Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 48

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ

EDEBİYAT FAKÜLTESİ
PSİKOLOJİ BÖLÜMÜ

PSL 436 - ALAN UYGULAMASI

GRUP 10 - DÖNEM ÖDEVİ

Ders Sorumlusu

Doç. Dr. Sedat IŞIKLI

Ders Asistanı

Arş. Gör. Damla TUFAN

Hazırlayanlar

Beyza Nur Güven - 2200344094


İremnur Özbalaban - 2200344062
Emine Simay Ayer - 2200344085

Haziran - 2024
Özet

Kişinin yaşantısında deneyimlediği sarsıcı olaylar büyük korkuların ve çaresizlik gibi

duyguların ortaya çıkmasına neden olarak insanların duygularını, düşüncelerini ve

psikolojilerini uzun süre etkisi altına almaktadır. Bu tür olaylar travmatik yaşantı olarak

adlandırılmaktadır (Özen, 2017). Travmatik yaşam olayları; insan yaşamını fiziksel,

psikolojik ve sosyal açıdan ciddi biçimde tehdit eden, güvenlik ve kontrol algısını zedeleyen,

bireylerde yoğun kaygı ve çaresizlik duyguları hissettiren örseleyici yaşam olaylarıdır (DSM,

2013). Çalışmalarda, bireylerin yaşamları boyunca yaklaşık %70'inin en az bir kez travmatik

bir olaya maruz kaldığı ve yaklaşık %4'ünün travma sonrası stres bozukluğu geliştirdiği

görülmüştür (Koenen ve ark., 2017; McGrath ve ark., 2017). Türkiye’deki bireylerin ise

yaşamları boyunca en az bir kez travmatik yaşam olayına maruz kalma oranları %84’tür

(Karancı ve ark., 2009; aktaran, Aba, 2022). Travmatik yaşam olayı türleri ise afetler, ihmal,

istismar, ölüme bağlı kayıp, hayatın tehdit edilmesi, cinsel saldırı, tehlikeli bir olaya tanıklık

etme, bireysel suçlar ve politik şiddettir. Travmatik yaşam olaylarının sebep olduğu fizyolojik

ve psikolojik etkilere travmatik etki denir (Işıklı, 2017). Travmatik etkinin karmaşık doğası

bilinçdışı zihinde etkiler bırakarak travmatik olayı ve duygusal bağlamı tekrar canlandırmaya

sebep olur (Atkinson ve Richardson, 2013). Yaşanan olayın doğası ile bireyin geçmiş

yaşantısı, mevcut durumu, gelecekteki beklentileri, biyolojik eğilimleri ve sosyal bağlamı

arasındaki karmaşık etkileşim kişilerin travmatik deneyime yüklediği anlamı belirlemekte ve

(Ursano ve ark., 1992) bu anlamlandırma şekli ise kişinin olaya vereceği tepkiyi

belirlemektedir. Tip 1 akut travma, tip 2 kronik travma, dolaylı travma, ikincil travma, şefkat

yorgunluğu ve çocukluk çağı travmaları farklı travmatik etki türleridir.

Anahtar Kelimeler: travma, travmatik olay, travmatik etki


Travma Tanımı, Travmatik Yaşam Olayı Türleri, Epidemiyoloji, Travmatik Etki

1.Travma Nedir?

1.1. Tarihsel Süreçte Travma

İnsanlık tarihinin başlangıcından beri, doğanın yıkıcı gücü, insanın vahşet ve

saldırganlığa eğilimi ile ölümün kaçınılmazlığı, travma deneyimlerini insanlık tarihi kadar

eski yapmaktadır. Kişinin yaşantısında deneyimlediği sarsıcı olaylar öfke, kaygı, umutsuzluk

gibi duyguların oluşmasına neden olarak insanların duygusal ve psikolojik durumlarını ve

düşüncelerini etkilemektedir. Bu tür olaylar travmatik yaşantı olarak adlandırılmaktadır

(Özen, 2017).

Travmanın psikoloji literatüründe tanımlanması, 1980 yılında Ruhsal Bozuklukların

Tanımsal ve Sayımsal El Kitabı’nın (DSM) üçüncü basımında "Travma Sonrası Stres

Bozukluğu"nun (TSSB) tanımıyla gerçekleşmiştir (DSM-III). Madde Kullanımı ve Akıl

Sağlığı İdaresi (Substance Abuse and Mental Health Services Administration- SAMHSA)

tarafından 2014 yılında yapılan açıklamaya göre, travma, bireyin fiziki veya duygusal açıdan

zarar potansiyeli olan ya da tehlike içeren olarak deneyimlediği ve fiziksel, sosyal, duygusal

işlevselliğini veya ruh sağlığını olumsuz etkileyen bir olay, olaylar dizisi veya bir dizi

koşuldan kaynaklanabilmektedir (SAMHSA, 2014).

Travmanın insanlık tarihi kadar eski olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu

konudaki çalışmalar ve tartışmalar da çok eskilere dayanmaktadır. Ancak 18. Yüzyıl öncesine

kadar travman kavramının sadece fiziksel boyutuna odaklanılmıştır. Travmatik yaşantıya

maruz kaldıktan sonra psikolojik olarak zorluk yaşayan bireylerin zaten zihinsel hastalığa

sahip olduğuna, kişiliğinde bir sorun olduğuna ya da biyolojik temelli bir rahatsızlığa

yakalandığına inanılmıştır (Micale, 1989). Sağlıklı kişilerin ise zorluk yaşasa bile belirli bir
süre sonra tamamen iyileşeceği varsayılmış ve belirtilerin kendi kendine geçmesi gerektiği

düşünülmüştür (Jones ve Wessley, 2005).

1870 yılındaki Fransa-Prusya Savaşı’na kadar stres verici yaşantıların psikolojik

bozukluklara yol açtığı düşünülmemiş ve 19. yüzyılın ilk yarısında da travma kavramı

yalnızca “fiziksel travma” anlamında kullanılmıştır (Jones, 2007). Fakat bu savaş sonrasında

cephede savaşan ve fiziksel olarak sağlıklı bir şekilde dönen askerlerin ruhsal sıkıntılar

yaşaması psikiyatristlerin dikkatini çekmeye başlamıştır (Veith, 1977). Böylece savaşlardan

dönen askerlerin -daha önce herhangi bir rahatsızlıkları olmamasına rağmen- tepkilerinde

azalma, travmatik yaşantıları tekrar yaşantılama, eski hobilerinden keyif alamama durumları

gözlemlenmiş ve bu duruma “travmatik nevroz” denmiştir (Norman, 1989).

Psikolojik travma ile ilgili ilk araştırmalar ise Fransız nörolog Jean Martin Charcot

tarafından histeri hastaları ile yapılmıştır (Veith, 1977). Charcot; hareket felci, unutma, duyu

kaybı ve konvülsiyonlar gibi nörolojik hasarı andıran histeri semptomların yapay olarak

tetiklenebilmesi ve hipnoz kullanılarak giderilebilmesinden dolayı psikolojik semptomlar

olduğunu göstermiştir (Micale, 1989). Charcot'nun histeri bağlamında kadınlarla yaptığı

çalışmalar, histeri belirtilerini doğaüstü güçlere bağlamayıp nedenleri ile ilgilenmesi ve onları

anlamaya çalışması, travmanın psikoloji literatüründe incelenmesinde önemli bir adım

olmuştur (Herman, 2016). Ancak Charcot, histeri hastalarının belirtilerine odaklanmasına

rağmen ruhsal durumlarını önemsememiş ve öncüsü olduğu psikolojik travma konusunun

yeterince açıklanabilmesini engellemiştir (Özen, 2017).

Charcot’dan sonra Fransa’da Pierre Janet ve Viyanda Sigmund Freud psikolojik

travma hakkındaki öncül çalışmalar yapan isimlerdir. Charcot’nun çalışmalarında yeterince

yer vermediği psikolojik belirtiler hakkında önemli sonuçlara ulaşan Janet ve Freud, travmatik

olaylara verilen duygusal tepkilerin bilinci etkilediğini ve bu sayede histerik belirtilerin ortaya

çıktığını savunmuştur. Bu iki isim birbirlerinden bağımsız çalışmalar yapmış ve Freud bu


durumu “ikili bilinç” olarak adlandırırken Janet ise “çözülme” olarak tanımlamıştır

(Ellenberger, 1970).

Breuer ve Freud, histeri belirtilerinin geçmişteki travmatik bir yaşantı ile ilişkisini

ortaya koymuş ve bu belirtilerin kelimelere döküldükçe azaldığını gözlemlemiştir. Bu durum

ilerleyen süreçlerde bir tedavi yöntemi olarak görülmeye başlanmıştır. Günümüzde

“psikoanaliz” olarak adlandırılan bu yöntemi Janet “psikolojik analiz” olarak, Breuer ve

Freud ise “katarsis” olarak tanımlamıştır (Horowitz, 1986).

Freud, 1896’da her histeri hastasının geçmişinde erken cinsel deneyim yaşantısı

olduğu görüşünü destekler nitelikte 18 olgunun takibini içeren “The Aetiology of Hysteria”

adlı makalesini yayınlamıştır (Green, 1994). Fakat Freud'un bu görüşleri ve temelinde yatan

'çocuğa karşı sapık eylemler' gerçeği, Viyana'daki burjuva aileleri ve aristokrat çevreyi

rahatsız etmiştir.(Bonaparte ve ark. 1954, akt. Özen, 2017). Bu durum karşısında Freud

hipotezlerinin doğru olmadığını ve histerik hastaların cinsel istismar öykülerini uydurduğunu

savunan başka bir makale daha yayınlamak zorunda kalmıştır (Özen, 2017). Böylece

1800’lerin sonlarında başlayan psikolojik travma araştırmaları ve anlamlandırma çabaları

tekrardan durgunluk sürecine girmiştir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında travmaya atıf yapan temel bir ifade olarak “bomba

şoku” (shell shock) kavramı karşımıza çıkmaktadır. Bomba şoku kısaca, savaş alanında

bulunsa bile hiçbir fiziksel travmaya maruz kalmayan askerlerde birçok psikolojik belirtinin

gözlemlenmesi olarak tanımlanabilir (Myers, 1978). Başlangıçta yalnızca savaş sırasında

fiziksel travmaya maruz kalan askerlerin sonrasında ruhsal sıkıntı yaşadıkları düşünülmüştür.

İlk vakaların muayenesini yapan İngiliz Psikolog Charles Myers (1978), askerlerde gördüğü

semptomları patlayan bombaların sarsıcı etkisine atfederek duruma bomba şoku adını

vermiştir. Sonrasında herhangi bir fiziksel travma yaşamayan askerlerde de benzer

semptomların görülmesi ile birlikte psikolojik travma kavramı belirginleşmeye başlamıştır


(Herman, 2016). Showalter (1985) savaştan dönen askerlerin durumunu şu şekilde anlatmıştır:

“Kontrolsüzce feryat ederek ağlıyorlardı. Donakalıyor, hareket edemiyor, hiçbir şey

söylemiyor ve hiçbir şeye tepki göstermiyorlardı. Belleklerini ve hislerini kaybetmiş gibilerdi.

Psikolojik hasarların sayısı öyle fazlaydı ki -İngiliz savaş zaiyatlarının %40’ı psikiyatrik-

onları yatırmak için hastanelere el konması gerekti. Ordudaki yetkili insanlar halkta sarsıcı

etkileri olacağını düşünerek, psikolojik hasar raporlarını örtbas ettiler.” Askerlerde uzun süre

ölüm tehdidi altında kalmanın stres seviyesinin artmasıyla birlikte histeri benzeri nevrotik bir

durumun gelişimine neden olabileceği düşünülmüş ve bu duruma getirilen açıklamalar 18.

yüzyıldaki histeri açıklamalarıyla büyük ölçüde benzerlik göstermiştir. Askerlerin savaşa olan

gururları ve duygusal tepkisizliklerinin önemsendiği düşünülmüştür, onlardan hiçbir duygusal

tepki göstermemeleri beklenmiştir ve travmatik nevroz belirtisi gösteren askerler “ahlaken

sakat” olarak nitelendirilmiştir (Lifton, 1973). Bazı psikiyatrlara göre askerlerin gösterdiği bu

belirtilerin amacının savaştan kaçmak olduğu düşünülmüş ve Lewis Yealland’ın yazdığı

“Hysterical Disorders”ta belirtilerin tedavisi için utandırma ve cezalandırmaya yönelik

yöntemler önerilmiştir (Showalter, 1985). Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra birçok gazi

psikolojik rahatsızlığı olmasına ve hastanelerde tedavi görmesine rağmen psikolojik travma

konusuna olan ilgi giderek azalmış ve İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde de bu

durum devam etmiştir (Özen, 2017).

İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte ise travmatik nevroza olan ilgi tekrar

artmış ve kişinin maruz kaldığı fiziksel travma ile orantılı olarak psikolojik travma

yaşayabileceği ilk kez kabul edilmiştir (O’Brien, 1990).

1941 yılında Abraham Kardiner savaş travmalarıyla ilgili ilk gerçekçi çalışmaları

yaparak sonuçlarını “Travmatik Savaş Nevrozları” adlı eserinde yayınlamış ve TSSB

semptomlarının ana hatlarının belirlenmesini sağlamıştır (Ellis, 1980).


1.1.1. DSM Boyunca Travmanın Seyri

Travmanın psikolojik boyutu ile ilgili çalışmalar, içerisinde bulunulan dönemin siyasi,

ekonomik ve kültürel unsurlarından etkilenmiş ve dönemin özelliklerine göre şekillenmiştir.

Dolayısıyla travma hakkındaki çalışmalar da inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Yayınlanmış

DSM baskılarında da travmanın tanımı, kapsamı ve belirtileri döneme uygun olarak sürekli

değişim ve gelişim içerisinde olmuştur (Başterzi ve ark., baskıda).

