Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 24

altıncı önsözümüz

(harbi ne ara altı oldu ya?)


Yalım Aydın

Hiç kimse başladığımızda buraya kadar gelebileceğimizi tahmin etmiyordu. İlk sayıyı nasıl
basabildik hala onda kaldım mesela ben. İlerleyişimiz ise hepimizi şaşkınlığa uğratmakla
beraber, doğru adımlar atıldığından normal karşılanmalıymış aslında. Yarım düzine oldu, bir
ay sonra bir yıldır bu işi yapıyor olacağız. Bir ay sonra, tüketim çılgınlığının esir aldığı,
ilişkilerin yapaylaştığı ve modernleşme adı altında robotlaşmanın yaşandığı bu topluma, beleşe,
samimi ve en ilkel baskı yöntemleriyle ortaya çıkarılan bir nesneyi bir yıldır yayınlıyor olmanın
haklı gururu içinde olacağız. Neticede fanzin, tüketim çılgınlıklarına, yapay ilişkilere, tabulara
ve bilumum izinlere karşıdır. Samimidir, tüketim aracı olmadığı için beleştir veya bir iki liradır.
Görsel olarak bakıldığında kendimizi ''fanzin'' olarak tanımlamamız zorlaşıyor belki de. Ama bir
farkımız yok. İsmimizin sonuna koyduğumuz ''fanzin'' kelimesi, dergi çıkartmak isteyip de
yapamadığımız için değil, gerçekten yapmak istediğimiz şey bu olduğu için. Elimizden
geldiğince bizi okuyan insanlara farklı metinler sunacağız, yegane amacımız bu.

Yola çıktığımızda yanımda olan ekip arkadaşlarımın yarısından çoğuyla yol boyunca yollarımız
ayrıldı. Bir kapıyı kapatan ilahi güç, diğer kapıyı açarmış ya hani, bende de o hesap oldu. Yola
çıktıktan sonra da yeni yol arkadaşları kazandım. Bunun yanında ilk sayıdan beri istisnasız İdil,
Mislina ve Alperen ile çalışmak çok büyük mutluluk. İkinci sayımızdan beri beraber olduğum
Umut, Oğul, Ozan Korkmaz ve Seynan Konucu da çok değer verdiğim insanlar. Dördüncü
sayıdan beri yanımızda olan Karya, İrem, Kürklü Balık çok değerli 3 kadın. Aramıza son katılan
Ateş B. de varlığıyla değer katanlardan...

Bunun yanında her zaman yanımızda olan Sıvadık Fanzin ve Kravat Fanzin'e her şey için
teşekkür ederim. Ayrıca yardımlarını esirgemeyen Kopya Fanzin, Kışlık Fanzin, Ihlamur
Akşamı, Ekinoks Fanzin gibi dostlara da selam olsun. Fanzin, fanzinin dostu, fanzin hayatın
kendisi, yaşamın gerçekliğinin ucuz yöntemlerle başkalarına aktarılması, ve asla
tanımlanamayan müthiş bir şeydir. Her gün yeni çıkan fanzinlerin bunu unutmadan yoluna
devam etmesi gerekmekte. Bir de dergi/ fanzin ayrımını iyi yapmaları gerekiyor. Yirmi kişinin
katılımıyla oluşturulan Mevzular Derin Fanzin'in altıncı sayısını okumaya başlamak için
önünüzdeki tek engeli yazının tam da burasında aşmış oldunuz. Herkese huzur ve mutluluk
diliyorum, iyi okumalar olsun...

belki ileteşelim dersiniz diye :

twitter.com/mevzularderinf
facebook.com/mdfanzin
mevzularderinfanzin@gmail.com
papazın mektubu

Alperen Yavaş

hanımefendi rahibeye iletiniz


kendisine artık böyle sesleniyorum
saklayamadığım ilişki rehberimde
Batı Rönesans'ının geç dönem çocukları
İran peçelerine asla bürünmedi.
kesin ki bundan olacaktır
pazar ayininde sürprizler bekliyorum
tek cevabı
hırslı konuştuğumda kaçırdığı gözlerinden düşen korku oluyor
tarihte geriye gidiyorum

makbere düşmüş bekaretini kurtlar yemeyecek


ya da buz küresi zamanın at arabaları
tırıstan dörtnala hiç geçemeyecek belki
yine de gaipten gelen
bitmek bilmez sapkın serzenişler benim
çünkü ben
modern ahlakın tahrip mühendisiyim

Sophie'nin arka fonda sesi


"bugünlerde bazı bazı
beni özleyebilirsin tatlım"
varoluş suallerine geçmeden önce
işte fısıltılı bir gerçek
romantizmin arzu köprüsü üstünde
duygusal kızarıkların trafik yapıyor
çok gecikmeyiz değil mi ?

benim adımlarımda yürümeyi seçersen


kameralara güler yüz ver
halkın sehpasına pişman gidemem
bilirim ki en büyük iffet koruyucuları
hep şiddet sanıklarıdır
parmak uçlarına düştüğüm gündeysen
belirsiz bulutlar önünü almasın

haşereler çoktur ama


bin bir çeşit ölümleri vardır
Matrix’ten Hallice / İdil Özeren

Alarmın çalmasıyla uyanan kadın aceleyle duş yolları bozup bozup yapacağına şunları
aldı (yeni aldığı vanilyalı duş jeliyle) ve düzeltsin ayol”
dünden hazırladığı takımını giydi. Dünden
hazırladığı çantasını da alıp mutfağa gitti. Simitçi kendi kendine kadını onayladı.
Yumurta haşladı ve portakal suyu sıktı.
Kahvaltısını yaparken bir yandan da gününü Kadının telefonu çaldı. Açmadı. Evet tabi ki
planlamaya çalışıyordu. Kahvaltısı bitince işe geç kaldığını biliyordu.
hemen bulaşıkları çalkalayıp bulaşık
makinesine yerleştirdi. “Kendini temiz tut Adam uykusunu açmak için kahve almaya bir
ölüm gelir evini temiz tut konuk gelir.” lafıyla kafeye girdi. Sade kahveyi işaretledi bir forma
büyümüş olmak onun hayatına düzen getiren ve kasiyere uzattı. Kasiyer arkasına döndü,
en önemli yaşam felsefesi olmuştu çünkü. düğmeye bastı ve dolan bardağı adama uzattı.
Adam parasını koydu masaya, kafeden çıktı
Kadın üç ceviz, iki badem, üç kuru üzüm ve yürümeye devam etti.
bir kuru kayısıyı yolda yemek üzere bir
peçeteye sarıp kabanının cebine attı. Hemen Kadın ofise vardı. Güvenlik görevlisine
telefonunu da aldı ve koşar adımlarla evden günaydın diyerek dönen kapıdan içeri girdi.
çıktı. Asansörün üçüncü kat düğmesine bastı.
Queen çalıyordu. Freddie Mercury’nin sesi
Acayip bir sesle irkildi adam. Dün O’na hep olduğundan daha iyi bir çalışan
kahvaltısında kullandığı kaşığı üstüne sildi ve olduğunu düşündürürdü. Hırslı bir çalışan
müsliyi kaseye doldurdu. Sütün bitmiş gibi. Ama Hz. Patron öyle düşünmüyordu
olduğunu fark edince kaseyi alıp çeşmeye elbette.
doğru yöneldi. Gri suyun temiz su rengine
kısmen ulaşması için birkaç saniye bekledi. Adam ofisinin olduğu binaya girdi. Asansörle
Bu arada tişörtüne yapışmış birkaç şeker üçüncü kata çıktı. Ofisine girerken
parçasını iki parmağının arasına topladı, müdürüyle karşılaştı. Kapıyı açtı, içeri girdi,
müsliyi çeşmenin altına götürürken şekerleri sandalyesine oturup kahvesinden bir yudum
diline koydu ve yavaşça erimesini bekledi. aldı. Sonra bir yudum daha. Tekrar bir
Şekerler eridi, kase doldu. Adam hızlıca yaptı yudum. Kahvesini bitirdi. Bilgisayarını açtı,
kahvaltısını ve çantasını alıp attı kendini en az çalışmaya başladı. Saat 09:28 idi.
kendisi kadar pis kokulu sokağa.
Kadın ofisine koştu. Aceleyle içeri girdi ve
Ekşimiş portakal kokulu yolda yürürken ayağı sandalyesine oturdu. İlk iş olarak telefona
taşa çarpan adam yere düştü. Kalkıp eline sarıldı. “Halime abla bir sade kahve getirir
sıvanan köpek dışkısını bir duvara sildi ve misin sana zahmet?” Telefonu kapattı.
çantasını alıp yürümeye devam etti. Bilgisayarını açtı. İçeri Hz. Patron girdi (bir
yığın dosyayla). “Bunlar sisteme işlenecek.”
Korna sesleri içindeki kadın, yerinden çıkmış “Tabi Kenan Bey”
kaldırım taşına takıldı ve yere yuvarlandı. Sağ
eline sıvanan o iğrenç kokulu kahverengi şeyi Kenan Bey çıktı, Halime abla girdi. Kadın
aceleyle sol eliyle çantasından çıkardığı kahvesinden bir yudum aldı. Sonra bir yudum
mendile silip etrafa küfürler savurdu. “Köpek daha. Tekrar bir yudum. Sonra çalışmaya
gezdiriyorsunuz anladık da insan şunları alıp başladı. Kadın kahvesini unuttu. Saat 09:28
çöpe atar be kardeşim!” “Belediye de yeni idi.
Adam acıktı. Öğlen yemeğini yemek için alt girdi. Makyajını temizleyip, uyku hapını içti.
kata indi. Formu doldurdu, kasiyere verdi, Kesintisiz bir uyku diledi ve gözlerini kapattı.
kasiyer düğmeye bastı, adam parayı verdi. Yedi Saat 23:48 idi.
ve tekrar üçüncü kattaki ofisine çıktı.
Sandalyesine oturdu ve çalışmaya devam etti. “Sende durumlar nasıldı?” dedi
adamdan ve kadından büyükçe bir şey.
Kadın o günlük işinin büyük bir kısmını bitirdi. Adamdan ve kadından büyükçe başka bir
Acıktığını fark etti. Soğumuş kahvesini görüp, şey cevap verdi. “Normal. Yine az çalışıp
iki tam bir yarım yudumda içti. Binadan çıkıp çok yoruldular, erkenden yattılar.
pastaneye gitti. Bir tiramisu yedi, kasiyere Olaysız ve kötü kokulu bir gündü yine
parayı götürüp iyi günler diledi. Geri dönerken işte”
birinci kata uğrayıp haftalık karikatür dergisini
aldı ve asansöre yöneldi. Üçüncü kata çıktı. “Anladım. Benimkinde de yine birileri
Ofise koşturdu. Sandalyesine oturup O havaya uçtu, ölü kokulu bir gündü.
yemekteyken gelen ne idüğü belirsiz dosyaları Vücutlarını zorlayarak yaşamaya devam
incelemeye başladı. Halime ablayı aradı ve yine etti patlamayanlar da. Üzülmüş gibi
kahve soğuyana kadar içemedi. yaptı çoğu yine”

