Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 8

11.

HAFTA

25. DERS

OSMANLI’DAN BUGÜNE KIBRIS MESELESİ

Kıbrıs, Doğu Akdeniz’de yer almakta ve Sicilya ile Sardunya adalarından sonra Akdeniz’in en
büyük üçüncü adası durumundadır. Sahip olduğu bu coğrafi konumla birlikte Kıbrıs,
Anadolu’ya, Ortadoğu’ya, Kuzey Afrika’ya ve Süveyş Kanalı’na yakınlığı sebebiyle önemli
bir jeopolitik değer taşımaktadır. Bunun yanında Ortadoğu ve Kafkaslar üzerinden gelen
enerji nakil hatları üzerinde olması, çevresindeki zengin petrol yatakları ve Akdeniz ticaretini
kontrol edebilecek bir noktada bulunması Kıbrıs’ın jeopolitik önemini daha da arttırmaktadır.

Kıbrıs adası, bugün sahip olduğu jeopolitik öneme tarihin eski çağlarından itibaren de sahip
olmuştur. Bu sebeple dünya hâkimiyeti iddiasında olan birçok imparatorluk, öncelikle
Kıbrıs’a hâkim olmak istemiştir. İlk yerleşimlerin M.Ö. 10.000 yılında başladığı bilinen
Kıbrıs’a ilk yerleşimciler Anadolu, Suriye, Filistin ve Lübnan’dan gelerek mahalli idareler
oluşturmuşlardır. Kıbrıs’a çeşitli devletlerin hâkim olduğu görülmektedir. Bu devletler
arasında yer alan Mısır, Pers ve Büyük İskender İmparatorlukları, yukarıda belirtilen dünya
hâkimiyeti iddiasındaki devletlerdir.

Kıbrıs’a sahip olan ve dünya hâkimiyeti iddiasında olan, bunu da kısmen başaran devletlerden
biri de Roma İmparatorluğudur. Roma İmparatorluğu, M.Ö. 58 yılında Kıbrıs’ı ele
geçirmiştir. Roma İmparatorluğunun Hıristiyanlığı kabul etmesinden sonra ise dini açıdan da
önemli bir konuma sahip olur. Çünkü Kıbrıs, Roma İmparatorluğunun Hıristiyanlığı ilk kabul
eden eyaletlerinden biri olmuş ve akabinde Kıbrıs Ortodoks Kilisesi kurulmuştur. M.S. 395
yılında Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra ise Doğu Roma yani Bizans’ın
payına düşmüştür.

3. Haçlı Seferi sırasında Kudüs’ü ele geçirmeyi amaçlayan Haçlı ordusunun başında bulunan
Kral Richard (Aslan Yürekli Richard), donanma yolu üzerinde bulunan Kıbrıs’ı da ele geçirir.
Böyle bir gerekçeyle Kıbrıs’ı ele geçiren Richard, adada kalıcı olmayı düşünmez. Kıbrıs’ı
önce tapınak şövalyelerine satar. Tapınak şövalyelerinin yönetiminden memnun olmayan halk
isyan edince adayı eski Kudüs kralı olan Guy de Lusignan’a satar. Lusignan hanedanı adayı
300 yıl boyunca yönetir ve defalarca el değiştiren adayı en çok benimseyen yönetimlerden
birini oluşturur.

1500’lü yılların ortalarına gelindiğinde, Osmanlı Devletinin çevrisini tamamen ele geçirdiği
bu adada merkezi bir hâkimiyet bulunmamaktadır. Ada denizci toplumlar olan Venedikli ve
Cenevizli tüccarlar tarafından bir üs olarak kullanılmaktadır. Bilindiği üzere Kıbrıs,
Kanuni’nin oğlu olan ve ondan sonra Osmanlı tahtına geçen II. Selim döneminde 1571 yılında
fethedilmişti.
Osmanlı İdaresinde Kıbrıs

