Download as pptx, pdf, or txt
Download as pptx, pdf, or txt
You are on page 1of 27

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ

ORTAK DERS

TÜRK DİLİ II

Yard. Doç. Dr. Mehmet Aygüneş


Roman

• Roman türü, şiir, destan gibi türlerle kıyaslandığında daha yeni olan ve modern
zamanlarda hızla gelişim gösteren bir türdür.
• İşler ve Türkyılmaz (1997) batıda, roman kavramının ilk olarak destan türünün karşıtı
olarak ifade edildiğini, destanın, genel olarak bir topluluğun hikayesini dile getirirken,
romanın büyük oranda bireyin serüvenlerini ifade ettiğini belirtmektedir.
• İşler ve Türkyılmaz (1997), romanın batıdaki genel anlamıyla Cervantes ile başladığı
kabul edilse de, romana ilişkin ön örneklerin Fransız yazınında daha Ortaçağ'da
görülmeye başladığını belirtmektedir. Ancak yine de roman türünün özelliklerini tam
anlamıyla yansıtan ilk olgun ürünün Cervantes’in Don Quijote (Don Kişot) olduğunu
söylemek çok da yanlış olmayacaktır.

1
• Türk edebiyatına romanın büyük ölçüde 19. yüzyılda, Tanzimat
döneminde batı ile etkileşimin güçlendiği bir dönemde girdiği
görülür.

• Roman türü ile ilk tanışmalar Victor Hugo’nun Sefiller, Daniel


Defoe’nun Hikâye-i Robinson, Alexandre Dumas’ın Kamelyalı
Kadın gibi eserlerinin çevirisi ile gerçekleşir.

• İlk Türk romanı olarak bilinen Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat


ve Fitnat (Talat ve Fitnat’ın Aşkı) adlı eser de bu dönemde
yayımlanır.

2
Romanın temel unsurları

Roman türündeki temel bileşenler şu şekildedir:


a) Kişi
b) Mekân
c) Zaman
d) Olay
e) Anlatıcı

3
1) Kişiler

• Romanın temel unsuru kişilerdir. Bütün kurgu kişilerin yaşadıklarını,


hissettiklerini, birbirleriyle etkileşimlerini içerir.

• Özdemir (2002) romanda yer alan kişilerden kimilerinin doğrudan doğruya


anlatılanla ilgili olduğunu, anlatımı bu kişilerin yönlendirdiğini ya da
anlatımın bu kişiler üzerine şekillendiğini belirtmekte, bu kişilere temel kişi
dendiğini, roman akışı içerisinde, ikinci derecedeki kişilere ise yan kişi
dendiğini belirtmektedir.

4
• Temel kişi, yan kişi ayrımının yanında kişilerle ilgili önemli olan bir diğer ayrım da karakter ve
tip ayrımıdır.
• Tekin (2003) karakterin bir nesnenin, bir bireyin hatta bir topluluğun kendine özgü yapısı,
onları başkalarından ayıran belirti ve bireyin davranış biçimlerini belirleyen ana özellik
olduğunu, romancının, anlatıyı sürükleyecek kişiyi, anlatının niteliğine uygun olarak çizmesine
ona beşeri bir yapı kazandırarak canlandırmasına karakterizasyon dendiğini belirtmektedir.
• Tekin (2003) karakter çiziminde temel olarak açıklama ve dramatik yöntem olmak üzere iki yol
bulunduğunu belirtmektedir.
• Açıklamada çizilmek istenen kişiyle ilgili bilgilerin bizzat yazar tarafından verilmesi söz
konusuyken, dramatik yöntemde, kişinin davranış, düşünce ve duygularıyla kendi kendini
ortaya koyması durumu bulunmaktadır. Romanda karakter bu açıdan özgün bir yön taşır. Her
zaman kendinden bekleneni yapmaz, ait olduğu topluluğun, sosyal tabakanın davranış kalıpları
dışında bir tutum içerisine girerek bir özgünlük sergiler.
5
• Karakter dışında roman için önemli olan bir diğer kişi özelliği ise ‘tip’tir.
• Moran (1982) tipin kendi dışında bir şeyi temsil eden roman kişisi olduğunu, diğer bir
deyişle, roman dünyasının dışında kalan, dış dünyada mevcut bir kavramı ya da bir
insan türünü temsil eden bir roman kişisi olduğunu belirtmektedir.
• Özdemir (2002) tip terimini, benzerlerinin ortak yönlerini kendisinde toplayan, onları
simgeleyen kişiler olarak tanımlamakta, insana özgü onu yücelten ya da aşağılaştıran
nitelikler, davranışlar, yönelim ve yönsemelerin bir kişide toplandığını dolayısıyla
tiplerin olağan, gündelik yaşamda karşılaşılan sıradan insanlardan öte insana özgü
özelliklerden birini doruk noktasına çıkartan kişi olduğunu belirtmektedir.

