bir noktaya getirmiyor, malum her kişinin ulu orta saklı payı
yok belli kişilerin saklı payı var bunu irdeleyeceğiz. Size bir fikir jimnastiği olsun diye, her ne
kadar bu konuları öğrenmemiş olabilirsiniz kafanız da karışıyor olabilir gayet normal ama bu
konuda böyle taşları oturttuğunuz zaman daha sonra bir kulak doygunluğunuz olsun diye
söylüyorum.
*Miras sözleşmesiyle vasiyet yapılmışsa bu tarz ölüme bağlı tasarruflara da miras bırakanın
ölümünden sonra itiraz edilebiliyor. Hayattayken başka ölüme bağlı tasarruflar yapmaya da
devam edebilir sadece sağlar arası tasarruf değil.
*Öte yandan bekleme durumunun bağımsızlığı hukuki durum üzerinde tasarruf edebilmede de
kendini gösterdiğini bahsetmiştik. Bağımsızlık ölçütlerinden bir diğeri de ön kademe üzerinde
bağımsız olarak tasarruf edilip edilmediğidir. Bu etkiyi miras hukuku yönünden irdeleyelim. Bu
bekleme durumu üzerinde bir tasarruf edebilme imkânı var mı?
*Mirasçı, miras bırakının sağlığında ve onun rızasıyla bekleme durumunda tasarruf edebiliyor.
Bunun şartları yine irdelenecek.
-Bir mirasçının ileride olası mirasçılık hakkında tasarrufta bulunabilmesi için yani hali hazırdaki
bekleme durumu üzerinde tasarrufta bulunabilmesi için miras bırakanın rızası olması gerekiyor.
Bunun ahlaki gerekçeleri var (ileride işlenecek).
*Mirasçının, bir mirastan feragat sözleşmesi ile gelecekteki miras hakkına ilişkin bekleme
durumu üzerine kanunun verdiği yetkiye dayanarak tasarrufta bulunabilmesi de mümkün.
Burada iki farklı durumdan bahsediyoruz; bir yandan mirastan feragat sözleşmesiyle ileriki olası
miras hakkından tasarruf etme diğer yandan miras bırakanın rızasıyla tasarrufta bulunabilme
söz konusu. Bu yönüyle bekleme durumunda birtakım tasarruflarda bulunulabiliyor. Belki
teminat fonksiyonunda bir sıkıntı var ama bu fonksiyonları söz konusu olabilir.
*Gelecekteki mirasçılık hakkından bağımsızlaşarak belenen durumdan bir beklenen hakkın
doğması söz konusu değil. Yani tamamen bir bağımsızlaşma söz konusu değil. Belirli şartlar
altında belirli durumlarda söz konusu oluyor.
*Açıklanan gerekçelerle muhtemel bir mirasçının hukuki durumu kanun ya da ölüme bağlı
tasarrufla kurulmuş hukuk düzeni tarafından teminat altına alınmış, hukuk tarafından yaratılan
bir bekleme durumu söz konusu.
-Hukuk düzeni tarafından teminat altına alınmış’ı o kadar kesin çizgilerle söylememek gerek,
çünkü teminat altına pek alınmadığını söyledik. Nihayetinde miras bırakan bazı tasarruflarda
bulunabiliyor. Daha doğrusu hukuk düzeni tarafından kurulan bir bekleme durumu diyelim.
*Bekleme durumu gelecekteki miras hakkını konu alıyor ve gelecekteki bu miras hakkı
devredilmeyen, haczedilmeyen ve mirasçılara intikal etmeyen bir hak olarak bunu belirtebiliriz
ve ölüme bağlı kazandırma da başka bir hukuki sebep olmaksızın miras bırakanın sağlığında
yerine getirilmişse borç olmayan edimin ifası olarak da geri istenebiliyor.
-Düşünün yani ölüme bağlı bir tasarruf yapıyorsunuz ama sağlığınızda yerine getiriyorsunuz
daha bu kişi vefat olgusu gerçekleşmediği için, söz konusu hukuki olgu kişi aa bu benim borç
olmayan edimin ifası diye geri alıyor.
Mirasın Geçmesinden Önceki Bekleme Durumuna Bağlanan Hukuki Sonuçlar
*Mirasçı beklenen hak sahibi değil, bekleme durumunda. Bu anlamda miras bırakan ile mirasçının
menfaatleri çatıştığı zaman doğal olarak kanun koyucu miras bırakanın menfaatini öncelik tanıyor
ve muhtemel mirasçılar bu dönemde tenkis talebinde bulunamıyorlar, iade talebinde
bulunamıyorlar. Ancak belli hususlar- burada tespit davası açma imkânına sahip değiller- bazı
yapabilecekleri şeyler var yani dolaylı olarak etkileyebilecekleri bazı hususlar var. Mesela;
bekleme durumunu etkileyen bir somut hukuki durum varsa bunun delil tespiti talebinde
bulunabiliyorlar. Özellikle miras bırakanın ölüme bağlı tasarruf yapma ehliyetine sahip olup
olmadığına ilişkin delil tespitine daha o hayattayken bulunabiliyorlar; böyle bir imkân söz konusu.
Ölüme bağlı tasarruf mesela iptal sebebiyle değil de yokluk veya butlan sebebiyle geçersizse yine
tespit davası da söz konusu olabiliyor.
*Muhtemel mirasçı eğer mirastan feragat sözleşmesinin tarafıysa yine bu sözleşmenin
geçerliliğini ve geçersizliğinin tespitini mahkemeden istiyor nihayetinde bu sözleşmenin bir tarafı.
*İlerideki potansiyel mirasçı terekenin değerini korumak amacıyla da miras bırakanın mirasçısı
olabileceği, miras bırakanın kısıtlayabileceği kabul edilebiliyor.
*Miras bırakanla muhtemel mirasçı olan eşi boşanma davası ile birlikte TMK 174/1 hükmüne
dayanarak bir tazminat talebi olabiliyor. TMK 174 “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma
yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi
tazminat isteyebilir., “ İşte bu beklenen menfaatleri dedik şimdi anlam kazanıyor yani miras
hukuku anlamında da bir anlam kazanıyor. Demek ki bu beklenen menfaatlere, o eşin beklenen
menfaatlerine davacının mirasçı olma beklentisinden kaynaklanan menfaatlerin de dâhil
olduğunu kabul ediyoruz. Burada beklenen menfaat mutlak anlamda yani elde edilmesi gereken
bir menfaat niteliği taşımıyor tabi ki yarın bugün belki eşinden önce vefat edecek belki de
mirastan çıkartılacak belki de eşi yanlış bir yatırım yapacak hiçbir şey alamayacak. Dolayısıyla
buradaki beklenen menfaat var yani ne alacağı ne edeceği ileride bilinmeyen bir menfaat var yani
olası, farazi ihtimallerde farklı sonuçları çıkabilir.
(60-80 dk)
*Mirasın tereke adıyla mirasçılara kalma olgusuna intikal yahut mirasın geçişi denilir. Özetle,
miras bırakanın ölümü üzerine, sahip olduğu hakların mirasçılara geçip onlara ait olması,
yükümlü bulunduğu borçlar için de mirasçıların sorumlu tutulabilmesidir.
Mirasın Geçişine Hakim Olan İlkeler
*Miras geçişine ilişkin Türk Medeni Kanunu’nda külli intikale ve de cüz’i intikale yer verilmiştir.
Külli intikal kural olup bunun yanında tasarruf özgürlüğü dahilinde cüz’i intikal düzenlenmiştir.
a- Külli İntikal İlkesi
*Külli intikal kural olarak, hukukun belirlediği olgunun gerçekleşmesi ile kişinin malvarlığı
haklarının devri için bir şart aranmaksızın, kısmen veya tamamen bir başka kişiye geçmesini
ifade etmektedir. Külli intikal açıkça belirtilen hallerde ortaya çıkar. Yasal mirasçıların külli halef
olmasıyla birlikte atanmış mirasçılar da miras bırakan ölümüyle külli halef olmaktadır. Külli
intikal prensibi Le mort sasit le vif (ölü yaşayana dahil olur) şeklinde ifade edilmektedir.
*TMK m 599/1 ve 2’ de düzenlenmiştir. “Mirasçılar, mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün
olarak, kanun gereğince kazanır. Mirasçılar, mirasbırakanın ayni haklarını, alacaklarını, diğer
malvarlığı haklarını, taşınır ve taşınmazlar üzerindeki zilyetliklerini doğrudan doğruya kazanırlar.
Borçlarından da kişisel olarak sorumludurlar.
(80-100 dk)
Mirasta intikal prensibinin yükümlerinden devam ediyoruz.
İlki; mirasın geçişi, ölüm olgusu ile birlikte ölümün gerçekleştiği anda kanun gereğince geçmesi
ilkesidir. Burada ölüm olgusu ile mirasın geçmesinin eş zamanlı olduğunu görüyoruz. Bir başka
deyişle hak ve borçların mirasçıya bağlanması ile miras bırakandan kopması arasında zamansal
bir boşluk söz konusu değildir .Bunun için mirasçıların kabul etmesi şartı da aranmamaktadır.
Kanunun çeşitli yerlerinde öngörülen devir koşullarına bağlı olmaması bunun sebebidir. ÖRN:
Terekedeki taşınmazların mülkiyeti tapu kütüğüne tescil yapılmaksızın mirasçılarına intikal ediyor.
İkincisi; terekenin hak ve borçlarıyla intikal ilkesi. Yani bir bütün olarak mirasçılar bu mirası
doğrudan doğruya kazanıyorlar. Miras bırakanın sorumluluğu açısından borcun kaynağı da önemli
değildir.
Bir diğer hüküm; birden fazla mirasçı arasında miras ortaklığının oluşması. Miras ortaklığı da bir
şirket ama adi şirket gibi değildir.El birliği ile hak sahipliğidir.
Bir diğeri; mirasçıların sorumluluğunun kural olarak tereke ile sınırlı olmaması ilkesidir. Birden
fazla mirasçının müteselsil sorumlu olması ilkesidir. Mirasçı, miras bırakanın borçlarından sadece
tereke ile değil kişisel malvarlığı ile de sorumludur. Mirasçılar şayet sayıları birden fazlaysa onlar
bu borçlardan müteselsilen sorumludurlar. Kişisel malvarlıkları ile ve sınırsız olarak mirasçılar
sorumlu ve paylaşmadan sonrada bütün malvarlıklarına karşı müteselsilen sorumludurlar.
Paylaşımın gerçekleştiği tarihin veya daha sonra yerine getirilecek borçlarda da muaceliyet
tarihinden itibaren bu müteselsil borçluluk durumu sona eriyor. Demek ki kanuni bir teselsül
mevcut ama bunun bir sınırı da var o sınırda bir kere paylaşım yapıldığı zaman veya hazır olan
borçlarda paylaşımdan itibaren 5 yıl sorumluluk devam ediyor. Şayet alacaklılar yüce gönüllü
davranırsa ve mirasçılar arasındaki bu borcun mirasçılar arasında ya da mirasçı tarafından
yüklenilmesine rıza gösterirse teselsül yine sona erer. Mirasçıların taksim sözleşmesinde tereke
borçlarını kendi aralarında bölmeleri açık veya örtülü olarak alacaklı buna rıza göstermezse hiçbir
hüküm ifade etmiyor.5 yıl sonra müteselsil sorumluluk sona ericek. Ama müteselsil sorumluluk
sona eriyor, borçları sona eriyor demiyoruz. Miras bırakan da emredici şekilde ön görülmüş
mirasçıların müteselsil sorumluluk rejimini ölümüne bağlı tasarrufla değiştiremiyor ve ortadan
kaldıramıyor.
Kişisel malvarlığı ile sınırsız sorumluluk ilkesinin istisnaları; ilk olarak cüzi haleflerin kişisel ve
sınırsız sorumlulukları söz konusu değildir. Ölüme bağlı tasarruf özgürlüğü (ÖBT) ölüme bağlı
tasarruf şeklini seçme ve konusunu belirleme özgürlüğünü de içeriyor. Kanun koyucu da küli
intikal prensibini ÖBT özgürlüğü ile yumuşatmaya çalışmıştır. ÖBT özgürlüğü çok sıkı şekil şartına
bağlanmıştır. Bunun maddi içeriği de sınırlı sayı ilkesine bağlanmıştır. Başka sınırlamalar da
mevcut olup örnek olarak, Tasarrufların kötüye kullanılmaması verilebilir. Özellikle belirli mal
vasiyeti yapılanlar biz bunlara vasiyet alacakları diyoruz bunlar cüzi halefler. Bunlar miras
bırakanın değil mirasçıların cüzi halefleridir. Bundan dolayı ancak onlara karşı yöneltilen bir alacak
hakkına sahip oluyorlar. Cüzi haleflere intikal de külli intikal gibi değil cüzi intikale konu olan
hakkın aradığı şekil şartlarına riayet edilmesi gerekiyor.Diğer bir külli halefiyetten farkı da cüzi
halefler tereke borçlarından sorumlu değillerdir.
Birde özel intikal var biraz da onu inceleyelim; eğer külli veya cüzi intikal kurallarının
uygulanmadığı da bir takım kurallar vardır. Burada bazen eşitlik ilkesinden taviz verilebiliyor ya
da anayasal kurallardan taviz verilebiliyor. Mesela ölen kiracı ile birlikte aynı konutta oturanlar
ortakları veya bu ortakların aynı mesleğini yürüten mirasçıları sözleşme ve kanun hükümlerine
uydukları sürece kira sözleşmesini sürdürebiliyorlar.
(100-123 dk)
*Söylediğim ana esaslardan taviz yer yer verildiği gibi eşitlik ilkesine aykırı bazı uygulamalarla da
karşılaşabiliyoruz. Mesela özel borç ilişkilerinden, kiradan bahsedelim: Ölen kiracıyla birlikte
aynı konutta oturanlar ortakları veya bu ortakların aynı mesleğini yürüten mirasçıları sözleşme
ve kanun hükümlerine uydukları sürece taraf olarak kira sözleşmesini sürdürebilirler. Bu bir
bakıma farklı bir intikal durumu söz konusu. Yani bir anda kira sözleşmesinin tarafı olarak bu
sözleşmeyi sürdürebiliyorlar, ölen kiracı ile aynı konutta oturan ortakları veya aynı mesleği
yürütenler.
-Mesela ilginç bir istisna askeri madalya ve nişanların erkek çocukların intikali. Büyük erkek
çocuğu varsa ona küçük erkek çocuğu varsa ona veriliyor. Ama mesela bu da bizim eşitlik
ilkesine aykırı olarak görebileceğimiz bir düzenleme.
-Daha sonra görülecek, tarımsal işletmelerde değişiklikler oldu baya bir yıl oluyor ama tarım
politikalarından dolayı artık ufak ufak parçalara bölünmesin diye haklı olarak bunun mesela belli
kişilere özgülenmesine yönelik istisnai düzenlemeler var. Daha sonra göreceğiz.
-Yine mesela üçüncü kişi lehine sigorta lehtarın kazanımı yine üçüncü kişi lehine sigortalarda
yine bir özel intikal durumudur.
*Alacakların korunması ilkesini bu intikalde 3 ayrımda inceleyeceğiz. Bunlar;
1- Miras bırakanın alacakları
2- Mirasçının alacakları
3- Vasiyet alacaklılarının durumunu

1-Miras Bırakanın Alacaklarının Korunması


*Burada kanun hükmü maddelerini okuyacağız. Yeri geldiğinde bu başlıkları detaylandıracağız.
Şimdi başlık başlık ilerleyeceğiz. Kitabın bu bölümü çok iyi şekilde sistematize edilmiş.
*Miras bırakanın alacaklarının resmi tasfiye düzenleme hakkı; eğer miras bırakanın, alacaklarını
elde edemeyeceklerini inandırıcı sebeple kuşku duyan alacaklar, istedikleri halde alacakları
ödenmediği veya kendilerine güvence verilmediği takdirde (Bunların her biri bir şarttır, bunlar
soruda bir kurguda gelirse ilk şart inandırıcı sebeple kuşku duymaları gerekmektedir.) Ve bunun
belli bir süre kısıtlaması bulunmaktadır. Bunu ancak miras bırakanın ölümünden ya da
vasiyetnamenin açılmasından itibaren 3 ay içerisinde isteyebiliyorlar.
-Resmi tasfiye durumunda tereke değerleri üzerinde miras bırakanın alacakları ile mirasçılarının
alacaklarının aynı hakka sahip olmasını öngören bir hükmümüz bulunmaktadır. Md. 603
-yani kural olarak bir resmi tasfiyede miras bırakanın alacaklılarıyla mirasçılarının alacaklıları
aynı hakka sahip olduğu kabul ediliyor. Ancak bu söylediğimiz hüküm miras bırakanın alacakları
lehine bir taviz veriyor. Yani aslında hükmün amacı miras bırakanın alacaklarını mirasçının
alacaklarına karşı korumaktır. Yani mirasçının alacakları ancak bu tereke borçlarından miras
bırakanın alacakları ödendikten sonra geriye kalan bu artık değer üzerinde artık kendi
alacaklarını alabiliyorlar. Bunlar arasında da dengeler var, görüldüğü üzere. Bu da istisnai bir
düzenleme olarak görülebilir. Mirasçı olanlardan birinin veya hepsinin mirası kabul etmiş olması
miras bırakanın alacaklarının resmi tasfiye istemesine engel teşkil etmemektedir. Yani alacağın
varlığının inanılır bir nitelikte olması, alacağın varlığının kesin ispatı da aranmamakta, burada
alacağın varlığının inanılır kılınmasının ispat edilmesi de yeterlidir. Ve bu resmi tasfiye kararı
verildikten sonra tabi doğal olarak mirasçılarda artık tereke üzerinde her türlü yönetim ve
tasarruf hakkını kaybediyorlar. Onların terekeyle ilgili işlemleri de alacaklara karşı hüküm ifade
etmiyor, çünkü artık resmi tasfiye sürecine başlanıyor. Resmi tasfiye süreci de ancak
tamamlanıp da artık kalan aktif değerler mirasçılara teslim edildikten sonra olurda bir tereke
alacaklısı çıkarsa, bu gecikmede kusurları olsa bile terekeden elde ettikleri tasfiye artıyla sınırlı
olarak mirasçılara başvurabiliyorlar. Daha sonradan tereke alacaklarının bu tasfiyeden sonra bile
yeniden geldikleri zaman reddedilmemeleri gerekmektedir. Ancak burada mirasçıların
sorumluluğu sınırlı sorumluluktur. Yani şahsi mal varlıklarıyla sınırsız sorumluluktur ama bu
söylediğimiz durumda sadece terekeden elde ettikleri tasfiye artıyla sınırlı sorumluluk söz
konusu olmaktadır.
*Bir diğer durum borç ödemeden aciz bir miras bırakanın mirasını reddeden mirasçısının miras
bırakanın alacaklılarına karşı sorumluluğu. Peki bu özel durum ne zaman gündeme gelmektedir?
Bir kere borç ödemeden aciz bir durumda olması gerekmektedir, böyle bir durumda mirasçının
mirası reddedecekler ve miras bırakanın alacaklılarına karşı da ölümünden önceki 5 yıl içinde
mirasçının mirasını reddedenler almış oldukları ve mirasın paylaşımında geri vermekte yükümlü
olacakları değer ölçüsünde sorumlu olacaklar.
-Bunu mirasçı reddedecek, miras bırakan aciz durumda olacak ve reddeden mirasçılar
ölümünden önceki 5 yıl içinde almış oldukları ve paylaşmada geri vermekle yükümlü olacakları
yani denkleştirmeye tabii kazandırmalardan sorumlu olacaklar.
-Denkleştirmeye tabii kazandırma nedir? (ayrı bir başlıkta göreceğiz) Özellikle çeyiz veya kurulu
sermayesi vermek, bir mal varlığını devretmek borçtan kurtarmak gibi aksi miras bırakanın
tasarrufundan belirtilmemişse bütün bu değerler denkleştirmeye tabiidir. Demek ki miras
bırakanında aksi yönde bir tasarrufa bulunma inisiyatifi bulunabiliyor ama böyle bir şey yoksa
dediğim gibi kurulu sermayesi, mal varlığı devretmektir bu tarz hususlar bu hükmün kapsamına
giriyor. Sınırlı şartlar olduğunu dikkate almamız gerekmektedir.
-Mirası reddetmekle mirasçılık sıfatını kaybeden kişinin miras bırakanı borçlarından sorumluluğu
ikincil niteliktedir. Bu anlamda miras bırakanın alacaklıları ancak mevcut tereke değerinden veya
mirasçıların kişisel mal varlığından alacaklarını elde edemediği takdirde mirası reddedene
başvuruyorlar. Yani burada neyi görüyoruz? Şartları çok sınırlı, bu maddenin hukuki olgu
kısmındaki unsurlar gerçekten sınırlı durumlarda söz konusu oluyor. Bu şartlar sağlanacak ama
hukuki sonuç kısmı da sınırlandırılmış, neyle sınırlandırılmış? Önce diyor ki sen git terekeden
alabileceğini al ancak bunu elde edemiyorsan git bunlara başvur. Neden? Çünkü reddeden
kişinin normal ana kural gereği böyle şeyleri kafasına takmaması gerekiyor. Bu tarz endişelerden
arınmış olması gerekiyor işte o yüzden de gerek maddi şart gerekse hukuki sonuç yönünden
sınırlandırılmış bir hükümdür. Ancak bu hükmün uygulanabilmesi için tek bir mirasçının dahi
mirası reddetmiş olması yeterlidir. Mirası reddeden miras bırakanın sağlığında ondan
denkleştirmeye tabii bir kazandırma elde etmiş olacak ve yine miras payına mahsuben mal
varlığından yaptığı karşılıksız ve sahalar arası nitelikteki kazandırmalar denkleştirmeye tabii
olacak.
-Mirası reddeden mirasçının sorumluluğunun kapsamı da mirası reddettiği sırada iyi niyetli olup
olmamasına belirleniyor. Özellikle sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanması söz konusu.
Bu yönde mesela talepte bulunduğu anda zenginleşme ölçüsünde iyi niyetliyse sadece elinde
kalanı geri vermekle yükümlü oluyor. Ancak kötü niyetliyse tam değerle sorumluluk söz konusu
oluyor. Yani ret anında miras bırakanın ödeme güçlüğü içinde olduğunu biliyorsa veya bilmesi
gerekiyorsa bildiğimiz gibi artık iyi niyetli olmadığını kabul ediyoruz.
-Tabi burada esas alacağımız bu sorunun sınırı belirleyeceğimiz zamansal an kazandırma
konusunun mirasçı tarafından elde edildiği an değil, miras bırakanın ölümü anına bakıyoruz.
Miras bırakanın ölümü anı milat kabul ediliyor. Burada yine zamanaşımı süreleri de hak
sahibinin geri istemeye hakkı olduğunu öğrendiğinden itibaren 2 yıl ve herhalde zenginleşmeden
itibaren 10 yıldır.
*Bir diğer durum karşılık alarak mirastan feragat eden mirasçının tereke alacaklısına karşı
sorumluluğu: Bu hükmün uygulanabilmesi için talepte bulunanın tereke alacaklısı olması
gerekiyor. Ayrıca mirasının açılması anında terekenin borca batık olması gerekiyor. Sınırlı şartlar
bulunmakta. Yine mirasçının, miras bırakanın bir karşılık alarak mirastan feragat etmesi
gerekmektedir. Biz bunu göreceğiz ivazlı feragat sözleşmelerini inceleyeceğiz. Söz konusu
karşılığında miras bırakanın ölümünden önceki 5 yıl içinde alınmış olması gerekiyor. Ve yine
sınırlayıcı hüküm olarak da bunun hukuki sonuç bölümü de sınırlı tereke borçlarının ancak bu
terekeden karşılanamadıysa ikincil olarak sorumlulukları gündeme geliyor. (5 yılı çok göreceğiz)
Zaman olarak da miktar olarak da bu iki tane sınırlamaya dikkat edilerek ivazlı feragat edeninde
miras bırakanın alacaklılarına karşı mirasın açılması anında tabi ki zenginleşme tutarındaki
sorumluluğu söz konusu olabiliyor.
*Tereke alacaklarının da terekeye ilişkin bir takım koruma önlemlerinin alınmasını istenmesi söz
konusu olabiliyor. Bunlara talep hakkı söz konusu olabiliyor. Burada hakların korunması ve
güvence altına alınması için çeşitli hükümler düzenlenmiş. Bu tedbirleri miras bırakanın yerleşim
yeri sulh hukuk hakiminden isteyebiliyoruz. Bunu sizin istemeniz üzerine de hakim yerine
getirebiliyor ama bunu resen de bu koruma tedbirlerini gerçekleştirebiliyor.
-Bir incelik var: Eğer siz bunu isterseniz buna başvuran tarafın masrafları karşılaması
gerekmektedir. Ancak hakim buna resen karar verirse masraflar devlet tarafından karşılanıyor.
Özellikle bunlar arasında tereke mallarının yazılması ve mühürlenmesi istenebiliyor ancak
bunlarla sınırlı olmadığını işaret edelim. Yani terekenin resmen yönetilmesini, vasiyetnamenin
açılmasını isteyebilirsiniz. Miras bırakanın alacaklıları somut bir tehlike bulunmamasına rağmen
ölüm tarihinden itibaren 1 ay içinde miras bırakanın yerleşim yeri sulh hakiminden defterin
tutulmasını yani terekedeki mal ve hakların yazılmasını isteyebiliyorlar. Ayrıca alacaklılar, yazımı
yapılan bu tereke mallarının mühürlenmesini, mühürlenmeyen mallar içinde de uygun koruma
tedbirleri alınmasını isteyebiliyorlar. Mühürlenmesini ve mühürlenmeyen mallar içinde uygun
koruma önlemlerinin alınmasını isteyebiliyorlar. Kitapta şöyle demekte alacaklılar yazımı yapılan
tereke mallarından gerekenleri ama şuna da işaret edelim bu malların yazımından önce de
mühürlenmesini isteyebiliyorsunuz. Eğer alacaklıya yeterli güvence gösterilirse bu mühürleme
yapılamayacağı gibi, şayet bu mühürleme yapılırsa da ancak alacağa karşı verecek miktarla sınırlı
olacaktır. Bu şekilde de tereke mallarının vefattan sonra kullanılmasının önüne geçilmemiş
olmaktadır.
Mirasçının Alacaklılarının Korunması
a-Mirası reddeden mirasçının alacaklılarının mirasın reddinin iptalini talep etmesi:
- Mal varlığı, borcuna yetmeyen bir mirasçı, ayrıca alacaklılara zarar vermek
amacıyla mirası reddedecek.
- Zarar verme amacının ispatı kolay değil ama hayatın olağan gidişatına göre de
bazen benim alacaklılarıma gideceğine diğer yakınlarıma gitsin diye bir yaklaşım
söz konusu oluyor. Bunun ispat edilmesi gerekiyor. Yine doğal olarak bu hükmün
uygulanması için mirası reddetmesi gerekecek. Böyle bir durumda da alacaklıların
buna başvurmaması için onlara yeterli güvence verilerek susturabilirler.
- İşte bütün bu şartlar gerçekleştiyse, mirasçının alacaklıları veya iflas idaresi ret
tarihinden itibaren 6 ay içinde miras bırakanın yerleşim yeri asliye hukuk
mahkemesine başvurarak reddin iptalini dava edebilirler. Ancak reddin iptalinin
davasıyla, reddin hükümsüzlüğünün tespiti davası birbirine karıştırılmamalıdır.
Çünkü reddin hükümsüzlüğünün tespiti davası redde yönelik irade beyanının artık
sakat olduğuna ilişkindir, o başka bir davaya ilişkindir. Mesela bununla icra iflas
kanunun Md. 280’de alacaklarına zarar verme kastıyla yapılan işlemlerden doğan
açılacak iptal davası düzenlenmiştir. Md. 617’nin daha avantajlı olduğunu
göreceksiniz. Şayet bu ret istemi mahkemece kabul edilirse artık resmen tasfiye
süreci başlıyor.
(123-140dk)
Şayet arkadaşlar bu 617’ye dayanan ret istemi mahkemece de kabul edilirse artık resmen
tasfiye süreci başlıyor. Ve miras bırakanın alacakları ile belli bir miktar değer elde ediliyor (resmi
tasfiyede mallar satılıyor, alacak tahsil ediliyor). Peki bundan hangi sırayla kimler tatmin
edilecek? Sıralama şöyle arkadaşlar. Öncelikle miras bırakanın alacaklıları ile vasiyet alacaklıları
bundan tatmin edilecek. Daha sonra mirası reddeden mirasçıya düşen miktardan sırasıyla önce
mirasın reddin iptalini talep eden alacaklıları. Demek ki onların avantajı ve sıra yönünden öne
geçmesi bunun iptalini dava etmeyenlere yönelik söz konusu oluyor. Dolayısıyla önce mirasın
reddin iptalini talep eden alacaklıları daha sonra ise diğer alacaklıları tatmin ediliyor. Ve hala
arta kalan bir değer söz konusuysa bunlar mirasçılar arasında paylaştırılıyor. Yani sıralamanın
başında miras bırakanın alacaklıları ve vasiyet alacaklıları var. Ondan sonra da mirasın reddin
iptalini talep eden mirasçının alacaklıları sonra da reddinin iptalini talep etmeyen mirasçının
alacaklıları şeklinde bir sıralama vardır. Ayrıca mirasçının alacaklılarının tenkis davası açması söz
konusu olabiliyor. Bunun şartları da 562’de belirtilmiş: mirasçının alacaklılarının tenkis davası
açması. Miras bırakan yapmış olduğu sağlar arası veya ölüme bağlı karşılıksız kazandırmalarla
serbest tasarruf nisabını aşıyor. Bunun ne olduğunu soracaksınız. Bu miras bırakanın paya
tecavüz etmeden serbestçe yapabileceği ölüme bağlı bir tasarruftur. Yani bu oranı aşarsa saklı
paya tecavüz söz konusu olur. Onu da yeri gelince göreceğiz. İkinci şart saklı payına tecavüz
edilen bir mirasçı olacak ve iflas idaresini veya mirasın açıldığı tarihte kendisine karşı borç
ödemeden aciz belgesi bulunan alacaklıları buna ihtarda bulunacak. Git sen tenkis davası aç. Aç
ki tenkis davasını oradan gelen parayla bizi tatmin et diyecekler. Ama arkadaşlar bu ihtara
rağmen bu saklı payına tecavüz edilen mirasçı tenkis davası açmazsa (yine aynı mantıkla bu
miras size gideceğine benim kardeşlerime, tanıdıklarıma gitsin ben niye bu davayı açayım derse)
iflas idaresi ve bu söylediğimiz alacaklılar alacakların elde edilmesi gereken oranda (yine miktara
yönelik sınırlama var) mirasçıya tanınan süre içerisinde tenkis davası açabiliyorlar. Yine miktar
ve süre yönünden sınırlama burada da söz konusu. Burada 1 ve 10 yıllık hak düşürücü süreler
var. Yani vasiyetnamenin veya mirasın açılmasından itibaren 1 ve 10 yıllık süreler var. Bu 1 ve 10
yıllık süreleri zamanı gelince sizinle paylaşacağız. Her halükarda vasiyetnamenin ve mirasın
açılmasından itibaren 10 yıl. Öğrenmeye yönelik de 1 yıllık hak düşürücü süre var. İşte bu aciz
belgesi de genel haciz olsun ister iflas yoluyla takip sonucu olsun bu yola başvuracak kişilerin
elinde olması gerekiyor. Hatta iflas kararı mirasın açılmasından sonra olsa da iflas idaresi yine
tenkis davası açabiliyor. Bu mirasçının alacaklılarına ve iflas idaresine tanınan dava hakkı, saklı
payı zedelenen mirasçıya tanınan dava hakkından tamamen bağımsız. Onların bu hükümden
kaynaklanıyor. Bunları bahsettik. Kalan kısımlarını okursunuz. Bir de mirasçılıktan çıkarılan
mirasçının alacaklılarının iptal ve tenkis davası var. Mirasçılıktan çıkarılanın mirasçısının
alacaklılarının iptal ve tenkis davası var. Burada miras bırakanın vasiyetnamesi ile mirasçılıktan
bir mirasçı çıkarılıyorsa geçerlilik unsurlarını da taşımıyorsa söz konusu bu ölüme bağlı tasarrufa
karşı normalde hayatın olağan gidişatına göre bu kişinin dava açması gerekir. Belki bu
aralarındaki manevi bağlar kopmuştur, açmayabilir vs. Ama hayatın olağan gidişatında haksız bir
nedenden dolayı mirastan çıkartıldıysanız veya onun şartlarını sağlamıyorsa (bunların ne
olduğunu zamanı geline irdeleyeceğiz) açması gerekir. Ancak bu davayı açmayan kişinin
alacaklılarının elinde bu kişiye karşı ödemeden aciz belgesi varsa veya bu kişi iflas etmişse aynı
bir önceki durum gibi bu kişiye ihtar yapılıyor. Ama ihtara rağmen bu davayı açmazsa yine aynı
şartlarla süre ve zaman sınırı ile tenkis davası açılabiliyor. Bir de mirasçının alacaklılarının
mirasın paylaşımına katılma hakkı var. Burada mirasta mirasçının payını devralmış, haczettirmiş
veya elinde mirasçıya karşı ödemeden aciz belgesi bulunan alacaklının söz konusu olması
gerekiyor. Yani bu 3 durumdan birinin söz konusu olması gerekiyor. Ve böyle bir durumda sulh
hakiminden bu mirasçının yerine paylaşıma katılmak üzere bir kayyım atanmasını
isteyebiliyorlar. Böyle bir imkanları var. Yani bu şekilde bu satış sürecinin pürüzsüz bir şekilde
yürümesini güvence altına alabiliyorlar. Kitapta bir de icra ve iflas kanununun 121. Maddesi
irdelenmiş. Şimdi bahsettiğim madde 648’e yakın bir durum. Bunu da daha detaylı olarak icra
iflas hukuku dersinde irdelersiniz. Ve burada mesela icra mahkemesinden alacağı yetkiyle miras
bırakanın yerleşim yeri sulh hakiminden belirli mallar üzerinde elbirliği hak sahipliği ilişkisinin
giderilmesi istenebiliyor. Paylaştırma aşamasında da haklarının korunması kayyım tayin edilmesi
istenebiliyor. Bunlar çok teknik hususlar. O yüzden daha sonra bunları okursunuz. Ancak bu
hükümle arada bir farklılık var. TMK md 648’deki şartları aktardığımda terekenin paylaşımına
ilişkin müzakerelerin başlaması gerekiyor. Ve sonuç alınmamışsa kayyım aracılığıyla olaya dahil
olmak mümkün oluyor. Yani bir bakıma bu zamansal kayyım atanmasının tayin edilmesi
noktasında bazı farklılıklar söz konusu oluyor İİK md 121’e göre bazı farklılıklar söz konusu
olabiliyor. Birinde açılmış paylaşma davasına katılıyorlar. Ötekinde müzakerenin başlanmış
olması gerekemeyebilir. Bunlara bakarsınız. Bir diğer durum da mirasçının alacaklılarının miras
bırakanın ölüme bağlı tasarruflarına karşı iptal davası açma hakkı tanınmamış. Fakat onlar
hukuken korunmaya değer bir menfaatleri bulunuyorsa miras bırakanın yaptığı ölüme bağlı
tasarrufun yokluğunu veya kesin hükümsüzlüğünün tespitine yönelik de bir dava açabiliyorlar.
Bundan biraz önce bahsettik. Son olarak da vasiyet alacaklılarının korunmasından biraz
bahsedelim. Demin bir arkadaşınız da sormuştu. Vasiyet alacaklılarının durumu ile farklılıkları
nedir diye. Bahseder dersimizi bitiririz. Genel olarak vasiyet alacaklıları külli halef olmadığından
bahsettik. Vasiyet edilen mal üzerinde de doğrudan doğruya hak sahibi olamıyorlar. Ancak
gerekli devir işlemi yapıldıktan sonra hak sahibi olabiliyorlar ve bunların alacağı da ancak miras
bırakanın ölümü ile birlikte ve vasiyet yükümlüsünün mirası kabul etmesi veya red hakkının
düşmesi ile söz konusu oluyor yani muaccel oluyor. Tabi aksi yöndeki miras bırakanın
tasarrufları saklı. Bunu daha öteletebilir. Ve bunun konusu bir intiba hakkı olabilir, bir alacak
hakkının kendisine devri olabilir belirli bir malın mülkiyetinin devri olabilir borçtan kurtarma
olabilir bu gibi maddi ve gayri maddi mal veya hak söz konusu olabilir. Bunun yerine getirmezse
vasiyet yükümlüsüne karşı da bunun artık malın teslimi veya hakkın devrini eğer bu artık bir
şekilde yerine getirilmiyorsa da bundan doğan zararın tazminini dava edebiliyor. Bununla ilişkin
zamanaşımı süresi de 10 yıldır, bu ifa davasının. Ancak bu süre istisnai olarak vasiyet alacağının
muacceliyet tarihinden itibaren değil; ölüme bağlı kazandırmayı öğrendiği tarihten itibaren
işlemeye başlıyor. Bu da yine vasiyet alacaklılarının korunması için kabul ediliyor. Vasiyeti
öğrenmezse kendisine bırakılan bu süreyi kaçırma riski gündeme gelebiliyor. Birtakım koruma
tedbirlerini talep hakkı var. Bunu ikili bir ayrımda aktarabiliriz. Mirasın açılmasından önce bir
takım koruma tedbirlerini talep etme hakkı olduğu gibi mirasın açılmasından sonra da söz
konusu olabilir. Mirasın açılmasından önce tabi vasiyet alacaklısının iktisab ettiği herhangi bir
hak olmadığı için demin söylediğim gibi bu bekleme durumuna yönelik herhangi bir ileri
sürebileceği bir durum söz konusu değil. İkinci ayrımsa mirasın açılmasından sonra koruma
tedbirlerinin talep etme hakkı olup olmadığına yönelik. Burada da eğer inandırıcı sebepler varsa
alacak hakkını ve vasiyet alacağını elde edemeyeceği konusunda da ve halen istemesine rağmen
de vasiyet alacağı yerine getirilmediyse bir takım önlemlerin de alınmasını talep edebiliyor ve
yine kendisine vasiyet alacağı olduğuna dair belgesinde istenebiliyor. Ancak bunu isteyebilmesi
için bak elimde kapı gibi vasiyet alacağıma ilişkin belge var diyebilmesi için söz konusu vasiyeti
ölüme bağlı tasarruftaki diğer mirasçıların yasal ya da atanmış mirasçıların diğer vasiyet
alacaklılarının bu ölüme bağlı tasarrufa bunun kendilerine bildirilmelerinden itibaren bir ay
içerisinde itiraz etmemiş olmamaları gerekiyor. Ancak bu itiraz yanıtlanacak ki kendisine vasiyet
alacaklısına bu belge verilebilsin. Vasiyet alacaklılarının haklarını burada ismen saymış sadece.
Burada hemen onları sıralayalım. Koruma tedbirlerini talep etme hakkının olduğundan
bahsettik. Yeri gelince her bir şartı irdeleyeceğiz.Yine miras bırakanın tasarruf ehliyeti
bulunmaması, irade sakatlıkları, ölüme bağlı tasarruflara bağlanmalarının ahlaka ve hukuka
aykırılı olabilmesi ihtimalinde bir iptal dava açabilmeleri gündeme gelebilir. Yine mesela
bölünmez mal vasiyetinde vasiyet alacaklısının seçimlik bir hakkı var. Dilerse böyle bir durumda
tenkise tabii kısmın değerini vererek malı alabilir. Dilerse tasarruf edilebilir kısmın bedelini
alabilir bu bölünmez mal vesayetinde öyle bir seçim imkanı var. Kendisine alt vasiyet borcu
yüklemeden vasiyet alacaklısının tenkis talebi var. Geri verme borcunun sınırlandırılmasına
ilişkin 556.madde var. Bu maddeye ilgili yerde bakarız.
3. Geri verme borcunun sınırlandırılmasında şuna bakıyoruz. Kendisine tenkise bağlı bir
kazandırma yapılmış olan kimse iyi niyetli ise, sadece mirasın geçmesi anında
kazandırmadan elinde kalanı geri vermesi gerekiyor. Yok eğer iyi niyetli değil ise bunu
zaten eşya hukuku bilgilerinize dayanarak iyi olmayan zilyedin geri verme borcuna ilişkin
hükümler burada uygulanıyor. Yani hak sahibine verdiği zararı elde ettiği veya elde
etmeyi ihmal ettiği tazminatı verecek. Zorunlu giderleri veya yararlı giderleri isteyebiliyor
belirli durumda lüks giderleri de. Eğer iyi niyetli değil ise kişi bu geri verme borcu
hususunda kime vereceğini bilmediği sürece kusuruyla birlikte zarar verdiyse bununla
sorumlu oluyordu.
19 EKİM
(0-20 dk)
*Önce şöyle verdiğim şeyler biraz havada kalacak ama biraz çizimle tamamlamaya çalışacağım.
Dolayısıyla genel bilgileri verdikten sonra tahtayı kullanarak tekrar edeceğim. Sonra bu
mirasçıların temel kurallarını aktardıktan sonra oran hesabı falan yaparız belki.
*Şimdi zaten biz yasal mirasçı ve iradi mirasçı ayrımını yapmıştık. Zaten miras bırakana ait
hakların borçların geçişi ne oluyordu? Ya standart doğrudan doğru ya kanuna dayanıyordu yasal
mirasçı oluyordu ya da miras bırakanın yaptığı ölüme bağlı tasarruf denilen hukuki işlemlere
dayanıyordu. Bir mirasçının hem atanmış hem yasal mirasçı sıfatına sahip olabilmesi imkan
dahilinde. Nitekim kendisine bunları tespit eden bir mirasçılık belgesi de verilebiliyor. Şimdi biz
yasal mirasçıları irdeleyeceğiz. Önümüzdeki derste de ölüme bağlı tasarruflardan söz ederiz.
YASAL MİRASÇILAR
*Miras hukuku dersine girişte de söyledik aile hukuku ile çok bağlantılı bir alan. Özellikle mal
rejimleri, yasal mirasçılık, mirasta eşin durumu. Bunlar için önerebileceğimiz çok kitap var ama
dönem arasında okumanız daha iyi iyice demlenir. Bu konuda mesela Faruk Acar hocanın bir
kitabı var. Bir hoca vardı şimdi tam hatırlayamadım Şıpka’ydı sanırım soyadı. Onun da eşin yasal
mirasçılığıyla ilgili kitabını okumanızda fayda var.
*Mirasçılığı doğrudan kanun hükmü ile doğan kişiye yasal mirasçı diyoruz. TMK hem kanundan
doğan mirasçılığı belirliyor hem de bunların hangi sıra ile ve ne oranda mirasçı olacağına işaret
ediyor. Bu hükümler kural olarak emredici değil tamamlayıcı ancak saklı pay müessesesi var.
Bundan dolayı yasal mirasçılara ilişkin birtakım emredici hükümlerle karşı karşıya kalabiliyoruz.
*Saklı pay, ölüme bağlı tasarruf serbestisi ile mirasın aile tarafından kazanılması arasındaki
dengeyi sağlıyor. Evlilik ilişkisi olmadan birliktelikler, hayat arkadaşlıkları mesela Almanya’da
özel olarak düzenlenmiş. Bizim ülkemizde böyle bir düzenleme yok, bunlar mirasçı sıfatına sahip
değiller. Tabi bu size entelektüel anlamda bir bilgi olsun. Almanya’da mesela bu konu özel
mirasçılıkla ilgili, mal rejimini andıran, velayete benzer hükümlerle düzenlenmiş.
a-Dayanaklarından bahsedelim yasal mirasçılığın. Bir kere kan hısımlığına dayanan yasal
mirasçılık var. Kural olarak miras bırakan ile mirasçı arasındaki kan bağına dayanıyor. Bu
anlamda altsoy, üstsoy, civar hısımları da bu kapsamda sayılıyor.
b-İkici dayanak da evlilik ilişkisine yani sözleşme bağına dayanan yasal mirasçılık.
c-Bir de evlatlık ilişkisinde mahkeme kararına dayanan yasal mirasçılık var.
d-Yine vatandaşlık ilişkine dayanan yasal mirasçılık da şu kişinin bağlı bulunduğu devletin yasal
mirasçı olmasını ifade ediyor. Tabi bu sistematik hocamızın ortaya koyduğu sistematik.
*Şimdi kanunumuzun sistematiğine bakalım arkadaşlar. TMK’daki ayrım gayet açık; miras
bırakanın hısımları, eş ve devlet şeklinde. Miras bırakanın hısımları kan hısımları, evlatlık ve
altsoyu diye geçiyor. Şimdi biz kan hısımlığına dayanan yasal mirasçılığa bir bakalım. Sonra da
evlatlık ve altsoyuna bakarız.
*Kan hısımlığına dayanan sistemleri üçe ayırabiliriz: Bireysel sistem, sınıf sistemi ve derece
sistemi.
a-Bireysel sistem İslam hukukunda esas alınan ve her kişinin miras bırakanla ilişkisini ayrı ayrı ele
alıp değerlendiren bir sistemdir.
b-Sınıf sistemi kan hısımlarını miras bırakanla olan yakınlık ilişkilerine göre ele alıp farklı sınıflara
ayırmaktadır. İlk sınıfta mirasçı bulunması başka sınıflarda yer alan mirasçıların mirasçılığına
engel teşkil ediyor. Roma hukukunda, İsviçre’nin Fransız kantonlarında, Fransa’da, İtalya’da bu
sistem görülüyor. Artısı bu sistemin elastik olması fakat eksisi yapay ve mantığa aykırı sonuçlara
sebebiyet vermesidir.
c-Derece (zümre, parental) sistem Cermen hukuku esasına dayalı bir sistemdir. Burada soyların
birbirini soy esasına göre takip etmesi dolayısıyla avantajlı olduğu kabul ediliyor. İsviçre-Türk
Medeni Kanunu’nda ve Alman Medeni Kanunu’nda benimsenmiş arkadaşlar. Şimdi bunun
esaslarını irdeleyeceğiz. Bir ortak kişiden üreyen, zümre başı da olabilir veya kök başı ile ondan
türeyen kimseler olarak kabul edilir. Bu topluluğa derece, zümre, tabaka deniliyor. Derece ortak
asıl ve ondan gelen altsoylardan oluşuyor. Bu ortak asılların en başındakine zümre başı
deniliyor. Ortak asıl durumunda olan şeyler birlikte derece başı olarak kabul edilmiyor.
Dolayısıyla birazdan çizim yapacağız fakat eşleri dahil etmeyeceğiz.
20-40
Derece ortak asıl ve ondan gelen altsoylardan oluşur. Bu ortak asılların en başına zümre başı
denir. Ortak asılda eşler bir derecenin başı olarak kabul edilir. (Şu anda miras bırakanın hısımları
anlatılıyor.) Her eş diğer eşten bağımsız olarak ayrı bir derecenin başına oluşturur. İkinci
derecede miras bırakanla aynı yakınlıkta kim varsa yani onun anne ve babası ve bunlardan
üreyenler var. Böyle üçüncü ve dördüncü derece olarak gidiyor. Biz üçüncü dereceye kadar esas
alıyoruz. Birinci derecenin başı miras bırakandır. Yani muris. Kitaplarda M ile ifade edilir. Şimdi
zümrelerin belirlenmesine gelelim. Derece, zümre başından sonra gelen çocuğun altsoyu ile
birlikte oluşturduğu birimdir. Derece başından sonra gelen asıllara da kök denir. Köklerden
türeyen kişilerin teşkil ettiği kan hısımlığı topluluğuna da alt derece /zümre adı verilir. Yasal
miras hakkı da bu kademelerin üçüncüsüne kadar çıkar. Böyle bir sınırlama vardır. Birinci
derecenin özelliği aslında burada mirasçılık sıfatı taşıyan zümre başı yok. Neden yok? Çünkü o
zümre başı miras bırakan ve miras bırakan da vefat etmiş durumda. Birinci derece miras
bırakanın alt soyu oluşturur. Murisin altsoyu da denir. Ölenin çocukları ile onlardan üreyen
kuşaklar ki ölenin çocukları da kökbaşı oluyor. Onlardan üreyen kuşaklar da torunlar torunların
çocukları vs bunlar da alt zümre oluyor. Şunu vurgulayalım. Mirasçı olabilmemiz için bir zümreye
dahil olmamız gerekir. Kural olarak bu durum miras bırakana kan hısımı olmakla doğar. Ancak
mirasçılık yönünden önemli olan hukuki anlamda hısımlıktır. Yani anneyle soy bağı doğumla
kurulur buna tabii hısımlık denir. Ama aynı zamanda hukuki hısımlık da söz konusu olur. Baba
yönünden de evlilik dışı çocuk açısından tanıma söz konusu olur. Babalık davası ile soy bağı
kuruluyor. Ana ile evlilik ve hukuki hısımlık kuruluyor. Büyük büyük anne baba zümreye tabi
değil. Bunlar sizin kan hısımlarınız fakat zümreye tabi değil. Mesela kayın hısımları bu sisteme
dahil değil. Zümreye girmek için kan hısmı olmak gerekir kuralının istisnası evlatlık ve altsoyu
olduğunu görüyoruz. İkinci zümrede miras bırakanın annesi ve babası ile bunlardan üreyenler
var yani kardeşler. Burada zümre başı da miras bırakanın anne ve babasıdır. Tekrar ediyorum
burada anne baba onların çocukları kardeş çocukları olarak devam eder. Üçüncü derecese
büyük anne büyükbaba zümre başıdır. Ve onlardan üreyen halalar, dayılar, amcalar, teyzeler,
yeğenler, kuzenler var.
ZÜMRE SİSTEMİNE HAKİM OLAN TEMEL İLKELER
İlki bir zümreye dahil olmanız gerekir. Burada önemli olan hukuki anlamda hısımlıktır. Temel ilke
kan hısımlığı mirasçılığı ve hısımlık derecesine göre değil dahil olduğu dereceye göre mirasçılık
sıfatına sahip olduğudur. Örneğin miras bırakanın torununun çocuğu Normalde üçüncü derece
bir hısmıdır ama anne ve babası birinci dereceden kan hısmıdır. Ne var ki torunun çocuğu anne
babanın mirasçılığını engelliyor. (Bu durum tartışmalı.) Bu durum örf ve adetimize uymadığı
gerekçesiyle eleştiriliyor. Bu durumda ne yapacağız? Miras bırakanın serbest tasarruf nisabı var.
Bunun için de onları mirasçı atayabilir. Bunu vasiyet alacaklısı yapabilir bu mümkündür.
ÖĞRENCİ: Hocam pratikte Torununun çocuğu ve anne babanın aynı anda yaşaması yani mirasçı
olması mümkün müdür?
Arkadaşlar ben denk geldim. Karadeniz’de ömürler uzun. Olabilir.
Miras bırakanla yaşıyorlarsa bu aile fertleri üç aylık geçim masraflarının ödenmesini de
terekeden isteyebilir.
Birinci derecede tek bir mirasçı bulunsa bile diğer derecelerde yer alan kişilerin mirasçılığına
engel olabiliyor. Birinci derece mensubu iki ve üçüncü dereceyi engeller. İkinci derecede üçüncü
derecenin mirasçılığına engel olabilir. Her derecede derece boş ve kök başları kendi alt soyunun
mirasçılarına engel oluyor. Örneğin ikinci derecede zümre başı anne baba diğerlerinin mesela
kendi çocuklarının mirasçılığına engel oluyor. Yani dede öldü çocuklar dururken torunlar bir şey
alamıyor.
Miras bırakandan evvel ölmüş veya diğer sebeple mirasçılık sıfatını elde edememiş bulunan
derece veya kök başlarına yerini kendi altsoyu alıyor. Buna kökte ve derecede halefiyet
prensibi denir. Altsoy, derece ve kök başına temsilen değil kanunen doğrudan kendine tanınmış
hakka dayanarak mirasçı olur. Medeni kanuna bakıldığı zaman genelde miras bırakandan önce
ölmüş olma ifadesini kullanıyor ama sadece mirasçılık sıfatını elde edememiş olmak, miras
bırakandan önce ölmüş olmakla sınırlı değildir. Bu sadece örneklerinden biridir. Mesela diğer
örnekler, mirasçının mirastan yoksun olması, mirası reddetmek, mirastan çıkarılması yine ivazsız
feragat, aksi kararlaştırılmamışsa karşılıklı feragat . Tüm bu mirasçılık sıfatını kaybettiği
durumlarda Özel durumlar söz konusu olabiliyor. Kökte halefiyeti ( senin yerine alt soyun
alıyor.) sınırlandıran durumlarda söz konusu olabiliyor. Mesela mirasını reddi ne yönelik özel bir
durum. En yakınlarının hepsi miras reddederse iflas hükümlerine göre tasfiye söz konusu olur.
Arta kalan tasfiyeden bir şey kalırsa reddetmemiş gibi kalan miras verilir.
Yine sınırlamada ölenin eşinin üçüncü zümre ile birlikte mirasçı olma ihtimali ( yani büyük anne
ve babaların olduğu kısım) Altsoy’un halefiyetine bir sınırlama getiriyor. Yani bu kişiler eşle
beraber mirasçı olmuşlarsa büyük anne ve büyük babaların çocuklarıyla üçüncü zümre
sınırlanmış olur. Eş hayattaysa üçüncü zümrede yeğenler kuzenler bir pay alamaz.
Mirasçı olanların ne oranda mirasçı sayılacaklarında bir takım esaslar vardır. Miras bırakandan
mirasçılara giden bu yolda kol adedince kök başları esas alınarak eşit olarak hisselere ayrılır.
Buna eşitlik prensibi denir. Yani evlatlara eşit olarak paylaştırılıyor. (Hoca pastaya benzetiyor.)
(40-60 dk)
Ölenin çocukları ve ondan türeyenler kök başı oluyor. Eskiden dördüncü dereceye kadar idi
mirasçılık . Mirasçı olabilmek için bir zümreye dahil olunmalı ve bu kural olarak mirasçıyla kan
kısmı olmalıdır. Ama şu kural hukuki hısımlık olmalı. Ana ile hısımlık doğumla babayla evlilik dışı
çocuklarda tanıma, babalık davası, ana ile evlilikle kurulur . Bunları ara ara hatırlayacağız . Bir
zümreye tabi olmak lazım örneğin büyük büyük ana yada baba zümreye tabi değil yada kayın
hısımları zümreye tabi değil. Zümreye kan hısmı dışında evlatlık ilişkisiyle dahil olunur . İkinci
derece ana baba ve onlardan türeyenlerdir . Miras başı miras bırakanın ana ve babasıdır .
Üçüncü derece büyük ana ve büyük baba zümre başıdır. Bu derece teyze, hala , amca dayı ve
bunlardan üreyenlerle devam eder. Hukuki anlamda hısımlık önemli. Şimdi zümre sistemine
hakim olan ilkelerden bahsedersek eğer bir kan hısmın mirasçılığı bu kişinin mirasbırakanla olan
hısımlık derecesine göre değil dahil olduğu dereceye göre mirasçılık sıfatına sahip olmasıdır.
Örneğin torunun çocuğu üçüncü derece hısım ama ana babası birinci hısım ve ana babanın
mirasçılığını engelliyor bu durum arka tarafta tartışılıyor ve bu durum örf ve adete aykırı olması
nedeniyle eleştiriliyor. Bu mirasbırakanın serbest tasarufla bunları atanmış mirasçı olarak
ataması yada vasiyetle atanmasıyla olabilir. Bu kadar uzun soyları görmesi belli bölgeler çok
yaşama yada erken evlilikten kaynaklanabilir. Annemin dedesi 108 yaşında merdivenli evde
ayağı kayıp düştü öldü bu yaşlara kadar yaşanması dağda hayat sağlıklı olduğu için olduğu
soyleniyor tabi istatistik kurumu incelemeli bu doğrumu diye . Neyse herkesin ailesine sağlıklı
ve huzurlu bir ömrü olur inşallah. Neyse arkadaşlar geyik yaptık biraz bırakalım devam edelim
şimdi mirasbırakanda yaşayanlar üç aylık masraflarını isteyebilir. Diğer ilke bir derece de tek bir
mirasçı bile bu mirasçının sonra gelen diğer derecelerde yer alan kişilerin mirasçılığına engel
olur. Önceki derecede mirasçı bulundukça sonraki derece mensupları mirasçı olamazlar. Öndeki
derecede mirasçı mevcut değilse bundan sonraki derece mensupları mirasbırakanın mirasçılığı
sıfatına haiz olurlar. Mirasbırakanda evvel ölmüş veya diğer bir sebeble mirasçılık sıfatını elde
edememiş bulunan derece veya kök başına yerini kendi altsoyu alır. Derece veya kökte halefiyet
prensibi denir . Bunlar kanunen kendine tanınan hakla mirasçı olurlar. Bu durum
mirasbırakandan evvel ölmekle sınırlı değil bunun yanında mirastan yoksunluk, mirastan
çıkarma, mirastan ivazli yada ivazsız karşılığı feragat ,mirasın reddi gibi ihtimaller vardır. Bu
durumda mirasçılık sıfatını kaybettiğinde kişi mirasçılık sıfatı kazanamaz. Mirastan red ve
mirastan feragat özel durumlardır . İvazli feragate aksi kararlaştırılmadıkça altsoyda mirasçı
olamaz . En yakın mirasçıların hepsi mirası redderse iflasa ilişkin hükümler uygulanır borçlar
karşılaşınca terekede kalanlar bunlara sanki mirası reddetmemiş gibi kalanı alıp aralarında
paylaşırlar. Üçüncü derece ile eş mirasçı olduğunda alt soyun halefiyetine sınırlama var bundan
dolayı büyük ana baba ve hala teyze yoksa bunların çocukları ile eş mirasçı olmaz miras eşe
kalır. kuzen pay alamaz yani. Mirasçı olanların payını birazdan anlatıcaz uygulamalı olmadığı için
kafanızda oturmaya bilir. Miras mirasbırakanın kök başlarınca eşit bölünür buna eşitlik prensibi
denir. Bunu pastayı esit dilimlere bölmeye yada künefeyi bölmeye benzetebiliriz sakaryaya
gelirseniz her yerde künefeci var savaş var aralarında ondan . Biz ama çoğunlukla pasta
dilimlerine benzetiyoruz . Birinci derece yoksa ikinci dereceye geçiyoruz ilk durumda ana baba
paylaştık ama bunlardan biri yoksa bunun altsoyuna kalır eşe de kalır demiyoruz yani
mirasbırakanın kardeşine kalır bunlar yoksa eşe kalır. Bir kola dahil derecelerden hiç birinde
kanuni mirasçı yoksa o tarafın payı diğer taraftaki mirasçılara geçecektir. Bir derece mensubu
mirasbırakana birden çok hatla bağlı ise bu kişi her bir hatta düşen hissenin toplamı üzerinde
hak sahibi olur. Derece de muristen evvel ölmüş olup altsoy da bırakmamış kimselere giden
hatlar hesapta nazara alınmaz . Şimdi kitaptaki tekrarı yapalım eğer mirasbırakanın
çocuklarından biri veya birkaçı mirasbırakandan önce ölmüş veya herhangi bir sebeple mirasçı
olamıyorsa yahut mirası reddetmiş ise bu kimselerin altsoyu onların yerine mirasçı sıfatına haiz
olur . Mirasbırakanın çocuğunun birden fazla çocuğu var ise mirasbırakanın çocuğunun miras
payı bunlar arasında eşit olarak paylaştırır.
( 60-80 dk)
ÖRNEK 1: Bir önceki zümrede mirasçı bulunmasının bir sonraki zümrenin mirasçılığını
engelleyeceğinden bahsetmiştik.
D C
2. zümre