Tarihe baktığımızda adanın bütün etrafındaki topraklar Akdeniz’in kuzeyi güneyi doğusu
itibariyle Osmanlı toprağı hale gelmiş fakat ortada bir ada ve korsanlık yapılan bir ada. Hala
Osmanlı eline geçmemiş vaziyette tabi korsanlar rahat durmuyorlar, Osmanlı ticaret
gemilerini hatta hacıların gemilerine saldırılar yapıyorlar. Bu güvenlik sorunu haline geliyor
ve Osmanlı devleti burayı fethediyor. Müstahkem kaleleri olan özellikle Girne kalesi, Magosa
kalesi çok kıymetli kaleler. En son Magosa kalesi fethedilmiş. Bundan sonra Anadolu’dan
adaya iskan politikası gereği Türkler yerleştiriliyor. Adada Rum ahali var. Biz tabi adayı,
Venedikliler var onlarla savaşarak alıyoruz. Muhatabımız Osmanlı zamanında Venedik.

Burada Venediklilerin Katolik olması adadakilerin Ortodoks olması gibi bir mezhep çatışması
da var. Osmanlıların adaya gelmesi yine bu İstanbulda olduğu gibi Ortodokslar açısından
rahatlatıcı çünkü Osmanlının herkesin mezhebini yaşaması konusunda herhangi bir sorunu
yok. Rahat bırakıyorlar aynı durum Kıbrıs’ta da yaşanmış. Yeni iskânlar var Türkler
geliyorlar. Türkler ve Rumlar kendi bölgelerinde, uzun yıllar herkes kendi işinde gücünde
yaşıyorlar. Hatta şeriye sicilleri incelendiğinde ortaya çıktı ki Kıbrıs’ta hem kilise hem şeriye
mahkemesi var. Kıbrıslı Rumların da Müslüman mahkemesine gelip davalarını orada
gördürdükleri ilginç bir durum. Hem Osmanlı adaletine olan güven hem de toplumlar
arasındaki ilişkiler bakımından anlamlı bir şey. Adada bu zamana kadar ciddi bir sorun yok.
Ama 1878 yılında Osmanlı-Rus savaşı kaybedilmiş ve Osmanlı devleti Ayestefonos
antlaşmasını imzalamak zorunda kalmış ve uluslararası arenada yalnız kalmış bulunuyor.
Maalesef Rusya karşısına Osmanlı devleti ne İngiltere ne Fransa tarafından desteklenmedi.
Dolayısıyla kendisine uluslararası alanda bir destek ararken İngiltere devreye girerek Osmanlı
devletine Rusya karşısında destek verebileceğini ve Ayestefanos antlaşmasını
düzeltebileceklerini çünkü Berlin’de bir konferans söz konusu ve orada Osmanlı devletini
destekleyebileceği vaadinde bulunuyor. Osmanlı devletinden de buna karşılık Kıbrıs adasını
istiyor. Böylelikle Kıbrıs adası 1878 yılında İngiltere’ye kiralanıyor. Mülk Osmanlının
kullanım hakkı İngiltere’ye veriliyor. Şartı ne; Osmanlı hukuku burada devam edecek, Ruslar
doğu Anadolu’yu terk ettiklerinde İngilizler de burayı terk edecekler. Böyle bir paralellik
kurulmuş ikisi arasında. Ayestefanosla Berlin’in mukayesesi çok mu önemliydi evet
önemliydi çünkü Ayestefanos Osmanlı devletini ikiye bölmüştü. Osmanlının Rumeli’de
toprakları vardı fakat Bulgaristan araya girerek Osmanlının iki toprağı arasında irtibat
kaybolmuştu. Berlin antlaşması bu irtibatı yeniden sağladı. Berlin antlaşmasının avantajları
vardı. Burada İngilizler çok destek verdi mi orası tartışmalı. Çünkü Osmanlı devleti İngiltere
ile Rusya’nın gizli anlaşma yaptıklarını da öğrenmişti bu arada. Uluslararası ilişkiler böyle
çok düz gitmiyordu. İngiltere Osmanlı ile bir anlaşma yaparken Ruslar ile de bir başka
anlaşma yapıyordu. Fakat netice itibariye Osmanlı devleti burayı İngiltere’ye kiralamasa dahi
İngilizler burayı işgal edecekti. Osmanlı devleti burayı güle oynaya terk etmedi. Bunu
belirtmek lazım.
İngiliz Egemenliği