DSM-III’te (1980) travmatik olaylar için “alışılagelmiş insan deneyiminin ötesinde…”

betimlemesi kullanılarak travmatik yaşam olaylarının düşük sıklığına vurgu yapılmıştır.

DSM-IV’te (1994) “kişinin; karşısında korku, çaresizlik, dehşete düşme ve yok olma tehdidi

deneyimlediği olay” olarak tanımlanmış ve dikkatin çekildiği nokta travmatik yaşantı

karşısında bireyin deneyimleri olmuştur. DSM-5’te (2013) ise kapsam genişletilmiş ve travma

tıbbi bir hastalık gibi standartlaştırılarak “Doğrudan yaşanılan, gözlemlenen ya da aile

fertlerinden biri veya yakın olan bir arkadaşın başına gelen, mesleki olarak deneyimlenen;

rahatsız edici bir şekilde ölümle veya ciddi yaralanmayla karşılaşılmış ya da cinsel saldırıya

maruz kalınmış olma durumu.” şeklinde tanımlanmıştır.

2.Travmatik Yaşam Olayı Nedir?

Travmatik yaşam olayları; insan yaşamını fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan ciddi

biçimde tehdit eden, güvenlik ve kontrol algısını zedeleyen, bireylerde yoğun kaygı, korku ve

çaresizlik duyguları hissettiren zorlu ya da örseleyici yaşam olaylarıdır (DSM, 2013).

Travmatik yaşam olayları tüm bireylerde aynı etkilere ve belirtilere sebep olmaz.

Herhangi bir travmatik yaşam olayı ile karşılaşan bireyin bu duruma nasıl tepki vereceğini ya

da bu travmatik yaşam olayının bireyde yarattığı etkilerin gelecekte psikolojik bir bozukluğa

dönüşüp dönüşmeyeceğini belirleyen bazı risk faktörleri vardır. Travmanın şiddeti, kişinin
genetik yatkınlığı ve aile öyküsü, stresle başa çıkma yöntemleri, sosyal destek kaynakları,

geçmiş travma ve yaşantıları gibi faktörler buna örnek olarak verilebilir (Işıklı, 2023).

Travmatik bir yaşantıya maruz kalma yaygınlığının araştırıldığı çalışmalara göre

bireylerin yaşamları boyunca en az bir kez travmatik bir olaya maruz kalma oranı yaklaşık

%70'tir ve bu kişilerin yaklaşık %4'ü travma sonrası stres bozukluğu geliştirmektedir (Koenen

ve ark., 2017; McGrath ve ark., 2017). Türkiye’deki bireylerin ise yaşamları boyunca en az

bir kez travmatik yaşam olayına maruz kalma oranları %84’tür (Karancı ve ark., 2009;

aktaran, Aba, 2022).

Dünya Akıl Sağlığı Araştırmaları'na (World Health Mental Surveys-WHMS) göre,

travmatik bir olaya maruz kalan her bireyin TSSB tanısı almadığı, genel popülasyonda

TSSB'nin yaşam boyu görülme sıklığının yaklaşık %4, hayatları boyunca en az bir kez

travmatik bir olaya maruz kalmış bireylerde ise yaklaşık %6 olduğu saptanmıştır. (Koenen ve

ark., 2017). Aynı çalışmada TSSB belirtilerini yordayan belli risk faktörleri de saptanmıştır.

Araştırma bulgularına göre genç, kadın, işsiz ve bekar olmak, düşük eğitim ve sosyoekonomik

düzeye sahip olmak TSSB tanısı almayı yordamaktadır. Alanyazındaki tüm bu çalışmaların

bulgularına bakıldığında; erkeklerin daha fazla travmatik yaşam olayı ile karşılaşmasına

rağmen kadınların daha fazla TSSB tanısı aldığına, dolayısıyla kadın olmanın; travmanın

türünün, travma hakkında ruminasyonun, travmadan önce kümülatif bir şekilde travmatik

yaşam olaylarına maruz kalmanın, önceki ruhsal bozuklukların ve aile hastalık geçmişinin

TSSB tanısı için risk faktörleri olduğunu söylemek mümkündür. (Başaoğlu ve ark., 2004;

Brewin ve ark., 2000; DiGangi ve ark., 2013; Heron-Delaney ve ark., 2013; Kessler ve ark.,

2014; Ozer ve ark.,2013; Tolin ve Foa, 2006; aktaran Aba, 2022).

2.1. Travmatik Yaşam Olayının Ayırt Edici Niteliği

Gündelik olaylar daha beklendik ve sıradan iken travmatik yaşam olayları

beklenmediktir ve kişinin herhangi bir hazırlık yapmasını olanaksız kılar. Ayrıca gündelik
stres verici yaşam olayları ve stres kaynaklarının prevalansı ve kontrol edilebilirliği yüksektir.

Fakat travmatik yaşam olayları düşük sıklığa sahiptir ve kişiler genellikle travmatik yaşam

olayının gelişimini ve sonrasında olacakları kontrol edemez (Işıklı, 2023). Travmatik yaşam

olayları kişinin dünyadaki yeri ve kendisi hakkındaki düşüncelerini, kişinin yaşamını ve

fiziksel bütünlüğünü tehdit eder. Kendini güvende hissetme ihtiyacını, dünyanın iyi ve adil bir

yer olduğuna dair inançlarını, kırılmazlık, incinmezlik gibi duygu ve düşüncelerini sarsar.

Travmatik olaylar kişinin alışılagelmiş gündelik deneyiminin dışında kalan, bilişsel

şemalarına oturmayan ve anlandırılması güç olaylardır (Bayram ve ark, 2018).

2.2. Travmatik Yaşam Olayı Türleri

2.2.1. Afetler

Afetler dünyanın farklı yerlerinde ve farklı zaman dilimlerinde alışılagelenın dışında

olaylar olarak meydana gelmiş ve sebep olduğu ağır can ve mal kaybı dolayısıyla travma

bağlamında hep dikkat odağı olmuştur (Avdar ve Avdar, 2022). Afetler bireylerde belirsizlik

ve güvensizlik duygusu yaratarak endişe ve öfke ortaya çıkarır. Afetlerin; aniden olması,

kişinin daha önce benzer bir deneyim yaşamamış olması, afetin etki süresi, kontrol kaybı

yaşanması, imkanların kaybedilmesi, bireyi değişime zorlaması ve ölümle yüzleştirmesi

bireylerde travmatik belirtilerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır (Karaarslan ve ark, 2023).

Afetler, ortaya çıkış sebeplerine bağlı olarak doğa kaynaklı ve insan kaynaklı afetler

olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Doğa kaynaklı afetler ise kendi içerisinde ani ve yavaş

gelişen doğal afetler olarak ikiye ayrılırken insan kaynaklı afetler de kasıtlı ve kasıtsız afetler

olmak üzere ikiye ayrılmaktadır (Işıklı, 2023).

Doğa kaynaklı afetler; insanların üzerinde fiziksel, ekonomik, sosyal ve psikolojik

kayıplar meydana getiren, kişinin yaşamını ve aktivitelerini tamamen durduran/kesintiye

uğratan, kısacası insanları olumsuz etkileyen doğa kaynaklı olaylar olarak tanımlanmaktadır

(Gündüz, 2009). Bu tür afetler her ne kadar doğal kaynaklı, istemsiz ve karşı konulamaz olsa
da etkileri yine insan yaşamına ve davranışlarına dayanmaktadır (Laçiner ve Yavuz, 2013).

Doğa kaynaklı afetlere örnek olarak deprem, tsunam, çığ (ani gelişen doğal afetler), kuraklık

ve kıtlık (yavaş gelişen doğal afetler) verilebilir.

İnsan kaynaklı afetler ise doğal olaylarla açıklanmayan ve insanlara bağlı olarak

gelişen olaylardır (Laçiner ve Yavuz, 2013). İnsan kaynaklı afetlere örnek olarak ise

taşımacılık kazaları ve endüstriyel kazalar (kasıtsız), bombalama eylemleri ve soykırım

girişimleri (kasıtlı) verilebilir.

2.2.2. İhmal ve İstismar

İhmal ve istismar genellikle beraber görülen ve birbirlerini önemli ölçüde yordayan iki

diğer travmatik yaşam olayıdır. Bireye karşı kasti olarak yapılan ve bireyin fiziksel, duygusal,

zihinsel ve toplumsal gelişimlerini zedeleyici her türlü davranış istismar; bireyin beslenme,

bakım ve eğitim gibi ihtiyaçlarının karşılanmaması ise ihmal olarak tanımlanmaktadır

(Demirkapı, 2013) İstismar; fiziksel, duygusal ve cinsel istismar olmak üzere üçe, ihmal ise

fiziksel ve duygusal ihmal olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.

Fiziksel istismar; hırpalama, dövme ve yaralama gibi davranışları içeren ve kişiye

kasten zarar verme amacı güden davranışlardır (Ekinci, 2010). Duygusal istismar; bağırma,

tehdit etme, alay etme gibi davranışları içeren ve kişinin ihtiyacı olan bakım ve ilgiyi ondan

esirgeme durumudur (Şenkal ve Işıklı, 2015). Cinsel istismar, bir kişinin rızası olmaksızın,

başka bir kişiyi güç kullanarak veya kandırarak kendi cinsel arzu ve gereksinimlerini

karşılamak için kullanması durumudur (Aktepe, 2009).

Fiziksel ihmal, kişinin -genellikle 18 yaşından küçük çocukların- hayati ihtiyaçlarının

(beslenme, barınma vb.) karşılanmaması durumudur (Taner ve Gökler, 2004). Duygusal ihmal

ise kişinin ihtiyacı olan bakım, ilgi ve sevgiden mahrum bırakılması durumudur (Glaser,

2002).

2.2.3. Ölüme Bağlı Kayıp


Patolojik yas, sevilen birinin kaybının üzerinden en az altı ay geçmesine rağmen

kişinin yaşamsal işlevselliğinin giderek bozulması olarak tanımlanmaktadır (DSM, 2013). Bu

tür bir yas süreci, bireyin günlük yaşam aktivitelerini sürdürmesini zorlaştırabilir ve uzun

vadede ciddi psikolojik sorunlara yol açabilir. Jacobs (1999) ise bu bağlamda travmatik yas

tabirini kullanmış ve bu durumu “sevilen bir kişinin ani ve şiddet içeren şekilde ölümü

sonucunda kişide ortaya çıkan belirtiler” şeklinde tanımlamıştır. Travmatik yas, kişinin

normal yas evrelerinden olağan akışıyla geçememesi ve yas sürecini tamamlayamaması ile

gelişen patolojik bir durumdur (Bildik, 2013). Bu durum, bireyin duygusal dengesini bozarak

depresif bozukluk, kaygı bozukluğu ve travma sonrası stres bozukluğu gibi ciddi psikolojik

sağlık sorunlarına yol açabilir.

Yas tutanın kişilik özellikleri, ölen kişi ile ilişkisi, kişinin kullandığı baş etme

stratejileri, inancı, geçmiş hastalık öyküsü, aile yaşantısı ve destek sistemleri, ölümü algılama

biçimleri gibi birçok faktör yas sürecini etkilemektedir (Worden, 2001). Örneğin, kişinin

önceki ruh sağlığı durumu, yas sürecinin nasıl ilerleyeceğini büyük ölçüde belirleyebilir.

Ayrıca, sosyal destek sistemlerinin varlığı, yas sürecini hafifletebilir ve bireyin bu zor dönemi

daha sağlıklı bir şekilde atlatmasına yardımcı olabilir. Buna ek olarak, kişinin dini inançları ve

ölüm kavramına bakışı, yas sürecini nasıl deneyimleyeceğini de etkileyebilir. Bireyin kaybı

nasıl algıladığı, yas sürecinin uzunluğunu ve yoğunluğunu belirlemede önemli bir rol oynar.

Örneğin, ani ve beklenmedik ölümler, daha uzun ve karmaşık yas süreçlerine neden olabilir.

Tüm bu faktörlerin bir araya gelmesi, her bireyin yas sürecini benzersiz kılar ve bu sürecin

yönetiminde kişiselleştirilmiş yaklaşımların önemini ortaya koyar.

2.2.4. Hayatın Tehdit Edilmesi

Ölüme bağlı kayıp kişinin yakınları ile ilgili bir durumken (sevdiği, yakın olduğu bir

kişinin vefatı) hayatın tehdit edilmesi kişinin kendi yaşamının sonlanma ihtimaliyle burun

buruna gelmesidir. Kişinin hayatının ve fiziksel bütünlüğünün tehdit edilmesi; kaçırılma –


alıkonulma, işkenceye maruz kalma, ölümcül hastalık tanısı alma ve epidemi – pandemi gibi

farklı şekillerde olabilmektedir.

Kaçırılma ve işkenceye maruz kalma bireyin fiziksel bütünlüğünün tehdit edildiğini

anlardır. Dünya Tıp Birliği’nin (1975) tanımına göre işkence, “bir veya daha çok bireyin, tek

başlarına veya yetkili bir otoritenin direktifleri doğrultusunda, başka bir kişiden bilgi / itiraf

elde etmek, başka amaçlarla veya nedensiz biçimde, kasti, düzenli bir şekilde fiziksel veya

psikolojik şiddet uygulamasıdır.” Kaçırılma ve işkence, insan ilişkilerindeki mutlak

eşitsizliklerin zirve noktalarındandır. Mağdur, işkencecinin kontrolü altında ve onun insafına

kalmış bir durumdadır (Paker ve Buğu, 2016).

