Professional Documents
Culture Documents
Mevzular Derin Fanzin Sayı 4
Mevzular Derin Fanzin Sayı 4
Mevzular Derin Fanzin Sayı 4
Bizim için mdf ne değildir ? Çeşitli kimyasal işlemlere tabi tutulmasının ardından
meydana gelen ahşap bir ürün değil elbette. Yani literatürde öyle geçse de biz daha hiç bu
anlamda kullanmadık.
Bizim için mdf nedir ? Şu okuduğunuz sayfanın ait olduğu neşriyatın ta kendisidir
efendim. ‘’M’’evzular ‘’D’’erin ‘’F’’anzin’in kısaltması işte.
Bugüne kadarki sayılarımızı eğer ilk sayfadan başlayarak okuduysanız hep önsözleri
benim (Yalım) yazdığımı farketmişsinizdir. Ama bu fanzin tamamen benim değil. Her
seferinde yinelediğimiz gibi kolektif bir fanziniz. Bu sayıda size ortalığın kötü
olduğundan, içimizin dert yandığından bahsetmek yerine, sayfalarda dağılmış olan ekip
arkadaşlarımı genelde bana tahsis edilen bu sayfada toplamak istedim. İlksözler
kıvamında bir giriş yapalım,birkaç cümle kuralım istedik. Şimdi ilk olarak sözü 1-B
sınıfından İdil arkadaşımıza bırakıyorum. Ardından ekibin kalanı sahne alacak,
sonrasındaysa birkaç yazı, şiir ve arka kapak. Her zamanki gibi yine dopdoluyuz bu sayı.
Neyse, herkese iyi okumalar..
İlksözler
İdil : Abi editör bizi çok kısıtlıyo. İstediği gibi yazmazsak da dövüyo abi. Sırtımızda sigara
söndürüyo abi.
Oğul : Daha iyi bir yaşam için, mdfyi seçin.
Umut : Her tünelin sonunda ışık vardır ama karanlıkta çok uzun süre yaşayınca, insan ışığı
aramaktan vazgeçer, çünkü karanlıktan başka bir gerçeği kabul edemez.
Alperen : "usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten"
Esther : Ankara’nın rengi gri derlerdi, gri sanardık. bugün baktım, kan kırmızı. Ne zaman
dönecek eski rengine belli değil.
Mislina : İnsan ırkı olmamış, lütfen tekrar deneyiniz
Yalım : Bir fotokopi makinam var, binlerce hayalim.
Yazar Kadrosu : İdil Özeren – Umut Çağın Bozacı – Alperen Yavaş – Esther –
Mislina Bursal – Seynan Konucu – Ozan Korkmaz – Yalım Aydın
Konuk Yazarlar : Kürklü Balık, Mehmet Özgal, Zafer Yalçınpınar, Fatih Dalcı, Gordion
İletişim : mevzularderinfanzin@gmail.com
twitter.com/ mevzularderinf
facebook.com/mdfanzin
!
Bazı kentler sokaklarıyla, meydanlarıyla, insanlarıyla ünlüdür. Bir hafta sonu çıkar, nefes almak için
aynı yola düşer hayatlarınız. Bir hafta sonu şehrin kalbinde yaralanıp kana bulanmamalısınız. Ve o
bazı kentlerde gridir en güzel anılarınız. Kanla kaplı sokaklarda olaylardan bir gün sonra yürüyen
insanların yüz ifadeleri geçsin gözlerinizin önünden. Ağlayan bir annenin feryadı acıtsın
kulaklarınızı. Bir sınav sonrası ölen gençlerin hayat hikayeleri yazılsın gazetelerde. Yeter artık
sessiz kalışlarımız. Yeter artık sessiz bırakışlarımız. Bir şehir düşünün ki bir avuç yerde geçsin
hayatınız. Ve o bir avuç alanı teker teker patlattınız. Kahrolsun politikanız, amaçlarınız, araçlarınız!
Siz o sokaklarda büyüyen bir sürü
çocuğun ahını aldınız.
Mislina Bursal
13 Mart 2016
"Şuur devrinde şiir susar, şiir devrinde şuur seyirci kalır. İçinde bulunduğumuz zaman, galiba
birinci devreye aittir"
Ziya Gökalp'in de belirttiği gibi insanın en temel hakkı olan yaşama özgürlüğünün barbar, taze
kana aç, geniş ve vahşi bir kitle tarafından tehdit altında olduğu bu dönemde elbet edebiyat ve
şiir sesini biraz alçaltarak yerini şuura bırakmalıdır. Terörün kanıksandığı, yarattığı yıkımın tarihler
ve istatistiklerden ibaret kaldığı, genç yaşta noktalanmış hayatların ardında yalnız birtakım
"kınamalar" bıraktığı bu dönemin normal sayılması mümkün değildir. İnsanların, çıplak yüzüne
nefretle baktığı politika ve bürokrasi ağının kapalı kapılar ardında dönen, milyonların hayatını
karartacak derecede korkunç plan, eylem ve saldırılarına hiç yoktan kurban gitmesinin bize çok
önemli konularda tekrar ve tekrar adaleti sorgulatması gerekir. Askerinin ölümü üzerinden soyut
milli duygu mastürbasyonu yapan kitle, uluslararası kirli kalemlerden habersiz sivillerin
ölümünden nasıl bir kitle afyonu çıkarıyor acaba? Bugünlerde ağızlarda sıkça dönen "istikrar"
kelimesinin bu afyonlardan biri olduğuna şüphe yoktur. Bireylerin başına gelen felaketlerin
birkaç siyasi düzenleme ile kökten çözüleceğine inanan kitlenin ise (hiçbir şakası olmadan
söylüyorum) acilen ilkokul sıralarına dönüp hayat bilgisi dersinden yaşadıkları eksiklikleri
tamamlaması gerekir.