Bütün bunlara rağmen ada tarihinde İngilizlerin adaya gelmesiyle beraber Müslümanlar için
yeni bir dönem başladı. 1878’den 1960’a kadar süren İngiliz idaresi adadaki Türklerin iktisadi
olarak ticari olarak güç kaybettikleri bir dönemdir. Ve özellikle Osmanlı İslam vakıfları
bakımından da bunların maalesef bir şekilde Rumlara doğru devredildiğini söylemek
gerekiyor. Vakıflar konusunda da kayıp söz konusudur. Bu tabiki Müslümanların eğitim
kültür hayatını olumsuz etkilemiştir. Şimdi 1878’den sonra bir başka kırılma noktası 1914’de
biz İngiltere ile karşı karşıya geldiğimizde birinci dünya savaşında karşı taraflar olarak savaşa
girdiğimizden dolayı İngilizler adayı ilhak ettikleri ilan ettiler. Yani eskiden burası Osmanlı
toprağı olarak kabul ediliyordu. Tabi Osmanlı devleti bunu protesto etti bu uluslararası
hukuka anlaşmalara aykırı bir durumdu. Ama savaş içerisinde buna tekrar geri dönülemedi bu
savaş sonrasına bırakılan bir konuydu. Ardından Kıbrıs tarihi bakımından önemli bir dönüm
noktası Lozan antlaşmasıdır. Lozan antlaşmasında biz İngiltere’nin 1914’de vermiş olduğu
ilhak kararını tanıdık ve Türkiye ile Kıbrıs arasında herhangi bir siyasi bağlantı kurulmadı.
Yalnızca oradaki soydaşlarımızla bir ilişkimiz söz konusu oldu ve göçmek isteyenlerin
Türkiye’ye göçme talepleri belirli bir süre için tanındı. 1923’den 1955’e kadar Türkiye’nin
Kıbrıs diye bir sorunu yoktur. Kıbrısla ilgili uluslararası durumu biz tanıdık yani İngilizlerin
orada kalmasını statüko olarak kabul ettik ve devamını istedik.

Her ne kadar Lozan Anlaşmasıyla Kıbrıs’taki İngiliz sömürge idaresi tanınmışsa da Anavatan
ile yavru vatan arasındaki bağlar hiçbir zaman kopmamıştır. Bunun en güzel örneklerini
Türkiye’de yaşanan devrimler sürecinde görmek mümkündür. Kıbrıs Türkleri, anavatanda
yaşanan devrimleri yakından takip etmiş hatta üzerlerinde hiçbir baskı ya da yasal zorunluluk
olmamasına rağmen devrimleri tatbik etmeye çalışmışlardır. Mesela soyadı kanunu ilan
edildiğinde Kıbrıslı Türkler de soyadı edinmeye başlamışlar, laikle ilgili uygulamaları
gerçekleştirmişlerdir. Harf İnkılâbı olduğunda Kıbrıs’taki Türk gazeteleri Latin harfleriyle
yayın yapmaya başlamışlardır.

1930 Sonrası Kıbrıs ve Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti

1930’da adada Rumların isyan hareketini görüyoruz bu Türklere de zarar vermiş bir hareket.
Daha sonra Kıbrıs’taki Türk cemaatinin Türkiye ile birleşme taleplerini olduğunu görüyoruz.
Fakat adadaki Rum ahalinin de bir an önce Yunanistan ile birleşme hayali içerisinde olduğunu
görüyoruz. Bunun için çeşitli hareketler işte isyana varan hareketler içerisinde olduklarını
görüyoruz. 1930’dan sonra Türk cemaati arasında bir siyasi örgütlenme hareketleri var. Fakat
1947 yılında bu on iki adanın İtalyanlardan Yunanistan’a geçmesi hadisesi hem Yunanistan
da hem adadaki Rumlar’da Kıbrıs konusunda Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması konusunda
duyguları fevkalade yukarı çektiğini görüyoruz. Yunan meclisi bu olay üzerinde 1947’de
toplanarak Kıbrıs’ın da Yunanistan’a katılması gerektiğine dair bir karar aldığını görüyoruz.
Yani on iki adanın Yunanistan’a katılması yunan milliyetçiliğini fevkalade kamçılamış ve
şimdi sıra Kıbrıs’tadır diye bir yaklaşımı getirmiştir. Böylece adadaki Yunanistan
örgütlenmesi ortaya çıkıyor.