E M

A B
1. zümre

Bu örnekte muris M ölüyor. Muris öldüğü için de kuralımız neydi? Bir önceki zümrede mirasçı
bulunması bir sonraki zümrenin mirasçılığını engelliyordu. Burada M ölmüş ama A ve B hayattadır.
A ve B hayatta olduğu için de M’nin anne ve babası olan C ve D hiçbir şey alamıyorlar.

ÖRNEK 2:

D
Verdiğim örnekler standart kürsü örnekleridir. Eğer biz böyle çizim yaptığımız zaman biri daha
önce öldüğü zaman tek çizik atıyoruz. Bakın muriste çift çizik atıyoruz, çarpı yapıyoruz ama
diğerleri öldüğü zaman tek çizik atıyoruz.
M’nin oğlu B öldü, tek çizik
M’nin kızı A öldü, tek çizik
M’nin torunu C öldü, tek çizik
Bakıyoruz ki örnekte anne-babası hayatta ve D (torununun çocuğu) hayatta.
Biz ne demiştik; bir önceki zümrede mirasçı bulunması (ne kadar uzakta olursa olsun) sonraki
zümreyi engelleyebiliyordu. İşte burada tipik bir örneği ile karşı karşıyayız.
M’nin anne-babası aile hukukunda 1. Derece hısım ama 3. Derece hısım olan D’nin varlığı,
E ve F’yi olumsuz etkiliyor.
SORU: Hocam alt soy nereye kadar gidiyor, torununun torununa kadar mı?
Hoca: Alt soy gördüğünüz gibi gidebildiği kadar gidiyor, bir sınırı yok. Örneğimizde torununun
çocuğu hayatta, anne babasını engelliyor. Bu torununun torunu da olabilirdi.
( 80 – 100 Dk)

• Gelen “altsoy miras hakkının nereye kadar miras hakkından yararlanabileceği” sorusu
üzerine hoca; “Sınır yok arkadaşlar ne kadar altsoy varsa tamamı miras hakkına kavuşur,
örneğin torununun torunu…
Örnek:

d c e f

E F

M’nin vefatı üzerine E ve F’nin hayatta olması c,d,e,f’nin mirasçı olmalarına engel oluyor.

Örnek:
d c e f

E F

x y

X ve Y daha önce vefat etmişse, M’nin vefatı üzerine E ve F mirasçı olacaklardır.

• Zümre içerisinde bir üst sıradaki mirasçılar bir alt sıradaki mirasçıların mirasçılığını
engellerler. (Kural)
• Vefat etmiş X ve Y’nin çocukları hayattaysa bunlar mirasçı olurlar. (E ve F değil)
• X vefat etmemiş Y vefat etmiş olursa X’in çocuğu mirasçı olamazken Y’nin çocuğu mirasçı
olur. (X ile birlikte)

Örnek:
E F

C M D

• M vefat ederse E ve F hayattaysa, kardeşler C ve D mirasçı olamazlar.


• E ve F vefat etmişse Kardeşler C ve D mirasçı olabilirler. C ve D hayatta olduğu müddetçe
C ve D’nin çocukları mirasçı olamazlar.
Oransal Örnek:
• M öldüğü zaman A, B ve C eşit paylı mirasçılar olacaktır. Oranları (1/3)
• Diğerleri mirasçı olamayacaklar bu durumda
Yeni durum da A ölmüş olsun;

• B ve C 1/3 pay alır. D ve E 1/6’şar pay alırlar.


• Diğerleri mirasçı olamaz.
Yeni durumda A ve D ölmüş olsun;

• B ve C 1/3 pay alır. E 1/6, F ve G 1/12’şer pay alırlar.


• Diğerleri mirasçı olamaz.
(100-120)
A'nın vefat etme durumunda 1\6 payı D’ye geçiyor. D'nin vefat etmesi durumunda da payı 1\12
1\12 diye geçiyor.
Evlatlık ve onu evlat edinenden daha önce ölmesi halinde altsoyu,evlat edinenin yasal ve saklı
mirascısı durumunda oluyor. Demekki evlat edinen hem yasal hem de saklı mirascı durumunda.
Evlatlığın,kendi ailesindeki mirascılığı devam ediyor. Evlat edinme başvurusundan sonra, evlat
edinen ölürse veya ayırt etme gücünü kaybetmesine rağmen şartların gerçekleşmesi üzerine
hakimin evlat edinme kararı vermesi halinde evlatlığın evlat edinene mirascılığı söz konusu
olacaktır. Önemli olan bu başvurunun yapılması, kanun evlat edinenin korunmasını esas alarak
bu başvuruyu önemsiyor. Yani geriye etkili olarak evlatlık mirascı olabiliyor. Çocuk hak ehliyetini
sağ doğmak şartıyla ana rahmine düştüğü anda elde ediyor diyorduk. Bu tarz hükümler evlatlığa
da kıyasen uygulanıyor. Mesela ceninde bir hüküm vardı. Miras gerçekleştiği tarihte cenin varsa
paylaşma ceninin doğumuna kadar erteleniyordu. Burda da evlatlık kararı verilinceye kadar
ertelenmiş oluyor. Çok bir farklılık söz konusu değil.
Böylelikle miras bırakanın da evlat edinme iradesi korunmuş oluyor. Hatırlatmak gerekir ki evlat
edinmek kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak. Evlat edinenin ölümünden sonra onun adına
mirascılarının böyle bir başvuru yapabilmesi mümkün değil. Başvuruya bakıyoruz.
Evlatlık ; yasal mirascısı, birinci zümre mirascısı ve saklı mirascısı. Ancak bunun için de evlatlık
ilişkisinin kanunun şartlarına uygun olarak mahkeme kararıyla kurulmuş ve miras bırakanın
ölümü anında sona ermemiş olması gerekiyor. Yargıtay’ın İçtihadı Birleştirme Kararı’nda şöyle
diyor evlat edinenin evlatlık ilişkisine son vermek için açtığı dava görülmekte iken ölmesi
durumunda, mirascıların davaya devam edebileceğine karar verdiğinden iptalin geçmişe etkili
olarak sonuç doğurabileceğine ve mirascılık sıfatının ortadan kalkabileceğini belirtiyor. Evlatlık
ilişkisinin kaldırılması da bozucu yenilik doğuran bir hak olduğuna göre; bozucu yenilik doğuran
kayıtlar da aksi işin niteliğinden anlaşılmadıkça veya kararlaştırılmadıkça geçmişe etkili olmadığı
için hocamız da bu kaldırma davasının artık geçmişe etkili olmadığı görüşündedir. Bu noktada bir
görüş farklılığı olduğunu da işaret edelim.
Evlatlık ve altsoyu,evlat edinene aynı kan hısmı gibi mirascı olucak fakat evlat edinme
kararından sonra veya daha önce yapılmış bir mirastan feragat sözleşmesiyle farklı bir saptama
taraflarca yapılabilir. Evlat edinme kararından önce böyle bir mirastan feragat sözleşmesi
yapmış olmasıyla durumun mevcudiyetini hakim re’sen araştırma ilkesine göre dikkate alabilir.
Bu araştırma sonucunda feragat durumunu dikkate alarak evlatlığın yararını olumsuz
etkileyebileceği şeklinde bir saptama olursa evlat edinme sürecini de olumsuz etkileyebilir.
Somut olayda değerlendirilmesi lazım.
Evlatlık,miras bırakana birden çok çizgiyle bağlıysa, çizgilere düşen mirasın toplamına göre de
hak sahibi olabiliyor. Mesela aynı zamanda kan kısmı olan birinin evlat edinilmesi durumunda
bu söz konusu olabilir. Miras bırakana bağlıyan çizgiye ait sıfatın birden çok olduğu hallerde
evlatlığın sadece bir sıfatla mirascı olabileceği kabul ediliyor. Ayrı çizgilerde olursa birden çok
mirasçılık durumu söz konusu oluyor. Örneğin, murisin kardeşlerinin çocukları evlenip de bir
çocuk sahibi olursa, bu çocuk murise her iki koldan da mirascı olur. Yine yarım kan hısımlığı
mirascılığında da ortak hısımlardan söz konusu oluyor demiştik. Buna da örneğin, anne babanız
vefat etmiş. Kardeşiniz hayatta, babanızın da başka evliliğinden bir çocuğu var. Bu durumda
annenizden gelen payda diğer çocuğun hak sahibi olması mümkün değil. Öz kardeşiniz anneden
alıcak ama diğer evlilikten olan çocuk babadan pay alıcak.
Evlat edinmenin mirasçılarının bazı özellikleri var. Onu irdeliyelim. Evlat edinen ve hısımları
evlatlığa yasal mirasçı olamıyorlar. Atanmış mirasçısı olmalarına bir engel yok. Neden?? Ahlaki
nedenler. Paralı birini evlat edinip onun menfaatini sömürüp geri plana çekmemek için. Ahlaka
aykırı bazı durumları tetikleyebileceği endişesi var.
Yargıtay kararı Medeni Kanun m.500’e göre evlatlık ve altsoyu sadece evlat edinen yönünden
mirasçı olur. Evlat edinenin, kendi miras bırakanından daha önce ölmüş olması halinde, evlat
edinenin miras bırakana mirasçı olacağına ilişkin yasada bir hüküm bulunmuyor. Aksi
kararlaştırılmadıkça veya işin niteliğinden anlaşılmadıkça sona erme bozucu koşul geçmişe etkili
olmaz. Boşanma,butlan davası gibi. Evlatlık ilişkisinin kaldırılması da bozucu yenilik doğuran bir
dava olduğu için,kaldırma davası geçmişe etkili olmaz,hocamızın görüşü.
Evlatlık ve altsoyu evlat edinene aynı kan hısmı gibi mirasçı olacak fakat evlat edinme
kararından sonra veya daha önce yapılmış bir mirastan feragat sözleşmesi ise farklı bir saptama
taraflarca yapılabilir. Hocamızın işaret ettiği üzere evlat edinme kararından önce böyle bir
sözleşme yapmış olması, bu durumun mevcudiyetini hakim re’sen araştırma ilkesine göre
dikkate alabilir.
(120-140 dk)

*Eşin yasal mirasçılığına gelecek olursak günümüzde eşe miras bakımından yüksek oranda ve
avantajlı bir yer sağlanma eğilimi var. Kanunlardaki değişiklikler zaten günümüze kadar bunu
gösteriyor. Özellikle kan hısımlığının zayıfladığı durumlarda tüm mirasın eşe kalması söz konusu.

*Demin ne demiştik üçüncü zümreyle mirasçı olduğu zaman orda dayılar ve teyzeler amcalar
varsa tamam ama bunların yanında yeğenler kuzenler vs. eşin varlığı bunların miras almasını
engelliyor. Mesela daha sonra görücez kardeşler saklı paylı mirasçılıktan çıkarılıyor ancak hep
eşin durumu gerek mal rejimlerinde gerek miras hukukunda daha avantajlı bir duruma getirilmiş
bunları da dikkate almak gerekiyor.

*Ayrıca yine vurgulamakta yarar var eş zümre mirasçısı değil evlilik evliliğe dayalı mirasçılardan.
Ve ölümü halinde de onun miras payı kendi mirasçılarına halefiyet yoluyla geçiyor. Ancak bunun
şartı nedir miras bırakanın eşinin onun ölümü anında sağ olması gerekiyor ve tekrar
hatırlatıyorum sağ olması durumunda eğer evlatları varsa payı evlatlarına geçiyor eşine
geçmiyor. Olur da eşin evlatları yoksa miras payı diğer eşe geçiyor bunu da hatırlatmakta fayda
var. Tabi mal rejimlerinin tasfiyesi sonucu kitabımızın başlığı mal rejimlerinin tasfiyesi sonucu
eşin alacağı ile eşin miras payının birbirinden bağımsızlığı ve ilişkisi. Terekenin hangi hak ve
yükümlülüklerden oluştuğunun belirlenmesi gerekiyor öncelikle yani eşlerin mal
sözleşmesinden doğan karşılıklı hak ve yükümlülüklerinin neler olduğunu daha önce irdelemiştik
aile hukukunda işte mal rejimi tasfiyesi sonrasında mal rejiminden doğan talep hakkı terekenin
aktif ve pasif kısmında yer alıyor. Ve öncelikle bunun ortaya konması gerekiyor ama tabiki eşin
tek başına mirasçı olduğu durumda böyle bir sorunsala girmeye gerek yok.

-Ömer bey demiş hocam anne babadan teki öldü ölenin de torunu var ve bu durum
büyükanneler gibi almıyor mu torunlar yeğenler gibi. şöyle oluyor anne vefat etmiş olsun ama o
anne babanın da bir çocukları var muris aşağıda hatırlıyorsunuz bu ikinci zümredeyiz ömer bey
yukarıya bir hat çiziyoruz anne baba dedik a b diyelim ve bide c diye bir kardeşi olsun şimdi
anneyi öldürelim veya babayı öldürelim neyse anneyi öldürdük c diye kardeş var normalde ne
olması gerekirdi anne baba sağ olsaydı ne alacaklardı 1bölü 2 1 bölü 2 alacaklardı ömer bey ama
şimdi anne vefat ettiği zaman öğrencilerimizin çoğu şu hataya düşüyor annenin bir bölü ikilik
payı nolacak ömer bey öğrenciler sınavlarda çoğunlukla şöyle yapıyor o annenin vefat eden
annenin payını murisin babası ve kardeşi arasında paylaştırıyolar yani o bir bölü iki bir bölü dört
bir bölü dört diye paylaştırıyor öyle bişey olmuyor onu demek istiyorum ömer bey öyle bir
durumda anne vefat edince onun o bir bölü ikilik payı direk kardeşe kalıyor yani kardeşle baba
arasında paylaştırılmıyor olur da kardeş vefat ederse o zaman babaya gidiyor.

*Arkadaşlar evlatlığa dayanan yasal mirasçılardan devam ediyim kitabımızda. Arkadaşlar evlatlık
ve onun evlat edinenden daha önce ölmesi halinde noluyo alt soyu Aynı şekilde kardeşin çocuğu
da olabilir durum bu yani eşine gitmiyor direk çocuklara gidiyor ancak çocuklar vefat etmiş
olursa diğer eşe gidiyor aynı mantık üçüncü zümrede büyükanne büyükbabalara da
uyarlayacaksınız yani büyükanne vefat etti direk büyükbabaya kalmıyor amcaya veya dayıya
kalıyor AA amca ve dayı vefat ettiyse büyükbabaya kalıyor zaten büyükbaba da vefat ettiyse o
hat komple diğer hatta kalıyor diğer büyükanne büyükbaba hattına kalıyor devam edelim
arkadaşlar mal rejimi tasfiyesi sonucu diyorduk eşin alacağı ile miras payının birbiriyle
ilişkisindeydik He eş ölümünde sağ kalan eş demek ki öncelikle artık aralarında eşiyle
aralarındaki mal rejimi tasfiyesi sonucunda ee tabi aralarındaki mal rejimi tasfiyesi sonucunda
doğuyor daha sonra da arkadaşlar sonraki aşamada miras hakkını kazanacağından bahsettik e
bu standart yasal mal rejiminde bu edinilmiş mallara katılma rejiminde demek ki arkadaşlar sağ
kalan eş diğer mirasçılardan bikere katılma alacağı ve değer artış payı alacağı doğuyor bu
terekenin aktif Kısmı bu arkadaşlar bu hakkı mirasçılık hakkında ayrı bir hak yani katılma hakkı
alacağı var değer artış payı alacağı terekenin aktif kısmında yer alıyor arkadaşlar öte yandan
tabiki madalyonun diğer yüzü var sağ kalan eşin mal rejimi tasfiyesinden kaynaklanan alacak
hakkı da terekeye ait ödenmesi gereken bir borç ancak bu borcun sağ eşe ödenmesinden sonra
ölen eş üzerinde kalan diğer yarı pay üzerinde de yine sağ kalan eşin bir miras hakkı bulunuyor
şimdi arkadaşlar sözleşmeyle tabi başka bir esas belirtilmediyse edinilmiş mallara katılma
rejiminde ne oluyor demek ki diğer eşe ait artık değerin yarısı üzerinde hak sahibi oluyor bunun
detayına girmiyorum arkadaşlar aile hukuku bilgisi. Ve birlikte yaşadıkları konut üzerinde
hatırlıcaksınız katılmadan doğan alacağına mahsup edilmek üzere yetmezse bedel ilave edilerek
hatırlıyorsunuz intifa veya oturma hakkı tanınmasını isteyebiliyordu ve yine sağ kalan eşle aynı
koşullarda yine ev eşyası üzerinde de mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebiliyor.Arkadaşlar ölen
eşin kişisel malları ve edinilmiş mallar rejiminden ölen eşe düşen artık değer artık terekeye dahil
olacağından mirasçı eşin bunlar üzerinde de miras payı var yani mal rejimi tasfiyesinde evet
paylaştırılıyor ama mal rejiminde diğer eşe düşen mal rejimindeki bölüm üzerinde de zaten eşin
miras payı da var miras hakkı da var onu demek istiyoruz yani bikere mal rejiminde tamam
paylaştılar benim payım bu senin payın şu dedik ama vefat eden murisin bu mal rejimindeki payı
üzerinde de zaten ayrıca eşin de bir miras hakkı var bunu vurgulamaya çalışıyoruz burda kitapta
bazı ortak istisnalardan bahsetmiş mal rejimiyle miras hukukuna yönelik eşin durumuna ilişkin
mesela haklı sebeplerin varlığı halinde diğer mirasçılar mesela şunu diyebiliyorlar mülkiyet
yerine intifa veya oturma hakkı tanınması itirazında bulunabiliyorlar veya intifa veya oturma
hakkı yerine mülkiyet hakkı tanınmasını da isteyebiliyorlar bunları biliyorsunuz zaten arkadaşlar.
Yine hatırlarsınız kitapta da demiş mirasbırakanın bu konutta bir meslek veya sanat icra ediyorsa
alt soydan biri için bu yerin mesela aynı meslek veya sanat için gerekliyse kendisine bırakılmasını
isteyebiliyordu yine tarımsal işletmeye dahil olmaması gerekiyor konutun ona yönelik bazı özel
hükümler var. Eşin yasal mirasçılığının hukuki olguları başlığındayız arkadaşlar. Söylediğimiz gibi
eş yasal ve saklı paylı mirasçı mirasbırakanın ölümü anında onunla arasında evlilik birliğinin
mevcut olması ve bu bağın mirasbırakanın ölümü anında sona ermemiş olması gerekiyor demek
ki neye bakıyoruz ölüm anında evlilik birliği mevcut olacak ve bu bağ ölüm anında sona
ermeyecek arkadaşlar ancak tabi boşanma davası açan eş boşanma kararı vermeden önce
ölürse kural olarak noluyor boşanma davası konusuz kalıyor.

Şimdi arkadaşlar dediğimiz gibi eş yasal ve saklı paylı mirasçı miras bırakanın ölümü anında
onunla arasında evlilik birliğinin mevcut olması ve bu bağın miras bırakanın ölümü anında sona
ermemiş olması gerekiyor. Hee demek neye bakıyoruz ölüm anında evlilik birliği mevcut olucak
ve bu bağ ölümü anında sona ermeyecek arkadaşlar. Ancak tabii boşanma davası açan eş
boşanma kararı vermeden önce ölürse neydi kural olarak arkadaşlar noluyo boşanma davası
konusuz kalıyor ve boşanmaya hükmedilmesine yer olmadığına yönelik mahkeme karar veriyor
ama demin bir arkadaşımızın da işaret ettiği üzere buna yönelik özel hüküm var. Şimdi kural
belli boşanan eşler birbirine mirasçı olamıyorlar. Ve boşanmadan önce olan ölüme bağlı
tassaruftan doğan hakları da arkadaşlar kural olarak kaybediyolar ama şunu işaret ediyim
bunun aksinin bizzat ölüme bağlı tasarrufla kararlaştırılması mümkün. Bazı arkadaşlarınız
diyodur hocam ne alaka zaten boşanmışlar. ama anlaşarak da boşanabilirler belki arkadaş bir
şekilde arkadaş kalabilirler. Ve o yüzden der ki evet ben senden boşanıyorum ama mesela
evlatlarımın annesisin vs. Veya da bunca yıl hani aramızda bir hukukumuz var. ben yine senin
lehine yapmış olduğum ölüme bağlı tasarrufun muhafaza edilmesini istiyorum diye daha başta
hatta boşanma aşamasında böyle bir tasarrufta bulunabilir arkadaşlar buna engel bir durum
yok. Yani demek ki emredici değilmiş. Eşler arasındaki sözleşme özgürlüğüyle farklı bir durum
öngörülebiliniyormuş. Ve boşanma davası kesinleşmeden arkadaşlar eşlerden biri ölürse aslında
yine sağ kalan eş yine ona mirasçı oluyor dimi? Kural bu aksi bişey yoksa arkadaşlar çünkü öyle
bir boşanma davası düşüyor. Ancak arkadaşlar eııı bunun tabi istisnai bir hükmünü tekrar
birazdan zikredicez. Ama şunu söyliyelim bu noktada arkadaşlar eğer boşanma sebebi cana kast
ise bir kere bu bir mirastan yoksunluk sebebi. Hocam diyor ömer bey boşanma davası esnasında
ölüm durumunu nasıl değerlendiriyosunuz? İşte böyle değerlendiriyoruz normalde boşanma
davasında ölüm olursa kural olarak bir sıkıntı yok yani ömer bey yine alıcağını alıyor. Yani bunun
bir tarafını aktif bir müdahalesi mirasçıdan aktif bir müdahalesi olunması gerekiyor yani seni
ölüme bağlı tasarruf lehine ölüme bağlı tasarrufları almandan seni men ediyorum öyle bir şey
yok ana kural aynı ne alacaksa onu alıyor. Ama bu boşanma sebebi mesela cana kastsa bu bir
mirastan yoksunluk sebebi bunu daha sonra irdeliycez bu zaten eşin mirasçılığına engel oluyor.
Yine mesela bir terk pek kötü muamele vs. gibi durumlarda da diğer eşi mirastan çıkarmaya
yönelik de ölüme bağlı tasarruf yapabilmesi bu aşamada mümkün o da şey.
Aleyna: ‘’Hocam boşanma esnasında ölüm olursa ölen davacı eşin mirasçıları davaya devam
edebiliyor dimi?’’
Tabi tabiii aleyna hanım çok güzel bir soru sordunuz tebrik ederim öncelikle. Ama şunu demek
istiyorum tabiki ölen eşin mirasçıları aleyna hanım davaya devam edebiliyolar ama onların
davaya devam etmeme yönünde bir tercihleri varsa çıkarıp da hakim inisiyatif resen bir
davranışta bulunmuyor onu vurgulamaya çalışıyorum ama dediğiniz gibi bu aşamada ölen eşin
davaya devam eden mirasçıları zaten davaya devam edip de sağ kalan eşin kusurunu eııı bu
boşanma sebebinin sağ kalan eşin kusuruna dayandığını ispat etmesi durumunda zaten sağ
kalan eş mirasçılık sıfatını kaybediyor bunda bir sıkıntı yok. Ve bu durumda hakim boşanma
kararı vermiyor arkadaşlar sadece boşanma sebebinin sağ kalan eşin kusuruna dayandığını
tespit ediyor çünkü boşanma bildiğiniz üzere kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak dimii. Hakimin
yapacağı neymiş boşanma sebebinin sağ kalan eşin kusuruna dayandığını davaya devam eden
ölen eşin mirasçılarından birinin ispatlaması durumunda bunun tespitinden ibaret. Ve
arkadaşlar bu durumda mirasçılık hakkını kaybettiği için HOCAMIZA göre bu aslında bi özel bir
mirasçılıktan yoksunluk nedeni. Ve diğer yoksunluk sebeplerinden farklı olarak arkadaşlar
kanunda belirtilen yoksunluk sebeplerinin gerçekleşmesiyle değil bu bahsetmiş olduğum TMK
181 fıkra 2de belirtilen bu hukuki olguların gerçekleştiğini mahkemece tespiti sonrasında sonuç
doğuruyor. Dolayısıyla yani neyi tespit ediyor mahkeme diğer eşin boşanmada sağ kalan eşin
kusurlu olduğunu tespit ederse bu tespitle beraber bir yoksunluk söz konusu olacağını söylüyor
hocamız. Ancak hocamız dural özün görüşünü biraz irdelemiş farklı bir görüşte dural öz. Dural
öze göre mahkemenin vereceği karar salt bir tespit kararıysa davanın kusurlu olduğunu tespiti
tek başına onun mirasçılığını engellemiyor. Dural öze gore arkadaşlar hocamızdan farklı olarak
bu tespit kararının yanısıra ayrıca yenilik doğuran bir başka davanın açılması gerekiyor ve dava
sonucunda ancak verilicek kararın sağ kalan eşin mirasçılığına son vereceğini belirtiyor.
Dolayısıyla görüş farklılığı bu. Hocamıza gore bu özel bir mirastan yoksunluk sebebi tespit
kararıyla beraber mirastan yoksun oluyor. Dural öz’e gore hayır bu tespit kararıdır, ayrıca bunun
yanında bozucu yenilik doğuran artık onun niteliğini tartışırız yenilik doğuran bir dava açılacak
ancak ondan sonra mirasçılığına son vericeği görüşünü benimsiyor arkadaşlar. Tabi şimdi işin
usul hukuku yönünden de bazı durumları var onu da irdeliyelim arkadaşlar. Mesela TMK 181
fıkra 1 arkadaşlar usul hukuku yönünden de az tereddütleri var açıkçası o da şu tabi detayına
girmiyoruz işaret etmekle yetiniyoruz. Boşanma davası tespit davasına ve arkadaşlar yenilik
doğuran davaya dönüşünce mirasçılar miras bırakanı külli halefi olarak değil kendi adlarına
aslında davaya devam ediyolar. Yani burada aslında bir taraf değişikliği oluyor bunun mesela bu
taraf değişikliği ve iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi hususlar tartışılıyor ama bu
bizim konumuz değil arkadaşlar usul dersinde bunu tartışırsınız.

Saffet: ‘’hocam örneğin anlaşmalı boşanmış tarafların kesinleşmemiş kararını mirasçılar istinaf
edebiliyor mu?’’
Zaten o zaman saffet bey davalı karşı tarafın kusuru noktasında bir sorun teşkil etmiyor aslında.
taraflar anlaşarak şey yapıyolar. Ondan yana bir sıkınıtı eıı gerçi biz ne diyorduk tam olarak
arkadaşlar boşanma davası devam ederken....
Burada bir süre hocanın sesi gidiyo
(140-...dk)
*X: Anlaşmalı boşanmış tarafların kesinleşmemiş kararını mirasçılar istinaf edebiliyor mu?
- TMK m. 181/2’de “boşanma” diyor ancak bunun çekişmeli mi çekişmesiz mi olduğundan
bahsetmiyor. Söze göre yoruma göre, mirasçılar kusuru ispat ederek sürece devam ederler.
Ancak kanaatime göre bu durumda amaca göre yorumla artık bu davanın açılamayacağını yani
181/2’nin uygulanamayacağını söyleyebiliriz. Tek bir mirasçının bile davaya devam etmek
istemesi yeterli. Yani verilen tespit kararı tüm mirasçıların miras payına etki edebiliyor.
*Hocamızın çok önemli bir tespiti var. Eşlerden birinin ölmesi durumunda mahkeme ölen eşin
mirasçılarına davaya devam edip etmeyecekleri hususunda bir ihbar yükümlülüğü söz konusu
olduğunu belirtiyor hocamız. Gerçekten de aksi takdirde ölen eşin mirasçılarının bu haktan
yararlanamaması söz konusu olabilir. Yani kanuni bu haktan yararlanamaması söz konusu
olabilir. Dolayısıyla hocamıza göre mahkeme bu durumda mirasçılara kesin bir süre vermeli ve
eğer bu süre içinde mirasçılar davaya devam etmezse davayı reddetmeli.
*Hocamızın TMK m. 181/2 hükmünün kusura dayanan boşanma sebeplerinde uygulama alanı
bulacağı görüşü var, biz de hocamızın görüşüne katılıyoruz. Dolayısıyla evlilik birliğinin
temelinden sarsıldığı anlaşmalı boşanmalarda, eylemli ayrılık sebebiyle boşanmalarda bu hüküm
uygulanmıyor. Akıl hastalığı sebebiyle boşanmada da akıl hastalığı olgusuna bağlandığı için ve
kusur tartışması yapılması söz konusu olmadığı için uygulanması söz konusu olmuyor.
*TMK m.181/2’de bu kararın kesinleşmesiyle hukuki sonuç olarak yani taraf eşler karşılıklı
olarak mirasçı olamıyorlar ve diğer eş ölüme bağlı tasarruflardan da aksi anlaşılmıyorsa sona
eriyor.
*Evlenmenin butlanında da yine benzer bir hüküm var. Normalde evlenmenin butlan kararı
geriye yönelik olarak evlilik tarihinden itibaren doğmuyor. Ancak butlan davası devam ederken
eşlerden birinin ölümü halinde diğer eş mirasçı oluyor. Evlenmenin butlanını dava etme hakkı
mirasçılara geçmiyor. Ancak mirasçılar açılmış olan davayı sürdürebiliyorlar. Evlenmenin
butlarında mirasçıların davaya devam etmesi konusunda ikili bir ayrım yapmış kitabımız. Mutlak
butlan davası - Nisbi butlan davası. Zaten mirasçılar mutlak butlan davasını bizzat kendi
şahıslarından bu davayı açma yetkileri var. Burada aslında kastedilen TMK m. 159’da nisbi
butlan. Nisbi butlana ilişkin dava hakkını sadece eşler kullanabileceğinden mirasçılar ancak ölen
eşin sağlığında bu hakkını kullanmışsa onun açmış olduğu davaya devam edebiliyorlar. Yani
mirasçıların şartları varsa mutlak butlana yönelik dava açma hakkı zaten bulunuyor. Bu anlamda
ayırt etme gücünden geçici yoksunluk, irade sakatlığı gibi sebeplere dayanıyorsa ve kanundaki
hak düşürücü süreler içinde ileri sürülmüşse (bu süreleri hatırlarsınız 6 ay ve 5 yıldı) butlan
sebebine dayanan eşin mirasçıları açılmış bulunan bu davaya devam edebiliyorlar.
-Mirasçıların eşlere ilişkin nisbi butlan sebebiyle açılan butlan davası sürdürebilmesi için de
hocamıza göre eşin mirasçılarına ihbarda bulunulması gerekiyor. Ve nisbi butlan sebebinin
davada ispat edilmesi durumunda iptal kararı verilmesinin yanında hakim talep halinde evlenme
sırasında sağ kalan eşin iyi niyetli olup olmadığının tespiti kararını da veriyor. Ve iptal kararından
sonra da dava tafralarının veya ilgili sağ kalan eş evlenme sırasında iyi niyetli olup olmadığının
tespiti talep edilebiliyor. Ve bu iyi niyetli olmadığının tespit hükmü de sağ kalan eşin yasal
mirasçılığının geçmişe etkili olarak sona erdirdiği gibi daha önce yapılmış ölüme bağlı hakları da
kaybetmesi sonucunu doğuruyor. Dediğimiz gibi bu butlan ibaresini de belirttiğimiz gibi
mirasçıların hem mutlak hem de nisbi butlana yönelik bazı açıklamalarımız oldu. Onları
tekrarlamaya gerek yok kitap belitmiş zaten. Böylece nisbi butlan sebebiyle davaya devam eden
mirasçılar da ve ayrıca sağ kalan eşin evliliğinin butlanla batıl olduğunu biliyor ve bilmesi
gerekiyorsa yasa gereği kendiliğinden yasal miras hakkını kaybediyor. Ölüme bağlı tasarruflar
yapılmışsa da aksi belirtilmediyse bunları da kaybediyor.
*Devletin yasal mirasçılığına sonra devam ederiz, kısa sınavı da onu dikkate alarak yapılandırırız.
*Gaiplik kararının eşin mirasçılığına etkisine gelirsek, bi kere şunu hatırlatayım: İsviçre’de gaiplik
kararıyla evlilik birlikte feshediliyor ancak bizde durum farklı gaiplik kararı alınmasına rağmen
gaibin eşi evlilik feshedilmedikçe evliliğe devam ediyor ve hayatta kalan eşin de bu mirasçılığına
engel olmuyor. İsviçre’den bizdeki durum farklı. Kaybolan eşin evliliğin feshinin gaiplik kararıyla
birlikte isteyebileceği gibi ayrıca da dava edebiliyor. Ama İsviçre’de böyle bir kaygı yok zaten
gaiplik kararıyla birlikte evliliğin feshine de karar verilebiliyor. Daha önceki açıklamalarımızda da
geride kaldığınız yerler varsa bunları okuyup tamamlarsınız. Şu an biraz aceleye getirdim.
-Geride kalan eşin evliliğin feshini dava etmedikçe mirasçı olamıyorlar. Diğer mirasçıların bu
durumu o yüzden tartışmalı. Öğretide farklı görüşler var. Bir görüş der ki; eşin fesih beyanında
bulunmaması durumunda onların mirasçı olamayacaklarını ve terekeye el koyamayacaklarını
belirtiyor. Ancak hocamıza göre belirsizlik sadece eşin mirasçılarına ilişkin. Onun dışındakilerin
ise aslında terekede hak sahibi olmasına engel bir durum yok. Ve evlilik aslında evliliği
feshetmemiş eşin durumunu hocamız evliliğin fesih beyanına kadar askıda olma durumu olarak
ortaya koyuyor. Hocamız, eşin hukuki durumu aynı ceninin durumuna benzetiyor ve dürüstlük
kuralı çerçevesinde hareket edelim diyor. Hatırlarsanız mesela orda güvence gösterimi
durumları söz konusu oluyordu ölüm tehlikesi ve gaiplikte, hocamız da diyor bu süreleri
uygulayalım yani ölüm tehlikesi içinde 5 yıldı, uzun süre haber alınamamada da 15 yıldı, bu
süreleri uygulayalım diyor. Gaibin yaşının 100 yaşına varması durumunda da 100 yaş esası
vardı.. Bu esasları buraya uygulayalım ve bunları hareket noktası alarak bir çözüm geliştirelim
diyor. Diğer mirasçılara da bu hakkı kullanması için mahkemeye başvurarak mahkeme yoluyla
evliliğin feshini sağlayabileceğini belirtiyor.
*Eşin miras payına gelecek olursak, eş zümre sisteminde yasal mirasçı olarak dahil ayrıca kendisi
de saklı paylı bir mirasçı. Burada kitabınızda oranlar var, onlara bakarsınız ancak eşin miras payı
diğer mirasçıların oranlarıyla bağlı olarak değişebiliyor. Kitabımızdaki bu oranlara bakılabilir.
•1. Dereceyle 1/4 alıyor,
•2. Dereceyle (anne, baba, kardeşler) 1/2,
•3. Derecede (ancak büyükanne büyükbaba ve onların çocukları eğer dayı/hala çocukları yani
kuzenler yeğenlerin mirasçılığını engelliyor) 3/4 alıyor, bunlar da yoksa mirasın tamamını alıyor.
*Bunları artık iyice bilmemiz gerekiyor. Genelde eşin korunmasına yönelik yoğun bir eğilim var
ve bu bazen tartışılıyor acaba çok mu ileri gidildi diye. Ve yine bir hatırlatmada bulunayım bunu
siz medeni hukuk ve aile hukukunda görmüştünüz. Eğer bir eşin birden fazla eşle evlilik yapmış
olması halinde (bizde tabi tek eşlilik var ama özel bir durum olduğunu söyleyelim) sonraki evlilik
mutlak butlanla batıl olmasına rağmen ikinci eşin iyi niyetli olması halinde birden fazla sağ kalan
eşinin mirasçılığı söz konusu oluyor. Bu durumda da sağ kalan eşler mirasçı oldukları zümrede
miras payını aralarında paylaştırabiliyorlar.
-Eşin miras payı çok çok önemli bunu unutmayın.
Devletin yasal mirasçılığında kalmış bulunuyoruz, önümüzdeki hafta burdan devam ederiz.