Bu yazıda ne bir abartılı duygu sömürüsü ne de herhangi bir siyasi oluşuma kapı aralayan
propaganda vardır. En temel amacı topluma o hasret kaldığı bilinç duygusunu sanal
gösterişlerden uzak şekilde geri kazandırmak olan bu yazının çeşitli ortamlarda gerek sesli olarak
okunması gerekse elden ele gezdirilmek suretiyle halka açılması gerekmektedir. Mezhepsel ve
etnik terörün en büyük kurbanı olan vatandaşların, böyle bir dünya içinde bulunmuyormuşçasına
kapalı kapılar ardında üç maymunu oynaması doğru değildir.
Yazının en başında da belirttiğimiz gibi topluma hak ettiği hakkını teslim etmek en başta
edebiyatçıların görevidir. Sanata hayran kitle genel olarak güncel bilgiler veyahut özgürlükçü
fikirler ile dolu olduğundan bu aydınlanmanın ışığını en basit toplum birimlerine kadar
yansıtması hiç zor değildir. Yeter ki aydınlar, Türkiye üst üste böyle acılı günlerden geçerken
bunun bir lütuf ya da lüks değil bizzat kolların acilen sıvanması gereken bir vazife olduğunu
anlayabilsin. İşin belki de en yorucu kısmı buradadır. Fakat bu dahi gözümüzü korkutmamalıdır.
Cesur insanların ve cesurca davranışların olmadığı yerde korkakların mevki makam sahibi
olmaları normaldir, ancak en ufak bir sivriltide oturdukları yer kolayca sallanır. Gün, ölümlere
kayıtsız kalan arsız, şahsiyetsiz makam sahiplerini insanlıktan yoksun bir şekilde huzurla
uzandıkları divanlardan uyandırma günüdür. Gün, hareket günüdür.
Alperen Yavaş
Kederim
Titreyen gece lambamın loş ve titrek ışığı olmak… Tutunulabilecek sadece kapı kolu –
altında, titreyen ellerimle, saatimiz ümitsiz çıktı çıkacak-. İğdiş edilmiş mantığım ‘’çok
sesiyle, gözlerim seğirirken yazıyorum bu şeye’’ mi sebebiyet veriyor yine ? Ah keder,
yazıyı. Ara sıra kağıttan kayıyor ilgim, ‘’çok keder’’.
cümleyi toparlayamadığımı fark edip
Bazen bir keyif sanki. Hoş, en az
kurmaktan vazgeçiyor, siliyorum. Eski
okuduklarım kadar, -titrese de- gece
yüzüğümü inceliyorum bir yandan. Ne kadar
lambam, kalemim, eski dostluklarım kadar.
da eski –bir o kadar da yeni görünüyor
Ve zamanlar kadar. Bir zamanlar. Geçmiş,
(yamukluğu hariç)-.Düştüm bugün, yüzük
geçmişimdekiler ve geçmişimin süsleri. En
yamuldu hafiften.
gerçek anların rakıyla özdeşleştirildiği,
Hafiften… Ne kadar da iç burkan bir kelime. tekmelerden uzak, tekin sahillerde temelli
Hem huzurlu, naif hem de kırıcı geliyor kalınacakmış hissi veren sofradaki bakır
kulağa. Oysa herkes bu kelimeyi zaten böyle meze tabakları. Hepsi etkindir. Ne zaman
kullanmaz mı ? Peki kederden mi her şey bu seni düşünsem –ki inan bana çok nadir-
kadar zor ? Ve aslında her şeyin bu denli verdiği tesir kadar etkin. Başa mı döndük ?
derin manaları var mı (çoğunu Keder…
anlayamadığım)?
Kederin tesiri geçmişi düşünmektir, bakır
Mana… Söylemesi ne hoş bir kelime. meze tabaklarını, rakıyı düşünmektir. Ve seni
düşünmektir. –sek-
Eski dostum kederim ebediyete kadar
benimle mi olacak ? Onunla, açıklaması güç Özleminin acısını çekmeyi sevdiğim,
şeyler yaşıyorum. Sırasında şu soru ; gitgide düşümdeki sevgili, zihnimdeki çölde
tamamen kederle mi kaplanıyorum –en içten defalarca belirip kaybolan, düşümde
dışa doğru- ? saniyede yedi yüz kırk sekiz defa beni
varoluşla yokoluşum arasında ‘tam’
Aklım ermiyor kendi kederime. Öte yandan seyahatim sırasında parçalayan, düşlediğim
kederim saten bedenimde sersemce sevgilinin tesiti ise kederdir. Kısır döngü,
varolmaktan fazlaca hoşnut. sonsuz keder.