Adam mesaisini doldurdu, ekşimiş portakal “Notlarını arşive ekle de gidelim yemek
kokulu yoldan evine doğru yürümeye başladı. yiyelim artık. Profesör bir saat sonra
Saat 17:04 idi. gelip durum değerlendirmesi isteyecek
bizden” “Sen çık ben de geliyorum
Kadın o günlük işini bitirdi. Korna sesleriyle şimdi.”
doğru orantılı olarak adımlarını hızlandırdı.
Saat 19:40 idi. Gri ve mavi dünyada güneş doğana
kadar vakitleri vardı. Sonra yine ellerine
Adam evine girdi. Sabah kullandığı kaşığı not defterlerini alarak gözleme devam
tişörtüne silip akşam yemeğini yedi. edeceklerdi.

Kadın markete girip dondurulmuş köfte aldı. Gözleme devam edeceklerden daha
Üstüne rendelemek için de kaşar. Kasa sırasına büyükçe iki kişi iş başı yaptı. Gözleme
girdi. Kasanın yanında duran fındıklı devam edecekler iş başı yapana kadar ne
çikolatalardan bir tane aldı ve parasını ödeyip yediklerini, nasıl yediklerini, ne
çıktı kalabalık marketten. Koşar adım evine konuştuklarını, nasıl konuştuklarını ve
gitti. daha bir sürü onlara ait detayları
arşivlerine koymak üzere, not almaya
Adam kesintisiz bir uyku çekeceğinden emin, başladılar. Sonra yemek yiyecek ve
yatağına gitti. Ne yorucu gündü ama. Saat sohbet edeceklerdi. Gri ve mavi dünyada
20:12 idi. güneş tekrar batana kadar kendilerine
vakitleri olacaktı böylece.
Kadın köfteleri tavaya koydu, kendi yağında
pişirdi. Kaşar rendeledi. Yedi. Bir yandan da bu Onlar da eminlerdi onların serbest
gün aldığı karikatür dergisini okudu. Sofrayı zamanlarında kendileriyle baş başa,
toplayıp bilgisayarı açtı. Patlama haberlerine izlenmeden yaşam sürdüklerine. Bir
göz attı, bu konuyla ilgili iki tweet gönderdi. küçüklerinin emin olduğu gibi ve
Yatmaya hazırlanmak üzere banyoya gitti. onların da küçüklerinin emin olduğu
Dişlerini fırçalayıp tuvalete gibi.
Apartman Katından Müstakil Düşünceler

Alperen Yavaş

Sol köşesinde Laz bakkalın olduğu sağa doğru kıvrılan yola geldiğimde huysuzlanmaya başladım.
(Dile kolay 14 yıldır işten eve dönüş yolu olarak burayı kullanıyorum. Patron beni işe ilk aldığında
burada doğulu, esmer bir kuaför çocuk vardı. Karım birkaç kez saç kestirmek için gittiğinde
öğrenmiş ki üç çocuklu bir ailenin babasıymış. "Güneydoğu'da yaşama şansı kalmadı ki be ablam
ondan geldik biz de. Anamı, babamı, ablamı ve yeğenleri orda bırakıp karımla buraya kaçtık da
mektupla haber verdiler artık seni aileden saymayız diye. Varsın öyle olsun dedim, sırf ata toprağı
diye karımı ve döllerimi bomba ortasında büyütmek ister miyim hiç. Mirasınızı da alın başınıza
çalın dedim ben burada yapacağım kuaförlükle üç beş kuruş alıp elbet aç koymam evde
bekleyenleri. Haksız mıyım ablam desene?" Dört ya da beş yıl bu köşe başında kaldı, sonra bir
zaman çekip gitti. Nereye gittiğini hiç öğrenemedik. Ondan sonra burada bir ayakkabı dükkanı
açmışlar. Karım beni zorla alışverişine götürdü. İçerde iki üç gezindim ve kuaför çocuk daha
güzeldi bu dükkanda dedim. Ondan sonra gözüm hiç o tarafa bakmadı iş dönüşlerinde.
Sonrasında haberini duyduk ki ayakkabıcı batmış da kalan malları alıp memleketine kaçmış.
Dükkan uzun süre boş durdu. Galiba evvelki sene yazın Laz bakkalın biri gelip burayı tutmuş.
Dönerken gözümü hep ona diktim ve görünüşü hiç hoşuma gitmedi. Sonrasında da adını dahi
bilmeden sürekli ona sövdüm durdum. Köşede duran çirkin varlığıyla bana 14 yıldır değişmeyen
düzenimi hatırlatıyordu. Belki kuaför çocuk kalsa bu kadar sinirli olmazdım.) Yolu takip edip
ilerideki ikinci sokaktan sola döndüğümde bizim apartmanın önüne geldim. Arabadan inip birinci
katın balkonunun altına koyduğum çöpü kenarı çektim. Arabayı park edecek yer aramayayım diye
14 yıldır birinci katın balkonunun altına bu çöpü çekiyordum zaten. Kendime yeterli yeri açtıktan
sonra arabaya döndüm ve eski külüstürümü park ettim. Cebimdeki anahtarı şıngırdatarak
apartman kapısının önüne geldim. Kapıyı açtım. Merdivenlerden çıkmaya başladığımda aklıma
bir şey takıldı. (Evlenirken karımın kısır olduğunu bilmiyordum. Düğünden çıkıp eve
geldiğimizde daha yatak odasına geçmeden bana söyledi. Şok oldum ve ne yapacağımı
bilemedim. Koltuğa oturup başımı iki elimin arasına aldığımda bana hiç bahsetmediği için çok
çok özür dilediğini, annesinin bunu benden saklaması için kendini zorladığını ve ayrıca hiç
üzülmemem gerektiğini, çocuk yapmadan da gayet mutlu bir ilişkimizin olabileceğini söyledi. Ben
bunları hiç duymamış gibi hareketsiz kaldım. O da beklemekten sıkılmış olacak bir süre sonra
yatağa girip yattı. Gerdek gecemiz aynen böyle geçti. Sonrasında karımı defalarca kez doktora
götürsem de sonuç değişmedi. İçimde hiç baba olamayacak olmanın burukluğu ile evliliğimi
bugünlere getirdim. Karım da butik bir otelde lobide personel olarak çalıştığı için ve bu işte çömez
olduğundan dolayı,ona hep akşam gece arası işleri bıraktıkları için eve geç geliyordu. Ben de her
seferinde apartman kapısını, demir kapıyı ve evin tahtadan, üflesen yıkılacak kapısını anahtarla
açmak zorunda kalıyordum. Son günlerde hep düşünür oldum: Acaba çocuğumuz olsaydı, ben
işten döndükten sonra zile basıp beklemenin keyfini yaşasam, o kapıyı açsa, ben evin kapısının
önüne gelince de "Hoş geldin babacığım benim!" diyerek boynuma atlayıp sarılsa nasıl olurdu
acaba?) Yukarı çıkıp demir ve tahta kapıyı açtım.
Ayakkabılarımı içeri almadan ardımdan kapıyı örttüm. Ev darmadağınık haldeydi. Hiç
umursamadan yatak odasına gittim ve soyundum. Üstümden çıkardığım kıyafetleri aynen
çıkardığım vaziyette bırakıp yatağa uzanırken gözüm aynanın kenarına tutturulmuş olan,
kiracının numarasının yazılı olduğu kağıda ilişti. (14 yıl önce yeni bir işe girmiş olmanın sevinci
içindeyken ve bir yandan da evlenme hazırlıklarını sürdürürken ucuz ve sade bir ev kiralamak için
bu kiracıya gitmiştim. Kiracı -zaten işinin
de gerektirdiği gibi- hoş sohbet ve çenesi
düşük bir adamdı. Evleri dolaşırken bana
sürekli kendim ve geçmişimle ilgi gerekli
gereksiz bir sürü soru sormuştu. O zaman
mutlu bir ruh hali içinde olduğumdan
bütün hayatımı detayları atlamadan ona
anlatmıştım. Bu soruları sırf benim
kişiliğimi öğrenip, sonra her fırsatta
kapatılamayan reklamlar gibi bana beni
satması için sorduğunu öğrendiğimde geç
olmuştu. Evi döşerken onun yüzünden
yediğim kazıklar hala hatrımdan çıkmadı.
Neyse ki evlendikten sonra onun gibi
kurnaz bir adamla ilişkimiz devam etmedi,
sadece bazı aylar apartmanda tadilat
yapıldığında ve bu sebepten dolayı benden
para istediklerinde kirayı yatırırken bu
fiyatı kiradan düşeceğimi belirtmek için
aradım. Böyle durumlarda ev sahibinin
Çizim : Oğul Arda Biçer problem çıkartabileceğini bildiğinden kuru
bir "Pekala beyefendi" diyerek telefonu
kapatırdı. Eminim görüşmeden sonra da uzunca süre ofisinde homurdanırdı.)

