Professional Documents
Culture Documents
ÖZET
ÖZET
ÖZET
ATATÜRK İLKELERİ
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşları olarak anılabilecek
ilkeler, Atatürk tarafından bir ideoloji temelinde biraraya getirilmiş uygulamalardır.
Türk ulusunun ihtiyaçları ve halkın özellikleri doğrultusunda sentez edilmiş olan bu
ilkeler, Kurtuluş Savaşı ile başlayıp 1930 yılında netleştirilmiş ve belirlenmiştir.
1931 yılında toplanan Cumhuriyet Halk Fırkası (O tarihlerde henüz çok partili
yaşama geçilmediğinden sadece bu parti vardı) kurultayında partinin temel ilkeleri
olarak açıklanmış ve daha sonra Anayasa maddesi haline getirilerek devletin temel
ilkeleri olmuştur.
Atatürk ilkeleri bir bütündür ve ancak hep beraber incelendiğinde anlam ifade
eder. İlkelerden bir veya birkaçının beğenilmemesi, değiştirilmek istenmesi ya da
farklı yorumlanması, kabul edilebilir bir yaklaşım değildir zira bu bakış açısı bir
bütün olan Atatürkçülüğün içinin boşaltılması anlamına gelir. Zamanın koşullarına
göre değişimlere uğrayabilecek ancak temel esasları üzerinde farklılaşma
yapılamayacak olan bu ilkeler, anayasalarımızda yer alarak devletin nitelikleri
olarak değerlendirilmiş ve devlet politikasının esasını teşkil etmiştir.
BAĞIMSIZ VE GÜÇLÜ TÜRKİYE CUMHURİYETİ
DEVRİMCİLİK
LAİKLİK
DEVLETÇİLİK
HALKÇILIK
MİLLİYETÇİLİK
CUMHURİYETÇİLİK
Çağdaşlaşmak
Dinamiklik Bilimsellik
Uluslaşmak Akılcılık
Demokrasiye Sahip Çıkmak Laikliği Benimsemek
CUMHURİYETÇİLİK
* “Yolunda çalıştığımız büyük kutsal ideali halkın kalbinde bir fikir hâlinden bir
his hâline getirmelisiniz. Demokrasinin ne olduğunu halka anlatmak, madde
madde açıklamak lazımdır. Cumhuriyeti, onun gereklerini yüksek sesle anlatınız.
Onlara cumhuriyet prensiplerini sevdiriniz. Bunu kalplere yerleştirmek için
hiçbir fırsatı kaçırmayınız.”
CUMHURİYETÇİLİK
* “...Çünkü bu ulus fertleri de umum Türk camiası gibi müşterek maziye, tarihe,
ahlaka, soya ve hukuka sahip bulunuyorlar. Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu,
Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep aynı ırkın evlatları, hep aynı
cevherin damarlarıdır.”
Atatürk, uygulamaya geçirdiği tek ulus anlayışıyla temel bir politika ortaya
koymuştur. Bir devletin çağdaş ve güçlü olmasının gereği olan bu ilke, günümüz
küresel güçlerinin ısrarla uyguladığı bir formüldür. Atatürk’ün milliyetçilik
anlayışı üç ana noktada odaklanmıştır:
* Ulusal karakterin oluşması: Üstün ırk olmadığı gibi azınlık ırk da yoktur.
Devletin siyasi ve sosyal yapısı içinde kendilerini farklı göstermek isteyenler ya
da dış güçlerin etkisiyle bu şekilde davrananlar, vatandaşların ulusal birliğini
zedeleyemez.
* Birlik ve beraberlik: Türk halkını sosyal ve siyasal bir bütün halinde tutacak
en önemli unsur dildir. Türk ulusunun dilinin Türkçe olduğunu hatırlatan Atatürk,
milliyetçiliğin esasını dil birliğinin korunması ile mümkün olabilecek bir özellik
görür.
Halkın, halk tarafından, halk için yönetilmesi demek olan halkçılıkta asıl
önemli konu, halkın kendi kendini demokratik esaslara uygun olarak
yönetmesidir.
Türk Halkı Türk Devleti’nin beşeri unsurunu oluşturur. Türk Milleti, Türk
Halkının Türklük bilinci içinde gelişmesiyle siyasi ve sosyal planda değer
kazanmasıdır.
* “Bunu bir kelime ile ifade etmek lazım gelirse, diyebilirim ki, yeni Türkiye Devleti bir
halk devletidir, halkın devletidir.”
* “Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil ve fakat kişisel ve
sosyal hayat için iş bölümü itibarıyla çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak
görmek esas prensibimizdir.”
Türk Devrimi’ne göre laiklik dine karşı ve dinsizlik olarak kabul edilemez, Türk
Devrimi irticanın, skolâstik zihniyetin, cehaletin ve yobazlığın karşısındadır. Yeni Türk
Devleti, Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu din devleti özelliklerini irdeleyerek devletin
modernleşmesinin yolunun laik anlayışla mümkün olabileceğini değerlendirmiştir.
Laikliğin gelişmesi kademeli bir süreç takip etmiş, önce teokratik devletin
dayanaklarından biri olan saltanat yıkılmış, sonra halifelik makamı kaldırılmıştır. 9
Nisan 1928 tarihli Anayasa değişikliği ile devletin dininin İslam olduğu hükmü
Anayasadan kaldırılmış, 1937 yılında da laik devlet terimi Anayasa’da yerini almıştır.