Kederim melankoli formuna bürünmeye Kararlı olabildiğim an, kedere adabıyla sahip
çalışınca yerçekimini de hiçe sayan karadelik çıkabildiğim an ve kedere bütünüyle hakim
gibi. İşte o zaman sadece keder demek çok olabildiğim andayım, seni çok özledim.
masum. Azımsanmayacak kadar canım
yanıyor. Kolumu bacağımı o karadeliğe Kederim
kaptırmışım ve gözümün her pikselini
Kaderim (mi?)
tutunabileceğim bir şey arayarak
kullanıyorum.
İdil Özeren
Yok. Hiç – bir – şey – yok ! Kahretsin, tek
başımayım. Bir şeye, birine adanamamış
Bir Kadın, Bir Merdiven değilsin. Öyle olsa da tertemiz tenin kadar
lekesiz elbiselerin olabilir.
Trabzanlarda elin sürtünüyor, kalkan tozu "Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
duyumsuyorum. Hayır, sokaklarda yeterince ayağını bastın odama
kirlenmedi mi üstün başın, o güzel elbisen. kırk yıllık beton çayır çimen şimdi
En güzel elbisen ve en güzel sen. Benim Hoş geldin kadınım benim hoş geldin."
durduğum yerde en güzelden başkası
Alperen Yavaş
Stambol’un Gece Sesleri
3.
1.
Ki ben bu şehrin delisiyim
inişi çıkışı aynı bir gece
yüzsüzlerin gece sefaları öyle tarihsizdir haysiyetim
birbirinden açıp aktarılan kalbimi taşıyorum kalbimle
zincirleme yalanları balkonumda
velhasıl hüzündüz bir gece boyunca;
dünya kadar insandır
hep bir ağızdan bağırır: “ağaçların
“kimse kimsesiz değildir.” güçlü
çiçeklerin
2.
güzel
dörtbaşı mahmur gökyüzünde olduğunu
Stambol'un ışıkları parlıyor gördüm”
eşsiz martılarıyla birlikte
4.
abasızlardan Sait düşünüyor:
ve sesler
“yalnızlık yaşamı doldurmuş.”
yıldızlı bir yorganla örter üzerimi
dünyadaki tüm yüzsüzler
kaçırırlar gözlerini
benden:
Zafer Yalçınpınar
Kokmayan Bazı Çiçekler / Mislina Bursal
Nereye varacağını bilmeden yürümek, hayatın sunduğu en güzel eylemdir belki de. Öyle ki, gece yerini
sabaha bırakırken, sokakları aşındıran bir çift ayak anlatabilir gün doğumunun hikâyesini. Kızıla çalan
gökyüzü, içinde saklı kalmış umutları barındırır. Sabaha karşı esen serin rüzgârlardan dinlenir
anlatılmamış masallar. Ve öyle ki, bir insana sarılıp uyumak için en güzel zamanlardır o anlar.
Genç kadın balkondan esen rüzgârın tenine değişiyle örttü diz kapaklarını. Guguk kuşlarının sesinde
her sabahki anlamsız huzur vardı. Yaşlı akrabalarının evlerinde tanıştığı basit düzenekli alarmlar
gibilerdi sanki. Seslerini her duyuşunda sükûnetle uyandığı yaz sabahlarını anımsardı. Ve bu yaz, belki
de uzun bir dönemin ardından gelen keyifli bir iç çekiş olacaktı hayatında. Bazı bekleyişler, hiç
gelmeyişlere tanık olur derler. Bazı hayallerse, yaşananları istenmeyen bir kargaşaya sürükler.
Yaşanmışlıkların öğrettiği bazı şeyler gibi, beklentilerin düşük tutulduğu mütevazı hayatlarda,
yaşananlar ve yaşanacak olanlar, yazılmamış şarkıların bir anda akla gelen sözleri gibi kazınır
akıllarımıza. Ve bazı yazlar, bazı hayaller kadar çabuk geçer hayatlarımızdan.
Saat sekize gelirken uyanan Menekşe, -en azından ben ona öyle diyordum- soluğu balkonda almıştı.
Haziranın bu zamanlarında bile kargalardan önce uyanan insanlarla doluydu sokaklar. Şimdilik onları
göremiyordu fakat var olduklarını sezebiliyordu uzaktan. Çimlerde gezinen kedilere ilişti gözleri. Çam
ağaçlarının üstünde cilveleşen kuşları izledi bir süre. İçeri geçti ve yatağa oturdu tekrar. Her sabah
tekrarlanan bir seremoninin parçası gibiydi düzenli olarak yaptıkları. Hayatın anlamını sorgular gibi
bakarken duvarlara, çay yapma fikriyle ayaklandı. Uyanmak için içilen kahvelerden ziyade, şekersiz
içtiği çayıyla aydınlanırdı sabahları. Öylesine güzeldi ki, kendimi pis bir röntgenci gibi hissederdim onu
izlerken. Hiç tanışmamıştık ama o bana inanırdı, ben de ona inanırdım çok uzaklardan. Bir şey
başarmış gibi girerdi odasına sabahın ilk çayını demledikten sonra. Odasını toparlardı. Sanki bir daha
hiç girmeyecekmişçesine düzeltirdi yatağını. Mutfaktan geldikten sonra aklında bir şeyler var gibiydi.
