Professional Documents
Culture Documents
Öztürk Tesettürk
Öztürk Tesettürk
Öztürk Tesettürk
69-88
MUSTAFA ÖZTÜRK
ARŞ.GÖR., O.M.Ü. SOSYAL BILIMLER ENSTiTüSÜ
ozıurk65@yahoo.com
Y
aşadığımız ülke ölçeğinde, kamuoyuna intikal eımiş tartışmalı bir konu
hakkında şu veya bu şekilde görüş beyan eden I-lir öznenin mutlaka baş
ka birilerinin nesnesi olacağı şeklindeki toplumsal paranoyanın en belirgin te-
7.ahürü olan kategorize etme/edilme riskinin pekala farkında olarak kaleme
alınan bu makale, uzun zamandan beri ülke gündemindeki yerini koruyan, si-
yasal konjonktüre bağlı olarak kah remisyona giren kah ~ılevlenen, akutlaştı
ğı/alevlcndiği dönemlerde sık sık medyatik platformlara taşınarak genellikle
kontrast yaklaşı mlar çerçevesinde tartışılan/tartıştınlan "İs lam'da tesettür/ör-
lünme" konusunda bugüne kadar söylenınemiş yeni bir şey i söyleme gibi bir
iddia laşımamaktadır. Esasen bu makale, 'örtünme' konusunun klasik tefsirler-
de ne şekilde işlendiğini, diğer bir deyişle, başta sahabe ve lilbiln alimleri ol-
mak üzere klasik dönem mi.lfessirlerinin bu konuyu ne şekilde aniayıp yorum-
ladıklan nı belimlerneyi hedefleyen bir literatür taramasıdır. Bu ilibarla, maka-
lede deskriptif bir üslup esas alınacak; ancak, yeri geldikçe geleneksel yonım
Iard yönelik eleştirel mülahazalarda da bulumilacaktır.
Bilindiği gibi, Kur'an'da 'örtünme' konusuyla ilgili ayetler, 33. Ahzab ve 24.
NCır surelerinde yer almaktadır. Siyer ve esbab-ı nüzulle ilgili bilgilerden, bu
iki surenin hemen hemen aynı zaman diliminde ve aynı atmosfer içinde indiğ i
anlaşı l maktadır. Zira, söz konusu bilgilere göre, 33. Ahzab suresi, Hicret'in be-
şinci yılı Şevval ayında başlayan Hendek/Ahzah Gazvesi'nin hemen ardından
inmeye başlamış ve surenin tamamlanması muhtemelen dokuzuncu yıla kadar
sürmüştür. 24. Nur suresi ise, Hendek Gazvesi'nden kısa bir süre ö nce veya
sonra vuku bulan Beni Mustalik Gazvesi'ni müteakip nazil olmuştur.• Vahyin
ı Bu iki surenin iniş zamanı ve tarihsel arka planı hakkında geniş bir değerlendione için bkz.
Ebu'l-A'la MevdOdl, Teflıimü'I-Kur'sın, çev. Komisyon, isıanbul 1986, lll. 401 -407; M. lzzeı Der-
veze, et-Tefsiru'I-J.ıadis, çev. Musufa AlıınlGıya, isıanbul 1997, VI. 1-2, 305-306.
70 islamiyat IV (200i), .~ayı 2 .
başlangıç tarihi olan miladl610 senesi ile bu iki sure ni n nazil oluş zamanı ara-
sında on yedi yı llık bir zaman diliminin bulunması, 'örtünme' ile ilgili ayetlerin
oldukça geç bir dönemde indiğini göstermektedir. •
Kuşkusuz, örtüome (tesettür), ilk defa Kur'an'ın başlattığı bir uygulama de-
ğilclir. Zil"<l, İslam öncesi dönemde de Al"ap kadın larının geleneksel olarak ör-
tündükleri, tarihsel verilerle sabittir. M . Hamidullah, cahiliye dönemi Arapları
nın giyim-kuşam tarzları hakkında bilgi verirke n, kadınların o dönemde üzer-
lerine bir kaftan veya yeldirme şeklinde bir üstl ük aldıkların ı , uzun entari giy-
dilde rini ve yüzlerini ayrı bir örtü/peçe ile öıttüklerini belirtmektedir.2 Yine bu
· mi.inasebetle İslam öncesi dönemde bir genç kızın peçesiz sokağa çıkmaması
nı ·zorunlu kılan bir örften söz eden Hamidullah,J ayrıca, o dönemin giyim-kı.ı
şam kültürü nde, peçenin kadının kirpi kle ri görünmeyecek derecede göz hiza-
sınclan örtütmesine vesv<is; burun ucundan ürtülmesine liffım, daha aşağıdan
yani dudak bizasından örtülmesine de lisam adı verildiğini kaydetmektedir.4.
tslam öncesi Arap toplumunda geleneksel bir örtüome kültürünün mevcut ol-
d uğu gerçeği, cahiliye döneminde başörtüsünü n folklorik bir.unsur olal"<lk algı
l andığı , kadınların sokağa çoğu zaman dekolte sayılabilecek kıyafetlerle çıktık
ları ve bu yüzden Kur'an'ın inanan kadınlara, örtüome konusunda gerekH titiz-
liği göstermeyen cahiliye dönemi kadınlarından farklı bir giyinme tarzı önerdiği
Şeklindeki bazı kayıtlarla birlikte, müfessi rler tarafında n da kabul edilmiştir.
2 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, Istanbul 1990, n. 1062.
} Haıni<lullah, İ.~hını Peygamberi, ll. 851.
4 Haıni<lullah, /.~lam Peygamlıeri, II. 1065.
s EhU Diivucl, Su leyman b. el-Eş'as es-Sicistanl, es-Sunen, Beynıt 1988, Libas 29, haclis no: 4101,
(ll. 459). 13u rivayetirı cleğişik bir versiyonu için bi<z. San'anl, Ebü Bekr Abdurrezzak ·tı. Hemınam,
Tef'sinı'I-J.wr'fini'l-';ıziz (Tefsiru 14/xlin-ezzil{<), tahk. Abdulınu'tl Emin Kal'ad, Beyrut 1991, ll. 101;
Suyütl, Celaltıddln Abdurrııhıniln, ed-Dımu'l-menş_Or fi'c-refsir lıi'l-me'ş_ıiı; Tahran, ı.y. , V. 221.