02.11.2020
5. HAFTA
(0-10 dk)
*Geçen hafta el yazılı vasiyetnameye geldik. Özellikle bu şekli anlamda vasiyetname üst
başlığındayız. Burada sıkı bir şekilciliğin olduğundan bahsetmiştik. O yüzden esneme payları
biraz daha az en ufak bir farklılık yapılabilir mi yapılamaz mı bu hususta bazı görüşleri, kararları
aktardık.
*Emredicilik, tipiklik unsuru çok yoğun işlediğimiz bölümde bunlardan bahsetmiştik zaten.
Kamusallık, tip sınırlılığı, şekilcilik, emredicilik özellikle şekli anlamda ölüme bağlı tasarruflarda
dikkate almamız gereken özellikler arasında yer alıyor.
(El yazılı vasiyetnameden itibaren devam ediyor.)
*El yazılı vasiyetname Roma Hukuku’nun son dönemlerinde ortaya çıkmış bir vasiyetnamedir.
*Olumlu ve olumsuz durumları var tartışılabilir. El yazılı vasiyetnamenin kaybolma, yok olma ve
kolayca tahrip olma tehlikesi olumsuz yönlerini gösteriliyor bu noktada. Olumlu ve olumsuz
yönlerini tartmak lazım. Madalyonun diğer yüzüne bakılırsa, dengeleyecek bir mekanizma da
öngörülür eğer böyle bir endişeniz varsa vasiyetnameyi saklamak adına tevdi etme şansınız var
bu da olumlu tarafıdır. Diğer taraftan sizin bunu baştan sona el yazısıyla yazmanız gerekiyor bu
da potansiyel riski azaltan bir husus.
-Olumsuz yönlerinden bir diğeri ise anlamı belirsiz metinlerin oluşmasına neden olması .Ama öte
yandan kanun koyucu aslında bir takım TMK’da miras bırakanın aslında gerçek iradesini
çıkaramamamız olasılığı yönünde bazı yedek hukuk kuralları, bazı yorum imkanları ön görmüş
yeri geldikçe bunlara işaret edeceğiz.
-Ve açıkça zaten anlaşılır olmama durumu da o kişinin bir bakıma hukuk bilgisi yoksunluğunu
gösteriyor. Her el yazılı vasiyetname yazanın sizler, bizler gibi hukuki bilgisi olmasını
bekleyemeyiz. Bu dolayısıyla yedek hukuk kurallarının mevcudiyeti bu riski azaltan bir
durumdur. Bir diğer olumsuz yön olarak hocamız gerçek vasiyetin, vasiyet projelerinden
ayrılmasında güçlük yaşanması der. Aslında bu aktarılan hususta ispata giriyo yani bu risk her
zaman söz konusu olabiliyor. Keza bir diğer olumsuz yöne baktığımız zaman miras bırakanın
hukuka aykırı etkilere açık olması hususu da aynı şeydir. Bu da resmi vasiyette teknik olarak
mümkün olabilir, miras bırakan buna maruz kalabilir.
-Hocalarımızın olumlu olarak gösterdiği noktalar ise; kolaylık var, çabukluk var, masrafsız olması
var çünkü siz evinizde bu vasiyeti kolaylıkla yapabiliyorsunuz. Maliyet düşürmesi durumu var.
Güncel fiyatları en yakınınızdaki notere gidip sorabilirsiniz. Keza HMK’da yazılı senetle ispat
kuralının güncellenen rakamı da var. Takip edelim.
*Ve yine el yazılı vasiyetnamenin önemli bir hususu var; vasiyetnamenin kapsamını gizli tutma
imkanınız var. Buna yönelik şartları ortaya koyan 538/1 ne diyor?
El yazılı vasiyetname
Madde 538- El yazılı vasiyetnamenin yapıldığı yıl, ay ve gün gösterilerek başından sonuna
kadar miras bırakanın el yazısıyla yazılmış ve imzalanmış olması zorunludur.
El yazılı vasiyetname, saklanmak üzere açık veya kapalı olarak notere, sulh hâkimine veya
yetkili memura bırakılabilir.
-Bunları şimdi irdeleyeceğiz. Yani burada aslında nitelikli adi yazılı şekil öngörülmüş, el yazısıyla
yazılmış, imzalanmış. Bunlar bize kefalet sözleşmesindeki nitelikli yazılı şekili andırıyor. Orada
bazı bir takım unsurları da yine el yazısıyla yazmanız gerekiyordu.
Şekil şartlarını irdeleyelim:
1. Vasiyetnamenin başından sonuna kadar vasiyetçinin el yazısıyla yazılması.
2. Vasiyetnamede düzenleme tarihinin gösterilmesi
3. Kanuna göre vasiyetçinin el yazısı vasiyetnamenin sonunda imzasını koyması ve imzanın
mutlaka el yazısıyla konulması.

-Şimdi ilkinden başlayalım. Vasiyetnamenin başından sonuna kadar vasiyetçinin el yazısıyla


yazılması hususunda düzenleme tarihini de içerek şekilde metnin tamamının bizzat doğrudan
miras bırakan tarafından elle yazılmasındaki amaç neye hizmet ediyor? Bir kere el yazısının
teşhis fonksiyonu söz konusu işte bu fonksiyondan yararlanarak vasiyetnamenin gerçekliğinin
sağlanması mümkün oluyor ve miras bırakan dış etkilerden korunuyor. Aslında ölüme bağlı
tasarrufun kişiye bağlı olmasının da bir doğal sonucudur bu.
(10-20 dk)
*Sadece unsurlardan da gördüğümüz gibi el yazılı vasiyetname sadece okuma yazma bilenler
için söz konusudur, medeni arızalarından dolayı okuma yazma bilmeyenler baştan sona el yazısı
ile yazamayacağı için bu yola başvuramazlar. Burada önemli olan el yazısından neyi anlamamız
gerektiğidir. Bizzat vasiyete ilişkin olan dolayısıyla aslında el yazısı kavramını bu anlamda geniş
yorumlayabiliyoruz. Hatırlarsınız eskilerde elleri olmayan ayaklarıyla resim yapan meşhur bir
ressam vardı. El yazısı olmamakla beraber bu şekilde uzvuyla bu uzvun o kişiye sadır olduğu
söylenebiliyorsa el yazısı ile yazılmış olması şartı sağlanmıştır. Böyle özel durumlarda olabilir ve
yine eli destekleyen yazmayı kolaylaştıran araçlarla yazmak bu şartı sağlar mı?
Kişiden sadır olan özelliğini kaldırıyor mu kaldırmıyor mu yani kişiyi teşhis edip etmediğine
bakacağız. O bu önemli bir husustur.
*O yine vasiyetnamede yazdığınız şeyin tepesinde, bu benim son arzularımdır, vasiyetnamemdir
gibi metnin yazmasına gerek yoktur. Bir mektupta hatıra defterinin içine yazılması mümkündür.
-Ancak bunu yorumundan bunu son arzularınızın yansıttığı ve bununla bağınızın çıkarılması
lazım. Dolayısıyla bu yorum meselesidir. En başa bu vasiyetnamemdir, son arzularımdır diye
yazarsanız bu yorum zahmetinden kaçınmış olursunuz, yarın bir gün bu incelenirse
karşınızdakini kurtarırsınız. Her zaman vasiyet ile vasiyetname taslağını birbirinden ayırmak
kolay değildir. Muhtemelen siz belli bir kişiye vasiyet bırakıyorsanız ve diğer mirasçılarınız varsa
o vasiyeti geçersiz kılmak için tüm bunları deneyeceklerdir. Açık kapı bırakmamanız önemlidir.
-Dediğim gibi yorum ile kişinin bağlanma niyeti ortaya çıkıyorsa sıkıntı olmaz.
*Vasiyetnamenin neyin üzerine yazıldığı önemli değildir. O taş üzerine bile yazılabilir. Normalde
bunu bir kağıt kaleme yazacakken gidip de taşın üstüne yazıyorsanız böyle bir durumda aslında
sizin gerçekten bunu düzenleyip düzenlemediğiniz belki de o daha farklı amaçlarla mesela kafa
dağıtmak için yapmış olabilirsiniz bu yüzden sizin vasiyetname yapma iradenizden şüphe
duyulabilir. Dolayısıyla böyle bir durumda haklı sebeplere bakmakta önemli diye düşünüyorum.
Standart olan araçlardan farklı olarak, usullerden farklı olarak niye buna başvuruyorsunuz diye
irdelenebilir.
*Yazının şekli ve kullanılan dil önemli değildir. Önemli olan iradenizin ortaya konulmasıdır. Bu
vasiyetnamelerde irade teorisinin öne çıkmasından kaynaklanıyor. İleride söyleyeceğiz.
Normalde biz ne yapıyorduk muhattabın bunu anlayıp anlayamayacağına bakarak güven ilkesi
çerçevesinde hareket ediyorduk ama burada irade teorisi de ön planda olabiliyor. Kullanılan dil
önemli değildir, bu anlamda farklı bir yabancı dil de kullanılabilir. Burada kullandığınız kelimeleri
kısaltılması da mümkün olabiliyor. Steno ile vasiyetname yazılıp yazılmayacağı tartışmalıdır
STENO, bir bakıma not alma tekniğidir. Vasiyetname acaba bu şekilde yazılabilir mi yazılamaz
mı? Bunlardan bahsedilir.
-SORU : Hocam artık günümüzde internet üzerinden yapılan vasiyetnameyi kabul edebilir miyiz?
-Hatta şunu tartışıyorlar. Hatta burada şu unsurlar da vardır. İnternet üzerinden yapılmış
yazıların el yazısını karakterize edip etme diye bir örneği telefonlardaki kalemler. El yazısı olma
unsurunu oradan kişiyi takip edip etme kişiye sağdır olup olmadığını söyleyebiliriz fakat burada
imza unsuru sıkıntılıdır. Tartışılmış dijital imza. Biliyorsunuz elektronik imza kanunu var. Gerçi bu
elektronik imza çok geniş bir ifadedir. Resmi işlemlerin dijital imza ile yapılamayacağını yer
almış. Hatta bunun daha ötesinde blok zincirde yapılabilir mi ? Orada kullanılan imza, elektronik
imza kanununda bu resmi otoriteler tarafından ONAYLANMIYOR. Ama orada bir hüküm var.
Tapu işlemlerinde de o dijital imzanın resmi işlemleri sağlamamasını söylemiştik. Bu konuda
kanunda değişiklik yapılması gerekiyor.
*Dolayısıyla bu Steno konusu öğretide tartışmalıdır. Dural öğretide bunun tespitinin olduğunu
söylüyor. Burada müsvedde veya taslak yazılar için söz konusu olan bu stenonun da elle yazılı
olma şartını sağladığını söylüyor. Yani vasiyetname yapma niyetiniz var mı yok mu diye bunun
irdelenmesi gerekiyor. Hocamıza göre miras bırakanın iradesini belirleme ve kişiye bağlı
hakkının kullanıldığının belirlenmesini engelleyen araçlarla iradenin ortaya konulması mümkün
değil. Hep buna bakacağız farklı bağlamlarda farklı durumlarda animus testandi var mı?
-Animus testandi neydi? Bir kişinin vasiyetname yapma iradesiydi. Körler alfabesinde durum ne
oluyor ? Baskın diyebileceğimiz yaklaşım orada kabarık noktalar var.
(20-30 dk)
*Şimdi aslında baskın diyebileceğimiz yaklaşım, orda kabarık noktalar var belki bilirsiniz körler
alfabesinde. Bunun aslında kişiyi tespit etmediğini vurguluyor. Bu anlamda mesela mors alfabesi
de basmalı olur, belli bir ritimde yaparsınız. Bunun da kişiyi teşhis fonksiyonu olduğundan söz
edemiyoruz. Aslında baskın diyorum ama aksi yönde görüşe pek rastlamadım o yüzden öyle
olduğunu da söyleyebiliriz.
Genelde biz ifade ederken açık kapı bırakmaya çalışırız. Bir yerlerden bir şekilde farklı
gerekçelerle farklı görüşler savunulabilir ama bunun pek de ayırt edici bir özelliği olduğunu
açıkçası düşünmüyorum o kabarık körler alfabesinde veya mors alfabesinde. Zaten farklı olursa
o iletmek istediğiniz şey, mesaj bozulur. O ritmi nasıl farklı hale getirirsiniz onu bilemiyorum.
Dediğimiz gibi bunları aktardık bu unsurlara dikkat edilmesi gerektiğini, hangi unsurlara dikkat
edilmesi gerektiğini.
*Hocamız şu tartışmayı aktarmış acaba el yazılı vasiyetnamenin sahteliğini ispat yükü acaba
kimdedir? Diyor bu tartışmayı aktarmış. Burada da farklı görüşler var.
-İşte bir görüş, eğer çok ciddi şüpheler varsa vasiyetnamenin sahte olup olmadığı konusunda
ama bu görüş çok ciddi şüpheler olması durumunda bunu söylüyor. Bu durumda buna dayanan
tarafın ispat yükünde olduğunu ancak diğer durumlarda davalıya ait olduğunu söylüyor.
-Bir başka görüş arkadaşlar şayet bu el yazılı vasiyetnameye dayanacak kişi bir şekilde miras
belgesi, mirasçılık belgesi almışsa arkadaşlar artık böyle bir durumda sahte olduğunu da
ispatlamak davalıya aittir diyor.
-Ancak baskın görüş genel kuralı uyguluyor ve vasiyetnamenin miras bırakan tarafından
düzenlendiğini, davacının ispat etmesi gerektiğini söylüyor.
*Vasiyetnamenin tamamlanmadan önce vasiyetçinin bizzat kendisinin yaptığı ekleme ve
düzeltmeler için ayrıca imza atıp düzeltme tarihini belirtmesine gerek yok.
-Ancak vasiyetnamenin düzenlenmesi tamamlandıktan sonra yapılan ekleme ve düzeltmeler
yeni bir vasiyetname olarak kabul edilir. Bu ilave değişiklikler için de gerekli şartların aranması
yönünde baskın bir görüş bunu vurguluyor.
-Demek ki bir ayrım yapıyor. Tamamlanmadan önce bir değişiklik varsa aslında iradenin bunu da
kapsadığını ancak tamamlanmasından sonra ekleme ve düzeltmeler varsa aynen yeni bir
vasiyetnameymiş gibi bu şekli unsurların da yeniden aranması gerektiğini söylüyor. Ancak farklı
yönde azınlık görüşü de var yani bu imzayla birlikte vasiyetnamede önce veya sonra yapılan
bütün ek ve değişikliklerin de bu kapsamda olduğunu söyleyen görüş de var. Dediğimiz gibi bazı
işte böyle tartışmalar da var. Kitabımızdan da bakarsınız. Diğer unsura bakalım.
Vasiyetnamenin Düzenleme Tarihinin Gösterilmesi
*Burada zaten kanunda belirtmiştik. Yapıldığı tarihin yıl, ay ve gün şeklinde belirlenmesi
gerekiyor. Ve vasiyetçinin vasiyetnameyi el yazısıyla yazması gerekiyor. Şimdi bu düzenleme
tarihinin gösterilmesi çeşitli burada özellikleri vurgulanmış. Mesela bunu vasiyetname
taslağından ayırması. Yine vasiyetçiyi acele ve düşüncesiz olarak davranmasını engellemesi.
Şimdi şöyle de var yani bu düzenleme tarihi acele ve düşüncesiz olarak davranmasını
engellemesini belirtiyoruz. Ama şunu da belirtebiliriz.
*Vasiyetname hazırlanması için gereken zamanı dikkate aldığımız zaman siz onu zaten baştan
aşağıya el yazısıyla yazdığınız için yani bir düzenleme tarihinin yani çokta yani hani bunu
sağladığını söylemek hani tek başına belirleyici olmadığını söyleyebiliriz. Zaten dediğimiz gibi
vasiyetnamenin hazırlanması için gereken zaman kişiyi düşünmeye sevk edebiliyor. Yani burada
kitabınızın söylediği farklı açıdan fikirleri de yorumlamaya çalışıyorum. Size farklı bir bakış açısı
yaratsın diye.
*Yine hocamız bunun yanında vasiyetçinin ölümüne bağlı tasarruf ehliyetinin bulunduğunu
tespitine de bunun yaradığını vurgulamış. Ancak tabi ölüme bağlı tasarruf ehliyetinin tespitine
yarıyor ama tabi böyle bir şey için ehliyetin tartışmalı olması gerekiyor arkadaşlar. Özellikle
mahkemede bir ihtilaf sırasında ehliyetin tartışmalı olup olmadığının belirlenmesi mevzu bahis
olursa, mesela kişinin sağlık raporu vardır, sağlık raporu alınmadan önce mi oldu, alındıktan
sonra mı oldu bu bakımdan önemli olabilir. Ama hani bunu genelleyerek düzenleme tarihinin
olumlu bir fonksiyonu değil sınırlı bir durumda olumlu bir fonksiyonu olarak dikkate almamız
gerekiyor bunu da ve yine hocamız vurgulamış, birden çok yapılmış olan vasiyetnamelerin
hangisinin sonra yapıldığının belirlenmesine hizmet eder. Bu da yine sınırlı bir olumlu
fonksiyondur. O da şöyle çoğunlukla kişiler tek bir vasiyet yapıyorlar. Ve dediğim gibi ancak
birden çok vasiyet yapması durumunda bu fayda söz konusu olabiliyor. Yani bunlar faydaları
tabi düzenleme tarihinin gösterilmesinin.
*Madalyonun diğer yüzü de var o da mesela sırf düzenleme tarihinin gösterilmemesinden dolayı
vasiyetnamenin geçerli sayılmaması. Yani bu gerçeğin varlığı mirasçılara aslında çok önemli bir
koz veriyor. Yani çünkü şöyle düşünün kişinin vefatından sonra muhtemelen vasiyetin geçerliliği
gerçekten iddia edilecek ve diğer menfaat sahipleri tarafından yani bir bakıma onlara bir koz
verilmiş oluyor. Bu da son durumda aslında vasiyetçinin iradesinin gerçekleşmemesine
sebebiyet verebilir. Yerine getirilmemesine sebebiyet verebilir. Yani bu düzenleme tarihinin
aranmasında böyle beraberinde getirdiği bir risk var.
* Şimdi vasiyetnamenin içeriğinin yorumunda gerçek düzenleme tarihine ulaşılıyorsa da yine
vasiyetnamenin geçerli olması gerektiği vurgulanıyor. Hani söylemiş olduğum olumsuz yönden
dolayı yani sırf içeriğinin yorumuyla bu çıkarılabiliyorsa, vasiyetin ayakta kalması ilkesi gereği
böyle bir görüş savunulabilir. Bu sözleşmenin ayakta kalması ilkesi gibi tabi değil mi onu
andırıyor burada ama vasiyetin, kişinin iradesinin ayakta kalması söz konusu oluyor. Bu yüzden
hani bu düzenleme tarihi amaca göre yorumla vasiyetnamenin içeriğinin yorumuyla eğer
düzenleme tarihine ulaşabiliyorsak vasiyetnamenin geçerli olduğu kabul ediliyor diyor hocamız.
Öyle bir vurgu var.
*Tabi burada dikkat edilmesi gereken şey vasiyetname dışı unsurlarla, yani vasiyetnamenin
tamamlanması ile düzenleme yeri ve zamanına ilişkin eksikliklerin giderilemeyeceği arkadaşlar
ama sizin somut bir dayanağınız vasiyetnamenin içerisinde, vasiyetname içi olgularda bir
dayanağınız varsa tamamlayıcı olarak vasiyetname dışı olgulara başvurabilirsiniz. Çünkü burada
bizim için esas ölçüt vasiyetnamenin kendisi, en azından bunun çıkarılabilir olması gerekiyor.
Kitabımız da bazı örnekler vermiş. Tabi tarih- yıl, ay ve gün-belirtilmiş olması aranıyor ama eğer
bu çıkarılabiliyorsa dediğimiz gibi arkadaşlar bir sorun olmuyor.
-Örneğin mesela, bayramın, 2020 Kurban Bayramı’nın üçüncü günü bunda bir sıkıntı yok veya
ikinci günü. Ama 2019 Kurban Bayramı derseniz burada bir sıkıntı çıkabilir. Çünkü hangi gün
acaba diye bir muallâk oluyor.
-Ama vasiyet içi ve tamamlayıcı olarak vasiyet dışı olgularla bu tarihi spesifik olarak tespit
edebilirsiniz bu da yine aşılabilecek bir durum. Demin dediğim gibi bu ana kuralın uygulanması
gerekiyor.
- Kitabımızda yine örnek vermiş Cumhuriyet’in yetmiş beşinci yıl dönümü mesela yeterli
olduğunu belirtmiş. Yine ne demiş ellinci yaş günüm, bu konuda yeterli olabileceğini belirtiyor.
*Şimdi bir de birden fazla günde yapılması durumunda ki olabilir, ölüm çokta kolay bir durum
değil, düşüneceksiniz. Vefatınızdan sonra detaylı bir düzenleme yapacaksanız birden fazla güne
yayılabilir. Şimdi böyle bir durumda acaba düzenleme tarihi olarak hangi günü alacağız? Bu
konuda farklı görüşler var. Mesela bir görüş arkadaşlar bu yazılmasını, bu yazıldığını bütün
süreci mesela üç güne yayıldığını varsayalı. Üç günün hepsinin düzenleme tarihi olarak kabul
edileceğini söylüyor. Diğer taraftan arkadaşlar İsviçre Federal Mahkemesi’ne baktığımız zaman
arkadaşlar, İsviçre Federal Mahkemesi’ ne vasiyetnamenin tamamlandığı anın düzenleme tarihi
olarak esas alınması gerektiğini vurguluyor. Yine bir başka görüş. Yani baskın görüş
vasiyetnamenin hazırlandığı herhangi bir günün yazılmasının yeterli olabileceğini belirtiyor. Yani
bu üç günden birini yazarsanız bu şartın sağlandığı kabul ediliyor. Başlangıç günü olabilir,
ortadaki gün olabilir, son gün olabilir.
-Öğretide mesela KOCAYUSUFPAŞAOĞLU, baskın görüşe katılıyor ama ÖZTAN birden fazla
vasiyet olması durumunda da bu görüşün bir sakıncasını işaret ediyor. KOCAYUSUFPAŞAOĞLU
ona göre eğer bu herhangi bir gün olacak dersek bu vasiyetler arasında sırayı hangisinin önce
uygulanacağını belirlemenin zedelenebileceğini fonksiyonun yani vasiyetler arası sırayı takip
fonksiyonunun zedelenebileceğini belirtiyor. Söz konusu tehlikeyi işaret ediyor. Böyle bir durum
da söz konusu olabiliyor. Yine genelde kabul edilen bu yüz yıl kısmını da basılı olsa da geçerli
olabileceği yani diyelim vasiyetname yapıyorsunuz. 2020, yirmi kısmı yüz yıl kısmının maktu
olabileceğini vurguluyorlar. Ancak bu 2100’e kadar hani kişinin yaşı, ömrü dikkate alındığı
zaman zaten hani içinde bulunduğumuz yüz yılın yazılmasında bir sıkıntı olmayacağı
vurgulanıyor.
*Ayrıca burada ne diyebiliriz? Miras bırakanının vasiyetnameye koyduğu düzenleme tarihinin
doğruluğu hocamızın vurguladığına göre ayrıca aranmayacaktır.
-Yani kişi bir tarih yazdıysa onun doğru olduğunun kabul edilmesi gerektiğini hocamız belirtiyor.
-Hatta hocamıza göre şeklen yer alan tarih gerçek olmadığı anlaşılsa bile bu durumun
geçersizliği vasiyetnamenin geçersizliğine neden olmaması gerektiğini vurguluyor.
-Bu konuda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun da kararı var onu da belirtelim. Yani hocamızın
görüşünü. Bu hususta 2000’li yıllarda verdiği bir karar var. Şimdi hoca bir tartışmayı aktarmış. Bu
da şu; eğer bu tarihin yanlış olduğu kesin olsa ve vasiyetname metninde yer alan ve kayıtlarda
doğru tarihin ne olduğu anlaşılmıyor olsa bile diyor hocamız bu konuda İsviçre Federal
Mahkemesi görüşüne katılıyor. Eğer bu yanlışlık kasti değilse ve eğer tarihin yanlış olması somut
olayda da bir önem taşımıyorsa vasiyetname geçerli olmamalıdır.
-Bunun aksini ispat yükü yani vasiyet yapma iradesinin olmadığı da buna karşı dava açana
yüklemeli.
*Yani ne oluyor vasiyetnamede yer alan terimin doğruluğu, hocamız doğru olduğunu karine
olarak kabul edilmesi gerektiği şeklindeki görüşe katılıyor.
-Bir diğer unsura geçelim bu da şu: Kanuna göre, tabi şunu da söyleyeyim yani hocamızın görüşü
İsviçre Federal Mahkemesi görüşü ama karine olarak doğru kabul eden bir görüş var. Karine
olarak yanlış kabul eden bir başka görüş var. Bir de her zaman doğru kabul eden bir görüş var
yani şimdi farklı lisans kitaplarında bunu okursanız buna, düzenleme tarihine atfedilen önemin
farklı olduğunu göreceksiniz. Yani karine olarak doğru kabul eden görüşler gibi karine olarak
yanlış bulup da bunu iddia edenin bunu ispat etmesi gerektiğinin doğru olduğunu belirtenler de
var ama farklı görüşlerle de karşılaşabilirsiniz. Bunu da belirtmiş olayım.
*Gelelim diğer unsura. Kanuna göre vasiyetçinin el yazısı vasiyetnamenin sonuna imzasını da
koyması ve imzanın mutlaka el yazısıyla atılması gerekiyor. İmzanın miras bırakının kimliğini
teşhis fonksiyonuna ilave olarak da bunu deminden beri vurguluyoruz.
*Zaten bunun yanında artık tasarrufun kapsamını belirlemeye yönelik koruma fonksiyonundan
bahsedebiliyoruz. Eğer vasiyetname birden çok sayfa üzerine yazılmışsa her yaprağın altının
imzalanmasının uygun olacağını vurguluyor hocamız.
-Ama eğer birden çok sayfadan oluşuyorsa yani bunlar arasında dahili bir bağlantı kurulması
gerekiyor. Böyle bir durumda mesela sayfalar numaralandırılabilir. İçerik yönünden bir bağlantı
kurabilirsiniz. Hani bir sonraki sayfaya başlamadan önce, önceki sayfada içerik yönünden bir
bağlantı kurulmuş olabilir. Mesela şu şu hususla, sıraladığımız hususlar şöyle belirtilebilir diyor.
Tam o cümlenin orda diğeri başlıyor, böyle içsel bir bağlantı da kurulabilir. Bu da mümkündür.
Ama imza tabi teşhis fonksiyonu açısından çok önemli, iç bağlantı kurulması da önemli.
-Yani nihayetinde sayfalar arasında bir bütünlük olmalı. Hem içsel hem de fiziksel bir bağlılık
olmalı. Tutarlılık teşkil etmesi gerekiyor. Bu şartlar sağlanınca hocamıza göre en son sayfaya da
imza atsanız yeterli de görülebilir.
*Yine bir başka seçenek İsviçre Federal Mahkemesi’nin önerdiği, kabul ettiği seçenek davada.
Örneğin içine konulduğu zarfın üzerine imza atılmışsa ve bu da vasiyetnamenin devamı olarak
görülüyorsa bu da yeterli sayılmış. Yani dört, beş sayfa yazıyorsunuz bunları zarfın içine koyup
imzalıyorsunuz. Federal Mahkeme’ye göre bu da geçerli kabul edilmiş mesela. Ve mekanik
vasıtalarla konan imzanın veya resmi tasdikin el yazılı imza yerine geçerli kabul eden TBK ilgili
hükümlerinin burada uygulanmayacağını vurgulayabiliriz. İmza konusunda da bildiğiniz üzere
normal olarak adı ve soyadı kapsaması gerekiyor. Ve kişiyi teşhis etmesi gerekiyor. Baskın görüş
bu üstüne isimle yazılan imzaların geçerli olduğunu söylüyor.
*Yine baban, annen veya kardeşin tarzı kelimelerin de geçerli olabileceğini söylüyor. Ama
hocamıza göre bu teşhis fonksiyonunu yerine getirmiyor. O yüzden imza yerine geçmeyeceğini
kabul ediyor. Yani baba veya ilgili sizin takma adınızla yazdığınız itibarın bu fonksiyonu
sağlamayacağını söylüyor.
-Yine öğretide mesela bu konuda DURAL hocanın görüşü mektup şeklinde vasiyetnamelerde
bunu söylüyor, bu şartı sağlayabileceğini. Birine mektup yazıyorsunuz, baban veya annen gibi
belirtebilirsiniz.
(40-60 dk)
Birine mektup yazıyorsunuz baban veya annen gibi (isminizi belirtirsiniz annen, baban gibi karşı
tarafa yönelttiğiniz zaman) bu şartın sağlanabileceğini söylüyor.
*Ama nihayetinde burda bakıcağımız, söz konusu bu durum acaba kimlik teşhis fonksiyonu
sağlıyor mu sağlamıyor mu buna bakmamız lazım. Bazı pratik kitaplarında mesela annen baban
gibi ifadeleri kabul edildiğini görüyoruz. İzmir'de çıkmış (9 eylül olabilir) bir pratik kitabı vardı.
Annen baban şeklinde çocuklara pratik olay sorusu sorulmuştu. Orada mesela, bunun geçerli
olduğundan yola çıkılarak uygulanmıştı. O yüzden görüşler çok farklılaşabilir aslında. Miras
bırakanın imzasının metni örtmesi gerekiyor. O yüzden normalde sözleşmelerde de örtmesi için
düzenleme tarihini imzayı genelde en sonuna koyarız metnin. Hatta e-imzanın dışında kalan
yerlerin bunun dışında olduğu kabul edilir. Buna da dikkat etmemiz gerekiyor. Düzenleme
tarihinin imzadan sonra konulabilmesi de mümkün.
El Yazılı Vasiyetnamenin Bırakılması(Tevdi)
*Hazırladığınız vasiyetnameyi evinizde muhafaza edebileceğiniz gibi açık veya kapalı olarak
notere ve sulh hakimlerine saklanmak üzere tevdi edebilirsiniz. Tabi burada inisiyatif sizin
elinizde, bu şeklilik unsuru değildir.
C-SÖZLÜ VASİYETNAME
*İstisnai bir vasiyetname türüdür. Kanunumuza göre yakın ölüm tehlikesi, eski basıda bulaşıcı
hastalık denmiş bu ifade Türk medeni kanunundan kaldırıldı. Bulaşıcı ifadesini hastalık olarak
düşünmemiz gerekiyor. Oraya bir parantez koyabilirsiniz, hastalık olarak algılamamız gerekiyor
ve bu hastalığın bir salgın hastalık, bulaşıcı hastalık da olması gerekmiyor. Kanunun gerekçesine
bakıldığında mesela trafik kazasında yaralanan hastanın da bu şartları sağladığı kabul ediliyor.
Bu ifadenin sözü ile özü pek uyuşmuyor. Ulaşımın kesilmesi durumunda da bu yola
başvurulabiliyor. Mesela bazı kararlarda gördüğümüz dağ köyünde oturan ve kar yolu kapandığı
için kente inememe. Özellikle dağ köyünde oturanların başvurduğu bir yol olarak mahkeme
kararında geçiyordu.
-Yine savaş hali ve devamında gibi nedenlerle diyor demek ki bu sınırlayıcı değil örnek olarak
verilmiş. İşte söylediğimiz bu gibi nedenlerle bir kimse resmi ya da el yazılı vasiyetname
düzenleyebiliyorsa bu yola başvurabiliyor.
*Olağanüstü hallerin bulunması koşulu temel bir koşul, bundan dolayı sonradan vasiyetçi
normal şekilde vasiyetname yapma imkanına kavuşursa bu imkana kavuşmasından itibaren bir
ay geçerse sözlü vasiyetnamenin hükmü kalmayacağı öngörülüyor Türk Medeni Kanununda.
*Demek ki neymiş iki temel unsur, olağanüstü bir halin varlığı ve bu hal sebebiyle diğer
vasiyetname yapma şekillerinden birine başvurulmamış olması.
*Bu yakın ölüm tehlikesinin de sözlü vasiyetnamenin yapıldığı anda bulunması gerekiyor. Bunu
dürüstlük kuralına uygun olarak değerlendirmeliyiz.
*Yargıtay kararlarında bu çıtanın çok üst seviyede tutulduğunu görüyoruz.
-Örneğin Hukuk Genel Kurunun bu konuda bir kararı var (kaç yılı olduğunu pek hatırlamıyorum
80'ler 90'lar civarı) bu kararda şöyleydi: Kişi saat sekizde vasiyetname yapma isteğini ortaya
koyuyor dokuz buçukta sözlü vasiyetname yapılıyor ve on birde bu kişi ölüyor. Yargıtay'ın tespiti
de bu şartın sağlanmadığıdır. Çünkü bu vasiyetname Beyoğlu’nda yapılıyor, Yargıtay'da Beyoğlu
gbi noterlerin bol olduğu bir yerde noter bulunabilirdi o yüzden bu şart sağlanmamıştır diyor.
Dolayısıyla gerçekten istisnai ve olağanüstü bir vasiyetname şekli sözlü vasiyetname,
uygulamada da çok sıkıntılı.
Son Arzuları Anlatma ve Belgeleme
Anlatma: Miras bırakan son arzularını aynı anda iki tanığa anlatır ve onlara bu beyana uygun bir
vasiyetname yazmalarını veya yazdırmalarının görevini yükler.
*Hocamızın da vurguladığı üzere tanıkların vasiyetçiyi görmeleri de şart değil duymaları yeterli.
*Burada yine yararlanma yasağı ve katılma yasağı bu kişiler için de söz konusu. Yararlanma
yasağı bağlamında tanıkların, alt ve üst soyun hısımlarının ,kardeşlerinin eşlerinin yararına
birtakım kazandırmalar öngörülmemesi gereklidir.
-Yine katılma yasağı var, orada da daha önce yaptığımız açıklamalar geçerlidir. Katılma yasağı
kişinin bağlamında da kamu görevinden yoksun olmama, eş olmama, alt üst soy kardeş bunların
eşi olmama, evlatlık gibi bazı kişileri saymıştım o açıklamaları hatırlayın.
Belgeleme: Tanıkların kendilerine verilen bu görevi kabul etme gibi bir yükümlülükleri yok ancak
bunu reddetmezlerse bu görevi kabul etmiş sayılıyorlar ve bunu yerine getirmekten
kaçınamıyorlar. Dolayısıyla, vekalet ilişkisi kurulmuş oluyor ve bundan dolayı da bu görevlerini
hiç ifa etmezler veya gereği gibi yerine getirmezlerse bu durumda vekalet sözleşmelerine ilişkin
TBK ilgili hükümleri uygulanabilir.
-Tanıklardan biri ,kendilerine beyan edilen son arzuları yer, yıl, ay ve günü gösteren tarihi
belirterek hemen yazıp imzalar ve diğer tanığa da imzalatır.
-Demek ki burada neyi görüyoruz, başkalarına yazdırdığını tanıklara vermesi geçerli değildir.
Bunu tanık yazar ifadesi var dolayısıyla başkalarına yazdırdığını tanıklara vermesi geçerli değildir.
Bu iki tanık da vakit geçirmeksizin vasiyetnameyi sulh veya asliye mahkemesine verip ve miras
bırakanı vasiyetname yapmaya ehil gördüklerini, onun son arzularını olağanüstü durum içinde
kendilerine anlattığını hakime ifade edecekler.
-Bunun bir özelliği de yazma, hükmün sözüne göre tanıklar bunu bir üçüncü kişiye
yazdıramazlar.
-Bundaki mantık suistimalleri önlemek ve mirasçıların görüşme fırsatı vermeme amacına hizmet
ediyor. Eğer tanıklar geç tevdi ederlerse suiistimal olma ihtimali olabilir hele hele mirasçıların
onları etkileme ihtimali olabilir bu yüzden kanun bu fırsatın önüne geçmeye çalışmıştır. Geç
tevdi edilirse burada şekle ilişkin bir sakatlık söz konusu olur. Böyle bir durumda iptal edilebilme
gündeme gelebilir tabii Medeni Kanun m. 559 kapsamındaki sürelere dikkat edilerek.
*Ayrıca bir alternatif olarak kanunda TMK m.540/2'de bir imkan daha öngörülüyor. Tanıklar,
kendileri bir belge düzenlemek yerine yine vakit geçirmeksizin mahkemeye başvurup bahsetmiş
olduğumuz hususları beyan ederek mirasbırakanın son arzularını bir tutanağa da geçirtebilirler.
-Özellikle bu durumda vakit kaybetmeksizin geçirmek çok önem taşıyor. Az önce söylediğim
hususu burada daha da önemle uygulamamız gerekiyor. Bilgiler henüz tanıkların aklındayken
kendileri yazıp da diğer tanık imzalamadan mahkemeye yazdıracaklarsa hiç vakit
kaybetmemeleri çok önemli, somut olayda bunun değerlendirilmesi gerekir. Burada bunu vakit
geçirmeksizin yapılırsa , şekle aykırı bir durum söz konusu oluyor ona yönelik olarak bazı iptal
edilebilme durumu söz konusu olabilir. Mesela tartışılan bir diğer unsur, aralarında vekalet
sözleşmesi kuruluyor ve vekalet sözleşmelerine aykırılık gündeme gelebilir demiştim. Öğretide
farklı görüşlerden biri böyle bir durumda vasiyetnamenin yok edilmesine ilişkin hükümler
uygulanması gerektiği ve o hükümler çerçevesinde (HMK m. 543) oradaki tazminat hükmünün
uygulanması gerektiğini söylüyor.
*Burada hep tanıklar bunu yazar diyoruz, bunu el yazısı ile mi yazmak gerektiğine dair kanunda
bir açıklık yok. Bu konuda baskın görüş, tanıklardan biri bunu yazdıktan sonra daktilo veya
bilgisayar ile de yazabileceğini savunuyor. Bu görüş doktrinde biraz tartışmalı. Başka bir görüş
yalnızca el yazısı ile yazılabilir diyor. Gerekçe olarak da vasiyetçinin son beyanlarının sıklıkla
doğru geçirilmesine hizmet edenin kişinin el yazısı olduğunu sunuyor. Tabi bu tartışılır el
yazısıyla yazılması veya bilgisayar yazısıyla yazılmasının doğruluğu yanlışlığı ne derece gösterdiği
tartışılır. Bu görüşe yönelik önemli bir gerekçe, hakimin daktilo veya bilgisayar yazısının tanıklar
tarafından yazılıp yazılmadığının kontrol edemeyeceğini vurguluyor. Burada metni bilgisayarla
üçüncü bir kişiye yazdırıp okumadan imzalama riski de söz konusu olabilir. O yüzden görüşün
son söylediğim gerekçesi daha tatmin edici. Ama baskın görüş illa el yazısı ile değil bilgisayar ve
daktiloyla yazılabileceğidir.
*Sözlü vasiyetnamenin bulunduğu kendisine bildirilen mahkeme, eğer götürdüğünüz yer miras
bırakanın yerleşim yeri sulh mahkemesi değilse hemen mirasbırakanın yerleşim yeri sulh
mahkemesine gönderir.
*Sözlü vasiyetname yoluna başvuran, bu olağan üstü yola başvuran kimse, filmlerde görüyoruz
mesela askerlikte savaş esnasında olabiliyor son arzularını beyan ediyor. Mesela bu kişi askerlik
hizmetindeyse teğmen veya daha yüksek rütbeli bir subayların hakimin yerine geçtiği kabul
edilebiliyor.
Soru: El yazısının okunmaması durumunda ne olur?
Zaten derhal vakit kaybetmeksizin bu durum mahkemeye sunulduğu için duruşmada bu sorun
çözülür diye düşünüyorum. Çünkü burada kişinin kendisi değil iki tanık götürüyor. Yazdırma
durumunda zaten bir sıkıntı yok mahkeme tutanağa geçiriyor.
*Sözlü vasiyetname dediğim gibi eğer askerde yapılıyorsa teğmen ve daha üst rütbeli subay
hakim yerine geçiyor.
-Eğer yurtdışında ve bir ulaşım aracında bulunuluyorsa o aracın sorumlu yöneticisine bırakılır.
-Kişi sağlık kurumunda tedavi ediliyor ise sağlık kurumunun en yetkili yöneticisi hakim yerine
geçiyor, mesela hastanenin müdürü.
*Hükümden düşmesi ise daha önce belirttiğimiz gibi eğer diğer şekillerde vasiyetname yapma
olanağı bulunuyorsa ,bu tarihin üzerinden bir ay geçince sözlü vasiyetname hükümden düşer.
Demek ki ne oluyormuş vasiyetçi bu süre içerisinde ölmesi gerekiyor veya ölümüne kadar geçen
süre içerisinde ayırt etme gücünü kaybetmişi olması gerekiyor. Aksi halde sözlü vasiyetname
hükümden düşer.
VASİYETNAMEYİ TAMAMLAMA VE DEĞİŞTİRME
TMK m.543/1'e(Hoca 534/1 derste fakat 534/1 ''Vasiyetnameye tarih ve imza konulduktan
hemen sonra miras bırakan, vasiyetnameyi okuduğunu, bunun son arzularını içerdiğini memurun
huzurunda iki tanığa beyan eder.'' şeklinde bir düzenleme. m. 543/1'de ise ''Miras bırakan, yok
etmek suretiyle de vasiyetnameden dönebilir.'' şeklinde bir düzenleme mevcut. bu nedenle 543
yazdım. ) göre vasiyetname tamamlandıktan sonra yapılan silme ve çizme şeklinde
gerçekleştirilen vasiyetçinin tasarrufu yok etme yoluyla geri alma anlamına geliyor.
-Bundan dolayı bu silinen ve çizilenler dışındakiler ancak onlar olmaksızın bir anlam taşıyorsa
geçerliliğini korur.
-Hocamıza göre vasiyetnameyi tamamlamaya ve değiştirmeye yönelik tasarruflar yeni bir ölüme
bağlı tasarruf ve bunlara ilişkin şekillere uyulması gerekiyor.
-Ancak Alman hukukundaki görüşü savunan hocalar müdahalelerin ölüme bağlı tasarruf
şeklinde olmadığını savunuyorlar.
- Ama hocamıza göre eğer siz vasiyetname tamamlandıktan sonra herhangi bir müdahalede
bulunuyorsanız onu tamamlıyor veya değiştiriyorsanız artık buna ilişkin artık yeni bir ölüme
bağlı tasarrufmuş gibi şekil kaidelerine dikkat etmeniz gerekiyor.
VASİYETNAMEYE ÜÇÜNCÜ KİŞİLERİN MÜDAHALESİ
*Bir ayrımımız var, üçüncü kişinin müdahalesinin miras bırakanın bilgisi ve rızasıyla yapılıp
yapılmamasıyla ilgili. *Eğer zaten miras bırakanın buna yönelik herhangi bir rızası ve bilgisi yoksa
müdahale ister vasiyetnameden önce ister sonra yapılsın bu önem taşımaz. Bu tasarruflar,
ilaveler ve değişiklikler yok hükmündedir. Daha sonradan açılabilecek tespit davasına konu
olabilir. Vasiyetname geçerliliğini korur.
-Ancak diğer ayrımımız miras bırakanın rızası ve bilgisiyle gerçekleştiriliyorsa bunu iki alt ayrıma
ayırıyoruz. Vasiyetname tamamlanmadan önce ve tamamlandıktan sonra şeklinde.
(60-70 dk) (Sena Ece Yılmaz)
Bu ilave değişikliğin yapılması eğer miras bırakanın rızası ve bilgisi ile vasiyetname
tamamlandıktan sonra yapılmışsa yapılan bu ilave değişiklikler demin söylediğimiz gibi şekle
aykırılıktan dolayı iptal edilebilir. Ve bu konuda iptal edilmemesi için ölüme bağlı tasarruflara
ilişkin şekillere uymamız gerekiyor. Ancak bu ilave değişikliğin iptalinin vasiyetnamenin
geçerliliğine bir etkisi olmadığını belirtiliyor. Ancak vasiyetnameyi düzenlerken yani
tamamlanmadan önce vasiyetnameyi düzenlerken miras bırakanın rızası ile bilgisi ile yapılmışsa
bunun geçerliliğine olan etkisi tartışmalıdır.
Hocamızın katıldığı baskın görüşe göre böyle bir durumda vasiyetnamenin iptal edilebilmesi için
üçüncü kişi tarafından yapılan bu müdahalenin bir kere maddi anlamda ölüme bağlı tasarruflara
ilişkin olması gerekiyor veya bizzat miras bırakan tarafından yazılan tasarrufun tek başına
anlam çıkarılamaması gerekiyor. Ve de yapılacak olan değerlendirmede miras bırakanın üçüncü
kişi tarafından yazılan kısımları olmadan vasiyetnameyi hiç yapmayacağının anlaşılması
gerekiyor. Bunlar vasiyetnamenin iptal edilebilir olması için aranacak alternatifli şartlar.
-Ancak azınlık görüşüne göre miras bırakanın rızası dışında konulan metni en ufak müdahalesi
bile yani bu söz konusu kişiler bir müdahalede bulunuyorsa en ufak bir miras bırakanın rızası
dışında bir müdahale bile vasiyetnamenin tümünü sizlere ömür yapıyor. O yüzden çok dikkatli
olması gerektiğini söylüyor azınlık görüşü.
- Ama prensipte hocamızın katıldığı baskın görüşe göre miras bırakanın rızası ve bilgisi varsa
ancak bazı müdahalelerde bulunulmuşsa, ilave müdahalelerde bulunmuşsa bu müdahaleler
yüzünden vasiyetnamenin tümünü geçersiz kılmayalım diyor baskın görüş. Ancak dediğim gibi
bunu sınırlıyorlar, yapılan bu müdahalenin sözleşmesinin tümünü geçersiz olup olmayacağına
sebebiyet vermesi o konuda söylemiş olduğum unsurlar dikkate alınarak değerlendirme
yapılması gerekiyor.
VASİYETNAMEDEN DÖNME
*Bir kere miras bırakan daha önce söyledik her zaman vasiyetnameden dönebilir. Bu zaten onun
vasiyetname yapma özgürlüğünün bir parçası.
-Hatta bu yönde bir borç altına da giremez. Bu onun ölüme bağlı tasarruf yapma özgürlüğünü
sınırlar. Yapmışsa da bu işlem geçersizdir diye vurguluyor hocamız.
* Ve herhangi bir sebep göstermesi de gerekmiyor.
*Yani ölüme bağlı tasarruftan yararlananın ya da mirasçısının ,ölüme bağlı tasarrufa güveninin
korunmadığını zaten beklenen hakka ilişkin yapılan açıklamalarımızda söylemiştik.
*Şimdi yeni vasiyetname ile açıkça dönme. Yani vasiyetnamenin tamamından veya bir
kısmından dönülebiliyor.
*Şimdi bu geri alma, hani bir geri alma beyanının da bir ölüme bağlı tasarrufla geri alınabilmesi
de mümkün. Yani geri almanın da geri alınabilmesi mümkün. Acaba böyle bir durumda yani sizin
ölüme bağlı tasarrufunuzu geri alma beyanını yine bir ölüme bağlı tasarrufla geri alma
durumuzda ne olacak acaba ilk vasiyet mi geçerlilik kazanacak? Bu konuda irdelenebilir.
Kendiliğinden ilk vasiyetnamenin yürürlüğe girip girmeyeceği konusun da bir kere
vasiyetnamenin yorumlanması gerekiyor. Acaba geri almayı geri aldığınız zaman ilk vasiyetname
mi yürürlüğe girecek yoksa hiç vasiyet yapmamış mı olacak. Bunun değerlendirilmesi gerekiyor
vasiyetnamenin yorumuyla. Eğer bir belirsizlik varsa yorum kuralı olarak öğretide kanuni intikal
kurallarına dönmek istediğinin kabul edileceği vurgulanıyor. Ancak vasiyetnamede geri alma
beyanı dışında başka ölüme bağlı tasarruflar varsa aksi ispat edilmedikçe ilk vasiyetnamenin
hükümsüz olması istendiği kabul ediliyor. Bunlar yorum kuralları, öğretide geliştirilmiş bazı
yorum kuralları. Yani kuşku altında kanuni intikal kurallarına dönmek istediğiniz kabul ediliyor.
*Ve yine vasiyetnameyi geri alma beyanında başka ölüme bağlı tasarruflarda varsalar aksi karşı
taraf için ispat edilmedikçe bu seferde yine ilk vasiyetnamenin hükümsüz olması istendiği
varsayılıyor. Bunlar çeşitli değerlendirmeler.
*Dediğim gibi siz vasiyetnamenin tamamından da bir kısmından da dönebilirsiniz, bu mümkün.
Burada da bir mahkeme kararı var, kitapta aktarılmış, ne diyor: ‘Yapılan vasiyet tasarrufuyla
bağdaşmayan ikinci vasiyet tasarrufu birincisini hükümsüz kılar. İkinci vasiyetten yararlanan kişi
boşanma sebebiyle bu vasiyetten elde ettiği hakları bitirmesi aksi miras bırakanın açık iradesi
anlaşılmadıkça ilk vasiyetnameyi de geçerli hale getirmez’ diyor. Öyle bir vurgulanmış.
Yine bir kararda şöyle diyor: ‘Tüm vasiyetnamenin geçersiz kalabilmesi için vasiyetnamede
belirtilen tüm mal ve haklar için vasiyetnameyle bağdaşmayan tasarrufların yapılması gerekiyor.
Sonradan yapılan tasarruflar dışında kalan mal ve haklara ilişkin vasiyet tasarrufu geçerliliğini
devam ettirir’ demiş.
SORU: Miras hukukuna özgü yorum teknikleri var mıdır? Mesela mirasçı ve miras bırakanın
menfaatleri çatıştığında miras bırakanın lehine yorumlanması gibi.
Tabi. Dediğiniz gibi miras hukukuna özgü yorum teknikleri var bunu yeri geldikçe irdeleyeceğiz.
Şimdi sadece biraz belirtiyorum daha ileride onu da irdeleyeceğiz. Mesela irade teorisi miras
bırakanın iradesine öncelik verilmesi yorumda esas alınan ölçütlerden biri. Yine bir güven
ilkesine göre muhatabın korunacak güveninden ziyade miras bırakanın iradesini ön plana
alıyoruz. Ve yine mesela, bunları yeri geldikçe söyleyeceğim, örneksiyorum ama vasiyetin
ayakta kalması ilkesi, vasiyetçinin iradesinin korunması bu tarz farklı yerlerde vurgulayacağız.
Özellikle ihtilaflarda bunların irdelenmesi önem teşkil ediyor.
*Şimdi kısmen dönme halinde de geriye kalan kısım tek basına anlam ifade etmiyorsa
vasiyetnamenin tamamı geri alınmış sayılıyor. Dolayısıyla yine bir yorum yapmamız gerekiyor.
Vasiyetnamenin bütünün korunup korunmadığı bağlamında bir yorum yapmamız gerekiyor.
*Vasiyetnameden ,yeni vasiyetnameyle dönebilmek için o vasiyetname için söz konusu olan
geçerlilik şekillerinin sağlanması gerekiyor. Ama dönme iradesinin dönülen vasiyetnamenin şekil
şartlarına uyularak ortaya konulması zorunlu olmayıp ,önceki vasiyetname şekliyle yapılması da
gerekmiyor.
(70-80 DK ) (Melek Özge Bozkurt)
*Vasiyetnameden yeni vasiyetnameyle dönebilmek için tabi o vasiyetname için söz konusu olan
geçerlilik şekillerinin sağlanması gerekiyor.Ama dönme iradesinin dönülen vasiyetnamenin şekil
şartlarını uyularak ortaya konulması zorunlu olmayıp , önceki vasiyetname çeşidi ile de yapılması
gerekmiyor.
-Mesela el yazılı yapılmıştır gidersiniz resmi yazılı şekilde yaparsınız.Diğer bir dönme arkadaşlar
yok etmeyle dönme.Burda yok etmeyle dönme arkadaşlar vasiyetnameyi okunamayacak bir
hale getirmek arkadaşlar.Mesela yakma yırtma şeklinde olabilir ve prensipte arkadaşlar el yazılı
vasiyetnamelerde söz konusu olabiliyor. Resmi ya da sözlü vasiyetnamelerde de söz konusu
olabilmesi de mümkün arkadaşlar.Belli şartlar altında o da tartışılabilir yok etme ile dönme.Yeri
geldikçe tartışacağız arkadaşlar.
Şimdi burada yine belirtelim.Metinde sadece arkadaşlar çöp sepetine yani arkadaşlar bu
vasiyetname metninin çöp sepetine atılması bir görüşe göre yok etme sayılmıyor ancak
hocamıza göre üstüne iptal şeklinde geçersiz koyulan vasiyetnameler her türlü geçersiz
sayılması gerekiyor haklı olarak.Yok etmeyle dönme arkadaşlar az önce de ifade ettiğim gibi
genellikle el yazılı vasiyetnamelerde söz konusu olabiliyor. Ancak notere başvurarak onun
elindeki nüshanın yırtılmasını yani resmi vasiyetnamelerde nasıl olacak arkadaşlar? Yani notere
başvurarak onun elindeki nüshanın yırtılmasını bir görüşe göre isteyebilir mi acaba istemeyez mi
bunu tartışabiliriz. Çünkü resmi vasiyetnamenin arkadaşlar orijinal metninin nüshasının yok
olma ihtimali az.
Resmi vasiyetnamenin yok edilebilmesi için işte bir görüşe göre vasiyetçinin sadece kendi
elindekini nüshayı yok etmesi yeterli değil noterdeki aslını da yok etmesi gerekiyor arkadaşlar.
Aksi halde resmi vasiyetnamenin saklanmasıyla amaçlanan garantiden yoksun kalıyor.
Arkadaşlar Noterlik Kanununda da ilgili hükümler var ve Türk Medeni Kanunu madde 537 gereği
de saklama yükümlülüğü altında arkadaşlar. Bundan dolayı noterdeki nüshanın yok edilmesi
mümkün olmuyor bu ilk söylediğim görüşe göre arkadaşlar.Noterdeki nüshanın da geri verilmesi
söz konusu olamayacağından resmi vasiyetnamelerde uygulanmaz diyor arkadaşlar Koca Yusuf
Baş’ın görüşünü aktarıyorum. Ancak ne olabilir ancak zorla veya başka bir şekilde yok edilirse
vasiyetname geri alınırmış olur diyor bu görüş. Bir başka görüş de arkadaşlar demin söylediğim
gibi notere başvurarak onun elindeki nüshanın yırtılması veya karalanmasının istenebileceğinin
söylüyor ancak noterin durumu tespit eden bir tutanağın düzenlenmesi gerektiğini vurguluyor.
Çünkü noterle ilgili hükümlerine göre onu muhafaza yükümlülüğü var yani dolayısıyla böyle bir
işlem yapıyorsa kendi sorumluluğunun gündeme gelmemesi Noterin bunu bir tutanakla
düzenlemesi gerekir. Üçüncü görüş ise arkadaşlar resmi vasiyetnamenin saklanmasının bir
geçerlilik şekil şartı olmadığını vurguluyor.Yani bu görüşe göre noterdeki asıl nüsha geri
istenebilir. Ancak sonra bunun bizzat yok edilmesi gerekir.Bu üçüncü görüş noterin bunu yok
edemeyeceği ama sizin istemeniz durumunda elindeki asıl nüshayı size vereceğini ve sizin yine
söylediğimiz gibi vasiyetname aynı el yazılı vasiyetname gibi bizzat artık yakarak mı karalayarak
mı yırtarak mı ne şekildeyse yok edebileceğinizi söylüyor.
Arkadaşlar bu görüşleri aktarmış olduk. Burada önemli olan sizin yok etme niyetiyle
vasiyetnameyi yok etmiş olmanız arkadaşlar. Eğer dönme iradesi söz konusu değilse arkadaşlar
Türk Medeni Kanunu madde 543/2 uygulanıyor.Buna göre: "Kaza sonucunda veya üçüncü
kişinin kusuruyla yok olan ve içeriğinin aynen ve tamamen belirlenmesine olanak bulunmayan
vasiyetname hükümsüz kalır. Tazminat isteme hakkı saklıdır."
-Şimdi buradaki kaza sonucu yok olma ifadesi.Orada onu vurgulamadan burada tamamen veya
kısmen belirlenmesi olanak bulunmayan diyoruz tabi buradaki tespitte tabii ki de kelime kelime
değil vasiyetnamedeki anlamın tespit edilip edilemeyeceğinin anlaşılması gerekiyor.
*Bu anlamda vasiyet içi olgularla bir dayanak noktamız varsa, vasiyet dışı olgularla bu
yorumlanarak çözümlenebilir bir husus bunu da vurgulayalım. İşte bu yine yok olma üçüncü kişi
veya bizzat vasiyetçinin dönme iradesi olmaksızın vasiyetnameyi yok etmesini içine alacak
şekilde yorumlanması gerektiğini belirtiyor hoca yok olma deyimini.
*Şimdi Yargıtay İkinci Hukuk Dairesinin bir karar var onu da unutmadan vurgulayalım. Hukuk
Dairesine göre el yazılı vasiyetnamenin birden fazla el nüshası varsa bunları yok etmiş sayılmak
için bu nüshaların hepsinin yok edilmesi gerekiyor. Ancak ikinci hukuk dairesine göre fotokopi
varsa fotokopi edilip edilmediği önem taşımıyor. Ancak fotokopi nerede önem taşıyor? Ancak
vasiyetnamenin yok olması durumunda bunun anlam ve tespitinde ya da aynen veya tamamen
içeriğinin belirlenmesinin mümkün olmaması durumda anlamının tespiti için önem taşıyabiliyor.
Soru: Vasiyetname ile muris taşınmazını vasiyet etmiş. Miras bırakılan kişi doğrudan tapuya
giderek taşınmazını üzerine tescil ettirebilir mi? Ayrıca dava açmaya gerek var mı?
Tabii Veysel daha sonra derse aktaracağımız. Bir de ihtilaf yoksa gerekli işlemlerin yapılması
istenebilir. Ama siz bunu vasiyet borçlusundan isteyebilirsiniz. Onu da daha sonra irdeleyeceğiz
şimdi öne çekmiş olmayalım. Artık vasiyetin şeyine göre belli bir vasiyet borçlusu varsa ona karşı
,yoksa öteki türlü de yasal mirasçılara karşı gündeme gelebiliyor öncelikle onlardan talep
edeceksiniz.Ondan sonra onlar bunu yerine getirecekler. Söyledigim gibi şu an açmıyorum
sorunuzu. Daha sonra zaten irdeleyeceğiz.
80-90K (Elif Ahsen)