Genç kadın demlediği çayın olmasını beklerken balkonda bir sigara yaktı. Yatağını toplamayı
geciktiriyordu anlaşılan. Beni yalancı çıkarmıştı. Kâğıtlara çiziktirdiği notlar arasında gözüme ilişen bir
tanesi var ki, ‘’Sana âşıkken içtiğim ilk sigarada tütünden farklı bir şey vardı.’’ Diye başlar. Menekşe’nin
içtiği her sigarada tütünden başka bir şey olmalıydı. Mutluyken bile hüzünlenir gibiydi her dumanı
çekişinde. Ciğerlerine duyduğu saygıdan mıydı bilmem, unutamadığı bütün anıları anımsar gibi
keyiflenirdi sigarasını söndürdükten sonra. Ben onu hiç anlamazdım ama anlayacağım günler
geleceğine inanırdım. Bir on dakika oldu olmadı, mutfaktan elinde dumanı tüten bir bardak çayla
aydınlattı odayı. Küçük bir tabak zeytin ezmeli sandviç ve çayıyla yaptı bu gün de kahvaltısını. Belki de
değişiklik aramadığından, belki de evdeki zeytin ezmesini bitirmeye çalıştığından, bir aya yakındır aynı
sandviçi yerdi sabahları. Bir süre gözüm çamda cilveleşen kuşlara takılmıştı. Menekşe çiçeklerini
suluyordu cd çalarından açtığı şarkılarla. Tabaklar yıkanmış, yatak da toplanmıştı aynı zamanda.
Kapıcının yavaşça kapıyı tıklatmasını duyamayacaktı. Saat ona doğru kapısını açacak ve gazeteyi alıp
küçük torbaya bozuk paralar bırakacaktı. Bazen bir kadının yaşamı böylesine huzurlu olmalı diye
geçirirdim içimden. Hıçkırarak ağladığı geceleri, bütün gün uyuduğu bazı günleri saymadığım zaman,
oldukça güzel bir hayatı vardı. Sadece evini izleyerek tanımaya çalışıyordum onu. Sesler ve sözler
umurumda değildi. Gözlerle anlaşılabilecek ne varsa, dinleme cihazlarını kaybetmiş ajanlar gibi
gözlemlerdim. Ne iş yaptığını tam kestiremiyordum hala. Şair olabileceğine dair kanıtlarım vardı.
Yazdıklarının bu denli güzel olmasını bağlayabileceğim sebepler arıyordum. Evine giren erkeklerle olan
bağları, yazılanların eskilerde kalan birine ithaf edildiği izlenimini veriyordu bana. Yalnızca bir adamla
bir kadın çekiyordu dikkatimi. Her geldiklerinde rakı sofrası kurulur, radyo açılır, bütün gece ağızlar
durmadan konuşurdu olanı biteni. Bazen mezeler yerine sadece balık yaparlardı. O zaman buralardan
limon sıkmak gelirdi içimden tabaklarına. Keyifleri keyiflendirirdi beni. O adamla o kadın her
geldiğinde güldüğü gibi gülsün isterdim Menekşe. Kaç yaşında olduklarından da bir haberdim. Yirmili
yaşlarının sonlarında gibilerdi. Bazen bütün gün hiç eve girmediği olurdu hatta. O zamanlarda,
masasının üstünde bıraktıklarıyla ilgilenirdim çoğunlukla. Bazen birkaç parça kâğıt, bazı kitaplar, son
zamanlarda da tatil broşürleriyle dolu olurdu ortalık. Dinlediği müziklere, izlediği filmlere dikerdim
gözlerimi. Sezen Aksular, Bülent Ortaçgillerle karşılaşır, o yokken dinlerdim CD’lerini. Sonra vazo kırmış
çocuklar gibi elim ayağıma dolaşır, utanırdım yaptığıma.
Bazı zamanlar gözlerini kapardı sadece. İşte o zamanlarda dünya duruverirdi. Sessizliğiyle kulakları
sağır edecek kadar bağırabilirdi Menekşe. Öyle ki, ahşap zemine düşen tek gözyaşında boğardı aklına
gelenleri. Sonrası, öncesi, şimdisi… Sonsuz bir sessizlik oluverirdi. Öyle zamanlarda yalnız hissederdi
kendini. Camları açar bir sigara yakardı oturduğu yerden. Volta atardı balkonda. Sonra açar eski
defterleri, yazabildiği kadar yazardı genç kadın. Bazen sesli okurdu şiirlerini. Kendi kendine hüzünlenir,
daha çok ağlardı. Telefona sarılırdı bazı zamanlar. Ahizeyi sertçe yerine koyar, arayamadı ğı her kimse
yine vazgeçerdi yapacağından. Sonra bir çay yapar, hiçbir şey olmamış gibi bir film açar kahkaha
atardı.