Klasik Tefsirlerdeki 'Tesettür' Formu Oıerine 71
Dtırivayet dış ında nüzOI döneminde giyilen cil ha h ın ne tür bir :giysi oldu-
ğıına dair kayda değer bir bilgi bulunmamasından olsa gerek, klasik tefsirler-
de, bunun mahiyeti hakkında çok farklı görüşlere yt:r verilmiş ve ılonuçta or-
taya muhtelif asırlara özgü telakkilerin ürünü. olan on kü ~ur cilhab modeli çık
mıştır. Bu modelleri şu şekilde sıl".ılamak mümkündür:
ı. Rida' (Başörtüsünün üzerine örtülen ya da baştan ayağa bütün bedeni
kaplayan uzun üstlük),
11. Başörtüsünden büyilk, ricHi'dan küçük çapta bol elbise,
uı. Peçe,
ıv. Kadının dış kıyafet olarak giydiği tüm elbiseler,
v. Yüz ve bedeni örten herhangi bir kıyafet,
vı . Ça rşaf (mil{mfe),
VII . Kadınların başörtü ve bl uzlarının üzerine örttükleri büyük ş<ıl ya da çar-
şaf (mu/a'e),
vııı. Kadının bütün bedenini örten tüm elbise çeşitleri ,
ıx. Geniş kesiınli izfir,
x. Gömlek (J.camis),
xı. Başörtüsü Clumar).6
Maliki fıkıhçısı Ebu Bekr ibnu' I-Ar.ıbl'nin (ö. 543/1148) "insanlar, diiY.lb ko-
nusunda (anlam yönünden) birbirine oldukça yakın lafızlarla değişik görüşler
dile getirdiler. Bütün bu söylenenlerin özü, cilbabın bedt:ni örten bir elbise ol-
duğudur. Ancak, onlar bunu çe§ itlend irdiler. "ı şeklinCJe özeıled iği bütiin bu gö-
rüşlerd en, zamana ve örfe güre değişen bir dış elbisesi o ldu ğu a nl aşılan cilbu-
bın nası l giyildiği ve vücudun nerelerini örttüğü hususu da değişik yorumla-
ra/çeşitlendi rmele re konu olmuştur. Mesela, ibn Abhas'a göre, cilbab giyen bir
kadının sadece sol gözü açıkta kalmalı ve bunun dışında büLiin bedeni kapan-
6 Bütün bu gö~ler için hn. lbn Kuteyhe, EbU Muhammed Alxlullfih h. Mu~liın, Tef.<inı jfrırihi'l
lcuran, ıahk. Seyyid Ahmed Sakr, Beyruı 1978, ~. 352; Ferı·:l', EhO ZekeriyyO Y:ıhya h. Ziyad,
Mc%ıi'l-lwr'Mı, Beyrut, t.y., ll. 249; Tahefi, Ehô C:ı'fer Muhammed h. Cerir, C:inıi'u'l-bey;in ':m
ıe'vili fiyi'l·lfur'an, Beyrut 1981!, xxıı. 46; Ce.'l-'a~. Ebô Bekr Ahmed h. Ali, A(ıkfinııı'/-iwr':1n, Bey-
nıı 1986, lll. 371; Riigıh el-lsfelı:ini, Hu~eyn b. Muhammed, d-Mıı(rcd;1r fi ğııribi'l-lwr':ill, istan-
bul 19R6, s. 134; Zemahşen, Canıilah Mahmud b. Ömer, d-Ke**;l( 'an {ın/iil'i!-i'ı-ıenıil, Beyn.ıı
t9n, lll. 274; Kurtubi, EhO Abdiilah Muhuınıned b. Ahmed, e/-Q7nıi' li ıı(ık;imi'l-(wr';irı, Beynıı
1988, XlV. 156; İbn Kesir, EhO'I-I'icHl ı~ına'll , Tef.<iru'l-(wri1ııl'l-~ıtlm, Ucyruı 1983, lll. 518: Hli-
zin, AHi\ıddin Ali h. Muhammed , Lıılıillııı 'ı-ı~·viJ fi me':inl'r-cenzil, Beyrut, t.y., m: 478; Eh0~$u'
Od, lmaduddin Muhammed h. Muhammed, l~:idıı'l-'ııi;cli:<-se/im ilıi nıezilyı1'/-lfur'ı1nl'l·ketim, Bq-
nıı 1990, VII. 115; Maverdi, EbO'I-Ha~cn All h. Mulıaınıned, en-Nuket vı:'/-'uyıın, Dcynıı , r.y., IV.
423; EM Hayyan ei-Endelusi, Muhammed b. YOsuf, el-13:ı{mı'l-nııı(ıi[, Riyilcl, ı.y., VJT. 250; Sııyü
ıi, ed-Dumı1-nıenşjir, V. 222; Şevkani, Muhammed b. All, Fet/.ıu'I·J.c;ıdir, 13cynıı, ı.y., lV. 304; Alü-
sl, EbO'I-Fadl Şihilboddin MahınOd, Rti/.ıu'l-nıe'fini l'i rı:f.<iri'l-lfur'llni'l-~ı?im vc~N;elı'i'l-me5_iini,
Ueynıt 1985, Xl. 88; MerJği, Ahmed Mustafa, Tef.~lnı'I-Mı:r:lği, Beyn.ıı, 1974, XXII. 36; Sıddik
Hasan Han, Fetf.ıu'J./Jı:yıln fi n~ı/f!lsıdı'l-l;<ur'iin, Kaltire 1965, Vfl. 412; Kfisıınl, ("..emilluddin,
Mebiisinut-ce'vil, Beynıı, ı.y., XIII. 4908.
7 llınu1-Ardbi, EbO Bekr Mulmnımcd h. Ahdillah, AtıJcanıu'I-J.cur':ln, 13eynıı 1988, lll. 625.
