Professional Documents
Culture Documents
Mevzular Derin Fanzin Sayı 9
Mevzular Derin Fanzin Sayı 9
Mevzular Derin Fanzin Sayı 9
Seynan Konucu
Üstüne kuş uçmayan ağaç nasıl hissederse okuyucusu olmayan dergiler, fanzinler de aynı
şeyi hissederler. Ben de Mevzular Derin’le sıcak bir yaz akşamı tanıştım. Yazı göndermiştim
her zamanki gibi. Yazara geç dönen editörlerdendi Yalım. Yazıyı yayımlayacağız dedi.
Sonraları sohbetimiz ilerledi. Kandillerde mesaj gönderecek boyuta geldik. İlk defa matbu
bir ortamda sürekli yazacaktım. O yüzden MDF benim ilk sevgilim. İlk defa çıkma teklifi
ettiğim sevgilim. Bu ay girişi benden istediler. Ne yazacağımı bilmeden tamam dedim.
Yabancı olmadığım için tedirginlik çekmiyorum artık.
En sevdiğim ay Haziran gibidir MDF. Her sayısı, geçmişi olan eski elbiseler gibidir. Kurban
Bayramında meleyen keçiler gibi. Koyun değil keçi. İnat. Bütün imkansızlıklara rağmen
inatla. Denizde boğulan birinin el atması gibi edebiyat raflarına. Buradayız diyoruz. Gelin
kurtarın demek değil bu, zaten boğulacağımızı biliyoruz ki ayağımızın değmediği yerlerde
yüzüyoruz.
Gemiler gidip geldikçe, uzaydan yeni bilgiler geldikçe, balıklar su içtikçe, sigaraya ve
alkole zam geldikçe, tüm fotokopi makinaları bozulana kadar MDF olacak. Biz isterdik ki
devlet kanalının hava durumu raporunda bile gösterilmeyen memleketlerde de fanzin
okunsun. O günler de gelecek.
Her yeni sayıyı elime aldığımda ilk defa balon tutan bir çocuk gibi hissediyorum. Bırakırsam
uçup gidecek. İki gözümüzün çiçeğidir MDF. Sizin su vermenizle büyüyecek olan çiçek.
twitter.com/mevzularderinf mevzularderinfanzin@gmail.com
issuu.com/mevzularderinfanzin
facebook.com/mdfanzin
Deniz Kıyısında Diyojen
Alperen Yavaş
Bende boş vakitten çok ne var, sık sık sorular radığım bir gün daha yaşadığım için sevinmek-
soruyorum kendime. İnsanoğlunun en büyük tir.
kusurunun ne olduğunu defalarca sorgulamış-
tım eski zamanlarda. Bir Hıristiyan'ın kafası Bütün gün hiçbir şey yapmayan bir serseri
Yaratılış hikayesine gider, Müslüman oradan olduğumu mu düşünüyorsunuz? Büyük laf et-
çıkar "Şirk!" diye bağırır, tüccarsanız cevap meyin. Eski hayatımdaki dostlarımdan biri
batmaktır, halksanız zalim bir diktatörlük der- olan Erol abi ve ailesinin evi buraya çok yakın.
siniz ve bunlar böyle sürüp gider. İşin üzücü Bazı keyfimin çattığı zamanlar öğlen gibi onla-
yanı, onca düşündüğüm zaman sonrasında fark rın evine gidip bunca yıllık dostluğun hatırına
ettim ki hiçbiriniz doğru cevabı bilebilecek bir el feneri ödünç alırım. Sonrasında işim
kudrette değilsiniz. Yerel hayatlarınızın ve doğruca Konak meydanına gitmektir. Metro-
yerel düşüncelerinizin kendi çevreniz dışında dan çıkan, AVM'lerden çıkan insanların doğru-
kimseye yarar sağladığı yok. Çünkü evrenseli ca gözlerine tutarım fenerimin ışığını.
hissedebilecek durumda değilsiniz ve bundan
dolayı da tek kurtulma şansınız dinlemekten "Dürüst bir insan tanır mısınız söyleyin baka-
geçiyor. Kulaklarınız açın size hakikati veriyo- lım."
rum: Sizin en büyük acizliğiniz felsefenin yal-
"Lan siktir git şu ışığını da çek" ve benzeri
nızca antik çağda pratik hayata uygulanabile-
cevap verirler. Deli olduğumu düşünerek hızlı
ceğini düşünmenizdir.
adımlarla uzaklaşanlar da olur tabi. İnsanlar
İzmir'in Urla ilçesinde bir sahilde yaşıyorum. anlamanın ve anlaşılmanın zorluğuna karşı aksi
Evet kendime ait bir evim yok, tek barınağım ve öfkeli olmanın veya da umursamaz olmanın
denize tam karşıdan bakan buraya bırakılmış büyüsüne kolayca kapılıyorlar. Onları konuşa-
sahipsiz bir şezlong. Günümün çoğunu şezlon- rak düzeltmek mümkün değil, böyle olunca da
gumun üstüne uzanıp dalgaların verdiği ferah- onları boş verip bu sefer sokak sokak gezerek
lıktan keyif alarak düşünmek, hayatın temel ışığımı çevredeki nesnelere tutarım. Bu seya-
hatlerimde şimdiye kadar dürüstlükle bütün
sorunlarına çözümler üretmek ve gece yarısı-
na doğru buraya gelen şarapçıların sorduğu hiçbir insan bulamasam da bir çok sokak kö-
sorulara doğru yanıtlar vermekle geçiririm. peğinin arkadaşlığını kazandım. Onların da
Sorular da öyle basit olmaz ha, küçük düşün- bana çok benzediğini düşünüyorum, bir aile
meyin. Sarhoşun sorduğu sorular filozofla ben- kavramından çeşitli sebeplerle uzak kalmış
zerlik gösterir, yalnızca yaklaşımlar biraz fark- olan bu köpekler sokak sokak gezinerek tıpkı
lıdır. Geceleri de böyle hep birlikte tartışıp benim gibi bir gerçeğin peşine düşüyorlar.