-Yok edilen vasiyetnamenin içinde yer alan çeşitli tasarruflardan bir kısmının tespiti halinde, bu
tespit edilen kısımların diğerlerinden bağımsız olduğunun anlaşılması halinde, vasiyetname bu
kısmıyla da yürürlüğe girer.
-Yani iç bağlantı var mı yok mu onu irdelememiz lazım, önemli.
*Yok etme halinde aksi ispatlanabilir bir karine söz konusudur. Dolayısıyla burada ispat baya bir
önem taşıyor. Dediğimiz gibi vasiyet iç ve dış olguların birlikte değerlendirilmesi önem taşıyor.
*Vasiyetnameden dönme iradesi bulunmaksızın yok olduğunu da ispat yükü vasiyetnameden
yararlanana ait.
- Yani o kişi diyecekki “o bunu yok etmemiş o bunu belki karaladı ama” bunu artık ne şilde ispat
edecek hiç de kolay değil herhalde ama bunu ispat eden yani kişinin bunu söylediğimiz şekilde
karalama veya yırtma sonucu yok edip de bunu aslında yok etmek amacıyla yapmadığını ortaya
koyması gerekiyor.
*Yok olmasından zarara uğrayanların da, eğer burada bir şekilde sorumlu olan birileri varsa
ondan da tazminat isteme hakkı saklı.

YENİ BİR VASİYETNAME İLE KARİNE OLARAK DÖNME


*Kuşkuya yer bırakmayacak şekilde önceki vasiyetname tamamlanmadıkça, sonraki
vasiyetname onun yerini alır.
-Yani siz bir sonraki vasiyetnameyi yapacaksanız ve bir iç bağlantı kuracaksanız, sonraki
vasiyetnamede bunu açıkça öngörmeniz lazım, bu çok önemli gerçekten.

Bazı vasiyet hazırlatma süreçlerine katılmıştım, gerçekten bazı vurguları yapmanız önem taşıyor,
sonradan başınız ağrır yoksa bunlara dikkat edin.

*Sonraki vasiyetname ile önceki vasiyetnameden demek ki dönüldüğü varsayılıyor. Ancak bu iki
vasiyetname sırf bağdaştırılabilir nitelikte olması yeterli değil. Dediğim gibi bunu açıkça ortaya
koyacaksınız.
SONRAKİ TASARRUFLAR
*Yargıtay’a göre TMK m.544/2’nin uygulanabilmesi için, bu sonraki tasarruflara ilişkin vasiyetin
ifasının imkansız olması gerekiyor.
*Neymiş bu sonraki tasarruflara ilişkin onlara bakalım:
Belirli mal bırakma vasiyetinde, vasiyetnamede aksi belirtilmedikçe miras bırakanın sonradan o
mal üzerinde bu vasiyetle bağdaşmayacak başka bir tasarrufta bulunmasıyla, örneğin satışla
veya bağışlamayla mülkiyetin üçüncü kişiye devredilmesiyle önceki vasiyet ortadan kalkıyor.
*Dediğim gibi Yargıtay’a göre bu hükmün uygulanabilmesi için vasiyetin ifasının imkansız olması
gerekiyor.
*Vasiyet edilen şeyin rehnedilmesi, bağışlama vaadine konu olması o şeyin mülkiyetine etkili
olmadığından, bu işlemlerin vasiyetle bağdaştığı kabul ediliyor ve vasiyetten dönme teşkil
etmiyor.
* Burada getirilen “geri almak karinesi” sadece vasiyet edilen mal terekede bulunmaması
halinde uygulanıyor. Yani hali hazırda terekede bulunuyorsa bu uygulanmıyor. Ancak
bulunmaması halinde uygulanabiliyor.
*Arkadaşlar dönmeden dönmek de kural olarak mümkün ve böyle bir durumda vasiyetname
tekrar dönülmemişçesine geçerli hale geldiği kabul ediliyor hocamızın vurguladığı üzere.
VASİYETNAMENİN YOK OLMASI
*Arkadaşlar hükmümüzü okuyalım:
TMK m. 543/2 “Kaza sonucu veya üçüncü kişinin kusuruyla yok olan ve içeriğinin aynen ve
tamamen belirlenmesine olanak bulunmayan vasiyetname hükümsüz kalır.”

-Yani neymiş kaza sonucu veya üçüncü kişinin kusuruyla yok olacak ve içeriğinin aynen veya
tamamen belirlenmesine olanak bulunmazsa vasiyetname hükümsüz oluyor.
*Burda tamamen demiş, dolayısıyla vasiyetnamenin içeriğinin tümünün saptanması değil bazı
tasarrufların tespiti de yeterli.
-Ancak tabiiki bu durumda şunu da diyebiliriz eğer bu ispat edilemeyen kısımlar olmaksızın
vasiyet bu kısımlarla ifa edilemiyorsa yine tamamen belirlenmesine olanak bulunmayacağını
kabul edebiliriz o tamamını, yani iç bağlantı olacak. Ama normal şartlarda dediğimiz gibi içeriğin
tümünün saptanması gerekmiyor bazı tasarrufların tespiti de yeterli.
- Ancak diğer tasarruflar, eksik kalan kısım olmaksızın tamamının yapılamayacağı belliyse, bir
bütünlük kalmıyorsa, artık tamamen belirlenmesi olanak bulunmadığını söyleyebiliriz.
*Aynen veya tamamen belirlenmesi şartıyla yok olan vasiyetnamenin uygulanabilmesi için,
vasiyetnameden hak elde edecek kişinin, yani vasiyetname dayanarak hak iddia eden kişinin,
vasiyetnamenin vasiyetçinin dönme iradesi bulunmaksızın yok olduğunu ispatlayacak, bunu
söylemiştik.
*Yok olan vasiyetname ile lehine tasarrufta bulunulan kişi de ,üçüncü kişiden mesela
vasiyetnamenin içeriği için yaptığı masraflar ile kısmen belirlenen kısımlarla ilgili de uğradığı
zararın tazminin isteyebiliyor arkadaşlar.

• Tabi diyeceksiniz “hocam bu lehine tasarrufta bulunulan kişi tazminat olarak ne isteyecek?”
Çünkü tazminat için zararın ispatı gerekiyor. Ama siz vasiyetnamenin içeriğini bilmiyorsanız
içeriğini bilmediğiniz şeyin zaten zararını nasıl isteyeceksiniz? Zaten söylediğim gibi bi kere bu
içeriğini tespit için keşif masrafları yaptırdıysanız, çeşitli artık adli tıpta veya özel
laboratuvarlarda incelemeler yaptırtıysanız bunun masraflarını isteyebiliyorsunuz. Ve bir
şekilde tespit edilen kısmın da eğer belli şeyleri işaret ediyorsa size belli malların bırakıldığını
falan onları da isteyebiliyorsunuz.
-Ancak vasiyetnamenin içeriğindeki tasarruflar aynen veya tamamen saptanmasına rağmen
saptanamayan diğer kısımlar nedeniyle ifa edilemiyorsa yine bunun tamamını isteyebilirsiniz.
*Şimdi çok ekstrem bir örnek vereyim: size bırakıldığını anlıyorsunuz ama bunu yerine
getirilebilecek gerekli kısımlar vasiyetname yok olduğu için onlara ulaşamıyorsunuz. Bi örnek,
farklı bir bağlamdan, paralar var mesela bitcoin gibi kişilerin cüzdan şifreleri var, mesela size
belli bir miktar bitcoin para bırakmış vasiyetnamede ve kişinin özel şifresi eğer kaybolursa o
parayı elde etmeniz mümkün değil sadece o kişi o şifreyle açabiliyor. Ama onun size vasiyet
ettiğini biliyorsunuz ama özel şifresi yok o kısım yanmış, yırtılmış bi şekilde onun ne olduğuna
ulaşamıyorsunuz. Ama ne vasiyet edildiğini biliyorsunuz ama ona ulaşacak kriptografik anahtar
elinizde yok diyelim, böyle bir durumda siz o malın değerini bildiğiniz için bunun TL karşılığı kur
değerini isteyebilirsiniz tazminat olarak.
X: Vasiyetnamenin aslı noterde var, nasıl yok olabilir ki?

- Burda kural olarak demin söyledim bu yok olma olayı kural olarak el yazılı vasiyetnamede söz
konusu oluyor. Aynı sizin şu an taşıdığınız tereddütten ötürü, demin söyledim üç farklı görüş
var aynı sizin tereddütünüzü taşıyan hocalar diyor ki resmi vasiyetnamede bu hüküm
uygulanmaz diyor mesela bazıları da uygulanır diyor üç farklı görüş vardı biraz önce
söylemiştik. Farklı farklı görüşler var.
(90-110 DK) (Şebnem)
*Kural olarak yok olma olayı el yazılı vasiyetnamede söz konusu oluyor.
*Bir de şunu söyleyebiliriz, 3. Kişinin kusurundan bahsediyorduk, o yüzden bu hükümlerin
uygulama alanı konusunda az önce söylediğimiz tartışmaları hatırlayalım
*Bir de Yargıtay kararlarında yok etme ile yok olma durumunun geçişli olduğunu görüyoruz.
Yani mesela içeriği saptanır şekilde düzgünce yırtılırsa yok olma diyoruz veya vasiyet yapıldığı
sırada kavgalı olduğu durumda olursa yok etme olarak nitelendiriliyor. Dolayısıyla bunun geçişli
olduğunu unutmayın. Aralarında siyah-beyaz bir ayrım yok.

-Mesela 3. Kişi nezdinde imha edilmiş olarak bulursanız da yine kararlarda yok olma olarak kabul
ediliyor. Yargıtay kararlarında farklı kararlar görebilirsiniz. Burada her olayda farklı
değerlendirme yapılır. Anlattıklarımızın çoğu yok etme ile ilgiliydi.

MİRAS SÖZLEŞMELERİ
*Miras sözleşmeleri ölüme bağlı tasarruf ve iki taraflı hukuki işlem olma özelliği var ve terekeyi
konu alıyor.

-Bu sözleşmede mirasçılar ve onların payları saptanıyor. Ancak miras sözleşmesi olmakla
beraber içinde tek yanlı ölüme bağlı tasarruflar bulunması da söz konusu.
-Böyle bir durumda mesela miras sözleşmesinin geçersiz olması durumunda da bu tek yanlı
ölüme bağlı tasarrufların tahvil yoluyla vasiyetname olarak ayakta tutulabilmesi mümkün.
-Tabi tahvilin şartlarının sağlanması lazım. Hatırlarsanız objektif ve sübjektif şartları vardı.
Özellikle miras sözleşmesinin aranan ehliyet şartları biraz daha sıkı. O yüzden diğer tahvilin diğer
şartları da varsa tarafların iradesine yönelik olarak, o zaman bu tarz tasarrufların da ayakta
kalması mümkün.

*Tasarrufların aynen veya tamamen saptanmasına rağmen saptanmayan diğer kısımlar


nedeniyle ifa edilemiyorsa yine belirttiğim gibi tamamının da geçersiz olması söz konusu
olabiliyor.

*Vasiyetnamenin miras sözleşmesiyle arasındaki farkları da ortaya koyabiliriz:


a-Miras sözleşmesi ile, vasiyetnameden farklı olarak, bu sözleşmeyi yapanlar karşılıklı olarak
bağlanıyorlar.

b-Ölüme bağlı tasarrufta bulunan kişi de bundan tek taraflı olarak dönemiyor.
Vasiyetnamelerde bu durum böyle değildir.

c-Miras sözleşmesi bir kimseye, diğeri de kendisinden miras alacak kişilerle miras ilişkileri daha
şimdiden ve kesin olarak düzenleme imkanı sağlıyor.
d-Ehliyet yönünden; miras sözleşmesi yapabilmeniz için tam ehliyetli olmanız gerekiyor ama
vasiyetname yapabilmek için 15 yaşını doldurmak ve ayırt etme gücüne sahip olmak yeterli
kabul ediliyor.

e-Şekil yönünden ise, vasiyetname resmi olabilir, el yazılı veya sözlü şekilde yapılabilir. Miras
sözleşmesi ise sadece resmi şekilde yapılabilir.

f-Vasiyetname yöneltilmesine gerek olmayan irade açıklaması teşkil ederken miras sözleşmesi,
karşılıklı yöneltilmesi gereken iki irade açıklamasını içeriyor.

Miras sözleşmesini içerik yönünden üçe ayırabiliriz:


1-Mirasçı atama sözleşmesi
2-Vasiyet sözleşmesi
-Burada karşı taraf lehine terekesinde bulunan kişi belirli bir mal veya malvarlığı değerini
kazandırmada bulunuyor. Vasiyet alacaklısı lehine, bu tarz kazandırmada bulunuyor.
3-Üçüncü kişi yararına miras sözleşmesi
-Burada da üçüncü bir kişiyi mirasçı olarak atıyor ya da onu vasiyet alacaklısı yapıyor.

*Yapılan başka bir ayrım da olumlu miras sözleşmesi ve mirastan feragat sözleşmesi.
-Olumlu miras sözleşmesi mirasçı olarak atamaya veya vasiyette bulunmaya ilişkin sözleşmeleri
ifade ediyor.
-Bu mirastan feragat sözleşmesi de bir mirasçının gelecekteki olası bekleme durumundan
vazgeçmesi. (olası mirasçılık hakkından bahsetmiştik.)
110-130 DK (Ceren )
*Bazı kitaplarda bunların olumlu veya olumsuz miras sözleşmesi olarak da ifade edildiğini
görebiliyoruz.
-Ve olumlu miras sözleşmesi altında dediğimiz gibi dar anlamda miras sözleşmelerini yani
mirasçı atama, vasiyet sözleşmesi ve üçüncü kişi yararına miras sözleşmesi değerlendirilebiliyor.
Dediğim gibi ben size hep böyle farklı ayrımlar yapıyorum ama farklı ayrımlar aynı hususu işaret
ediyor.
-Demek ki taraflar, özellikle son söylediğim üçüncü kişi yararına miras sözleşmesinde
,yararlanan olarak üçüncü kişiyi de belirleyebiliyorlar. Böyle bir durumda üçüncü kişi ölüme bağlı
tasarrufta hak sahibi olmaksızın bekleme durumu kazanıyor. Fakat üçüncü kişi miras bırakanın
sağlığında hiçbir hakka sahip olmuyor. Bu zaten daha önce söylediğimiz temel bilgiler, diğer
mirasçılar için söylediğimiz bilgiler o kişi için de geçerli, sağlığında onlardan öte bir hakka sahip
olmuyor.
-Burada teknik anlamda; sağlar arası hukuki işlemlerde üçüncü kişi yararına bir sözleşme söz
konusu değil.
Öğrenci: hocam mirasçı ataması ve vasiyet farklı şeyler mi? Nasıl olumlu miras içinde yer
alıyor?
Evet farklı şeyler. Olumlu dediğimiz işte öğretide yapılan ayrımda burada söylediğim gibi
birileriyle olumlu bir şekilde yapılır ve mirasınıza mirasçı atıyorsunuz ya da onu vasiyet alacaklısı
yapıyorsunuz. Asıl olumsuz kime göre olumsuz? Bir kişi ama dediğim gibi mevcut bekleme
durumu üzerinden vazgeçmesi söz konusu oluyorsa bu olumsuz bir durum ama tereke lehine
tabii ki olumlu bir durum. Hangi perspektiften baktığınıza bağlı. Ama biz tasarrufta bulunan
yönünden baktığımız zaman olumsuz tasarruf olarak görüyoruz. Mirasçı atamaya ve vasiyete
dair ön bilgiler vermiştim herhâlde farkını biliyorsunuz. Mirasçı atamada belirli bir yüzdesi
üzerinden atıyorsunuz yani pasta dilimi üzerinden belli bir yüzde üzerinden kişiyi mirasçı
atıyorsunuz. Artık o kişi vefat ettiği zaman o pastanın altına nelerin gireceği belli olmaz. Ama
vasiyette belirli bir mal olabilir, malvarlığı değeri olabilir bunları açacağız zaten. Ön bilgi olarak
bu kadarını vereyim.
*Şimdi miras sözleşmesinin tarafları üçüncü kişinin rızası olmaksızın sözleşmeyi sona erdirme
sözleşmesi de düzenleyebiliyor ve feragat sözleşmesinde de miras sözleşmesinin karşı tarafı
dediğimiz gibi miras hukukundan doğan bir talepten vazgeçiyor.
*Bugün hocamızın da belirttiği gibi öğreti ve uygulamada TMK terminolojisine uygun olarak
olumsuz miras sözleşmesi yerine, mirastan feragat sözleşmesi terimi tercih ediliyor ve o yüzden
olumlu miras sözleşmesi ve mirastan feragat sözleşmesi şeklinde hocamızın da yaptığı gibi ayrım
yapanlar da var.
MİRAS SÖZLEŞMELERİ ŞEKLİ
*Kanunda belirtiyor: resmi vasiyetname şeklinde düzenlenmesi gerekiyor.
*Demek ki sözleşme tarafları arzularını resmi memura aynı zamanda bildiriyorlar ve düzenlenen
sözleşmeyi memurun ve iki tanığın önünde imzalıyorlar.
*Tahvil yoluyla ayakta tutulabilmesi, resmi vasiyetname yani miras sözleşmesinin tahvil yoluyla
ayakta tutulabilmesi ,resmi vasiyetnamenin şekil şartlarına uyulduğu sürece mümkündür. Tabii
ki tarafların da istedikleri amacı da bu yolla elde edebiliyor olmaları gerekiyor. Bunu somut
olayda irdelemeniz gerekiyor, tahvilin şartlarını. Artık onun detaylarına inmeme gerek yok onu
borçlar hukukunda etraflıca görmüşsünüzdür.
Mirastan Feragat Sözleşmesin Şekli
*Miras bırakandan çok burada mirastan feragat edenin iradesi ön planda olmasına rağmen;
işlem hukuki etkisini miras bırakan ve onun terekesi üzerinde gösteriyor. İşte bu nedenden
dolayı şekil olarak miras sözleşmesi şeklinde ortaya konuluyor. Çünkü karşı taraf yönünden de
sağlar arası bir işlem olduğunu vurgulayacağız birazdan. O yüzden farklı boyutları olan bir
sözleşme. İki taraflı bir işlem tabii, tek taraflı sona erdirebilmek mümkün olmuyor. Şekle ilişkin
de burada kitabımızda vurgulamış; daha iyi düşünmeye zorlamak, ispat kolaylığı sağlamak vb.
Tabii resmi şekilden beklenen çeşitli faydaları burada da geçerli olduğunu söyleyebiliriz,
kitabınızdan da bakarsınız. Şimdi buradaki kenar başlıklarına ilişkin bazı vurgular yapmış ve
miras sözleşmelerinde hocamız çeşitli gerekçeleri aktarmış.
*Miras sözleşmelerinin, mirastan feragat sözleşmesini kapsayacak şekilde düzenlendiği
sonucuna varılabilir. Bu şekilde mirastan feragat sözleşmesinde miras sözleşmesi şeklinde
yapılması gerekiyor.
*Hatta bu konuda 1959 tarihli Yargıtay İçtihatı Birleştirme Kararını belirtmiş arkadaşlar ve İsviçre
Federal Mahkemesinin kararları ve Yargıtay’ın yerleşik kararları var.
-Yani mirastan feragat sözleşmesinin şeklinin miras sözleşmesinin şekli olan, resmi
vasiyetnamede yapılması yönünde.
*Burada baktığımız zaman mirastan feragat sözleşmesinde bekleme durumu üzerinde tasarruf
eden, feragat eden ve aslında ölümünde değil bizzat sağlığında feragat ediyor ama feragat
edenin ölümünde değil, miras bırakanın ölümünde sonuç doğuracağı için mirastan feragat eden
açısından burada ölüme bağlı tasarruf söz konusu değilken, feragatı kabul eden ölüme bağlı
tasarruf yapıyor.
*Şimdi bu da kafaları karıştırıyor yani burada aslında feragat eden açısından ölüme bağlı
tasarruf söz konusu değil ama karşı taraf yönünden ölüme bağlı tasarruf söz konusu. Durum
böyle olunca da demin bu söylediğim içtihatı birleştirme kararları, Yargıtay kararları … şimdi siz
diyorsunuzdur hocam bunlar ne tartışıyor? İşte bunu tartışıyorlar. Mirastan feragat sözleşmesi
kafalarda tereddüt oluşturabiliyor. Yani tamam resmi şekle bağlı ama bunu dar mı
yorumlayacağız, sadece miras bırakan yönünden mi o şekil aranmalı ve karşı taraf yönünden
sağlar arası hukuki işlemlerdeki kaidelere de dikkat mi etmek gerekiyor, oradaki şekli kaidelere
dikkat mi etmek gerekiyor, ikili bir ayrım mı yapmak gerekiyor gibi kafalarda farklı soruların
meydana gelmesine sebebiyet verebiliyor. O yüzden sayfalar dolusu bunu aktarıyor kitabımız.
Mesela öğretideki bir görüşe göre; aslında burada feragat sözleşmesinde her iki taraf da ölüme
bağlı tasarrufta bulunuyor ve dolayısıyla da her iki tarafın da miras sözleşmesinin her aşamasına
bizzat katılması gerekiyor. Bu görüş kabul edilirse, mirastan feragat sözleşmesinde her iki taraf
için de kanuni ve iradi temsil yolları kapalı yani kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak ya kişinin bizzat
katılması gerekiyor arkadaşlar bu konuya dair daha önceden açıklamalar yapmıştım.
*Ancak hocamızın da katıldığı baskın görüş, bir kere ölüme bağlı tasarrufta bulunan, feragatı
kabul edendir. Dolayısıyla onun açısından ,tek taraflı miras sözleşmesinde belirtilen şekil
şartlarına uyulması gerekiyor. Feragat eden ise sağlar arası tasarruflara ilişkin esaslar dikkate
alınması gerekiyor.
-Hocamızın baskın görüşüne göre ikili bir ayrım yapmamız gerekiyor ve bu ayrıma dikkat
etmeliyiz. O yüzden bu ayrımı gördüğünüz zaman bazı başka kitaplarda bu ayrım olmazsa
şaşırmayın. Bu baskın görüşün ayrımı ama bazı farklı kitaplarda tekli ayrımı görebilirsiniz.
*Dolayısıyla biz de burada tek taraflı mirastan feragat sözleşmesi ve iki taraflı miras sözleşmesi
diye inceleyeceğiz. Bu ayrım şunu ifade ediyor: bunun ivazlı olup olmadığı. Bazen bir kişi
mirastan feragat ederken öyle karşılıksız feragat etmez, belirli bir bedel ister. Çünkü kolay değil,
ilerde olası potansiyel bir miras hakkınızdan bekleme durumunuzdan vazgeçiyorsunuz. Bundan
vazgeçilmesi için de belli bir bedel istenmesi gündeme gelebiliyor.
a- Tek Taraflı Mirastan Feragat Sözleşmesi
*Bu karşı taraf açısından sağlar arası tasarruf olduğu için onun yönünden dediğimiz gibi ölüme
bağlı tasarruflara ilişkin TMK 545/1’in uygulanmayacağını kabul ediyoruz eğer o görüş
benimsenirse.
*Bunun pratik farkı, siz bu görüşü kabul ederseniz mirastan feragat eden bu süreç içerisinde
kanuni temsilcisi vasıtasıyla da yani iradi temsilcisi vasıtasıyla da sürece katılabiliyor.
*Ve bu ayrım dikkate alındığı zaman burada çeşitli aşamalarını belirtmiş, aslında bunlara
bakarsınız. Burada mesela tarafların iradelerinin birbiri ardına açıklamaları. Bunları zaten daha
önce belirtmiştik. Burada özellikle ilk aşamada resmi vasiyetnamelerde aranan
hatırlıyorsunuzdur birlik prensibi vardı ancak tabi bunu biz eş zamanlıyı ,birbiri ardına gelen
araya zaman aralığı girmeksizin şeklinde yorumluyorduk.
*Ölüme bağlı tasarrufta bulunan, bizzat resmi memurun önünde bulunması gerekiyor.
Dediğimiz gibi karşı taraf temsilci olabiliyor.
-Karşı taraf sınırlı ehliyetsizse ana kurallarımız burada devreye giriyor. Hem kendisinin hem yasal
temsilcisinin resmi memurun huzurunda hazır bulunması gerekiyor.
-Eğer yasal temsilciniz vasi ise hatırlarsınız üçlü bir onay gerekiyordu. Vasi, devletin makamı ve
vesayet makamı. Bu üçlü izni almanız gerekiyor. Burada sıklıkla kişiler hukukuna ilişkin
bilgilerinizden yararlanabilirsiniz.
*Tabii burada yasal temsilcinin sürece katılmasıyla verilecek olan izin ve onay hakkında bazı
tartışmalar var.
Bir görüş şöyle der: acaba bu iznin önceden verilmesi yeterli mi yoksa sonradan mı verilmesi
gerekiyor? Hocamıza göre; yasal temsilcilerden ve gerekli yerlerden bu izin ve onayın işlem
tamamlanmadan alınmış olması gerekiyor ve verilen izin ve onayın işe (ses net değil) uygun
şekilde ancak miras sözleşmesinin düzenlenmesi gerekiyor.
Diğer görüş; bu izin ve onayın miras sözleşmesi yapıldıktan sonra alınması gerekiyor. Zira
mahkemelerin bu izni verip vermemesi ancak bu iznin içeriğini bilmelerine bağlı diyor. Bu farklı
perspektifleri sunuyorum yarın bir gün farklı bir taraf olarak sürecin içinde bulunabilirsiniz.
*Daha sonra resmi memurun mirastan feragat sözleşmesini düzenlemesi gerekiyor. Daha sonra
tarafların mirastan feragat sözleşmesini okuması ve tanıklar huzurunda sözleşmeyi imzalamaları
gerekiyor.
-Burada da ölüme bağlı tasarrufun, ölüme bağlı tasarrufta bulunmayanın hazırlanan metnin
içeriğini öğreniş tarzının önemli olmadığı öğretide belirtiliyor. Ancak aksi görüşler de var. Her iki
tarafın da okuması gerektiğine yönelik şeyler de var. Bunlara bakarsınız.
*Burada bir özellik var. Resmi vasiyetnameden farklı olan bir husus var. Taraflar, resmi memur
önünde ve şahitler huzurunda sözleşmeyi imzalıyorlar. Ancak bu resmi vasiyetnameden geçen
ders aktardığımız resmi vasiyetnameden ayrılıyor.
-Yani hatırlayacağınız üzere, resmi vasiyetnamede bu yazılan metnin imzalanmasının şahitler
huzurunda olmasına gerek yoktu. Yani öğrencilerimizin bazen dikkatinden kaçabiliyor. Bakın bu
bir farklılıktır.
-Yani ‘tarafların mirastan feragat sözleşmesini okuması ve tanıklar huzurunda sözleşmeyi
imzalamaları’(önemli) başlığı altında (syf.196) bu farklılık vurgulanmış. Hakimlik sınavlarında da
yanılmıyorsam, böyle bir şey denk düşmüş. Bu ince nüans farklılığına dikkat edelim.
*Şimdi siz tabi feragat edenin ölüme bağlı tasarrufta değil de sağlar arası tasarrufta bulunması
gerektiğinin söylüyorsanız bir farklılık daha devreye giriyor. O da şu: daha önce biz ne demiştik
ölüme bağlı tasarruflarda imzayı bizzat ve el yazısıyla atabiliyordu. İmza yerine geçen işaretler
burada söz konusu olmuyordu.
-Ama feragat eden sağlar arası tasarrufta bulunduğu kabul edildiği zaman imza atamayanların
,usulüne göre onaylanmış hatırlarsınız parmak izi vardı, mühür vardı vb. kullanılıyordu .Bu
durumda bunun uygulanması da söz konusu olabiliyor.
(130-144 DK)
*Şimdi mirastan feragat sözleşmesi resmi vasiyetname şekillerinden biri ile gerçekleşmesi
mümkün gerçekte kanun resmi vasiyetname şekillerinden biri ile düzenlenebiliyor diyor ama
hangi şekilde düzenleneceğini ucunu açık bırakıyor.
- Hocamıza göre 2 şekilden biriyle düzenlenebilir ve hocamız Yargıtay'ın görüşlerini
değerlendiriyor ve Yargıtay'ın görüşleri de benzer doğrultudadır diyor.
-Ancak Yargıtay'ın bu aktarılan kararlarında Yargıtay'ın feragat eden yönünden ölüme bağlı
tasarruflar aramasının yerinde olmadığını buluyor. Bu konuda da hocamız karar
değerlendirmesi yapmış bakarsınız.
-Ancak dediğimiz gibi okuma-yazma bilmiyorsa ve bu yetenekten yoksunsa o diğer alternatif
resmi vasiyetname düzenleme yoluna gidebiliyor.( Türk Borçlar Kanunu 535) Dolayısıyla bu
seçimlik imkân konusunda görüş farklılığı yok .Öğreti ve Yargıtay noktasında her iki imkândan
birine başvurulabilir. Resmi memurun tarih koyarak imzalaması gerekiyor ve daha sonra miras
bırakanın şahitler huzurunda ,feragat sözleşmesini okuduğunu ve onun iradesine uygun
olduğunu belirtmesi gerekiyor.
-Feragat Sözleşmesi'nin sadece tarafların imzalarının resmi vasiyetnamede öngörülen beyan
şartlarını sağlanamayacağı ayrıca dediğimiz gibi şahitlerin huzurunda ve resmi memurların
huzurunu imzalanacak ve bu sözleşmeyi okuduğunu ve iradesine uygun olduğunu beyan
edilmesi gerekiyor, miras bırakanın imza atması beyan yerine geçmiyor.
*Tabii burada bir görüş tartışmaya yer vermiş kitabımızda acaba ölüme bağlı tasarruf açısından
da böyle bir beyanda bulunmasına gerek var mıdır yok mudur diyor.
-Zaten hocamızın katıldığı baskın görüş, burada bir sağlar arası tasarruf düşüncesinde olduğu
için, böyle bir beyanın feragat eden yönünden aranması olduğunu söylüyor.
-Diğer görüş ise her iki tarafın da bu beyanda bulunması gerektiğini söylüyor.
-Yani anlayacağınız uygulamada her iki görüş açısında bir geçiş olduğunu söyleyebiliriz öğretide
baskın görüş söylediğimiz gibi ama yine de siz siz olun işi riske atmamak için daha sıkı olan
şartlara riayet edin. Bu bir öneridir Yani her iki taraf yönünden de ölüme bağlı tasarruflara ilişkin
,bu resmi vasiyetnameye ilişkin şartları sağlamada faydanız var çünkü uygulamada bunu her
zaman tutarlı olduğunu söyleyemeyiz. Size hem feragat eden ve her kabul eden yönünden de bu
şartları sağlamanızı öneririm.
*Sonra şahitlerin şerh vermeleri ve imzaları var. Burada da miras sözleşmesi ile ölüme bağlı
tasarrufta bulunmayan tarafın belgeyi okuyup iradesinin uygun olduğunu şahitler önünde beyan
edip etmemesi hususunda da Arkadaşlar burada bir incelik söz konusu. Acaba nasıl bir formül
kullanılmalı? Bir görüş her iki tarafta belgeyi okuduklarını ve iradeleri uygun bulduklarını beyan
etsinler diyor. Ancak baskın görüş burada zaten ön planda ölüme bağlı tasarrufa bağlı bu kişi bu
şekle tabi olduğu için sadece ölüme bağlı tasarruf da bulunan kişinin bunun olduğunu ve ölüme
bağlı tasarruf da bununla bağlı olduğunu beyan ettiğini yeterli görebilir diyor. Bunu okuduğunu
ve arzusuna uygun olduğunu olması yeterli diyor. Ama dediğim gibi her iki taraf yönünden de bu
şartın sağlandığından emin olun ama her halükârda işte ölüme bağlı tasarruf da bulunan taraf
olsun isterse sağlar arasında benimsenecek görüş olsun. Sağlar arası tasarrufta bulunurlarsa
onların doğal olarak ehliyete sahip olması gerekiyor işlemi yapabilmek konusunda .Bunlar da
zaten kişiler hukuku bilginize ilişkin konular.
*Mirastan feragat edenin temsil yetkisine yahut genel olarak tasarruf ehliyetine sahip olduğunu
bildirmesine gerek yok.
- Ancak tabii şahitler şerh de buna yetkin olduğunu ve arzusunun uygun olduğunu da bir şekilde
belirtmeleri bir şekilde vurgulamaları gerekiyor. Bunu da belirtebiliriz.
-Onlar mirastan Feragat Sözleşmesinde, kendi önlerinde miras bırakanın okunduğunu ve son
arzusunun uygun olduğunu belirtmeleri gerekiyor.
*Gördüğünüz üzere burada biraz farklı görüşler var Bütün bu kitabın o kadar sayfası içinde arka
planda söylediğim gibi karşı taraf acaba sağlar arası bulunuyor mu bulunmuyor mu tartışması
var. Ve bunlardan birini kabul ettiğiniz zaman onun sonuçlarında kabul etmiş oluyorsunuz.
b-İki Taraflı Mirastan Feragat Sözleşmesi
*Aslında burada iki tarafta ölüme bağlı tasarruf da bulunuyor. Her iki taraf için de aynı şartlar
aranıyor bunda belirtebiliriz. Çünkü burada mesela her iki tarafta feragat ediyor. Karı-koca
diyebiliriz başka mirasçılar olabilir. Her ikisi de diğeri lehine feragat ediyor. Buna da karşılıklı
mirastan feragat sözleşmesi diyoruz.
*Dolayısı ile böyle bir durumda da diğeri lehine olur, 3. kişi lehine olur burada kendimi
düzelteyim ifade olarak. Neyse. Burada her iki tarafta feragat ediyorsa doğal olarak ana kural
hepsi için de uygulanıyor. Burada bir tartışmamız yok.
*Peki mirastan feragat sözleşmesi evlenme sözleşmesi ile yapılabilirliği nasıl, ne şekilde olabilir?
Bir kere bunu engelleyen Türk Medeni kanununda bir hüküm yok ve bu iki sözleşme arasında
bağlantı kurmanız da mümkün. Ve böyle bir durumda her iki sözleşme de aynı metin içinde yer
alabilir. Baskın görüşe göre böyle bir ihtimalde daha ağır şekil şartları içeren miras sözleşmesine
uyulması gerekiyor. Yani onun şekline uyarsanız öncelikle diğerinin şeklide karşılanmış sayılıyor
ve noterde düzenlenen bir mirastan feragat sözleşmesi içinde bu anlamda bir mal rejimi
sözleşmesi düzenlenmesi yeterli görülüyor. Ve bu evlenme sözleşmesi ile yapacağınız bu kombin
tek taraflı veya iki taraflı bir mirastan feragat sözleşmesi olabilir. Bu da mümkün. Ancak her ne
kadar bu şekli anlamda birleşse de maddi anlamda bunların birbirinden farklı olduğunu da göz
önüne almamız lazım.
-Burada belirtelim ve her iki sözleşmede kendi özünün sona erme sebeplerine tabi. Birindeki
geçersizlik diğerini etkilemiyor. Ancak tabi bunlar arasında doğrudan bir bağlantı açıkça
kurarsanız farklı bir sonuca ulaşabilirsiniz.
*Şimdi öğretide Berki Hoca mirastan feragatin mirasçılık için hak sahibi olunabilecek duruma
eriştikten sonra mümkün olabileceğini söylüyor. Dolayısıyla aksi takdirde bunun geçerli
olmayacağını belirtiyor. Dolayısıyla buradaki tartışma nişanlıların bunun yapıp yapamayacağı.
Şimdi hocamıza göre( Gökhan hocamıza göre) nişanlılar mirastan feragat eden olarak gelecekte
gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel, ümit edilen mirasçılık hakkına ilişkin bekleme durumuna
daha önce ne demiştik bu bekleme durumu üzerinde birtakım tasarrufta bulunabiliyorlardı.
Hocamızın yaklaşımı gereği dolayısıyla bir kişi bekleme durumu üzerinde tasarrufta
bulunabiliyorsa nişanlılar da feragat sözleşmesi düzenleye biliyorlar. Çünkü ileriye etkili olarak
evlenmeleri durumunda ki bekleme durumunda en başta böyle bir düzenleme yapabilmeleri
gerektiğini savunuyor hocamız. Ve böylece nişanlıları evlenme sözleşmesi yapılmasından sonra
geçerli olmak üzere bir mal rejimi sözleşmesi yapabilmeleri mümkün oluyor. Evlenmeden sonra
geçerli olmak üzere mal rejimi sözleşmesi yapabildiklerine göre kendimi düzeltiyorum ,onunla
ve ondan ayrı mirastan feragat sözleşmesi yapabilirler. Evlenme sırasında yapabileceğiniz gibi
evlenmeden önce de mal rejimi sözleşmesi yapabiliyorsunuz. O yüzden onu yapabildiğiniz gibi
aynı şekilde bir miras.
*Mirastan feragat sözleşmesi içinde mal rejimi sözleşmesi de yapabiliyorsunuz hocamızın
görüşüne göre. Ama Berki Hoca aksi görüşte.
*Miras sözleşmelerinin sona ermesine geldik. Tabii burada bir de şekle aykırılığın sonuçları var.
Zaten şekle aykırılık halinde genel esaslar uygulanıyor. Borçlar hükümlerine göre ve bunları
ilişkin yaptırımlara da kitabımız gerekli atıkları yapmış. Bunlara bakarsınız. Önümüzdeki ders
sözleşmenin sona ermesinden itibaren devam edeceğiz