6
2) Zaman

• Zaman kavramının fiziksel bir gerçekliği vardır. Diğer bir deyişle, dünyanın kendi
etrafında ve güneş etrafında dönmesi gibi fiziksel olaylar, zamanın oluşumuna neden
olur.
• Bu durum insanın gerçekliğinin dışında, insandan bağımsız bir durumdur. Biz istesek
de istemesek de dünya döner ve zaman akıp gider.
• Zamanın insan yaşamı üzerindeki önemi nedeniyle, insanlık gelişim süreci içerisinde
bu fiziksel gerçekliği, zihnimizde kodlama, hatta dilin içerisine yerleştirme ihtiyacı
hissetmiş ve gerçek zamanı (time) yansıtmak için dilin içerisinde de dilbilgisel zaman
(tense) kategorisi oluşturmuştur.

7
• Tekin (2003) Parmenides-Platon-Aristo geleneğinde zamanın mutlak ve parçalanmaz
bir güç olarak kabul edildiğini ve zaman ile fiziksel dünya arasında mutlak bir bağın
olduğuna inanıldığını aktarmak, Newton’un ise, zaman ile mekân kavramlarını
birbirinden bağımsız düşünmesine karşın onun da zamanın mutlak, değişmez ve
bölünmez olduğu belirtilmektedir.
• Tekin (2003) Einstein’ın görelilik kuramı ile birlikte zamanın mekân ile birlikte
düşünülmeye başlandığını, dolayısıyla zamanın mutlak olmadığı düşüncesinin ortaya
konduğunu belirtilmektedir.
• Modernleşme süreci ile birlikte zamanın parçalandığı ve salise, saniye, saat, gün ay,
yıl gibi kesimlere ayrıldığı ancak modern dönemlerden önce zamanın teoloji eksenli
değerlendirildiği ve bölünmediği belirtilmektedir.

8
•Zamana ilişkin bakış açısındaki bu değişiklik, roman başta olmak üzere sanat eserlerinin
kurgusuna da derin etkisi olmuş ve farklı zaman kurgularının oluşturulmasına olanak
tanımıştır.

•Tekin (2003) klasik romanda zamanın geçmiş, şimdi ve gelecek zamanı içerdiğini, olayın da
büyük ölçüde geçmiş zamanda başladığını, düğüm noktasının şimdiki zamanda
belirginleştiğini ve çözüm bölümünün de gelecek zamana bırakıldığını belirtmektedir.

• Modern dönemde ise, bu anlayış terkedildiğini, pozitif bilimlerin, felsefe ve psikoloji gibi
alanların etkisiyle kronolojik zaman anlayışının yerine psikolojik zaman anlayışının egemen
olduğunu aktarmaktadır.
•Zaman konusunda bu yeni bakış açısıyla birlikte, anlatılarda oldukça farklı zaman
kurgularının ortaya konduğu görülmektedir. Artık sadece öncelik sonralık ilişkisi içerisinde,
çizgisel bir zaman kurgusunun yanı sıra sondan başa doğru olan, tekrarlılıkla oluşturulan,
ileriye sıçrayışların, geriye dönüşlerin bulunduğu romanların görülmesi de mümkün olmuştur.

9
• Yazma sürecine bakıldığında temel olarak üç zamandan bahsedebiliriz.
• Birincisi yazarın romanı yazdığı yazma zamanıdır. Buradaki zaman gerçek zamanı
ifade edecektir. Çünkü; yazar kurgusal bir ürün değildir.
• İkincisi, roman içerisindeki anlatıcının olayı anlatma zamanıdır. Bir sonraki
bölümde değineceğimiz gibi, roman içerisindeki anlatıcı kimi zaman ana karakterin
kendisi olabilmekte kimi zaman ise, roman kişilerinin dışında bir anlatıcı
bulunabilmektedir. Her iki durumda da roman içerisinde kurgusal nitelikli
anlatıcının olayı anlatma zamanı söz konudur.
• Son olarak, bir romanda bulunan bir başka zaman; anlatıcının aktardığı olay
zamanıdır.