2.2.4.1. Epidemi ve Pandemi

Pandemi sözcüğü, Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre geniş bir coğrafi alanda yayılan

ve çok sayıda insanı etkileyen küresel düzeyde salgın anlamına gelmektedir. Bu tür salgınlar,

ülkeler ve kıtalar arasında hızla yayılarak geniş kitleleri etkiler ve genellikle ciddi sağlık,

sosyal ve ekonomik etkiler yaratır. COVID-19 pandemisi, bu tanımın en güncel örneklerinden

biridir. Öte yandan, epidemi sözcüğü ise Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre belirli bir coğrafi

alanda gerçekleşen salgın anlamına gelmektedir (TDK, 2024). Epidemiler, daha sınırlı bir

bölgede yayılır ve genellikle yerel sağlık otoriteleri tarafından kontrol altına alınmaya

çalışılır. Örneğin, belirli bir şehirde veya ülkede grip salgını bir epidemi olarak

nitelendirilebilir. Her iki terim de bulaşıcı hastalıkların yayılma düzeyine ve coğrafi

kapsamına göre farklılık gösterir ve sağlık alanında önemli kavramlardır. Epidemilerin

kontrol altına alınması, pandemilerin önlenmesi ve yönetilmesi için kritik öneme sahiptir.

2.2.4.1.1. Covid 19 Salgını

Hastalığın seyrini olumlu yönde etkileyen tüm önlemler, dünya genelinde ruh sağlığı

üzerinde de önemli bir etki yapmıştır. Bu durum, depresyon, anksiyete, stres ve travma gibi
rahatsızlıkların artmasına ve bireylerin COVID-19 virüsünden korkmasına yol açmıştır.

COVID-19 hastalığının kapsamı arttıkça, anksiyete ve depresyon seviyelerinde, uyku

bozukluklarında ve madde bağımlılığında artış gözlemlenmiştir (Lai ve ark., 2020).Virüsün

kuluçka süresinin tam olarak bilinememesi, virüsün yayılma şekli, tedavi yöntemleri ve

güvenlik önlemleri hakkında yeterli bilgi olmaması, kaygı ve korkunun artmasına neden

olmuştur (Dong ve Bouey, 2020). Evde izolasyon sürecinde olmanın zorunluluğu, hayat

monotonluğu, hayal kırıklığı; öfke, depresyon, somatizasyon ve travma sonrası stres

bozukluğunun gibi olumsuz durumların yaşanmasına yol açmıştır (Goyal ve ark., 2020).

Pandemi sürecinde Varatharaj (2020) tarafından yapılan araştırmaya göre, bireyler

şüpheli birer vaka olarak teşhis edildiklerinde dahi bir çoğunda psikolojik krizlerin

yaşadıkları, genellikle aşırı duygusal tepkiler verdikleri, şok, inkâr ve öfke içinde kişilerin

tedavi süreçlerini aksattığı ve sağlık çalışanları ile ortak çalışma yapmayı reddettikleri ortaya

konulmuştur.

Rogers ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada ise (2020), COVID-19 teşhisi konan

hastaların %47,46'sının anksiyete ve gerginlik hissetiği , %64,29'unun ise çaresizlik hissettiği

saptanmıştır.

2.2.4.1.2. Pandemi Sürecinin Sağlık Çalışanları Üzerindeki Travmatik Etkileri

SARS-COVID döneminde, sağlık bakım profesyonellerinin yaklaşık %50'sinin,

ailelerine virüs bulaştırmaktan korktukları ve uzun süreli devam eden sosyal izolasyon

nedeniyle yorgunluk, akut psikolojik stres ve travma sonrası stres yaşadıkları tespit edilmiştir.

SARS-COVID ve MERS-COVID salgınları sırasında yaşananlar dikkate alındığında, sağlık

çalışanlarının mental sağlık yükünün oldukça ağır olduğu anlaşılmaktadır. Yapılan bir

araştırmada, SARS hastalarına bakan sağlık çalışanları ile temaslı oldukları için karantina
altındaki diğer çalışanlar, savunmasızlık, korku ve travma ile ilgili belirtilerden

bahsetmişlerdir (Ruiz ve Gibson, 2020).

COVID-19 servislerinde çalışan sağlık çalışanlarıyla yürütülen bir araştırmaya göre,

kişilerdeki depresyon belirtisi yaşama oranı %50 , anksiyete belirtisi yaşama oranı %44,6,

uykusuzluk belirtisi yaşama oranı %34 ve kaygı bozukluğu belirtisi yaşama oranı %71,5

olarak belirlenmiştir (Brooks ve ark., 2020). Özellikle genç olan kadın sağlık çalışanlarının ve

doğrudan Covid şüphesi ile gelen hastalara bakan ve Covid teşhisi alan hastalara bakan

servislerde çalışan sağlık personelinin bu tür ruhsal sorunları daha fazla yaşadıkları

görülmektedir.

Chan ve Huak’ın yaptıkları araştırmaya göre (2004) sağlık çalışanlarında Covid-19

virüsüne maruz kalmaları, kişilerde travmatik bir sürece dönüşerek bireylerde tükenmişliğe

sebep olabilmektedir. Pandeminin sağlık çalışanlarında sebep olduğu bu travma ile baş

edebilmeleri için kişilerin ruhsal sağlığını destekleyecek, birey üzerinde fonksiyon kaybı

yaratmayan rehabilitasyona yönelik paradigmaların geliştirilmesine ihtiyaç duyulduğu

belirtilmiştir (Pak, 2017).

2.2.5. Cinsel Saldırı

Cinsel saldırı, ardından gelen tekrarlama, güvensizlik, düşük benlik saygısı, kayıp

hissi ve dağılmışlık hissi gibi belirtilerle diğer travma türlerinden farklı olarak tanımlanmıştır.

DSM-5'e göre, cinsel saldırı tanı sistemindeki travma tanımı, gerçek bir ölüm veya ölüm

tehdidi, ciddi bir yaralanma veya cinsel şiddet gibi unsurları kapsayan travma kriterlerine

dahil edilmiştir (APA, 2013). Cinsel saldırı yalnızca bireyin beden bir aradalığı doğrudan bir

saldırı anlamına gelmektedir. Psikolojik, fiziksel, veya ekonomik baskı ile kişinin istemediği

bir cinsel ilişkiye zorlama şeklinde de meydana gelebilir (Sathyanarayana ve ark.,

2013).Doğal afetler gibi travmatik yaşam olaylarının aksine, cinsel saldırılarda mağdur
genellikle yalnızdır ve olayın tek tanığı olduğu için yaşananlarda kendi rolünü sorgulayabilir

(Gölge ve ark., 2000). Suç davranışının işlendiği yer mağdur kişinin kendi bedeni olduğu için

bu travmatik deneyimi geride bırakmak zor olabilir.

Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı araştırmaya göre (2003) dünya genelinde her beş

kadından biri cinsel saldırıya maruz kalmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı çalışmayı

doğrulayacak şekilde Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşayan kadınların %20'sinin cinsel

saldırı veya cinsel istismara uğradığı tahmin edilmektedir.

Cinsel saldırı hem kadınlara hem de erkeklere yönelik olabilir, ancak araştırmalar

genellikle cinsel saldırı yaşayan kişilerin kadın, faillerin ise erkek ve genellikle tanıdık

olduğunu göstermektedir. Elliott ve arkadaşlarının araştırmasına göre (2004), kadınların

%22'sinin, erkeklerin ise %3,8'inin cinsel şiddete maruz kaldığı bildirilmiştir. Her 6 kadından

biri ve her 33 erkekten biri hayatlarının bir kısmında cinsel şiddet yaşadığını bilidirmiştir

(Tjaden ve Thonnes ,2006).

Cinsel şiddet, çoğunlukla şiddetin diğer türleri ile birlikte görülmektedir. Leithner ve

arkadaşlarının çalışmasına göre (2009) fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddet öyküsü olan

kadınların %26,1’inin geçmişte iki farklı türde şiddet öyküsü olduğu , %14,8’inin ise her üç

tür şiddet öyküsü olduğu görülmüştür. Cinsel şiddet, mağdurlarda fiziksel yaralanmaların yanı

sıra psikolojik hasara da neden olabilmektedir. Türkiye örneklemi ile yapılan araştırmada ise

Adli Tıp Kurumu’na muayene olması amacı ile giden cinsel saldırı yaşan kişilerin

%61,3’ünün travma sonrası stres bozukluğu belirtileri gösterdiği görülmüştür (Gölge ve ark.

2014).

Cinsel taciz vakalarına ilişkin yasal başvuruların diğer travma türlerine göre az olduğu

bilinmektedir. Türkiye'de bir yıl boyunca yapılan bir araştırmada, cinsel saldırı vakalarının

sadece %1.4'ünün rapor edildiği tespit edilmiştir. Cinsel saldırı mağdurlarının saldırganlarını
tanıma oranının toplum tabanlı çalışmalardan daha düşük olabileceği ve tanıdık bir saldırganla

karşılaşıldığında, klinik belirtilerin daha şiddetli ve kalıcı olduğu, travma sonrası stres

bozukluğu oranının ise daha yüksek olduğu öngörülmektedir (Hacıoğlu Yıldırım ve Güvenç,

2017).

Türkiye’de cinsel saldırı sonrasında adli başvuru yapan yetişkin veya çocuk 270

kişinin katıldığı bir araştırmaya göre, saldırıya uğrayanların %87.4'ünün saldırganı tanıdıkları

tespit edilmiştir. Ullman ve Filipas’ın çalışmasında (2001) ise saldıran kişinin tanıdık veya

yabancı olmasının direkt belirleyici bir faktör olmadığı, ancak fiziksel yaralanma belirtileri

olduğunda, saldırganın tanıdık olmayan biri olmasının travma sonrası stres bozukluğu

belirtilerini artırdığı gözlenmiştir. Aynı çalışmaya göre, travma sonrası stres bozukluğu

belirtilerinin artmasına direkt etki eden en önemli faktörün olumsuz sosyal tepki olduğu,

bunun da kişin etnik yapısı, eğitim ve olayı açığa kavuşturmanın kapsamı ile ilişkili olduğu,

saldıran kişinin yabancı veya tanıdık olmasının direkt etkili olmadığı belirtilmiştir.

2.2.6. Tehlikeli Bir Olaya Tanıklık Etme

Psikolojik travma geçiren bireyler, travmatik olayı anlatırken mantıklı bir şekilde ifade

edemezler; bunun yerine, anılar parçalanmış imgeler, sesler, fiziksel algılar gibi izler halinde

devam eder (Van Der Kolk, 2019).

2.2.6.1. İntihara Bağlı Kayıplar ve Travma

Bir yakının kaybının etkisinin, ölümün çeşidine göre değişiklik gösterebileceği

düşünülmektedir. Bazı araştırmacılar, özellikle intihar sonucu gerçekleşen kayıpların yas

süreciyle başa çıkmayı daha zorlaştırabileceğini ve kaybın intihara bağlı oluştuğu durumlarda

kişide karmaşık yas tepkilerine yol açabileceğini öne sürmektedir (Cerel ve ark., 2008;

Supiano ve ark., 2017; Zhang ve ark., 2006).


Yas literatürüne bakıldığında, intihar nedeni ile meydana gelen ölümlerin travmatik

tepkilere yol açabilecek bazı özellikler taşıdığı belirtilmektedir (Kaltman ve Bonanno, 2003).

Konuyla ilgili yapılan bir inceleme çalışması, kaybın beklenmeyen bir şekilde

oluşmasının ve aniden gerçekleşmesinin semptomların artmasıyla ilişkili olduğunu

göstermektedir (Kristensen ve ark., 2012); ancak, böyle bir ilişki bulunmadığını öne süren

araştırmalar da mevcuttur (Kaltman ve Bonanno, 2003; Zisook ve Shuchter, 1991). İntihar

sonucu yaşanan kayıpların travma sonrası stres belirtilerine yol açabilecek bir başka özelliği

de, bu ölümlerin doğası gereği şiddet unsurları içermesi olduğu görülmüştür. (Kaltman ve

Bonanno, 2003).

İntihar eden kişinin ölüm anını görmek, intihar eden kişiyle son 24 saatte iletişime

geçmek, kişinin ölümünü engellemek için bir şeyler yapabileceğini düşünmek travma sonrası

stres bozukluğu tanısı almayla ilişkili olduğu belirlenmiştir. Aynı zamanda travma sonrası

stres bozukluğu tanısı alan ergenlerde bu tanıyı almayan ergenlere kıyasla intihar eden kişiyle

daha yakın bir ilişkiye sahip oldukları tespit edilmiştir (Melhem ve ark., 2004).

2.2.6.2. Orman Yangınları

Travmatik olaylar, doğası gereği tehlikeli, ani ve zorlayıcı olduğundan bireylerde

kaçınma, korku, geri çekilme ve anksiyete gibi davranışsal tepkilere ve çeşitli problemlere yol

açmaktadır (Kılınç ve ark., 2017). Yangın felaketinin hem doğrudan yangına tanıklık eden ya

da yangını yaşayan kişiler üzerinde hem de yangına dolaylı yoldan şahit olan kişiler üzerinde

yangınların etkiler bırakabileceği düşünülmektedir. Afetler sonrasında ortaya çıkan psikolojik

travmalar, toplumlarda, ailelerde ve bireylerde farklı şekillerde görülebilir. Aynı zamanda bu

travmalar geçici olabileceği gibi kalıcı da olabilir ve dolayısıyla herkesin yaşamını

etkileyebilir (Özkan ve Çetinkaya Kutun, 2021). Bu sebeplerle, travmatik olayların kişiler

üzerindeki etkisinin değişkenlik gösterebileceği ifade edilebilir.


To ve arkadaşlarının (2021) gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçlarına göre, çeşitli

dönemlerde yapılan yangın takip çalışmalarında, orman yangınlarından etkilenen

topluluklarda yetişkin, ergen ve çocuklarda travma sonrası stres bozukluğu oranlarında

istatistiksel ve klinik olarak anlamlı bir artış gözlemlenmiştir.

2.2.7. Savaş

Savaşlar ve silahlı çatışmalar, şiddet, yaralanmalar, yerinden edilmeler ve bireysel

sosyal yapıların bozulması gibi nedenlerle sürekli olarak insani felaketler ve krizler ortaya

çıkarır. Bu tür olaylar ülkenin fiziksel altyapısını da olumsuz etkileyerek büyük yıkımlara yol

açabilir. Savaşlar ve silahlı çatışmalar, dalgalanma etkisi yaratarak çok boyutlu streslere

neden olur; bu stresler yalnızca psikolojik değil, aynı zamanda ekonomik, psikososyal ve

sosyal boyutları da kapsar (Martz, 2010).