72 islamiyat rv (2001), sayı 2
malıdır. Yine Ubeyde es-Selmanl'ye göre, cilbab giyen kadının sadece bir gö-
zü gözükmelidir. Bir rivayette Ubeyde es-Selmani'ye cilbab ayeti hakkında so-
rulmuş; o da, cilbiibın nasıl giyileceğini, te k gözü dışında bütün bedenini ört-
rnek suretiyle gösterm iştir.s
İbn Abhas'a atfedilen bir başka yoruma göre ise, cilbab giyen kadının, göz-
leri hariç, yüzünün tamamıyla göğüsleri kapanmak durumundaclır.9 el-Hasan
el-Basrl'ye göre, cilbab giyen kadın, yüzünün yarısını; İkrime'ye göre boyun
çu~urumı örter. katade'nin anlayışına göre ise, "kadın, cilbabı alın bizasından
aşağı salıp bağlar; ardından, burnunun üzerinden dolar. Böylece, gözleri açık
ta kalsa bile, göğsünün ve yüzünün büyük bir kısmı 'örtülmüş olur."ı o
2. Cilbab Giymenin İki Temel Esprisi: Tanınmak
ve Tacizden Kurtulmak
Kanaatimizce, cilbab giymekle 'tanınma' ve 'tacize uğramama' a rasında doğru
dan ınantı ksa l bir ilişki kurmak oldukça zordur. Ancak, ayetin indiği tarihsel .
arka plan irdelendiğinde, metnin mantukundan keşfedil mesi mümkün olmayan
bu olgusal ilişki, hemen kendisini ifşa etmektedir. Müfessirler, cilbab ayetinin
inişini öneeleyen tarihsel arka plan hakkında şu bilgileri vermişlerdir:
Hz. Peygamber'in Medine'ye geld iği dönemde Müslümantar henüz tam anla-
mıyla yerleşik bir ev hayatına geçmemişterdi; çadı rlarda veya dar evlerde
oturuyorlar, tuvaJet ihtiyaçtarını gidermek için geceleri açık araziye çıkıyor
lardı. Hz. Peygamber'in eşleri ve diğer müminlerin hanımtarı, geceleyin dışa
rı çıkuklarında, Medine sokaklarında kadınlara ku r yapmak veya laf atmak
için köşe başla rında bekleyen serserileTin tacizlerine uğnıyorlardı. O dönem-
de hür ve köle kadın lar tek tip elbise giydiklerinden, bu serseriler hür ka-
dıntan cariye zannederek taeizde bulunuyor; ancak, kadının lıür olduğunu
anladıklarında hemen oradan uzaklaşıyorlardı. Bu rahatsız edici dunım Hz.
Peygamber'a iletiidi ve bu şikayet iletisinin ardından cjlbab ayeti indi.11
Müfessirlerin hemen tamam ı , cilbab ayetini bu pasajda betimJenen tarihsel
bağlam içerisinde yorum lamayı tercih etmişlerdir. Genel kabul gören ya da tef-
ız Bkz. Taberi, Ciimi'u'J-beyiln, XXII. 46-47; Kurrubi, d-Ciimi', XIV. 157; Ilm Cuzey, Ebu'I-Kasun
Muhammed b. Ahmed, eı-TC$/ıilli 'ulıJnıil-tenzı1, Beynıı, ı.y., III. J44; Kadt Beydavl, Na~ınııl
din Abdullah EbO Ömer h. Muhammed, Env:inı'ı-renıi1 ve esr.ını 'r-ıe'vil, &:yruı 1996, IV. W>:
Sıddik Hasan Han, Feı(ıu 'l-beytın, VII. 413.
ı.ı lbn Kesir, Tefsir, lll. 518.
ı4 llın Cuzey, er-Teshil, 111. 144.
74 islamiyat IV (2001), sayı 2
etmişlerdir. Zaten ifadeden bu anl amın kastedildiği açıktır. [Zira] cariye, bir
maldır. Dolayısıyla, alını p satılırken ihtiyatlı olun ması gerekir. Bu da, ancak
ona iyiden iyiye bakılmasıyla olur. Halbuki hür kadınlar için böyle b ir du-
rum söz konusu değildir. ı;
Cariyeler, Arap toplumunda cari olan örf gereği, İslam'ın ilk dönemlerinden
itiba ren alınıp satılan mal muamelesi gö rdükleri için, onların hür kadınlara
beıueıneleri ve onlar gibi örtüomelerinin doğru olmadığı h ükmüne varılmıştır.
Bilebildiğimi z kada rıyla, bu hükmün kaynağı ve ilk tatbikçisi Hz. Ömer'dir. ı6
Muhtelif tefsi rlerde Hz. Ömer'in hür kadınlar g ibi örtüneo cariyelere vurduğu,
onlara başlarındaki ö rtülerini çıkarmalarını ve hür kadınlara benzeınemelerini
emrettiği rivayet edilmiştir. ı7 ZeyH1'1'nin (ö. 762/1360) Naş!Ju'r-raye adlı eserin-
de yer alan rivayetlerden birinde, Enes b. Malik şöyl e demiştir:
Ö mer b. ei-Hattab'ın yanına, muhacirln veya ensardan birinin cariyesi ola-
rak bi l diği, cilbablı ve yüzü örtülü bir kadın köle geleli. Ömer ona "Sen hür-
riyetine mi kavuştun?" diye sordu. Kadın "Hayır" d iye cevap ve rince, Ömer
"Pekala, bu cilbab neyin nesi'" diye sordu ve ardından "Onu başından at!
Çünkü, cilbab giyrnek sadece hür mürnin kadınlara mahsustur." dedi; ancak,
kadın işi ağırdan aldı; bunun üzerine, Hz. Ömer kadına doğru yönelip elin-
deki kamç.ıyla onun başına vurdu ve böylece cil babını çıkarttı. ı~
Diğer taraftan, Zuhrl, evli ya da bakire bir cariyeni n başörtüsü takıp taka-
mayacağına ilişkin b ir soruya şöyle cevap vermiştir:
Eğer evlenınişse başörtüsü ta ka r; ancak, cilbab giymesine izin verilmez. Zi-
ra, onların hür (mııbşan) kadınlara benzerneleri hoş değildir.19
Bu konuda Sufyan es-Sevrl'den de şöyle b ir söz nakledi l mişti r:
İşte bu anlayışa binacn ayetteki "müm inle rin kadınl arı" ifadesinin kapsamı
na sadece hür-ınüslüman kad ın lar da hil edilmiş ve ın üfessi rlerin he::men hepsi
cariyelerin bu e mrin mu hatabı olmadıklarını; dahası , onların cilhah giymemele-
rinin bir emir olduğunu dile getirmişlerdir. Mesela ıabiln müfessirleri,nden Kata-
de'ye göre, Allah bu ayette hür kadınları tacize uğrayan cariyelert: benzemek-
ten nehy etmiştir.ıı Mudihid de aynı paralelde bir görüş bey:ın etmiş ve inanan
kadıniann cilbab giymelerinin, hür olduklannın bilinmesi ve böylece fasıkların
herhangi bir tacizine uğrarnamalan amacına matuf olduğunu dile gı;:tirmiştir.ıı
İşte tam bu noktada, son devir ınüfessirlerinden Sabôni, oldukça maniclar
bir soru sormuştur:
Hür müslüman kadınların örtünmele rine yönelik emir, on ların <.vJriyelerden
ayı rt
edilmesine matuftur. Dol ayısıyla, buradan, Allah' ın cariyelt:rin durumu-
nu göz ard ı ettiği ve onların maruz kaldı kları tacizleri ldlle a l ınadığı şe kli n
de b ir an layışa varmak (pekala) müm kündür. Bu durum, İslam'ın temiz top-
lum inşa etmeye yönelik ısrarcı vurgusuyla nasıl uzlaştırılabi l ir?23
Sabôni'nin bu manidar soruya verdiği cevap (!) şudur:
27 Mesela bkz. Tabeıi, 01mi'u'/-beyan, XXll. 47; ibn Keslr, Tefsir, 111. 519.
28 Bkz. Zuhayll, Vehbe, ei-Fıl:dnı'l-isliimi ve edi//etulı, Beynıt 1989, I. 584-593.
Klasik Tefsirlerdeki 'Tesetcür' Fornııı Üzerine 77
3. Başörtüsü
Tesettürle ilgili ikinci düzenleme, 24. Nur, 31. ayetle gerçekleştirilmiştir. Bir ri-
vayette, Esma bint Mersed'in, yanına gelen bazı kadınların boyun v~ göğüs kı
sımlarıyla ayaklarındaki halhallann gözükmesi.n den duyduğu rahatsızlığı, "Bu
ne çirkin bir görüntü!" şeklinde dile getirmesinin a rdından indiği b~lirtilen b u
aye::tte29 mealen şöyle denilmektedir:
[Ey Peygamber!! inanan kadınla ra söyle; onlar da gözlerini [bakı lması yasak
olandan] çevirsinler; iffetlerini korusunlar; kendiliğinden görünen/görülme-
sinde sakınca olmayan yerleri d ışında, ziynetlerini açığa vurmasınlar ve ör-
tülerini/başörtülerin i yakalarının üzerine salsınlar. Ziynetlerini lwca l arından,
bahalarından, kayınpederlerinden, oğullarından, üvey oğullarından, kardeş
lerinden, erkek ya da kız kardeşlerinin oğu llarından, kendi evlerindeki ka-
chnlardan, köleleri nden, kendilerine bağlı olup cinsel istekten yoksun bulu-
nan erkeklerden, kadın ların mahrem yerlerinin henüz farkında dımayan ço·
cuklardan başka kimseye göstermesinler. Yürürken gizli güzelliklerinin fark
edilmesi için ayakla rını yere vurmasınlar. Ve siz ey müın i nterı Hepiniz top-
luca Allah'a tövbe edin ki, kurtuluşa erişesiniz.
Bu ayette çoğul formu nda !;ıumur o larak geçen !pm;1r kelimesi, Türkçeye
'başörtüsü'olarak çevrilmektedir. Kelime, Arapçada 'aklı örten' anlamındaki
bamr, yani içki sözcüğüyle aynı kökten türetilmiş olup, mutlak manada 'örtü'
anlamına gelmektedir. Ragıb ei-İsfehani'ye (ö 503/1109) göre,
Jjamr kelime:;inin aslı, bir şeyi örtınektir. Kendisiyle ö rtünüfen şeye [Jııniir
adı verilir. Ancak, bti kelime, örfte kadı niann başlarını örttükleri 'başörtü
sü'ne özel isim olmuştur.3o
3.1 Elıfı Dfıvl\d, es-Sunen, Lihiis 30, hndis no 4102, (ll. 459). Ayrıca bkz. Taber1, Cilmi'u'/-heyiin,
XVIII. l20; İlın !<esir, Tef.<ir, lll. 284; Hfızin, Lul>ıibu 'c-ce'vil, m. 327; Suy(ıtl, ed-Duını'l-menş_ür,
V. 42. Bu rivayeıin lıazı versiyonlarınd;ı, "Eibiselerini yırtıp kendilerine başörtüsü yaptılar"
ifadesinden sonra, "Böylece fıclet;ı başl;ırınd;ı siy;ıh k:ırgalar varmış gibi oldular." kaydı yer al-
ımıktııd.ır. Bkz. Zeınahşeri, ı:I-Kı::şş!lf, lll. 62.
4
3 Riiz1, Mefılrilnı'/-ğ:ıy/), XXIII. 206 . Benzer izahl;ır için ayrıca bkz. Kurıub1, e/-C:Iıni', XII. 152; İbn
Kes1r, 1ef.<ir, lll. 284; Ebl\ssu'ud, irşfid, VI. 170; Şevkiini, Fet/ıtı'l-fs:ıdir, IV. 23.
3~ Mesela hkz. Kurtuhi, d-Qimi', XII. 152. ·
~6 Bkz. Rfırl, Mefıiri!ııı'/-ğ:ıyb, X.Xlll. 205; AIOsi, Rıibu'/-me';lni, }I.'Vlll. 142.