Bu ev 14 yıl önce karımın, annemin ve kayınvalidemin istediği şekilde yerleştirildiğinden beri


eşyaların yeri hiç değişmemişti. Zaten içinde çok uzun süre kalamadığımız için bu evde yenilik
yapmaya hem ben hem de karım üşeniyorduk. Şu an yattığım yatak bile alındığından birkaç gün
sonra yaylarının bozuk olduğu sebebi ile değiştirilmesinin dışında 14 yıl önceki yatak ile aynıydı.
Değiştirdiğimizden sonra bir daha bozulmamıştı, biz de bir daha yenisini almamıştık.

Belki hayat da bu kadar düz ve basitti. Zihninizde 14 yıl geriye gittikten sonra birkaç yay parçası
ve bazı dükkan kiracıları dışında hiçbir şeyin değişmediğini görürdünüz. Patlayan bombalardan
kurtaracak bir ailesi bile olamayan birileri büyük umutsuzluğa kapılınca hayatın akışını
durdururdu. Ya da belki bütün bunlar değişime doğumundan beri kapalı olan bir bünyenin
korkunç monotonluğu sorgulanınca kendini korumak için ürettiği bahanelerdi. Tahmin etmesi
gerçekten güçtü. İşten her zaman olduğu gibi yorgun döndüğünden bu konuyla daha fazla
ilgilenmedi. Vücudu sızlamaya başlamışken göz kapakları da yavaş yavaş kapanıyordu. Yorgunluk
uykusu tatlı olacaktı. Uykusunun getirdiği hazzı dahi ezberlemişti. Yastığını kabarttı, her zamanki
gibi sağ kolu yazı yazmaktan ağrıdığı için sol yanına döndü. Beş dakika sonra uykuya dalmıştı.
Yarın sabahki yedi otuz üç alarmının çalması ve tekrar yeni bir günün başlamasına kadar olan
süreci boğucu ve sessiz bir gece eşliğinde geçirecekti. Rüyasında 14 yıl önce kaybettiği inancını
gördü.
Aptal / esved asuman

ne olacak sanıyorsunuz ki acaba


bilmiyorum düzeninize hiç ayak uyduramadım ki
hiç aptal olmadım
gördüğüm rüyaları hiç unutmadım
şuramda sakladığım deliliği hiç aldatmadım aptalsınız ki
bilmiyorum size söyleyebileceğim tek şey bu
yaşıyorsunuz birini sevdiğiniz için
anneniz için aileniz için
neden öldüğünüzü görmemekte bu kadar ısrarlısınız?
aptal değilim
unutmadım hiçbir şeyi
görmezden gelmedim
yaşamadım sizin gibi
ayak uydurmadım pis yalanınıza
bir avuç dolusu aptalsınız
sanırım altı milyarsınız ama aptalsınız
bir boka yaramayacak senin var olman
gözüne sürdüğün rimel uzattığın sakal
kırıklarını aldırdığın saçlarınla iyileşmeyeceksin
içtiğin 70lik unutturmayacak onu

peki neden
neden
neden
neden aptal olduğunu kabul etmiyorsun
neden yaşıyorsun
neden öldüğünün farkında değilsin
bedeninizin ruhunuz hakkında hiçbir şey söylemeye hakkı yok mu
istemiyor işte seni
bileklerini kestiriyor sana
saçlarını sakallarını
yalnız bırakıyor seni ya da kalabalıkta öldürüyor

bir boka yaramayacak varlığınızla neyin ısrarı bu?


kendini öldürmeye cesareti olmayanlar
hayatlarını mahvederler

hani yalnız kalıyorsunuz ya


anlıyorsunuz o zaman hiçbir şeyin amacı olmadığını
sonra biri geliyor ışığı yakıyor ya
unutuyorsunuz hemen buuu
buuu
buuu
NE!

delilik mi bu savaştığım
delilik mi bana yüzümü kestiren
delilik mi bana bunları size söyleten

kendisiyle savaşamayanlar başkalarıyla savaşır demişti biri


kendimle savaşmanın hakkını verdim
vermemek isterdim
aptal olmak isterdim
sizin gibi unutarak görmezden gelerek yaşamak isterdim
Say That You Love Me 'yi hiç dinlememek isterdim
Oruç Tutan Tekelci

İrem Eyit

Üç saatten beri aynı koltukta oturuyordum. Ayaklarım kefene sarılıp defnedilmemiş gibiydi.
Çölü gören bankın müdavimi olmaktan bıkmıştım. Bu yüzden beynimdeki otobüse adım attım.
Otobüs, bulunmak istemediğim duraklarda bekliyordu. Şoför benden başka kimsenin
gelmeyeceğini anlamalıydı.

Onun bu ısrarcı bekleyişi ve benim sabırsızlığım uyuşmuyor. Ayrıca uzun süre kapalı bir alanda
kalamam. Yan koltuğa bıraktığım ceketimi aldım ve otobüsten indim. Ben inince otobüs
harekete geçti. Durağın bir ucundan öbür ucuna yürümeye başladım. Otobüsü veya birini
beklemiyordum. Duraktaki herkes beklemek zorunda değil. Ben sadece yürümek isteyen bir
insanım. Bu isteğimi gerçekleştirmek için bir durağı seçmem tuhaf olabilir. Yine de durağın
çevresinde yürümeye devam ettim. Biri beni uzaktan izliyordu. Bakışları bir bebeğin örtüsü gibi
yumuşak. O bakınca sıcak hissediyordum. Peki, neden uzaktaydı? Yanıma gelirse bakışları
korkunç görünür diye mi çekiniyordu? Belki görünürdü. Ya o gelirdi ya da bakışları benden
giderdi, giderlerdi, her şey giderdi, gitmeleri gerekirdi. Gidince "sen" kalırsın, denklem gibi. X'i
bulmak için diğer terimleri karşıya atmak gerekir. Atılan terimler farklı olanlardır. Sen olmayıp
seni oluştururlar. Yalnız bırakılman lazımdır. Bu yüzden tüm matematik formüllerine
küfürlerimi iletiyorum. Thales, Pisagor, Arşimet ve daha niceleri yansın diyorum. Bu
dediğimden matematikle bir problemim olduğunu çıkarmayın. Aklımda matematik kılıfını
giymişle bir derdim var. Hayalimdeki yolda yürümek varken belediyenin çukurlu kaldırımlarını
arşınlıyorum. Bu dediğimden belediyeyle bir problemim olduğunu... Bilmiyorum, çıkarın veya
çıkarmayın. Size açıklamak için bu satırlarda ilerlemeyeceğim.