09.11.2020
MİRAS HUKUKU 6. HAFTA
*Ölüme bağlı tasarruflarda ehliyet konusunda bu ehliyet hak ehliyeti mi yoksa fiil ehliyetine mi
ilişkin olduğu tartışmalıdır. Hocamıza göre fiil ehliyetine ilişkin olduğunu söyleyebiliriz.
Vasiyet yapma ehliyeti konusunda kanun açıkça ayırt etme gücüne sahip olmayı ve 15 yaşının
doldurulmuş olmayı belirtiyor. Ve yine vasiyetname yapmayla ilgili olarak da bunun kişiye sıkı sıkıya
bağlı bir hak olduğunu da unutmayalım.
Miras sözleşmesi yapma ehliyetine gelecek olursak ayırt etme gücüne sahip olacaksınız, ergin
olacaksınız ve kısıtlı bulunmamanız gerekiyor. Ergin diyoruz ama burada genel esaslardaki hususları
unutmamamız gerekir. Kaza-ı rüşt dediğimiz mahkemece ergin kılınarak ya da evlenerek ergin
olduysa yine bu kapsam altında değerlendiriyoruz.
Karşı taraf yönünden yine zaten genel ehliyet esasları uygulanır.
Mesela aralarındaki fark eğer ölüme bağlı tasarruf yapan yönünden bir temsil yasağı olduğunu
,buna karşılık sağlar arası işlem yapıldığı kabul edilen taraf yönünden temsil yasağı olmadığını
hatırlayalım.
Karşı taraf yönünden yani sağlararası tasarruf yaptığını kabul ettiğimiz yönünden zaten genel
esaslar uygulanıyor, genel ehliyet esasları uygulanıyor. Mesela aralarındaki farkı evvelki derste
yaptığımız açıklamaları hatırlatalım.
Eğer ölüme bağlı tasarruf yapan yönünden bir temsil yasağı olduğunu yani iradi veya kanuni temsil
yasağı olduğunu, buna karşılık sağlararası işlem yaptığı kabul edilen taraf yönünden ise temsil
yasağının olmadığını hatırlayalım.
Mirasbırakan ivazsız feragat halinde karşı tarafın feragat beyanını kabul etmekten başka bir şey
yapmamasına rağmen hocamızın vurguladığı gibi ölüme bağlı tasarrufta bulunuyor sayılıyor ve
dolayısı ile ölüme bağlı tasarruf ehliyetini onun önünden arıyoruz yani burada kitabımız evvelki
kısımlara bazı böyle hatırlatmalar yapmış.
Eğer iki taraflı bir miras sözleşmesi de varsa her iki taraf yönünden de bu ehliyet şartlarını arıyoruz.
O yüzden kitabımızda ikili bir ayrım var; biri tek taraflı miras sözleşmeleri biri de iki taraflı miras
sözleşmeleri yönünde ama hep bakın arka planda bunu bilmemiz gerekiyor zaten iki taraflı ise
tarafların her biri kendi terekesi üzerinde bir tasarrufta bulunuyor. Demek ki her iki tarafın da bu
miras sözleşmelerine ilişkin şartı sağlaması gerekiyor.
Tek taraflı olursa yine söylediğimiz gibi. Burada mesela kitapta ayırmış tam ehliyetliler açısından
diyor ondan sonra sınırlı ehliyetsizler açısından diyor. Aslında hep bildiğiniz hususlar bunlar da çok
bir farklılık olmadığını göreceksiniz, temel söylediğimiz unsurları irdeliyor.
Mesela sınırlı ehliyetlilerden bahsediyor mesela evli kadın ,kendisine yasal danışman atanmış kişiler
bazı işlemler bakımından sınırlamaya tabi tutulmuş olsa da fiil ehliyeti tam olduğundan sözleşme
yapmalarına bir engel bulunmuyor. O yüzden bakın hep daha önceki bilgiler, sınırlı ehliyetliler vardı
hatırlarsınız onların çeşitli alt ayrımları vardı, yönetim danışmanları vardı, karma tipleri vardı oy
danışmanları vardı ama aslolan bunların ehliyetliliğiydi. Bazı işlemleri sadece yasal temsilcinin
katılımıyla filan yapıyorlardı bunları zaten çıkarabilirsiniz.
Sınırlı ehliyetsizler açısından da -zaten şeyleri söylemeye gerek yok zaten tam ehliyetsizler
yönünden miras sözleşmesi yapamıyorlar ve işin kişiye sıkı sıkıya surette bağlı olan tabiatı gereği
de onlar adına yapılması da sıkıntı teşkil ediyor.
Ama sınırlı ehliyetsizler yönünden de bunlar altında ayırt etme gücüne sahip küçüklerle yine
vesayet altındaki erginleri de bu kapsama alabiliyoruz. Bunlar da mirastan feragat sözleşmesinde
miras bırakan bakımından kişiye sıkı suretle bağlı bir hak söz konusu oluyor.
Bu durumda bu ayırt etme gücüne sahip kişilerde bizzat ya da kanuni temsilcilerin rızasıyla miras
sözleşmesi düzenleyemiyorlar yani kanuni temsilcinin kendisi de düzenleyemiyor.
Burada yapılan açıklamalarda hocamızın fiil ehliyeti görüşünü benimsediğini unutmayalım.
Burada Dural’ın hak ehliyeti görüşüne yönelik çıkarımları da var. Mesela Dural’a göre bu kişiler
zaten bu hakka sahip değil ki, yapmamaları gayet normal çünkü hakka sahip değiller. Ama hocamız
ehliyetin sınırlanmasına ilişkin genel esaslar çerçevesinde açıklamalarını yapıyor. O yüzden başta
yapmış olduğumuz tespit buradaki açıklamaları da etkiliyor.
Küçükler gibi ayırt etme gücüne sahip kısıtlılar yönünden de tek başına sözleşme yapamayacakları
kabul edilebilir. Zaten kanun özellikle vurguluyor, burada HMK dönemine ilişkin bazı tartışmalar
var onlarla çok kafanızı yormayın. Burada bilmeniz gereken erginse ayırt etme gücüne sahipse ve
kısıtlı olmadıktan sonra bu sözleşmeleri düzenleyebiliyor.
Burada kısıtlı bulunma şartlarına ilişkin bazı tartışmalar var ama TMK’nın sözü dikkate alınarak
doğaldır ki kişilerin kısıtlı olmaması gerekiyor. O yüzden hakim bir görüşten bahsediyor; kısıtlılara
ilişkin TMK 463/5 var diyor ki ‘ayırt etme gücüne sahip kanuni temsilcilerin rızası ve sulh hakiminin
izni (denetim ve vesayet makamının onayı) alındıktan sonra miras sözleşmesi yapabilir’ diye bir
hüküm var. Bu hükmün nasıl okunması gerektiğine ilişkin hakim görüş miras hukukuna dair esasları
da dikkate alarak şunu söylüyor: Bu hüküm sadece miras sözleşmesinin ölüme bağlı tasarrufta
bulunmayan tarafı için getirilmiş bir hüküm olduğunun kabul edilmesi gerekir. Bu anlamda miras
bırakan kanuni temsilcinin rızasıyla bile miras sözleşmesi düzenleyemeyecektir.
Çünkü TMK 463/5’i, miras sözleşmesinde ehliyete ilişkin 503’le birlikte okumamız gerektiğini
söylüyor haklı olarak. Nitekim de zaten TMK 503’te kısıtlı olmaması gerektiğini söylüyor. Demekki
neymiş TMK 463/5 te sınırlı ehliyetlilere, kısıtlılara ilişkin buradaki tespit, miras sözleşmesinde
yapmış oldukları, kabul edildikleri sağlararası işlemlere yönelikmiş. Yani terekelerine ilişkin bir
tasarrufta bulunuyorlarsa fiil ehliyetleri zaten söz konusu olmadığını belirtmiştik, Dural’a göre ise
hak ehliyetleri yoktu zaten.
Şimdi diğer bir başlığımız: lehine tasarruf yapılanın veya feragat edilenin fiil ehliyeti. Bunda da biraz
önce söylediğim gibi genel ehliyet esaslarına yönelik açıklamalar yapılıyor.
Onlara da bakarsınız. Dediğim gibi genel ehliyet esaslarını malvarlığı üzerinde tasarruf eden bir
kişiye nasıl uyguluyorsak bunları dikkate alarak buradaki açıklamaları okyabilirsiniz tamamlayıcı
olarak. İki taraflı mirastan feragat sözleşmesinde ilk başta, tek taraflıda söylediğimiz ölüme bağlı
tasarruf yapan için söz konusu olan açıklamaların sözleşmenin her iki tafarı için geçerli olduğunu
söyleyebiliriz.
EHLİYETSİZLİĞİN SONUÇLARI
Şimdi ehliyetsizliğin sonuçlarına bakalım. Bir kere ikili bir ayrımda irdeleyebiliriz: miras bırakanın
ehliyetsizliğinin sonuçları, bir de lehine tasarrufta bulunulan veya feragat edenin ehliyetsizliğinin
sonuçları.
Miras bırakan, ehli olmayan tarafından yapılmışsa bunun ilgili hüküm gereği, TMK 557/1 uyarınca,
“miras bırakanın ölümünden sonra, mirastan feragatın hükümsüz olmasında menfaati olanlar
tarafından iptal davası açılması...” söz konusu oluyor.
Miras bırakan ehil olmayan tarafından yapılmışsa ilgili amir hüküm gereği (tmk madde 557) miras
bırakanın ölümünden sonra mirastan feragatin hükümsüz olmasında menfaati olanlar tarafından
iptal davası açılması söz konusu oluyor. Bu aslında borçlar hukukundan ve genel esaslardan biraz
daha farklı bir durumdur.
Biz ehliyetsizlikte ne diyorduk? Ayırt etme gücü yoksa kesin hükümsüz diyorduk. Miras
hukukundaki hukuki sonuçların bizim daha önce gördüğümüz hukuki sonuçlardan farklılaştığına
tanık oluyoruz. Yani burada menfaati olanlar tarafından iptal davası açılıyor. Bir başka deyişle eğer
bu dava açılmazsa işlem ayakta kalıyor. Kesin hükümsüzlükte ne derdik? Herkes her zaman ileri
sürebilir, hakim re'sen dikkate alabilir. Burada miras hukukuna ilişkin karakteristik, farklı özellikleri
görmüş oluyoruz.
İptal davası, bir kişinin iptal sebebini ve kendisinin hak sahibi olduğunu öğrendiği tarihten itibaren
1 yıllık süre içinde açabilir. Ama iki tane süre vardır. 1 yıllık süre iptal sebebini ve kendisinin hak
sahibi olduğunu öğrendiğinden itibaren 1 yıl içinde açabiliyor, Yani bu ehliyetsizliği ve kendisinin
hak sahibi olduğunu öğrendiğinden itibaren 1 yıl içinde açabiliyor, bu kısa süredir.
Bir de uzun süre vardır. Vasiyetin açılması veya mirasın geçişinden itibaren iyiniyetli ise bu kişi 10
yıl, eğer iyiniyetli değilse 20 yıllık hak düşürücü süre içinde iptal davasının açılması gerekiyor.

III. Hak düşürücü süreler

Madde 559-
İptal davası açma hakkı, davacının tasarrufu, iptal sebebini ve kendisinin hak sahibi
olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde vasiyetnamelerde açılma
tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın geçmesi tarihinin üzerinden, iyiniyetli davalılara
karşı on yıl, iyiniyetli olmayan davalılara karşı yirmi yıl geçmekle düşe
Miras bırakan henüz sağ iken miras sözleşmesinin geçerliliği için harekete geçebilme imkanının
olduğunun kabul edilmesi gerektiğini hocamız vurgulamış. Ölümünden sonra ilgililerce dava
yoluyla ileri sürülebilmesi ana esas, bundan bahsetmiştik. Hatta bu miras hukukunda bekleme
durumuna ilişkin genel karakteristik durumu ifade ediyordu.
Ancak belli bazı durumlarda miras bırakanın sözleşmeyi kendi sağlığında iptal ettirebilmesinde de
yararı bulunduğunu hocamız vurguluyor. Peki bu menfaat, yarar nasıl olabilir?
Örneğin; miras bırakan başka bir ölüme bağlı tasarrufta bulunmak isteyebilir veya miras bırakan,
mirasçılarını onun ölümünden sonra ehliyetini tartışma zahmetinden kurtarmak isteyebilir.
Düşünsenize vefatından sonra mirasçılarının bunu tartışmak zorunda kalması, davalık olması miras
bırakan yönünden istenmeyecek bir durumdur, yakınlarının böyle bir duruma düşmesi. Dolayısıyla
sağlığında iptal ettirmesinin böyle bir yararı olabilir. Peki sağlığında iptal ettirmeye yönelik nasıl bir
kanuni çözüm yolu bulunabilir?(boşluk olması sebebiyle)
Hocamıza göre miras sözleşmeleri için önerilen TMK 504/2 den hareket ederek bir çözüm yolu
geliştirilmelidir. Buna göre, Ölüme bağlı tasarrufta kişinin veya şeyin belirtilmesinde açık yanılma
halinde miras bırakanın arzusu kesin olarak tespit edilmesi durumunda bu hükme göre tasarruf bu
arzuya göre belirleniyordu. Hocamız da bu söylediğim, aktardığım hükmün kıyas yoluyla
uygulanmasıyla söz konusu durumu tasarrufun sağlığında iptal ettirilebilmesinin mümkün
olduğunu ifade ediyor. Tabi bu söylediğim hüküm irade sakatlıklarına ilişkin bir hüküm ama işin
niteliği elverdiği ölçüde hocamıza göre kıyas yoluyla bu duruma da uygulanabilir. Hatta hocamızın
ifadelerini aynen aktarayım bakın ne diyor?
İradi sakatlıkları sebebiyle iptal hakkı tanındığına göre daha ağır bir ehliyetsizlik halinde(yani
öncelikle dimi burada mantık kuralını uyguluyor hocamız) mirasbırakan öncelikle kendi
ehliyetsizliğine dayanarak miras sözleşmesini sona erdirebilmelidir. Küçükten büyüğe kıyas
yapıyor. Bu görüşte söz konusu duruma uygun bir yaklaşım olarak kitabımızda ifade edilmiştir.
Tabi böyle bir durumda TMK 504/2 de bir süre öngörülmüştür. 1 yıl içinde bu imkandan
yararlanabilir diyor. Ancak hocamıza göre de kıyasta neyi öğrenmiştik?
-İşin niteliğine uygun düştüğü ölçüde kıyas yönteminden yararlanabiliyoruz. Ama hocamıza göre
işin niteliği gereği sürelere bağlı kılınmaması gerekiyor diyor. Dolayısıyla 504/2 yi bu şekilde süreye
bağlı olmadan uygulanabileceğini belirtiyor. Tabi sağlığında bir bedel vermişse ve bu bedeli de geri
almamışsa ölümünden sonra bu bedel sürelere tabi olmaksızın istihkak davası ile geri
istenebileceğini belirtiyor.
Miras sözleşmesinde ölüme bağlı tasarrufta bulunmayıp da sadece sağlar arası bir edim borcu
altına giren taraf yönünden de doğal olarak miras bırakanın ehliyetsizliğini ileri sürerek miras
sözleşmesinin iptalini sağlaması mümkün. Neden? Çünkü burada genel ehliyet esasları burada
geçerli.
LEHİNE TASARRUFTA BULUNULANIN VEYA FERAGAT EDENİN FİİL EHLİYETSİZLİĞİNİN SONUÇLARI
Zaten bunlar tam ehliyetsizse miras sözleşmesi geçersiz oluyor.
Sınırlı ehliyetsiz olması durumunda da sağlar arası tasarrufta bulunulduğu kabul edilir. Kanuni
temsilci rıza verinceye kadar miras sözleşmesi askıda geçersiz oluyor Neden? Çünkü bu bir
sözleşme ana kural gereği işleme onay verene kadar askıda geçersiz oluyordu ve yine genel esaslar
uygulanıyor bu durumda. Bu süreyi susarak geçirirse ya da rızasının bulunmadığını açıklarsa miras
sözleşmesi kesin hükümsüz oluyordu. Şayet bu ivazlı ise aldığı ivazı da geri vermekle yükümlü
oluyordu. Tabi böyle bir durumda miras bırakanın da tazminat hakkının saklı olduğunu belirtmiş.
Bir miras sözleşmesinde hangi durumda miras bırakanın tazminat hakkı söz konusu olabilir? Karşı
taraf fiil ehliyetine sahip olduğu hususunda miras bırakanı yanılttıysa böyle bir durumda tazminat
talebi de gündeme gelebilir.
Hocamız ilginç bir tartışmayı aktarmış. O da şu:
Bir taraf yönünden hocamızın da katıldığı görüşe göre; sağlar arası tasarrufta bulunan yönünden
ya kesin hükümsüzlük var ya da yasal temsilcisinden izin alamaması durumunda askıda
hükümsüzlük var. Öte yandan miras bırakan yönünden de iptal yani iptal edilebilirlik söz konusu.
Dolayısıyla iki taraf yönünden de farklı farklı geçersizlikler söz konusu.
Miras bırakan tarafından iptal edilebilirlik söz konusu Miras Hukuku bakımından iptal edilebilirlik
söz konusu. İşte bu görüşe karşı bir görüş de diyor ki böyle bir koruma miras bırakana daha fazla
bir koruma sağlıyor. Eşitlik ilkesine ihlal ediyor. İlişkinin bütünsel yapısını bozuyor. Farklı taraflar
için farklı yaptırımlar söz konusu. Bu doğaldır ki eşitliği ihlal ettiği gibi ilişkinin dinamiklerini de
bozuyor. Dolayısıyla bu görüştekiler aslında her iki taraf yönünden de yani sağlar arası tasarrufta
bulunan tarafın yönünden de aslında iptal edilebilirliği söz konusu olduğunu iptal kabiliyetinin söz
konusu olduğunun kabul edilmesi gerektiğini düşünüyor. Bu eşitsizliğin önüne geçirebilmek için
hocamız da baskın görüş gibi bu yaklaşıma katılmıyor. Zaten kanun sistematiği de ve uygulamada
bahsettiğim baskın görüş doğrultusunda. Bunu da ekleyelim bir kere bu evlenmede de gördük keza
Miras Hukukunda da bu istisnai bir yapılanma istisnai olarak iptal edilebilirlik öngörülüyor ve bu
kanun koyucu tarafından öngörülmüş ve hocamıza göre haklı olarak yani burada farklı geçerlilik
esaslarına tabi olmasının nedeni hukuku işlemlerinin tabiatının farklı olmasından kaynaklanıyor.
Dolayısıyla farklı işlemlerde farklı geçersizlik rejimine tabi olmasını bir tutarsızlık gibi görmüyor ve
burada kesin hükümsüzlük yönünden daha iyi bir koruma gibi gerekçeli değerinde olmadığını
belirtiyor niteliği gereği. Zaten bu farklılığın söz konusu olduğunu belirtiyor ve buradaki bir
ehliyetsizlik de kesin hükümsüzlüğe konu olan hukuka aykırılık ahlaka aykırılık gibi bunların
karşılaştırmaya elverişli olmadığından bahsediyor aslında.
Normalde kıyas da olsun temelde hukukta mantık eğitimi aldınız mı bilmiyorum orada şuna bakılır
iki olgu arasındaki öncülerin birbiriyle karşılaştırılması elverişliliği neye bakılır. Eğer bu öncüller
birbiriyle örtüşmüyorsa ve siz bunları aynı husus gibi değerlendirirseniz burada bir mantık hatasına
düşersiniz. Hatta onlara safsata derler. Bunların farklı adları var ölçülerin örtüşmemesi mantık
hatası arkadaşlar. Tabii burada irdelemeyeceğiz. Ama farklı derslerde bu mantık hatalarını
irdeleyebilirsiniz şimdi maddi anlamda ölüme bağlı tasarruflar irdeleyelim.
-Şimdi ölüme bağlı tasarruf vardı öğretide ayrımlar var önce bir kitabımızın ayrımına bakalım. Sonra
alternatif bir ayrıma bakalım. Bu farklı olabilir ama esas aynı hepsi aynı çıkış kapısından çıkmış
dediğim gibi teknik yönden aynı şeyi farklı ayrımlara ifade eden kitaplarla karşılaşabilirsiniz.
Hocamızın ifadeleri ile ölüme bağlı tasarrufların büyük çoğunluğu hem vasiyetname ile hem de ve
miras sözleşmesi ile yapılabilir. Bu konuda mesela mirasçı atanması ,vasiyet bunları da isterseniz
vasiyetname ile isterseniz miras sözleşmesi ile yapabiliyorsunuz. Bir sıkıntı olmuyor ama miras
sözleşmesi ile yaparsanız ne oluyor miras sözleşmesi tek taraflı belirlenebilir içeriğini teşkil ediyor.
Diğer taraftan ne oluyor bazı tasarruflar miras sözleşmesine, vasiyete konu olabiliyor mesela
yedek mirasçı ataması. (?) Ard mirasçı ataması, yükleme gibi.
Bu arada ben kendimi düzeltiyorum miras sözleşmesi ile sadece yapılabilir olanlar mesela mirastan
feragat.
Miras sözleşmesi yapılabilenler sadece mirastan feragat olabilir ölünceye kadar bakma sözleşmesi
olabilir kitabımız. Bunu eklememiş hatta bunu da ekleyebiliriz ve yine ölüme bağlı bağışlamalar
olabilir Bunlar sadece miras sözleşmesi ile yapılabiliyor.
Buna karşı bazı ölüme bağlı tasarruflar sadece vasiyetname ile yapılabiliyor bunları zaten farklı
farklı bağlamlarda biliyordunuz bunları size hatırlatıyorum. Bunlar mesela vakıf kurma arkadaşlar
vasiyeti yerine getirme görevlisi tayini gibi ancak dediğim gibi yani.
Siz sadece vasiyetname ile vakıf kurmaya miras sözleşmesi içerse de yapılabilir yapabiliyorsunuz
.Çünkü miras sözleşmesi vasiyetname için aranan şekil şartlarının fazlasıyla içeriyor. Genel hukuk
bilgimize zaten bu çıkarmayı da bilmemiz lazım.

Miras sözleşmesinden bahsedilemez içinde en az 1 tane bağlayıcı ölüme bağlı tasarruf olacak. Eğer
olmazsa tahvil yoluyla resmi vasiyetname olarak ayakta tutabileceğimizi söyleyebiliriz. Dolayısı ile
garipsememiz lazım miras sözleşmesi ayakta kalmazsa ve gerekli şartlar da varsa tahvili şartlarını
biliyor olmanız lazım. Böyle bir durumda resmi vasiyetname olarak ayakta tutabilmemiz mümkün
ve dediğimiz gibi vasiyetnamede konu olabilecek bir ölüme bağlı tasarruf miras sözleşmesi
içerisinde yer alıyorsa zaten artık dediğim gibi miras sözleşmesine bağlayıcı olmayacak. İçeriği
derler bazı hocalarımız tek taraflı dönülebilir içeriği derler aynı o işlem arkadaşlara vasiyetname
gibi davranabilirsiniz daha açık bir deyişle tek taraflı değiştirilebilir içeriği oluyor bizim.

Normalde sözleşmemiz de daha farklı size farklı ifadelerle açıklamaya çalıştım. Tabii ölüme bağlı
tasarrufun içerisine terekeye ilişkin tasarruf var yanında mesela terekeye ilişkin olmayan bazı
tasarruflarda var arkadaşlar mesela ölümünden sonra çocuğuna kimin vasi olmasını istediği gibi
hocamız böyle bir örnek vermiş arkadaşlar çeşitli bu tarz tasarruflar olabiliyor öğretide yapılan
başka bir ayrıma göre arkadaşlar.
Mesela şöyle yapılıyor geniş anlamda maddi ölüme bağlı tasarruflar ve dar anlamda maddi ölüme
bağlı tasarruflar diye arkadaşlar.
Geniş anlamda ölüme bağlı tasarruflar dediğimizde; vakıf kurma var mesela evlilik dışı çocuk
tanıma var aynı şekilde tereke ile ilgili olmayan demin örnek verdim mesela çocuğa vasi atanması
gibi durumlar var arkadaşlar. Ve dar anlamda ölüme bağlı tasarruflar.
Demek ki neymiş ölüme bağlı tasarruflar kendi içerisinde geniş ve dar olarak ikiye ayrılıyor genişi
açıkladık dar ise doğrudan terekeyi etkileyenler ve dolaylı olarak terekeyi etkileyenler olarak ikiye
ayrılıyor.
Doğrudan terekeyi etkileyenler, dediğim gibi mirasçı atama olabilir, mirastan çıkarma olabilir
,vasiyet olabilir. Bunlar doğrudan bir diğeri ise arkadaşlar yani dolaylı olanları diyebileceğimiz
arkadaşlar ölüme bağlı emirlerinin yerine getirilmesi belirliyorlar. Mesela paylaşma kurallarının
belirlenmesi vasiyeti yerine getirme görevlisinin atanması gibi farklı ayrımları aktarmak istedim.

Doğrudan terekeyi etkileyenler mesela demin söylediğim gibi mirasçı atama olabilir. Mirastan
çıkarma olabilir, vasiyet olabilir. Bunlar doğrudan terekeyi etkiliyorlar.
Diğeri de yani dolaylı olabilecek diyebileceğimiz miras bırakanın ölüme bağlı emirlerinin yerine
getirilmesine hizmet ediyorlar, ona yönelikler. Mesela paylaşma kurallarının belirlemesi, vasiyetin
yerine getirilmesi, ataması gibi. Yani farklı ayrımları belirlemek istedim . Bu şekilde size de daha üst
bakış açısı katmış oluruz . Bundan sonra tekil olarak maddi anlamda ölüme bağlı tasarrufları
aktaracağız. Bunların bu ayrımlar içerisindeki yerinin bilmeniz bir bakımdan önemli.
MİRASÇI ATANMASI
Miras bırakan mirasının tamamını veya belirli bir oranı için bir veya birden çok kişiyi mirasçı
atayabilir . Bu anlamda bu hususu içeren her tasarruf da mirasçı ataması sayılıyor. Burada
kitabımızda güzel örneklemiş. Mesela, bununla vasiyeti karıştırmayın diyor.
Mesela çeşitli malları bulunan bir kişinin ne yapmış çiftliğinin ½ hissesinin bir kişiye bir kişiye mirasçı
atadığını tayin etmesi, her ne kadar adının, ben seni mirasçı atadım olsa da aslında mirasçı ataması
olmuyor . Çünkü biz burada arkadaşlar mallarla değil terekenin tamamıyla ilgileniyoruz. Terekenin
tamamında belirli bir yüzdeyle atanmanız gerekiyor. Ama tabi ki bu mal, yani size atadığı mal
terekenin tamamı ise o zaman mirasçı ataması oluyor.
Nitekim arkadaşlar TMK 516/2 bir karineye yer veriyor. Eğer bir kişinin mirasının tamamını veya
belirli bir oranını almasını içeren her tasarruf, mirasçı atanması sayılır.
Dolayısıyla, bunun aksini iddia eden bunu ortaya koyması lazım. Ve bu arada illa bir üçüncü kişi
olmasına gerek yoktur.
Yasal mirasçının da ölüme bağlı tasarrufla pekâlâ mirasçı atanması mümkün . Böyle bir durumda
kendi yasal miras payına ilaveten terekenin belli bir oranı için onu mirasçı atayabilir. Ve miras
bırakan da aksini ortaya koymadıktan sonra belirli bir oran için mirasçı atanması onun yasal miras
hakkını da ortadan kaldırmıyor.
Tabi burada saklı pay rejimine dikkat edilmesi lazım. Onun ihlal edilmemesi gerekiyor.
Bu atayacağımız mirasçı atanmasını daha önce ilk dersimizde de bahsettiğimiz gibi gerçek kişi de
olabilir, tüzel kişi de olabilir. Bu biraz önce de söylediğim gibi vasiyetname yani şekli anlamda ölüme
bağlı tasarruf olarak miras sözleşmesi olarak da vasiyetname olarak da yerine getirebiliriz . Bu tarz
imkanlar var.
Ve mirasçı atamasını erteleyici bir şarta, bozucu veya geciktirici şarta bağlayabilirsiniz. Yüklemeler
yapabilirsiniz. Yüklemelerin neler olduğunu birazdan irdeleyeceğiz. Kademeli bir sistem
öngörebilirsiniz. Yedek veya artmirasçı şeklinde.
Burada zaten kitapta belirtmiş. “Alternatifli bir atamayı eşime veya ortak kızlarıma bırakıyorum”
şeklinde bir atamayı, burada eksiklik sebebiyle geçersiz sayıyor. Çünkü burada belirlemeyi bizzat
miras bırakanın kendisi yapması gerekiyor. Bu esastan bahsetmiştik. Şunu da belirtelim “veya”
bağlacından ötürü geçersiz bir atama. Çünkü kişiye sıkı sıkıya bağlı olduğundan bahsetmiştik ölüme
bağlı tasarrufların. Bunun farklı yönleri vardı. Hem yapma yönünden hem maddi boyutu vardı hem
şekli boyutu olduğundan geçen derste belirtmiştik. Maddi boyutu vardı içeriğini bizzat kendi
belirleyecekti. Ama verdiğimiz örnekte şayet objektif kriterlerle belirlenebilir bir şekilde olursa
mesela “eşim şunları yaparsa, sağlarsa veya ortak kızım hangisi daha çok sağlarsa yahut iki kızımdan
hangisinin benim vefatımdan sonra bir yıllık gelirleri hangisinin fazla olursa atamama o layık olur”.
Bu objektif belirlemedir. Burada her ikisinin de son bir yıllık gelir tablosuna bakarız. Maddi anlamda
ölüme bağlı tasarrufun kişiye sıkı sıkı bağlı olma esasıyla uyuşuyor.
Şimdi üç farklı durumdan bahsediyor TMK 572. Miras bırakanın sağlığında malvarlığında atadığı
mirasçıya devretmesine yönelik olarak yani sağlığında malvarlığını devretmesi durumu. 3 farklı
durum var. Tabi bu söylediğim mirasçı ataması için vasiyet için değil onu hatırlatalım. İlk durumda
burada kanun aktarılmış biz de onu okuyalım. Ne diyor? Bütün malvarlığını miras sözleşmesiyle
hayattayken atadığı mirasçısına devrediyor.
Miras bırakan, sağlığında bütün malvarlığını miras sözleşmesiyle atadığı mirasçıya devretmişse,
bu mirasçı resmi defter düzenlenmesini isteyebilir.

Bu özel durum. Defter düzenlenmesini isteyebiliyor. Yani bu anlamda mirasçı borçlardan sorumlu
olarak devralabileceği terekeye karşı bunun sorumluluğunu sınırlamak istiyor.
Tamam diyor sen sağlığında devrediyorsun ama bu şu anlama da geliyor bütün borçlarıyla da
birlikte devrediyor. Bu karşıdaki kişinin kendisinin korumasına, olası risklere karşı kendisini
koruması istemesine yönelik olarak resmi defter düzenlenmesini isteyebileceği belirtilmiş.
Resmi defter tutulmasını istediği zaman da sorumluluğu sadece resmi defterle, yazılanlarla sınırlı
oluyor. Yani mirasçıya sadece deftere yazılmış borçlar geçiyor. Ve bu borçlardan da deftere yazılan
borçlardan hem terekeyle hem kişisel malvarlığıyla sorumlu oluyor.
İkinci bir durumda bu da TMK 572/2 de düzenlenmiş. Burada miras bırakan malvarlığının tamamını
devretmemişse veya tamamını devredip de daha sonra yeni mallar edinmesi durumunu konu
alıyor. Burada miras sözleşmesi, aksi öngörülmedikçe yalnız sağlığında devredilmiş malları
kapsadığı kabul görür.
Terekede de genel olarak hak iddia edemiyor. Yani aslında bu atamadan ziyade oradaki malları
kapsadığına dair bir kabul. Tabi bunun aksini belirtmesi de mümkün.
Nihayet 572/3 mirasbırakanın sağlığında malvarlığını devretmesine yönelik olarak yine yedek
hukuk kuralı öngörülmüş. Gördüğünüz gibi böyle yedek hukuk kuralları var.
Gördüğünüz gibi yedek hukuk kuralları var daha önce bir arkadaş sormuştu. Hocam miras
sözleşmelerinin yorumunda bazı esaslar var mı diye. Evet var bunları farklı bağlamlarda söylüyoruz.
Burada da bir yedek hukuk kuralı var. O da şu: böyle bir ihtimalde sağlığında malvarlığını
devretmesi durumunda miras sözleşmesinden doğan hak ve yükümlülükler atanmış mirasçıların
mirasçılarına geçiyor.

Bakın bu enteresan bir çıkarım. Çünkü bu hüküm olmasaydı miras bırakandan önce ölen atanmış
mirasçıların mirasçıları onun yerini alamıyordu. Yasal intikal rejimine geri dönüyordu onu baypas
etmenin bir yolu. Biz ne diyorduk murisin vefatında hayatta olmak diyorduk. Eğer hayatta olmazsa
mirasçılara intikal ediyordu.
İşte buna yönelik olarak dediğim gibi malvarlığını sağlığında devrederse atadığı bu kişi onun
vefatından önce ölse de bu atama tasarrufu atadığının mirasçılarına geçiyor. Önemli bir yedek
hukuk kuralı.
VASİYET
Ne demiştik terminolojik olarak vasiyetname maddi anlamda ölüme bağlı tasarrufu ifade ediyordu.
Kanunda hocamız şunu irdelemiş vasiyetin konusu sadece belirli bir malın sınırlandırılması değil. O
yüzden terminolojik olarak hocamız ve öğretideki lisans kitaplarında vasiyet terimi terminolojik
olarak kullanılıyor. Üst kavram olarak vasiyet kullanılıyor. Belirli mal ise onun alt ayrımlarından
sadece bir tanesi. Miras bırakan ki biz ona vasiyetle ilgili bahislerde biz ona vasiyetçi de diyoruz.

Vasiyette ölüme bağlı tasarruf olarak lehine kazandırma yapan kişiye alacak niteliğinde bir mal
değeri bırakılıyor. Vasiyetin içeriği farklı şekillerde düzenlenebiliyor. Ancak her türlü maddi bir
değerinin olması gerekiyor. Para olabilir, irat bağlanması şeklinde olabilir. Vasiyet karşılıksız ölüme
bağlı bir tasarruftur.
Miras sözleşmesinin içerisine dahil edilmesiyle karşılıklılık ilişkisi içinde olması mümkün.
Vasiyetname eşyayı konu alıyor bu eşyanın da vasiyetin yapıldığı zamanda var olması gerekmiyor.
Önemli olan ölüm anında mesela kişilerin bunu elde edebilir olması ölüm anında terekede dahil
olmayan belirli eşyanın temini dahi vasiyete konu olabiliyor da temin vasiyeti olarak hocamız ifade
etmiş.

Kazandırmanın konusu belirli bir mal olabiliyor, alacağın temliki olabiliyor borçtan kurtarma tarzı
tasarruf olabiliyor.
Mirası reddetmiş olsa bile lehine vasiyet yapılmış ise bunun kendisine verilmesini isteyebiliyor.
Buradan da neyi görüyoruz yasal mirasçılıkla atanmış mirasçılık vasiyeti ayrı bir şekilde
değerlendirmeliyiz. Birinin geçerliliği diğerinin geçerliliğini etkilemiyor. Vasiyetin tenkisi de söz
konusu olabiliyor. Kitapta bunu irdelememiş.

Eğer vasiyet tereke mevcudunu aşıyor ise veya vasiyet borçlusunun lehine olan tasarrufun aşılması
söz konusu ise; birine vasiyet borçlusu atıyorsunuz ama onun lehine yapmış olduğunuz tasarruf
bundan çok daha düşük o da dur der zaten sen lehime ne tasarruf yaptın ki benden bu vasiyeti
yerine getirmemi istiyorsun. Dolayısı ile vasiyet borçlusunun lehine olan tasarrufun aşılması da
vasiyeti tenkis nedeni.
Tasarruf edilebilir kısmın aşılması da özellikle bundan saklı paylı mirasçılar yararlanıyorlar bu da bir
tenkis nedeni. Bu söylediğim ilk iki nedene tenkis davasına ilişkin hükümler kıyasen uygulanabiliyor.

Vasiyet miras bırakanın ölümü ile hukuki sonuç doğuruyor.

Vasiyette yer alan edimin yerine getirilmesi ,mirasçılara yöneltilen bir talep hakkı veriyor. Örneğin
Yargıtay’ın 14. Hukuk dairesinin vurguladığı gibi malın teslimini veya hakkın devrinin veya vasiyet
konusu bir davranışın yerine getirilmemesinden doğan zararı mirasçılar dava edebiliyor.

Vasiyetçi ,mirasçılarını kendi terekesi ile yükümlülük altına sokuyor aslında hocamızın dediği gibi
.Bunun kişisel bir istem hakkı olduğunu belirtebiliriz.
Ana kuraldan farklı olarak vasiyet alacaklısı kendisine hayat sigortası bedeli vasiyet edilmiş ise
mirasçılara karşı sigorta bedelinin kendisine değil doğrudan bedelin ödenmesi sigorta şirketine
başvurabiliyor.