Savaşlar ve silahlı çatışmalar toplumlar üzerinde kalmaya devam eden yaralar

açmaktadır. Aynı zamanda savaşlar toplumları muhtaç duruma düşürür. Toplumları yerinden

eder ve işlevselliklerini bozar; bu nedenle tüm toplumlar için travmatik bir etki yaratır. Aynı

zamanda, kişiler arası gerçekleşen silahlı çatışmalar ve savaş , yaşamın devamına yönelik

stres, kişiler arası korku deneyiminin artması ve gruplar arasında düşmanlık oluşturur (Martz

ve Lindy, 2010).

Kişisel travmatik olaylardan farklı olarak, savaşa maruz kalan bireyler devamlı olarak

güvenli olmayan bir ortamda çok fazla sayıda strese maruz kalır. Bu durumun ise siviller ve

askerler için farklılık gösterdiği görülmüştür. Savaş ortamında yaşayan siviller açısından,

savaş bölgesinde kalıp kalmama konusunda ani kararlar almak zorunda kalabilirler. Savaş

yalnızca bireyi değil, ailesini ve çevresini de etkiler. Savaştan etkilenen sivillerin yerleşim

şekilleri farklı üç şekilde gerçekleşebilir: Evlerinden hiçbir yere göç etmeyen aynı yerde kalan
siviller, evlerinden ayrılarak ülke içinde başka bir yere yerleşen siviller ve evlerinden

ayrılmak zorunda kalıp farklı bir ülkeye göç eden siviller (Rosner ve Powell, 2006).

Savaşın sona ermesinden uzun süre sonra bile, savaş koşullarının oluşturduğu olumsuz

etkiler devam edebilmektedir (Almoshmosh, 2016). Savaş gibi uzun süreli durumlara sürekli

maruz kalma, birinci, ikinci ve üçüncü derece şokların farklı türlerine neden olabilir ve

zamanla başka tepkilere veya ilk aylarda %10'a yaklaşan oranlarda travma sonrası stres

bozukluğuna dönüşebilir. Bu durum, kadınlarda daha yaygın olmakla birlikte, savaş

bölgelerinde yaşayan, yerinden edilmiş veya evlerinden kaçmak zorunda kalan bireylerde bu

oran %50'ye kadar ulaşabilir (Şar, 2017).

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), kriz dönemlerinde ruhsal bozuklukların yaygınlığının iki

katına çıktığını vurgulamaktadır. DSÖ'nün Suriye İç Savaşı’na dayanan araştırmalarına göre,

yaklaşık bir milyon Suriyelinin (%4'ü) ciddi psikolojik sorunlar yaşadığı ve yaklaşık 5 milyon

Suriyelinin orta derecede psikolojik sıkıntılar yaşadığı DSÖ tarafından tahmin ediliyor. Suriye

Psikiyatri Derneği, 2018'de Suriye'de çalışan 80 psikiyatristin kaydedildiğini belirtmiştir. Var

olan psikiyatrist sayısı sadece psikiyatrik teşhis konulmuş vakaların %10'unu kapsayabilecek

durumdadır, ancak ciddi vakaların %90'ı takip edilememektedir (Hedar, 2017).

2.2.8. Yerinden Edilme (Zorunlu Göç)

Göç, kişilerin bir yerden başka bir yere toplu olarak hareket etmesini ifade eder. Bu

hareketler, savaşlar, iklim değişiklikleri, doğal afetler gibi birçok nedenden kaynaklanabilir;

ekonomik veya siyasi sebepler de olabilir. Göç, zorunlu veya isteğe bağlı olabilir ve aynı ülke

içinde veya bir ülkeden diğerine gerçekleşebilir (Kınık, 2010). Göç, toplumları kültürel,

politik ve ekonomik açıdan birçok yönden etkileyen bir olgudur (Tuzcu ve Bademli, 2013).

Zorunlu göç, devletlerin, belirli grupların veya bir otoritenin baskısıyla kişilerin savaş
veya sürgün gibi nedenlerle bulundukları yerleri terk etmek zorunda kaldığı durumu ifade

eder (Kaygalak, 2009). Zorunlu göç, genellikle yaşamın tehdit altında olduğu durumlarda,

barınma, gıda ve su gibi temel yaşam kaynaklarının eksikliğinden kaynaklanırken, isteğe bağlı

göçte ise kişiler, mevcut koşulların daha iyi hale getirilmesi amacıyla yaşadıkları bölgeyi terk

edebilirler (Kan, 2013). Berger ve Weiss’e göre (2003), göçün plan dahilinde ya da gönüllü

bir şekilde olması fark etmeksizin göç bireyse stres yaratan bir travma yaşantısı olarak

karşımıza çıkar.

Göç edenlerin psikolojik durumunu etkileyen pek çok etmen bulunmaktadır. Bu

etmenler arasında göç ettiği ülkenin demokratik yapısı, kişinin yaşı, ekonomik durum,

mültecilere veya sığınmacılara karşı tutum, anavatanı ziyaret edebilme imkanı, dil ve kültür

uyumu, göç nedeni, normal yaşama dönme beklentisi gibi faktörler yer alır. Bu faktörler,

kişinin daha sonraki hayatında göçün kendisini psikolojik olarak ne kadar etkilediğini

belirleyebilir (Kan, 2013).

Mülteciler, göçün sancılı olan evrelerini yaşadıktan ve geldikleri sığınma ülkelerine

yerleştikten sonra, yeni bir ülkede yaşamın günlük zorluklarıyla mücadele ederken aynı

zamanda sevdiklerini kaybetmenin yasını tutma gibi yeni stresli deneyimlerle karşılaşırlar.

Ayrıca, yerleştikleri ülkeyle bütünleşmek için kültürel kimliklerini yeniden tanımlamaya

çalışırlar (Crowley, 2009).

Diğer beklenmedik ve kontrol dışı travmatik stresörün aksine, göç genellikle çeşitli

seçenekler sunar. Bu açıdan bakıldığında, göç deneyimi kişinin evlendiği kişiden

boşanmasına benzeyebilir, bu süreç yaşanırken bazı insanlarla yollar ayrılırken bazıları seçilir

(Berger ve Weiss, 2003).

Duygusal stres, göç yolculuğu esnasında da oldukça fazladır ve ilk birkaç aydan sonra
kişilerin kayıp duygularının ortaya çıkması, kişilerin yerleşme süreçlerinde yeniden zirve

noktasına ulaşır. Göç, travmatik bir yaşantı olmasına rağmen, bu yaşantıyla başa çıkma süreci,

bireylerin ve ailelerin çeşitli faydalar görmesine veya olgunlaşma hissi yaşamasına neden

olabilir (Berger ve Weiss, 2003).Bu stresli süreçler nedeniyle göç eden kişiler, dünyada

bulundukları yeri ve kimlikleri hakkındaki temel inançlarına yönelik tehditlerle başa çıkma ve

bireyler duygusal streslerini yönetme konusunda zorluklarla karşılaşırlar. Duygusal stres,

bireyin sevdiklerinden ayrılarak büyük bir kayıp yaşadığı için, yola çıkış aşamasında zirve

yapar.

2.2.9. Bireysel Suçlar

Suç, özellikle insan hayatına yönelik işlendiğinde, bedensel bütünlükten toplumsal

bütünlüğe doğru yayılan bir saldırgan eylem olarak algılanabilir (Solak, 2015; Yavuz, 2019).

Suya atılan bir taşın yarattığı dalgalar gibi, cana karşı işlenen bir suçta en derin yara suça

maruz kalan bireyin kendisinde ve onun çekirdek ailesi, geniş ailesi, iş ortamı, okulu ve

arkadaş çevresi gibi sosyal ilişkilerinde ve hatta toplumun genelinde yayılan etkileriyle

birlikte ortaya çıkar (Yavuz, 2019).

Öncesinde zor hayat deneyimleri yaşamış ve bu sebeple dünya, kendisi ve diğer

insanlar hakkında olumlu olmayan düşüncelere sahip olan bir birey, travmatik bir olay

yaşadıktan sonra "dünya dolu dolu tehlikelerle" ya da "insanlara güvenmek güvenli değil" gibi

düşüncelere kapılabilir. Travmatik hayat olayları, benzer olayların tekrar hatırlanmasına yol

açabilir. Kişi, uzun zamandır unutmuş olduğu olayları yeniden canlı bir şekilde hatırlayabilir

ve bu durum yaşanan travma kadar etkileyici olabilir (aktaran, Damka, 2009).

2.2.10. Politik Şiddet

Politik şiddet insan tarafından uygulanmakta ve bilinçli bir şekilde


gerçekleştirilmektedir; sonuçları hem kurbanlar, hem eylemi gören kişiler, hem de olayı

yaşayan kişinin yakınları için son derece yıkıcıdır (Breslau ve ark, 1987).

Türkiye'de Sivas olaylarını yaşayan kişiler ile yapılan bir araştırmanın sonuçlarına

göre, 79 kişiden 45'inde 18 aylık takip süresi boyunca sınırda travma sonrası stres bozukluğu

teşhisi konmuştur (Sungur ve Kaya, 2001).

2.2.10.1. Terör

Bilinçli bir şekilde insan eliyle gerçekleştirilen travmatik deneyimler olan terör

olaylarının, bireyler ve toplumlar üzerinde son derece yıkıcı etkileri olabilir ve aynı zamanda

ciddi bir hukuki mağduriyete yol açabilir (Kaya, 2013). Terörizm, güven duygusunu sarsarak

toplumlar, bireyler ve uluslar arasında büyük korku oluşturur. Bu tür saldırılara verilen

psikolojik tepkinin şekli, bir toplumun iyileşme yeteneğinde belirleyici bir faktör olarak kabul

edilebilir (Holloway ve ark., 1997).

Terörizmin etkilerinden sadece doğrudan etkilenenler veya travmatik olay öncesinde

zaten ruhsal açıdan güçlü olmayan kişiler değil, etki bölgesinden uzakta olan ancak artan

endişe hisseden, güvensizlik yaşayan ve yaşam planlarında değişiklikler yaşayan bireyler ve

topluluklar da etkilenebilir (Holloway ve ark., 1997; Ursano, 2002).

11 Eylül saldırılarının ardından ABD genelinde yapılan bir araştırma, yetişkinlerin

%44'ünün bir veya daha fazla şiddetli stres belirtisi sergilediğini, düşük düzeyde stres

belirtileri yaşayanların oranının ise %90 olduğunu ortaya koymuştur (Schuster ve ark., 2001).

Doğrudan saldırılardan etkilenen bölgelerde ise, nüfusun %17.3'ünde saldırıdan sonraki 1-2

ay içinde depresyon veya travma sonrası stres bozukluğu tespit edilmiştir (Galea ve ark.,

2002). Ayrıca, 11 Eylül sonrasındaki ilk 1-2 ayda yapılan ulusal bir araştırmada, New York'ta

muhtemel travma sonrası stres bozukluğu oranı %11.2 olarak belirlenmiştir (Schlenger ve
ark., 2002).Doğrudan saldırıların etkilediği bölgelerde, bölgenin nüfusunun %17.3'ünde

saldırıdan sonra 1-2 ay içinde depresyon veya travma sonrası stres bozukluğu olduğu

görülmüştür (Galea ve ekibi, 2002). Ek olarak, 11 Eylül saldırısından sonraki dönemde ilk 1-2

ay içinde yapılan bir çalışmada, New York'ta muhtemel travma sonrası stres bozukluğu oranı

%11.2 olarak belirlenmiştir (Schlenger ve ark., 2002).

2.2.11. Teknolojik Afet ve Felaketler- taşımacılık, nükleer, endüstriyel kazalar

Önemli kazalar, ruhsal açıdan travmatik olaylar olarak kabul edilir ve iş kazaları da bu

tür teknolojik olaylar arasında önemli bir yer tutar. Travmatik olayların belirli özellikleri

bulunmaktadır; genellikle baskıcı, tehlikeli ve ani bir şekilde meydana gelirler. Bu olağan dışı

özellikler, endişe, korku, kaçınma ve sosyal geri çekilme tepkilerine neden olabilir ve günlük

yaşamla başa çıkma becerilerini zayıflatabilirler. Travmatik yaşantıların ardından alkol veya

madde kullanımı, depresyon belirtileri, anksiyete, intihar ve travma sonrası stres bozukluğu

gibi çeşitli sorunlar ortaya çıkabilir (Kılıç, 2003).

Trafik kazası sonrasında hemen görülen travma sonrası stres bozukluğu

semptomlarının, yaşanan kazanın ciddiyeti ve maddi / fiziksel etkisiyle doğrudan ilişkili

olduğu kanıtlanmıştır. Ayrıca, çalışmada, bireylerin yaşadıkları kazaların ciddiyetinin, travma

sonrası stres ve kaygı bozukluklarıyla daha iyi başa çıkabilmeleri için ne kadar önemli olduğu

da vurgulanmıştır (Koren ve ark., 1999).

Bir başka travmatik olay örneğinde ise 1976 yılında Norveç'te 400 kişinin çalıştığı en

büyük boya fabrikasında meydana gelen bir patlama sonucunda 6 kişi hayatını kaybetmiş, 104

kişi ciddi şekilde yaralanmıştır. Olay sonrası dört yıl boyunca takip edilen bu duruma göre,

travma sonrası stres tepkilerinin yaygınlığı ve yoğunluğunda olay merkezine yakınlık önemli

bir faktör olmuştur. Patlama noktasına en yakın olan işçilerin %80'inden fazlası, olayı takip
eden birkaç saat içinde kaygı tepkileri yaşadığını belirtmiştir. Ayrıca, olaydan sonraki dört

yıllık süreçte travma sonrası stres tepkilerinin azaldığı, ancak ilk 7 ayda klinik bir iyileşmenin

olmadığı durumlarda iyileşme sürecinin çok iyi ilerlemediği gözlenmiştir (Elklit, 1997).

