ÖZET

You might also like

Download as pptx, pdf, or txt
Download as pptx, pdf, or txt
You are on page 1of 34

TARİH-2 KONU: 7

ATATÜRK İLKELERİ
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşları olarak anılabilecek
ilkeler, Atatürk tarafından bir ideoloji temelinde biraraya getirilmiş uygulamalardır.
Türk ulusunun ihtiyaçları ve halkın özellikleri doğrultusunda sentez edilmiş olan bu
ilkeler, Kurtuluş Savaşı ile başlayıp 1930 yılında netleştirilmiş ve belirlenmiştir.
1931 yılında toplanan Cumhuriyet Halk Fırkası (O tarihlerde henüz çok partili
yaşama geçilmediğinden sadece bu parti vardı) kurultayında partinin temel ilkeleri
olarak açıklanmış ve daha sonra Anayasa maddesi haline getirilerek devletin temel
ilkeleri olmuştur.

Atatürk ilkeleri bir bütündür ve ancak hep beraber incelendiğinde anlam ifade
eder. İlkelerden bir veya birkaçının beğenilmemesi, değiştirilmek istenmesi ya da
farklı yorumlanması, kabul edilebilir bir yaklaşım değildir zira bu bakış açısı bir
bütün olan Atatürkçülüğün içinin boşaltılması anlamına gelir. Zamanın koşullarına
göre değişimlere uğrayabilecek ancak temel esasları üzerinde farklılaşma
yapılamayacak olan bu ilkeler, anayasalarımızda yer alarak devletin nitelikleri
olarak değerlendirilmiş ve devlet politikasının esasını teşkil etmiştir.
BAĞIMSIZ VE GÜÇLÜ TÜRKİYE CUMHURİYETİ

DEVRİMCİLİK

LAİKLİK

DEVLETÇİLİK

HALKÇILIK

MİLLİYETÇİLİK

CUMHURİYETÇİLİK

Çağdaşlaşmak

Dinamiklik Bilimsellik

Uluslaşmak Akılcılık
Demokrasiye Sahip Çıkmak Laikliği Benimsemek
CUMHURİYETÇİLİK

Arapça “cumhur” = halk sözcüğünden türeyen cumhuriyet, iktidarın


millet topluluğuna, umuma ait olduğunu öngören devlet şekli demektir.
Devlet düzeni ve yönetiminde şahsi isteklerin ve keyfiliğin egemen
olmasını önleyen en sağlam güvencedir. Türk ulusunun yaratılışına,
onuruna ve anlayışına en uygun yönetim şeklinin cumhuriyet olduğunu
belirten Atatürk, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk ulusuna ait olduğunu
hatırlatmıştı. Bu görüşün ifadesi demokrasidir.

Demokrasi olabilmesi için cumhuriyet şarttır ancak her cumhuriyet


demokrasi değildir. Demokrasi olabilmesi için düşünce, seçme-seçilme,
seyahat, yazım, dernek/kuruluş oluşturma ve üye olabilme özgürlüğü
gerekir. Cumhuriyeti yaşatmak vatandaşların siyasi olgunluk, ahlâki
değerlere bağlılık ve kamu yararına yapılan işlere desteği ile mümkündür.
CUMHURİYETÇİLİK

Atatürk’ün ifadelerinde cumhuriyetçilik:

* “Cumhuriyet yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir.


Cumhuriyet fazilettir. Cumhuriyet idaresi, faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir.”

* “Cumhuriyet’in iç siyaseti vatandaşın yaşayışını hiçbir etki, baskı ve


sataşmanın tesirinde bırakmaksızın sağlamaktır.”