O gece sabaha kadar balkonda oturdu genç kadın. Beyaz bir pikeye sarılı, ayaklarını karnına
doğru çekiliydi. Her seferinde mutfağa gitmemek için çayı semaverle getirmişti. Bazı insanların
hayal edemeyecekleri kadar sessizdi etraf. Bedenleri içinde sıkışmış insanların anlayabilecekleri
bir huzur değildi gün doğumunu izlemek. Düşünceleri arasında kaybolmamak için bir de radyo
vardı yanında. Komşular derin uykudaydı. Aslında en büyük huzur, kendini dışarda hissetmek ve
etrafta kimselerin olmayışıydı. Bir kâğıt getirdi içerden. Birkaç satır bir şeyler karalamaya başladı.
Hani şu geceyi sabaha bağlayan anlar var ya, adına şafak denilen
Beni hapsedin o anlara,
Hapsedin ki buruk bir tebessümle bakayım gökyüzüne.
Bırakın pembeli ğinde boğulayım bulutların
Tan yerinin huzurunda bulayım gizli kalmış hayallerimi.
Biraz yukarda, ay saklasın hüzünlerimi,
Geçmeyecek bir yaranın izlerini ta şıyayım ama
İçime işlediği kadar yolumu da aydınlatsın söylenmemi şlikleri.
Var olmayan bir güne şi kıskanan kindar bir uyduda bulayım anlatamadı ğım kederleri.
Yıllarca baksa bile ne anlattığını anlayamayacağı fotoğraflara bürünsün duvarlar
Samimiyetsiz a şk sözleri takılsın bo ğazına.
Ya bırakın da,
Unutulamayanlar arasından tek bir hamleyle alayım öcümü.
‘’Seni seviyorum.’’ diyeyim de
Ne dediğimi dahi anlamasın.
Bırakın beni,
Hani şu geceyi sabaha bağlayan anlara bırakın.
Bırakın da,
Onu çok sevdi ğimi anlayacak kimseler olmasın!
Çaktırmadan okurken yazdıklarını, bir damla yaş süzüldü gözlerimden. Tutamadım kendimi. Tan yeri
ağarırken yağmur başladı, genç kadın usulca topladı ortalığı. O günden sonra Menekşe her şiir
yazdığında kısa da sürse, birkaç damla yağmur yağdı.
Şimdiki Çocuklar Harika
Oyun oynarken gürültü yapan, tüm gün sokaklarda dolaşan, düşüp dizi kanayınca annesi evde
yoksa komşuya giden çocuklar; bugün işten eve, evden işe bir hayat sürüyor. Eve gelince ise
rahatlamak için yaptıkları şey televizyon izlemek oluyor. Sahi, en son ne zaman ekrana bakmadan
bir gün geçirdiniz? Hatırlamak zor olsa gerek.
Gariptir, hayatında hep özlediği zamanlarının çocukluk zamanları olduğunu söyleyenler, sokaklarda
oynayan çocukları "toplarını kesmekle" tehdit ediyorlar. Top oynayan çocuk kaldı mı o da meçhul
gerçi. Erkekler, futbolu mahalle aralarında pet şişelerle oynayarak değil; pes, fifa oynayarak
öğreniyor. Kızlar, hulahop ne bilmiyor. Şimdiki çocuklar, doğdukları zaman ilk fotoğrafı
facebook'ta paylaşılan çocuklar. Sayı saymayı saklambaç oynarken değil, okulda öğrenen çocuklar.
Aziz Nesin görse şimdiki çocukları, "Şimdiki Çocuklar Harika" demezdi boşu boşuna. Zira bir gün
"Bizim zamanımızda tabletler vardı dokunmatik, onlarla oynardık." diyecek olan bir nesil yetişiyor.
Esther
Özgürlük Üzerine
İnsanlar özgür olmak istemez mi ? İster. Bir kuş gibi özgür olmak ister ama o özgürlük simgesi kuş
bile özgür değil. O kuş bile uzun ama kırılamaz zincirlerle yere bağlıdır, yuvasına bağlıdır,
yavrusuna bağlıdır.
Biz de o kuştan farklı değiliz. Yemesek, içmesek, yorulmasak bile diğer canlılardan daha fazla
zincirle bağlarız kendimizi yere, kendimiz için en iyi hapishaneyi yine kendimiz öreriz. Bu
hapishaneden asla kaçamayız. Bunun nedeni bu hapishaneyi istediğimiz, arzuladığımız şeylerle
(para, arkadaşlar, aile, şöhret,…) örmemizdir. İstesek, arzuladığımız bu şeylerden vazgeçemez miyiz
? Evet vazgeçebiliriz ama sadece daha çok arzuladığımız bir şey için (para, güç, şöhret, Tanrı’nın
sevgisi,..) vazgeçebiliriz.
Peki ya arzularımızdan
vazgeçince ne olacak ? O
zaman özgür olacak
mıyız ? Hayır olmayız,
olamayız ama tutsak da
olmayız, olamayız, çünkü
arzularımızdan
vazgeçmek demek insan
olmaktan vazgeçmek
demektir.
Ne yaparsak yapalım,
zincirlerimizden
kurtulamayız,
hapishanemizden
kaçamayız.