3. Travmatik Etki

3.1. Travmatik Etki Nedir?

3.1.1. Travmatik Etkinin Tanımı

İnsanlar çevrelerinde yaşanan gündelik değişikliklere kolayca adaptasyon

sağlayabilme becerisine sahiptir. Gerçekleşmesi oldukça olağan ve doğal olan ve herkesin

başına gelebilecek olumlu veya olumsuz nitelikli gündelik olaylara uyum sağlamak insanların

sahip olduğu oldukça işlevli bir özelliktir. İnsanların yaşamlarını devam ettirebilmeleri için

gerekli olan bu özelliğin işleyiş koşulları “travmatik yaşantıların” gerçekleşmesi ile

bozulmaktadır. Yaşamın normal seyrinde gerçekleşmeyen ve bireyin baş etmesini imkânsız

kılan olaylar “travmatik yaşantılar” olarak bilinir ve bireylerin adaptasyon becerilerine zarar

verir. Bu olayların sebep olduğu fizyolojik ve psikolojik tüm etkiler “travmatik etki” kavramı

ile tanımlanmaktadır (Işıklı, 2017). Travmatik olaylar gündelik hayat olaylarının aksine

oldukça nadirdir bu nedenle henüz travmatik bir olay tecrube etmeyen insanlar hayatlarının

normal seyrinde bu tür olayların gerçekleşmesini beklemezler ve bu olayların gerçekleşme

ihtimalinin çok düşük olduğunu düşünürler. Bu nedenle travmatik olayla karşılaşan zihin şoka

girer ve olayın izlenimini bilinçli zihne aktaramaz. İnsanların normal, gündelik olayları

zihinlerinde yeniden işlemleyerek uzun süreli hafızaya aktarması işlevi, travmatik yaşam

olaylarından sonra sağlıklı işleyişini yitirir. Travmatik olay zehirli bir yiyeceğin insan

vücuduna olan etkilerine benzer bir şekilde zihinsel bir hazımsızlık yaparak kişiyi rahatsız

etmeye devam eder. Yani gerçek deneyim bütünüyle özümsenemeden zihinde kalır

(Ginsburg, 2007).
Travmatik etki, alışılmış düşünce ve duygularla aynı şekilde tanımlanamaz. Travmatik

etkinin karmaşık doğası bilinçdışı zihinde etkiler bırakarak travmatik olayı ve duygusal

bağlamı tekrar canlandırmaya sebep olur (Atkinson ve Richardson, 2013). Freud'a göre, bir

kişi şok edici bir travmatik olay deneyimlediğinde, fiziksel olarak yaralanmamış olsa bile,

olay sonrası bir süre içinde büyük miktarda psikolojik ve motor belirtiler geliştirecektir. Freud

buna "travmatik nöroz (traumatic neurosis)” adını vermiştir (Caruth, 1991).

3. 1. 2. Psikolojik ve fizyolojik temelleri:

İnsanların travmatik olaylara gösterdiği fizyolojik ve psikolojik tepkiler çok çeşitli

olabilir. Yaşanan olayın doğası ile bireyin geçmiş yaşantısı, mevcut durumu, gelecekteki

beklentileri, biyolojik eğilimleri ve sosyal bağlamı arasındaki karmaşık etkileşim, travmatik

deneyime yüklenen anlamı belirlemektedir (Ursano ve ark., 1992). Travmanın bireyin anıları

üzerindeki etkisi, travmatik olayın algılanış şekli, kişinin başa çıkma mekanizmaları ve

travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi psikoptaolojik çıktılar travmatik etkinin

psikolojik temellerinden bazılarıdır. Travmatik olayın nasıl algılandığı ve işlendiği kişinin

travmatik etkiye verdiği tepkileri belirler. İnsanlar önceki deneyimlerinden yararlanarak

değişen bir spektrumda travmayı daha doğru ve etkili bir şekilde işleyebilmekte veya bu

etkilerle yanlış bir şekilde mücadele edebilmektedir. Travmatik deneyimlere verilen tepkiler,

bireylerin başa çıkma mekanizmalarına göre şekillenir. İnsanların bir kısmı travmatik olayla

başa çıkmak için aktif bir şekilde mücadele ederken, diğer bir kısım kaçınma veya duygusal

bastırma gibi pasif stratejiler izleyebilmektedir (Bonanno, 2004). Başa çıkma mekanizmaları,

travma etkisinin sonuçlarını etkiler ve uzun vadeli psikolojik etkilere sebep olabilir.

Travmanın doğrudan neden olduğu psikolojik tepkiler genellikle, travmaya maruz kalma

düzeyi ile ilişkilidir. Bu bağlamda, olayı doğrudan ve şiddetli bir biçimde yaşayan veya bu

olaya tanık olan kişilerin, travmatik olay sonrası gözlemlenen psikolojik tepkileri de orantılı

olarak artmaktadır. Örneğin, doğal afetler, savaşlar veya ciddi kazalar gibi travmatik olaylara
doğrudan maruz kalan kişiler, sıklıkla yüksek düzeyde anksiyete, depresyon veya travma

sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi belirtiler gösterirler. Bu tür olaylara tanık olanlar da

benzer şekilde yoğun duygusal ve psikolojik tepkiler geliştirebilirler (Fullerton ve ark., 2005).

Travmatik olayların psikolojik sonuçları arasında artan kaygı, korku, üzüntü, öfke gibi negatif

duygulara rastlanabilmekte ve bunlara ek olarak bellek, iştah, uyku ve dikkati toplama gibi

günlük hayat aktivitelerinde problemler yaşanmaktadır.

Travmatik bir yaşantının en önemli psikolojik etkilerinden biri travmatik olay

sonrasında sıklıkla görülebilen Travma Sonrası Stres Bozukluğu’dur (TSSB). Bu durum

travmatik bir olay deneyimleyen bireyde tekrarlayan kabuslar, olayla ilgili uyarıcılardan

kaçınma davranışları, aşırı uyarılma, duygusal küntlük, yeniden deneyimleme ve sosyal

ilişkilerde problemler yaşama gibi semptomlarla açıklanabilir. TSSB ile görülen bu

sepmtomlar, kişinin işlevselliğini ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir (Caruth,

1996).

Travmatik olaylar, sonrasında olumsuz psikolojik etkilere neden olmakadır ancak

bilimsel araştırmalar, bireylerin bu tür olaylarla baş etme sürecinde ve sonrasında sadece

olumsuz etkileri değil, aynı zamanda psikolojik açıdan olumlu etkileri de deneyimlediklerini

göstermektedir. Tedeschi ve Calhoun'un (2004) modeline göre travma mağduru kişinin

olumlu etkiler deneyimleyebilmesi için, sarsıcı olayların yarattığı sıkıntının belirli bir şiddet

düzeyinin yönetilebilir olması gerekir. Yani travmatik olay ne kadar şiddetliyse ve kişinin

etkilenme düzeyi ne kadar fazlaysa birey, olayı daha fazla işleyebilir ve artan anlamlandırma

kapasitesi ile daha az olumsuz etkiye maruz kalabilir.

3. 1. 3. Travmatik etki ve stres tepkisi arasındaki ilişki

Travmatik olayların ani meydana gelmesi, onu yaşayan bireyler için yıkıcı

olabilmektedir. Kontrol kaybının verdiği çaresizlik hissi, normal günlük yaşam rutinlerinin
yeniden kazanılmasını engelleyebilir. Sevdiklerin kaybıyla birlikte birçok kayıplarla

yüzleşmek, ruhsal bozukluk riskini artırırken; travmatik etkiler, süreç boyunca artabilir ve

kalıcı değişikliklerle başa çıkmak kişiler için oldukça zorlayıcı olabilir. Ölümle yüzleşme,

kişinin kişilik yapısını ve bilişsel haritasını değiştirirken, ahlaki belirsizlik travmatik olay

sırasında hayati kararların alınmasını zorunlu kılabilmektedir. Olay sırasında yapılan

davranışlar ve sahip olunan düşünceler kişinin iç dünyasında uzun süreli etkiler bırakabilir.

Hobfoll'un Kaynakların Korunması Kuramı (Conservation of Resources Theory-

COR), bireylerin stresli durumlarla nasıl başa çıktıklarını ve yaşadıkları stres tepkisini

açıklamaktadır. Bu kurama göre, insanlar sahip oldukları kaynakları korumaya çalışırlar

çünkü bu kaynaklar onların genel iyi oluşlarını, sağlıklarını ve refahlarını desteklemektedir.

Bu kaynaklar, maddi (mal varlığı), duygusal (destekleyici ilişkiler), sosyal (sosyal ağlar) ve

psikolojik (özsaygı, özgüven) gibi çeşitli alanlarda olabilir. Kuram, stresli durumlarla başa

çıkarken bireylerin üç temel stratejiyi kullandığını öne sürmektedir:

1- Kaynaklarını koruma: Bireyler, sahip oldukları kaynakları korumak için çaba gösterirler.

Bu, mevcut kaynakları koruma ve kaynakların tükenmesini önleme olarak tanımlanabilir.

2- Yeni kaynaklar edinme: Bireyler, mevcut kaynaklarını arttırmak için yeni kaynaklar

edinmeye çalışabilirler. Bu; yeni beceriler geliştirme, sosyal destek ağlarını arttırma veya

finansal olarak daha güvenli bir duruma gelme gibi çabaları içerebilir.

3- Kaynakları yeniden değerlendirme: Bireyler, mevcut kaynaklarını yeniden değerlendirerek

veya farklı bir şekilde kullanarak stresli durumlarla başa çıkabilirler. Bu, mevcut kaynakların

farklı bir biçimde kullanılması veya mevcut kaynakların başka bir amaca yönlendirilmesi

anlamına gelebilir.
Bu kuram, bireylerin stresle başa çıkma stratejilerini anlamak ve stresli durumları nasıl

deneyimlediklerini açıklamak için önemlidir. Stres tepkisi, bireylerin yaşadıkları çevrede

meydana gelen değişiklikler mevcut kaynakları tehdit ettiğinde, var olan kaynaklar

kaybedildiğinde veya yeni kaynaklara erişmek için verilen çabalar sonuçsuz kaldığında ortaya

çıkar (Hobfoll ve Lilly, 2001). Kurama göre Akut Travmatik Stres (ATS) bireyler için çok

kıymetli olan kaynakların hızlıca kaybedildiği durumlarda ortaya çıkmaktadır. Travmatik

stres kaynağı, aniden gerçekleşen, temel değerleri tehdit eden ve bireyin alışılageldik başa

çıkma yöntemlerinin dışında olan bir durumdur. Afete maruz kalan bireylerin, olayın yıkıcılık

düzeyine bağlı olarak aşırı stres yaşadığı bilinmektedir. Akut Travmatik Stres (ATS) olarak

tanımlanan bu durumun dört bileşeni bulunmaktadır:

1. Duygusal tepkiler: Şok, korku, matem, öfke, kin, suçluluk, utanç, çaresizlik, umutsuzluk ve

duygusal uyuşukluk gibi duygusal tepkiler.

2. Bilişsel tepkiler: Kafa karışıklığı, zaman ve mekan orientasyonunda zorluklar,

dissosiyasyon, kararsızlık, dikkat dağınıklığı, konuşma güçlüğü, unutkanlık, kendini suçlama

ve rahatsız edici anılar ve görüntüler gibi bilişsel tepkiler.

3. Fiziksel tepkiler: Gerginlik, yorgunluk, huzursuzluk, irkilme, kalp atışlarında hızlanma,

bulantı, iştah değişiklikleri, uyku problemleri ve cinsel istekte keskin değişiklikler gibi

fiziksel tepkiler.

4. Sosyal tepkiler: Güvensizlik, tahammül seviyesinde düşüş, içe kapanma, diğerlerinden

kendini izole etme, dışlanmış veya terk edilmiş hissetme, uzaklaşma, yargılayıcı veya aşırı

kontrolcü olma gibi sosyal tepkiler.

Travmatik etki ve stres tepkisi arasındaki ilişki, stres tepkisinin yoğunluğunun

belirlenmesinde rol oynayan faktörlerin anlaşılmasıyla açıklanabilir. Travmatik etkinin


yoğunluğu, bir kişinin maruz kaldığı stresin derecesiyle ilişkilidir. Bu etki, beklenmeyen,

temel değerlere saldıran veya aşırı taleplerde bulunan olaylar gibi travmatik stres

kaynaklarından kaynaklanabilir. Bu tür stres kaynakları, bireyin algıladığı tehdit ve belirsizlik

duygularını artırabilir. Örneğin, bir kişi ani bir doğal afetle karşılaştığında (travmatik etki), bu

durumun getirdiği belirsizlik ve tehlike algısı stres tepkisini artırabilir. Özellikle kişinin

kendisi veya sevdikleri için hayati bir tehlike söz konusuysa, stres tepkisi daha belirgin

olabilmektedir. Bu nedenle, travmatik etki ile stres tepkisi arasındaki ilişki, olayın belirsizliği

ve önemi gibi faktörlerin bir araya gelmesiyle şekillenir. Bu faktörler, bir kişinin maruz

kaldığı stresin etkisini artırarak stres tepkisinin şiddetini belirler. Travmatik bir olay yaşayan

bireyler genellikle, travmatik stresin belirgin bir tanısını (ör. Akut Stres Bozukluğu)

oluşturacak kadar uzun süre travmatik stresi deneyimlemezler (Braynt ve Harvey, 2000).

Olayın hemen sonrasında ortaya çıkan stres tepkileri genellikle birkaç gün içinde veya en

fazla 2-3 hafta içinde azalır. Ancak bu durum, bu kişilerin daha sonra başka ruhsal sorunlar

yaşamayacakları anlamına gelmez. Yaşanan olaylar, hayatın anlamını değiştirebilir ve hayatın

kırılganlığını ve ölümün gerçekliğini idrak etme, yalnızlık hissi, ruhsal ve ahlaki değerlerle

kopukluk gibi çeşitli duyguları tetikleyebilir.