* “Yolunda çalıştığımız büyük kutsal ideali halkın kalbinde bir fikir hâlinden bir
his hâline getirmelisiniz. Demokrasinin ne olduğunu halka anlatmak, madde
madde açıklamak lazımdır. Cumhuriyeti, onun gereklerini yüksek sesle anlatınız.
Onlara cumhuriyet prensiplerini sevdiriniz. Bunu kalplere yerleştirmek için
hiçbir fırsatı kaçırmayınız.”
CUMHURİYETÇİLİK

 Atatürk’ün ulusal egemenlik konusundaki düşünceleri;


 Egemenlik, insanların iradelerini gerçekleştirmek için kullanmak
zorunda oldukları bir araçtır.
 İnsanlar iradelerini diledikleri gibi gerçekleştirmek isterlerse
egemenliklerini doğrudan doğruya kullanmalıdırlar. Her insan
egemenliğe aynı derecede sahiptir.
 İnsanlar egemenliklerini bir başkasına emanet ederlerse, iradeleri
diledikleri biçimde beliremez.
 Bütün bu nedenlerden dolayı egemenlik ulusun bütününe aittir.
Egemenliğe ulustan başka kimse sahip olamaz. Egemenlik bölünemez,
parçalanamaz.
MİLLİYETÇİLİK

Millet, vatan üzerinde;


* Aynı dille,
* Aynı duyguyla bir kültür birliği kuran,
* Bir arada yaşam şuuruna sahip halk topluluğudur.

Millet demek ırk demek değildir. Irk, antropolojik ve filolojik özelliklere


göre oluşan bir topluluktur. Deri rengi, kafatası ölçüsü, kan grubu, saç, yüz vb.
görünüme göre yapılmış ayrımlar, günümüzde geçerliliğini yitirmiş ayrımcılık
içeren özelliklerdir. Benzer şekilde, dini inançlar çerçevesinde oluşmuş
ümmetçilik de milletten farklı bir kavramdır.

Milliyetçilik, bir sosyal politika prensibi olarak millet gerçeğinden hareket


eden, milli menfaatleri sağlamak üzere bir ülkü etrafında toplanmaktır.
MİLLİYETÇİLİK

Atatürk’ün ifadelerinde milliyetçilik:

* “...Çünkü bu ulus fertleri de umum Türk camiası gibi müşterek maziye, tarihe,
ahlaka, soya ve hukuka sahip bulunuyorlar. Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu,
Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep aynı ırkın evlatları, hep aynı
cevherin damarlarıdır.”

* “Ne mutlu Türk'üm diyene!”

* “Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak, önce bizim kendi benliğimize ve


milliyetimize bu saygıyı hissen, fikren, fiilen bütün davranış ve hareketlerimizle
gösterelim; bilelim ki millî benliğini bulamayan milletler başka milletlerin
avıdır”
MİLLİYETÇİLİK

Atatürk, uygulamaya geçirdiği tek ulus anlayışıyla temel bir politika ortaya
koymuştur. Bir devletin çağdaş ve güçlü olmasının gereği olan bu ilke, günümüz
küresel güçlerinin ısrarla uyguladığı bir formüldür. Atatürk’ün milliyetçilik
anlayışı üç ana noktada odaklanmıştır:
* Ulusal karakterin oluşması: Üstün ırk olmadığı gibi azınlık ırk da yoktur.
Devletin siyasi ve sosyal yapısı içinde kendilerini farklı göstermek isteyenler ya
da dış güçlerin etkisiyle bu şekilde davrananlar, vatandaşların ulusal birliğini
zedeleyemez.

* Birlik ve beraberlik: Türk halkını sosyal ve siyasal bir bütün halinde tutacak
en önemli unsur dildir. Türk ulusunun dilinin Türkçe olduğunu hatırlatan Atatürk,
milliyetçiliğin esasını dil birliğinin korunması ile mümkün olabilecek bir özellik
görür.

* Ülkü birliği: Etnik kökeni ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının


aynı duygu ve düşünceler içinde olabilmesi, devlet menfaatlerini kendi
menfaatleri gibi görüp sahip çıkması anlayışıdır.
 Atatürk’e Göre Türk Ulusçuluğu
 Atatürk, ulusçuluğa esas olan “ulusallığı” şöyle tanımlıyor: “Bir ulusun diğer uluslara
oranla doğal veya sonradan kazanılmış özel karakter sahibi olması; diğer uluslardan
farklı bir yaşayış göstermesi; çoğunlukla onlardan ayrı olarak ama onlarla koşut bir
gelişme içinde bulunmasına ulusallık ilkesi denir”.
 Ulusçu (milliyetçi), belli bir ulusa bağlı olduğunu, onun bir üyesi olduğunu kabullenir.
 Ulusunun diğerlerinden ayrı özellikleri olduğunu bilir.
 Ulusçu kendi ulusunun diğerlerinden farklı olduğunu ama onlarla birlikte gelişmesi
gereğini anlamıştır ve bu uğurda canla başla çalışır.
 Türk ulusuna ait olma bilinci Türk ulusçuluğunun temel koşuludur.
 Türk ulusçusu aynı zamanda insanlık sevgisini yüreğinde taşır.
 Türk ulusu her uygar ulus gibi geçmişin bütün dönemlerinde, buluşlarıyla, icatlarıyla
uygarlık âlemine hizmet etmiş insanların, ulusların değerini takdir [eder] ve anılarını
saygıyla saklar.
 Türk ulusu insanlık âleminin içten bir ailesidir.
 Karşılıklı olmak kaydıyla her ulusa saygı gösterir.
 Türk ulusçusunun insanlık duyguları ve anlayışı yüksek olmalıdır.
 Türk ulusçuluğu, ilerleme ve gelişme yolunda ve uluslararası ilişkilerde bütün çağdaş
uluslara koşut olarak ve onlarla bir ahenkle yürümekle birlikte, Türk toplum
bütünlüğünün özel yetenek ve üstünlüklerini ve başlı başına bağımsız kimliğini saklı
tutmaktır.
 Türk ulusçusu hem benliğini sürdürmek hem de onu en üstün ulusların bilinçleri
düzeyine çıkarıp geliştirmek için bu ölçülerle yetinmelidir.
HALKÇILIK

 Halkın, halk tarafından, halk için yönetilmesi demek olan halkçılıkta asıl
önemli konu, halkın kendi kendini demokratik esaslara uygun olarak
yönetmesidir.

 Türk Halkı Türk Devleti’nin beşeri unsurunu oluşturur. Türk Milleti, Türk
Halkının Türklük bilinci içinde gelişmesiyle siyasi ve sosyal planda değer
kazanmasıdır.

 Türk Milleti halklardan oluşmadığından Türk Devleti’nin beşeri unsurunu


halklar meydana getirmez.

 Atatürk halkçılığı; toplum içinde ayrıcalıklı bir sınıf yaratmamak, kişilerin


birbirine saygılı, herkesi eşit haklara sahip olduğu bir vatandaş birliği
oluşturmak amacına yöneliktir. Halk arasında sınıf mücadelesi yerine sosyal
adaleti düzen, yardımlaşma ve dayanışma ile ulusal ahlakın oluşturulması
hedeflenmiştir.
HALKÇILIK

 Atatürk’ün ifadelerinde halkçılık:

 * “Bunu bir kelime ile ifade etmek lazım gelirse, diyebilirim ki, yeni Türkiye Devleti bir
halk devletidir, halkın devletidir.”

 * “Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil ve fakat kişisel ve
sosyal hayat için iş bölümü itibarıyla çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak
görmek esas prensibimizdir.”

 * “Bizim milletimiz birbirinden çok farklı menfaatleri takip edecek ve bu itibarla


birbiriyle mücadele halinde bulunagelen çeşitli sınıflara sahip değildir. Mevcut sınıflar,
birbirlerine ihtiyaç duyan ve kendilerine ihtiyaç duyulan mahiyettedir.”