Adanın Yunanistan’a katılması konusu BM’ye götürülüyor ve BM’nin bunu reddetmesi


üzerine de adada artık 1950’li yıllarda EOKA dediğimiz yeraltı örgütünün faaliyetleri
başlıyor. Bu örgüt ilk önce eylemlerini İngilizlere karşı yürütüyorlar ama daha sonra bu
Türklere de geçiyor. Türklere karşı da bunu yapıyorlar. 1955 yılıdır EOKA’nın kuruluşu aynı
yıl İngiltere’nin Londra’da bir uluslararası toplantı yaptığı tarihtir. Ve 1955 Londra
konferansına Türkiye de taraf olarak katılmıştır. İlk defa 1923’den sonra Türkiye Kıbrıs
konusunda taraf olmuştur. Sonuçsuz bir konferanstır fakat ilk defa Türkiye’nin katılması
bakımından önemlidir ve ilk defa bundan sonra artık Türkiye’nin bir Kıbrıs sorunu vardır.

Türkiye Kıbrıs ilgili gelişmelerle ilgilidir ve ilgilenmelidir. Ve eğer İngiltere Kıbrıs’ı terk
edecek ise eski sahibi olarak Türkiye’ye iadesini ileri sürmüştür. Bu ilk defa telaffuz edilen
bir şeydir. Türkiye DP zamanında bunu talep etmiştir. Daha sonra zaten Kıbrıs’taki Türkler de
adanın Yunanistan’a değil Türkiye’ye iade edilmesini savunmaktadırlar. Ada hiçbir zaman
Yunanistan’ın olmamıştır. Gerekçelere baktığımızda, Ada İngiltere tarafından Yunanistan’dan
değil Osmanlı’dan alınmıştır. Dolayısıyla ada Yunanistan’a çok uzaktır Türkiye’ye çok
yakındır. Tek dezavantaj Rum nüfusunun fazla olmasıdır. Bu müzakereler devam ederken
1958’de DP dışişleri bakanı Fatin rüştü zorlu Yunanistan’la bu meseleyi ikili görüşmelerle
yapmanın gerekli olduğunu söylüyor ve bunu karşı tarafa yunan dış işleri bakanına kabul
ettiriyor. New York’ta, Paris’te müzakereler yapıldıkça özellikle NATO çerçevesinde en
nihayetinde 1958-59 anlaşmaları diye bildiğimiz Zürih anlaşmaları ile Türkiye ile Yunanistan
Kıbrıs konusunda bir anlaşmaya varıyorlar. Bu arada ikinci anlaşma ise Londra’da yapılan
anlaşma 1959 Londra anlaşması burada da Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs Türk kesimi, Kıbrıs
Rum kesimi ve İngiltere beş tarafın yer aldığı bir anlaşma yapılıyor ve Kıbrıs cumhuriyeti
kuruluyor.