Neymiş demek ki aktardığımız kuraldan farklı olarak vasiyet alacaklısı hayat sigortası bedeli vasiyet
edilmiş ise doğrudan sigorta bedelin ödenmesi için sigorta şirketine başvurabilir. Arada sigorta
bedelinin devredilmesi için mirasçılar başvurmuyor. Buna ilişkin hüküm TMK md.601/2. Bu
maddenin karma sigortalara ve ölüm hali için değil de belirli süre hayatta kalmaya yönelik hayat
sigortalarında uygulanıp uygulanmayacağı tartışmalı. Bir başka hayat sigortası da ölüm hali için
değil de belirli bir süre hayatta kalmaya yönelik öngörülüyor. İşte belirli bir süre hayatta kalmaya
yönelik hayat sigortalarında acaba bu söylemiş olduğum bu ana kuralın istisnası geçerli mi değil
mi? Bu öğretide tartışılıyor.

Sigorta derslerinizde göreceksiniz. Bir de bir başka tür hayat sigortası da belirli bir süre hayatta
kalmaya yönelik olarak öngörülüyor. İşte belirli bir süre hayatta kalmayı yönelik Hayat
sigortalarında acaba bu söylemiş olduğum ana kuralın istisnası geçerli mi değil mi? Bu öğretide
tartışılıyor. Bir görüşe göre bu TMK m.601 fıkra 2 bu durumda da uygulanması lazım. Diğer görüşe
göre de bu söylediğim ana kuralın istisnası, belirli süre ayakta kalmaya yönelik ölüm hali için
öngörülen hayat sigortalarında uygulanmaması gerekiyor. Bunun da çeşitli gerekçeleri var.
Bunlardan bir tanesi zaten miras bırakan hayatta iken bu süre dolmuşsa ve sigorta bedeli tahsil
edilmeden ölürse bu alacak hakkı zaten terekede kalır diyorlar ve aynı alacak vasiyeti gibi bunun
kendisine değil mirasçıların isteyebileceğini söylüyorlar .Dolayısıyla işte bu ana kuralın istisnasının
kabul edilmemesi gerektiğini söylüyorlar.

Bir de TMK 602 fıkra 2'nin sözüne bakarsanız ne diyor? Miras bırakan kendi ölümünde ödenmek
üzere diyor. Dolayısıyla bu hükmün sözü de bu istisnanın aslında dar yorumlanması gerektiğini
ifade ediyor. Yani ölümünde ödenmek üzere olan hayat sigortalarından bahsettiğini ortaya koyuyor
diye bu görüş söylüyor. O da size farklı bir bakış açısı katsın diye bu farklı görüşleri aktardım.

Vasiyet konusu olan alacak hakkı da ölümle doğuyor ve vasiyet yükümlüsünün de mirası kabul
etmesi veya ret hakkının düşmesiyle muaccel oluyor. Demek ki neymiş? Vasiyet konusu alacak
ölümle doğuyor. Bunun istisnası nedir? Mesela vasiyetin geciktirici şarta bağlanması durumunda
bir istisnası olabilir veya doğumunu geciktirici şarta bağlayabilirsiniz.

Böyle bir şey ihtimal dahilinde ama ana kural ölümle vasiyete konu alacak hakkı doğuyor ve vasiyet
yükümlüsü artık mirası kabul ederse veya ret hakkı düşerse muaccel oluyor. Ölüm tarihinden değil
de muacceliyet tarihinden sonra da farklı bir düzenleme vasiyette yoksa vasiyetin yerine getirilmesi
ancak istenebiliyor. Yani ifası talep edilebiliyor .
Bu arada bir özel durum olarak mesela alt vasiyette de vasiyet alacaklısının ve alt vasiyet
alacaklısının hakkının aynı anda muaccel olduğunu da söyleyebiliriz.

Kitabımızda bazı kararlar var onlara bakarsınız. Mesela ne diyor bir kararda. Kendisine belirli bir
mal vasiyet edilen kişi o şeyin mülkiyetini kazanamaz diyor. Belirli mal vasiyetinde kendisine mal
olunan şeyi talep etmekten ibaret şahsi bir hakkı vardır diyor. Yani Yargıtay'ın söylediğimiz bu
hususu vurgulayan bir kararını hocamız aktarmış.
Yine mesela bir karar eleştirisi yapmış. Yargıtay'ın ikinci hukuk dairesinin kararında şu ifade geçiyor:
Vasiyet alacaklısının istihkak davası açması gerekir diyor. Kararda bir mala yönelik istihkak davası
açmasından bahsediyor hocamız da haklı olarak belirli bir mal vasiyetinde sadece alacak hakkı söz
konusu olur, istihkak davası açma hakkı vermez diyor. Bazı kararlarda bazı hatalı tespitler oluyor
ama diğer bir çok kararda gayet uygun bir şekilde şahsi bir hak olduğunu da vurgulanıyor. Bu
kararlar haricinde de karar bankalarından bakarsınız birçok yerinde tespitin olduğu kararla
karşılaşabilirsiniz.

Tabi işin muaccelliyetinden bahsettiğimiz zaman, tabi eğer bu yerine getirilmeyecek olursa faiz de
muacceliyet tarihinden itibaren işliyor. Vasiyet alacaklısının faiz talep edebilmesi için de tabii
muacceliyet ile birlikte yine vasiyet yükümlüsünün temerrüde düşürmesi gerekiyor.

Vasiyet alacağını talep hakkının 10 yıllık zamanaşımı süresine bağlı olduğunu söyleyebiliriz.

Tabii bu 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğunu söylüyoruz ama bu zamanaşımı noktasında vasiyet
alacaklısının dava hakkı ölüme bağlı tasarrufu doğal olarak öğrenmesinden veya daha sonra
muaccel olmuşsa muaccel olma tarihinden itibaren 10 yıl geçmekle zamanaşımına uğruyor. Yani
şunu demek istiyoruz, öğrenmesinden sonra muaccel oluyorsa tabi muaccel olma. Diğer türlü
dediğim gibi zaten öğrendiği zaman muaccel olmuşsa zaten öğrenme tarihi esas alabiliriz.
Zamanaşımı süresinin başlangıcı tarihini irdeliyoruz.

Kendisine bir kişinin vasiyet bildirilmiş olsa da vasiyet borçlusu mirası kabul veya reddetmemiş
olursa kabul veya ret süresinin dolması ile bu süre başlıyor onu da belirtelim. Burada belirtmemiş
ama bunu vurgulayalım. Yani kendisine bildirilmiş olmakla birlikte tekrarlıyorum vasiyet borçlusu
mirası kabul veya reddi etmemiş olursa demek ki süreyi başlatabilmemiz için kabul veya ret
süresinin dolmasını beklememiz gerekiyor. Tabii muacceliyet için başka bir süre öngörüldüyse o
süreyi esas alabiliriz.

Belirli bir malda vasiyetçi sağlığında tasarrufta bulunmuş ise ölüme bağlı tasarrufu yerine
getirmekle yükümlü olanlar borcundan kurtuluyorlar zaten. Ve yine vasiyette hak sahibi olan kişinin
maddi veya hukuki ayıp veya eksikliklere karşı da vasiyetçinin ölümünden önce korunmasının söz
konusu olmayacağını daha önce belirtmiştik. Ayrıca yarar ve hasar da mirasın açılması anından
itibaren belirli bir mal bırakılana geçiyor.

Tabii bunu söylediğimiz zaman aynı anda da bu tasarrufu yerine getirmekle yükümlü olanlar da bir
takım harcamalar malın korunmasına yönelik birtakım harcamalar yapabilirler, önlemler alabilirler.
Bu yapmış oldukları masrafları da vasiyet alacaklısından daha sonra da vekaletsiz iş görme
hükümlerine göre isteyebilirler.

Vasiyet konusu bir para ise mirasın geçişiyle birlikte de bu alacağını elde edilmesi teminat altına
alınmış olmadığını hocamız belirtiyor. Çünkü vasiyet alacaklısının, öncesinde miras bırakanın
alacaklılarını korunması gereği var.

Bakın bir yedek hukuk kuralı daha var ve bu yedek hukuk kuralı önemli bir yedek hukuk kuralı
uygulamada çok karşımıza çıkar.

Bu TMK m 647 fıkra 2’dir şöyle diyor: Aksinin arzu ettiği tasarruftan anlaşılmadıkça miras bırakanın
tereke malını bir mirasçıya özgülemesi vasiyet olmayıp sadece paylaştırma kuralı olduğu kabul
ediliyor. BU ÖNEMLİ.

Bir örnek göstereyim bir hanım diyor iki oğlum var bir oğluma şu evi bırakıyorum İstanbul Etiler'de
diğerine de daha böyle hani metrekare fiyatı daha düşük olan Ümraniye'deki bir yeri bırakıyorum
daha yeni böyle gelişmeye başlayan bir yerde. Aralarında mesela beli 90 metrekare fiyat farkı
olacak. Hanımın da içi ferah diyor, ben hayatta iken mallarımı bıraktım çocuklarım benim arkamdan
tartışmayacaklar. Yargıtay'ın çeşitli kararlarında vurgulandığı üzere eğer aralarında böyle bir fark
varsa her ne kadar vasiyetnamede ben bu oğluma şunu bıraktım şu oğluma veya kızıma şunu
bırakıyorum dese de bu bir paylaşıma kuralı olarak kabul ediliyor. Bir başka deyişle vefatından
sonra bilirkişi değer tespiti yaptırır eğer değerler arasında 1’e 3 kat gibi bir fark varsa ve düşünün
saklı payı aşmıyor olsa bile gerekirse mahkeme bu aradaki farkın giderilmesini ister. Alın size yine
ihtilaflar başlar. Dolayısıyla açıkça vasiyetname yaparken bunun bir paylaştırma kuralı olmadığını
vurgulayın. Bu bir paylaştırma kuralı değildir eğer zaten karşınızdaki bir kişiye daha az verilmesini
istiyorsanız saklı payı ile bu kişinin mirasını sınırladım şeklinde bir tasarruf da belirtebilirsiniz. Ancak
bu söylediğim evin değerini aştığı ölçüde fazlasını alabilir şeklinde. Yani hayal gücünüzü kullanın o
resmi vasiyetname hazırlarken.

Birine Bağdat Caddesi üzerindeki bir yeri bırakıyorum diğerine de Kadıköy Yeldeğirmeni’nde bir yer
bırakıyorum demiş mesela ve içi rahat bir şekilde yani evet ben hayattayken mallarımı çocuklarıma
bıraktım benim arkamdan tartışmayacaklar demiş.
Yargıtay’ın çeşitli kararlarında vurgulandığı üzere eğer aralarında böyle bir fark varsa her ne kadar
vasiyetnamede ben bu oğluma bunu bırakıyorum şu oğluma şunu bırakıyorum dese de bu bir
paylaştırma kuralı olarak kabul edilir.
Ben bunu böyle aralarda yine hatırlatacağım çünkü uygulaması çok fazla. Bir başka deyişle
vefatından sonra bilirkişi değer tespiti yaptırır ve eğer değerler arsında bir fark varsa düşünün
arkadaşlar saklı payı aşmıyor olsa bile bakın gerekirse mahkeme bu aradaki farklılığın giderilmesini
ister. Yine alın size ihtilaflar başlar.
Dolayısıyla açıkça arkadaşlar vasiyetname yaparken bunun bir paylaştırma kuralı olmadığını
vurgulayın, bu bir paylaştırma kuralı değildir. Eğer zaten karşınızdakine mirastan daha az pay
vermek istiyorsanız saklı payıyla mirasını sınırlı tuttum diye bir tasarruf da belirtebilirsiniz. Ancak
bu evin değerini aştığı ölçüde fazlasını alabilir şeklide. Yani arkadaşlar hayal gücünüzü kullanın
yapacağınız o resmi vasiyetnameyi hazırlarken ama dediğim gibi ay şuna şu malı veriyorum buna
bunu veriyorum şeklinde bir vasiyetname hazırlattırırsanız sıkıntı olur. Yani bir hukukçu olarak
onlara yani bu tarz hazırlatmak isteyenlere uygun rehberlik yapmanız gerekiyor. Birçok böyle
avukat hani bazı gelen kişilerin hatta çevredeki kişilerin diyelim bazen bu hataya düştüğünü
görüyorum şiddetle uyarıyorum aman böyle yapmayın diye. Yani bu hatayı yapan kişilerle
karşılaşabilirsiniz ama siz bu yanılgıya düşmeyin. Sonra paylaştırma kurallarına tabi olur .
Tekrar ediyorum bakın hükümde ne diyor aksini tasarruf ettiği hükümden anlaşılmadıkça miras
bırakanın, vasiyet olmayıp sadece paylaştırma kuralı olduğu kabul edilir. Madde 647/2. Ve
kitabımızın ilerleyen kısımlarına çok güzel mirasçı atamayla farklarını ortaya koyuyor teker teker
bunları aktarmış:

• Lehine vasiyet yapılan kişi bir miras bırakanın cüzi halefi oluyor, atamada külli halef oluyor
• Vasiyet alacaklısı kural olarak bir alacak hakkına sahip, bir ayni hakkı yok. Mesela vasiyet
alacaklısı terekenin borçlarından sorumlu değil. Ama atandığı zaman borçlarından da
sorumlu oluyordu.
• Yine miras ortaklığına vasiyet alacaklısı dahil değil ama mirasçı atanan dahil. Atanan kişinin
mülkiyet hakkı kendiliğinden kuruluyor ama mesela size bir ev araba vasiyet edildiyse
bunun size vasiyet borçlusu tarafından devredilmesi gerekir. Yok devredilmediyse yine
dava açarsınız tabi ama. İlk aşamada evin ve arabanın mülkiyetinin geçirilmesi yönünde bir
talep hakkınız var.

Vasiyetin konusunun ne olabileceğini irdeleyelim. Şimdi bir kere mal vasiyeti söz konuş olabilir çeşit
olarak. Burada kitabınızda sıralamış, belirli bir mal bırakma vasiyeti olabilir.
Arkadaşlar mal vasiyeti dediğim gibi belirli bir mal bırakma vasiyeti olabilir, tedarik vasiyeti olabilir,
çeşit vasiyeti olabilir. Hatta bu konuda kitabımızda ayrılmamış ancak çeşit vasiyetinde öğretide
ayrılır. Normal Çeşit Vasiyeti var bir de Sınırlı Çeşit Vasiyeti var:
1-Normal Çeşit Vasiyetinde tereke de bulunmasa bile bunu temin etmeniz gerekiyor. Neydi
? Normalde o çeşit dünyada bulunduğu sürece “nevi telef olmaz ilkesi” vardı Roma Hukuku’nda.
2-Sınırlı Çeşit Vasiyetinde de tereke ile sınırlı olma durumu söz konusu oluyor.
Bunun gibi mesela Seçimlik Vasiyet var. Seçimlik Vasiyette de seçimlik borçlara ilişkin TBK Md.71
uyarınca kıyasen uygulanması söz konusu olabilir. Böyle bir durumda seçimlik hakkın vasiyet
borçlusuna, yani seçimlik vasiyetteki seçim hakkının seçim borçlusuna ait olacağı kabul edilebilir
bir düşüncedir .
Sınırlı çeşit vasiyetinde de tereke ile sınırlı olması söz konusu. Bunun gibi mesela seçimlik vasiyet
var. Seçimlik vasiyette de seçimlik borçlara ilişkin TBK m.71 kıyasen uygulanması söz konusu
olabilir.
Mesela böyle bir durumda seçimlik hakkın vasiyet borçlusuna eğer buradaki seçim hakkını seçimlik
vasiyette seçim borçlusuna ait olacağı kabul edilebilir bir düşüncedir. Alt vasiyet var
Ön vasiyet var. Yasal veya atanmış mirasçı lehine miras paylarından bağımsız olarak ona vasiyet
bırakıyorsunuz, vasiyet alacaklısı olarak onu kararlaştırıyorsunuz. Ön vasiyet bu yani.
Yasal ve atanmış mirasçıların lehine öngörülmüş vasiyet. Yine mesela bakın bir paylaştırma bir
yedek hukuk kuralı daha size dikkate alabileceğiniz: eğer bir ölüme bağlı tasarrufta ön vasiyet mi
söz konusu yoksa paylaştırma kuralı mı söz konusu olduğu yönünde belirsizlik taşıyorsa karine
olarak paylaştırma kuralı olduğu yönünde de yine bir yedek hukuk kuralı vardır. Bunları böyle
aralarda yakalamanız iyi olur. Farklı farklı yedek hukuk kuralları var.
Yine miras gibi vasiyet de reddedilebilir. Öyle bir durumda geçmişe etkili olarak da hiç doğmamış
gibi sonuç doğurabiliyor. Ancak kanunda emredici bir süre öngörülmediğinden bahsedeyim.
Kanunu açıp bakarsınız genelde on yıllık zamanaşımı süresi içinde yapılması savunuluyor. Vasiyetin
çeşitlerinden devam edelim.
Alacak vasiyeti var. İbra vasiyeti var. Oturma vasiyeti var. Mesela İntifa vasiyeti var .
İntifa vasiyeti dediğimiz terekenin tümü veya belirli bir kısmını üzerine kurulur ama burada dikkat
etmeniz gereken dikkatinizden kaçırmamanız gereken( fahiş hata kategorisinde dikkatinizden
kaçırmamanız gereken)bir şey var.

Miras bırakan kendine ait bir intifa hakkını vasiyet etmez edemez. Çünkü intifa hakkı daha önce
eşya hukukunda da gördüğünüz gibi, hak sahibinin ölümü ile sona eriyordu. Yani bizim burada
intifadan kastettiğimiz o yüzden bu yanılgıya düşmememizde önem taşıyor. Yani intifa hakkı tesis
ediliyor hali hazırda intifa hakkının vasiyet edilmesi gibi bir durum söz konusu değil.
Yine mesela oturma hakkı da vasiyet edilebiliyor İsviçre Federal Mahkemesinde. Her ne kadar intifa
olarak Türk Medeni Kanunda geçse de ayni haklar da bu kapsamda. İrat vasiyeti var. Bakma vasiyet
var. Teminat vasiyeti var gayet geniş bir yelpaze var.
Vasiyet alacağının tarafları da lehine ölüme bağlı tasarruf da bulunulan kişiye biz vasiyet alacaklısı
diyoruz. Yani ön vasiyette olduğu gibi bunun aynı zamanda vasiyet alacaklısı yasal veya atanmış
mirasçı olması da ihtimal dahilinde.
Yine tekrar tekrar söylediğimiz gibi vasiyet alacaklısı sıfatını mirasçının diğer sıfatlarından bağımsız
olarak değerlendirmemiz gerekiyor .
Bu kişinin vasiyeti kabul etmeyerek reddetmesi veya kabul etmesi diğer sıfatlarından bağımsız,
birini kabul edip diğerini kabul etmeme kendi inisiyatifindedir.
Vasiyet alacaklısı miras bırakandan önce ölürse vasiyet borçlusunun lehine vasiyet sona eriyor.
Ancak iki durumda dediğimiz gibi terekeye geri dönmesi mümkün. O da nedir ilk olarak bir kere
miras bırakan özel olarak vasiyet borçlusu belirtmezse ,miras bırakandan önce vasiyet alacaklısı
ölürse bu vasiyete konu olan hususlarda değerler terekeye geri dönüyor. İkinci bir durumda
vasiyeti yerine getirme görevlisi atanması durumunda da doğal olarak malların ona ait olması gibi
bir durum söz konusu olmuyor. Miras bırakan yine vasiyetten yararlanan kişiyi bizzat belirlemesi
gerekiyor ve bu belirlemenin yapılması bir üçüncü kişiye bırakamıyor.
Bu neyin bir sonucu maddi anlamda kişiye sıkı sıkıya bağlılık kuralının bir sonucu. Mesela miras
bırakan vasiyet alacaklısının kim olacağına karar veremiyorsa bunu vakıf kurma şeklinde tasarrufta
bulunabilir( Yazarın önerisi).
Hatta medeni hukuktan hatırlayacağınız tahvilde vermiş olduğumuz bir örnek vardı. Birden fazla
gerçek veya tüzel kişi veya topluluğu hatırlarsanız vasiyet alacaklısı olarak belirliyordu. Ancak bir
hüküm vardı. TMK 577 fıkra 2 idi mesela bir topluluğu vasiyet alacaklısı olarak belirlemesi
durumunda belirli bir amacı gerçekleştirmek üzere bir mal bırakılması durumunda eğer bu amacı
gerçekleştiremeyecekleri anlaşılıyorsa bu tasarruf vakıf kurma olarak kabul ediliyor.
Mesela hükmü yanlış söylüyor olabilirim bunu daha sonra inceleyeceğiz vakıf kurma sayılıyordu.
Bunun gibi bir gerçek kişiyi belirleyebilir veya tüzel kişiyi hatta topluluğu belirleyebilir hatta henüz
doğmamış birini bile daha sonra söyleyeceğiz art vasiyet yoluyla vasiyet alacaklısı olarak atayabilir.
Vasiyet borçlusuna gelecek olursak. Mirasçılardan birine veya bir kaçına yahut başka bir vasiyet
alacaklısına vasiyet borcunu yüklenebiliyor. Başka bir vasiyet alacaklısını da vasiyet borçlusu olarak
yüklemesine de alt vasiyet diyoruz.
Yani ben sana şunları şunları veriyorum ama sen de şunları şunları yap, orada hem vasiyet alacaklısı
ama farklı bir vasiyetinde vasiyet borçlusu buna alt vasiyet diyoruz.
Şayet söylemiş olduğum kişilerden birine yüklenmemişse artık vasiyet borçlusu sıfatı mirasçılara
ait olur hepsine ait olur.
Şayet miras bırakan ölüme bağlı tasarruflarda bu borcun yerine getirilmesini vasiyeti yerine
getirme görevlisine bırakmışsa artık bu kişiler vasiyet borçlusu sıfatına sahip oluyorlar. Hatta
sayıları birden fazla ise bu aktardığımız vasiyet borçlularında bunlarda müteselsilen vasiyet
alacaklısına karşı sorumlu oluyorlar. Tabi biz bunu kanuna baktığımızda müteselsilen sorumluluğa
nereden varıyoruz bu sonuca diye sorarsanız, biz buraya TMK 641/1 kıyasen uygulanması sonucu
varıyoruz müteselsilen sorumlulukta, baskın görüş bu doğrultuda ancak bazı başka lisans
kitaplarında çalışırsanız bu hükmün 641/1 in aslında miras bırakanın borçlarından mirasçıların
müteselsilen sorumluluğunu öngördüğünü ama burada mirasçıların sorumluluğunun da söz
konusu olduğu da ileri sürülebilir. Bunu da antiparantez söylüyorum, nerden çıktı demeyin diye.
Alt vasiyet halinde vasiyet borçlusunun kim olduğu açık, diğer vasiyetin alacaklısıdır. Vasiyet
borçlusu da herhangi bir sebeple mirasçı sıfatını kazanamazsa vasiyet borçlusu sıfatı onun yerini
alan mirasçılara geçiyor. Vasiyet borçlusunun ayırt etme gücünü kaybetmesi vasiyet borcunu
etkilemiyor. Ancak bunun yerine getirilmesi talebi yasal temsilciye yöneltilmesi gerekiyor.
Vasiyet borçlusunun ayırt etme gücünü kaybetmesi vasiyet borcunu etkilemiyor. Ancak bunun
yerine getirilmesi talebinin yasal temsilciye yöneltilmesi gerekiyor. Yani; ‘ay ben ayırt etme gücümü
kaybettim, bu vasiyet borcunu yerine getirmeyeceğim’ diye bir şey yok. Artık talebinizi yasal
temsilciye yöneltmeniz lazım.

Teslim Borcu
Mirasın açılması anındaki durumuyla belirli bir mal teslim olunuyor ve yarar ve hasarı da mirasın
açılması anında belirli mal bırakılana geçer aradan önce söylemiştik bunu. Bu anlamda mesela
vasiyet borçluları da yapmış oldukları bu masrafları vekâletsiz iş görme hükümlerine göre
isteyebiliyorlar.

Tereke İle İlgisi


Ve tenkis hususundan bahsetmiştik 3 farklı. O yüzden burada bir kere daha tekrar etmeye gerek
yok. Terekeyle ilgili 3 farklı durumda tenkisi istenebilir demiştim, kitap ondan bahsetmiş. Orantılı
olarak tenkisi istenir. 519 fıkra 1/2/3’e bakarsınız. Tasarrufu yerine getirme yükümlüsü mirasçılığı
veya kendisine bırakılan kazandırmayı reddetmiş veya önce ölmüşse, yoksun kalmışsa tasarruf
yürürlükte kalıyor, yerine getirme borcu bu durumlardan yararlananlara geçer. Tenkisle ilgili saklı
payı zedelenenlerin kitapta 519/1’den bahsetmiş. Orantılı olarak tenkisi istenebilir diğer tenkis
durum durumlarından da bahsettim aradan önce, 3 farklı durumdan bahsettim.