10
Anlatıcı ve Bakış Açısı
• Bir romanda kim konuşur? Roman gibi geniş ölçekli bir anlatıda, anlatıcı dediğimizde
farklı düzlemler söz konusudur. Kişi olarak bir romanda öncelikle yazardan söz
edebiliriz.
• Yazar gerçek dünyaya ait olan bir kişidir ve roman, yazarın eseridir. Yazar roman
içerisinde bir anlatı oluşturur ve romanı bu anlatıcı anlatır. Bu kimi zaman
görünmeyen bir dış ses gibidir. Anlatıcı kimi zaman da roman içerisindeki bir
karakterdir.
• Dolayısıyla, Günay (2003)’in de belirttiği gibi yazar ile anlatıcı; okuyucu ile anlatılan
arasında farklılıklar bulunmaktadır.
• Yazar ve okur gerçek dünyaya aittir. Anlatan ile anlatılan ise, metin içerisinde var olan
şeylerdir.
• Günay (2003) bazı metin tiplerinde yazar ile anlatıcının aynı kişiler olabileceğini
sözgelimi özyaşamöyküsel anlatılarda yazar ile anlatıcının kesiştiğini belirtmektedir.
Diğer durumlarda ise, anlatıcı ile yazar ayrı kimliklere sahiptir. Bir romanda yaşanan
her şey anlatıcının bakış açısına göre şekillenir. Anlatıcı söz konusu olduğunda ise,
odaklayım kavramı devreye girmektedir.
11
Temel olarak üç tür odaklayım diğer ifadeyle, anlatıcı bakış açısı
bulunmaktadır:

1) Sıfır odaklayım ya da tanrı bakış açısı


2) İç odaylayım ya da birinci kişi (ben) bakış açısı
3) Dış odaklayım ya da üçüncü kişi (o) bakış açısı

12
Sıfır Odaklayım
• Sıfır odaklayım tanrı bakış açısı olarak da bilinir. Çünkü anlatıcının olaydaki her şeye
ilişkin bilgisi vardır.
• Anlatıcı bütün kişilerin geçmişini bilir, yeri geldiğinde geçmişten anlatımlar yapar. Aynı
şekilde anlatıcı, kişilerin gelecekte yaşayacaklarını da bilir.
• Anlatının bir bölümünde “üç ay sonra trafik kazası geçireceğinden habersiz ….” gibi
bir ifadeyi kolayca söyler.
• Bununla birlikte, kişilerin düşüncelerini, hislerini fark eder ve bunlara ilişkin
yorumlarda bulunur.
• Dolayısıyla, sıfır odaklayımda anlatıcı özneldir, olayın dışında durur. Bu nedenle de
sıfır odaklayım da genellikle 3. kişili bir anlatım biçimi kullanılır.

13
Yazar Anlatı Kişisi Kahraman

Yazar; metni Anlatı kişisi; olayı Kahraman;


yazar. Gerçek yani kahramanın olayın
bir kişidir. Yazar başından neyin içerisindedir.
metnin geçtiğini anlatır. Olayları yaşar.
içerisinde yer Tanrı bakış açısında Metin onun
almaz. anlatıcı her şeyi hakkındadır.
bilir.

14
İç Odaklayım
• İç odaklayımda olayların anlatım sürecinde bakış açısı, bir anlatı kişisine göredir.
Diğer bir deyişle, bütün olaylar, aktarılan betimlemeler bir kişinin (anlatıcı kişisinin)
bakış açısıyla, gördükleriyle, hissettikleriyle sınırlıdır.
• Romanda böylece bir kişinin (kahramanın) bakış açısı aktarılırken öznel bir tutum
sergilenmiş olur.
• Kahraman başından geçenleri aktarırken birinci kişili (Ben) bir anlatım tercih eder.
• Günay (2003) bu anlatım biçiminde anlatıcının kahramanın gördüğü ile yetindiğini,
anlatımı olay kahramanının gerçekleştirdiğini, ve bu “ben” anlatımında kahramanın
bulunduğu durumu, başından geçenleri, gözlemlerini, izlenimlerini ve duygularını
doğrudan kendisinin verdiğini ve bu anlatım biçiminde okurun, anlatıcı kişi olan olay
kahramanı ile kendini özdeşleştirmesinin daha kolay olduğunu belirtmektedir.

15
Anlatı Kişisi ve Kahraman
Yazar

Yazar; metni İç odaklayımda, anlatı


yazar. Gerçek kişisi kahramanın
bir kişidir. Yazar kendisidir. Kahraman;
metnin başından geçen olayları
içerisinde yer doğrudan anlatır.
almaz.