hayatın hakikatlerini bulmaya yaklaştığımızda - Güçlü duyguları olan, eğitilmeye müsait bu
ve onlar oturduğu yerde sızıp kaldığında- be- akıllı hayvanların insanlar tarafından yalnızca
nim ruhuma düşen sadece ve sadece özü kav hayatta kalmaya çalışan, karnının tokluğu ve
yatacağı yer dışında derdi olmayan bir tür
olarak nitelendirilmesi ne kadar ayıp! Biz aynı işine sen de deli misin filozof mu?" dedi kitap
yolun yolcusuyuz. Ben sokak sokak dolaşarak okuyan gruptan biri. "Sen seç bakalım" dedim
dünyada dürüst bir adam bulmaya çalışıyorum ve hızlıca kütüphanenin içine yürüdüm. Elimi
fakat onların hangi değer uğruna bunca kaldı- uzattığım ilk raftan bir kitabı yakalayıp koşarak
rım eskittiğini iletişim kuramadığımız süre kütüphanenin dışına çıktım ve sahile doğru
boyunca asla bilemeyeceğim. gittim. Arkamdan bağırmalarına aldırmamış-
tım. O kitabı sahilde gün boyunca okudum
"Çok gezen mi çok okuyan mı daha çok bilir" okudum ve en sonunda kütüphane kapanma-
diye hep sorarsınız. Cevap vereyim: bilginin dan biraz önce akşama doğru bitirdim. Sakince
kaynaklarını bunlarla sınırlı tutarsanız en çok oraya dönüp kitabı geri verdim ve teşekkür
ben bilirim! Yattığım sahilden kent merkezine ettim. Asık suratlı kadına şartlarımı kabul
yürüyerek on beş dakika mesafede bir kütüp- ederlerse buradan ödünç kitap almaktan zevk
hane var. Şezlongumda geçirdiğim zamanları duyacağımı belirttim. Nasıl mümkünse bu
kitap okumanın zevkiyle de taçlandırmak sefer yüzü öncekinden de korkunçtu. Nefret
istersem oraya gider ve ödünç kitap alırım. İlk duyduğunu saklama ihtiyacı göstermeden beni
gittiğim zamanı hatırlıyorum da kapıdan içeri onayladı ve bundan sonra üye olmadan ödünç
girdiğimde sağ tarafta danışma olarak yaşlı, kitap almama ses çıkarmayacağını söyledi. O
asık suratlı bir bayan karşılamıştı beni. Ne kütüphane baya büyük ama benim boş vaktim
istediğimi sorduğunda buradan ödünç kitap kadar değil. Elbette zaman, okumamın niteli-
almak istediğimi belirtmiştim. ğini sancaktan tahta geçmiş bir prens gibi
yükseltecektir.
"Tabi ki, yalnız öncelikle kütüphanemize üye
olmanız gerekiyor." Şanslı olduğunuz bir çağda doğmamış olabilir-
siniz. Etrafınızda sizin yaşam biçiminiz ve fikir-
"Böyle bir şey mümkün değil, sizin bana vere- lerinize hayran filozoflar ya da Büyük İskender
ceğiniz kağıtlara imza atmak, bana vereceğiniz gibi bir kral olmayabilir. Ama yine de içinizde
üyelik kartı ya da herhangi küçük bir topluluğa taşıdığınız farklı ruh her zaman bazı insanların
üye olarak dünya vatandaşı olmaktan çıkmak ilgisini çekecektir. Şu an bulunduğumuz çağ da
felsefi inanışıma tamamen terstir. Her insan maalesef dediğim gibi filozofların yerini şarla-
başaramayacak olsa bile benim gibilerin ha- tanlara ve küstahlara bıraktığı bir çağ. Karşını-
yattaki tek amacı sade bir yaşam sürerek, za Büyük İskender gibi tarihteki en önemli
mümkün olan en az mala sahip olup (tek eş- kişiliklerden biri değil de dilini kontrol etmek-
yam yattığım şezlongumdur) mutluluk ve öz- ten aciz, eleştirmek, karışmak ve dedikodu
gürlüğe madde ile değil ruh sayesinde ulaşıla- yapmak dışında vasıfları olmayan kişiler çıkı-
bileceğini kanıtlamaktır." O az önceki asık yor. Ne olursa olsun, sizin kendi felsefeniz ve
suratlı kadın ve çevresinde kitap okuyan bir- cevaplarınız bu kışkırtmalara karşı değiş-
kaç kişi bana gülmeye başladılar. "Hadi git
memelidir. Ha tarihi öneminiz böyle bir çağda asla farkına varılmaz, bu da ayrı bir mesele.
Bir gün şezlongumda yatıp kendimi denizin ihtişamına kaptırdığım sırada küstahın biri karşıma
geçip konuşuyor. "Ooh Beyim, bütün gün yan gelip yatıyorsun da başka hiçbir iş yapmıyorsun.
Denizdi, sahildi, filozofum ayağına bikinili kızları kesmekti derken başka bir isteğiniz var mıdır
acaba?"
"Kıçını azcık sağa kaydırmanı rica ediyorum, Güneşimi kapatıyorsun" dedim. Zaten böyle bir
cevaptan sonra bu şarlatanlar biraz daha boş boş konuşur, en sonunda da kızarak çekip gider-
ler.
Benim keyfim mi bozuldu? Hiç sanmıyorum. İskender, İskender olmasaydı yalnızca ben olmak
istediğini söylemiş. Ya bana İskender olma şansı verilseydi? Bunu hiç düşünmeden reddeder-
dim. Maddi zenginlikler uğruna at üstünde dünyayı gezip fetihler yapmak insan ruhuna hakaret-
tir. Ben, ben olmaktan başka hiçbir yol ile yaşamın özüne ulaşılamayacağını düşünüyorum. İşsiz,
evsiz veya sadece açlığımı gidermek için biraz yemek istediğimden dolayı dilenci değilim.