 * “Bizim düşüncemizde; çiftçi, çoban, amele, tüccar, sanatkâr, asker, doktor, kısacası
herhangi bir sosyal müessesede çalışan bir vatandaşın hak, menfaat ve hürriyeti eşittir.
Devlete, bu anlayış ile azami yardımcı olmak ve milletin güvenci ve iradesini yerinde
sarf edebilmek, bizce, bizim anladığımız anlamda halk hükûmeti idaresi ile
mümkündür.”
HALKÇILIK
 Atatürk’ün ortaya koyduğu halkçılık ilkesi üç esas üzerinde yükselir.
 Yeni kurulan devlet, belli bir zümreye, belirli çıkarlara sahip kimselere değil, doğrudan
doğruya halka dayanır. Yeni Türkiye Devleti halka değer veren bir devlettir, halkın
devletidir. Halkın devletinde elbette bütün güç de halkta olacaktır. Egemenliğin,
yönetimin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır.
 Atatürk halkın içindeki çeşitli tabakaları, grupları, kümeleri yalnız iş alanları
bakımından farklı görür. Bunun dışında bütün bireyler, birbirine eşittir; ayrıca her
meslek sahibi de diğerleriyle aynı saygınlığı görür.
 Atatürk’e göre halkçılığın esaslarından biri de, halkın mutluluğunun, gene halkça, bir
bütün olarak sağlanmasıdır. Bunu gerçekleştirmek için de herkesin çalışması gerektir.
 İşbölümü üzerinde Atatürk çok durmuş, "sınıf" yerine, işbölümü yaparak çalışanları
koymuş, bunlar arasında "çıkarlarda denklik" sağlama gibi bugünün "gelir dağılımı
adaleti"ni karşılayacak çok yaşamsal bir görevi yerine getirme işini de devlete
vermiştir. Son derece önemsediği iç barış ancak böyle sağlanacaktır.
 Atatürk, Türk halkını kendi kendini yöneten, ulusal egemenlik esasına göre demokratik
bir rejim içinde yaşayan, birbirine hakça eşit, toplumsal dayanışma içinde bulunan
insanların oluşturduğu bir bütün olarak görmektedir.
 Halkçılık bu esasları pekiştirmek, birliği güçlendirmek, insanları mutlu kılmak için her
türlü önlemi almak için çalışmayı amaçlayan bir akımdır.
DEVLETÇİLİK

 Türkiye’de devletçilik yaygın anlamda kullanılmış olup devleti ekonomik,


sosyal ve kültürel alanda geniş ve yaygın faaliyetleri görmekle görevli, üstün
güce sahip, yetkilerle donatılmış, bir kamu tüzel kişisi olarak değerlendirmek,
Türkiye’deki devletçilik anlayışının sonucu olmuştur.

 Devletin amacı toplum için toplum yararına lüzumlu ve faydalı hizmetler


görmektir. Devlet öncelikle toplumda güven ve düzen sağlayan, kolektif
ihtiyaçları karşılayan bir kurumdur.

 Günümüzdeki devlet yapısı ekonomik dengeyi sağlamak zorunda


olduğundan müdahaleler görülmüş, devlet teşkilatları ekonomik sorunları
giderici şekilde yapılandırılmıştır. Yeni Türk Devleti ise ekonomik bakımdan
sömürge tipi bir ülke içinden doğduğundan süratli bir kalkınma gereği ortaya
çıkmıştır. Bu nedenle sanayileşmeyi hızlandırmak ve üke düzeyine yaymak
için bir dizi girişimlerde bulunuldu.
DEVLETÇİLİK

 Özel kişi ve kuruluşların yanında devletin de girişimci olarak


ekonomik alanda faaliyette bulunduğu, karma ekonomi
esaslarının uygulandığı Türk devletçilik anlayışı içinde planlı
ekonomi, devletçiliğin başlıca özelliğini teşkil etmiştir.
Devletçiliğin özelliklerinin daha belirli bir şekilde ortaya
konabilmesi için şu konular ele alınmalıdır:

 * Devletçilik devlet müdahalesini zorunlu kılmaktadır

 * Devletçilik planlı ekonomiyi zorunlu kılmaktadır

 * Devletçilik özel teşebbüsü ve devlet işletmeciliğini bir arada


dengeli bir şekilde bulundurmayı gerekli kılmaktadır
DEVLETÇİLİK

 Atatürk’ün ifadelerinde devletçilik:

 * “Türkiye’nin uyguladığı devletçilik sistemi, on dokuzuncu yüzyıldan beri


sosyal kuramcılarının ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir
sistem değildir. Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Bireylerin özel girişimlerini
ve faaliyetlerini esas tutmak, fakat büyük bir milletin bütün gereksinimlerini ve
birçok şeylerin yapılamadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini
devletin eline almak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında
yüzyıllardan beri bireysel ve özel girişimlerle yapılamamış olan şeyleri bir an
önce yapmak istedi ve kısa bir zamanda yapmayı başardı. Bizim izlediğimiz bu
yol, görüldüğü gibi, liberalizmden başka bir yoldur.”