Kelebek olmuş bir tırtılın kozasını yırttığı gibi çıkıyor zombi ayaklarım. Bedenim hareket
ederse, beynimdeki yolculuk biter diye düşünüyorum, olmuyor. Yine yanıldım. Koltuktan
kalktığımdan beri sokaklardayım, sokaklar ise bende. Örtüm yoktu, soğuktaydım ve ceketim
yeterli gelmiyordu. Kötü hissettim. Bir kaldırıma oturup sigara yaktım. Dumanı ciğerlerimi
ısıtamadı. Kafamı göğe çevirdim. Gök beni içine aldı, sevişen iki insan gibiyiz. Artık ben
pencerenizden baktığınızda gördüğünüzüm. Gece gökyüzünüz olup hatalarınızı örtüyorum.
Gündüzleri ise ortanıza atılıyorum. Sizin bir soytarıymışım gibi bana domates fırlattıgınız
zamanlarda geceleri hava yağmurlu fırtınalı olur. Ne siz benim kralımsınız ne de ben sizin...
Sadece ben kendimi domatesle kirletebilirim.

Ben sokakta, sokaklar bende, ben geceleri gökyüzünde. İyi geceler çocuklar...
Ayna Taşıyıcısı
Ateş B.

Islaklıktan ağırlaşmış saçları rüzgarla savrulurken; en soğuk yüz ifadesini giymişti. Ölü yeşil
gözleri kımıldamazken, ince dudakları belli belirsiz titriyordu. Güzel çıplaklığını saklayan
karanlık, güneşin yokluğundan değildi. O, kendi gecesinde yürüyordu; kendi korkularının, belki
de niyetlerinin siyahında boğuluyordu. Eşsiz güzelliğini sarmalamasına izin verdi kendi gecesinin
ve bunun güzel olduğuunu sandı. Gözleri karanlığa alıştı ve yıldızların ihtişamını unuttu. Kendi
karanlığında aynalara bakamadı ve güzelliğini unuttu.

Yeşil gözleri kımıldamaya başladı. Boşluğun içinde bir şeyler görmeye çalıştı, ya da ben öyle
sandım, ama öyle olmalıydı. Tutunacak bir şey arıyordu. Bir ışık ya da herhangi bir şey. Kendi
güzelliğinin yokluğuna o kadar inanmıştı ki hayalini kurduğu tek şey soldurduğu yıldızların
kaybolmuş ışıklarıydı.

Ah ben, ben de onun gecesine daldım. Çıplaklığını görmek için, kolumun altına sıkıştırdığım ucuz
aynayla ona kendi muhteşemliğini hatırlatabilmek için. Ama bulduğum şey, narin ayaklarının
çamurda bıraktığı izlerden fazlası olamadı. Çıplak ayak izleri, belki kokusu kalmıştı derisinin; ölü
sandığı içini sarmalayan pürüzsüz ve tanrısal tabakanın.

Ben, ayna taşıyıcısı, her ayak izini ayrı ayrı sevdim, ondan kalan yegane lekeleri. Onu bulamadım,
ona kendi eşsizliğini gösteremedim, onu mükemmelliğinin etrafına kurduğu şu hiçlikten
çıkartamadım. Ucuz aynam kolumda, ben ayna taşıyıcısı, sevmeye değer tek şeyimi bulana kadar
bu çirkin gecede onu arayacağım

Gazeli Vurdum
çığlıksız bir gündüze ramak kala
bir şarlatanın ruhu
acılarını sızlattı boşluklarından

van gogh’un kesik kulağından


tutuştu renklerin dansı

baykuşun uğultuları dolandı kırık ağaçlara


bıyıklarıma vurdum en körpe usturayı

neşterle açtım ağacın kabuğunu


ve delilerin yara izlerini kapattım yapraklarıyla

Mahir Taşyurt
Zevâhir. Beş Yüzü Aşkın

ne kadar topluma yakınsan düşlemenin kalbime verdiği huzur,


benden o kadar uzaksın zorlu günlerin haklı -olmasa da- gururu,
sen bir din olsan en güzel sabahlar, kırmızıda saklı o geceler,
ben seni yaymazdım asla nasıl unutulur?
neticede günahsız insan nâmümkün,
günahkâr peygamberin olmak ise aşkın bir başka olduğu kasımdan,
benim için büyük şans yepyeni bir yıla devroluşumuza,
parmaklarımın ucundaki rengarenk
tabii bu benim aşkı yaratmamla bağlantılı mutluluklardan,
akıp giden günah sellerine,
benim inanacağım din güzellikte
ikimizdik hep, bizdik, helal olsun!
tırmanışa geçmek zorunda, şartım o.

şâyet başka bir peygamber seçilirse olamadım belki masalların


o meşhur kahramanı,
annem yahudi olmamasına karşın kurtaramadım çoğu yangından seni,
ne yapar-eder yahudi olurdum korkmadan.
ve gererdim çarmıha onu dünyamın yettiği kadar sevdim,
bakışlarımla, yüreğimle masalımın el verdiği kadar da mutlu,
eze eze... görmek istedim, seni, dünyamda…

zaten, bana ne kadar yakınsan Remzi Tutak


toplumdan da bir o kadar uzaksındır

şimdi sen bunu anladıysan,


ben artık sana inanayım...

merak etme sevgili-dinim,


günahkâr peygamberliğim sayesinde
fazla can almayacağım uğruna

tüm il’lerdeki azra’lar tatile çıksın!

Toprak Şems Tezcan


İstenmeyen

Ağlamaktan düştü bîtap gözlerim


Bir hayâl artık görüşmek sevgilim

Koklamak ister idim son bir defâ


Gül kokan buğday teninden sevgilim

En güzel taksim sesindir parlayan


Şarkılar sensiz sebepsiz sevgilim

Kıskanır ay görse eşsiz çehreni


Okşamak tarif edilmez sevgilim

Of! Dudaklar kıpkızıl bir çift şarap


Damlasından dâhi mestim sevgilim

Şûrî

Sivas

sömürge bedenlerde bir ülke kadar çığlık


öğütülür çocuk serleri devlet nezdinde
iç cebinden sakat eliyle
köstekli bir saat çıkarır dedem
henüz saat buçuk, henüz yara açıkken
biat eder gelen iyi günlere
iki ellerini yaralar bürür ikisinde temmuzun
vurulur asaf'ın mızıkasına
yüreği seyrelen bir nehirdir
sivas'ın izbe yerlerindeki yangına.