Nasıl biri olduğum gerçekten anlaşıldığı zaman, işte ancak o zaman yarattığınız "medeniyet"e
dair bir ümidim olabilir.
Edebiyat Ragnarökü
Elihu
Ötelenen ve üstü kapatılmaya çalışılan hüsran dolu mevzu: Edebiyatın körelmesi, körleşmesi.
Mevzu da derin, iyi mi?
Öncelikle bi’ bakalım, elimizde neler var; yazma fetişizminin veba gibi yayıldığı yeni kuşak,
elinde kalem bulunca yazıp çizmeye, karalamaya başlayınca ortaya çıkan eser kalabalığı,
doğru olanın, gerçek sanatın ne olduğu konusunda bulantı yaratan “edebiyatçılar”. “Doğru,
gerçek sanat” tanımını kim yapabilir, ne diyebilir; hiç kimse, hiçbir şey. Çünkü bir piyasa
haline gelen edebiyat konusu, rekabet ortamına, tezgahların serildiği pazar alanına dönüştü.
Kalemin ucu, “ne yazacağım” değil, “ne okuyacaklar” diye sorduğu andan itibaren örselen-
miş bir hale geldi. Öznenin “edebiyat yapmak” değil “cüzdan doldurmak”, “isimden söz
ettirmek” olması, sahip olunan kültür varlığını hezeyana sürükledi. Bu, geçmişin yüceltilmesi,
günümüzün ve yarının karalanması kapanyasından ziyade; gerçeğin yalan, yalanın da gerçek
olarak gösterilmesi.
Gerçek anlamda edebiyat yaptığını düşünen “yazan kişilerin”, “genel yayın yönetmenlerinin
” yaptıkları tek şey; edebiyatı ensesinden tutup dönemeçte döndürmek. Bunu şöyle açıkla-
malı; kültürün başlı başına bir endüstri haline geldiği zamanda birey, kaybolmuş biçimde
kendini yeniden üreteceği bir meta üretimi derdine düşer. Kalem, bu yolla gerilir. Çaylak ile
usta olanın birbirine karıştırılması, bireyin kendini neyde bulması gerektiğine hayalet yöne-
ticilerin karar veriyor oluşundan kaynaklanıyor. Edebiyatı bu bakımdan modernizimden,
faşizan dayatmalardan ayrı tutamayız. Modern çağ insanının “modern insan” olma kaygısı
yüzünden “çok okunanlar” rafları ile “çok okunması gerekenler”rafları çatışmakta. Kitapev-
leri bu yüzden kaygan zemin haline geldi. Bir yanda “Kötü Çocuk” diye bir kitap, yazarı
milyonlar aldı, boğazdan yalı verildi. Öteki yanda dünya klasikleri. Kimin oyununa gelmiş bir
raf dizilimi olduğunu epey merak ettiğim bu mağazalarda var işte “çok okunanlar”.
Önüne gelenin kitap yazdığı zamanda “neyin okunması gerektiğine” karar verme haddini
kendini bulan mağazalar da haklı; zamana kafa tutan birey yok, zamana kafa uyduran birey
var.Çok eski zamanlardan beri dönemin eserleri hep gündemi, zamanı yansıtmıştır. Şimdiki
edebiyatın bu kadar özgürlük dışı, ayak uyduran halde olmasını da, bu zamanın insanının tek
boyutluluğundan ayıramayız. İstilacı kültür, araçsallaşmış aklı büyük ölçüde bastırınca “bunu
yazmalıyım, şunu okumalıyım ki bugünde kalayım” algısını ilan etti. Ha, yok yanlış olmasın;
kalitesinden ödün vermeden ilerleyen yazanlar yok mu? En az top gibi yuvarlananlar kadar
çoklar, iyi ki varlar!
Söyleşi – Deniz Konuklu
Öncelikle merhabalar. Pek yabancı değiliz, kuruluş aşamalarından beri tanıyorsun bizi.
Hatta ekipteki bazı arkadaşlarla daha eskiye dayanan tanışıklığın mevcut. İlk sorumuz şu
ki, bugüne kadar internete yüklediğin şarkıların tamamı İngilizce. Biz bunun nedenini
merak ediyoruz.
Size de merhaba, bu konuşmadan sonra yükleyeceğim parça Türkçe olacaktı. Fakat sorunuza
yanıt olarak şunu söyleyebilirim ki müziğimin sadece Türkiye değil, bütün dünyada duyulma-
sını istiyorum. Bence herkesin anlayabilmesi önemli, tek müzik yapmak istediğim yer Türki-
ye değil, İngilizceyle daha geniş bir kitleye, daha çok insana ulaşmanız mümkün.
Kendini ifade etmenin türlü yolları varken, sen neden müziği seçtin?
Bu ise küçük yaşlarda başladıysanız, seçme gibi bir durum çok da söz konusu değildir, otu-
rup güzel sanatların hangi dalları var, kendimi ilerde ifade edebileceğim ne gibi yollar var
diye düşünmezsiniz. Bir arkadaşınız gitara başlamıştır siz de başlarsınız, ailenizden biri bir
enstrüman çalıyordur veya çalmasa da evde bir çalgı aleti vardır elinize bilinçsizce alırsınız
ve seversiniz. Komşu çocuğunun evine gittiğinizde piyanolarına oturup rastgele tuşlara ba-
sarsınız. Benimki sanırım hem küçükken arkadaşlarımın gitar kursuna başlaması hem de
annemin klasik gitar çalıyor olmasıydı. Fakat ne zaman bu ise kendinizi adayıp yapmak iste-
diğiniz şeyin bu olmasına karar verdiniz diye soracak olursanız bu da nihayeti yakın zamanla-
ra dayanan uzun bir yol derim. Bu yolda karar vermeyi tetikleyen bir suru unsur vardır, en
sevdiğiniz piyanisti veya bir rock grubunu dinlerken, ya da ilk kendi beste/parçanızı yarattı-
ğınız an, çaldığınız çalgı ya da enstrümanlarda geliştiğinizi hissettiğiniz an. Yani kısacası, ilk
andan itibaren varolan müzik ve enstrüman tutkumu bir kenara koyarsak; kendimi müzikle
ifade etmeye, kendimi müzikle ifade edebildiğim zaman karar verdim.