16
Dış Odaklayım
• Dış odaklayımda, iç odaklayıma benzer bir biçimde olayı romandaki bir kişi aktarmaktadır.
• İç odaklayımda, anlatı, kahramanın bakış açısına göre şekillenmektedir. Dış odaklayımda ise,
anlatıcı; kahraman değil, üçüncü bir kişidir. Dolayısıyla, anlatıcı olayı gören bir gözlemci gibidir
ve sadece gördüklerini aktarır.
• Günay (2003) pencereden bir kavgayı izleyip görülenlerin anlatılmasını ve kişilerin davranışları
ve hareketlerinden yola çıkarak tahmin yürütmesini dış odaklayıma örnek olarak
göstermektedir.
• Bu anlatımda anlatıcı, olayları iç odaklayıma göre daha yansız olarak vermektedir. Dolayısıyla, iç
odaklayımda bakış açısı anlatı kişisine göredir. Anlatı ve betimlemeler bu kişinin gördükleri ile
sınırlıdır.
• Dış odaklayıma göre daha özneldir. Anlatıcı; kahramanın gördüğü ile yetinir. Dış odaklayımda
anlatıcı; bir tanık-gözlemci durumundadır. Dış odaklayım, 3. kişili bir anlatım içermesi nedeniyle,
sıfır odaklayıma benzemektedir.
• Ancak dış odaklayımda daha nesnel ve tanıklık üzerine kurulu bir bakış açısı bulunmasına karşın
sıfır odaklayım öznel ve anlatıcının tanık olarak kalmadığı ve her şeyi bildiği bir anlatım söz
konusudur.

17
Yazar Anlatı Kişisi Kahraman

Yazar; metni Anlatı kişisi; olayı yani Kahraman;


yazar. Gerçek kahramanın başından olayın
bir kişidir. Yazar geçenleri anlatır. 3. içersindedir.
metnin Kişili anlatımda Olayları yaşar.
içerisinde yer anlatıcı, bir gözlemci Metin onun
almaz. gibidir. Sadece hakkındadır.
gördüklerini anlatır.
18
Mekân

Şengül (2010) romanlarda mekanların şu türden özellikler gösterdiğini


belirtmektedir:
1) Somut Mekânlar
1a) Açık/Geniş/Dış Mekân
1b) Kapalı/Dar/İç Mekân
1c) Genel mekânlar
1d) Özel Mekânlar
2) Soyut mekânlar

19
Kapalı/Dar/İç Mekân
• Kapalı mekânlar denildiğinde ev, okul, kamu binaları, konak, otel gibi yerler
belirginlik kazanmaktadır.
• Şengül (2010) psikolojik romanlarda kapalı mekânların daha fazla
kullanıldığını kapalı mekânlarla özdeşleşen tiplerin, kendi iç dünyalarında
yaşayan, toplumsal ilişkilerinde sorunlar gösteren özelliklere sahip olduklarını
belirtmektedir.
• Gerçekten de kapalı mekânlarda fiziksel kısıtlılık daha fazla olduğunda
olaydan daha çok durumların belirginlik kazandığı, kişiler arası diyalogların,
etkileşimlerin ön plana çıktığı görülmektedir.
• Buna karşın geniş mekânlarda ise, olay daha ön planda olmaktadır.
20
Açık/Geniş/Dış Mekân

• Şengül (2010) özellikle macera romanlarında ve polisiye romanlarda, aksiyonun


önemli bir unsur olduğunu ve aksiyonun oluşum ve gelişimi için geniş mekânlara
ihtiyaç duyulduğunu belirtmektedir.

• Geniş mekânsal alanların, roman karakterleri için hareket olanakları sağlamakla


birlikte, olayların gelişmesine de yardımcı olduğu, olayın geniş bir alana
yayılmasını sağladığı belirtilmektedir.

• Şengül (2010) tarihi romanlarda kurgunun, genellikle açık mekânlarda


ilerlediğini, genellikle geçmişte bir mekânda başlayıp farklı mekânlara doğru
genişleyen bir yapı gösterdiğini ve anlatılan tarihi olayın, dönem ve toplumsal
yapının, geniş bir coğrafyaya ihtiyaç duyduğunu belirtmektedir.