KOŞUL VE YÜKLEME
Bir kere koşulda aslında gerçek alanda bir ölüme bağlı tasarruf söz konusu değil. Yani bu anlamda
burada, koşulda ölüme bağlı tasarrufun etkisinin bağlandığı bir olayla karşı karşıyayız. Dolayısıyla
sırf koşuldan oluşan bir ölüme bağlı tasarruf veya sağlar arası tasarruf yapılamaz.
Miras bırakan ölüme bağlı tasarruflarını koşullara veya yüklemelere bağlayabilir ve hüküm ve
sonuçlarını doğurduğu anda da her ilgili de bunun yerine getirilmesini isteyebilir.
Şayet hukuka veya ahlaka aykırı ise bunlar bulundukları tasarrufu geçersiz kılıyorlar ancak rahatsız
edici, faydasız veya anlamsızsa bunlar yok sayılıyorlar.
Niteliği olarak tabi koşulu biliyoruz; gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belirli olmayan şüpheli bir
olay. Eğer bu hükümlerini doğurmasını sağlayacaksa geciktirici, sona ermesine sebebiyet verecekse
de bozucu koşula bağlı olduğunu kabul edebiliyoruz.
Tabi burada koşula ilişkin hükümleri de unutmamamız lazım.
Yani burada koşul gerçekleşinceye kadar borçlu bu koşulun, borcun ifasını engelleyecek her türlü
davranıştan kaçınmakla yükümlüydü. Eğer bir şekilde bu koşulun gerçekleşmesini tehlikeye
düşürürse, hatta alacaklı haklarını koruyucu tedbirlere başvurabiliyordu. Burada da o anlamda
tedbirlere başvurulması söz konusu olabilir. Ve yine koşul gerçekleşmediğinden önceki
tasarruflarda geçersiz oluyordu. Bunlar bizim temel koşullara yönelik olarak hatırlamamız gereken
kayıtlar, hükümler. Mesela TBK 171.
Şimdi tabi mirasın açılmasıyla şart gerçekleşinceye kadar ki olan sürede beklenen bir hak söz
konusu ve tasarruftan yararlananlarında bekleme durumunda koşullara ilişkin çeşitli önlemlere
başvurabileceklerini söylemiştim. Mesela ön mirasçıya geçen mirasın defteri tutulabilir.
Mesela ön mirasçıya tesliminde taşınırlarda güvence gösterilmesi istenebilir, taşınmazlarda şerh
verilmesi söz konusu olabilir. O ön mirasçı olayını ve o art mirasçılığı falan daha sonra irdeleyeceğiz.
Onlarla bu hükümleri birlikte okumamız gerekiyor.
Şimdi yüklemede tabi miras hukukuna özgü bir kurum. Ve miras veya vasiyette yararlananların
yapma veya kaçınma şeklindeki davranışlarına yönelik olarak bir isteme hakkı var ama bir alacak
hakkı teknik olarak tanınmıyor bunu açacağız birazdan.
Şimdi yüklemeden yararlananların hukuki durumunun ortaya konması noktasında bir kere her
ilgilinin tasarruf hükümlerini doğurduğu anda yüklemede belirlenen yararın yerine getirilmesini
isteme hakkı var. Ama bu bir istem hakkı yani yüklemeden yararlanan kişinin bir istem hakkı var.
Ancak vasiyette daha farklı bir durum var: Belirli bir kişiye belirli bir eşya veya hakkı talep hakkı
tanınıyor vasiyette. Yani vasiyette haktan yararlanan belirlenmişken mesela yüklemede miras
bırakanın ortaya koyduğu amaca yönelik olarak sınırlanmış her ilgili hakkın süjesini oluşturabiliyor.
Yani vasiyette bir vasiyet alacaklısı bulunması gerekirken yüklemede tek bir yararlananın bulunması
dahi mümkün. Örnek olarak kedi beslemek üzerine bir yükleme yapabilirsiniz. Bunun gibi yani bu
tabi ekstrem bir örnek ama o da mümkün.
O yüzden bu onu vasiyetten ayıran özelliklerden bir diğeri. Ve yine vasiyette bir alacak hakkı
tanınırken yükleme teknik yönden bir alacak hakkı vermiyor. Bundan dolayı yüklemenin yerine
getirilmemesi halinde bu yüklemeden yararlananlar bu ihlalden dolayı tazminat isteme hakkına
sahip değiller. Yine vasiyetten bir başka farkı da; vasiyet bir malvarlığı değeri olması gerekirken
yüklemede böyle bir zorunluluk söz konusu değil. Şimdi yükleme aslında ifa davası hakkı vermediği
için kişinin mesela zayıf durumundan hareketle malvarlığı değeri olan bazı yüklemelerin mesela
vasiyet olarak yorumlanması şeklinde öğretide görüşlerde var onu da belirtelim. Yani bu
zayıflığından ötürü o yüklemeyle demek ki miras bırakan aslında bir amacını gerçekleştirmek
istiyor. Ama bu amacı gerçekleştirirken aradaki farkları da ortaya koyduğumuz üzere ÖBT’yi daha
etkili kılmak üzere mesela onun yerine vasiyet yapması onun açısından daha mantıklı olabilir.
Şimdi araları biraz geçişli ikisinin. Yani bazen yorumlarken bu bir yükleme mi yoksa vasiyet mi
olduğu konusunda tereddüde düşülebilir. Mesela hocamız bir ifadeyi aktarmış aradaki farkları
gösteren: ‘’Koşul geciktirir, yükümlülük altına sokmaz. Yüklemi yükümlülük altına sokar ama
geciktirmez’’.
Mesela siz bir kişiye şöyle diyebilirsiniz: Ben X’e, Y’ye bakması koşuluyla diyelim 200 lira vasiyet
ediyorum. Şimdi eğer siz X’e 200 lira vasiyet ediyorum derseniz ve ondan ona bakmasını istiyorum
demeniz durumuyla bunun… Hani bir kere oradaki ifadelerinizle işin niteliği farklı olabilir.
Dolayısıyla biz burada amaca göre bir yorum yapacağız. Çünkü bunlardan ilkini kabul ederseniz yani
yükümlülük olduğunu kabul ederseniz şöyle bir durum olur: 200 lirayı verirseniz onu yükümlülük
altına sokarsınız, yok koşul derseniz 200 lirayı ancak yükümlülüğü yerine getirmesi koşuluyla vermiş
olursunuz. Ve önce bunu yerine getirir sonra da vasiyet konusu alacağa sahip olabilir.
Önce bunu yerine getirir sonra da vasiyet konusu alacağa sahip olabilir. Mesela vasiyet konusu
olması durumunda ona karşı dava açamazsınız. Neden? Çünkü olsa olsa karşı taraf bunu yerine
getirmez ve vasiyet konusu alacağa da sahip olmaz. Ama yükleme olması durumunda bu kişi bunu
aldıktan sonra sırf o kişiye bakılması hususunda dava açabilirsiniz ve asıl amacınızı gerçekleştirme
konusunda böyle bir ihtimal söz konusu olabilir.
Bunları kendi bağlamlarında değerlendirmemiz lazım. Dolayısıyla hem menfaat durumunu ve
özellikle miras bırakanın iradesi burada önem taşıyor.
Yüklemeyle koşul farklıdır. Yani koşul bağımsız bir ölüme bağlı tasarruf değil yükleme ise bağımsız.
Yani bu anlamda sadece yüklemeden oluşan bir ölüme bağlı tasarruf da yapılabilir. Yine mesela
koşulun ölüme bağlı tasarrufa etkisi var. Ancak yüklemenin ölüme bağlı tasarrufa bir etkisi yok.
Zaten alacaklı alacağını alıyor ama yüklemeye adı üstünde yükleniyor. Mesela dava açmanız
mümkün değil ancak bazen koşul ile yükleme arasında sınırlar ince olabiliyor. Bunu
değerlendirmeniz gerekiyor.
Mesela ölüme bağlı tasarruf her hangi bir tek başına bir ölüme bağlı tasarruf olması durumunda
bağımsız yüklemeler olarak nitelendiriliyor.
Dolayısıyla bakarsınız koşulla yüklemenin hukuka ve ahlaka aykırı olmaması gerekiyor tabii ki. Eğer
böyle bir durum söz konusu olursa bu ölüme bağlı tasarruflar geçersiz olacaktır. Ancak burada ifade
edilen bir ölüme bağlı tasarrufta (maddi anlamda ölüme bağlı tasarruf olabilir) bu anlamda biz
sadece ilgili ölüme bağlı tasarrufu geçersiz kılınacağını kabul ediyoruz. Ancak bu geçersiz saydığımız
ölüme bağlı tasarruflarla diğer ölüme bağlı tasarruflar arasında sımsıkı bir bağ varsa tabiri caizse o
olmadan diğerleri yapılmayacağı kabul ediliyorsa ancak bütün ölüme bağlı tasarrufların geçersizliği
söz konusu olabilir. Dolayısıyla burada bu gibi değerlendirme yapmak önem taşıyor.
Burada bazı örnekler vermiş kitabınızda. Mesela ahlaka aykırı bir kişinin bir derneğe üye olması
şartıyla, ahlaka aykırı bir gruba girmesi karşılığıyla ölüme bağlı tasarruflar yapması da yanlış. Hatta
ilginç bir karar vasiyetçinin üç torununa bıraktığı paranın reşit olma gününe kadar bankada
kalmasının hukuka aykırı olduğu sonucuna varıyor. Ama bunla taban tabana zıt başka bir Yargıtay
kararında da reşit olma gününe kadar değil de hani sen benim mallarımı kullanabilirsin ama bunları
satamazsın şeklinde bir karar var. Öğretide çokeleştiriliyor o da mesela ahlaka aykırılıktan geçersiz
olmadığından bahsediliyor. Reşit olma gününe kadar bankada kalması hukuka aykırı olduğu
sonucuna da velayet hakkının kamu düzeniyle ilgili çıkarımıyla varılıyor. Olaylar bazında
değerlendireceksiniz.
Yine imkansız olmaması gerekiyor, koşullu yüklemenin. Eğer erteleyici koşul imkansızsa yine ölüme
bağlı tasarruf hükümsüz olur. Ama bozucu koşul imkansızsa geçerli olmaya devam ediyor.
Yükleme imkansızsa, tabi burda hocamızın dediği gibi bunun imkansız olduğunu yapan bilseydi
ölüme bağlı tasarrufu yapmayacağı kabul edilebildiği hallerde bu tasarruf geçersiz oluyor. Aksi
halde konulan yükleme anlamsız olup geçerli olmaya devam ediyor. Yine bakın gördüğünüz gibi
ölüme bağlı tasarruf yapan kişinin iradesine bakmamız gerekiyor.
Başta söylediğimiz gibi koşullu yüklemeler anlamsız, faydasız, rahatsız edici olabilir bunlar yok
sayılıyor. Genel olarak da yüklemeden yararlanan kişiler bunun yerine getirilmesini talep ve dava
edebiliyorlar. Ama tabi tazminat isteyemiyorlar. Şimdi şöyle hocamız şunu tartışmış, yüklemenin
zaman itibariyle bir sınırı konusunda yasal bir düzenleme TMK da yok. Acaba bunu bir süreyle
sınırlamak gerekiyor mu? Gerekmiyor mu? Hani bu konuda farklı görüşler var. Bir görüş mesela
İsviçre Federal Mahkemesi buna 50 ile 70 yıl şeklinde bir sınırlamaya tabi tutmuş. Buna bir hükmü
kıyasen uygulayarak varmamış.
Bir başka görüş olarak hocamız mesela şunu diyor; art mirasçılık atamada art mirasçının, art
mirasçısı olamıyor. Yani iki nesille sınırlandırılmış. O hükmü burada uygulayabiliriz. Mesela birine
bahçenizi sulamak kaydıyla yükleme yaptınız en fazla 2 nesille sınırlandırılır. Ama hocamıza göre
burada zamansal sınırın her türlü miras bırakan amacına göre bir yüklemenin konusuna göre
belirlenmesi gerekiyor. Bu anlamda hocamıza göre süresiz olarak kabul edilmesinde de bir engel
söz konusu değil.
Yasal olarak belirlenmiş olan ya da iradi bir mirasçının yerine geçmek üzere başka birini
gösterebiliriz. Buna biz atamalı tasarruf diyoruz.
Önce biz yedek mirasçı atamayı irdeleyelim;
Miras bırakan atadığı mirasçının yani yerine vasiyet yaptığı kişinin mirasa hak kazanamaması
durumunda (örneğin kendinden öncesi ölmesi veya mirası reddetmesi) bir veya bir kaç kişiyi yedek
mirasçı olarak atayabiliyor. Bu şekilde olası risklerin önüne geçiyor.
Art mirasçılıkta miras önce mirasçıya geçiyor sonradan art mirasçıya geçiyor. Yani iki kere intikal
söz konusu. Ama yedek mirasçılıkta tek bir intikal var. Ya asıl mirasçıya geçiyor , baktınız ona
geçemiyorsa yedek mirasçı ya da yedek vasiyet alacaklısına geçiyor. Yedek kazandırmanın da
dediğimiz gibi iki şekli var.
Bir atama ( yedek mirasçı atama) bir de yedek vasiyet alacaklısının belirlenmesi. Bir bakıma
erteleyici şarta bağlı bir tasarruf ve geçmişe yönelik olarak mirasçılık sıfatı kaybedilmesi halinde de
şartlı olgu gerçekleşiyor. Burda yine önemle dikkat etmemiz gereken husus yedek kazandırmanın
sonuçlarını doğurabilmesi için lehine yedek kazandırma yapılan kişinin asıl mirasçının, mirasçılık
sıfatını kaybettiği anda değil, mirasın açıldığı anda sağ olarak mirasa ehil olması gerekiyor.
Referans alacağımız zaman mirasın açıldığı anda. Aradaki süre durumunda dolayısıyla artık yedek
mirasçıya değil yasal intikal kuralı devreye giriyor. Karıştırılabiliyor bu yüzden üç kere söyledim.
Böyle bir genel öğrencilerin böyle bir hata yapma durumu tespit ediyoruz. Asıl mirasçının
atamasına ilişkin kazandırmadan bu yedek mirasçı atanması durumu ayrı ve bağımsız ve bunu siz
asıl mirasçının belirlenmesinden ayrı olarak da yapabilirsiniz. Buna bir engel yok şayet mirasçının
önceden ölmesi durumunda, feragat durumunda, ölüme bağlı tasarrufun iptali durumunda,
Ölüme bağlı tasarrufun geçersizliği durumunda, çıkarma durumunda vs . Hak sahipliğini
engelleyen durum söz konusu olursa yedek mirasçının mirasçı olması gündeme gelebiliyor. Bu
anlamada payın yada vasiyet konusunun yasal mirasçılara dönüşü engelleniyor ve genel kurala bir
istisna getirilmiş oluyor. İşte bu şekilde miras bırakan mirasçılıktaki halefiyet kuralını ortadan
kaldırabiliyor. Ancak onların saklı paylı mirasçı olmamaları gerekiyor. Yani saklı pay esasına
dolanılmamasına sebebiyet vermeyecek bir yaklaşım olması gerekiyor.
Şimdi burada birden fazla yorum kuralına yer verilmiş onları aktaralım. Bu da öğretide kabul edilen
yorum kuralıdır eğer lehine birden fazla kazandırma yapılan kişi bulunuyorsa ortada yedek
mirasçılık mı yoksa art mirasçılık mı olduğu tartışmalıysa miras bırakanın iradesini yorumlamamız
gerekiyor. Şayet bir tereddüt varsa yedek mirasçının bulunduğu kabul ediliyor. Bu bir yorum kuralı
.
Bunun gibi yedek mirasçılıkla birlikte mirasçılıktan hangisinin istendiği anlaşılmadığı hallerde de
yine yedek mirasçılığın istendiği varsayılır. Bu da başka bir yorum kuralı
Kimin mirasçı olarak atandığı anlaşılmaması durumunda ise mirasçıların birlikte ve kural olarak
birlikte mirasçı sayılmak istendiği kabul ediliyor öğretide. Bunlar farklı farklı öğretide geçiyor.
Bunlar yorum kuralları birden fazla asıl mirasçı olarak atandığı durumlarda mirasın yedek mirasçıya
geçmesi için buna temel olan olayın bütün gerçek mirasçılara da gerçekleşmesinin aranıp
aranmayacağı hususunda bu da ucu açık bırakılmış. Birden fazla mirasçının olacak, atanacak ve
mirasın yedek mirasçıya geçecek.
Deminden beri bahsettiğimiz mirastan yoksunluk, ölüm, mirasın reddi vesaire bunların bütün yasal
mirasçılarda gerçekleşip gerçekleşmeyeceği aranıp aranmayacağı hususunda bir kere
mirasbırakanın iradesine bakmamız gerekiyor ve yorumla tespit etmemiz gerekiyor. Şayet
yorumda bunlardan birinin gerçekleşmesinin yeterli olacağına yönelik çıkarımımız olursa o zaman
yedek mirasçıya sadece şartın ilgili gerçekleştiği ilgilinin payı oranında elde edilir . Bu konuda
değerlendirilir . Eğer sadece bu bir kişi yönünden yeterli olduğu kabul ediliyorsa o zaman arkadaşlar
yedek mirasçılık şartının şahsının gerçekleştiği kişinin payı oranında elde edilir şeklinde çıkarım
yapılabiliriz.
Miras bırakanın irade özerkliğinin arkadaşlar onun ölümünden sonra ya da genişlemesi gibi hizmet
eden vakıf kurma gibi bu yedek mirasçılıkta arkadaşlar. Aksi halde dediğim gibi yasal intikal rejimi
devreye gireceği için arkadaşlar ana Kural devreye girer ana Kural uygulanır. Bu yüzden arkadaşlar
böyle imkanlarımız olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor. şimdi eğer miras bırakan kazandırma
lehtarının mirasçıya bunun geçmesini istemişse arkadaşlar miras bırakanın iradesini ölüme bağlı
tasarrufta açıkça ortaya koyması gerekiyor . Hocamızın belirttiği gibi en azından yorum yoluyla ve
siz yedek mirasçı veya vasiyet alacaklısı olarak birden fazla kişiyi de belirleyebilirsiniz. Buna da engel
yok arkadaşlar yani bu anlamda asıl tayini belirlenenin yerine birlikte geçecek şekilde
belirleyebileceğiniz gibi arkadaşlar kademeli olarak da peşi sıra geçeceğini belirleyebilirsiniz. Eğer
siz birden fazla kişiyi eş zamanlı şekilde yedek mirasçı olarak belirlersiniz aksi belirtilmedikçe
arkadaşlar bunların eşit şekilde hak sahibi olduğu kabul edilir.
Dolayısıyla aksı bir düşünceniz varsa ölüme bağlı tasarrufta bunu ortaya koymanız lazım
arkadaşlar. mesela daha önce söylemiştik TMK 572-3 kanunini yedek mirasçıklığa yer verilmiş miras
sözleşmesiyle atanan mirasçısını miras bırakan sağlığında mal devrederse ve mirasçı atanan kişi
miras bırakandan önce ölürse miras bırakan aksini öngörmemişse arkadaşlar miras bırakanın
sağlığında yapılan kazandırma Kendi mirasçılarına da geçiyor. Biz bunu aradan öncede söylemiştik
arkadaşlar. Bakın buda bir yedek mirasçılık kuralı ve arkadaşlar mirasçılık sıfatı kesinleşen kişi de
yeni yedek mirasçı, mirasçının değil miras bırakanın mirasçısıdır ve asıl mirasçı olarak belirlediği
kişiye yükledikleri yüklentilerde aksi miras bırakan tarafından öngörülmediyse yedek mirasçıyı da
bağlıyor. Arkadaşlar tabi yedek mirasçı ilerde muhtemel doğacak olan miras hakkının tespitine
yönelik dava açamıyor ve mirasın açılmasından öncede ölüme bağlı tasarrufun iptalini de dava
edemiyor
Delil tespiti yaptırabiliyor .
Yine mirasın açılmasından önce miras payının devri diye sözleşmeyi de yapabilir bu arada kendimi
düzeltiyorum delil tespitini miras bırakanın katılma yada izniyle değil kendi yapabiliyor bu miras
payının devrine ilişkin sözleşmede arkadaşlar mirasın açılmasından önce miras payının devrine
ilişkin miras bırakanın katılma yada izni ile yapılabiliyor düzelteyim yani söyleyeyim yine arkadaşlar
yedek mirasçı mirasın açılmasıyla ikame olgusunun gerçekleşmesi arasındaki dönemde ne oluyor
şarta bağlı olarak hak sahibi olarak hakkı söz konusu oluyor arkadaşlar ve bu bekleme döneminde
de miras payının devrine ilişkin sözleşme yapabiliyor bekleme dönemin de şimdi mesela bu
mirasçılar arasındaysa yazılı şekil aranıyor yani bu miras payının devrine ilişkin bir ana kuraldır.
Mirasçılar arasında oluyorsa yazılı şekil aranır. Bu bir geçerlilik şeklidir.
**Eğer 3. Kişiye bunu devrediyorsa noterde düzenleme şeklinde yapması gerekiyor.
Birde red hakkına gelecek olursak ret hakkı yedek mirasçının ret etme durumda değil ancak ikame
olgusunun gerçekleşmesinden sonra red hakkını kullanabilir. Bu genelde benimsenen bir görüştür
ama aksi görüşte var yani burada beklelme durumunda da yedek mirasçının red hakkını
kullanabileceği şekilde ana benimsenen görüş dediğimiz gibi ikame olgusunun gerçekleşmesinden
sonra red hakkının kullanılması bunu da belirtelim.
Mesela miras bırakan kişinin malvarlığını ivazsız tasarrufta bulunmayacağını daha sağlığında
taahhüt edebilir. Ancak bu durum sahalar arası bir tasarruftur.
Şu an da bu yedek mirasçı hususunu kapadık, art mirasçıda kalmış bulunuyoruz.
Dolayısıyla sahalar arası tasarrufu miras bırakan yapabiliyor ama eğer sağlığında bu durumun
aksine bir taahhütte bulunmuş olması söz konusu olabilir. Ki miras sözleşmelerinde genelde bu
taahhüttü de içerdiği kabul edilir. Böyle bir taahhüt sahalar arası tasarruf şekline bağlı değil.
Mesela miras bırakan bunu mirasçıya zarar verme kastıyla yaptıysa bu konuda farklı görüşler var.
Tenkise yönelik görüşler var bunları başka kitaplarda da görebilirsiniz. Miras sözleşmesinde açıkça
belirtilmese de sahalar arası ivazsız tasarrufta bulunmayacağı taahhüt içerdiği genelde kabul
ediliyor.
Şayet miras bırakan ivazsız taahhüt yapmış ve malı bir kimseye buna rağmen devretmişse,
dolayısıyla terekede vefatı dolayısıyla bu mal bulunmayacaktır. Böyle bir durumda belirli bir mal
bırakılan kişiye de bu ivazsız tasarrufta bulunan kişi miras bırakan kişinin vefatından sonra itiraz
ederek bu şeyin kendisine geri verilmesini isteyebilir.
16.11.2020
MİRAS HUKUKU
0-10 DK
Art mirasçı ile başlayacağız sonra borç ödemeden aciz sebebiyle ıskat, mirasçılıktan çıkarma da
bir ara veririz. Hedefimiz miras sözleşmesine gelmek vize sorumluluğumuz miras sözleşmesine
kadar. Görev ve yetkiler kısmını size bırakabilirim orada okuma yapmanız gerekir ama bakalım.
Yetiştirirsek birlikte üstünden geçeriz.
ART MİRASÇI ATAMA
Art mirasçı atamanın belirlenmesi başlığında ise burada ne oluyor miras bırakan ön mirasçı
kişiye geçen hafta hatırlıyorsunuz yedek mirasçı atama vardı şimdiyse art mirasçı atamasındayız.
Burada miras bırakan mirasçı atadığı kişiye mirası art mirasçıya devretmekle yükümlü kılıyor. Ve
aynı yükümlülük art mirasçıya yüklenmiyor. Bu aktarılan kurallar belirli mal bırakmada da
uygulanıyor. Art mirasçı iki farklı şekilde de hem yedek mirasçı atamadan farklı olarak bu iki farklı
şekilde de mirası önce biri alıyor bir süre sonra da bu mirası vasiyetini gösterdiği başka kişiye
bırakıyor. Art mirasçı atamanın gerekçesi nedir?
-Bir kere burada terekenin tamamını veya bir kısmını mirasçılara geçmesini isteyen fakat onların
mirasçılarına geçmesini istemeyerek bir bakıma bunu engelleme imkanı tanınıyor.
Mesela düşünün murisin eşinin önceki evliliğinden olan bir çocuğu var ve bu çocuğa geçmesini
istemiyorsunuz mirasın ne yapıyorsunuz eşinizin saklı payı dışındaki payı için bir başkasını art
mirasçı yapıyorsunuz. O şekilde size bir imkan tanınmış. Bunun yanında murisin terekesinin
mirasçılar tarafından yeteri kadar iyi yönetilemeyeceği kaygısı olabilir işte bu düşünceyle art
mirasçılık güvence hükümlerinden yararlanmak isteyebilirsiniz. O miras bırakan art mirasçılıkla
henüz ana rahmine düşmemiş bir kişiyi bile atama imkanına kavuşuyor. Dediğimiz gibi ön mirasçı
atadığı kişiye mirası art mirasçıya devretmekle yükümlü kılıyor. Tabi bu art mirasçı atama için
yaptığımız açıklamalar art vasiyet alacaklısı için de geçerli.
Aslında yine burada sıklıkla tartışılan acaba art vasiyet alacaklısı atamada geçiş gerçekleştiği
zaman acaba art vasiyet alacaklısı alacak hakkına ön vasiyet alacaklısına karşı mı yoksa vasiyet
borçlusu olan miras bırakanın mirasçılarına karşı mı kullanacak? Gökhan hocamıza göre art
vasiyette vasiyet borcunun kime karşı yerine getirileceği konusunda art vasiyet alacaklısına karşı
ön alacaklının ve onun ölümünde mirasçılarının vasiyeti ile ifa ile yükümlü olduğunu savunuyor.
Yani ne demekmiş bu? Yani art vasiyet alacaklısına karşı ön alacaklının ve onun mirasçılarının
vasiyeti ile yükümlü olduğunu söylüyor. Bu şekilde baskın görüşe katılıyor. Bunu öyle vasiyet
alacaklısına karşı ileri sürebiliyor. Azınlık görüşüne göre miras bırakanın mirasçılara karşı ileri
sürebileceği söyleniyor. Bunu savunmalarının nedeni, ön ve art vasiyet alacaklarının arasında
hiçbir hukuki ilişki yok ama mirasında da mal yok. Bu durumda ne yapacağız ön mirasçıya karşı bir
iade talebi tanınması gerektiğinden bahsediyorlar.
Demek ki burada art mirasçı atamada ne oluyor?
-Sadece iki dereceli bir art mirasçı atama imkanı tanınmış. Yani sınırsız art mirasçı belirlemenin
eşyanın tedavülünü bertaraf edeceği, ortadan kaldıracağı vurgulanıyor.
Bu anlamda mesela aile malları ortaklığı söz konusuysa mirasçı olarak altı suyu bırakmışsa
bunların diğer ortakların rızası ile onun yerini alarak ortaklığa dahil olacağı düzenlemiş. Bu
anlamda aile hukukunda gördüğünüz gibi aile malları ortaklığına bir istisna tanımamış. Yine
mesela bu arada aile hukukundan hatırlarsınız ne oluyordu aile malları ortaklığında ortaklardan
birinin ölümü halinde onun ortaklığa dahil olmayan mirasçıları ölen ortağa düşen payın
karşılığının kendisine verilmesini isteyebiliyorlardı. Bunlar aile hukuku bilgileri. Yine mesela vakıf
yoluyla da aynı soydan gelen kuşaktan kuşağa geçecek şekilde mal ve hak özgülenmesi
yapılamıyor.
10-20 DK
Yine mesela arkadaşlar vakıf yoluyla da aynı soydan gelenleri kuşaktan kuşağa geçecek şekilde
mal ve hak özgülemesi yapılamıyor, onu da hatırlatalım arkadaşlar. Kaçtı o HMK 372 miydi? Ona
da bir bakarsınız yine ki burada kitapta vurgulamış mirasçıya da vasiyetin ilk alacaklısı olana kanun
ne diyor, ön mirasçı diyor. Ondan sonra gelecek olana da art mirasçı diyor. Tanım kısmında bunu
aktarmıştık. Tabi söz konusu olan vasiyetse terminolojik olarak da ön vasiyet alacaklısı ve art
vasiyet alacaklısı ifadelerini kullanıyoruz arkadaşlar. Tabi saklı pay kurallarını zedelemedikten
sonra bu sıralama aynı şekilde yasal mirasçılar için de yapılabiliyor hatta buna eğer yasal
mirasçılarınız arasında böyle bir art mirasçılık yapıyorsanız bakın kitapta hocamızın dediği gibi ne
deniyormuş buna arkadaşlar, kurucu atama olarak isimlendiriliyormuş. Tabi her lisans kitabında
bu terminoloji yok ama en azından yarın bir gün karşılaşırsanız bu da bir ifade arkadaşlar. Kurucu
atama nerden çıktı diye düşünmeyin. Şimdi arkadaşlar doğal olarak daha önceki bilgilerimizi
hatırlayacağınız üzere eğer bu bir atama şeklindeyse külli halefiyet bir vasiyet alacaklısı mevzu
bahis ise arkadaşlar cüzi halefiyet söz konusu ve her iki durumda da bu bir bu ölüme bağlı tasarruf
bir şarta veya süreye bağlı. Ve arkadaşlar burada bir art mirasçı yararına bir beklenen hak
doğuyor. Ve bundan dolayı da kendisine birtakım teminatlar sağlanıyor. Ve bu hakkın mirasçılara
geçmesi de yine mümkün. Şimdiki başlığımız arkadaşlar art mirasçıya geçiş.
ART MİRASÇIYA GEÇİŞ
Arkadaşlar eğer bu ölüme bağlı tasarrufta herhangi bir geçiş anı öngörülmemişse, bir kere miras
ön mirasçının ölümüyle art mirasçıya geçiyor. Tabi ön mirasçıdan art mirasçıya geçiş bir süreye
bağlanabileceği gibi bir koşula da bağlanabilir. Ne dedik arkadaşlar bir süreye bağlanabileceği gibi
dedik tabi burada bir vadeden söz edebilmek için en azından kesin vade kadar art mirasçının bu
tarihte hayatta olmaması halinde bunun beklenen hakkının mirasçılarına geçeceği
kararlaştırılabilir.
Yani arkadaşlar siz bir süreye bağladığınız durumda bu tarihte art mirasçının hayatta olmaması
halinde onun dediğimiz gibi beklenen hakkının mirasçılara geçeceğini kararlaştırabilirsiniz ama
bunu yapmadıysanız arkadaşlar, aksi halde, ön mirasçı, mirası kesin olarak kazanabilir yani burada
bakın belli noktalarda inisiyatifiniz olduğunu görüyorsunuz.
Yine bunu bir koşula da bağlamış olabilirsiniz dediğim gibi arkadaşlar. Zaten kural koşula
bağlanmasıdır. Aksi ihtimalde ön mirasçının ölümüyle zaten geçiş söz konusu olur. Öte yandan
arkadaşlar bir süre konmuş olup da bunun sürenin dolmasından önce ön mirasçı ölürse miras art
mirasçıya dediğimiz gibi doğrudan geçmiyor. Ön mirasçının mirasçıları süre dolana kadar mirastan
yararlanıyorlar.
Dedik ya bu kurumun arka planında belki de art mirasçının basiretli olmaması gereği var. Zaten
miras bırakan bunu yaparken mesela çeşitli gerekçeleri olabilir ama bir süre ona belki yaşı
küçüktür vs. bir süre şirketin mesela diyelim yönetimi konusunda biraz daha kendini geliştirmesini
ister bu mesuliyetin altına girmesini istemiyordur belki dolayısıyla süre konusundaki hassasiyete
dikkat etmek gerekiyor doğal olarak. Bundan dolayı arkadaşlar ön mirasçı velev ki bu ihtimalde
ölse de onun mirasçıları süre dolana kadar mirastan yararlanabilirler. Ve arkadaşlar art mirasçı da
süre doluncaya ya da koşul gerçekleşince mirası kazanır. Ama dediğim gibi bunların aksini tabi
kararlaştırabiliyorsunuz öyle bir imkanınız var.
Şimdi bu ölüme bağlı tasarrufta arkadaşlar geçiş anı gösterilmiş olup ön mirasçının ölümünde
arkadaşlar henüz bu an gerçekleşmemesi durumunda arkadaşlar bu miras ancak güvence
göstermeleri koşuluyla ön mirasçıların mirasçılarına geçeceğini öngörüyor medeni kanun. Tabi
burada o süre hassasiyetinde veya arkadaşlar belirli bir şart durumunda da böyle ön mirasçının
mirasçılarına miras geçiyor tabi ama teminat isteniyor tabi yarın bir gün çünkü art mirasçıya
geçecek mirasın arkadaşlar herhangi bir şekilde bir olumsuzluğa uğramaması için böyle bir tedbir
öngörülmüş gördüğünüz gibi. Ve arkadaşlar yine TMK’ da belirttiği üzere mirasın art mirasçıya
geçmesine herhangi bir sebeple olanak kalmaması durumunda kalmadığı anda arkadaşlar miras
ön mirasçıya velev ki ön mirasçı ölmüşse de arkadaşlar onun mirasçılarına artık kesin olarak
kalıyor.
Şimdi teminattan güvenceden bahsetmiştik kitabımızda ayrı bir başlık da açmış ona da bakalım.
Arkadaşlar art mirasçıya geçiş anına kadar ölüme bağlı tasarruf konusunda ön mirasçının mülkiyet
hakkı art mirasçının da beklenen hakkı bulunuyor. Ve kanunda arkadaşlar art mirasçının beklenen
hakkını tasarruf yetkisine sahip ön mirasçıya karşı korumak amacıyla güvence altına alındığını
görüyoruz. Gerek ön mirasçıya geçen mirasın sulh mahkemesince arkadaşlar defteri tutuluyor
bunun da emredici olduğu öğretide belirtiliyor bu defterin tutulma hususunun. Ve yine arkadaşlar
miras bırakan aksini öngörmedikçe tabi mirasın ön mirasçıya teslimi onun güvence göstermesine
bağlı. Şayet arkadaşlar bu güvence yeterli görülürse bir de tapu kütüğüne şerh verilmesiyle de
arkadaşlar güvence sağlanabiliyor.
Aslında arkadaşlar bu ön mirasçı için bir yükümlülük olmayıp ona tanınmış bir imkan. Çünkü şerh
tapuyu kilitlemiyor aslında eşya hukuku anlamında. Ve arkadaşlar bu anlamda art mirasçının
haklarıyla bağdaşmayan tasarrufların art mirasçının hak sahibi olduğu anda ona karşı ileri
sürülmesini ama engelliyor. Böyle bir fonksiyonu var ve bunlardan arkadaşlar art mirasçıların
hakkıyla bağdaşmayan bu tasarruflar ona karşı kısmi veya tamamen geçersiz bir duruma geliyor
ve hatta art mirasçı arkadaşlar bu yapılan tasarrufların da tapu sicilinden silinmesini
isteyebiliyorlar. Şimdi arkadaşlar dediğimiz gibi ön mirasçı şayet güvence göstermezse mesela
mirasın resmen yönetimine karar verilebiliyor.
Ama arkadaşlar şunu da söyleyelim bakın mirasın resmen yönetimine karar verilir diyoruz bu
anlamda ön mirasçının güvence göstermemesi arkadaşlar aslında ön mirasın geçişini
engellemiyor onun teslimini engelliyor. Öyle bir teknik yani hassasiyet var burada. Dolayısıyla
arkadaşlar ön mirasçı güvence göstermezse veya dediğimiz gibi bir şekilde art mirasçının
beklenen haklarını tehlikeye atarsa arkadaşlar mirasın resmen yönetimine karar verilebiliyor,
veriliyor. Hükümlerine bakalım arkadaşlar.
Bir kere ön mirasçı hakkında bir başlıktayız şu anda hükümler bölümünde. Arkadaşlar ön
mirasçılar da atanmış mirasçılar gibi kazanırlar. Ve ancak art mirasçıya geçirilme yükümlülüğü ile
bu mirasa sahip oluyorlar. Ve bu anlamda art mirasçı miras bırakanın külli halefi arkadaşlar yoksa
ön mirasçının halefi değil. Ve arkadaşlar burada ön mirasçı tabi külli halef olarak arkadaşlar
tereke, teslim gerçekleşene kadar arkadaşlar bir bakıma tereke de vekaletsiz iş gören durumunda.
Tereke üzerinde sahip oluyor ama teslim gerçekleşene kadar da vekaletsiz iş gören durumunda.
Yine arkadaşlar ön mirasçı tereke borçlarından sorumlu ve yine diğer mirasçılar gibi mirası
reddedebilir veya onun resmi defterinin tutulmasını isteyebiliyor. Diğer imkanlarının ne olduğunu
zaten o seçimlik imkanlarının ne olduğunu vizeden sonra göreceğiz arkadaşlar. Burada aslında
arkadaşlar bu ön mirasçının malvarlığı içinde özel bir malvarlığı oluştuğunu vurgulamış hocamız
haklı olarak ve burada arkadaşlar aynı ikame prensibi geçerli. Ve geçişe ilişkin bu olgu artık bu
şarta mı bağlamış süreye mi bağlamış neyse artık bu olgu gerçekleştiğinde kendine intikal
edenlerden art mirasçıya geçiyor arkadaşlar.
20-30 DK
Burada aslında ön mirasçının malvarlığı içinde özel bir malvarlığı oluştuğunu belirtmiş hocamız
ve burada bir ayni ikame prensibi geçerlidir. Geçişe ilişkin bu olgu, şarta ya da süreye bağlanmış
olduğu farketmeksizin gerçekleştiğinde kendine intikal eden nedenlerden artmirasçıya geçer.
Hukuki durumlardaki boşluklarda konusunda hocamız bu konuda intifa hakkına ilişkin
hükümlerden yaralanabileceğini, artmirasçı atamanın nitelikliğine uygun düştüğü ölçüde, niteliği
dikkate alınarak bunun yapılabileceğini söylüyor. Hatırlayacağınız üzere intifa hakkı sahibi zararın
kendi kusurundan ileri gelmediğini ispat etmedikçe malın yok olmasından ve değerinin
azalmasından sorumlu oluyordu. Türk Medeni Kanunun 800. maddesi yine ''İntifa hakkı sahibi,
yararlanması için gerekli olmadığı halde tükettiği şeyleri tazmin etmekle yükümlüdür.'' diyordu.
Diğer yönden olağan kullanımlardan doğan zarardan sorumlu değildi. Türk Medeni Kanunuda
intifayla ilgili hatırlayacağımız bir diğer şey de intifa hakkı sahibi eğer yükümlü olmadığı halde
birtakım masraflar yaparsa vekaletsiz iş görme hükümlerine ilişkin bir tazminat gündeme
gelebiliyordu. Yani bu kurulan benzerlikten bunu çıkarabiliyoruz. Ancak şu hassasiyete de dikkat
etmek gerekir, intifa bünyesi ve niteliği dikkate alınarak deniliyor. Bu anlamda intifadan farklı
olarak ön mirasçı tasarruf yetkisine sahip ve ancak bu yetkisini artmirasçılar aleyhine
kullanamıyor, böyle bir teknik farklılık mevcut. Hatta artmirasçı aleyhine tasarruflar ona zarar
verdiği ölçüde geçersizdir. Tabi iyiniyetli üçüncü kişilerin bunu kazanması durumda buna bir sınır
getirilebiliyor, orada da iyi niyeti koruyan hükümlerle karşı karşıyayız.
Miras bırakanın iradesinin yorumundan eğer bu ayni atama doğrudan anlaşılmıyorsa,
artmirasçının, önmirasçıya intikal eden malvarlığına kendisine intikal eden bakiyeyle, elinde
kalanla yetinmesi gerekir. Hatta hocamız böyle bir durumda bakiyeye ilişkin atama söz konusudur
demiştir. Özellikle mirasbırakanın iradesinin yorumlanması gerekir. Demekki bir artmirasçı
atamada, eğer artmirasçının bakiyeyle geçinmesi istenmiyorsa buna ilişkin ölüme bağlı tasarrufta
artmirasçının bakiyeyle yetinmemesi gerektiği açıkça belirtilmelidir. Nitekim özellikle sizin bir
teminat yükümlülüğü getirdiğiniz durumlarda, miras bırakanın iradesinin bakiyeyle yetinilmemesi
gerektiğini, aynen tabi kendisine intikal edenin artmirasçıya da aktarıması gerektiğini çıkarabiliriz.
Bakın bu da bir yorum kuralı yine, aralarda hep söylüyoruz ölüme bağlı tasarrufların yorum
kuralları böyle dağınık bir şekilde aktarılıyor, bunlardan biri de bu. Bir teminat yükümlülüğü
getirmeniz farazi iradesi miras bırakanın bu yönde olduğunu bize işaret ediyor aksi halde bakiyeye
ilişkin bir atama söz konusu oluyor.
Dediğimiz gibi, mirası artmirasçıya geçirme yükümlülüğü ile saklı payı zedelenenen önmirasçı,
saklı payı ilan eden tasarrufun tenkisini isteyebilir.
Artmirasçı hakkındaki sonuçları: Geçiş anında sağ ise zaten mirası kazanmış oluyor. Ancak geçiş
anından önce ölmüşse veya şart ve bir vade öngörülmüş olup da bunlardan önce öldüyse,
tasarrufta aksi öngörülmedikçe miras artık önmirasçıya kalıyor, tabi tasarrufta aksi öngörülebilir.
Önmirasçı, mirasbırakanın ölümünde sağ değilse veya mirastan yoksun kalmışsa ya da mirası
reddederse artık miras artmirasçıya geçer. Ama tekrar belirtmek gerekirse bu kural emredici
değildir, yani mirasbırakan şart ya da süre gerçekleşinceye kadar kimin mirasçı olabileceğini
öngörmüş olması mümkün bir yedek mirasçılık da söz konusu olabilir.
MİRASTAN ÇIKARMA
Mirasçılıktan çıkarma durumunda, aile kurumunun mantığıyla uyuşmayan birtakım
hareketlerde bulunan saklı paylı mirasçılar söz konusudur. Böyle bir durumda onların bu saklı
paylı mirasçı niteliklerinin devam edip etmeyeceği irdelenebilir. Bu dikkate alınarak, yani bu
sıfatlara devam etmesi uygun olmayacağından mirastan çıkarma kurumu öngörülmüştür. Çünkü
aslında bu durumda artık aile bağları kopuyor, koptuğu varsayımı söz konusu. Saklı payı aşan
mirasçının mahrum edilmesine biz mirastan çıkarma diyoruz. Mirastan çıkarma saklı payın
tamamen veya kısmen ihlal edilmesinde söz konusu olur, yani tamamından veya bir kısmından
bir kişi mahrum ediliyor.
Mirastan çıkarma sebeplerinin varlığı da tek başına bu sonucu doğurmaz, ayrıca bunun maddi bir
tasarruf olarak şekli anlamda ölüme bağlı tasarrufun içinde yer alması gerekir. Tabi bu
vasiyetname çeşitlerinden biriyle yapılabileceği gibi, miras sözleşmesi ile de yapılabilir. Miras
çıkarmanın iki tane türü vardır. Ceza olarak mirastan çıkarma ve Borç ödemeden aciz sebebiyle
çıkarma.
1) Ceza Olarak Mirastan Çıkarma: Burada iki şart aranmaktadır. Az önce bahsedildiği gibi subjektif
unsur şartında somut olayda aile bağlarının kopmuş olması gerekir. Objektif şart olarak da
gerçekten objektif anlamda da bu bağı koparabilecek nitelikte olması aranmaktadır.
Burada özel borç ilişkilerinde gördüğünüz bağışlama sözleşmesiyle ilgili olarak bağışlamanın geri
alınması nedenleriyle örtüştüğü görülmektedir.
a)Mirasçı, Mirasbırakana veya Mirasbırakanın Yakınlarından Birine Karşı Ağır Bir suç işlemişse:
30-40 DK
Tabi burda özel borç ilişkilerinde gördüğünüz bağışlama sözleşmesiyle ilgili olarak bu çıkarma
sebepleriyle örtüştüğünü fark ediyorsunuzdur. Edeceksiniz yani burda başlıklara bakarak.
Şimdi bu sebeplere bakalım. İlk olarak mirasçı, miras bırakana veya miras bırakanın yakınlarına
karşı, bakın aile fertleri yok burada. Yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemesi gerekiyor. Tabi
burada bir suç ortada. Nitelendirmeyi ortadan kaldıran bir hukuka uygunluk sebebi varsa hukuka
aykırılığı kaldıran sebepler böyle bir durumda artık çıkarma söz konusu olmuyor. Ve yine bu
suçtan dolayı sanığın ceza alması da gerekmiyor hükmün sözünde bunu göremiyoruz. Hatta
kitabımızda herhangi bir ceza kovuşturması yapılmasa da veya aftan ertelemeden vesaireden
yararlansa dahi unsurun gerçekleşmesini engellemiyor. Çünkü dediğim gibi bizim bunun arka
planında objektif olarak aile bağlarının kopup kopmadığı ve sübjektif unsura bakıyoruz.
Dolayısıyla ceza mahkemesindeki bu söylediğimiz durumların olması bunu etkilemiyor.
Ve tabi yine bu suçun ağırlığında bu suçun kabahat ayrımı yapılmıyor. Hakim TMK madde 4’e göre
hakkaniyete uygun olarak takdir hakkını kullanarak objektif ve sübjektif unsurun sağlanıp
sağlanmadığına bakıyoruz. Yine mesela suça ilişkin asli ve feri iştirakin önemli olmadığını belirtmiş
ve suça teşebbüs aşamasında bile arkadaşlar çıkarma sebebi teşkil edebileceği vurgulanıyor.
Burada yakınından bahsediyoruz. Özellikle bu yakın tabirine ilişkin TBK'da manevi tazminat hani
yakınların manevi tazminat talep hakkı vardı. Hep duymuşsunuzdur. Duygusal bağ, sevinç ve
keder ortaklığı şeklinde ifade ederler. Dolayısıyla ordaki açıklamaları hatırlayabilirsiniz ve
Yargıtayın oradaki Kararını açıklamalarını görmüşsünüzdür veya hatırlıyorsunuzdur. Burada o
yakın bazen bir ev arkadaşı bazen askerlik arkadaşı bazen Üniversitesiden yakın bir arkadaşınız
olabilir. Çeşitli ihtimaller söz konusu. Burda tabiri caiz ise o kişiye yapılmış şey sanki doğrudan size
yapılmış gibi sizi etkiliyor olmalı. Tabi fiili işleyenin de suçu ve kusuru işlediği anda ayırt etme gücü
olacak. Çünkü hukuka aykırı diyoruz. Hukuka aykırılık için bu lazım. Ayırt etme gücünden
bahsettiğimiz zaman TBK’da ayırt etme gücünün geçici kaybına dair hükümler vardı. Kişi kendini
bilerek ve isteyerek o konuma getiriyorsa yine sorumlu oluyordu. Bunları zaten hatırlıyorsunuz.

Diğer bir durum mirasçı miras bırakana veya miras bırakanın aile üyelerine karşı aile
hukukundan doğan yükümlülüklerimi önemli ölçüde yerine getirmemiş olmasını söyleyebiliriz.
TMK m.510/2. Buraya aile kavramına kan hısımlığı, eş ve evlatlık dahil. Yine hocamıza göre ama
bu tartışmalı. Görüşleri de söyleyelim.
Aile kavramı içerisine hocamıza göre nişanlı ve civar hısım aile kavramı dışında, yakın kavramı
içinde kabul ediliyor. Yani nişanlı ve civar hısım, miras bırakanın aile kavramı dışında, yakın
kavramı içinde kabul ediliyor. Aile kavramı içinde kabul etmemiş hocamız. Öğretide farklı görüşler
var. Mesela Kocayusufpaşaoğlu nişanlıyı ve evlatlığı aile kavramı içinde görebiliyor. Hocamızdan
farklı olarak nişanlıyı aile kavramı içinde görüyor. Yine Dural Öz’e baktığımızda sadece nişanlıyı
kabul ediyor, civar hısımlarını kabul etmiyor. Böyle farklı görüşler var.
Şimdi dini veya moral yükümlülüğünün yerine getirilmesi bir mirastan çıkarma nedeni olmaz.
Yani bu anlamda çıkıp ebeveyninize karşı bir şahitlik yapmanız, olur da bir konuda yemin
ederseniz şahitlik ederseniz bu durum çıkarmak için haklı neden oluşturmuyor. Ancak daha önce
gördük. Yoksulluk nafakası, siz gidip de yoksulluk nafakasını yoksulluğa düşen altsoyunuza,
üstsoyunuza vermiyorsanız. O anda yoksulluğa düşüyor elindeki paraları da belki de aile konutu
var. Anneniz babanız da bir konutta oturuyor onu da satamıyorlar açıkta kalmak istemiyorlar.
Ama paraları da yok. Siz o yardımı vermiyorsunuz. Bu bir mirastan çıkarma nedeni olabiliyor. Bu
konuda İsviçre Federal Mahkemesinin kararları var. Yine mesela bir anne baba ve çocuğun aile
çıkarlarına aykırı olarak aile huzur ve bütünlüğünü bozacak şekilde birbirlerine özen
göstermemeleri, aile onurunun gözetilmemesi de çıkarma sebebi olabiliyor. Filmlerde olur ya. Biri
der aile onurumuzu beşparalık ettin seni reddediyorum. Tabi bunun çitası çok yüksek olmalı.
Gerçekten uygulamada bunun çitası gayet yukarda. Aile onuru önemli bir kavram. Ama bunun
gerçekten ihlali gerekiyor. Önemli ölçüde ihlali gerekiyor. Hükümde dediği gibi.
Yine bu kapsamda arkadaşlar eşlerin birbirlerine karşı yükümlülüklerini hatırlayalım. Evlilik
birliğini elbirliğiyle sağlamak istiyorlardı. Çocuklarının eğitimini gözetimini bakımlarını birlikte
sağlamaları gerekiyordu. Aile hukukundan eşlerin birlikte yaşaması gerekiyordu. Sadık olmaları
gerekiyordu. Ama bu illaki fiziksel bir sadakat değil manevi bir sadakatten de bahsediyoruz.
Birbirlerine yardımcı olmaları gerekiyordu.
Merve Hanım demiş: Bunlar sadece aile hukukundan doğan yükümlülük mü olmalı? Mesela
kültüre örf adete göre yükümlülükler değişebilir.
Şimdi şöyle bir hassasiyet var. Örf adete ilişkin yükümlülüklerde hususlar göreceli olduğu için en
temel o çekirdek üzerine yoğunlaşıyoruz. Yani teknik olarak aile hukuku kapsamında kabul
edebileceğimiz yükümlülüklerin ihlalinde. Ki onların da alelade ihlali değil, açıkça ihlal edilmiş
olması gerekiyor. Buradaki refleks bu çıkarma kurumunun, özellikle bu afaki ifadelerin
sınırlanması yönünde. Uygulama da bu yönde öğreti de bu yönde. Bazı kararlar var bu kadar mı!
diyebileceğiniz ama çıkarma olduğunu düşünüp çıkarma kabul edilmeyen bazı mahkeme kararları
oluyor. Mesela bizim örfümüzde senin rızamı alman gerekirdi evlenirken diyor. Bunun mesela
yerine getirilmemesi çıkarma nedeni demiyor. Ama örfünde bu çok ağır bir ihlal mesela. Bu
konuda dengelere dikkat edilmeye çalışılıyor. Çünkü diğer taraftan da kişilik hakları söz konusu.
Hani diyoruz ya, tam sorunuzun cevabı. Hem aile bağları sübjektif kopması yeterli değil. Objektif
olarak da yani normatif anlamda değerlendirme yaparak kopması gerekiyor. Bu kadarını
söyleyebilirim.

40-50 DK
Bu konularda hep o hassas dengelere dikkat edilmeye çalışılıyor. Çünkü diğer taraftan da karşı
tarafın kişilik hakları söz konusu.
Dolayısıyla hani diyoruz ya Merve Hanım tam sorunuzun cevabı ( Merve: hocam bunlar sadece
aile hukukundan doğan yükümlülük mü olmalı mesela kültüre, örf, adete göre yükümlülükler
değişebilir) hem bu aile bağlarının subjektif olarak kopması yeterli değil objektif olarak da yani
normatif anlamda değerlendirme yaparak da kopması gerekiyor. Bu kadarını söyleyebilirim
şimdilik.
Bu anlamda arkadaşlar sadece oluşturmayacak nedenler arasında mesela bir mirasbırakanla bir
rekabet içine giriyor, baba oğul rekabet ediyorlar, bu da şartı sağlamıyor arkadaşlar. Mesela
babası şunu diyor, bu konuda da İsviçre Federal Mahkemesinin kararı var, istiyor ki arkasında
evlatlarının böyle basiretli olması, şirketin yönetimini düzgün şekilde yürütmelerini istiyor ama bi
bakıyor ki çocukları ellerindeki paraları hep çarçur ediyor veya bir şekilde o kabiliyete sahip
değiller, sürekli batırıyorlar ellerindeki şeyleri. Ama bunu kendi malvarlıkları hususunda
yapıyorlar babaları veya o olayda babaydı galiba hatırlamıyorum. Mesela baba diyor; size
bırakacak param falan yok bu şirketin devamı için sizi mirasçılıktan çıkartıyorum diyor, bu da
mesela söz konusu olmuyor. Herhalde o durumda bir kobi mi var sürekliliğini sağlamak için daha
basiretli kişilere mirasını bırakmak istiyor şirket üzerindeki hisselerinin. Ama bu da yeterli bir
gerekçe oluşturmuyor. Çeşitli çeşitli ihtimaller var.
Sesinizi yükseltmeniz saygısızlık yapmanız mesela bu da bu ölçütü doğrudan sağlamıyor. Yani
gördüğüm, denk düştüğüm kararlarda en azından, fazla detayına girmeye gerek yok ama mantığı
bu arkadaşlar.
Çıkarma Sebebinin Ölüme Bağlı Tasarrufta Yer Alması
• Sebebin gösterilmesi zorunlu olmakla birlikte, yanlış nitelendirmenin önemli olmadığı
vurgulanır. Yani hakim burda önüne gelen davada doğru nitelendirme yapmalıdır. Yoksa sadece
bu nedenden dolayı, yanlış nitelendirmeden dolayı, davayı reddetmemesi gerekiyor. Onu
vurgulayalım.
• Çıkarma sebebinin tasarrufta gösterilmesi bir koşul. Ama dediğim gibi bunun
nitelendirilmesi konusunda söylediğime dikkat edelim. Yani hakim gerekirse bunu düzeltmeli. Sırf
nitelendirme hatalı diye davayı reddetmemesi gerekiyor. Olur da sebep hiç gösterilmezse ve
çıkarma yapılmışsa bu saklı paya kadar geçerli sayılıyor. Bu konuda zaten 1-2 görüş irdeleyeceğim.
Şimdi hocanın ifadelerinden gideyim. Ama bu konuda farklı görüşler var arkadaşlar. Sebep
gösterilmeden çıkarılma yapılmışsa hocamıza göre bu arzu- istek, saklı paya kadar geçerli. Bir
başka deyişle arkadaşlar mirasçı yasal miras hakkını alamıyor. Sadece saklı payını alıyor.
• Tasarrufta yazılı nedenin gerçeğe uyduğunun ispat yükü çıkarılan mirasçının miras
hakkından yararlanacak kimselere düşüyor. Yani birini çıkardınız iş bitmiyor arkadaşlar gerçekten
bu sebebin geçerli olduğunu da çıkarılan mirasçının miras hakkından yaralanacak kişilere düşüyor.
Eğer çıkarılan kimse çıkarma nedeninin doğru olmadığını ileri sürerse bu iddiayı diğerleri
çürütecek. Şayet bunu yapamazlarsa hocamıza göre; saklı payını alıyor ama miras payını alamıyor.
• Sebebin yeterli olup olmaması konusunda kitabımızda açıklamaları görüyoruz. Yani
sebebin afaki olmaması gerektiğini vurguluyor. Çünkü bir de işin ispat boyutu var arkadaşlar.
Dolayısıyla mesela daha somut olayların gösterilmesi, somut delillere dayandırılması gerekiyor.
Ve bu çıkarma sebebinin de ölüme bağlı tasarruftan önce gerçekleşmesi gerekiyor. Sadece afaki
soyut olaylara dayanarak, sonradan gerçek olsa da çıkarma sebebinin gerçekleşmeyeceği
vurgulanıyor. Bunun gerekçelerini de irdelememiz lazım. Bir kere aktardık biraz önce çeşitli
hükümleri, o hükümlerin sözü bir kere bir çıkarma sebebi arıyor ve burada dikkatinizi çekmiştir
bir geçmiş zaman kipi kullanılıyor. Dolayısıyla biz bunları söylüyoruz öncesinde olması gerekiyor
çünkü hükmün sözü buna işaret ediyor. Öte yandan aksinin kabulü durumunda da artık buna bir
sınır koymanızın da set çekmenizin de mümkün olmayacağı öğretide sıklıkla vurgulanıyor.
Dolayısıyla dediğimiz gibi sonradan gerçekleşmiş olması durumunda dahi bu olaylar çıkarma
sebebini gerçekleştirmiyor.
• Hocamıza göre; (iki farklı görüş olduğunu da vurgulamaya çalışıyorum) kural olarak şartlı
bir çıkarma tasarrufu yapılamaz. Bu anlamda hocamızın örneklerini aktarayım. Sonra bir de diğer
görüş konusunda da bir iki açıklama yapayım size farklı bir perspektif katabilmek için. Hocamıza
göre dediğim gibi şartlı olarak bir çıkarma yapamıyorsunuz. Hocamız ne demiş mesela, eşine
diyor; “eğer ilerde zina yaparsan seni mirasımdan çıkartırım ona göre hıı” diyor mesela bu
arkadaşlar çıkarma sebebi gerçekleşmemiş olduğu için bunun mümkün olmayacağını hocamız
vurguluyor. Ancak bu gerçekleşmişse böyle bir şey, ancak gerekleşmiş sebebin erteleyici veya
bozucu şarta bağlanmasının mümkün olduğunu söylüyor. Yani bu durumda mesela herhangi bir
zina gerçekleşiyor ama diyor ki sen bir kere daha bunu yaparsan diyor seni mirasımdan çıkarırım
diyor. Yani bu tarzda arkadaşlar bir bozucu şartı veya duruma göre bir erteleyici şartı, bakın o
örnek de çok güzel; uyuşturucu bağımlısına ayaklarını denk al en kısa zamanda bu kliniğe git
kendini tedavi et, arındır ancak bu şekilde mirasımdan pay alabilirsin tazı, bu şekilde olabileceğini
söylüyor.
• Öğretide farklı bir görüş de her ölüme bağlı tasarrufun şarta bağlanabileceğini söylüyor.
Bunların gerekçesi de TMK m. 515. Bu maddeye baktığınız zaman bu hükümde, şarta ve koşula
bağlanmaya yönelik, bir istisna öngörülmediğini vurguluyor bu görüş de. Yani bu çıkarımı
yapabilmemiz için bir istisnanın olmadığını vurguluyor.
• Ayrıca arkadaşlar bu hocamıza katılmayan bu diğer görüş; saklı paylı mirasçıların eğer
bunun koşula bağlanırsa, şarta bağlanırsa, saklı paylı mirasçıların artık davranışlarında daha
dikkatli olabilecekleri tabiri caizse bunun koşula bağlanarak onların daha dikkatli olması yönünde
bir araç olarak kullanılabileceğini vurguluyorlar.
• Bu diğer görüşün bir başka gerekçesi de arkadaşlar, yani şarta bağlanabileceğine ilişkin
diğer bir gerekçesi de mirasbırakanın mesela ilerde ölüme bağlı tasarruf ehliyetini kaybetmesi
durumunda veya bir şekilde tasarruf yapamayacak bir duruma gelmesi durumunda, zamanında
da mirasçılarını çıkarmasını mümkün hale getirilmesi. Yani bir bakıma ölüme bağlı tasarruf
özgürlüğünü vurguladığını belirtiyor.
• Böyle farklı farklı gerekçeler var. Hocamızın gerekçeleri de ortaya koyduğu durumlar da
yerinde ama dediğim gibi farklı perspektiflerle de duruma yaklaşılabilir. O yüzden size de
aktardım. Hatta daha öncekin derslerimizde, örgünde, şimdi uzaktan vaktimiz sınırlı diye daha az
görüşü aktarıyoruz daha önce baya baya böyle 4 tane 5 tane farklı görüşü tartışıyorduk derslerde.
50-60 DK
(Hoca öğretide birden fazla görüşün olduğundan bahsediyor.)
Bir de haklı olarak hocamız son olarak orada vurgulamış İlla Siz çıkarma terimini veya ıskat
terimini kullanmanız gerekmiyor. Yani farklı kelimelerle de bu iradenizi ortaya koymanız
mümkün.
Diğer başlık ... hükümleri. Bir kere tamamen çıkardığınız zaman kişi artık mirastan pay alamıyor.
Ve pay alamadığı için de zaten saklı Paylı mirasçılıktan pay alamıyor ve tenkis davası da açamıyor.
Miras bırakan başka türlü bir tasarrufta bulunmadıkça çıkarılan kimsenin miras payı Sanki o kişi
miras bırakandan önce ölmüş gibi alt soyuna eğer altsoyu da yoksa miras bırakanın yasal
mirasçılarına kalır Aslında biz buna mirasçılıktan çıkarmanın şahsiliği prensibi diyoruz. Yani
çıkardığınız kişinin alt soyunu etkilememesi. mesela kızınızı mı mirastan çıkardınız? bu durum
torunlarınıza etkilemiyor. torununuz mu? Yok. o zaman diğer yasal mirasçılarınıza kalıyor. miras
bırakanın mirastan çıkarmaya yönelik ölüme bağlı tasarrufunun yanında çıkardığı mirasçının payı
üzerinde tasarrufta bulunabiliyor. böyle bir durumda da mirasçılıktan çıkarılan kimsenin altsoyu
sanki o kimse miras bırakandan önce ölmüş gibi eğer onun kendi paylarını zedeliyorsa saklı pay
tenkis davası açabiliyor. yani kızını çıkardı torunları da zaten meydan boş diye oğlunu kayıracak,
oğluna aktarıyor ölüme bağlı tasarrufla. Orada torunlar dur diyebilir, bizim saklı payımız var,
mirasçılıktan çıkarmanın şahsiliği ilkesi burada geçerli, annemizi çıkarman bizi etkilemez
diyebiliyorlar. Bu gerekçeyle saklı payın ilave edileceği kısım için tenkis davası açabiliyorlar. Ayrıca
kısmi çıkarmanın da geçerli olduğu haklı olarak vurgu yapmış.
Şimdi çıkarma sebebinin ispat yükü ve çıkarmaya itiraz.
Mirasçılıktan çıkarılan kimse çıkarma sebebine itiraz ederse belirtilen sebebin varlığını ispat,
çıkarmadan yararlanan demin de söylediğimiz gibi mirasçı veya vasiyet alacaklısına düşüyor. Şunu
da vurgulamakta yarar var, biz çıkarmadan bahsediyoruz, çıkarmaya itiraz diyoruz ama öncelikle
mirasçılıktan çıkarılan kişilerin ölüme bağlı tasarruflarına ilişkin genel itiraz sebeplerine ilişkin
esaslarına göre de iptal davası açılabiliyor. Yani ileride irdeleyeceğimiz genel esaslara göre
ehliyetsizlik, irade sakatlıkları, hukuka ahlaka aykırılık gibi bu tip genel esaslara göre de iptal
davası açarak mirastan çıkarma tasarrufu da iptal edilebilir. Burada iptal kısmi oluyor.
Yani şayet tüm ölüme bağlı tasarrufları etkiliyorsa bütün de iptal söz konusu olabiliyor. Böyle
bir imkan olduğundan da bahsetmiş olalım. Ama biz burada genel iptal davasının yanındaki bir
imkandan bahsediyoruz.
Bakın burada üç farklı durumdan bahsediyor. Bu çıkarma sebebinin ispat edilmemiş olması,
çıkarma sebebinin tasarrufta belirtilmemiş olması, miras bırakan bu tasarrufu çıkarma sebebinde
düştüğü açık bir yanılma yüzünden yapmış olması. İlk iki durumda yani çıkarma sebebin varlığının
ispat edilememiş olması veya tasarrufta belirtilmemesi durumunda tabi söz konusu tasarruf saklı
payı dışında yerine getiriliyor. Ancak 3. Durumda yani miras bırakanın ölüme bağlı tasarrufu
çıkarma sebebinde düştüğü açık bir yanılma yüzünden yapmışsa bu ölüme bağlı çıkarma tasarrufu
büsbütün tamamen geçersiz oluyor. Onun saklı paya kadar korunup korunmaması değil
arkadaşlar. Burada büsbütün geçersiz oluyor.
Aslında burada saik hatası da dahil tüm hata hallerinin girdiği belirtiliyor. Açık kelimesi burada çok
da dikkate alınmıyor. Dediğimiz gibi miras bırakanın çıkarma sebebinde açık yanılgıya düştüğü
iddiasında bulunularak sadece çıkarma tasarrufunun iptali davası mümkün. Yani kısmi bir iptal söz
konusu oluyor. Bu durumda davacı sadece saklı payını alıyor. Zira miras bırakanın her şeyine
rağmen onun saklı payıyla yetinmesine yönelik bir iradesi olduğu vurgulanıyor. Bu tabi söylediğim
gibi bu husus da öğretide tartışmalı. Yani bu açık yanılma durumunda farklı görüşler var. Dediğim
gibi bir görüş yalnız saklı payının değil yasal miras payının tamamını alır diyor. Bu hocamızın
görüşü. Yani artık açık yanılma söz konusu olduğu için çıkarma büsbütün geçersiz olur diyor. Ama
diğer taraftan öğretide farklı görüşler de var. O görüşlere göre saklı payını yine alıyor ama bütün
bunlara rağmen yasal miras payını alamıyor. Yani iradesi ne olursa olsun o kişinin saklı pay
dışındaki kısmı mirasçısının bunu almaması yönünde olduğu konusunda miras bırakanın
iradesinin o yönde olduğu doğrultusunda da görüşler var, onu da belirteyim. Burada aslında söz
konusu olan miras bırakanın iradesi yorumlanıyor. Miras hukukunda böyle boşluklarla
karşılaşıyoruz. Bu da farklı görüşler olmasına sebep oluyor. Tabi şekli anlamda ölüme bağlı
tasarruflarda katı bir şekilcilik var ondan bahsetmiyorum.
Çıkarmaya itiraz davası da sadece bundan yararlanan mirasçıları tanımamış, bütün mirasçıları
tanıyor. Yani hatta hocamızın dediği gibi muhtemel mirasçılara karşı açılması gerekiyor. Yani
demek ki bu davayı sadece yararlanan mirasçılara karşı değil bütün mirasçılara karşı açacaksınız.
Af konusunda da, hocamız ne diyor, miras bırakanın affettiği bir fiili sonradan çıkarma sebebi
olarak gösterilmesi, hocamıza göre yeterli sebebe dayanmayan çıkarma olarak kabul edilmesi
gerekiyor. Yani objektif şartı sağlamadığını vurguluyor hocamız.
60-70 DK
Ve bu tabii affettiği olayı daha sonra çıkarma sebebi olarak dile getirmesi. Şayet miras bırakanın
çıkarma tasarrufundan sonra affetmesinin ise arkadaşlar çıkarma üzerine bir etkisinin olmadığını
hocamız vurgulamış. Onu da tartışacağız arkadaşlar. Bu konuda farklı görüşler var. Hocamızın
görüşünü aktarayım, bir sonraki başlığa bakayım affı çıkarma yetkisi orada irdeleriz. Ve bir hususu
daha var bakayım burada yer alıyor mu?
İtiraz davasından bahsediyoruz, hatırlarsanız. Eğer bu davayı çıkarılan mirasçı açmazsa, bu kişinin
alacaklıları ve iflas masası da daha önce aktarmıştık TMK 562/2 ye göre bu şartlarla bu davayı
açabiliyorlar belli şartlarla açabiliyorlar. Orada fıkra bir hükümleri uygulanır diyordu, hatırlarsınız
ilk haftalarda söylemiştim. Burada bir ihtara rağmen dava açmamış olması gerekiyor mirasçının.
Yani iflas masasıyla alacaklılar ihtar çekecek, buna itiraz et seni çıkarıyor ama bu haksız şey
çünkü onların da malum menfaatleri var. Bu ihtara rağmen kişi dava açmamış olacak. Tabi yine
hatırlayacaksınız arkadaşlar iflas masasıyla alacaklılar sadece alacaklarını elde etmek için gerekli
olan oranda bu imkana başvurabiliyorlar. Ve yine mirasçıya tanınan bu sürede davayı
açabiliyorlar. Bunları da hatırlayalım. Bu konuda ilgili hükmümüz neymiş demek ki TMK 562. Bunu
okumuştuk zaten bir de size tekrardan hatırlatayım dedim arkadaşlar.
AFFI ÇIKARMA YETKİSİ
Mirastan yoksunluğun miras bırakanın affıyla ortadan kalkacağı düzenlenmiş TMK 578’de. Ancak
bunun etkisi düzenlenmemiş. Bu konuda hocamızın bu affa ilişkin görüşü; ki bunun
düzenlenmemiş olmasından dolayı affın mirastan çıkarma üzerinde etkisinin olmayacağını
savunuyor. Bunu dinlerken belki sizi rahatsız ediyor. Hocam nasıl yani?
Zaten duygusal bağlar düşünüldüğü gibi kopmamış diyorsunuz. Ama hocamız miras bırakan
affetmiş olsa bile bunu ölüme bağlı tasarruf içerisinde ortaya koyması gerekiyor diyor. Eğer
gerçekten mirastan çıkarma tasarrufunu ortadan kaldırmak istiyorsa aynı şekilde bir başka ölüme
bağlı tasarrufla bunu ortaya koyacak. Hocamız bunu vurguluyor. Aslında hocamızın bu görüşü
miras bırakan affetmiş de affetmemiş de böyle afaki bazı gerekçelerle veya iddialarla ispat hususu
da var, bu çıkarmanın etkisini ortadan kaldırmamak; hali hazırda çıkarma tasarrufu. Hocamız da
diyor; eğer affın etkisinin söz konusu olmasını istiyorsan kolları sıvıyacaksın ve sen nasıl ki
çıkarmaya yönelik ölüme bağlı tasarruf yaptıysan yine gerekli şekillere uyarak oturacaksın yine
ölüme bağlı tasarruf yapacaksın. Bu durumda da aklınıza şu soru takılıyor olabilir: ama hocam
kişi bunu gerçekten yapmak istiyor, kişi affetmiş ama kişi vefat etti bunu başaramadı?
Burada diyor ki dürüstlük kuralına göre burada sınırlama söz konusu olabilir yani karşı tarafın
kişinin bunu affetmemiş olduğunu ileri sürebilmesi hakkın kötüye kullanılması teşkil edebilir.
Hocamız bu istisnaya yer vermemiş. Ama bunun arka planında dediğim gibi aslında miras
bırakanın iradesini dikkate almamak değil vurgulamak var aslında. Öğretideki bir diğer görüş de
KOCAYUSUFPAŞA olsun DURAL olsun görüyoruz, miras bırakanın affetmesi aslında kopmuş olan
aile bağlarının onarıldığını gösteriyor yani sübjektif şartın artık ortadan kalktığını gösteriyor ve
çıkarma sebebinin de ortadan kalktığını gösteriyor. Bu da aslında çıkarılana tenkis davası açarak
saklı payını isteme imkânı veriyor. Bakın bu gibi görüşlerde saklı payı ister diyor. Hassasiyetin
farkını görmüşsünüzdür. Ona rağmen bu gibi tasarruflar yapıldığı için diğer görüş şunu diyor
aslında; bu affın etkisini de ölüme bağlı tasarrufla yapılmamış olduğundan dolayı yine bir
sınırlama var. Yani yasal miras payını alır demiyor, sadece saklı payını alır diyorlar. Az önce bir
görüşten bahsetmiştim bazıları diyordu olurda mesela (tam anlaşılmıyor) tamamını geri alır
diyordu.
Ama yine de bu diğer görüşte KOCAYUSUFPAŞA da bunlara dahildir diğer görüşten arkadaşlar. Ne
diyordu buna rağmen sadece saklı payını geri alır. Burada da arkadaşlar yine Gökhan hocamız,
tabi farklı bir tartışma ama bu, burada da affın çıkarma yetkisi söz konusu olduğu zaman hocamıza
göre eğer affediyorsan ve bunun sonuçlarını ortadan kaldırmak istiyorsan ölüme bağlı tasarrufla
bunu ortaya koyarsın ve affettiğini ortaya koyduktan sonra karşındaki kişi saklı payı olsun yasal
miras payı olsun tamamını alır. Ama diğer görüş arkadaşlar dediğim gibi bu sübjektif unsur yani
kopmuş aile bağları düzeldiği için karşı taraf sadece tenkis davası açarak saklı payını alır diyor.
Diğer görüş de buna bir sonuç bağlıyor bir bakıma. Kişi gidip de bunu bir ölüme bağlı tasarrufla
düzenlememiş olmasına bağladığı sonuç nedir?
-Bu davayı açacak kişi, adı da zaten tenkis davası. Sadece saklı pay için açılabiliyor. Demek ki
sadece saklı payını alabiliyor. Demek ki arkadaşlar siz siz olun yarın bir gün böyle bir durumla
karşılaşırsanız arkadaşlar biriyle (anlaşılmıyor) veya parçası olursanız bir affetme durumunda hiç
vakit kaybetmeden kişinin bu iradesini bir ölüme bağlı tasarrufla ortaya koymasını tavsiye edin.
Bir ara verelim arkadaşlar aradan sonra devam ederiz. Yarıladık zaten. Bugün miras
sözleşmelerine kadar işleyeceğiz.
70-80 DK ----MOLA VERMİŞ------
80-90 DK
ÖĞRENCİ:
Hocam, kitapta mirastan çıkarma, saklı payın tamamen veya kısmen ihlal edilmesinde söz
konusu olur diyor. Ama aynı zamanda 894.paragrafta mirastan çıkartılmak istenen mirasçının
yasal miras hakkını alamayıp saklı payını alacağını söylüyor.
HOCA:
Orada tartışma var. o tartışma şudur: Olur da sizin bu saklı pay çıkartma tasarrufunuz açık bir
yanılmaya dayanıyorsa hani iptal ediliyor ya çıkarma tasarrufunuz bunun sonuçları ne olur? İki
farklı husus var.Bir affın çıkartma etkisinde acaba bu affın etkisinin ne olacağı konusunda iki
görüş var diğer husus da açık bir yanılma yüzünden yapılıp da çıkarma geçersiz oluyor ya
bundan ne anlamamız gerekir o da tartışmalı doktrinde.Dolayısıyla acaba saklı pay dışında en
azından yasal miras payının alınmaması noktasında mirasbırakanın o iradesi korunmalı mı diye o
konu hakkında 2 farklı görüş var.Kanun çıkarma geçersiz olur diyor. (TMK 512 ) Ama saklı
payının ötesinde yasal miras payını da geri alıp alamayacağına ilişkin iki farklı görüş var. Bir
görüş sadece saklı payıyla yetinmesi gerekir diyor. Diğer görüş artık zaten demek ki açık bir
yanılgıya düştüğü için saklı payı gibi yasal miras payına da yeniden kavuşur diyor. Yoksa tabi ki
saklı pay için kısmen veya tamamen çıkartma söz konusu oluyor bizim burada tartıştığımız yasal
mirasçılıkla ilgili.
ÖĞRENCİ
Mirastan çıkartmada saklı payı kısmen veya tamamen ihlal etmemiz gerekiyorsa nasıl mirastan
çıkarılmak istenen mirasçı saklı payı alır diyoruz?