Cehaletimi mazur görün fakat ben fanzinlerle Mevzular Derin aracılığıyla tanıştım. Bu yüzden
Mevzular Derin’in yeri ayrı, ayrıca dediğiniz gibi kuruluşunuzdan beri takip ediyorum, bu-
yurduğunuzu görmek mutluluk veriyor. Bu yaptığınız güzel işin devamını diliyor ve bir oku-
yucu olarak bütün yazarlara teşekkür ve tebriklerimi iletiyorum.
Muhabbet için ve sizi benle buluşturduğu için Yalım ve Alperene teşekkür ediyorum. Mevzu-
lar Derin’e uzun bir yayın hayati ve başarılar diliyorum.
Ölüler ve Yok Olup Gidenler
Mislina Bursal
Ayşenur Sulamaz
Çisim geldi ama kalkamıyorum; ağrım falan yok ama ne kadar çabalasam da hareket edemi-
yorum. Felç miyim acaba? Hah, Biraz biraz kımıldar gibi oldum. Yanıma kısa dalgalı saçla-
rıyla bir hemşire geliyor; yeşile çalan ela gözleri var. Çok güzel, fazla güzel, bu kadın beni
iyi eder. Ahirete hoş geldin diyor. Ve başlıyor prosedürü anlatmaya... Neden bilmiyorum
ama ahireti hep Fılaş Tivi gibi canlandırmıştım kafamda. Allahın bize vadetmiş olabileceği
eğlence Fılaş Tivi'nin bize sunduğundan fazla olamazdı. Allahın bana Reina’da hurilerle içip
sıçma izni vereceğini sanmıyordum cennetinde. Ne biliyim bi red-lightı falan çekmez sanı-
yordum Allahın kanalları. Yanılmışım! Allahın hiçbir şifreli kanalı yok. Her yerden her koşul-
da her şeyi çekebiliyor. Ya Rabbi sen büyüksün…
Ben Belçika’dayken Minval
Neda Olsoy
Çizim : Emrah Koymat
Atm
Nebil Aksel
İrem Eyit
Hayal dünyamdaki yataklarda tatlı tatlı uyuyordu olacaklar/olacaklar mı? Uzun süre tesirli
uyku ilacının bir kutusunu bitirmişlerdi. Boş kutu, göz kapağımı yorgan olarak kullanıyorlar
ve böylece unutamıyorum. Yataktakiler zehirlenip öldü mü yoksa uyuyorlar mı, diye ayırt
edemiyorum. Ellerim, uçamadığını bildiği halde dağdan atlamak için çıkan kişinin hissettiği
rüzgar kadar soğuk. Bu yüzden ölülerse bile dokununca anlayamam.
Ah! Yataklarında o kadar tatlı uyuyorlar ki olmayan bebeğimin mezarını izler gibiyim. Mezar
taşında ise hiçbir yazı yok, sadece taşın büyük bir kısmını kaplayan ayna var. Bebeğimin
cesedini yiyen böcekler mezarın taşının altından çıkıp bacağıma geldi. O küçük ağızlarından
‘Bundan sonra aynaya baktığında bebeğinin katilini göreceksin.’ diye büyükçe bir kelime
çıktı. Korktum, aynaya baktığımda benden başka birisini görememekten korktum.
Ah! Olmayan bebeğim, üzgünüm ki mezar taşındaki aynayı kırdım. Kırılan parçalardan biri
göğsümde, diğerleri ise tuzlukta. Yemeklerim şenlik, boğazlarıma acı ve göğsüme daha fazla
çizik ve kan katmakla meşguller.
Ah! Olmayan bebeğim, ben dayanamazdım. O aynaya her baktığımda kocaman bir kalabalık
görmeye dayanamazdım işte!
Ah! Olamayan bebeğim, mezar taşını kırdığımdan beri, mezar taşının arkasında bir adam
striptiz yapıyor. Ahlak kurallarım gereği başımı öne eğiyorum, tahriğim gereği mezarındaki
toprağı sıkıyorum. Arada bir gitmiş mi diye başımı kaldırıyorum. Hala orada olduğunu görün-
ce rahatlıyorum. Giderse üzüleceğim ama elbette ki gidecek. Yollara bir şekilde izini bırak-
malı. Bunu ne kadar devam ettirecek bilmiyorum. Sana mı saygısızlık yapıyor? Benim ona
bakarak sana saygısızlık yapmamı mı istiyor? Bilmiyorum, belki ikisidir.
Ah! Olmayan bebeğim, yapamıyorum. Varlığını bilmem bile türbentimi ısırmama yetiyor.
Kimse yokken ahlak yoktur. Senin ruhu Dünya’da ne arar ki? Sen de yoksun değil mi bebe-
ğim?
Ah! Olmayan bebeğim, birçok kutu uyku ilacı buldum. Piyasadan kalktığı söyleniyordu ama
annemin çeyizliğinden buldum. Danteller küçümsenmemeli. Hepsini içeceğim. Senin gibi
olacağım. Ellerim soğuk, kemiklerim soğuk, tenler ve dokunuşlar soğuk, yatak sıcak. Ben
orada olacağım bebeğim. Sen de ol, beni bul ve uyandır. Sonra birlikte ölürüz bebeğim.
Sonra striptizci adamın plastik bıçaklı bakışları arasında birlikte ölürüz.