3. 2. Travmatik Etkinin Türleri

3. 2. 1. Tip 1 Akut Travma: Aniden meydana gelen ve genellikle şiddetli bir etki bırakan

olaylara tek seferlik maruz kalma sonucunda oluşan travmalar "Akut Travma"olarak

tanımlanmaktadır (APA, 2013). Bu tür travmalara örnek olarak ev ve iş kazaları, doğal afetler,

saldırılar, ciddi yaralanmalar, tecavüz veya ani ölüm gibi olaylar verilebilir. Akut travma,

travmatik stres belirtileriyle sınırlı kalabileceği gibi, bazı durumlarda travma sonrası stres

bozukluğuna dönüşebilir. Özetle, tek bir belirgin olayın neden olduğu ve genellikle

beklenmedik bir şekilde gerçekleşen travmatik deneyimler akut travma olarak adlandırılır

(Solomon ve Heide, 1999).


3. 2. 2. Tip 2 Kronik Travma: Kronik travmalar genellikle tekrarlayan ve birikmiş etkilere

sahip olan travmalardır. Bu tür travmalara örnek olarak; kişiler arası çatışmalar, yakın

ilişkilerde yaşanan şiddet, uzun süreli ve tekrarlayan cinsel istismar, sadakatsizlik, boşanma

veya partner ayrılığı gibi durumlar, zorbalık, düşük yapma, iş veya mal kaybı, hakaret, alay,

kıyaslama, ayrımcılık, dışlama gibi deneyimler verilebilir. Kronik travmalar, genellikle

kişinin yaşamını doğrudan tehlikeye atmasa da, psikolojik ve duygusal olarak yoğun etkilere

yol açar. Bu tür travmalar, kişinin kendine güvenini sarsarak "değersizim" veya "yetersizim"

gibi duyguları tetikleyebilir ve kişinin bütünsel sağlığını etkileyebilir. Bu şekilde uzun süreli

devam eden travmalarayeni yaşanmış olan COVİD-19 pandemisi de örnek olarak verilebilir.

Solomon ve Heide (1999), araştırmalarında Tip 2 Kronik Travma’nın, kişi için oldukça

şiddetli etkileri olan uzun süreli işkence veya yıllarca devam eden alıkoyma ve tecavüz gibi

olayları içerdiğini belirtmektedirler. Bu tür olayların, Tip 1 ve Tip 2 travmanın etkilerini

birlikte barındırdığı için ayrı bir travma türü olarak tanımlanması gerektiğini

savunmaktadırlar. Bu nedenle, bu tür olayları yaşayan insanlar ile birlikte çoğunlukla ihmal

ve istismarı içeren, erken yaşlarda (erken çocuklukta) deneyimlenen kronik travmaları da Tip

2 travmadan ayırarak Tip 3 travma olarak tanımlamaktadırlar.

3. 2. 3. Büyük “T” travma: DSM-5, Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) travması

kişinin hayatının veya beden bütünlüğünün doğrudan tehdit altında olduğu herhangi bir durum

olarak tanımlanır. Bu tür durumlar genellikle büyük "T" travmaları olarak bilinmektedir.

Büyük "T" travmalar, bireyin güçsüz hissettiği ve kontrolünü kaybettiği olağanüstü ve önemli

olayları temsil eder. Doğal afetler, terör saldırıları, cinsel saldırılar, savaşlar, araba veya uçak

kazaları gibi olaylar buna örnektir. Bu tür travmalarda, çaresizlik önemli bir faktördür ve

genellikle küçük "t" travmalardan çok daha etkilidir. Büyük 'T' travmaları, deneyimleyenler

ve durumu tanıyanlar tarafından daha kolay tanınabilir. Bu tür travmatik olaylar, kişide

Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) belirtilerine neden olabilir ve genellikle tedavi
gerektirmektedir. Büyük "T" travmalarıyla birlikte birey, bilinçli olarak kaçınma eylemlerine

yönelme eğilimindedir (Bryant, 2012). Örneğin, kişi, telefon görüşmelerinden kaçınabilir,

travmatik anıları bastırmaya veya kalabalık yerlerden kaçınmaya çalışabilir. Bu, küçük "t"

travmalarında görülen daha pasif kaçınma hareketlerinden farklıdır; daha fazla zaman ve çaba

gerektirir. Büyük bir "T" travması genellikle ciddi sıkıntılara neden olur ve günlük yaşamı

fazlasıyla etkiler. Kaçınma davranışları ne kadar uzun sürerse veya tedavi engellenirse, bu

etkiler o kadar artmaktadır (Cloitre ve ark., 2009).

3. 2. 4. Küçük “t” travma: Küçük “t” travmaları duygusal işlemleme gücünün yetmediği

durumlardır. Bu olaylar büyük “T” travmaları gibi yaşamı veya bedensel bütünlüğü tehdit

eden olaylar değildir, ancak bireyin duygusal işlemleme kapasitesini aşan travmatik

deneyimler çaresizlik hissi gibi olumsuz duygulanımlara sebep olabilmektedir. Kişiler arası

çatışmalar, kalıcı yer değişikliği, yasal problemler, aldatılma (sadakatsizlik), boşanma veya

maddi zorlanmalar bu olaylara örnek olarak verilebilir. Çoğunlukla küçük “t” travmalar TSSB

semptomlarını yordamaz ancak, bu olay türleri kişinin yaşam kalitesini düşürerek sıkıntı

yaşamasına sebep olabilir (Bonnano, 2004).

Küçük "t" travmalar genellikle fark edilmez veya önemsenmez. Tepkiler normal veya

mantıklı gibi algılanabilir, bu yüzden duygusal etkiler göz ardı edilebilir veya hafife alınabilir.

Bazen bu tür deneyimler, kişinin işlevselliği üzerindeki etkileri hakkında anlayış eksikliği

nedeniyle terapistler tarafından da gözden kaçırılabilir. Küçük "t" travmaların birikmiş etkileri

genellikle dikkate alınmaz, ancak birden fazla birikmiş travmanın duygusal sorunları

artırabileceği ve psikoterapiye yol açabileceği düşünülmektedir. Bu tür travmalar, yaşam

boyunca birikmiş veya zamanla yoğunlaşmış olabilir (Bailey, 2015).

3. 2. 5. Dolaylı Travma (Vicarious Trauma): Dolaylı travma, travma yaşamış bireylerle

çalışanların travmatik olaylara veya detaylarına maruz kalarak yaşadığı stres ve travma
tepkileridir. Acil durum müdahale ekipleri, sağlık çalışanları veya yardım kuruluşlarında

görev alanlar, travma sonrası stres tepkileri yaşayabilirler. Afet ve acil durum alanında çalışan

meslek elemanları dolaylı travma riski altındadır çünkü çalıştıkları koşullar ölüm ve

yaralanma riski taşır, doğrudan afet olaylarına maruz kalanlarla temasları vardır ve aşırı stres

altında çalışırlar. Dolaylı travma afet-travma ile çalışan uzmanlara yönelik bir durumdur

(Motta ve ark., 2020). Bu kişiler, afetler, kazalar, terör saldırıları gibi travmatik olaylara

müdahale ederken, olaya doğrudan maruz kalanlarla çalışırken veya onlara yardım ederken,

travmatik deneyimlerin etkisi altında kalabilirler. Başta ruh sağlığı uzmanları olmak üzere

tüm yardım çalışanları travma yaşayan insanların yaşam tecrübelerinden etkilenerek

sevdiklerinin güvenliğinden endişe eder hale gelirler. Ayrıca bazı çalışanlar, doğrudan

travmatik olaya tanıklık etmemiş olsalar bile, travma sonrası stres belirtileri geliştirebilirler.

Travmatik olaylara dolaylı maruziyet etkisi doğrudan maruz kalma etkilerine benzerdir.

Dolaylı maruz kalan insanlarda da girici düşünceler ve kaçınma tepkileri travmaya doğrudan

maruz olan insanlardaki kadar güçlü olmasa da benzer şekillerde gözlenebilmektedir. Dolaylı

travma, yardım eden kişilerin ruhsal sağlığını ve iyilik halini etkileyebilir, bu nedenle bu tür

durumlarla başa çıkmak için destek ve danışmanlık göz ardı edilmemelidir.

3. 2. 6. İkincil Travma (Secondary Trauma): Figley (1995), ikincil travmatik stresi, bir

kişinin travmatik deneyim yaşayan başkalarının yaşadığı olayı bilmesinin sonucu olarak

ortaya çıkan duygu ve davranışlar olarak tanımlamaktadır. Bu stres tepkisini, travmatik olaya

tanık olan, olayla ilgili bilgi sahibi olan veya yardım çalışmalarında bulunan kişilerin

deneyimlediği bir stres olarak ifade etmiştir. Lerias ve Byrne (2003) ise bu tanımı, travmatik

olayla karşılaşma yollarını içerecek şekilde genişleterek, ikincil travmatik stresi, ciddi stres

oluşturan veya trajik bir olaya tanık olan, bu olaya ilişkin bilgiye sahip olan veya olay sonrası

yardım çalışmalarında bulunan kişilerin tepkisi olarak tanımlamıştır. Travmanın farklı

uyarıcılarına bağlı stress yükü, süresi ve miktarı karşı-aktarım veya yaşamda kalanla özdeşim
gibi yanlış duygusal tepkilerin ortaya çıkmasına, bunlar da ikincil travmatik strese neden

olmaktadır. TSSB’de yaygın gözlenen girici düşüncelere sahip olma, kaçınma, aşırı uyarılma,

uyku problemleri yaşama ve işlevsellikte bozulma gibi semptomlar ikincil travmatik streste de

gözlenebilmektedir. Figley, travmaya maruz kalan kişilerle yapılan çalışmanın sonuçlarını üç

kategori altında toplamıştır. Bunlar: psikolojik sıkıntı veya işlevsellikte bozulma, bilişsel

değişimler ve ilişkilerdeki bozulmalardır. Psikolojik sıkıntının belirtilerinde, bireyin

rahatsızlık veren duyguları ve travmatik anıları içeren imgeleri deneyimlemesi, travma

unsurları ile çalışmaktan kaçınma veya duyarsızlaşma, somatik yakınmalar ve uykuda

bozulmalar, bağımlılık veya kompulsif davranışlar, aşırı uyarılma ve günlük sosyal ve kişisel

rollerde işlevsellikte bozulma yer alır. İkincil travmatik stresin bilişsel değişimlerinde, güven

duygusunda azalma, artan incinebilirlik algısı, yoğun çaresizlik hissi ve kişisel kontrolün

kaybı deneyimlenmektedir. İlişkilerdeki bozulmalarda ise diğer insanlara olan güvenin

yitirilmesi ve yakınlıkta yaşanan zorlanmalar gözlenmektedir.

3. 2. 7. Şefkat Yorgunluğu (Compassion Fatigue): Eşduyum yorgunluğu, başkalarına bakım

vermekten kaynaklanan bir tükenmişlik hissidir. Bu his, kişinin daha fazla dinleyemeyecek

veya çalışamayacakmış gibi hissetmesiyle kendini gösterir ve bunu deneyimleyen kişinin

daha fazla etkili olamayacağı duygusundan kaynaklanır (Figley, 2013). Özellikle afet alanında

uzun süre bulunmak, bu duygunun daha da artmasına neden olabilir. Empati, yani eşduyum,

karşımızdaki kişinin durumunu anlamamıza olanak sağlar. Bu yetenek, travmatik

deneyimlerle mücadele edenlere yardım etme konusunda kritik bir rol oynar ve birçok ruh

sağlığı uzmanı için meslek seçiminde önemli bir faktör olabilir. Ancak, hizmet verilen kişinin

duygusal tepkilerine anında yanıt veren uzmanlar, farkına varmadıkları takdirde eşduyum

yorgunluğu yaşayabilirler. Bununla birlikte, eşduyum yorgunluğuna yol açan bir diğer faktör

ise karşı aktarım olarak bilinir. Bu durumda, uzmanlar travma yaşayan bireylerin duygusal

yüklerini kendi üzerlerine alırlar ve bu da zamanla tükenmişlik hissine neden olabilir. Şefkat
yorgunluğunun fiziksel belirtileri arasında yorgunluk, uyku düzensizlikleri ve baş ağrıları gibi

yaygın şikayetler yer alırken, davranışsal belirtileri arasında artan öfke, huzursuzluk ve işe

devamsızlık gibi işlevsellikte azalma eğilimi dikkat çeker. Psikolojik etkilerde ise, birey

kendini izole etme isteğiyle mücadele edebilir ve duygusal olarak hissizleşme (küntlük)

yaşayabilir. Bu belirtiler, eşduyum yorgunluğunun ciddi bir sorun olduğunu gösterir ve

bireyin hem fiziksel hem de zihinsel sağlığını etkileyebilir. Bu nedenle, bu belirtileri tanımak

ve uygun destekleri almaya yönelik adımlar atmak önemlidir.

Eşduyum yorgunluğuyla başa çıkmak için birçok strateji vardır. Öncelikle, kişinin

kendi sınırlarını tanıması ve gerektiğinde mola vermesi önemlidir. Düzenli olarak dinlenme

ve kendine zaman ayırma, duygusal enerjiyi yenilemek için önemlidir. Ayrıca, bir destek ağı

oluşturmak ve duygusal yükleri paylaşmak da yardımcı olabilir. Profesyonel destek almak,

eşduyum yorgunluğuyla başa çıkmak için başka bir etkili yoldur (Craig ve ark., 2011).