Mert Can Fırat


Titanyum - II

Kırmızı kadife tek kişilik koltuğumda Demirden yapılmış kapıyı zorlukla açtım ve
otururken, ağırlaşan saçlarımdan birkaç parça yüzüme çarpan umudun kokusunu bedenime
saç yüzüme perde çekti. Gözlerimi anlamsızca çektim. Umudun kokusu. Bu girdaptan
evin içine giren sokak lambalarına çevirdim. çıkabileceğimi düşündüğüm umudun, küçük
Binaların arasında oturan birinin görebileceği kırıntısı.
tek şey, sokak lambasıydı. Parmaklarımın
arasından çıkan duman kokusunu, yeniden Yağmur yağarken, günah, insanların
ciğerime doldurduğumda göz kırpıştırarak enselerine pençelerini geçirmiş gibi
kolumu kaldırdım. Dudağımın arasına kaçtıklarını görmüştüm. Hayattaki en komik
sigarayı yerleştirdim ve dumanı içime çektim. olan belki bu olay. Sen ıslanmaya üzerinde
Sevişitiğim kadınlar hep farklı oluyordu ama hiçbir şey yokken hazırsan, yaşamayı
aynı tipti. Hep sarışın, hep mavi gözlü ve bir bilmiyorsun demektir. Yaşam risklerle,
manken gibi vücut yapıları vardı. Bu rüyaları kaygılarla, geleceği düşünmekle, beyninde
ilk gördüğümde tek düşündüğüm, cinsellikten kurduğu o meşgul dünya dışına çıkamamakla
mahrum kalmış bir bedene sahip olduğumdu. ve ruhen mutlu olacağı zamanı beklemekle
Şimdi ise o kadınların hepsini öldürüyordum. doludur. Belki bu yüzünden düşüyoruz. Hep
iyi şeylerin olacağına inandığımız için.
Rüyalarda, bir kadını öldürmek çok masumca
gelebilir ama değildi. Bazen çıldıracak noktaya Ellerimi ceplerime sokarak kirli yağmur
geliyordum. Gözlerimi yavaşça yırtılmış duvar damlası ile harmanlanmış sonbahar
kağıtlarımın arasına saklanmış saatime rüzgarının yüzümü okşamasına izin verdim.
çevirdim. Saat 5'e geliyordu. Bir saat sonra "Yağmurda, tek başına dolaşan adam!" Sağdan
yeniden işe gidecektim. Beynimi belirli saatler gelen sese aldırmadan yürürken, sesin tekrar
arası uyuşturuyor ve yeniden gelmesi ike bakma zorunluluğu hissettim.
canlandırıyordum. Bazen düşündüğüm
zamanların boşluğunu bile unutuyordum. "Siyah paltolu!"
Unutuyordum çünkü, artık kendimi kontrol
edemiyordum. Yerimden kalkarken, bedenimi Beni tarif etmesi ile bakkalın güneşliğinin
yıkılan bir kumdan kale gibi hissettim. altında, yağmurdan kaçmıştı. "Bana mı
Kumlar aşağıya doğru dağ poziyonu alırken, sesleniyorsunuz?" Hevesle kafasını salladı ve
bedenimde de kalan son enerji topluluğu ellerini ısınmak istermiş gibi mor paltosuna
bacaklarıma akıyordu. Gözlerimi ovuşturdum. daha çok sokuşturdu. "Evet sana
Üç saat önce giydiğim yeni takımım ve miras sesleniyorum!" Dudaklarımı yalayarak seri
bırakabileceğim tek şey olan, paltomu alarak adımlarla güneşliğin altına girdim. Yağmur
üzerime geçirdim. Biraz yürümeye, bedenimi sesleri buradan daha hoş geliyordu. Hafif
ve ruhumu ayakta tutmaya ihtiyacım vardı. ıslanmış uzun dalgalı kahverengi saçlarını
geriye doğru savururken, koyu kahverengi
Bir odalık evimden çıkarken, arkamda her şeyi gözlerini kısarak bana baktı.
bırakmışım hissi ile göğüsüm kabardı.
Paltomun yakalarını yukarı doğru kaldırdım "Ateşin var mı?"
ve apartman dairesinden çıkmak için emin
adımlar attım. Apartmanın buğulu camından Senli benli oluşuna aldırmayarak, kafamı
dışarıyı izledim. Yağmur başlamıştı. Tanrının salladım ve cebimden zippomu çıkartıp ona
şelalesi ile saniyeler sonra buluşacaktım. uzattım. Ellerini ceplerinden çıkarttı.
Tırnaklarındaki yarısı çıkmış olan şefaf simli Gözlerimin altındaki morluklara baktığını fark
ojelerine baktım. Yaşına göre oldukça hayat ettiğim an gerildim.
dolu görünüyordu. Ya da sadece moda zevki
zayıftı. Sigarasının dumanın içine çekerken "Sen kaç yıldır uyumuyorsun?"
bana kısık gözlerle baktı. "Yağmurda yürüyen
insanlar ya bir eğlence arıyordur ya da kafası Kendi hayatım işin içine girdiği anda buradan
bir şeyi dert etmeyecek kadar doludur." kurtulmak için beynimde saat ters dönmeye
başladı. Ağzımı açsam, tüm kirli çamaşırlarımı
"Öyle mi, kimin bu söz?" Gülümserken, bir ortaya dökecekmişim gibi hissettim.
duman daha çekti. "Benim." Dayanamayarak yürümeye başladım.
Sorusunu cevapsız bıraktım. Güneşliğin
Onaylayarak kafamı salladım. "Bu karara altından çıkarak bedenimi tekrar tanrımın
varmak için çok dışarıda beklemiş olmalısın." şelalesi ile buluşturdum. Arkamdan
Gülümseyerek bana baktı. "Çok ukala bir şeye gürlermişcesine gelen ses ile durdum.
benziyorsun."
"Siyah paltolu!"
Senli benli oluşumuzdan yararlanarak,
haddimi aşan bazı kelimeleri sohbet Gözlerimi kıstım ve görüntüsüne bulanıklık
çerçevemize savurdum. "Sen de tanımadığın düşüren yapmur damlaları arasından ona
bir insanın damarına basacak kadar kana bakmaya çalıştım. "Ne var?" Güneşliğin
susamış görünüyorsun." Beğenmişlikle baktı. sonuna geldi. "Korkuyor musun?" "Neyden?"
"O zaman izin ver son saniyelerimi, on bir lira "Hayatın sana getirebileceklerinden. Korkuyor
vermeme değecek olan sigaranın tadını musun?" Korkusuzca ve gözünü kırpmadan
çıkartmakla geçireyim." rüyalarında kadınları öldüren biri olarak mı?
Hayır.
Gözlerimi devirirken, kendimi bir duvar ile
konuşuyormuş gibi hissettim. "Sadece senin "Bunun ne önemi var?" "Korkma, yoksa
iyiliğin için söylüyorum. Her insanla böyle kapana kısılırsın." Yüzüne karanlık bir
konuşma." gülümseme indirirken yavaşça konuştu.
"İyiliğin için söylüyorum." Zippomu bana
Sigarada kırmızı rujunun izi çıkmıştı ve elini doğru ve havaya attı. Gülerek, zippoyu tekrar
havaya kaldırdı. "Hiç kimse, kimsenin iyiliğini ona attım. "Sende kalsın."
düşünmez. Kiracın bile her ay parayı ödemen
için zam yapmıyor. Sadece alacağı para Arkasına dönüp yürümeye başlarken, elindeki
aksamasın diye. Şu an bile seni burada zippoyu havaya kaldırdı. "Seni kullanmama
dakikalarca ayakta tutabilecek bir konuşma izin verdiğin için teşekkür ederim." Önüme
yapabilirim. Sonra, konuşmanım sonuna döndüm ve dolu olan beynime garip, mor
'iyiliğin için söylüyorum' ekliyerek senden paltolu kızın söylediği sözleri soktum.
taksi paramı çıkartırım. İnsanlar birbirlerini Korkmak ve kullanılmak.
kullanır." Ne baş belası ama! "Unut gitsin.
İyiliğini düşündüğüm yok."

Dumanını yüzüme doğru üflerken, yağmurun


Karya Gültang
yüzüme çarptığı 3 dakika öncesini özledim.
Taksim
Kürklü Balık

‘’Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız ya da yerimiz yok. Ne büyük savaşı yaşadık ,ne
büyük buhranı. Bizim büyük savaşımız ruhani bir savaş..’’

Taksim’de hayvan hakları için bir yürüyüşe katıldıktan sonra akşamın serinliğine kendimi
bırakmak istemiştim. Bu aralar kendimi bir şeylere bırakma isteği var içimde. Kulaklığımı takıp
yürümeye başladım. Karaköy’e kadar yürüdüm. Rastgele bir bara girdim, küçük çantama sığmayan
bir kitap vardı onunla uğraşıyordum. Barın yanına gelip bir Bomonti filtresiz söyledim. Hemen
yakınlarda bir adam oturuyordu. Birileri yanından geçerken adama çarptı ve adam ona çarpanlara
bağırarak şu soruyu sordu :

’’ Hey, nereye gidiyoruz?’’

Deli herhalde diye düşünmüş olmalılar. İstanbul’da böyledir. Yürürken, otururken, herhangi bir
yerde insanlar size çarpar ve asla özür dilemez. Artık normal bir durum haline gelmiştir bu
nezaketsizlik.

Ben yalnız başına oturan adama bakıyordum refleks olarak. Nerede yalnız bir insan görsem
bakarım. Sherlock Holmes’un kadın hali olabilirdim belki. Sanırım biraz fazla incelemiş olacağım,
bir kaç kez göz göze geldik. Bir süre sonra masadan kalkıp bara geldi. Bir bira ve biraz fıstık istedi.
Bu ikisini söylemek zorundaydı, söylemeseydi klişeler bozulurdu çünkü.

-‘’Az önce bir camideydim, şuan buradayım. Hayat ne kadar garip değil mi? ‘’dedi.
-‘’İbadet etmen gereken yer ,belki de orası değildi.’’dedim . Birasından bir yudum aldı.
-‘’İbadet mi?’’ dedi ve güldü.
-‘’Peki ne için camideydin?’’
‘’Dün babam öldü’’dedi.

Dünyada her şey sanki 2 saniyeliğine durdu. Birbirinden ayrı duran gülümsemekten laçkalaşan
dudaklarım birleşti. Sanki biri yere 3 tane bardak, 2 tane tabak düşürmüş gibi bir sessizlik
hakimdi.