Teyzeye Dair
İdil Özeren
Ben, dönemin Aydemir Akbaş filmleriyle ilk karşılaşan ve bunlara bir anlam veremeyip içinde
duygu arayan on dört yaşında kendinin yeni farkına varmış bir gencin içindekileri El James
gibi kağıda dökmeye çalışan ve bu yazdıklarımı birlikte olduğum kadının baş ucuna koyan
edepsiz edebiyat yapan bir yazarım. Böyle olmasını istemezdim ama hayat şartları, sen tavşan
avlamak isterken tilki tarafından sikilebiliyorsun.
Aslında bu,insanları kullandığım anlamına gelmez. Ben burada kullanılanı oynuyorum çünkü
kullanılan olmak ruhen daha suçsuz hissetiriyor. Büyük ihtimalle hiçbiri o kadar viski ve es-
rardan sonra benim kim olduğumu hatırlamayacak ve o şiire bakınca akşam çok modern bir
yazar ile olduğunu düşünüp mutlu olacak. Benim de en büyük sevabım bu herhalde. İleride
Tanrı’ya yüzünü bile hatırlamadıkları sadece çok fazla alkol alıp uyuşturucu kullandıktan sonra
coşan hormonlarını dizginlemek için bir araç olarak kullandıkları beni, bir şekilde beni mutlu
etti diye savunabilirler, savunmalılar ya da ne bok yerlerse yesinler.
O gün başladı her şey. Aslında o gün çok fazla alkol almasaydık ve gözünün içine baktığımda
bunu kışkırtma yerine duygusal algılasaydı böyle bir şey olmayacaktı.Tek amacım korktuğum
şeyleri ona söylemekti ki o onun yerine hayvanlaşmayı tercih etti ve üstüme atıldı.Aslında
yüzüme ilk baktığında bunu anlamam lazımdı ama alkolün etkisiyle odaklandığım yer orası
değildi. Kıştı ve sadece elektrikli ısıtıcının olduğu bu öğrenci evinde onu ısıtıcının önüne
oturtmuştum. Çünkü onun üşütmemesi gerekiyordu, o özeldi(!).V yakalı beyaz kazağının üze-
rine siyah bir kolye takmıştı, kazağının altından sütyen askısı gözüküyordu ve ben bunu fark
ettiğimde buna odaklandığım için kendime kızmıştım. İçmeye başladığımızda başlarda, geçen
vizelerden bahsediyorduk ve her içildiğinde klasik olan eski sevgililerden, benim hiç güzel
bir ilişkim olmamıştı. Çünkü her zaman kullanılan bir insandım, çabuk güvenirdim ve bazen
kullanılmak da hoşuma giderdi.Son umudum bu kızdı.Ben bunları anlatırken cinsel hayatımı
da dile getirmiştim. Çünkü utanmadan cinsellikten konuşabilen, bunu yadırgamayan ve cinsel-
liğin çok büyütüldüğünü yemek yemek gibi bir şey olduğunu düşünen insanlar bu dönemde
modern sayılıyordu ve modern erkekler her zaman toplumundan hoşnut olmayan kızlar tara-
fından kapılırdı. Ben bunları anlatırken o sıcakladı ve beni modern olarak gördüğü için kaza-
ğını çıkarmasının bi sakınca yaratmayacağını düşünüp kazağını çıkardı, bembeyaz teninin
üstünde siyah sütyeni mükemmel duruyordu ama o böyle otururken gözüm göğüslerine ka-
yardı ve puan kaybederdim, o yüzden ona ince tişörtlerimden birini verdim.
Bu kız farklıydı diyordum içimden, ama attığımız shotlar öyle söylemiyordu. Aynı evde bir kız
ve bir oğlan yan yana ve alkol varken, özellikle de cinselliğin çok sınırlandığı, bu yüzden kimin
eli kimin götünde belli olmayan bir dönemde hadisesiz bir gece atlatamazlardı. Ona içimin
akışını salacaktım ki gözlerine baktığım o on beş saniye içinde onun niyeti fenalaştı. Alkolün
etkisiyle ben de dur diyemedim ve birlikte olduk. Sabah uyandığında gözlerindeki pişmanlığı
anladım ve onu evden siktir ettim. Ona bir şiir yazdım ve sonraki gün kampüste onu buldum.
Yazdığım ilk ve tek romantik şiiri eline tutuşturdum. O, amaçsızca bana bakarken yanındaki
arkadaşlarına sikici bakışlar atarak oradan uzaklaştım. O gün yerini bilecekti, benimle oyna-
mayacaktı, biraz olsun insan olacaktı ve sırf o kız yüzünden onlarca kıza bu rutini uygulamaya
başladım. Pişman olmak hayattaki en pişman olunacak şey demişti büyük dedem, haklıymış.
Neyse ben biraz daha viski doldurup, salondaki hatunun yanına gidiyorum. Neyse ki bu sefer
şiiri arka cebime koydum.
Halk et fiyatları nedeniyle vejetaryen Çok istesem çok istesem öyle olmak
Conkbayırı’nı savaş yokken çıkmak kolay Anayasaya aykırı bir şiir okur
Açıköğretim sınavları bir açığımı arıyor Başbakan olurum
Kazan daireleri de pek bir şey kazandırmı-
yor Annem, bir sağdan bir soldan asıyor Otel tabelalarına yerleştirmek için
Çamaşırlarını çamaşır ipine İndirdiler gökyüzünden yıldızları
Ben de ceketimi mahkeme kararıyla Süslediler cümlelerini, parlattılar
Bir beden büyülterek asıyorum İnandırdılar olanların iyiliğine toplumları
Evin girişinde duran askılığa Eğer toplumlar yıkılmaya hazırsa
Yöneten güçlerin o toplumları yıkacak
Bir ölünün arkasından üzülmek için Fiyakalı dinamitleri vardır
İnsan olmak yetmiyor Taş taş üstünde koymayan
Sağdan olmak gerekiyor, soldan olmak
Ölmek gerekiyor, ölü olmak Birkaç çığırtkan sestiler devletin karşısında-
Üzgünlüğünü üzülmemen gerektiğini Birkaç kulağı sağır ettiler
Düşünenlerden saklıyor Birkaç ergendiler sanki televizyon başında
Bir gece vaktinde herkes uyurken
Pantolonlarımın fermuar açılışlarına Davrandılar silahlarına
Davet ediyorum devlet büyüklerini
Elektrik faturalarına birkaç dilde
Küfür edebilecek kadar da kültürlüyüm
Necip Fazıl Say
Köy İstasyonu
Seynan Konucu
Önümden geçen tren, etrafta gezen horozun sesini bastırıyor. Tolstoy geliyor aklı-
ma tren garında. Fatiha okuyorum ölmüşlerin ruhuna. Kulağımdan ne zaman gitti
tren sesi? Horoza inat.