Kıbrıs cumhuriyetinin özelliği iki toplumlu bir cumhuriyet olması. Oranları var temsil oranı
var hepsinin nüfusuna göre bir oran belirlenmiş demokratik bir cumhuriyet seçimler yapılıyor
belediye seçimleri var vs. Bu anlaşma çerçevesinde de yine bir garanti anlaşması var Türkiye
Yunanistan ve İngiltere bu anlaşmanın yani Kıbrıs’ta bu anlaşma ile kurulan Kıbrıs
cumhuriyetinin garantör devletleri. Bu yaşayacak ve bu sistem bozulmayacak diye. 15 ağustos
1960’ta Kıbrıs cumhuriyeti ilan edildi ve İngiltere adadan çekilmiştir. Bu sırada hem
İngiltere’nin hem Türkiye’nin hem de Yunanistan’ın sadece barış gücü diyebileceğimiz
güvenliği sağlamak üzere taburları var. Türkiye’nin 650, Yunanistan’ın 950 civarında askeri
bulunmaktadır. Cumhurbaşkanı Rumlardandır Makarios cumhurbaşkanı olmuştur yardımcısı
Türklerden olmuştur, Dr. Fazıl küçük. Ancak Kıbrıslı Rumlar bu durumdan memnun
değillerdir. Türklerin yönetici olarak etkin bir şekilde cumhuriyetin bir parçası olması
Rumları çok mutlu etmemiştir. Onlar kendi kontrollerinde ve gerektiğinden ve en yakın
zamanda da Yunanistan ile birleşecekleri bir yapı istiyorlardı. Bundan dolayı hem garanti
anlaşmasına hem cumhuriyete hem de cumhuriyetin Türklere tanımış olduğu haklara itirazları
vardı.
Türkiye’de 27 Mayıs darbesi gerçekleşince 1960’da Makarios yayınladığı deklarasyonla bu
anlaşmaların tanınmayacağını ilan etti. Fakat Türkiye bu anlaşmalara sadık kaldığını
bildirdiğinden dolayı bu devam etti yani Türkiye Kıbrıs’taki durumu kabul etti ve cumhuriyet
ilan edildi. Bu arada 1963 Aralığına kadar bu rejimin Kıbrıs cumhuriyetinin yaşadığını 63
Aralığından itibaren sistemin kilitlendiğini söylememiz mümkün. Bir anayasa sorunu
çıkmıştır. Anayasa mahkemesi Türklerin lehine karar vermiştir ve bu anayasa mahkeme
kararlarını cumhurbaşkanı tanımadığını ilan etmiştir ve ardından olaylar başlamıştır.

Bunalım Yılları ve Türklere Uygulanan Baskı

Kıbrıs’ta EOKA tasfiye olmamış idi. Yer altına inmişti şimdi yeniden yer üstüne çıkarak Türk
mahallelerine Lefkoşa’da başlayan ve sonra bütün adaya yayılan Türk köylerine yönelik imha
hareketi başlatıldı. 63 kanlı noeli olarak bildiğimiz sivil vatandaşların evleri basılarak
katliamlar gerçekleştirildi. Türkiye garantör devlet olarak bunlara tepki gösterdi 1964 yılında
adaya çıkma kararı aldı.

1964 Ağustos’una kadar süren katliamları durdurmak amacıyla Türkiye adaya askeri
müdahale kararı alır. Öncelikle hava harekâtı olarak gerçekleşen bu müdahalede 8 Ağustos
günü Eskişehir’den dört Türk uçağı keşif amaçlı olarak havalanır. Fakat uçaklardan biri geri
dönemez. Bu uçak Yzb. Cengiz Topel’in uçağıdır. Topel’in uçağı, adada bulunması yasal
olmayan bir Yunan gemisi tarafından isabet alır ve Lefkoşa yakınlarında düşer. Bu uçaktan
sağ olarak atlamayı başaran Topel, Rumlar tarafından esir alınır. Fakat 12 Ağustos günü
Topel’in şehit olduğu bilgisine ulaşılır. Topel, Rumlar tarafından esir alındıktan sonra, savaş
hukukuna ve uluslararası anlaşmalara aykırı olarak işkence görerek öldürülmüştür.

ABD’nin devreye girmesi ile ünlü Johnson mektubu ile çıkartma durduruldu. Uzlaşma yolu
ile adada çözüm arayışına girildi fakat bu arada 1964’de bu çatışmaları önlemesi için BM’den
barış gücü gönderilmesi istendi. BM barış gücü gönderirken muhatap olarak kimi alacaktır bu
hassas bir konu. BM başkanı Kıbrıs cumhuriyeti cumhurbaşkanına bir yazı yazdı. Elbette
Kıbrıs o tarihte Kıbrıs cumhurbaşkanı Makarios olarak gözüküyordu fakat 1963’de bu bizim
açımızdan bitmiş bir cumhuriyetti. Çünkü anlaşmalara göre iki taraflı bir cumhuriyet olacaktı.
Türkler bu cumhuriyetten dışlandıkları, kovuldukları için 1963 Aralığından itibaren
dolayısıyla cumhuriyet kalmamıştı. 1964’de BM, Kıbrıs cumhuriyeti diye yazı yazdığında
muhatap olarak onu aldığında Türkiye Kıbrıs cumhuriyet lafzına muhalefet şerhi koydu. Fakat
fazla direnmedi. O tarihten itibaren adadaki Rum yönetimi meşru yönetim haline geldi.
Türkler adada gayrimeşru yönetim olarak anılmaya devam etti. Yani beraber kurduğumuz
cumhuriyeti Rumlar bizim elimizden aldılar ve kendi zimmetlerine geçirmiş oldular ve bizim
orada sorun çıkaran bir grup olma dışında bir özelliğimiz kalmadı. Burada diplomatik bir hata
vardı onu tespit etmemiz lazım. Ondan sonra 1964’de barış gücü geldi olaylar yatıştırılmaya
çalışıldı.
1967’de yeni bir kriz söz konusudur. Türkiye yeni bir müdahale kararı aldı fakat
gerçekleştirilemedi. Bu arada adadan anlaşma yoluyla on iki bin civarında Yunanistan askeri
çıkarılmıştır. Gizli olarak adaya getirilen bu askerlerin çıkartma yapmamak kaydıyla
ABD’den isteğimiz bu askerlerin adadan çıkarılmasıydı. 67’de böyle bir diplomatik başarımız
söz konusudur.