37 Ferrii', Me':ini'l-/wr'ıln, IL 249.
Klasik Tefsirlerdeki 'Tesectür' Formu Ozerine 79
ler, İbn Mes'Cıd'a göre, elbise 0fevh) veya ric/fi';311 yine ondan nakledilen bir
başka kanaare göre, bilezik, kol kOnyesi ya da bileklik, halhal, kül)e ve kol-
ye; kendiliğinden görünenler ise, elbise ve cilbabdır.39 ibn Mes'ud'daı) gelen bir
ı
diğer rivayete göre, ziynet; zahir ve biitın olmak üzere iki çeşittir. Biitın ziy-
nct, sürme, bilezik ve yüzük gibi şeylerdir ve bunları ancak kadının kocası gö-
rebilir. Zahir ziynet ise, elbisedir. Zahi r-biitın ziynct konusunda ilginç ayrıntı
lara da gi rilmiştir. Mesela, kına elde olduğunda gözüken ziynet; ayakta oldu-
ğunda ise gizli ziynet sayılmış; bu arada bileziğin hangi tür ziynet kapsamına
dahil edildiği sorunu da tam olaı-dk halledilememiştir.4ıı
İbn Abbas'a göre, kendiliğinden görünen ziyneı, göze sürülen slirme, yü-
zük, küpeve kolyedir.•ı Yine İbn Abbas, Katade ve Misvı::r b. Mahreme'ye gö-
re, zahir ziynet; s\irme, bilezik ve elle dirsek arasındaki mahallin yiırısına ka-
dar yakılan kına, küpe ve yüzük vb. ziynetlerdir. Kad ının bütün bu ziynetleri,
herkesin yanında göstermesi nıübah tır.42
tbn Ömer'e göre, yüz ve eller;4 ' Sa'id b. Cubcyr, Ata' ve Evza'i'ye göre, yüz,
iki d ve elbise;44 el-Hasan ei-Basri'ye güre, yüzük ve bilezik4> veya yüz ve el-
bise;•6 Dahhak'a göre, t!l ve yüz;47 Ferr~l'a (ö. 207/822) göre, sürme, kına ve
yü zük gibi şeyler;4~ Taher'i'ye (ö. 310/922) güre ise, yüz ve elierin yanı sıra,
sürme, yüzük, bilezik ve kınadır.49
Bu görüşler aı-dsında, özellikle ibn Abbiis'a nispel edilenler ayrı bir önem
ıaşımaktadtr. Zim cilbabla ilgili ayetin tdsiıinde ona atfedilen görüşte kadının
tek gözü dışında bütün bedeninin örtlilmesinin gerekli olduğı.ı helirtilmiş, bu-
rada ise, aynı kişinin küpe, sürme, kolye, bilezik ve hmta kınanın elle dirseğin
yarısına kadar olan kısmının gözükınesinde bir sakınca olmadığı yününde bir
görüşü savunduğu kaydedilmiştir. Bu durumda ya lbn Ahbiis'a atfedilen görüş
ler ihtiyada karşılanacak -ki bizce de doğrusu budur- veya en biiyük tefsir
otoritesi kabul edilen bir sahabinin görüşünü heder etmemek için, cilbab aye-
tinin -genel kabul gören görüşün aksine- bu ayettt:n sonra ind iği varsayılacak
tır. Kanaatimizce, Süleyman Ateş'in, ci lbabın ne şckilc.le giyi leceği ve nereleri
toplumsal ahlak konusunda getirdiği ilkeleri göz önünde tutara~. dış görü-
nüşünde, giyim kuşamında göstermek zorunda olduğu dikkatin sımrlarını da
bu ölçü belirlemektedir.53
Ancak, başta fıkıhçılar olmak üzere klasik dönem müfessirlerinclen hiçbiri,
nıhsatın kapsamını genişletmemiş; bilakis, azimet prensibini esas alıp özellikle
ziynet(ler)in tanımı ve kendiliğinden gözül~n ziynetlerin neliği konusunda kılı
kırk yaran yorumlar geliştirmişlerdir. Mesela Nesefi'ye (ö. 710/1310) göre, ayet-
teki "ziynetlerini göstermesin ler" ifadesinden kastedilen anlam, ziynet yerleridir.
'Çünkü ziynetin bizatihi kendisini göstermek mübahtır. Ona göre ziynetler, kü-
pe, kolye, bilezik vb. şeyler; gösterilmesi yasak olan ziynet yerleri ise, baş, ku-
laklar, boyun, göğüs, koltın elirsekle bilek arası, pazular ve baldırlardır.54
5. Erkek Kölelerin Karşısında Örtünmeme Ruhsatı
Cilbabla 'ilgili düzenlemenin temel unsurlarından biri olan hür-köle ayırımının
değişik bir versiyonu, başörtüsüyle ilgili 24. NCır, 31. ayette de karşı mıza çık
maktadır. Bu ayette, inanan kadınların kendiliğinden görünen ye~ler dışında
ziynetlerini yabancılara göstermemeleri emredilmekte ve bu arada malu·em ka-
tegorisine dahil edilen sınıflar, yasak kapsamının dışında tutulmaktadır. Yasak-
tan rnüstesna olan bu sınıflardan biri de 'köleler'dir. Çoğunluğun kanaatine gö-
re, bu ayetin zahiri, herhangi bir ayırım gözetmeksizin ınüsliın ve gayri müs-
lim, erkek ve kadın tüm köleleri kapsamaktadır.55 Hz. Aişe, Ummu Seleme, İbn
Abbas ve Ma!ik'e göre, kadınlar sadece mahremlerine gösterebilecekl.e ri ziy-
net yerlerini kölesine de gösterebilir.>~ Bu bağlamda, Ceınel'in (ö. 1204/1 790)
Celiileyn Tefsiri başiyesinde kayelettiği şu ifadele r o ldukça ilginçtir:
(Hür) kadınlar, vücutlannın göbekle diz kapağı hariç, diğer bütün uzuvla-
rını erkek kölelerine gösterebild iği gibi, erkek köleler de şahibelerinin kar-
şısında vücutlarının anılan yerler dışında kalan diğer bütün uzuvlarını aça-
bilir. Ancak bu ruhsar, her iki tarafın da iffetli ve şehvetten uzak olmas ı şar
tına bağlıdır(!)57
H Muhammed Esed,}\w·'an Mesajı: Me1l-Tefsir, çev. Cahit Koytak-Ahmet Erıiirk, İstanbul 1996, Il.
713 (37. not).
54 Nesefi, Ebü'l-Berekat Abdullah b. Ahmed, Medilriku'r-renzil ve !ııı/cilif:cıı't-ce'1'll, Beyrut 1988, llL
140; ayrıt'lt bkz. Alüsl, Rü~ıu'l-me'iini, XVIII. 140.
5S Bkz. lbn Keslr, Tefsir, II. 285; Razi, Mefiiti!ıu'l-ğayb, XXII. 205; Kadi BeydiM, Envllru't-cenzil,
IV. 184; Kurtubi, el-Gami', XII. 155; Şevkani, Fer(ni'l-l<adir, fV. 24; Vehbe Zuhayli, et-Tefsiru'/-
munir fi'l-'a/,<ide ve'ş-şeri':ı ve'l-menlıec, Beyrut 1991, XVIII. 220. ibnu'I-Cevzl ve Nesefi gibi bazı
müfessirler, burada sadece kadın kölelerin kastedildiği görüşündedir. Bkz. lbnu'I-Cevzl', Zı1du1-
mesir, VI. 32; Nesefi, Medilrik, lll. 141.
56 Şevkanl, Fetbu'l-l;mdir, IV. 24; Sıddlk Hasan Han, Fet(ıu'l-beyiin, V. 352.
57 Cemel, EbO Davtid Suleyman b. Ömer ei-Uceyl1, ei-Funr{ı!ltu'/-ilıi/ıiyye hi tavçlil,ıi tefsiri'I-Celiileyıı
bi'd-def;:il'i/fi'l-!Jafiyye (ei-Ceme/ ':ılii'I-Celiileyn), Kalıraman Yayınları, İstanbul, t.y., ın. 220.
82 isHimiyat IV (2001), sayı 2.
ma'nın üzerindeki elhise, kendisini tam olarak örtecek nitelikte değildi. Hz.