Trenler geçip gidiyor. Köyün çıplaklığı kalıyor. Keşke Nuri Bilge yanımda olsa, se-
ver o böyle şeyleri. Zeki de çakmak çıkarım sigaralarımızı yakar.
Bir ev var karşımda. Belli ki yakında düğün var. Üst katı çıkıyorlar. Giderler gelirler
hesaplanıyor. Kimden altın gelecek en büyük umutları. Şehre gidilecek, yanlarında
gözü açık biri olması lazım. Şehirli, köylüyü yer. Hele düğün alışverişine geleni çiğ-
nemeden yutar.
Tren gelir. İlk ışığı, sonra sesi, sonra kendisi, sonra da sevgili. Horoz iyice öter sev-
gilinin şerefine. Çiçek satan çingeneler gibi.
Tren gider. Horoz susar. İnşaatçılar çalışır. İnşaatta bir kararsızlık. Bende bir bahar
havası. Sevgilinin kokusu burnumda. İnşaatta evin hangi renk kavgası, mutfak do-
lapları kavgası, kapıların kavgası…
Kulağımdaki trenli şarkı kesilir. Dünyanın en güzel müziği gelir. Sevgilinin sesi.
Dünyanın tüm tren seslerine, horoz seslerine ve inşaat seslerine inat.
Buluğ - Amad
Onur Aşkın
Veysel Yılmaz
Yılda birkaç sefer Almanya'ya ablasını ziyarete giderdi Refik. Ayfer ile de ablası sayesinde
yine Almaya’da tanışmıştı. Orta düzey bir üniversitede veterinerlik bölümünü bitirmiş ve
İstanbul'a, hayallerinin şehrine veterinerlik kliniği açmayı planlıyordu. Nitekim son Almanya
ziyareti de bu sebeptendi (!) Hem ablasına hem de Ayfer'e müjdeyi yüz yüze vermek istiyor-
du. Çünkü klinik için her şey tamamdı. Bir de evlilik teklifi var tabi... Ayfer annesini hiç tanı-
mamış, babasını ise bir yangın sonucu 3 sene önce kaybetmişti. Aileden dolayı maddi duru-
mu iyi olan Ayfer, babasının ölümünden beri her gece Almanya'yı terk etmeyi düşünüyor-
du. Artık Refik de vardı. Refik habersiz bir şekilde Almanya'ya gelmiş, ablasına bütün duru-
mu anlatmış ve akşam için Ayfer'le sözleşmişlerdi. Ayfer'e çok güzel bir evlilik teklifinde
bulunmuş, Ayfer de hiç düşünmeden kabul etmişti. Refik belki de en mutlu dönemini geçiri-
yordu. Çünkü hem hayalini kurduğu kliniği açacak hem de yine hayalini kurduğu,ay ışığım
dediği ve hayatına baharı getiren Ayfer'le evlenecekti. Refik, Ayfer'in düğünden 3 ay önce
İstanbul'a taşınmasını istediğinde Ayfer biraz ürkmüştü. Ayfer de Refik gibi İstanbul aşığı bir
insandı. Galata Kulesi’ne çıkmayı, Kadıköy’den Beşiktaş vapuruna bindiğinde martılara simit
atmayı çok severdi ve büyükadada yaptığı bisiklet turlarını çok özlüyordu. Ancak Türkiye-
deki son olaylar onu biraz ürkütmüştü. Ki Refik Türkiye'deyken de onun için endişeleniyordu
hep...
Düğüne bir ay kalmış, Ayfer İstanbul'a yerleşmiş ve hatta klinik için dükkan dahi tutulmuştu.
Ayfer koyu bir Beşiktaş taraftarı olan Refik'e bir sürpriz yapmış ve o haftaki maça iki bilet
almıştı. Formalar giyildi ve maça gidildi. Maçın ardından stadın çevresi neredeyse boşalmıştı
ancak Ayfer bir türlü ayrılmak istemiyordu. Refik sanki hikayenin sonunu bilircesine orda
durmak istemiyordu ancak Ayfer'i de kırma fikri onu da orada tutuyordu.
saat 22.28
saat 22.29
...
22.30
Ardı ardına iki büyük ses ... Gökyüzüne kadar her yer alev alev, silah sesleri, karanlık, kap-
karanlık... Refik yaralıydı. Zaten dakikalar içinde ambulansların siren sesleri birbirine karış-
maya başlamıştı. Refik'in bilinci patlamadan dolayı yerinde değil gibiydi ancak ambulansa
bindirilirken nefesi tükenene kadar bağırdı ; ''Ayfer, Ayfeeer''
...