21
Genel Mekânlar:
Şengül (2010) kamusal alanlar olarak ifade ettiği bu mekânların, roman kişilerinin toplumsallaşma/ma
ölçütlerini açığa çıkardığını belirtmekte, toplumla ne kadar uyumlu bir yaşamın ortaya konulabileceğinin
bu mekânlarda açığa çıktığını, yine kişisel ve toplumsal çatışmaların en iyi yansıtıldığı yerlerin genel
mekânlar olduğunu ifade etmektedir
Özel Mekânlar:
Şengül (2010) ev, mutfak, bahçe gibi, belli bir kişinin veya ailenin kullanımında olan mekânları özel
mekânlar alt grubunda değerlendirmektedir. Kişiler ile bu türden mekânlar arasında bir
bütünselleşmeden söz edilebileceği, kişisel farklılıkların veya psikolojik boyutların, daha çok bu tür
mekânlarda karşılık bulduğunu aktarılmaktadır. Gerçekten de, kişiler arasındaki görüş farklılıklarının
genellikle özel mekânlar içerisinde ortaya konulduğu görülmektedir.
Soyut Mekânlar:
Şengül (2010) anlatılarda somut mekânların, genellikle kurgunun gerçekleştiği yer olarak varlığını ortaya
koyduğunu belirtmektedir. Roman dışındaki masal, efsane gibi türlerde yoğun olarak kullanılan soyut
mekânlar, gerçekte var olmayan, yazarın tasarladığı kurgusal yerlerdir. Soyut mekanlar ütopik, distopik,
fantastik ya da metafizik bir özellik taşıyabilir. Böylesi mekânların taşıdıkları mekânsal özellikler, gerçek
dünyadan oldukça farklı özellikler gösterecektir. İnsan mekân etkileşimi düşünüldüğünde bu tip mekânlar
farklı ve kendi gerçekliğini yaratır.

22
Anlatının Yapısı
•Günay (2003) her anlatı içerisinde temel kesitler ve ikinci dereceden kesitler bulunduğunu, bir
anlatının sözdizimsel mantığını ortaya koyan temel yapısının anlatı izlencesi olarak adlandırılacağını
belirtmektedir.
•Roman dâhil, bütün anlatılarda anlatının izlencesine yani gidişatına bakıldığında şöylesi bir sıralı
düzenin bulunduğu görülmektedir:
- Bir anlatıda başlangıçta bir durum ortaya konulur. Yani metnin başlangıç durumunda bağlam
verilir. Metin bir kurulu düzenin varlığını belirterek başlar.
- Bu başlangıç durumu; daha önceden de süregeldiği varsayılan kurulu bir düzeni belirten
bölümdür. Sonra, bu durumu bozacak bir başka durum gelişir. Diğer bir deyişle, dönüştürücü
öğenin devreye girmesiyle kurulu düzende var olan durumu değiştirecek bir olay gelişir. Süregelen
durumun bozulması söz konusu olur ve var olan durumun değişimine neden olan karıştırıcı öğe,
anlatıya yeni bir ivme kazandırır. Dönüştürücü öğe ile birlikte anlatıda yeni olaylar gelişir.
Başlangıçtaki sakin durum bozulmuştur ve düzensizlik değişik olaylarla sürer.
- Metnin ilerleyen bölümünde olayın çözümlenmesinde yardımcı olabilecek beklenmedik olgu ve
dengeyi sağlayan bir güç söz konusu olur. Diğer bir deyişle, dengeleyici bir öğrenin gelişimi söz
konusudur. Bununla birlikte, anlatıda denge yeniden kurulur. Düzensizliği gideren olaylar gelişir.
Metnin sonunda ise, başlangıçtaki durumla ilgili bir sonuca varılır. Yeniden kurulan dengeye bağlı
olarak anlatı son biçimini alır.

23
•Greimas bütün anlatılarda eylemler dizininde bir düzenin bulunduğunu
belirtmektedir.

• Söz gelimi bütün anlatılarda kahramanı harekete geçiren gönderici niteliğinde bir
kişi ya da durum söz konusudur.

•Anlatıdaki eylemler silsilesi bu gönderici ile özne arasındaki etkileşim, anlaşma ile
başlar.

•Bu anlaşmanın ardından özne söz konusu eylemi yani roman içerisinde girişeceği
olayları yapıp yapamayacağını denetler.

•Daha sonra olaylar gelişir ve son olarak gönderici ile özne yeniden bir araya gelir ve
eylemin başarılı olup olmamasına göre bir son duruma ulaşılır.

24
Eyleyen Şeması

İletişim Ekseni

Gönderen Gönderen Alıcı

İsteyim Ekseni

Yardımcı Engelleyici
Özne

Edim Ekseni

25
Teşekkürler

26

You might also like