3. 2. 8. Çocukluk Çağı Travmaları: Çocukluk çağı travmaları, bireylerin reşit olmadan önce

maruz kaldığı cinsel, fiziksel ve duygusal ihmal ve istismar, ebeveynden ayrılma veya

ebeveyn kaybı, ebeveynlerin boşanması, göç, şiddete tanıklık etme, kazalar ve doğal afetler

gibi travmatik durumlar şeklinde örneklendirilebilir. Bu durumlar, çocuğun gelişimini oldukça

olumsuz yönde etkilemektedir. Bu durumlar çocuk için düşük benlik saygısı, dikkat eksikliği

ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB), öğrenme güçlükleri, bağlanma problemleri gibi sonuçlar

doğurabilir. Her yaşta olduğu gibi, travma her birey için zorlayıcıdır, ancak çocukluk dönemi,

başa çıkma mekanizmalarının henüz tam olarak gelişmediği ve dolayısıyla daha fazla risk

altında olunan bir dönemdir (Pfefferbaum, 2014). Çocukluk çağı travmaları; tekrarlamaların

sık olması ve genellikle çocuğa en yakın kişiler tarafından gerçekleştirilmesi nedeniyle

çocuğun ilerleyen yıllarını dahi etkileme potansiyeline sahiptir; bu nedenle tanı ve tedavi

açısından zorlu olabilmektedir (Çelik ve Hocaoğlu, 2018).


3. 2. 9. Toplumsal Travma: Toplumsal travma, adından da anlaşılacağı gibi, toplumu

etkileyen olayları kapsar. Doğal afetler, savaş, terör saldırıları, politik, etnik, dini veya

cinsiyet temelli zulüm ve şiddet olayları, bulaşıcı hastalıklar, zorunlu göç, ekonomik kriz gibi

olaylar, toplumsal travmaya yol açabilir. Bu tür travmatik olaylar sadece doğrudan etkilenen

bireyleri değil, dolaylı olarak olaya tanıklık eden veya etkilenen tüm toplum kesimlerini

etkileyebilir.

Olaylar bireysel değil, toplumsal bir boyutta yaşanmış olsa da acı, öfke ve

yabancılaşma hissi genellikle ortaktır. Özellikle tehdidin sona ermediği durumlarda, toplumda

nesillerce devam edecek bir travmatik etki görülebilir (Kira, 2002).

Örneğin, Ruanda Soykırımı gibi etnik çatışmaların yol açtığı ve milyonlarca kişinin

hayatını kaybettiği olaylardan sonra, toplumda hala Travma Sonrası Stres Bozukluğu

belirtilerine rastlanmıştır. Benzer şekilde, Kuzey İrlanda'daki 35 yıllık bağımsızlık savaşı

sonrasında, sadece savaş mağdurlarında ve ailelerinde değil, sonraki nesillerde de patolojik

yas belirtileri görülmüştür. Gelecekte, pandemiyi doğrudan yaşayan bireyler için de benzer

etkilerin görülme olasılığı yüksektir (Zara, 2018).


Kaynaklar

Aba, M. (2022). COVID-19 salgınında görev alan sağlık çalışanlarında travma sonrası stres

belirtileri, depresif belirtiler ve tükenmişlik belirtilerinin yordayıcısı olarak

belirsizliğe tahammülsüzlük, algılanan tehdit boyutu ve duygusal emek

değişkenlerinin rolünün incelenmesi [Yüksek Lisans Tezi]. Hacettepe Üniversitesi.

Aktepe, E. (2009). Çocukluk çağı cinsel istismarı. Psikiyatride Güncel Yaklașımlar - Current

Approaches In Psychiatry, 1(2), 95-119.

Almoshmosh, N. (2016). The role of war trauma survivors in managing their own mental

conditions, Syria Civil War as an example. Avicenna Journal of Medicine, 6(2), 54-59.

Amerikan Psikiyatri Birliği. (1980). Ruhsal bozuklukların tanısal ve sayımsal elkitabı, üçüncü

baskı. (DSM-III). Amerikan Psikiyatri Birliği, Washington DC.

Amerikan Psikiyatri Birliği. (2007). Ruhsal bozuklukların tanısal ve sayımsal elkitabı,

dördüncü baskı yeniden gözden geçirilmiş tam metin (DSM-IV-TR), (Ç., Ed., E.

Köroğlu). Hekimler Yayın Birliği, Ankara.

Amerikan Psikiyatri Birliği. (2013). Ruhsal bozuklukların tanısal ve sayımsal elkitabı, beşinci

baskı (DSM-5), tanı ölçütleri başvuru el kitabı (Ç., Ed., E Köroğlu). Hekimler Yayın

Birliği, Ankara.

Avdar, R. ve Avdar, R. (2022). Türkiye’de yaşanan doğa kaynaklı afetlerin sosyo-ekonomik


etkileri. Afet ve Risk Dergisi, 5(1), 1-12.

Aytekin, M. (2023). Bir yangına maruz kalan ya da tanıklık eden yetişkinlerde ortaya çıkan

bilişlerin travma sonrası büyüme ve travma sonrası stres semptomları üzerine etkisi

[Yayımlanmış Yüksek lisans tezi]. İstanbul Kent Üniversitesi.

Bailey, T. D. (2015). Cumulative trauma and its effects on mental health outcomes. Journal

of

Traumatic Stress, 28(4), 319-326.

Başterzi, A. D., Yılmaz, B. ve Oğlağu, Z. (baskıda). Travma nedir?. TİHV Akademi. Erişim

adresi https://tihvakademi.org/wp-content/uploads/2019/11/PSDA-RehberiY.pdf

Bayram, S., Duman, R. N. ve Demirtaş, B. (2018). Üç insan, bir olay, üç travmatik deneyim

süreci. Türkiye Bütüncül Psikoterapi Dergisi, 1(1), 165-182.

Berger, R. ve Weiss, T. (2003). Immigration and posttraumatic growth-a missing link.

Journal Of Immigrant ve Refugee Services, 1(2), 21-39.

Bildik, T. (2013). Ölüm, kayıp, yas ve patolojik yas. Ege Tıp Dergisi, 52(4), 223-229.

Bonanno, G. A. (2004). Loss, trauma, and human resilience: have we underestimated the

human capacity to thrive after extremely aversive events? American Psychologist,

59(1), 20-28.

Breslau, N. ve Davis, G. C. (1987). Posttraumatic stress disorder: The etiologic specificity of

wartime stressors. American Journal of Psychiatry, 144(5), 578-583.

Brooks, S.K., Webster, R.K., Smith, L.E., Woodland, L., Wessely, S., Greenberg, N. ve

Rubin, G.J. (2020). The psychological impact of quarantine and how to reduce it:

rapid review of the evidence. The Lancet. 395(10227), 912-920.

Bryant, R. A. (2012). Acute stress disorder: A handbook of theory, assessment, and treatment.

Guilford Press.

Bryant, R. A. ve Harvey, A. G. (2000). Acute stress disorder: A critical review of diagnostic


issues. Clinical Psychology Review, 20(7), 831-862.

Caruth, C. (1996). Unclaimed experience: trauma, narrative, and history. Johns Hopkins

University Press

Caruth, Cathy., (1991). Unclaimed experience: trauma, narrative, and history, The Johns

Hopkins University Press.

Cerel, J., Jordan, J. R. ve Duberstein, P. R. (2008). The impact of suicide on the family.

Crisis, 29(1), 38-44.

Cloitre, M., Stovall-McClough, K. C., Nooner, K., Zorbas, P., Cherry, S., Jackson, C. L., ... ve

Petkova, E. (2009). Treatment for PTSD related to childhood abuse: A randomized

controlled trial. American Journal of Psychiatry, 166(9), 915-924.

Craig, C. D., Sprang, G. ve Dyer, J. G. (2011). Compassion satisfaction, compassion

fatigue, and burnout in a national sample of trauma treatment therapists. Anxiety,

Stress & Coping, 24(1), 114-133.

Crowley, C. (2009). The mental health needs of refugee children: A review of literature and

implications for nurse practitioners. Journal of The American Academy of Nurse

Practitioners, 21(6), 322-331.

Çelik, F. G. H., Hocaoğlu, Ç. (2018). Çocukluk çağı travmaları: Bir gözden geçirme. Sakarya

Tıp Dergisi, 8(4), 695-711.

Damka, Z. (2009). Sığınma evinde kalan şiddet mağduru kadınlar: anksiyete duyarlığı,

travmaya bağlı suçluluk, travma sonrası stres bozukluğu ve psikolojik belirtiler

[Yayımlanmış Yüksek lisans tezi]. Ankara Üniversitesi.

Demirkapı, E.Ş. (2013). Çocukluk çağı travmalarının duygu düzenleme ve kimlik

gelişimine etkisi ve bunların psikopatolojiler ile ilişkisi [Yayınlanmamış Yüksek

Lisans Tezi]. Adnan Menderes Üniversitesi.

Doğan, A. ve Keskin, G. (2021). Pandemi sürecinde ruhsal sorunlar: Sağlık çalışanlarının


COVID-19 yanıtına travmaya dayalı bir yaklaşım. Journal of Pre-Hospital - Hastane

Öncesi Dergisi, 6(1), 159-174.

Dong, L. ve Bouey, J. (2020). Public Mental Health Crisis during COVID-19 Pandemic,

China. Emerging infectious diseases, 26(7), 1616–1618.

https://doi.org/10.3201/eid2607.200407

Ekinci, S. (2010). Fiziksel çocuk istismarı, Katkı Pediatri Dergisi, 32(5), 625- 631.

Ellenberger, H. (1970). The discovery of the unconscious: the history and evolution of

dynamic psychiatry (s. 209-210) içinde. Basic Books

Ellis, J. (1980). The sharp end of war: the fighting man in World War II, Aurum.

Elliott, D.M., Mok, D.S. ve Briere, J. (2004) Adult sexual assault: Prevalence,

symptomatology, and sex differences in the general population. Journal of Trauma

Stress, 17(1), 203-211.

Elklit, A. (1997). The aftermath of an industrial disaster. Acta Psychiatrica Scandinavica,

96(5), 305-314.

Figley, C. R. (2013). Compassion fatigue: Coping with secondary traumatic stress disorder

in

those who treat the traumatized. Routledge.

Fullerton, C. S. ve Ursano, R. J. (2005). Psychological and psychopathological consequences

of disasters. In J. J. Lopez-Ibor, G. Christodoulou, M. Maj, N. Sartorius, ve A. Okasha

(Eds.), Disasters and Mental Health (s. 13-36) içinde . John Wiley & Sons.

Galea, S., Ahern, J. ve Resnick, H. (2002). Psychological sequelae of the September 11

terrorist attacks in New York City. New England Journal of Medicine, 346, 982-987.

Ginsburg, T. (2007). Holocaust Film: The Political Aesthetics of Ideology (s. 29-30). Press.

Glaser, D. (2002). Emotional abuse and neglect (psychological maltreatment): A conceptual

framework. Child Abuse Negl, 26(6-7), 697-714.


https://doi.org/10.1016/S01452134(02)00342-3

Goyal, P., Choi, J. J., Pinheiro, L. C., Schenck, E. J., Chen, R., Jabri, A., Satlin, M. J.,

Campion, T. R., Jr, Nahid, M., Ringel, J. B., Hoffman, K. L., Alshak, M. N., Li, H. A.,

Wehmeyer, G. T., Rajan, M., Reshetnyak, E., Hupert, N., Horn, E. M., Martinez, F. J.,

Gulick, R. M., … Safford, M. M. (2020). Clinical characteristics of covid-19 in New

York City. The New England Journal of Medicine, 382(24), 2372–2374.

https://doi.org/10.1056/NEJMc2010419

Gölge, Z.B, Yavuz, M.F.. ve Başkan, T.M. (2000) Hukukçuların ve polislerin ırza geçme ile

ilgili ceza sistemine bakış açılarının değerlendirilmesi. Adli Tıp Bülteni, 5, 5-11.

Gölge, Z.B., Yavuz, M.F., Korkut, S. ve Kahveci, S. (2014) Yetişkin kadın mağdurlarda

cinsel saldırı sonrası görülen ruhsal ve sosyal sorunlar. Adli Tıp Bülteni, 18, 82-91.

Green, B. L. (1994). Psychosocial research in traumatic stress: an update. Journal of

Traumatic Stress, 7(3), 341-362.

Gündüz, İ. (2009). Dünyada ve Türkiye’de afet yönetimi. Erdem Yayınları.

Hacıoğlu Yıldırım, M. ve Güvenç, R. (2017). Cinsel saldırı sonrası adli makamlara başvuran

olguların ruhsal belirtileri ve travma özelliklerinin değerlendirilmesi. Anadolu

Psikiyatri Dergisi, 18(4), 330-337.

Hedar, M. (2017). Mental health during the Syrian Crisis: How Syrians are dealing with the

psychological effects. International Review of the Red Cross, 99(906), 927-935.

Herman, J. L. (2007). Şiddetin sonuçları ev içi istismardan siyasi teröre. Tosun, T. (Ed.),

Travma ve iyileşme. Literatür Yayıncılık.

Herman, J.L. (2016). Travma ve iyileşme (4. Baskı). Literatür Yayınları.

Holloway, H.C., Norwood, A. E., Fullerton, C. S., Engel Jr., C. C. ve Ursano, R. J. (1997).

The threat of biological weapons: Prophylaxis and mitigation of psychological and

social consequences. Journal of the American Medical Association, 278, 425-427.


Horowitz, M. J.,(1986). Stress response syndromes, J. P. Wilson ve B. Raphael (Ed.),

International Handbook of traumatic stress syndromes (s. 49-60) içinde.

Işıklı, S. (2023). Afet ve acil durum: Tanım, sınıflandırma, aşamaları ve psikososyal etkileri

[PDF].

Jacobs, S. C. (1999). Traumatic grief: diagnosis, treatment, and prevention. Brunner, Mazel.

Jones, E. (2007). A paradigm shift in the conceptualization of psychological trauma in the

20th century. Journal of Anxiety Disorders, 21(2), 164-175.

https://doi.org/10.1016/j.janxdis.2006.09.009 .

Jones, E. ve Wessely, S. (2005). Shell shock to PTSD, military psychiatry from 1900 to the

Gulf war. Hove: Psychology Press.

Kaltman, S. ve Bonanno, G. A. (2003). Trauma and bereavement: examining the impact of

sudden and violent deaths. Journal of Anxiety Disorders, 17(2), 131-147.