Peygamber onun bu halini görünce "Bunda senin için bir beis yok; (sıkılma,)
içeri gelen sadece baban ve kölendir." demiştir.Ss Diğer taraftan, Hz. Aişe'nin
saçını tararken kölesinin kendisine baktığı rivayet edilmiştir.59 Ancak İbn
Mes'Cıd, Mucahid, el-Hasan el-Basri, İbn Sin n, Sa'ld b. el-Museyyeb ve EbCı Ha-
nife gibi alim ler, kölenin, salıibesinin saçiarına bakamayacağını belirtmişler ve
bu konuda daha ziyade akli çıkarımiara dayalı birtakım argümanlar geliştirmiş
lerdir.l'"' Bu bağlamda, Maverdl, erkek kölenin, sahibesine haram; cariyenin ise
efendisine helal olduğunu savunmuş ve bu savunusunu da şöyle temellendir-
ıniştir: "Çünkü bir kad ının cinselliğinden istifade etmek, ancak onun sahibi için
söz konw;udur. Halbuki erkek kölenin, salıibesinin cinselliğinden istifade etme
hakkı yoktur. Buna karşın, cariyenin ferci efendisinin malıdır. "6ı
Hz. Peygamber'in eş lerinin, erkek kölelerle ilgili mezkur görüşlerinin tabi-
In alimle rince dikkate alınmaması ve aksi yönde bir görüş ortaya konulması,
ayetı·e mahn:m kategorisinde sayılan kölelerle ilgili hükmün, toplumsal şartla
ra göre pekala değişebilen bir hüküm olarak algılandığını göstermektedir.
Erkek ve kadın kölelerin mahrem olduğunu dile getiren görüşe gelince; ka-
mıatimizce bu görüşün temelinde şöyle bir anlayış mevcuttur: Köle !:?ir maldır.
Dolayısıyla, malın dişisine bakmakta bir mahzur bulunmadığı gibi, erkeğinden
sakınmaya da gerek yoktur. Kadın veya erkeğin saç, göğüs vb. bir uzvuna ha-
kılıp bakılnıaınasında söz konusu olan helallik veya haramlık ise, doğrudan
doğruya sosyal statüyle ilgili bir durumdur. Daha açık bir ifadeyle, eğer kadın
hür ve müslüman ise, onun saçına bakmak haram; cariye veya gayri nıüslim
ise, lıelal veya en azından mübahtır. Fıkhi terminolojiye uygun bir şekilde söy-
lemek gerekirse, cariyenin, -mal hükmünde olması hasebiyle- göbelde diz ka-
pağı dışında kalan yerlerine bakınakta bir beis olmadığı gibi, yine mal hükmü-
ne tabi olan erkek kölenin de· sahibesinin mezkur yerler dışındaki uzuvlarını
görmesinde örfen/hukuken ve dolayısıyla dinen hiçbir sakınca yoktur.
6. Kadim Cahiliye Tebenücii
Evlerinizde oturun; kadim cahiliyede olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı
kılın, zekarıverin, Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah siz-
den günahı gidermek ve sizi anndırmak ister.62
Müfessirler, bu ayetteki 'ilk cahiliye' (el-cahiliyyetiı'/-ıila) tabirinin delaleti ve
bununla hangi deyrin kastedildiği hususunda ilginç görüşler ileri sürmüşlerdir.
58 EbO Davfıd, 1:!.5-Surıen, Liba~ 32, hadis no 4106, (ll. 460); Razi, Mefiitii)u'l-ğayb, XXIII. 206-207;
Kurıubi, ei-C:lnıi', XII. 155; İbn Keslr, Tefsir, lll. 286; SuyOti, ed-Dumı'/-menŞ,tir, V. 43; Kasııni,
Me(ıil.sinu't-te'vi/, XII. 4512.
59 Razi, Mt:fflti(ıu'l-ğay/ı, xxııı. 207; AIOsi, Rti~ıu'/-nıe':lnf, XVII!. 144.
r.o Razi, Mefiılibu'/-ğ:ıyb, Xlll. 207-208. Maverdi, en-Nııket, IV. 94; AIOsl, Rti(w'l-me'iini, XVIII. 144;
Sıddik Hasan Han, Fet(ıu'/-lıeyfin, V. 352. ·
6ı Maverdl, en-Nııker, IV. 94.
62 33. Ahzfıb, 33.
Klasik Tefsirlerdeki 'Tesecc(lr' Forrmı Ozerine 83
rüc" ifadesini, İslami öğretinin yanı sıra genel ahlak kurallarına da ters düşen
davranış biçimleri sergilemek şeklinde yorumlamak mümkündür. Bunun yanın
da, ifadenin mefhumunda kadınların gereksiz yere sokağa çıkmamalanna ve
insanlar (erkekler) arasında dolaşmamalarına ilişkin bir vurgu da mevcuttur.
Zira, ayetin ilk cümlesinde "evlerinizde oturun" buyurulmuştur.
Hiç şüphesiz, bu ifade, "Kadınları eve hapsedin" şeklinde bir anlam içerme-
mektedir. Ne var ki, İslami gelenekte, söz konusu ifade maalesef bu şekilde an-
laşılmış ve kadınlar başta~ ayağa 'avret' (avrat) oldukları için,69 asırlar boyu ka-
rantina altında tutuldukları ev kafeslerinden dışarı çıkarılmamışlardır. Kimileri,
bu uygulamanın, tamamen İslami olduğunu ve bununla kadınların daha iyi eş
ve daha iyi anne olmalarının hedeftendiğini iddia edebilir. Bu uygulamayla ka-
dınların ne kadar iyi eş ve anne oldukları bilinmez, ama ortada herkesçe bili-
nen bir gerçek var ki, o da "Kadının sırtından sopayı karnından s ıpayı eksik et-
meyeceksin!" sözünde dile getirilen anlayışın, bu topraklarda neşvü nema bul-
duğu ve yine bu toprakların çocukları nezdinde hüsn-i kabul gördüğüdür.