1974 Barış Harekâtı

1967 yılında Yunanistan da albaylar cuntası yönetimi ele geçirmişti. Bu, ABD yanlısı bir
cuntadır. Albaylar cuntası ile Kıbrıs’taki Makarios arasında bir anlaşmazlık oldu ve albaylar
Makarios’u devirmek için Albay Sampson’u gönderdiler ve bu sırada adada Temmuz 1974’te
çatışmalar meydana geldi. Makarios kaçtı fakat çatışmalar Türk bölgelerine de sirayet etti
Türkiye bu durumu kabullenmedi. Türklerin can güvenliği tehlikeye girmişti ve Türkiye
hemen müdahale kararı aldı. İngiltere ile görüşmeler yapıldı ve 20 Temmuz 1974’de adaya
barış harekâtı yapılarak Türklerin can güvenliği sağlanmaya çalışıldı.

Kıbrıs’ta Rum ve Türk toplumu arasında yaşanan kanlı çatışmalar, ancak 1974 Barış
Harekâtı’yla son bulmuştur. Harekât sırasında 35 subay, 41 astsubay, 421 er/erbaş 1 sivil
olmak üzere TSK toplam 498 şehit vermiştir. Kıbrıs Türk halkından ise 500’ü kayıp olmak
üzere 1350 şehit verilmiştir.

Barış Harekâtı Sonrası Yaşanan Gelişmeler

Bu, 2 günlük bir müdahaledir. BM barış teklifi hemen kabul edilmiştir. Cenevre’de
müzakereler yapılmıştır; fakat bu müzakerelerde Rum tarafının zaman kazanmaya çalıştığı,
anlaşmaya yanaşmadığı görülmüştür ve hemen ikinci harekât ağustosta gerçekleştirilmiş. O da
iki günlük bir harekâttır, neticesinde bugünkü sınırlara ulaşılmıştır. Kıbrıs, Güney ve kuzey
olarak ayrılmıştır. Türkler kuzeyde kalmış ve yapılan daha sonraki anlaşmalarla Rauf
Denktaş’ın, Makarios daha sonra Kipriano ile yaptığı anlaşmalarla nüfus mübadelesi
yapılmıştır ve iki toplumlu bir cumhuriyet kurulması konusunda bir takım anlaşmalara
varılmıştır. Fakat bu tekrar tahakkuk etmemiştir. 1975 yılında Kıbrıs Türk federe devleti
kurulmuştur, belki güneyle yeniden birlikte bir şeyler yapabiliriz diye ve bu 1983’e kadar
gerçekleşmemiştir. 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk cumhuriyeti ilan edilerek o günden
bugüne müstakil bir devlet olarak varlığına devam etmektedir.1983’te Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığına Rauf Denktaş seçilmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinin ilanını Türkiye tanımış fakat Türkiye dışında başka devletlerin tanımaması
için gerek BM gerek ABD’nin baskı yaptığını biliyoruz. Türkiye o günden bugüne Rum
kesimi ile bir uzlaşı zemini bulmaya çalışmaktadır ancak henüz barış antlaşması yoktur.