Çağımızda toplum hayatında din hürriyetinin korunması ancak devletin laik olması
ile mümkündür. Laiklik, kanun önünde ayrı dinlere mensup olanların eşitliğine olduğu
kadar aynı dine mensup olanlar arasında mezhep eşitliğine de yer verir.
Halkın anlayabileceği seviyede bir Kur’an tercümesi yapılırken hata yapmaktan korkulması
nedeniyle bu işe girişilemediğini belirten Atatürk, olası bir hata endişesinden dolayı Kur’an’ın
yüce anlamının öğretilmesinden kaçınılmaması gerektiğini savunuyordu. Bunu bir eksiklik olarak
değerlendirerek, gereken ödeneğin tahsis edilip, Diyanet İşleri Başkanlığı öncülüğünde ve
denetiminde Türkçe’ye çevrilmesi işini başlattı. Çünkü halkın aydınlanmasını ve anlamını
bilmeden ibadetten uzak durmasını istemişti.
Bu görevi bizzat Mehmet Akif Ersoy’a ve Elmalılı Hamdi Yazır’a vermişti. Ancak Mehmet
Akif Ersoy birtakım endişeler ve çevre baskısıyla bu görevi kabul etmemiş, Türklerin ana
dillerinde İslamiyet’i öğrenebilmesine kapı aralayan hizmeti Elmalılı Hamdi Yazır sırtlamıştır.
LÂİKLİK
Atatürk’ün ifadelerinde laiklik:
* “Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiç kimse hiç
bir kimseyi, ne bir din, ne de bir mezhebi kabul etmeye zorlayabilir.
Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olamaz.”
LÂİKLİK
Atatürk’te Lâiklik Anlayışı
Atatürk’ün lâikliği kesinlikle dine karşı değildir.
Din bir vicdan işidir.
Herkes vicdanına uyup uymamakta özgürdür.
Atatürk din gerçeğini inkâr etmez. Hattâ dinin değerini de belirtir.
İslâm dinini, Atatürk çeşitli konuşmalarında "akla en uygun, en mükemmel din"
diyerek övmüştür.
Atatürk’ün lâikliği dine karşı değildi; tersine O, dine sevgi ve saygı göstermektedir.
Lâiklik tam bir inanç özgürlüğü ortamında, ulus ve devlet işlerini din işlerinden
ayırmaktan başka bir şey değildir.
Atatürk din-devlet birliğinin sonunda dinin üstünlüğü ile bittiği gerçeğini açıkça
görmüştü. Vicdan işi olan din, kendi kalıplarını devletin ve bireyin üstüne geçirince
toplumsal gelişme duruyordu.
Lâiklik yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması değildir. Bütün yurttaşların vicdan,
ibadet ve din özgürlüğü demektir.
Dine saygının ve din-devlet işlerinin ayrılmasının doğal sonucu din adına siyasal
sömürü yapılmamasıdır.
Lâiklikte herkes kendi vicdanının gereğini rahatça yerine getirmeli, kimse tarafından
rahatsız edilmemeli, din siyasete de karıştırılmamalıdır.
DEVRİMCİLİK - İNKILÂPÇILIK
“Devrim” kelimesi Türkçe olup “yerleşik toplumsal düzeni köklü, hızlı ve geniş kapsamlı
olarak niteliksel değiştirme ve biçimlendirme eylemi” olarak açıklanmıştır.
Fransızca “Rêvolution” ve İngilizce “Revolution” kelimelerinin karşılığı olan devrim,
sıklıkla “İnkılâp” kelimesiyle eş anlamlı kullanılmaktadır. Arapça -kalb- kökünden türetilen
inkılâp, “bir halden başka bir hale dönüşme, değişme” anlamına gelir. Aralarında Atatürk’ün
de yer aldığı çok sayıda devlet adamı, değişik zamanlarda hem devrim hem de inkılâp
kelimelerini kullanmışlardır.
Yabancı kökenli kelimeler yerine aynı anlamda olduğu değerlendirilen Türkçe kökenli -
devrim- kelimesi kullanılarak, olayın özünden uzaklaşmak önlenir ve kelimelerin
tartışılması yerine “Atatürkçülük” veya “Atatürkçü Düşünce Sistemi”nin öne çıkarılması
sağlanır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün devrim anlayışı, ulusun en yüksek medeni ihtiyaçlara göre
ilerlemesini sağlayacak yeni oluşumlara açık olmayı ve büyümeyi sağlayacak şartların
oluşturulmasını hedeflemektedir. İhtilal mantığından çok ötede bir kavram olarak ifade
ettiği devrim, geri kalmışlığın çaresi olarak yürürlüğe girmişti. Tüm eserlerinin zaman
ve koşulların gerisinde kalmasını önleyecek bir deha örneği veren Atatürk, laiklik ve
demokratiklik yapısına ters düşmemek koşuluyla herşeyin yeni düzenlemelere açık
olmasını istemiştir.
İnsan toplulukları devamlı gelişme halindedir. Güncel ihtiyaçlar toplumlara yeni bir
düzen getirir. Devrimciliğin devamlılığı toplum düzeninin gelişmeye açık olmasının
sonucudur. Türk Devrimi tutucu, dogmatik ve katı doktrinlere bağlı olmadığından
devamlı olarak devrim anlayışını içinde barındırır.