 * “Memlekette her çeşit üretimin artırılması için, özel teşebbüsün devletçe


gerekli görüldüğünü önemle vurguladıktan sonra, diyebiliriz ki devlet ve özel
teşebbüs birbirine karşı değil, birbirinin tamamlayıcısıdır.”
DEVLETÇİLİK

 Atatürk’ün Devletçilik Anlayışı


 Atatürk’e göre devletin çok önemli görevleri vardır. Bu görevler elbette, o devlete can
veren yurttaşlar tarafından yerine getirilecektir. Bunun için yurttaşların bazı niteliklere
sahip olmaları gereklidir. İçte ve dışta
 devletin işlerini görecek üstün yetenekte yurttaşlara gereksinim vardır. Yurttaşlarda
devletin yasalarına uyma duygularının bulunması gerektir. Yurttaşın gelişmesi,
yücelmesi için gerekli alanlara devlet müdahale edecektir, etmelidir. Ama bu eşitlik ve
özgürlük esasına dayanan bir müdahale olmalıdır.
 Bireyin o zamanki sermaye ve bilgi birikimini aşan alanlar vardı: Şeker, dokuma,
demir-çelik sanayileri gibi. Bu nedenle her iki alanı devlet zorunlu olarak kendi üzerine
alacaktır. Ayrıca, devlet olmanın gereği, diğer alanlarda da gözetim ve denetim
etkinliğini sürdürecektir ki bu zaten, bugüne kadar en serbest ekonomilerde bile
görülen bir özelliktir. Bireye bırakılan ve devletin yüklendiği ekonomik alanlarda akılcı
bir ayrım yapılmalı, bilimsel bir sınır çizilmelidir. Atatürk geniş anlamıyla devletçidir.
Atatürk katı bir devletçilik ilkesi koymamıştır. Fakat devletin ağırlığını bu alanda da
göstermesi ve düzenleyici-denetleyici etkisini gerektiği zaman göstermesini istemiştir
LÂİKLİK
Laiklik, Latince kökenli “laicus” sözcüğünden türeyen Fransızca
“laique”, ruhani olmayan kimse, dini olmayan şey, fikir, kurum
anlamındadır.
Genel ve ortak anlamıyla laiklik, dini ve dünyevi otoritelerin
birbirinden ayrılması, din işlerinin kişilerin vicdanına terk edilmesi ve
devletin dinler karşısında tarafsız kalarak din özgürlüğünü sağlaması
olarak anlaşılır.
Gerçek laiklikte din düşmanlığı değil dine tarafsız bir davranış
mevcuttur. Laik devlette devlet dini olamaz, olmamalıdır. Hukuk devleti
fikri ile mevcut dinlerden birinin tercih fikri birbiriyle uyuşamaz. Laiklik
dinin siyaset ve devlet işlerine karıştırılmaması ve her vatandaş için
vicdan hürriyetinin sağlanmasını ifade eder.

Din ve devlet arasındaki ilişkilere “Batı” penceresinden bakışı


kolaylaştırmak için Avrupa’nın aydınlanma sürecinde Rönesans-Reform
gibi kavramları hatırlamakta yarar vardır.
LÂİKLİK

* 15. ve 16. yüzyıllarda önce İtalya’da başlayıp sonra diğer Avrupa


ülkelerine de yayılan edebiyat, sanat, bilim vb. alanlardaki
yenileşme ve gelişme anlayışına RÖNESANS denmiştir.
Başlangıçta hümanist yaklaşımlarla edebi çalışmalarda ortaya
çıkmıştır. Özgür düşünce ve pozitif bilimler değer kazanmıştır.

* Hıristiyanlığın Katolik mezhebinde yaşanan bozulmalara karşı,


Almanya’da başlayan dinde yeni düzenleme hareketlerine
REFORM denmiştir. Matbaanın yaygınlaşmasıyla İncil
Latince’den Avrupa dillerine çevrilmiş, halk kutsal kitabı okuyarak
aydınlanmış ve din adamlarının egemenliği sınırlandırılmıştır
LÂİKLİK

 Dini dogmalar ve baskıların ağırlıklı olarak bilim, siyaset ve sanat üzerinde


hissedilen etkilerine karşı tepkiler olarak özetlenebilecek uygulamalar, Fransız
Devriminin de etkisiyle tüm Avrupa’da değişimlere neden olmuştu.