Kanaatimizce, İs l am coğr-Jfyasının hemen her bölgesinde egemen olan bu
anlay ışın beslendiği en önemli kaynak, kadını reel varlık düzleminde aklen ve
dine n eksik, eğri, huysuz, fıtne ve uğursuzluğun ete kemiğe bürünmüş formu-
mı temsil eden bir varlık olarak konumlandır<~n hadis (!) rivayetleridir.7o Nite-
kim İbn Keslr (ö. 774/ 1372) de, ayetteki "Evlerinizde oturun!" ifadesinin tefsi-
rinde bu tür rivayetlerin yardımına başvurmuştur:
Ebu Bekr ei-Bezzar'ın Enes'ten naklettiğine göre, kadınlar, Hz. Peygamber' e
şöyle bir şikayette bulundular: "Ey Allah'ın Elçisi! Erkekler cihada gidiyor,
biz gidemiyoıuz. Bizim için, Allah yolu nda cihada gidenlerin nail olduğu se-
vaba u l aşmamızı sağlayacak bir amel yok mu?" Bunun üzerine Resulullah
şöyle dedi: "Sizden her kim evinde oturursa, Allah yolunda cihad edenlerin
sevap derecesine ul aşır."
Bezzar'ınAbdullah'tan naklettiğine göre, Resuluilah şöyle buyurdu: ''Kadın
avretliı:..
Evinden çıktığı andan ·itibaren şeytan ona eşlik eder. Onun Rabbi-
ne en yakın olduğu yer, evinin içidir."
Yine Bezzar'ın naklettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle demiştir~ "Kadının ya-
tak odasında kıldığı namaz, evinin (orta yerinde) kıldığı 'namazdan; evinin
(orta yerinde) kıldığı namaz da avluda kıldığı namazdan daha hayırlıdır. "7ı
İbn Keslr, bu rivayetlerin arasında, "Ailah'ın kadın kullarını mescitlerden
alıkoymayın!" şeklinde bir rivayete daha yer vermiş; ancak, bu rivayetin doğu
racağı sıkıntıyı bertaraf etmek için, "Bir rivayette de, 'Onlar için evleri daha ha-
Kaldı ki, "Evlerinizde otunınn emri de, tüm zamanlanı ve rüm kadınlara yt>-
nelik bir emir değildir. Zira, bu emir, hiçbir yoruma ma hal vermeyecek bir açık
lık ve kesinlikte, doğrudan Hz. Peygamber'in eşierine yöneliktir.76 Nitekim, "Ey
Peygamber eşleri! Siz [öteki ya da diğer] kadınlar gibi değilsiniz." cümlesiyle
başlayan bir önceki ayet de, açıkça buna işaret etmekte dir. Utı ayetleri n, İfk ha-
disesi olarak tarihe geçen acı tecrübenin ardından inmiş olması muhtemel gö-
zükmektedir. Mesdeye bu ihtimal dahilinde bakıldığında, Hz. Peygamber'in eş
le rinin niçin böyle bir ilahi e mre mııhatap oldukları , daha iy i anlaşılacaktır.
8. Haremlik-Selamlık
Tesettür konusuyla çok yakından ilgili olan bir diğer konu da, islami gelenek-
teki haremlik-selamlık uygulamasıdır. Kanaalimizce, günümüz toplumunda
özellikle Hasan ei-Benna, Seyyid Kutub ve Mevdlıdi gibi son dönem İslam dti-
şünürlerinin tercüme eserlerinden kotanlmış belli bir İslami düşüneeye sahip
olan kültürlü çevrelerle, umumiyerle helli bir cemaatin düşünce gettosu içinde
barınan mütedeyyin halk kesimlerinin dini bir vecibeyi ifa duyarlılığı içerisinde
ve son derece titizlikle sürdürdükleri bu uygulamanın temelinde de yine kadını
bütünüyle 'avret'e (avrat) eşiıleyen gdeneksel anlayış yatmaktadır. Bu uygula-
manın dini bir gereklilik olduğunu ispata yönelik argOmanların haşında ise, Hz.
Peygamber'in l'\'ine yemekten önce gelip saatlerce oturan bazı sahabilerin bu
davranışbırının yanlışlığına dikkat çeken 33. Ahzab, 53. ayetteki "Peygamber
hanımlarından bir şey isteyeceğiniz zaman perde arkasmdan isteyin" ifadesidir.
Bu ayet, bir rivayere göre, Hz. Ömer'in, "Ey Allah'ın Resulü! Senin eşlerinin
yan ı na her cinsten adam girip çıkıyor. Onlara örtüomelerini ernretsen (iyi ol-
maz mı?)" demesi üzerine veya Hz. Peygamber'in bazı sahabileriyle birlikte .
yemek yediği sıı-.ıda bir sahabinin elinin Hz. Aişe'nin eline değmı::si ve bundan
!Tz. Peygamber'in rahatsız olması üzerine inmiştir.n
Doğrudan Hz. Peygamber'in eşlerinin özel durLımlarıyla ilgili bir olgusal
bağlam içerisinde vahyedilen bu ayetteki "perde arkasından talepte bulunm~ık"
ifadesi, mahrem olmayan tüm kadınlaı-.ı teşmil edilmı::k suretiylı::, malum ha-
remlik-selamlık uygulaması Kur'anileştirilmiştir(!)
Negatif diirtiilenme yoluyla zihinde mevhum cinsellik objelerinin oluşması
gibi mahzurla rı da içeren btı uygul anıanın günümüzdeki t.ezahürleri son elere-
ce ilginçtir. Sözgelimi, dostluklan üzun yıllara dayanan veya aynı sokakta ya da
aynı apartmanda yıllarca komşuluk yapan iki ailenin tüm fertleri, sokakta, çar-
şıda, pazarda, dolnıuşta ı-.ıhatlıkla görüşüp konuşabilmekte; ancak, ziyaretl~
ıiklerincle aynı fertlı::rin birlikte sohbet ı::tmeleri bir anda harama dönüşmekte
elir. Kuşkusuz, bu patolojik anlayışın, ev sohbetlerinde erkeklerin oturduğu oda-
nın kapısının -ihtiyaca biııaen- meçhul bir el tal".ıfından lıklatılması ve yine gö-
rünıneyı::n bir el tarafından çay tepsisinin sunulması gibi daha tuhaf tezahürle-
ri de vtırdır; ancak, bunları tek tı::k sayıp dökmenin yeri Inırası değildir.
Burada, yeri gel mişken, 24. NCır, 61. ayetle ilgili bazı tespit ve değerlendir-
melerde bulunmakta da fayda göıiiyonız. Bu ayette mealen şöyle denilmektedir:
(. ..) Sizin için, evlerinizde [ya da çcx:uklannızın evlerinde), bahalannızın evle-
rinde, an;ıl;ınnızın evlerinde (...) yahut ark:ıdaşlarınızın evlerinde yiyip içme-
nizdc bir beis yoktur. Birlikte yahut ayrı ayrı yemenizde de bir sakınca yoktur.