Ayfer'i kaybettikten sonra güneşi sönen Refik hiç konuşmuyor, hiç yemiyordu. Sadece öfke
kusmak ister gibiydi. Refik yazı yazmayı,bir şeyler karalamayı severdi. Ayfer'e de hep ya-
zardı. Bu sefer de bunu yapmak istedi. son çekildikleri fotoğraf, masanın üzerindeydi. Kuz-
guncuk’ta çekilmişlerdi bu fotoğrafı. Elleri birbirine sıkıca kenetlenmiş ve rengarenk boğaz
köprüsünün altında birbirlerine şiir gibi bakıyorlardı. Masanın üstünde başka hiçbir şey
yoktu. Refik defteri ve kalemiyle masaya oturdu. Fotoğrafı eline aldığında sol gözünden yaş-
lar süzülüyordu. Artık hazırdı. Kalemini kağıdın üzerinde öfkeyle oynatmaya başladı ;
‘’onu benden aldınız. şiir gibi bakardı,gözlerindeki şiiri aldınız. baharı aldınız. saçlarının arasın-
dan türkü sızardı, susturdunuz. bembeyaz gelinliği kapkara ettiniz. geleceğimiz... geleceğimizi
aldınız benden. ah Ayfer, keşke bir kez daha dokunsaydım saçlarına, keşke o kırıntılarından bir
şiir daha yazsaydım, keşke deniz gibi baksaydın yine.aşkını yüreğimde büyüttüğüm... her yerde
aldınız onu benden; İstanbul'da, Diyarbakır'da, Ankara, Elazığ ve Van'da. Gaziantep'te bir dü-
ğündeyken, Suruç'ta barış, barış diye bağırırken, Ankara'da gençlerle halay çekerken... Kayse-
ri'de üniversite çıkışındaydık, Bursa'da, Kızılay'daydık. İstiklal Caddesinde aldınız onu benden.
yılbaşı kutlayacaktık biz Ortaköy'de, doğru ya orada da alacaktınız onu benden. bahar güne-
şim... en güzel türküm... çocuklarımız? siz onları da öldürdünüz, büyütemeden... arkadaşlarını,
ilk aşklarını, annelerinin uykusuz geçen gecelerini, beraber sevinçlerini, hepsini...’’
siz tam 499 cana kıydınız. 499 anneye, babaya,sevgiliye,arkadaşa... siz kıydınız, ay ışığıma...
Özkan Balıkçı
'’Neden içiyorsun, neden içiyorsun! Yahu bir şeyler söylemesini açıkçası beklemiyor-
kadın mutlu olmak için içiyorum deyince dum.
hemen susuyor. Çünkü kimseye neden mutlu
olmak istiyorsun diye sorulmaz. Anladın mı -Neyin devamı yok abi?
Ercümentcim?''
-Karım Nalan, neden içiyorsun neden içiyor-
O yaz bazılarımız hariç hepimiz değiştik … sun diye sorunca, ‘‘yahu kadın mutlu olmak
için içiyorum'' deyince hemen susar. Çünkü
Bedri Abi’nin marangoz atölyesine uğradım, kimseye neden mutlu olmak istiyorsun diye
bana sandalye sözü vardı. Sağolsun sandal- sorulmaz Ercümentcim. ‘Haklısın abi’
yeyi bitirmiş, çok ısrar ama ettim para alma- ‘Bak sana bir sır daha vereyim evladım’ dedi
dı. Akşam biraz oturup muhabbet edelim çatallaşmış sesiyle.
diye Temel Abinin mekânı Lazvegas a gitme-
yi teklif ettim, ‘hay hay’ dedi. Geçen ay ''-Bence bütün kötülüklerin anası çaydır,
mekânda tatsız bir hadise olmuştu. Mekânın ciddiyim. Devlet asıl çayı yasaklasın, ülke
mührü sökülünce hem Temel Abiyi görürüm fevkalade ileriye gider. Bak ben hiç çay
hem de biraz kafamı dağıtırım dedim kendi- içmem mesela ağzıma sürmem’’
me. Bedri Abi sağlam sözleri bünyesinde
Biraz gülüştük. Bedri Abi farkında değildi
barındıran filozofvari bir adamdı. Temel abi
güler yüzü ile bizi karşıladı o akşam, uygun ama bana o gece hayatımın en anlamlı keli-
melerini sıralamıştı. Kimseye neden mutlu
bir masaya buyur etti.
olmak istiyorsun diye sorulamazdı.
Sonrası muhabbet sohbet..
Akşamları benim bahçe en çok ziyaret edilen
‘’Abi kaç senedir içiyorsun?’’ mekândır. Misafirlerimi işletmeciler gibi
yavşakça ellerimi ovuşturarak değil, Temel
''-Evlendikten sonra başladım bilfiil 30 yıl Abi gibi babacan bir tavırla ağırlarım ama
Ercü, evlenene kadar sigara dahi kullanmaz- biraya tek kuruş para vermem, yalan yok. O
dım. Güzel günlerdi'' dedi. Bedri Abi çok gün Can ve Habip geldiler, oturduk muhab-
hızlanınca yengeye mahcup olmamak adına bete. Can, iş yerindeki marazaları anlatmaya
defans yapıp biraz daha muhabbet edip başladı her zamanki gibi. Habip de bir yan-
mekândan ayrıldık. Yaşı itibariyle hızlı güzel- dan çekirdek yiyip yere tükürüp duruyordu.
leşti, mekândan çıkınca biraz sendeledi, Sonra uzun zamandır hayalini kurup satın
koluna girdim hemen, yapılı adamdır. aldığım kemanı evden getirmek için müsaa-
de istedim. Az sonra keman elimde geri
''-Ah be abi neden bu kadar içersin ki?’’ döndüm. ''Beyler'' dedim sanatçı kişiliğimle.
''-Mutlu olmak için evladım. Ama bu sorunun ''Ben herkesin yaşadığını düşünmüyorum.
devamı yok’’ Bu kadar sarhoşken mantıklı Yere tüküren, amirlerinden sürekli fırça yi-
yen adamlar, keman çalan biriyle aynı hayatı tuğumu fark ettim. Can biraz utandı.’’Haklısın
yaşayamazlar'' dedim. Habip baya bozuldu, bir düşüneyim’’ diye fısıldıyordu kendi ken-
çekirdek çöplerini avcuna doldurmaya baş- dine. Kulağındaki küpe ile oynamaya başladı.
ladı.
‘Neyi düşüneceksin olum?’