Zincirlemizden
kurtulmanın veya hapishanemizden kaçmanın bir önemi yoktur aslında. Çünkü özgürlük demek bu
demek değildir. Asıl tanımıyla özgürlük, hangi zincirlerle bağlanacağımızı, hangi hapishanede
yaşayacağımızı seçme gücüdür.
‘’Kafka okuduk , gerçeğe mazoşistçe bir mu. İçinde Ayasofya ve Yerebatan Sarnıcı’na
düşkünlüğümüz var.’’ geziye giden liselilerin gürültüsü. İçlerinden
birisi mutlu olmaya bak diyor. Tamam
Sanırım o gün ,O’nu son kez görmüştüm. diyorum. Epikürcü mü olsam diye
Boynu beni çağırıyor gibiydi gizli bir düşünüyorum. Sonra vazgeçiyorum o ne
merasim için. O gün hayatımın Fetret öyle pedikürcü gibi diyorum adını
Devri’ne girmiştim. Zaten uzun süreli beğenmiyorum . Adını beğenmezsem mutlu
mutluluklar üzerime iki beden büyük geliyor, olamam diyorum. O’nun adı mesela.. Ne
emanet duruyordu . Uyku ilacı içmişçesine kadar… Neyse. Tam bu anda dış ses sigara
günler önümde boylu boyunca uzanıyordu yakar diyor. Dış sesi dinliyorum.
ve ben merak ediyordum onun çayı değil de
neden kahveyi daha çok sevdiğini . Kendine Sonra bir şairin de dediği gibi içime bir
Avrupai bir hava mı katmak istemişti acaba ? yolculuk düşüyor. Cam kenarında
buluyorum kendimi. Cam kenarı uzun
Bir kez olsun doğum yapmasına izin zamandır benim. Yol sürüyor , biz susuyoruz.
verilmemiş ve kısırlaştırılmış bir hayvanın Biz derken otobüsteki yolcular ve ben yani.
hüznü içerisindeyim. Birlikte gidemediğimiz Onlarla biz oldum ben. Öyle bir yeti
her yeri özlemeye başlıyorum. Birlikte kazanmışım ,sen hariç herkesle biz
gittiğimiz her yere ise tekrar giderek anıları olabiliyordum ben. Bu yetiyi anne karnında
hafızamdan silmeye çalışıyorum. Ne mı kazanmıştım yoksa sonradan mı
beyhude bir çaba. Göğüs kafesimin altında edinmiştim bilemiyorum. Bir gün ‘’çocuklar
orojenik hareketler sonucu oluşmuş bir ekmek yiyorlar gibidir sesin, ön dişleriyle
kütle var sanki. Sabitlikte üzerine yok, sanki belli belirsiz ‘’dizesini okuyup gaza
Nobel ödülü alacak. Sonra ne varmış bu geliyorum. Sadece şarkılar gaza
kahvede diyip bir kahve yapıyorum. Bir adet getirmiyormuş meğerse. Doğru bildiğiniz
sigara ve olmayışın eşliğinde içiyorum yanlışlar başlığının maddelerine eklenmeli
kahveyi. Bir bok yok lan diyorum, çay daha bence bu .Telefonu elime alıp kare 31 kare
güzel. yapıp numarasını çeviriyorum. O sıra kalbim
dışarıya çıkmış bir şeyler atıştırıyor .Ritim
Bir arkadaşımı arayıp hadi gecelere bozukluğundan gidiyorum neredeyse.
akalım diyorum. Gecelere akmak ne ise Aradığım kişi özel numaraya kapalıymış,
hayatımda ilk kez kullanıyorum o deyimi. O bunu söylüyorlar bana. Niye özel numaraya
da bana lan senin gece hayatın deniz kapatıyorsunuz telefonunuzu? Kapatmayın.
kıyısında çekirdek çitleyip , çay içmek diyor. Bütün sapıklar kötü niyetli değil ya. Benim
Haklısın diyip kapatıyorum, gecelere gibi duygusal sapıklar da var. Bunlar bir nevi
akamıyoruz. Geceler üzerime akmaya romantik tacizler. Bundan sonra şiir de
başlıyor bu sefer. İnsomnia olma yolunda okumayacağım diyorum kendi kendime.
ilerliyorum ,ha gayret diyorum kendi
kendime az kaldı. Sabah 6 gibi sokağa O yoktu ve işte bu da küllükteki aşırı
çıkıyorum sonra.Hala yanan sokak sayıda izmarite maloluyordu. Sigaraya da
lambalarına şöyle bir bakıyorum .Sessiz, zam geldi. Hakikaten tutunacak dalımız
kimse yok dışarıda ama kafam, kafam durur kalmadı. Sonrasında ise aniden gelen denize
Yokuş
bakma dürtüsü cereyan ediyor. Rıhtımlar
önemli.. Rıhtımda alelacele içilmiş iki
sigaranın ıslak zeminle buluşması ile biz Bi ara yokuştu tüm mahalleler…
ayrılıyorduk. Geçici ayrılıklardı bunlar. Bir
gün topyekün ayrılacağımızı bilmiyorduk. Çık çık bitmezdi. Zigzaglar, deparlar… O
Her şey Pandora’ nın merakıyla başladı. yolun sonu bir türlü gelmezdi. Yokuşları
Açmasaydı o kutuyu böyle olur muydu hiç ? çıkarken şarkılar söyler, bakkaldan rakı
Yunan Mitolojisi’ne göre kötülükler böyle alırdım. Bitene kadar rakıyı içer, bittiğinde
başlamış işte. Ota boka inanma telaşı böyle kusardım. Darbukayı iyi çalardım bir ara.