Klasik tef.~irlerde, "Birlikte veya ayn ayn yemenizde bir sakınca yoktur." cilnı
lt:sinin inişiyle ilgili olar.ık, birbirinden farklı rivayetler nakledilmiştir. Bu rivayı::t
lerdı::, nüzfıl dönemi Arap toplumunda veya bazı Aı-c~p kahilelerinde tek başına
vı::y;ı 6irlikte yemı::k yemenıe gibi aderlerin mevcudiyetinden söz edilmektedir.
Birlikte yı::mek yemerne acietiyle ilgili sebeb-i nOzCıllerden birine göre, -gü-
ya- ei-Leys h. Amr b. Kinaneoğulla rı, yemeklerini paylaşacak bir misafir olma-
dıkça sofraya oturmaz; hatı:a günlerce bekler ve evine misafir gelinceye kadar
ağzına tek lokma dahi koymazmış. Bu ayet, Hz. İbrahim'den tev~s eqildiği
ilı::ri sürülen bu iidetin bir zorunluluk olmadığını ve tı::k başına da pekala ye-
mek yenebileceği ni bildirmek için nazil olmuş ... Bir başka ri vayete göre ise,
ensardan bazıları, ağıdadıkları misafir sofraya oLurmaciıkça yemek yemezler-
miş ... Ayet, onlara diledikleri gibi yemek yeme ruhsatı tanımak için inmiş ... Di-
ğer taraftan, ayetin hitabına konu olan insanlardan )yazılan da topluca yemek
yenmesi halinde nefreti ınucip ya da sık ıntı verici bir şey meydana gelir endi-
~esiyle tek başlarına yemek yiyo rlarmış ... Ayetin ilgili kısmı da, bu i n~anlara,
birlikte yemek yenebik:ceğini telkin etmek için inmiş ...711
Dönemin Arap toplumunda Hz. İbrahim'in Sünneti'ni ihya etmek adına ye-
meğini bir misafırle payiaşarak yemt:: konusunda aşırı duyarlık gösteren er-
demli insanlar mevcut olabilir. Ancak blı nun, ayette verilmek istenen mesajla
bir ilgisi yoktur. Çünkü ayetin sonunda, "bir sakınca/beis yoktur" ifadesi yer
almaktadır. Halbuki ilgili ıivayeue, söz konusu insanların, tck başianna yemek
yemerne konusundaki ısrarcı mnımlarının, bunda dini bir sakınca gördüklerin-
den değil, misafirpervt:rlik ve sahip olduğu bir lokmayı başkasıyla payl aşma
konusundaki aşırı duyarlıklarından kaymıklandığı ifade edilmektedir. Sonuç iıi
barıyla, sebeb-i nüzfıl bağlamında nakledilen bütün bu rivayeı.Jerin, kadınla er-
keğin bir mt:diste bulunmasını düşünmek dahi istemeyen ve bu yüzden aye-
tin son derece yalın ve açık bir şekilde beyan ettiğ i bir gerçeği ikrarclan istin-
kaf eden klasik fıkıhçı menralitesinin ürettiği birer mizansen olması kuvvt:tle
muhtemel gözükmektedir.
Oysa, söz konusu ayeue, mahremlerinize ait evlerin yanı sıra, arkadaşları
nızın evlcrindt: de, pekala bir ar.ıda ve ayıı ayrı yemek yiyebilirsiniz, denilmt:k-
teclir. Derveze'nin de belirttiği gibi, ayetteki hitap mutlak olup, hu hitahın s:ı
dece erkeklere mahsus olduğunu ifade eden bir delil mevcut değildir. Kısacası,
ayette kadınlı erkekli bir sofr.ıda ber,ıberce yemek yemenin bir sakıncası olma-
dığı ifade edilmektedir. Burada söz konusu olan erkek ve kadınların, birbirle-
riyle akraba, mahrem veya arkadaş olmalan ara:lında herhangi bir fark yoktur."'
Ancak, bu yorum geleneksel ve egemen anlay ış nezdinde en b<ışındıın red-
dedildiği için, ayete makul bir izah getirebilmek gayretiyle oldukça ilginç yo-
rum denemdt:rinde bulunulmuştur. Sözgdiıni, Sabünl, "Dirlikte yemek yemc-
nin hükmi.l nedir?" başlığı altında şiiyle bir yonı nı geliştirnıiştir:
Kişinin bir başkasıyla birlikte yl:mek yemesi caizdir. Nirckiın Allah'ın "Bir-
likte veya ayrı ayrı yemek yemenizde sizin için bir sakınca yoktur." ;ıyeıi de
buna delalet etmektedir. Bir grup, herhangi bir yemeğe iştir:ık ettiğinde, bu
yemeği hep hirlikte yemeleri cai7.dir. Bazen, olabilir ki, bir kişi, b:ışkasıyla
m 13u rivayeılı:rin değişik versiyonl~n için hkı. Tahtrl,C:Tmi'ıı '/-/~yıin, XVIII. 172; rulzi, Mı:filri(w'l
ftaylı. XXIII. 37; Kurtubi, d-Cilıııi', Xl!. 208; Alusi, Rıibu'l·llıc',1ni, XVIII. 221.
79 Derveze, e<I·Dtı<ninı'/.J,wr':1ni, U. 262; :ı. mlr., er-Tel<inı'/.(ı:ıcli!, vı. 37~.
ııs islfimiyfic I V (2001), sayı 2.
Bu yorumun ne kadar zorlama olduğunu izah etmeye ger<::k yoktur. Asıl iza-
ha muhtaç olan husus, ayetin apaçık bi r anlam örgüsüne sahip olmasına rağ
men, ni~in bu denli zorlama te'villere başvurulduğudur. Kuşkusuz, bunun nede-
ni, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Kur'an'daki kıss~lardan 'hile-yi şeriye'ye da-
yamık bulma becerisini gösteren, mesellerfe ilgili nas.~fardan dahi normarif hü-
kümler çıkarabilen, dini yaşanuyı helallerden çok haramlarla tanımlamayı tercih
e::den ve hepsinden öte, üzerinde Şafi'l damgası taşıyan klasik fıkıhçı mentalite-
sinin, n assları anlama ve yonımfama konusunda tesis ettiği mutlak egeme nliktir.
işte, Sabunl'nin ayete geti rdiği yorumun fıkıhtaki 'münahede' bahsiyle no ktalan-
m ıs. ol ması da, hu egemenl iğin bir tezıı hürüdü r. Aynı tezahürll, cilhab ve haşür·
l(isüyle ilg ili yorumlarda d;ı çok açık b ir şekilde gözlemlemek mü mkündür.