-‘’Bilirsin, şu ölünün arkasından yapılan can sıkıcı merasimler. 2 aydır hastahanedeydi. Kanserdi,
ölümünü bekliyorduk zaten.’’
-‘’Başın sağolsun, üzüldüm ‘’dedim. Önümdeki biradan bir yudum da ben aldım.
-‘’Üzülüyormuş gibi gözükmek zorunda değilsin. Ben üzülmüyorum mesela. Ben çocukken annemi
aldattı, annem de boşanıp amcamla evlendi. Dünyada başka erkek yok sanki. Neyse sen neden
yalnızsın? ‘’dedi.
- ‘’Bazen yalnız kalmak gerekiyor. Bu vücudun bir ritüeli diye düşünüyorum. ‘’
-‘’Mutsuz görünüyorsun ve yalnızsın.’’
-‘’Sen mutlu olmak için hep birilerine mi ihtiyaç duyuyorsun ?’’
-Ritüel dedin de antik dönemde cenaze törenleri için ağlasınlar diye kadınlar
kiralıyorlardı.’’Ağlayan kadınlar lahdi ‘’diye bir lahit var biliyor musun? ‘’dedi sorduğum soruyu
umursamayarak.

-‘’Hayır ‘’ dedim .’’İsmi çok dramatize edilmiş, gel biraz yürüyelim.’’


-‘’Olur’’ dedi.

Biralarımız bitince bardan çıktık ve yürümeye başladık. Uzunca bir süre ikimiz de hiç
konuşmamıştık.

-‘’Dünyanın tüm fekaletleri senin başına geliyormuş gibi davranmayı kes. Annem ben 7 yaşındayken
bizi terkedip gitti.3 katlı bir apartmanın en üst katında babamla birlikte yaşıyorduk.1 yıl sonra bir
sabah babamı evde bulamadım. Çatı katına çıktım, kendini asmıştı. Üniversiteyi İzmir’de okudum
emlakçı çatı katı bir ev gösterdi, o emlakçıyı orada öldürmek istedim. Üniversite bitince buraya gelip
çalışmaya başladım. Bir gün evimin önünde annemi gördüm. Ağlıyordu. Ben hiç ağlayamıyordum
epey zamandır. İki tane kardeşim varmış, bir adamla evlenmiş çok mutsuzmuş, hiç parası yokmuş.
Para verdim, gitti. Bugün evden çıkmadan önce çamaşır makinem bozuldu. Telefon faturam 250 TL
geldi. Yolda yürürken gördüğüm bir anne, engelli olan küçük kızının kollarını bir yerlere çarpıp zarar
vermemesi için çaba sarfediyordu. Gözlerinde bir günde yaşadığı hüznün yıllara çarpılmış hali vardı.
Bugün internette gördüğüm bir fotoğrafta Afrikalı anne gögüğlerinde süt olmamasına rağmen
bebeğini emziriyordu. Sürekli bir yerlerde insanlar kendini patlatıyor o da yetmiyormuş gibi masum
insanların canına kastediyorlar. Havalimanında üzerinde battaniye ile gezen 5 yaşındaki kız
çocuğunun suçu neydi?’’ Biraz durdum.

-‘’Neyse ya teselli vermeye çalışırken biraz abarttım sanırım.’’dedim.


-‘’İhtiyacım olan da buydu. İşte bu gerçek bir teselli oldu.’’
-‘’Etrafı ayağa kaldırmadan acı çekmeyi öğreneceğiz bunu çok sevdiğim bir yazar söylemiş.’’
-‘’Bazı acılar için tam bağımsız bir ayaklanma gerek ama’’
-‘’O acılar için dünya siyasi haritasındaki siyasi sınırları silmeye hazırım. O ayrı.’’

Bir sigara yaktı.’’Yaşayanlar bir sigara yakar.’’Sigarasını bitirdikten sonra

-‘’Gidiyorum şimdi, seni bir daha görmek istersem nasıl olacak peki?’’
-‘’Ya boşver şimdi bunları , işler buraya varmamalı her seferinde.’’dedim.
-‘’Peki’’ dedi arkasını döndü birkaç adımdan sonra bana dönerek
-‘’Seninle hiç öpüşmeyeceğimiz sokakları şimdiden özledim.’’ dedi ve bu sefer gitti.

Ben ise biraz daha yürüdüm, son cümlenin üzerinde durmak istedim. Sonra vazgeçtim. Eve
döndüğümde çamaşır makinem için bir tamirci çağırmam gerektiğini hatırladım. Benim çamaşır
makinemin de bir ruhu var.Hatta benden daha fazla bir ruha sahip.

‘’Eşyaların da bir ruhu vardır.’’


Bütün İşsizler Biraz
Marx’ın Alkolsüz Sayıklamalarıdır
Seynan Konucu

Tarsus’un tasvir edilemeyen sıcağında Çıkartıp verdim ben de. Nerelisin


Niyazi’yle geleceğimiz hakkında planlar “Bingöllüyümdür dezzim sen nerelisin” ,
kuruyorduk. Ta ki Niyazi’nin aklına giren “Tarsus”. Niyazi hemen “Dur bakım bizden
bacasız sanayi sektörüne girme düşüncesi mi değil mi anlarım şimdi dedi” gizlice.
bizde sahilden gelen serin meltem etkisi
yaratana kadar. Hem para kazanacaktık hem Böyle şeyler hep gizli söylenir zaten.
de yabancı kadınlarla beraber olacaktık. Bu “Bingöl’ün neresinden birader?”, “Kığılıyım
fikir Niyazi ve bende o gece uyutmama etkisi dezzim.” “Alevi misin?” “Ne yapacan dezzim
yarattı. Aileler konusunda sorun çıkacağı tadımızı mı kaçıracan?” dedi sert ve akıllı ol
Kral TV’ye gönderilen aşk itirafları gibi açık dercesine. Oysa biz de aleviydik sadece sahip
ve netti. Anneme söylediğimde babana sor o çıkalım birbirimize diye sormuştu Niyazi.
ne derse cevabını aldığımda Kral TV’de Sonra ben araya girip yine gizlice “Biz de
aşkını itiraf eden adamın ruh haline girdim. Aleviyiz kardeş merak etme” deyince
Aynı durum Niyazi için de geçerliymiş annesi cennette beklediği birini görmüş gibi “Öyle
topu babasına atmış. desene dezzim ben de şey sandım valla.”
“Yok yok merak etme.” diyerek güven
Babama söylediğimde sadece dikkatli olmam tazeledik. Konu konuyu açtı, en son “Sizin
gerektiğini, paramı idareli harcamam eliniz yüzünüz düzgün niye buraya geldiniz
gerektiğini, günde en az iki kere aramam hem siz ne iş yaparsınız elektrik, animasyon,
gerektiği gibi koşulları sundu. Ben de havuza komi, garson hangisi var sizde?” deyince
balıklama atlayan Rus turistler gibi atladım. Niyazi bana ben Niyazi’ye baka kaldık.
Niyazi’nin babası ekstra olarak amcasının “Mesela ben stewardcıyım.” “O ne oluyor
yanına gitmemizi söylemiş. O bize orada iş kardeş?” “Meydancı. Meydanı temizliyorum
ayarlayabileceğini söyledi. Ama biz havuz başında çöp oldu mu onları
istemedik. Her şeyi Niyazi’yle biz yapacaktık, topluyorum o tarz yani.” “Bunun için bir ad
torpil ya da birinin selamını getirmek koymalarına gerek yok ki herkes yapar
istemedik. İkimizin babası da kabul etti. bunu.” “Öyle olmuyor işte dezzim her işin
Belki adam olur da okuruz diye. adı var turistler böyle seviyor.” Niyazi’yle
karaya bırakılmış kırık sandal gibi kaldık.
Niyazi’yle ikimiz Antalya’da hiçbir yeri ve
kimseyi tanımadan yola çıktık. Güneş 40 derece sıcakta beklerken paramız az
tepemizde. İş aradığımız için 40 derece olduğu için güvenliğe gidip “Abi biraz su
sıcakta pantolon ve gömlek giymiştik. verir misin çok susadık.” dedik. Demez
Önümüze gelen ilk otele iş başvurusu olaydık. Güvenlik, “Siktirin gidin lan cami mi
yapmak için sıraya girdik. Herkes Doğu’dan bura pezevenklere bak. Kapıdan içeri
gelmişti. Önümüzdeki çocuk “Dezzim bi girmeyin turistler rahatsız oluyor içeride,
cıgaran varsa verin mi?” diye sohbet açtı. baktığınızı görmeyim götünüzü keserim.”
Gerçeğine mi,
şakacığına mı ?
deyince Niyazi durdu, sağda hayvanlar su
içsin diye koydukları kapları gösterdi. "İnsan içinden geleni söylemeliydi yalnızca."
“Hayvan kadar değerimiz yok lan.” dedi. demişti Virginia Woolf. Benim de içimden
Hayatında ilk defa sigara içti. Niyazi’ye bile gelen şey; küçük bir çocuğun misket
sigara içtirdi bu hayat. oynamadan önce sorduğu en önemli soru.