Kan, R., Robotti, C. ve Shanken, J. (2013). Pricing model performance and the two‐

pass cross‐sectional regression methodology. The Journal of Finance, 68(6), 2617-

2649.

Karaarslan, İ., Yavuz, B., Özdemir, S., Çakar, S. ve Tatlı, M. (2023). 6 Şubat Kahramanmaraş

Depremleri sonrası ilkokul öğretmenlerinin durumluk kaygı düzeylerinin

incelenmesi. International Journal of Social and Humanities Sciences Research

(JSHSR), 10(97), 1560-1564.

Kaya, F. (2013). Bombalama saldırıları sonrasında görülen travma sonrası stres bozukluğu

düzeyi [Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi]. İstanbul Üniversitesi.

Kaygalak, S. (2009). Kentin mültecileri neoliberalizm koşullarında zorunlu göç ve kentleşme.

Dipnot Yayınları.

Kılıç, C. (2003). Ruhsal travma sonrası stres bozukluğu gelişiminin belirleyicileri: Bir

gözden
geçirme. T. Aker ve M. E. Önder (Ed.). 5US Yayınları.

Kılınç, G., Yıldız, E. ve Harmancı, P. (2017). Toplumsal Travmatik Olaylar ve Aile Ruh

Sağlığı.Türkiye Klinikleri Psychiatric Nursing, 3(2), 182-188.

Kınık, K. (2010). Göç, Sürgün ve İltica. Hayat Sağlık Dergisi, 2(7), 36-39.

Kira, I. A. (2001). Taxonomy of trauma and trauma assessment. Traumatology, 7(2), 73-86.

Kira, I. A. (2002). Taxonomy of traumas: Differentiating Itrauma from the concepts of

trauma. Psychological Reports, 90(3), 815-826.

Koenen, K. C., Ratanatharathorn, A., Ng, L., McLaughlin, K. A., Bromet, E. J., Stein, D. J.,…

ve Kessler, R. C. (2017). Posttraumatic stress disorder in the world mental health

surveys. Psychological Medicine, 47(13), 2260-2274.

https://doi.org/10.1017/S0033291717000708

Koren, D., Arnon, I. ve Klein, E. (1999). Acute stress response and posttraumatic stress

disorder in traffic accident victims: A one-year prospective, follow-up study. The

American Journal of Psychiatry, 156(3), 367–373.

Köskün, T. (2019). Yakınları intihar eden kişilerde travma sonrası stres belirtileri ve

travma sonrası gelişim ile ilişkili değişkenler [Yayımlanmış yüksek lisans tezi].

Adnan Menderes Üniversitesi.

Kristensen, P., Weisæth, L. ve Heir, T. (2012). Bereavement and mental health after sudden

and violent losses: a review. Psychiatry: Interpersonal & Biological Processes, 75(1),

76-97.

Laçiner, V. ve Yavuz, Ö. (2013). Van Depremi örneğinde afetler sonrası yapılan yardımlar ve

hukuki çerçevesi. Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 5(9), 114

135.

Lai, J., Ma, S., Wang, Y, Cai, Z., Jianbo, H., Ning, W., Jiang, W., Hui, D., Tingting, C.,

Ruiting, L., Huawei, T., Lijun, K., Lihua, Y., Manli, H., Huafen, W., Gaohua, W.,
Zhongchun, L. ve Shaohua, H. (2020). Factors associated with mental health outcomes

among health care workers exposed to coronavirus disease 2019. JAMA Network,

3(3).

Leithner, K., Assem-Hilger, E., Naderer, A., Umek, W. ve Springer-Kremser, M. (2009).

Physical, sexual, and psychological violence in a gynaecological–psychosomatic

outpatient sample: Prevalence and implications for mental health. European Journal

of

Obstetrics & Gynecology and Reproductive Biology, 144, 68-172.

Lifton, R., J. (1973). Home from the war; vietnam veterans: neither victims nor

executioners. Simon & Schuster.

Martz, E. (2010). Trauma rehabilitation after war and conflict. New York: Springer.

Martz, E. ve Lindy, J. (2010). Exploring the trauma membrane concept. E. Martz (Ed.)

Trauma rehabilitation after war and conflict. New York: Springer.

McCullough, L. (2002). Exploring change mechanisms in EMDR applied to “small‐t trauma”

in Short‐Term Dynamic Psychotherapy: research questions and speculations. Journal

of Clinical Psychology, 58(12), 1531-1544.

McGrath, J. J., Saha, S., Lim, C. C., Aguilar-Gaxiola, S., Alonso, J., Andrade, L. H., ... ve

Kessler, R. C. (2017). Trauma and psychotic experiences: transnational data from the

World Mental Health Survey. The British Journal of Psychiatry, 211(6), 373-380.

https://doi.org/10.1192/bjp.bp.117.205955

Melhem, N. M., Day, N., Shear, M. K., Day, R., Reynolds, C. F. ve Brent, D. (2004).

Predictors of complicated grief among adolescents exposed to a peer's suicide.

Journal

of Loss and Trauma, 9(1), 21-34.

Micale, M. (1989). Hysteria and its historiography: A review of past and present writings (I),
History of Science, 27(3),223-261.

Motta, R. W., Benedek, D. M. ve Maguen, S. (2020). The evolving construct of posttraumatic

stress disorder (PTSD): DSM-5 criteria changes and legal implications. Psychological

Injury and Law, 13(2), 89-99.

Myers, D.G. (1978). Polarizing effect of social comparison, Journal of Experimental Social

Psychology, 14(6), 554-563. https://doi.org/10.1016/0022-1031(78)90049-5.

Norman, M. (1989). These good men: friendships forged from war. New York.

O’Brien, T. (1990). How to tell a true war story, the things they carried. Boston.

Özen, Y. (2017). Psikolojik travmanın insanlık kadar eski tarihi. The Journal of Social

Science, 1(2), 404-117.

Özkan, B. ve Çetinkaya Kutun, F. (2021). Afet psikolojisi. Sağlık Akademisyenleri Dergisi,

8(3), 249-256.

Pak, M. (2017). Acil servis çalışanlarının ikincil travmatik stres düzeyi ve psikolojik

dayanıklılığı, Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi. 20

(36), 141-164.

Paker, M. ve Buğu, B. (2016). Türkiye’de işkence mağdurlarının psikolojisi üzerine yapılmış

araştırmaların gözden geçirilmesi. Türk Psikoloji Yazıları, 19(Özel Sayı), 76-92.

Pfefferbaum, B., Noffsinger, M. A., Wind, L. H. ve Allen, J. R. (2014). Children's coping in

the context of disasters and terrorism. Journal of Aggression, Maltreatment &

Trauma, 23(3), 231-246.

Rogers, J.P., Chesney, E., Oliver, D., Pollak, T.A., McGuire, P., Fusar-Poli, P….(2020).

Psychiatric and neuropsychiatric presentations associated with severe coronavirus

infections: a systematic review and meta-analysis with comparison to the COVID-19

pandemic. The Lancet Psychiatry. 7(7), 611-627.

Rosner, R. ve Powell, S. (2006). Posttraumatic growth after war. Handbook of Posttraumatic


Growth: Research and Practice, 197-213.

Ruiz, M. ve Gibson, C. (2020) Emotional impact of the Covid-19 pandemic on U.S. health

care workers: a gathering storm. Psychol Trauma. Psychological Trauma: Theory,

Research, Practice, and Policy. 12(1), 153.

Sathyanarayana Rao, T.S., Nagpal, M. ve Andrade, C. (2013). Sexual coercion: Time to rise

to the challenge. Indian Journal of Psychiatry; 55, 211-213.

Schlenger, W. E., Caddell, J. M., Ebert, L., Jordan, B. K., Rourke, K. M., Wilson, D.,.....

(2002). Psychological reactions to terrorist attacks: Findings from the national study of

Americans’ reactions to September 11. Journal of the American Medical Association,

288, 581–588.

Schuster, M. A., Stein, B. D., Jaycox, L. H., Collins, R. L., Marshall, G. N. ve Elliott, M. N..

(2001). A national survey of stress reactions after the September 11, 2001,

terrorist attacks. New England Journal of Medicine, 345, 1507-1512.

Showalter, E. (1985). Representing ophelia: women, madness, and the responsibility of

feminist criticism. P. Parker and G. Hartman (Ed.), Shakespeare and the question

of theory (s. 77-94) içinde. NY: Routledge

Solomon, E. P. ve Heide, K. M. (1999). Type III trauma: Toward a more effective

conceptualization of psychological trauma. International Journal of Offender Therapy

and Comparative Criminology, 43(2), 202-210.

Substance Abuse and Mental Health Administration (2014). SAMHSA’s concept of trauma

and guidance for a trauma informed approach. Substance Abuse and Mental Health

Services Administration.

Sungur, M. ve Kaya, B.(2001) The onset and longitudinal course of a man-made

post-traumatic morbidity: survivors of Sivas disaster. International Journal of

Psychiatry in Clinical Practice,2,195-202.


Supiano, K. P., Haynes, L. B. ve Pond, V. (2017). The transformation of the meaning of death

in complicated grief group therapy for survivors of suicide: A treatment process

analysis using the meaning of loss codebook. Death Studies, 41(9), 553-561.

Şar, V. (2017). Savaş ve terör yaşantılarında travma sonrası stres. Okmeydanı Tıp Dergisi, 33,

114-120.

Şenkal, İ. ve Işıklı, S. (2015). Çocukluk çağı travmalarının ve bağlanma biçiminin depresyon

belirtileri ile ilişkisi: Aleksitiminin aracı rolü. Türk Psikiyatri Dergisi, 26(4), 261-67.

Taner, Y. ve Gökler, B. (2004). Çocuk istismarı ve ihmali: Psikiyatrik yönleri. Haccettepe Tıp

Dergisi, 35(2), 82-86.

Tedeschi R.G. ve Calhoun, L.G. (2004). Posttraumatic growth: Conceptual foundations and

empirical evidence. Psychological Inquiry, 15(1), 1-18.

Tjaden, P.G. ve Thoennes, N. (2006). Extent, Nature, and Consequences of Rape

Victimization: Findings from the National Violence Against Women Survey.

Washington DC, U. S. Department of Justice.

To, P., Eboreime, E. ve Agyapong, V. I. O. (2021). The Impact of Wildfires on Mental

Health: A Scoping Review. Behavioral Sciences ,11(9), 126.

Tuzcu, A. ve Bademli, K. (2014). Göçün psikososyal boyutu. Psikiyatride Güncel

Yaklaşımlar, 6(1), 56-66. doi:10.5455/cap.20130719123555

Türk Dil Kurumu (2022). Epidemi. https://sozluk.gov.tr/ adresinden 5 haziran 2024 tarihinde

alınmıştır.

Türk Dil Kurumu (2022). Pandemi. https://sozluk.gov.tr/ adresinden 5 haziran 2024 tarihinde

alınmıştır.

Ullman, S. E. ve Filipas, H. H. (2001). Correlates of formal and informal support seeking in

sexual assaults victims. Journal of Interpersonal Violence, 16(10), 1028–1047.

https://doi.org/10.1177/088626001016010004
Ursano, R. J., Kao, T. C. ve Fullerton, C. S. (1992). Posttraumatic stress disorder and

meaning: structuring human chaos. The Journal of Nervous and Mental Disease,

180(12), 756-759.

Ursano, R. (2002). Post-traumatic stress disorder. The New England Journal of Medicine.

346, 130 –132.

Van Der Kolk, B. A. (2019). Beden kayıt tutar: Travmanın iyileşmesinde beyin, zihin ve

beden. (7. Baskı). Ö. Kavakçı ve H. Demirci (Çev. Ed.) ve N. C. Maral (Çev). Nobel

Yaşam.

Varatharaj, A., Thomas, N., Ellul, M. A., Davies, N. W. S., Pollak, T. A., Tenorio, E. L.,

Sultan, M., Easton, A., Breen, G., Zandi, M., Coles, J. P., Manji, H., Al-Shahi Salman,

R., Menon, D. K., Nicholson, T. R., Benjamin, L. A., Carson, A., Smith, C., Turner,

M. R., Solomon, T., … CoroNerve Study Group (2020). Neurological and

neuropsychiatric complications of COVID-19 in 153 patients: a UK-wide surveillance

study. The lancet. Psychiatry, 7(10), 875–882.

https://doi.org/10.1016/S2215-0366(20)30287-X

Veith, I. (1977). Four thousand years of hysteria. M. Horowitz (Ed.), Hysterical personality

(s. 7-93) içinde. New York: Jason Aranson.

Worden, J. W. (2001). Grief counseling and grief therapy: a handbook for the mental health

practitioner. (5. Baskı). Springer Publishing Company.

World Medical Association (1975). The Declaration of Tokyo. Danish Medical Bulletin,

34(1987), 203-204.

World Health Organization. (2003). Guidelines for medico-legal care of victims of sexual

violence. World Health Organization.

Yavuz, Y. (2019). Suç mağduru olma korkusuna sosyolojik bir bakış. Toplum Ve Kültür

Araştırmaları Dergisi (4), 28-52.


Zara, A. (2018). Kolektif travma döngüsü: Kolektif travmalarda uzlaşma, bağışlama ve

onarıcı adaletin iyileştirici rolü. Klinik Psikiyatri Dergisi, 21(3).

Zhang, B., El-Jawahri, A. ve Prigerson, H. G. (2006). Update on bereavement research:

evidence-based guidelines for the diagnosis and treatment of complicated

bereavement. Journal of palliative medicine, 9(5), 1188-1203.

Zier, M. (2023). Kadınlarda savaş travması ile evlilik uyumu ve çocuk yetiştirme tutumları

arasındaki ilişkinin incelenmesi [Yayımlanmış Yüksek lisans tezi]. İstanbul Aydın

Üniversitesi.

Zisook, S. ve Shuchter, S. R. (1991). Depression through the first year after the death of a

spouse. The American journal of psychiatry, 148(10), 1346-1352.

You might also like