KKTC’nin ilanından sonra da barış görüşmeleri devam etmiştir. 1990’lı yıllarda yapılan
görüşmelerden de kalıcı bir sonuç elde edilememiştir. 2004 yılında ise BM Genel Sekreteri
Annan tarafından hazırlanan ve kendi ismiyle anılan plan referanduma sunulmuştur. Annan
Planı, iki toplumlu federatif yapıya sahip bir Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ön görüyordu. Devlet
başkanı on ayda bir Türk ve Rum tarafı arasında değişecekti. Bakanlıkların üçte birinin
Türklerden seçilmesi tasarlanmıştı. Türk tarafınca % 65 oyla kabul edilen anlaşmanın Rum
kesimince %76 oranında kabul edilmemesiyle adadaki çözümsüzlük bugüne kadar taşınmıştır.
Bugün itibariyle de adada kalıcı bir barış gerçekleşmesi ümidiyle görüşmeler devam
etmektedir.

Sorular

1. İngiltere, hangi tarihte Kıbrıs’ı kendi topraklarına kattığını açıklamıştır?


a)1878 b)1914 c)1923 d)1945 e)1955

2. Kıbrıs Adası hangi durumda Osmanlı Devleti’ne iade olunacaktı?


a)Rusya Doğu Anadolu’da işgal ettiği toprakları terk ederse
b)Osmanlı devleti borçlarını ödediği zaman
c)İngiltere Rusya ile anlaşma yapması halinde
d)Osmanlı devleti İngiltere’ye 90 milyon sterlin ödediğinde
e)İstanbul-Bağdat demiryolu ihalesi İngiltere’ye verildiğinde

3. Kıbrıs Adası 1878 yılında hangi şartla İngiltere’ye kiraya verildi?


a)Osmanlı Devletine borç vermesi
b)Adanın hukuken Osmanlı devletine bağlı kalması
c)İngiltere’nin Osmanlı devletine silah satması
d)100 yıl sonra iade etmesi
e) Deniz üssü yapmaması

4. Türkiye’nin Kıbrıs ile hukuken irtibatı hangi antlaşma ile kesilmiştir?


a)Türk-İngiliz Anlaşması
b)Sevr Antlaşması
c)Brest-Litovsk Antlaşması
d)Lozan Antlaşması
e)Londra Antlaşması

5. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı kimdir?


a) Dr. Fazıl Küçük
b) M. Ali Talat
c) Rauf Denktaş
d) Derviş Eroğlu
e) Özkan Yorgancıoğlu

6. Türkiye, 1959 Zürih ve Londra Anlaşmaları ile hangi hakkı elde etmiştir?
a) Kıbrıs Türkleri Kıbrıs Cumhuriyetinin ortağı oldular.
b) Türkiye Kıbrıs’ta garantör devlet oldu.
c) Kıbrıs’ta asker bulundurma hakkı elde etti.
d) Kıbrıs’ta düzenin bozulması halinde tek başına müdahale etme hakkı elde etti.
e) Hepsi
7. Kıbrıs Cumhuriyeti hangi tarihte kurulmuş ve hangi tarihte yıkılmıştır?
a)1955-60 b)1960-63 c)1963-74 d)1974-75 e)1974-83

8. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Muavini kimdi?


a) Makarios-Dr.Fazıl Küçük
b) Makarios-Rauf Denktaş
c)Papadopulos- Mehmet Ali Talat
d)Dimitris Hristofyas-Dr.Derviş Eroğlu
e)Klerides- Albay George Grivas

9. 1974 Barış Harekâtı, Türkiye’nin hangi uluslararası antlaşmadan doğan hakkı ve


sorumluluğudur?
a)1955 Londra Konferansı
b)1964 Erenköy Antlaşması
c)1967 Geçitkale Antlaşması
d)1970 Cenevre Antlaşması
e) 1959 Zürih-Londra Garantörlük Antlaşması

10. Kıbrıs’a kalıcı barış sağlamak amacıyla BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından
hazırlanıp referanduma sunulan Annan Planı’nı hangi kesim tanımamıştır?
a) KKTC
b)Yunanistan
c) Türkiye
d) Kıbrıs Rum Yönetimi
e) AB

Cevaplar

1.b 2. a 3.b 4.d 5. c 6.e 7.b 8.a 9.e 10. d

You might also like