doğuyor demek ki. Ben O’nu gördüğümde ‘’Notasız çalma! ’’ derdi entellektüel, lenon
bütün dinleri reddetme gereği duymuştum gözlüklü kadın. Ama çaldığımda o tiksindiği,
oysa. Şimdilerde hangi şehre gitsem aynı his reddettiği genleri ortaya çıkar, oynamaya
peşimden geliyor. Görünmez zincirlerle bağlı başlardı. Darbuka çalarken, insanları izler,
ayağıma. Beni bir hayli yavaşlatıyor. İçinde ne düşündüklerini merak ederdim. Birçoğu,
bulunduğum durumu bir yazar özetlemiş günün telaşını terleriyle karıştırıp
aslında. Bir kitabında okudum ‘’aidiyetsizlik’’. duymuyordu beni. Duymalarını da
Ait olabileceğim bir yer arıyor gibiyim. beklemiyordum zaten. Kulaklarından içeri
Yolculuk yapmak hobi haline geliyor. İçi benden başka şeyler girmeliydi. Bir deniz
gereksiz eşyalarla dolu bir bavul ile kendimi kabuğunun suyla sevişirken çıkardığı ya da
bir garda bulmuyorsam eğer bir gariplik var oltaya takılan balıkların, ölmeden önce
diyorum kendi kendime .Ben mola çıkarttığı o muazzam ses çok daha önemliydi
yerlerindeki pişmaniye satan amcaların onlar için. Haklıydılar da! Onları da
bıyığını değil seni görmek istiyorum duyuyorlar mıydı acaba?
esasında . Galata kulesini arkamıza alacak bir
fotoğrafımız bile olmadı lan seninle. Daha Kimse beni dinlemezken, her şeye rağmen
yapılacak bir sürü şey vardı. Bu ihtimalleri çalmaya devam ettim. Hatta o kadar çok
konuşmuş olsaydık keşke. Erken ayrılmışız. çaldım ki, avuçlarımın şiştiğini, parmak
uçlarımın patladığını farkettim. Every breath
you take çaldım senin için. “I look around
but it’s you I can’t replace “ sözlerini bağıra
O değil de sen çayı çok severdin .Nasıl bağıra söyledim. Bütün bunları yaparken,
sevebildin kahveyi bu kadar ? … orada bir yerde olmanı diledim. Sensiz bir
şeyler başarmaya başlamışken, uzaktan beni
izlediğini görmeni… Aferin lan! Oluyor işte!
demeni.
NOT : Siyah bir zeytin tanesini gece
karanlığında fark eden kırlangıçları Yokuş bitti… Artık kusma zamanı
düşünmeyeceğim artık..
2016 yılının ilk çeyreğini henüz bitirmişken, kısımları seslendirdiği güzel bir şarkı.
uzun zamandır beklediğim albümlerden Albümden önce yayınlanmış olmasına rağmen
‘’İfade Özgürlüğü’’ nihayet çıktı. Altyapıları albümün en iyi şarkısı olduğunu
Şiirbaz’ın üstlendiği bir Şiirbaz albümü olan düşünmüyorum. Şiirbaz’ın verselerinin tadı
İfade Özgürlüğü’nde sanatçıya Feride Hilal damağımda kaldı. Feride Hilal Akın’ın da
Akın, Amargi, Anarko ve Aga B eşlik ediyor. gerçekten güzel bir sesi olduğunu ve okuduğu
Albümün girişinde ‘’Müzik’’ isimli bir skit yer bölümlerin hakkını verdiğini belirtmek lazım.
alıyor. Müziğin evrimle ilişkisi üzerinden azıcık Bu şarkıdan sonra ise yine ‘’Nasıl Yani’’ deki
kafa yakacak bir skit bu. Güçsüz müziklerin gibi ritmin vücudumdaki etkilerini
unutulmaya yüz tutacağından bahsederken, engelleyemediğim beate sahip yine solo bir
aslında bu albümün asla unutulmayacağını Şiirbaz şarkısı geliyor. ‘’İşareti Gör’’ adlı şarkı,
çıkarıyoruz buradan. albümün son solo Şiirbaz şarkısı.