Güneş göğün oruspusudur demişti Arkadaş. "Gerçeğine mi? Şakacığına mı?"


Tepemizde hem elletiyor hem de
gösteriyordu kendini. Başka otele iş için Neydi gerçek ya da şaka olan şey? Tanrı
gittik. Yine su vermediler. Niyazi yine sigara dünyayı yarattı. Bu, benim bir gerçeğimdi.
içti. Müdürü beklerken, altında bulaşık Neydi peki herkesin gerçeği? Ortak
sularının aktığı penceresiz odaya koydular gerçeğimiz yalnızlıktır ey ahali! Yalnız değil
bizi. Turistler rahatsız oluyor diye. 40 derece miydik hepimiz? Doğarken yalnız değil
hava ve ağır koku öldürdü bizi. En son Niyazi miydik? Peki ya yaşarken? Hepimiz o koca
kapıyı kırdı. 10 dakikaya gelecek olan müdür koca binaların içindeki ya da o devasa
iki saatte gelmişti. Kapı kırılma olayında kalabalığın içinde ki yalnızlardık. Söylesenize
ufak arbede çıktı güvenlikle aramızda. O hangimiz Turgut Uyar okurken yalnız
sırada müdür geldi, güvenliklerin kulübesine değildik? Bir Neşet Ertaş dinlediğimizde,
soktu bizi “Şimdi gençler kendinizi benim Sadri Alışık'ın Serseri filminde hangimiz
yerime koyun ben de sizin yerinizdeyim. yalnız değildik? "Anladın mı Kazım ?
Beni neden işe alırdınız?” dedi. Niyazi bir Anladın mı anam, babam,kardeşim...
bana baktı bir de sebile.“Oğlum hiçbir Arkadaşım Kazım" Kazım da tatmıştı
özelliğiniz yok müzikten anlamıyorsunuz, yalnızlığı; sigarasının son dumanında, şiirin
yabancı dil yok, deneyim yok ben size niye son mısrasında ya da bir türkünün son
işe alım gidin memleketinize okuyun notasında... En güzel yalnızlıktı onunki, gaz
girmeyin bu işe.” dedi. Niyazi bir sigara daha lambasını yakmış, sigarası bitmek üzere
yaktı. öylece aynaya bakıyor... Ne güzel oynamıştı
Sadri Abi yalnızlığı. Gerçeğine ya da
Elimizdeki paradan yol parasını çıkartıp şakacığına... Yalnız yaşayanları ne güzel
kalan paraya baktık, hatrı sayılır para anlatmıştı Orhan Veli; "Bilmezler yalnız
kalmıştı. Etraftaki en pahalı görünen bara yaşamayanlar, nasıl korku verir sessizlik
gidip bayılana kadar içtik, kızları elledik, her insana... Bir cana hasret, bilmezler..." Misket
şeyi yaptık. Öbür gün sabah ilk otobüsle oynamadan bildi çocuk da yalnız kalacağını,
memlekete döndük. Yolda bir karar almıştık korktu ve o yüzden sordu;
Niyazi’yle. İleride ilk maaşlarımızla bize su
vermeyen otele gidecektik. Daha gidemedik “Gerçeğine mi? Şakacığına mı?"
ama hala aklımızda. Niyazi hala sigara içiyor.
Bence o otelde tatil yapana kadar da içmeye
devam edecek.
Veysel Yılmaz
Fikret Abi
Yalım Aydın

Doğduğum pembe panjursuz, tek katlı, bakımsız ve sıvasız evimin bulunduğu mahallede
yaşayan bir abi vardı. Bu abi gece gündüz şarap içip, mahallenin çeşitli noktalarında sızıp
kalırdı. Yılda üç mevsim kendisine hiç dokunulmaz, sızdığı köprünün altından çekip alınmaz
veya üstüne bir gazete parçası örten olmazdı. Ama kış mevsimi geldiğinde mahallemin
sakinlerinin merhamet duygusu soğukla doğru orantılı olarak arttığından olsa gerek, Fikret
Abi’yi evlerine aldıkları, hatta birkaç geceliğine misafir ettikleri bile olurdu. Fikret Abi yani bu
bizim şarapçı abi de bu misafirperverliklere karşı bir teşekkür bile etmez, sanki onu soğuktan
koruyup misafir etmek, evlerinde yer açmak komşuların göreviymiş gibi hiçbir iyi laf etmezdi.
Bunu takiben, Fikret Abi kötü bir söz de söylemezdi. Açıkçası Fikret Abi pek konuşmazdı. Yani
eskiden konuşurmuş da, sonra sözcüklerin onun için hiçbir değeri kalmadığı için konuşma-
dığını söylüyor mahallemin yeni nesil ve felsefeyle yeni tanışan gençleri.

Neyse konuya dönelim. Fikret Abi ile ilgili bildiğim tek şey adının Fikret olduğu. Herkes,
kendini bildi bileli onun burada olduğunu ve her zaman yaşlı olduğunu söylüyor. Hani
Müzeyyen Senar (mekanı cennet olsun) için de böyle derlerdi, o misal. Hiçbir işte
çalışmamasına, hiç parası olmamasına ve dindar mahallemde hiçbir bakkalın içki satmıyor
olmasına rağmen o yaşama tutunduğu %8 alkol oranlı sıvıyı nasıl elde ettiği tam bir muamma.

Tabutta Rövaşata’da Sarı öldüğü zaman arkadaşları onun mezarına ziyaret gitmiş ve orada içki
içmişlerdi. Şişenin dibinde kalan içkinin bir kısmını da mezarın üstüne dökmüşlerdi. Fikret Abi
ölse bırak mezara şişeden kalanı dökmeyi, arkasından ağlayacağını düşündüğüm kimse yok.
Beraber hiç yaşanmışlığım olmasa da kendisini kendi iç dünyamın tezahürü olarak
gördüğümden ötürü kendisine sempati duyuyordum.

Kış mevsiminin soğuk günlerinden biri. Mahalle sakinleri arasında paylaşılan ‘’Fikret Abi’yi
misafir etme görevi’’ bizde. Babamla gidip sızdığı köşeden aldık adamı. Eve getirdik, yatırdık.
Sabah uyandığımda Fikret Abi bizim evin kapısını açıp dışarı çıkmak üzereydi. Ses etmedim
çünkü buradan çıktıktan sonra nereye gideceğini merak ediyordum. Adeta duygusuz bir varlık
olarak bellediğimiz, insanlara ait sıfatları uygun görmediğimiz bu ilginç adamın, sabahın bu
saatinde kalacak yeri olmadığı halde nereye gittiği oldukça merak uyandırıcı olsa gerek. Haliyle
onu takip etmek için planımı yaptım. Beni görmemesi için de sessizce ve bir casus edasıyla
hareket ettim. Onun ardından evden çıkıp büyük bir tedbirle onu takibe başladım. Asla onu
takip ettiğimi görmemeliydi çünkü beni görürse kafasındakini yapmayabilirdi. Yıllardır onun
içki içmek ve sızıp kalmak dışında bir aktiviteye imza attığını görmeyen kitlenin bir parçası
olarak ben, böyle bir şansı kesinlikle riske atamazdım. Velhasılıkelam, heyecanı yüksek gişe
hasılatlı filmlerden pek de geri kalmayacak nicelikte bir takip başladı. Fikret Abi doğuştan
yorgun ve halsiz ve ek olarak da uyuşuk bir insan olarak yaratıldığı için arkasına bakmıyordu.
Belki de aklına gelmiyordu. Bu yüzden işimin kolay olduğu iddia edilebilecek olsa da bunun
kesinliği yoktu.
Fikret Abi belediye binasının bulunduğu caddeye girdi. Caddenin sonundaki köşkü geçti. İkiye
ayrılan yolun sol kısmını tercih etti. Takip ettiği güzergahın sonunda bir halk plajı vardı. İçimi
iyice merak sardı. Aynı sıklıktaki monoton adımlarla yarım saatlik bir yürüyüşten sonra halk
plajına vardık. Mevsimin kış olmasından dolayı tek bir canlı kalıntısının ortada olmamasının
normal karşılanacağı, belediyemizin yaz mevsiminde ücretli servis hizmetiyle ulaşımı sağladığı
uzunca bir plajdı bu. Başlangıcında ve bitişinde kayalıklar vardı. Genellikle plajların bu
kısımlarındaki kayalıklar iki çeşittir. Bazı plajlarda alçaktır ve çok fazla sayıda kaya içermez.
İkinci tip plajlarda ise yükseklik korkusu olanların bakamayacağı tipten ve korkunç şekillerdeki
kayalara sahip kayalıklar mevcuttur. Bizdekiler ikinci tip ailesine mensuptu ve Fikret Abi o an
onlara doğru yol alıyordu.