HOCA:
Miras payını alma işte dediğim gibi bu konuya ilişkin görüş farklılıkları var.(kitapta varmış.)
Ödemeden aciz sebebiyle ıskat hususunu inceleyelim.
Bunun amacı mirasbırakanın saklı paylı mirasçısı olan altsoyunun borçlarını ödemeden aciz
halde bulunması dolayısıyla ona düşecek mirasın tamamının alacaklılarının eline geçmesini
önlemek amacıyla ona böyle bir imkan verilmiştir. Yani burada mirasçının çocukları
korunmuştur. Bunun şartları nelerdir?
Çıkarılan mirasçı, mirasbırakanın alt soyu olması gerekiyor ve altsoyunun da doğmuş veya
doğacak çocuklarının olması gerekiyor.Doğmuş veya doğacak çocuk ifadelerine yönelik
tartışmalar var. Doğmuş çocuklardan ifade edilmek istenen bir görüşe göre çıkarma
tasarrufunun yapıldığı anda doğmuş olması diğer baskın görüşe göre ölümü anında hayatta olan
doğmuş olması yani biri tasarruf anında doğmuş olmasını diğer görüş ise ölüm anında doğmasını
esas alıyor. Diğeri doğacak çocuklar ifadesidir. Bir görüş mirasbırakanın ölümünden sonra doğan
veya ana rahmine düşen çocukları anlıyor ve bu anlamda ölümü anında henüz ana rahmine
düşmemiş altsoyların aciz sebebiyle mirasçılıktan yararlanabilmeleri için mirasbırakanın bu
konuda açık iradesinin bulunması gerektiğini söylüyor. Hakim görüş ise bu doğacak çocukların,
mirasbırakanın ölümü anında hiç değilse ana rahmine düşmesini kabul ediyor. Mirasın geçiş
anında da ödeme güçsüzlüğü belgesi bulunan altsoy saklı payının yarısı için mirasçılıktan
çıkarılıyor. Aslında burada bir dengeleme vardır. Mirasçının alacaklılarıyla miras menfaati
arasında saklı payının tamamı için değil saklı payının yarısı için mirasçılıktan çıkarılıyor ve ancak
bu kısmına yönelik olarak bu kısmın doğmuş ve doğacak çocuklara özgülenmesi gerekir. Bu ilk
şart. İkinci şart ise:
Altsoy borç ödemeden aciz halde bulunacak. Bu durumda kesin aciz vesikası alınıyor bu belgenin
de mirasın açıldığı tarihte hüküm taşıması gerekiyor. Bu da tartışmalıdır aslında. Hocamıza göre
ödeme güçsüzlüğü belgesinin çıkarma tasarrufunun yapıldığı anda bulunmasına gerek yoktur
yani mirasın açıldığı tarihte hüküm taşımakta bulunmuş olması gerekiyor. Aynı zamanda
çıkarma tasarrufunun yapıldığı anda bunun bulunmasına, ödeme güçsüzlüğü belgesinin
bulunmasına, kesin aciz vesikasının alınmasına gerek yoktur diyor. Dediğim gibi bu, hocamızın
görüşü ancak bu birinci görüşün kabulüyle birtakım sakıncaların da olabileceği belirtiliyor şöyle
ki:
İlk görüşün kabulüyle Alacaklıların miras açılıncaya kadar zamanaşımını kesmek için icra takibi
de aciz vesikası alma aşamasına getirip bunu ancak mirasın açılmasından sonra talep etmek
suretiyle aslında bu bahsettiğimiz TMK 513 ün pratik uygulamasını engelleyebilirler.
90-100 DK
Birinci görüşün kabulüyle arkadaşlar birtakım sakıncaların da olabileceği belirtiliyor. Şöyle ki
arkadaşlar ilk görüşün kabulüyle;
Alacaklıların miras açılıncaya kadar zamanaşımını kesmek için arkadaşlar, icra takibini haciz
vesikası alma aşamasına getirip bunu ancak mirasın açılmasından sonra talep etmek suretiyle
aslında bu bahsetmiş olduğumuz TMK 513 pratik uygulanmasını engelleyebilirler. Yani ellerinde
bir bakıma koz meydana getirebilirler. Hocamızın görüşüne karşı öğretide ileri sürülen bir eleştiri.
Onu da belirteyim. Bazen kafanızda canlanıyordur falan. O yüzden orda da arkadaşlar farklı, esas
alma anının hangi anın esas alınması gerektiği konusunda aciz halde bulunma konusunda farklı
bir görüşü dile getiriyor bu eleştiriyi ileri sürerek arkadaşlar.
Şimdi, diğer bir şart mirasçının altsoyunun saklı payının yarısını arkadaşlar onu doğmuş veya
doğacak çocuklarına özgülemesi gerekiyor. Yani onu demin bahsetmiştim. Ona özgüleyip de
başka bir yere yöneltmeyecek arkadaşlar. Nihayet ölüme bağlı tasarruf şekillerinden biriyle
arkadaşlar bunun yapılması gerekiyor. Aynı demin diğer çıkarma şekillerinde olduğu gibi.
Arkadaşlar bunun sonuçlarına bakalım. Bir kere çıkarılan bakımından ve çıkarılanın altsoyun
çocukları bakımından.
Çıkarılan bakımında bir kere saklı payın yarısını alıyor ve diğer yarısı da altsoya geçiyor
arkadaşlar. Çıkarılan altsoy ama mirasçılık sıfatını kaybetmiyor. Bu noktada aslında ceza amacıyla
çıkarmaktan farlı olarak koruyucu çıkarmada arkadaşlar mirasçılıktan dediğimiz bu kısmi bir
çıkarma söz konusu oluyor. Ve çıkarılan altsoy saklı payın diğer yarısı oranında dediği gibi diğer
mirasçıların sahip olduğu her türlü hakka sahip. Bu anlamda sorumluluğu da devam ediyor. Hatta
tenkis davası açma hakkı da yine bu durumda saklı oluyor. Çıkarılan altsoyun çocukları
bakımından ise arkadaşlar, altsoyun doğmuş çocukları arkadaşlar bu pay üzerinde üstsoy bu
mirasın açıldığı sırada ölmüş gibi (tabiri caizse) hak sahibi olabiliyorlar. Doğmamış çocuklar
bakımında ise arkadaşlar bir artmirasçılık söz konusu oluyor. Burada şeyi de yapmış arkadaşlar.
Tabi saklı payı daha görmediniz ama altsoyun miras payının ¼ ü diyor. Onu göreceğiz daha sonra
saklı pay oranlarında arkadaşlar. Ama burada çıkarılan altsoyun miras payının ¼ ü çocuklarına
özgülenebilir. Miras payının biliyorsunuz zaten onun yarısının yarısı nihayet de ¼ çıkıyor. Bunları
zaten göreceksiniz.
İptali konusuna gelecek olursak miras açıldığı zaman ödeme güçsüzlüğü belgesinin hükmü
kalmamışsa veya artık kapsadığı borcun tutarı mirasçılıktan çıkarılanın miras payını yarısını
aşmıyorsa, (aşmıyorsa zaten böyle bir şeye girişmenin mantığı yok arkadaşlar.) böyle bir
durumunda mirasçılıktan çıkarılanın istemi üzerine çıkarma iptal oluyor arkadaşlar.
Hocamıza göre böyle bir durumda saklı payın tamamını elde etmeye yönelik bir tenkis talebi söz
konusu olmadığını belirtiyor. Baskın görüşten ayrı olarak. Evet, haciz sebebiyle mirasçılıktan
çıkarılan arkadaşlar mirastan çıkarmanın iptali davasını açmazsa bu davayı açma hakkı onun
alacaklarına geçmiyor. Bakın burada inceliği fark etmişsinizdir. O da şu demin ne demiştik. Cezai
mirasçılıktan çıkarmada arkadaşlar mirasçının alacaklarına bir imkân tanındığından bahsetmiştik.
TMK 557 aktarmıştık arkadaşlar. Ama burada aynı imkân söz konusu değil arkadaşlar. Onu da
belirtelim.
Hatta hatırlıyorum birkaç yıl önce bir sorumuzda bu böyleydi. Bu 557 yararlanma imkanının
arkadaşların akılları karışmıştı. Bu koruma amaçlı çıkarmada uygulanıp uygulanmayacağı
konusunda mesela çok karıştıran olmuştu arkadaşlar bunu da söyleyeyim. Burada belki tek bir
cümleyle geçiyor ama biraz önemli, detaylar konusunda insanın dikkati dağılabiliyor. Ona da
dikkat edin.
Şimdi vakıf kurmadan bahsedelim arkadaşlar.
Vakıf kurmada da arkadaşlar ne oluyor. Burada 4 farklı ihtimal söz konusu arkadaşlar.
Bir kere ölüme bağlı tasarruf yoluyla arkadaşlar ilk olarak mirasbırakan ilgili hükmü okuyalım.
Mirasbırakan arkadaşlar ölüme bağlı tasarruf aracılığıyla terekesinin tasarruf edilebilir kısmının
tamamını veya bir bölümünü arkadaşlar bir tüzel kişilik meydana getirmek suretiyle özgülüyor.
Vakıf kurma iradesini açıklıyor arkadaşlar. Ancak sağlıklı kurulan vakıflardan farklı olarak
arkadaşlar şekil olarak burada resmi senedin yerini vasiyetname (el yazılı resmi) ya da miras
sözleşmesi alıyor arkadaşlar.
İkinci bir ihtimal arkadaşlar. Mirasbırakan bir tüzel kişilik meydana getirme amacı olmadan da bir
vakıfla ilgili ölüme bağlı tasarrufta bulunabilir. Onun amacını gerçekleştirmesine yönelik bir
yükleme yapabilir. Yüklemelerden bahsetmiştik arkadaşlar. Bir başkasının ölüme bağlı tasarruf
yapıyor ama belki her ay vakfa belirli miktar para veya ürün verme şeklinde yüklemeyle onu kayıt
tutuyor. Böyle bir durumda mesela bağımsız olmayan vakıftan bahsedeyim.
Ve arkadaşlar ölüme bağlı tasarrufla bir yükleme olarak da bir vakıf kurmadan bahsedilebilir. Yani
yüklemenin kendisinin de bir vakıf kurma söz konusu olabilir arkadaşlar. Zaten böyle bir durumda
bu vakıf sağlararası bir işlem yapılır. Kişi yükleme olarak gidiyor sağlığında bir vakıf kuruyor.
Dördüncü bir hüküm de arkadaşlar. Kanunumuzda 577/2 arkadaşlar bakın hatırlayacaksınız
arkadaşlar.
Tüzel kişiliği bulunmayan bir topluluğa belli bir amaç için yapılan kazandırmaları, o topluluk
içindeki kişiler, mirasbırakan tarafından belirlenen bu amacı gerçekleştirme kaydıyla birlikte
edinmiş olurlar; amacın bu yolla gerçekleştirilmesine olanak yoksa, yapılan kazandırma vakıf
kurma sayılır.
Ve kanuni bir tadil yani kişinin iradesi ayakta tutuluyor. Ve bu arkadaşlar tüzel kişiliği bulunmayan
topluluğa, yapılan bu kazandırma vakıf kurma olarak ayakta tutuluyor.
100-110 DK
Vakıf kurma niteliğiyle tek taraflı hukuki işlem. Ancak vasiyetnameye konu olabiliyor. Miras
sözleşmesinin içerisinde de yer alabilir. Vakfın miras bırakanın borçlarından sorumluluğu da kişiler
hukuku bilgilerimizi hatırlayalım. Vakfın miras bırakanın borçlarından sorumluluğu kendisine özgü
gelen mal yada haklarla sınırlıdır. Bunun gerekçesinde de miras bırakanın alacaklılarının intikal
edenler dışında da sorumluluklarını önlemek.(TMK md.105/3)
Vakıf kurmaya ilişkin ölüme bağlı tasarrufta bir tüzel kişi yaratmanın yanında bu tüzel kişinin bir
mirasçı atanması veya onun yine vasiyet yapılması şeklinde iki tane işlem var. Yani neymiş bu vakıf
kurmada hocamıza göre vakıf kurmaya yönelik bir ölüme bağlı tasarrufta bir yaratma işlemi var
tüzel kişiliğin. Mirasçı atanması veya lehine vasiyet yapılması var. Bu baskın görüş diyebiliriz.
Azınlıktaki görüşe ise vakıf kurmanın tek bir amacı var o da tüzel kişilik kurmak diyor. Vakıf kurma
için yapılan dediğimiz gibi bu bir mal vasiyeti olabilir, mirasçı atama olabilir çeşitli şekillerde bu
özgüleme yapılabilir. Tüzel kişinin oluşmasında terekedeki bir malın unsur olarak bulunduğu için
mirası reddetmesi de söz konusu olamıyor. Çünkü her ne kadar vakıf kurma aslında iki ayrı
işlemden oluşsa da bunların birbirinden ayrılmaz şekilde bir bütünlük oluşturduğunu kabul
ediyoruz. Aslında pratik olarak iki görüşün birbirinden çok da farklı olmadığını söyleyebilirim. Bu
yapılan tahsis miras bırakanın ölümü ile hüküm ifade ediyor. Ancak vakfın tüzel kişilik
kazanabilmesi için tabi onun sicile tescilinin yapılması gerekiyor. Bu yapılan tescil ile terekede yer
alan bir mala tüzel kişilik kazanmış oluyor.
Bu konuda aslında iki görüş var. Önce hocamızın görüşünü söyleyeyim yapılan bu tescil ile vakıf
belirli mallara sahip olarak tüzel kişilik kazanıyor. Taşınmazların tescilini, taşınırların zilyetliğinin
naklini alacağın temlikine gerek olmaksızın söz konusu olabiliyor. Hatta bu TMK md.105/1
uyarınca geçmişe etkiyi engellemediğini belirtiyor. Hocamızın katıldığı görüşte tescil işlemine
kadar tabiri caizse burada yasal mirasçılara benzer şekilde burada bir bekleme durumu var. Vakıf
tescil ile birlikte geriye etkili olarak kendisine özgülenen malların sahibi oluyor. Aslında burada bir
ceninin mirasçılığına ilişkin hükümlerin de kıyasen uygulanabileceği söyleniyor. Yine vasiyet
alacaklısı olsa da mesela miras açıldığında bunu kazanıyor ancak tüzel kişiliğin kazanılması ile ileri
sürebiliyor. Bir de Oğuzman’ın katıldığı azınlık görüşü var. Art mirasçılığa ilişkin hükümlerin
uygulanması gerekiyor. Bundan dolayı ölüm ile vakfa tahsis edilen mallar yasal mirasçılara ait
oluyor aslında. Vakıf ise art mirasçılığa ilişkin bundan sonra iktisap ediyor.
Vasiyeti yerine getirme görevlisini irdeleyeceğiz. Miras bırakan bir veya birden fazla vasiyeti
yerine getirme görevlisi atayabiliyor. Bunu vasiyetname ile veya miras sözleşmesi ile yapabiliyor.
Görevliyi bizzat kendisinin belirlemesi gerekiyor. Bu konuda da bazı farklı görüşler var. Bir görüşe
göre sınırsız bir serbestiyi 3.kişiye vermesi tabi ölüme bağlı tasarrufun kişiye sıkı sıkıya bağlı
olmasıyla uyuşmuyor. Ancak miras bırakan objektif ölçütlerle sınırlandırırsa kişi grubunu objektif
ölçütlerle sınırlandırırsa pekala 3.kişiye de bunun belirlenmesini bırakabilir. Ama hocamıza göre
hiçbir şekilde bunun 3.kişiye bırakılmaması gerekiyor. Bizzat kendisinin belirlemesi gerekiyor aksi
halde ölüme bağlı tasarrufun kişiye sıkı sıkıya bağlı olmasıyla örtüşmüyor. Belirli bir kişi
belirlenebileceği gibi bir makamda oturan kişi de belirlenebilir. Belirli bir konumda olan kişinin
belirlenmesi durumunda acaba burada ifade edilmek istenen bu konumda bulunan belirli bir kişi
mi yoksa o konumda kim bulunuyorsa o mu acaba? Bunun yorumlanması gerekiyor. Belirli bir kişi
olduğundan bahsediliyorsa demek ki o kişi o konumdan ayrılsa bile yine vasiyeti yerine getirme
görevlisi olarak atanabiliyor.
110-120 DK
Şayet belirli bir kişi ise bu kişi bu konumdan ayrılsa bile yine vasiyeti yerine getirme görevlisi
olarak atanabiliyor. Bunu da size bir fikir jimnastiği olsun diye aktardım.
Arkadaşlar sulh hâkimi tabi görevini vasiyeti yerine getirme görevlisine bildiriyor. Ve bu bildirim
tarihinden başlayarak 15 gün içinde ya kabul edebilir, kabul etmeyebilir ya da ya da kabul etmiş
sayılabilir, yani susabilir. Ki burada kabul edilmediği sulh hakimine bildirilmezse kabul edilmiş
sayılıyor. Yani burada aksi ispat edilemeyen bir karine söz konusu oluyor. Ve bu kabul veya kabul
etmeme de niteliği itibari ile de doğal olarak şarta bağlanamıyor. Ama kabul zorunluluğu
olmadığını hatırlatıyorum arkadaşlar. Hatta miras bırakan işi sağlama almak için yedek vasiyeti
yerine getirme görevlisi dahi belirleyebilir. Biri görevine atanmazsa diğerini göreve getirtebilir.
Tabi arkadaşlar mahkemece görev vergisi düzenleniyor ve burada görev ve yetkileri sınırlanarak
onun hukuki durumu belirleniyor. Onun hak ve yükümlülükleri de tabi aslında belirlenmesinin asıl
ölçütü ölme bağlı tasarrufun kendisi arkadaşlar onu da belirtelim. Ve 15.günün sonunda da
göreve başlıyor arkadaşlar. Velev ki bu ölüme bağlı tasarruf geçersizse veya buradaki
yükümlülükleri artık yerine getirirse görevi sona eriyor. Yine görevinin sona ermesi için görev
süresi dolmuş olabilir, ön mirasçının ölmüş olması gibi bir bozucu şarta bağlanabilir.
Mesela bu vasiyeti yerine getirme görevlisinin atanmasına ilişkin bizzat vasiyetnamenin kendisi
iptal edilebilir arkadaşlar. Veya görevini aksatıyordur, görevini yapmıyordur. Böyle bir durumda
sulh hâkimi onu görevden alabilir. Bu kişi ölebilir, ayırt etme gücünü kaybedebilir, istifa edebilir
arkadaşlar. Bunlar çeşitli ihtimaller. Yapmış olduğu hizmetler karşılığında uygun bir ücr3t
isteyebiliyor arkadaşlar ama hocamızın da dediği gibi miras bırakan ücret talep hakkını ortadan
kaldıramıyor ve ücret ödenmeyeceğine ilişkin beyanı da kısmi geçersiz oluyor Hocamıza göre
hükmün gerekçesi o hükmün emredici niteliğinden kaynaklanıyor arkadaşlar. Çünkü bu ücret
tereke borcu olduğu için ne oluyor?
-Vasiyet alacaklılarından önce geliyor. Çünkü bu bir terek borcu vasiyet alacaklılarından önce
geliyor. Aynı şekilde saklı payın belirlenmesinden önce zaten terekeden çıkarılmış oluyor.
Hocamıza göre işte bu hüküm emredici nitelikte olduğu için bu hüküm öngörülmüş. Ancak
öğretideki diğer bir görüşe göre arkadaşlar bu hüküm hükmün emredici nitelikte olmasından
kaynaklanmıyor. Bunun nedeni arkadaşlar kimsenin başkasının sahip olduğu bir hakkı tek taraflı
bir irade beyanıyla kaldırılamayacağına ilişkin temel medeni hukuk esasına dayandırıyor
arkadaşlar. Kimse bir başkasının sahip olduğu bir hakkı tek taraflı bir irade beyanıyla bertaraf
edemiyor, böyle bir esas vardı ona dayandırıyorlar.
Birden çok vasiyeti yerine getirme görevlisi:
Arkadaşlar böyle bir durumda tasarruftan veya işin niteliğinden aksi anlaşılmadıkça birlikte
yürütüyorlar bu görevlerini. Ve bu kişiler acele olan hallerde de her biri gerekli işlemleri
yapabiliyorlar. Yani aceleye gelecek olan işlerde her birinin teker teker yetkili olduğunu kabul
edebilir. Bunlardan biri görevi kabul etmez veya deminde beri bahsettiğim çeşitli nedenlerden
birinden dolayı görevi sona ererse diğer görevini yapmaya devam ediyor.
Vasiyeti yerine getirme görevlisinin hukuki niteliği:
Arkadaşlar vasiyeti yerine getirme görevlisinin hukuki niteliği hakkında pek çok görüş vardır,
yaklaşık 7-8 tane falan görüş vardır. Bunlar:
1-) Vasiyeti yerine getirme görevlisinin mirasçıların temsilcisi olduğu görüşü vardır. Bu
görüşe karşı da söyle deniyor; mirasçıların vasiyeti yerine getirme görevlisini azletme ve ona
talimat verme yetkileri bulunmuyor. Bu yüzden de mirasçıların temsilcisi olmadığı eleştirisi de
karşıt bir görüş ama yine de temsilcisi olduğuna dair bir görüş var.
2-) Miras bırakanın temsilcisi görüşü vardır. Buna karşı da deniliyor ki miras bırakan öldüğü
için miras bırakanın temsilcisi olması teknik olarak mümkün değildir.
3-) Terekenin temsilcisi görüşü. Buna karşıda şöyle deniyor; tüzelkişiliği olmayan bir
terekenin temsilciliği de söz konusu olamaz.
4-) Vasiyeti yerine getirme görevlisinin inançlı işlemle tereke üzerinde sınırlandırılmış bir
ayni hak sahibi olduğu görüşü var.
5-) Hocamızın görüşü; şuradan yola çıkıyor. TMK Md.556’da vekil gibi sorumludur ifadesi
var. Demek ki kurumun niteliğine uygun düşen, vekalet hükümlerinin de uygulandığı yalın bir özel
hukuk kurumu vardır ve burada da vekil gibi sorumludur. Yani kurumun niteliğine uygun düştüğü
ölçüde vekalet hükümleri uygulanır.
6-) Vasiyeti yerine getirme görevlisinin kendine özgü nitelik taşıyan bir kurum olduğundan
bahsediyor.
7-) Güvenilir kişi kurumu olarak görülüyor. Yediemin gibi. Onunla açıklamaya çalışıyorlar.
Bunların hepsinin kendilerine yönelik eleştirileri var.
Vasiyeti yerine getirme görevlisinin görev ve yetkileri:
Bir kere arkadaşlar kural olarak miras bırakanın son arzularını yerine getirilmesi için gerekli bütün
işlemleri yapmaya görevli ve yetkilidir. Demek ki görevlerini öncelikle miras bırakan belirliyor. Ve
miras bırakan bunu da istediği oranda sınırlayabiliyor veya genişletebiliyor. Ancak şu kadar ki
diyelim emredici hükümlere ve saklı pay kurallarına aykırı bir hüküm getiremiyor.
Göreve başladıktan sonra gecikmeksizin tereke mallarının ve haklarının borçları listesini
düzenliyor. Terekeyi yönetiyor ve yönetimin gerektirdiği ölçüden tereke mallarının zilyetliğinin
kendisine devrini isteyebiliyor. Burada fiili zilyet olarak zilyetliğin korunmasına ilişkin
hükümlerden yararlanabiliyor.
Alacakları tahsil edebiliyor, borçları ödeyebiliyor. Bu anlamda miras bırakanın alacaklılarının
açtıkları alacak davasında arkadaşlar mirasçılarla birlikte veya onlardan ayrı olarak davalı sıfatına
sahip. Burada çeşitli ihtimaller var kitapta onlardan bahsetmiş. Onlara bakarsınız kitaptan. Zaten
3 farklı ihtimal var;
1. Vasiyeti yerine getirme görevlisine karşı dava açılması durumu var. Böyle bir durumda ne
oluyor arkadaşlar? Alacaklarılar tereke mallarına başvuruyorlar.

2. Mirasçılarla birlikte vasiyeti yerine getirme görevlisine karşı dava açmışlarsa arkadaşlar
hem terekeye hem mirasçıların malvarlığına başvuruyorlar.

3. Sadece mirasçılara karşı dava açarlarsa da onların malvarlığına başvurabiliyorlar.

120-130 DK
Gayet anlaşılır bir şekilde ifade edilmiş arkadaşlar. Yine mesela mal rejiminden doğan sağ kalan
eşin katılma alacağı davasında da mesela mirasçılarla birlikte veya onlardan ayrı olarak davalı
sıfatını taşıyor. Yani ben burada arkadaşlar olanı aktarıyorum çok tamamlayıcı bir şey söylememe
gerek yok. Vasiyeti yerine getiriyor zaten malum arkadaşlar. Bir paylaşma planı düzenliyor.
Terekeyle ilgili dava ve takiplerde mesela mirasçılara karşı açılmış davalarda görevi
kapsamındaysa buna müdahil olabiliyor. Mesela hocamız bir içtihadı birleştirme kararından
bahsetmiş. Ne diyor burada: ölüme bağlı tasarrufun iptali davasında vasiyeti yerine getirme
görevlisinin hasım gösterilerek açılması gerekir ve vasiyeti yerine getirme görevlisi de arkadaşlar
doğal olarak ölüme bağlı tasarrufun iptali davasını açamıyor yani bu olaylara müdahil olamıyor.
Yapamayacağı şeylerden biri bu arkadaşlar, ölüme bağlı tasarrufun iptali davası açamıyor. Başka
ne yapamıyor? Paylaştırma davasında miras ortaklığını temsil etmiyor. Bizzat paylaştırma planını
düzenliyor fakat buna yönelik bir davada, ihtilafta bu miras ortaklığını temsil etmiyor. Saklı paya
ilişkin tenkis davalarına bulaşmıyor. Dediğimiz gibi zilyet olduğundan dolayı da arkadaşlar hem
zilyetliğe yönelik bazı davaları açabiliyor hem de miras sebebiyle istihkak davasını açabiliyor.
Kendisine karşı da dışarıdan bir istihkak iddiası varsa ona da taraf olabiliyor. Gerek bu açtığı
davaları gerek de kendisine karşı açılan davaları takipleri mirasçılara bildirmesi de gerekiyor
arkadaşlar. Burada özellikle vurgulanan arkadaşlar mirasçıların burada temsilcisi olarak hareket
etmiyor, onların talimatlarıyla bağlı değil. Nitekim de onlara karşı olan mesafesinden dolayı
birtakım davalara taraf olamadığından da bahsettik arkadaşlar. Burada dikkate alması gereken
esasen miras bırakanın arzusu yasal çerçevede tabii ki ve görevlerine uygun olarak da bunu
kullanması gerekiyor arkadaşlar. Mesela burada vasiyet edilen bir taşınmazın vasiyet alacaklısının
adına tesciline talebe yetkili olduğu vurgulanıyor. Arkadaşlar gelelim şimdi tereke malları
üzerindeki tasarrufa.
Arkadaşlar burada da tabi miras bırakan taahhüt etmiş olmadıktan sonra ancak sulh hakimi
tarafından kendisine yetki verilirse arkadaşlar terekeye dahil malların temliki söz konusu
olabiliyor veya bunlar üzerinde sınırlı ayni haklar kurulabiliyor, paylaştırma kuralı bunu
gerektiriyorsa. Sulh hakimi de tabi bunu dinleyerek tarafların mirasçıların menfaatlerine göre
böyle bir kararda bulunabiliyor. Bazen borçların ödenmesi gerekebilir, dediğim gibi mirasçıların
menfaat durumları göz önüne alınarak farklı sonuçlara bağlanıyor. Tabi bu dediklerim bir
sınırlama, olağan giderleri karşılayacak ölçüde tasarruflarda arkadaşlar kendi inisiyatifi ile hareket
edebiliyor. Yine sulh hakiminden izin alarak arkadaşlar borçların yerine getirilebilmesi için
terekedeki bir taşınmazı satabilmesi de mümkün. Arkadaşlar burada bu tabi çok tartışmalı bir
husus. Hocamıza göre sulh hukuk hakiminden izin alarak kendi kendisi ile de işlem yapabilir,
hocamızın görüşü ama bu tartışmalı arkadaşlar. Mesela bir başka görüşe göre bu mümkün değil
ahlaka aykırılık sebebiyle geçersiz oluyor çünkü kanunun mantığına bakınca hiç bu tarz işlere taraf
olmaması veya böyle menfaatleriyle örtüşmeyecek durumlara girmemesi gerektiği söyleniyor.
Gerçi burada sıklıkla mirasçılar arasındaki ihtilaflara girmemesi gerektiği geliyor ama vekalete
ilişkin hükümler kıyasen uygulanır dedik ya arkadaşlar burada yani olası bir menfaat
çatışmasından kaçınması önemli arkadaşlar.
X: Hocam, bu görevli altsoya da verilmiş olabilir mi?
Hoca: Mirasçılardan birine de verilmesi mümkün Ahmet Bey. Dolayısıyla ihtimal dahilinde ama
dediğim gibi çeşitli ihtimaller var. Hele ki böyle bir durumda çok daha tabi ki çıkar çatışması
olabilir. İşte buna göre bir görüşte de diyor ki vasiyet görevlisinin ahlaka aykırılık sebebiyle böyle
bir durumda kendi kendiyle böyle bir sözleşme yapamamış olması gerekir. Ama bunu hakim
takdir edecek tabi ki. İşte burada mirasçıların durumu özelliği dikkate alınarak bunu hakimin
takdir etmesi gerekir. Genelde aile yakınları falan da olabiliyor bazen doğrudan mirasçı
olmayanlar da olabiliyor. Eğer mahkeme ihtilaflı bir durum varsa mesela mahkeme güven ihlali
olduğunu görürse yani bu işin sekteye uğrayacağını sıkıntılara sebebiyet vereceğini görürse farklı
bir şekilde de tasarrufta bulunabilir bunu da belirtmemiz gerekir. Bir başka görüşe göre de
arkadaşlar eğer kendi kendisiyle işlem yapacaksa arkadaşlar bir kayyım atanması gerekir
tarafsızlığını pekiştirmek için. Ahmet Bey demiş “hocam diğer mirasçıların çıkarına olmayabilir”
işte dediğim gibi Ahmet Bey rahatsızlıktan dolayı hocamız şey diyor bu takdiri hakimin yapması
gerekir diyor, bir başkası diyor sizin dediğiniz çekinceden dolayı kayyım Ataylım o tarafsız bir
şekilde karar versin diyor, bazısı da hiç bu topa girmiyor tamamen geçersizdir diyor.
X: Mirasçılardan birine verilmesi durumunda aynı zamanda bir yükleme de var diyebilir miyiz?
Hoca: Yükleme durumu konusunda biraz daha düşünülmesi gerekir İbrahim Bey, mirasçılardan
birine verilmesi durumunda diyor.. Yani bunu kabul zorunluluğu yok kanunda olanağı kullanıp
başka bir olanağı dolanmak amacıyla kullanma durumu da söz konusu olabilir yani burada kabul
zorunluluğu olmadığını vurguladık ya. Ki bu iş niteliği gereği biraz daha vekalete ilişkin esasları
düşünün, güven esası çok önemli burada bir boşluk var sonuçta. Bununla ilgili o kadar çok görüş
var ki buna vereceğimiz cevap aslında hangi görüşü benimsediğimizle yakından alakalı onu da
söyleyeyim. Yüklemede gerçi kişinin bunu yerine getirmesi de söz konusu olmuyor o bakımdan
yaklaşırsanız değil mi? Kişiyi bağlayıcı yönü yok ama diğer durumda da şöyle İbrahim Bey
yüklemeyi neye bağlıyorsunuz? Vasiyete bağlıyorsanız vasiyeti yerine getirme görevlisinin aynı
zamanda da kendi vasiyetini yerine getirmesi gerekir böyle garip bir durumla karşılaşırız değil mi?
Bir ölüme bağlı tasarrufla yüklemeyi başka bir yere bağlayabiliyorsunuz ama gerçi ölüme bağlı
tasarruf olmadan da yükleme yapabiliyorsunuz. Mesela bu koşula benzemiyor koşulun mutlaka
ölüme bağlı tasarrufa bağlı yapılmalı ama sırf ölüme bağlı tasarrufun konusu yükleme de olabilir.
Duruma o şekilde yaklaşırsak yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan çıktı diye değil mi?
Vasiyeti yerine getirme görevlisi diyoruz ama vasiyetin konusu yükleme olursa, konusu sırf
yükleme olabileceğinden de bahsetmiştik. Aslında bu güzel bir soru oldu İbrahim bey bu böyle
irdelenebilir. Güzel bir fikir jimnastiği oldu. Katkınız için teşekkür ediyorum. Sizinle konuşurken de
arka planda onun hukuki niteliğine ilişkin görüşleri de düşünüyorum da. Şimdi denetlenmesi
konusunda da arkadaşlar bu arada sona ermesi konusundaymışız benim biraz dikkat dağınık.
Arkadaşlar sona ermesinde de ölümüyle veya atanmasını geçersiz kılan bir sebebin varlığıyla
kendiliğinden sona erebiliyor. Sulh hakimine yapacağı bir beyanla da görevden ayrılabiliyor.
130-135 DK
Sulh hakimine yapacağı bir beyanla da görevden ayrılabiliyor. Ama bakın burda bir özellik
uygunsuz bir zamanda bunu yapamıyor. Yine bakın vekalete ilişkin değil mi onu hissettiriyor bize.
Uygunsuz bir zamanda bunu yapamıyor mesela arkadaşlar.
Ancak ödeme güçsüzlüğüne düşmesi durumu örneğin iflas etmesi bunu kendiliğinden sona
erdirmiyor. Ve yine mirasçıların veya vasiyet alacaklılarının görevliyi azliyle görevi sona ermiyor.
Tabi mirasbırakan tarafından aksi belirtilmedikçe vasiyeti yerine getirme görevlisi azledilemiyor,
tabi ki azledilse arkadaşlar ellerinde böyle demokrasinin kılıcı gibi böyle sürekli seni azledecek
derlerdi. Şimdi Denetlenmesi noktasında da sulh hakimi denetliyor.Hakim, şikayet üzerine veya
resen de gerekli önlemler alınabiliyor. Ancak yetersiz olduğu konusunda veya görevi kötüye
kullandığı veya ağır ihmal tespit edilirse sulh hakimi tarafından görevine son veriliyor. Ve bu
karara karşı da tebliğden başlayarak 15 gün içinde asliye mahkemesine itiraz edilebiliyor.
Gelelim sorumluluğa, vekalet hükümlerine benzer sözleşme benzeri bir ilişki olduğundan dolayı
kusur karinesine dayanan bir sorumluluk olduğunu Hocamız vurgulamış. Burada benzeri
olmasından bahsediyoruz.
Benzeri olmasından bahsetmemizin nedeni mirasçılar ona vekalet vermemiş olmalarına rağmen
görevlinin tasarrufta bulunduğu malvarlığı onlara ait. Öyle enteresan bir durum aslında.
Mirasçılar ona vekalet vermiyorlar ama yapmış olduğu tasarruf onların malvarlığına ait. O yüzden
vekalet hükümlerine benzer bir sözleşme benzeri ilişkidir. Burada kusur karinesi söz konusu
oluyor. Yani sorumluluktan kurtulmak için bu görevli kusurunun bulunmadığını ispat etmekle
yükümlü. Bu anlamada mirasçıların fiilleriyle illiyet bağı içinde olan işlemlerden veya eylemlerden
doğan zararı tazmin etmekle yükümlü. Ancak tabi mirasçılar bu işleme izin veya onay verirlerse
doğal olarak artık onun sorumluluğuna gidemiyoruz değil mi? Ve sulh hakiminin denetiminde
görev yapması da devletin sorumluluğunu gerektirmiyor. Yani burada siz bir tapudaki gibi devletin
sorumluluğuna gidemiyorsunuz. Tabi sulh hakiminin kusurundan doğan zararlardan kişisel
sorumluluğu saklıdır.
Öğrenci soru: mirasçılardan birine verilmesi durumunda aynı zamanda bir yükleme de var
diyebilir miyiz?
Hocanın cevabı : Bu arada sizin sorunuzda da tek başına burdan onu da çıkaramıyoruz. Bir kere
tamam bir yüklemede yükleme olduğunu belirtmek zorunda değilsiniz. İfadelerden anlaşılabilir.
Ama iradesinin bir yükleme oluğunun belirtilmesi amacından onun çıkması gerekir. Yoksa
doğrudan bir mirasçıyı atadın o öyledir diyemeyiz. Daha önceki derslerde anlattığım yorum
tekniklerini dikkate almanız lazım. Tamam nitelendirme önemli değil ama iradesinin tespitinde
onun niteliğine uygun olduğunu kabul etmemiz gerekiyor yoksa doğrudan bir kişiyi atamakla
olmuyor.

You might also like