İkinci sırada ise ‘’Mücadelem’’ ismiyle bir intro Dokuzuncu şarkının ismi Vicdan. İsminin tam
yer alıyor. ‘’ Villalar değil derdimiz özgürce hakkı verilmiş çok güzel bir şarkı olmuş. İlk
üretmek bizim’’ sözü aslında bir nevi şarkının verse’e giren arkadaşı daha önce hiç
ismindeki mücadelenin ne olduğu konusunda duymamıştım ama gerçekten güzel iş
fikir sahibi olmamıza yardımcı oluyor. Üçüncü çıkarmış. Vicdan vurgusunun güzelce yapıldığı,
sıradaki bir geçiş niteliğindeki yaklaşık dokuz anlaşılır, açık ve kaliteli bir şarkı. Bu şarkıdan
saniyelik bir skitin ardından, albümün en iyi sonra ‘’Ondan Oldu Zaar’’ var. Bunu önceden
şarkılarından olan Biçare’ye geçiyoruz. Protest dinlemiştik zaten. Aga B’nin eşlik ettiği kısa bir
ruhu en çok hissettiğimiz iki şarkıdan biri olan şarkı. Vicdan’dan sonra direkt Üç Maymun’un
Biçare’ye Şiirbaz, ‘’Sömürüden doğan verilmemesi iyi olmuş. İkisi de ağır lirikaliteye
zenginlik; sefaletin nedeni’’ sözü ile vay sahip şarkılar olduğu için, aşırı yükleme
anasını dedirterek giriş yapıyor. yapabilirdi. Ondan Oldu Zaar ise bu iki güzel
şarkının arasında yer alıyor.
Albümün ortalarına gelirken beati ile ritmi
içimize içimize işleten mükemmel bir şarkı Outro’nun ardından bir sürprizle
daha geliyor : ‘’Nasıl Yani?’’ Şiirbaz’ın bu karşılaşıyoruz. Mecburum şarkısında bolca
albümde sıkça duyduğumuz ‘’kravat ile övdüğüm Feride Hilal Akın, solo bir parçayla
özgürlük bağlantısı’’na bu şarkıda da kulaklarımıza hitap ediyor. Günümüzde
değinilmiş. Sokak Köpeği adlı interlude da bu piyasada ortada olanlara bin basacak bir şarkı.
şarkıdan sonra geliyor. Unutmadan, yakın Umarız hakettiği veya idealindeki değeri
zamanlarda da bu isimde bir İndigo albümü görür.
bekliyoruz. Gerçi onu bayadır bekliyoruz da.
Geldiğinde mutlaka buralarda görürsünüz. Ben albümü genel olarak beğendim. En
nihayetinde bir E.P olduğu için daha kısa da
Albümün tam ortasında önceden takip olabilirdi ama bazı skitlerle, interludelarla, ve
edenlerin hatırlayacağı ‘’Mecburum’’ var. bir-iki geçişle desteklenmiş ve 14 şarkıdan
Feride Hilal Akın’ın nakarat ve bazı diğer oluşturulmuş. Heyecanla yeni işleri bekliyoruz.
Yalım Aydın
Umursamazadams
ho.
Fatih Dalcı
On Kuruş
00.53
01.34
K i m
Olduğ umu
Hatırlayamıyorum
03.07
Hani bazı hisler vardır, insanoğlu onca saçma salak şeye isim verirken, bu bazı hislere vermemiştir.
Bir gün bir kafede oturursun. Oturduğun masa sana birini hatırlatır ya da bir olayı falan. Aklında
geçmişe dair bazı senaryolar canlanır. Sonra yüreğin buruk, hafif bir hüzün hissedersin. Ama bilirsin
ki o insanı üzen hüzünlerden değildir bu. Ve yine bilirsin ki, temelinde, hüzün denen hisse
üzülmemiz gereken bir şey olduğu anlamını yükleyen, insanoğludur.
04.16
"Kargalar, tek bir karganın gökyüzünü yok edebileceğini iddia eder. Buna hiç şüphe yoktur; ama bu
gökyüzü ile ilgili hiçbir şey ifade etmez. Çünkü gökyüzü basit anlamda şu demektir: Kargaların
yokluğu." Kafka çok büyük adam.
06.48
Ah, şimdi hatırladım. Ben, çocukluğunda kimse kapmasın diye içten içe dua ettiğin mavi
salıncağım. Bugün, üstüme şişman bir çocuk oturdu. Kutuya hapsettiğin benliğinim, nefes alayım
diye açtığın deliklerden kaçtım. Ölmeden önce büyümek isteyen bir kız çocuğuyum, elveda
demeye geldim, ölüyorum.
Yazardan not: Kim olduğunuzu kaybettiyseniz, kapı önündeki kilimin altına bakın. Zira orda da
yoksa, boku yediniz.
Klişe
Alperen Yavaş
Haksızlık
buralardan geçen bir hüzün sürüsünden kapılmış yurtsuz bir bela kuşuydu sanki.
belirli aralıklarla vurulup düşerdim o berrak bakışlarının hüznüne.
şimdi sonsuz bir amaç gibi zamanda salındığı doğrudur sevdaların, artık hiç de eskisi gibi değil.
ne hiddeti ne şefkati dinlemiyor beni
bende dinlemiyor beni…
aralıksız ve sorgusuz kaybediyorum, bir tahtta oturmuş zamanı koltuk altına almış dalgın bir
bekçiyim, kral sanıyorum kendimi,
satırbaşları anlamsız, şu an imla hatalarını bilerek yaptığım satırbaşları,
bir nefeste okuduğum şiirler, bir çırpıda yorduğum kâğıtlar, hepsi boşlukta salınarak yitip gidiyor.
nerede duracağım, radyodaki bu kulağıma sokulan şarkını duyuyorum dostum.
yazın duvarlara :
Ozan Korkmaz
Sol Kaburgam
Gordion