‘Bu benim fikrim katılmak zorunda değilsiniz’
Bir kaç yudumluk sustu. Sonra müsaade iste-
Can da sustu... di. ''O küpelerden kurtul bilader''
''Seviyorum küpeyi''
''Bir insan keman çalmadan nasıl yere tükü- ''Tabi tabi''
rebilir onu da hiç anlayamıyorum''
'-Abi ben kabuklarını şey ediyorum' Sanırım aşkın en zor yanı aşık olmak, kavu-
dedi Habip. şamamak değil de ne hissettiğini insanlara
'' Ye hadi ye '' anlatamamak diye geçirdim içimden.
Kemanı aldığımdan beri iki hafta geçti. Onca Telefonum çaldı arayan Bedri abiydi, biraz
deneme yaptım ama zalım kemandan doğru borç para istedi.
düzgün bir ses çıkarmayı başaramadım. Bir
akşam işten eve döndüğümde Can benim ‘Ay sonu abi bende de yok’ dedim.
evin kapısındaydı. Kafayı öne eğmiş, bir ‘İstersen bize gel’
elinde telefon, morali hayli bozulmuş görü- ‘Yok yok eve geçeyim’ diye kibarca reddetti.
nüyordu.
Sonra Can aradı, birkaç haftadır görüşmemiş-
'’Can ne oldu kardeşim bi sıkıntın mı var?’’ tik.
Ses etmedi.
‘Müsaitsen sana geleyim bahçede oturalım
‘Geç hadi bir şeyler atıştıralım ama susmak kuzenim Erkan da İzmir’den geldi o da bi-
yok anlatacaksın ne olduğunu''. zimle olacak nevaleyi ben alırım’ dedi.
‘’Tamam kardeşim’’ dedi. Sesinde mutlu bir tını, yeni keşif yapmış bir
mucit heyecanı vardı sanki. Benim it, atletik
Can o gece sürekli çalıştığı şirketten Selin havlayıp kuyruğunu sallaya sallaya bahçe
isminde bir kızdan bahsetti durdu. Uzun kapısına doğru koştu. Can ve Erkan gelmiş-
zaman sonra çalıştığı şirket ile ilgili problem- lerdi. Elindeki siyah poşetlerin şişkinliğine
lerinden bahsetmeden konuşabiliyordu. bakılırsa bu gece uzun sürecekti. Bahçedeki
Sonra dayanamadı 'aşık oldum ben' dedi. tahta masaya oturduk.
'Nasıl yani anlat kardeşim' dedim. Abi iş ye-
rinden bi hatun ufaktan konuşuyoruz diye ‘Ee Can ne haber’ dedim
devam etti. "Ben ol da gör" dedi.
‘Ne diyorsun olum sen?’
‘Can aşık oldum dedin onu anlat’ ‘’Abi geçen gün aşık olduğumu söyleyince
anlat demiştin ya"
Sustu..
Anlatamadı. Evet..
‘Bak kardeşim insan neye aşık olduğunu anla- İşte cevap veriyorum ben de
tamıyorsa ya sevmiyordur ya da yalan söylü-
yordur’ dedim. Bedri Abinin hediye ettiği "Ben ol da gör"
sandalyede otururken sanki onun gibi konuş-
Can aşkın tarifini yapamıyordu. Bu gerçekten Erkanı masadan kovmama sebebimin ne
sevmediğinden değildi, belki de sevdiği olduğunu asla öğrenemedim.
şeyin gerçek olmamasındandı. Sevgi gibi
çaba isteyen bir şeye sahip olmak için heye- Erkan da ne konuşmasını ne de içmesini
can duymak yetmiyor. Günümüzde de böyle. öğrenebildi.
Her taraf aşıklarla dolu ama aşık olunanlar
ortalıkta görünmüyorlar. Belki de yoklar. Can o günden sonra bir daha bana şirketteki
kızdan hiç bahsetmedi.
‘Seni tarif edemiyorum bilader’ dedim. Ger-
çekten de Can tarifsiz bi eşgaldi. Hevesli Habip ise bahçeye geldiğinde daha itinalı
çocuktu ama en büyük problemi neye heves- davrandı, yerlere tükürmeyi kesti. Maalesef
li olduğunu tarif edemiyordu. Sadece güzel o gece Bedri Abiyi kaybettik. O güzel yaz
heves ediyordu. Bunu ona söylediğimde akşamında aniden öldü. Haberi de aniden
doğru söylüyorsun derdi hep. Yine söyledim, geldi. Evine koştum.
yine doğru söylüyorsun, dedi.
Nalan Teyze;
Erkan sen ne yapıyorsun okul nasıl, İzmir
"bahçedeki çardağın altında çay içip laflı-
nasıl?
yorduk, uzun zaman sonra ilk kez bir akşam
"İyi be güzel abim çok şükür okul ortam falan içki içmemişti" diyerek ağlıyordu fiskosçu
komşularıyla.
iyi " dedi. Erkan’ın bu lüzumsuz saygılı modu
beni hep rahatsız etmiştir. Acaba, Erkan
Demişti abi demişti! Çay bütün kötülüklerin
müptezel miydi? Kimseye çaktırmadan oti-
anasıydı! Bedri Abi o gece bir değil iki şey
çenlerdeki kronik hastalık, gizli müptezelli-
öğretmiş meğer. Kahvaltılar dahil ağzıma bir
ğin dışa vuruşu, sürekli saygılı bir genç imajı
daha çay sürmedim.
verme çabası, derinlerdeki suçluluk duygu-
su. Koca bir yaz bitmişti ve ben hala keman ça-
lamıyordum.
Gözlerimi gözlerine diktim. Biraz rahatsız
olduğu belliydi. Yol kenarında kıvranan yara- O yaz ben hariç herkes ve her şey değişmişti.
lı bir hayvan gibiydi. ‘’Ee yakışıklı abim sen
nasılsın" dedi biraz süplüm püklüm.