Professional Documents
Culture Documents
YÜCEL SAYMAN MAKALE
YÜCEL SAYMAN MAKALE
YÜCEL SAYMAN MAKALE
Ben hukuku “Toplumsal yaşamda kurulan ilişkilerin sistematik bütünselliği” diye tanımlarım.
Hukukun kendine özgü bilimsel düşüncesini bu tanımın tarihsel/kültürel tahlilinde bulurum.
Hukukun bilimsel düşüncesinde adalet kavramının yeri yoktur. Sınıfsal tahlil yapılırken bile
adalet anlayışı diye ayırt edici/belirleyici bir ölçüt ileri sürülemez; farklı bir toplumsal
yapılanma mücadelesindeki dinamizmi bu, cazibeliymiş gibi görünen ama içeriği boş ve
anlamsızlığı aşikar kavramın ölçüte dönüştürmüş halinde arama çabası iyi niyetlileri tuzağa
düşürür, o kadar…
Ben yargıyı “Adalete erişebilme sürecinin örgütlenmiş halidir” diye tanımlarım. “Hukukun
bilimsel düşüncesinde adalet kavramının yeri yoktur” deyip hemen ardından “Yargı adalete
erişebilme sürecinin örgütlenmiş halidir” demekle çelişkiye düşmüş olmuyor muyum?
Hukuk kuralının oluşma sürecinde adalet kavramının bir ölçüt olarak yeri yoktur. Buna
karşılık, içeriği ne olursa olsun kural uygulanırken kuralın düzenlediği ilişkinin tarafları
arasında uyuşmazlık çıkarsa tarafların tüm hukuka aykırılık iddialarını/karşı iddialarını,
savunmalarını, delillerini özgürce, eşit koşullarda, aynı olanaklardan yararlanarak ve hiçbir
engelle karşılamadan sunabildikleri, tartışabildikleri bir sürecin örgütlenmesi, yani yargının
yapılandırılması ve işleyişi somut bir içerik kazandırılan adalet kavramıyla ilişkilendirilebilir.
Burada adalet kavramı uyuşmazlığın çıktığı kuralı ya da yargıcın verdiği kararı değerlendiren
bir ölçüt değildir: Yargı söz konusu olduğunda adalet kavramı hangi hukuk kuralı olursa olsun
çıkan uyuşmazlığın taraflarını sonuçta tatmin edebilecek objektif, tarafsız bir çözüme
ulaşabilme sürecinin örgütlenmesini ifade eder. Yargıda adalet kavramı nitelik değerlendiren
bir ölçüt olarak kullanılmaz, taraflar arasında çıkan bir uyuşmazlıkta, sonuçta tarafları ikna ve
tatmin edeceği varsayılan çözüm sürecini örgütleyen mekanizmanın meşruiyetini vurgular.
“Adalete erişme” söylemiyle uyuşmazlığı çözecek olan çözüm sürecini örgütleyen
mekanizmanın kendisi tartışmaya açılır.
Özetle, “hukuk” toplumsal ilişkileri düzenleyen kuralları konu edinir; “yargının” işlevi ise
kurallar uygulanırken ilişkinin tarafları arasında çıkan uyuşmazlıkları, tarafları çözümden ikna
ve tatmin olabilecekleri bir sonuca ulaştıracağı varsayılan çözüm sürecinin örgütlenmesidir.
Yargı hukukun özü değil, uzantısıdır. Yargı, hukuk kuralının uygulamasında taraflar arasında
uyuşmazlık çıktığında devreye girer; yargı yeni bir hukuk kuralı üretmez, uyuşmazlığın
uyuşmazlık çıktığı andaki halini, yani maddi gerçeğin “Yüksek çözünürlü fotoğrafını çeker” ve
elde ettiği veriler ışığında uyuşmazlığın, uyuşmazlığın çıktığı hukuk kuralının öngördüğü
çözümle sonuçlanmasını sağlar.
Yargıyı sınıfsal açıdan değerlendirirken özellikle iki nokta önem kazanır:
Bir hukuk kuralının uygulanması sırasında çıkan uyuşmazlığın çözüm sürecini örgütleyen
mekanizma, yani yargı örgütlenmesi ve işleyişi kapitalist ve sosyalist toplumlarda farklılaşır
mı farklılaşmaz mı? Farklılaşırsa neden ve nasıl farklılaşır?
Kapitalizm söz konusu olduğunda, devlet yargısı devletin devamlılığını esas alır ve
mükemmelleşerek sonsuzlaşacağı varsayılan bir temelde örgütlenir. Sosyalizm söz konusu
olduğunda ise devlet yargısı devletin sönümleneceği geçiş dönemini, yani devletin bekasını
değil sönümlenmesini esas alır, devletin ve devlet yargısının mevcut olmayacağı toplumsal
yapıda çıkacak uyuşmazlıkların çözümüne yönelik süreçleri üretebilecek biçimde tasarlanır.
Sınıfsal irdelemelerde yargı ve adalet konusu bu temelde ele alınırsa tartışmaların yaratıcı
olacağını düşünüyorum.