En yüksek olanına çıktıktan sonra ufuğa baktı. Ve benden yaklaşık sekiz on metre uzakta,
duyabileceğim sesle ufuğa doğru konuşmaya başladı :

‘’Affedin beni, bugüne kadar hiç ayık gezmediğimden algılayamadım. Dünyayı bir şişe şaraptan
ibaret sandım siz gittiğinizden beri. Belki de bu kepazeliklere, rezaletlere, ikiyüzlülüklere ayık
kafayla dayanamazdım. Belki de canından çok değer verdiği insanları iki kuruşluk insanların
iğrenç komplolarına kurban vermiş, tanımadığı adamların kirli hesaplaşmalarının arasında
suçsuz yere hasar görmüş bir adamın Tanrı’dan bunu istemeye hakkı vardır. Belki de günah
denen kavramdan muaf tutuluyorumdur. Canım gitti lan benim canım. O adamlardan ne aldın
sorarım sana. Bazen sokak köşelerinde, bazen de her gün başka bir evde sabahlamaksa benim
kaderim, böyle kader mi olur
ulan. Madem böyle bir kaderim
vardı, niye onları benden aldın ?
Bana misliyle yaşattığın acılar
sayesinde kim mutlu şuan ? O iki
kuruşluk herifler mi ? Canlarımı
benden alanlar mı ? Konuşsana
lan susma öyle! ‘’

Cümlelerini ufka karşı büyük bir


nefretle kurmuştu. Sorularını ise
samimi bir şekilde öğrenmek için
soruyordu. Bir haksızlığa
uğradığı açıktı. Bugüne kadar
ağzından neredeyse tek bir
kelime duymadığım herif, bütün
içini bir buçuk dakika içerisinde
döküvermişti. Ufuktan bir cevap alamayınca benim asla orada bulunup aşağı bakamayacağım o
kayadan aşağı bıraktı kendini Fikret Abi. İntiharı da yaşamı gibi sessiz oldu. Yaşadığının da kimse
farkında değildi, öldüğünün de kimse farkında olmayacaktı. Çaresizce bakındım etrafıma. Biri
olsa yardım isteyecektim belki. Herif kaç metreden atlamıştı gerçi ne yardımı ? Şaşırmıştım.
Fikret Abi’yi benim iç dünyamın tezahürü olarak gördüğümü biliyorsunuz. Benim de sonum böyle
mi olacaktı ? Veya ruhumun, içimin sonu ? Bu yaşananlara ve hislerime daha fazla dayanamayıp
saklandığım yerde ağlamaya başladım.
bazı kuşlar ve diğerleri

siyah beyaz bir filmin içine yanlışlıkla bırakılmış gibi yaşıyorum yine.
süslü kelimelerin samimiyetsiz ahenginde kayboluyorum.
saçma sapan bir suçtan hüküm giymiş mahkûmlar kadar masumum.
elbet anlayacak birileri.
marketten şeker aşırmış çocuklar kadar dolu ceplerim yiyemediklerimle
idama gönderilen genç bir öğrencininki kadar fazla
sana bir türlü söyleyemediklerim.
anlatsam her şey yoluna girecek gibi –di li geçmiş zamanda.
fakat duyulan geçmiş zamanın rivayeti bile
daha inandırıcı geliyor söylenen sözler arasında.
küçük bir çocuğun vazo kırmış ruh halindeyim.
eski bir gardırobun içine saklanıp saatlerce uyuyasım var.
birileri beni bulduğunda bağırışlar, haykırışlar duymak istemiyorum çevremde.
kaybolmuş fakat
büyük uğraşlar sonucunda bulunmuş küçük bir kız çocuğu gibi davransınlar bana.
şımarmak,
ağlamak,
boynuna atlamak istiyorum birilerinin.
bahçede saklambaç oynarken kaybolmuş gibi en güzel anılarım.
hissettiklerimi gömdüğüm çukurun yerini unutmuşçasına bakıyorum etrafıma.
donuk yüzler arasında tutunacak bir mimik, bir hareket arıyorum umutsuzca.

bazı bekleyişler hiç gelmeyişlere tanık olur derler.


ve bazı gelmeyenler de bazı bekleyişleri sonsuzluğa sürükler.
geçip giden günler eskide kalmış diğer günleri maziye yollarken,
usul usul ilerleyen bir trenin üstünde özgürlüğe koşuyor gibiyim
ne kadar hızlanırsam hızlanayım,
geri dönmek zorunda kalacağım.
ve ne kadar özgür olursam olayım,
trenin içinde yol alan bir kafes kuşuyla
gideceğim yere aynı anda varacağım.

Mislina Bursal
Huzur

Ve nefesimi verdim. Ciğerimdeki duman, "Her an ensemde bir nefes, eli tutulmuş
çıkarken bile yaktı içimi. Nefret ediyorum bu gölgem, omurgam boyunca ürpermem,
uyuyamayışlarım, uyanamayışlarım. Kafamın
sigaradan ama ona ihtiyaç duyduğum için
içindeki sesler, vedalarım, dönüşlerim, göz
kendimden daha çok nefret ediyorum. yaşlarım, kahkahalarım. İntiharlarım,
İhtiyacım var sigaraya. Hayatta olduğumu bir cinayetlerim, ölenlerim. Ben ve kırk yama
tek bu illet sayesinde biliyorum. O kadar çok hayaletim, hayaletlerim.
ağladım ki mutluluk anlamını kaybetti, o
kadar çok kalbim kırıldı ki aşk manasını Dün ilk telefonla konuştuğumuz yerlerden
yitirdi. Ne içtiğimden tat alıyorum ne de geçtim, ellerimden tuttun benim. Yine
gördüğümden zevk. Yaşadığımın bir tek şu küfrettin o kadına, yine güldüm ben. Tam
sigaranın yaktığı ciğerlerim hatırlatıyor bana. okuduğum şiiri açarken yeniden, yok oldun.
Eve dönünce umutlanışımı
Hayattaki son tutanağım şu elimdeki sigara.
anlattım duvarlara, yastığımda kokunu
O da son nefesini verecek yakında. duydum, duymuşsundur beni. Çay
koyuşumda yoklayan adam, her seferinde
Tek dostum şu kalem ile kağıt. Dertlerimi tek sıçratıyor beni. Bir keresinde yaktım kendimi,
dinleyenler onlar. Gerçi onların da beni bileğimdeki izin sebebi. Piyanosuna
bırakması yakın. Dertlerimi dinlemek takılıyorum hep, aynı sahilde aynı şarkıları
istiyorlar ama ben anlatamıyorum , içimi çalıyor, dans ediyor hayaletlerimiz.
onlara dökemiyorum çünkü onları
dertlendirmekten korkuyorum. Kağıdımın Neden kahkahaların kulaklarımda ey
kirlenmesinden, kalemimin körelmesinden ellerimle öldürdüğüm kadın? Sımsıkı
sarmıştım boğazını, onun benim ruhumu
korkuyorum. Onlar beni dertlerimden
sardığı gibi. Kulaklarım çınlıyor, uçmuş
kurtarabilse bile ben onları kurtaramam. hallerimiz çarpıyor bir tokat. Masamın
Kağıdımı temizleyemem, kalemimi açamam. altındayken ben. Odamı mesken edinen
Kadim dostlarıma yardım edemem ben. solistler, çağırdığı tonlarca hayalet ile coşan
gitarist. İçimdeki küçük, en çok sen
Huzuru bir şişe birada buldum. Daha doğrusu uğruyorsun, kucaklıyorum sımsıkı. Beni
biranın yarısında. Tam sarhoş olmadan öldürdüğün yere götür diyor, kalbimi
önceki o yudumda buldum huzurumu. O söktüğün yeri hatırlıyor musun? Gözyaşlarıyla
bir daha söküyorum kalbini, tekrar ve tekrar
yudumu alsam sarhoş olup tüm dertlerimi
dikiyorum yerine. O bir daha gelmezse
unutacaktım ama bir dakika durdum ve sürükler hayaletler beni. Ne zaman bir çiçek
düşündüm sonra biramı kenara koydum ve kopsa bir yerlerde bir kalp daha dikiyorum
yürümeye başladım. Yalpalaya yalpaya yerine. Ve sesleniyorum
yürürken hayatın tüm acılarını gördüm. O saydamlaşmamışlara; peki sen herif, ölünce
acıların yanında mutluluklar da gördüm . sen de ziyaret edecek misin beni, papatyam
Ufacık mutluluklar acıların yanında önemsiz uğrayacak mı her şiirle sevişmemde? Hep
düştüğüm yerde kanımı silecek misin hocam,
gibi gözüküyordu ama yine de oradaydılar.
hep aynı saatte?"
Hayatta ikisinin de olduğunu görünce asıl
huzuru öyle buldum ben.
Irmak Ekim
Umut Çağın Bozacı
Çizim : Oğul Arda Biçer

You might also like