 Kişilerin din ve vicdan özgürlüğünü ön planda tutan yönetim anlayışı, laik


devlet oluşumuna yol açarak anayasalarda yerini almaya başladı.

 Türkiye’nin durumu daha farklılık ve özellik arz ediyordu. Çok uzun


yıllardır teokratik anlayışla yönetilmiş bir toplum olan Osmanlı toplumu, din
ve devlet işlerinin ayrılabileceği mantığına yabancıydı.

 Batı toplumlarının uzun bir süreçte gerçekleştirdiği Sanayi Devrimi,


Rönesans, Reform ve kentleşme hareketleri, laikliğin gelişmesine katkı
sağlamıştı. Atatürk’ün uygulamaya geçirdiği laik sistem, Batılı devletlerin
yüzyıllarca süren çabalarını çok kısa sürede Türkiye’ye ve Türk halkına
armağan edildi.
LÂİKLİK

 Türk Devrimi’ne göre laiklik dine karşı ve dinsizlik olarak kabul edilemez, Türk
Devrimi irticanın, skolâstik zihniyetin, cehaletin ve yobazlığın karşısındadır. Yeni Türk
Devleti, Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu din devleti özelliklerini irdeleyerek devletin
modernleşmesinin yolunun laik anlayışla mümkün olabileceğini değerlendirmiştir.

 Laikliğin gelişmesi kademeli bir süreç takip etmiş, önce teokratik devletin
dayanaklarından biri olan saltanat yıkılmış, sonra halifelik makamı kaldırılmıştır. 9
Nisan 1928 tarihli Anayasa değişikliği ile devletin dininin İslam olduğu hükmü
Anayasadan kaldırılmış, 1937 yılında da laik devlet terimi Anayasa’da yerini almıştır.

 Çağımızda toplum hayatında din hürriyetinin korunması ancak devletin laik olması
ile mümkündür. Laiklik, kanun önünde ayrı dinlere mensup olanların eşitliğine olduğu
kadar aynı dine mensup olanlar arasında mezhep eşitliğine de yer verir.

 Mezhep ayrımcılığını bilen ve bu konuda acı tecrübeler yaşayan Türkiye’de laiklik


bir güvenlik ve iç huzur sağlayıcı ilkedir
LÂİKLİK
 İslamiyet’in layık olduğu konumuna ulaşmasını sağlamak ve din istismarını engelleyerek inancın
Allah ile kul arasında olduğunu hatırlatmak için Atatürk’ün yaptığı çalışmalar, halkın din
duygularıyla oynayan kişi ve toplulukları rahatsız etmişti. Bir ferdi olmakla mutlu olduğu
İslâmiyet’in temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’e saygıyla yaklaşan Atatürk, bu konudaki en
ciddi çalışmalarını Kur’an’ın Türkler tarafından en doğru şekilde anlaşılabilmesi için Türkçe’ye
çevrilmesi konusunda yoğunlaştırmıştı.

 Halkın anlayabileceği seviyede bir Kur’an tercümesi yapılırken hata yapmaktan korkulması
nedeniyle bu işe girişilemediğini belirten Atatürk, olası bir hata endişesinden dolayı Kur’an’ın
yüce anlamının öğretilmesinden kaçınılmaması gerektiğini savunuyordu. Bunu bir eksiklik olarak
değerlendirerek, gereken ödeneğin tahsis edilip, Diyanet İşleri Başkanlığı öncülüğünde ve
denetiminde Türkçe’ye çevrilmesi işini başlattı. Çünkü halkın aydınlanmasını ve anlamını
bilmeden ibadetten uzak durmasını istemişti.

 Bu görevi bizzat Mehmet Akif Ersoy’a ve Elmalılı Hamdi Yazır’a vermişti. Ancak Mehmet
Akif Ersoy birtakım endişeler ve çevre baskısıyla bu görevi kabul etmemiş, Türklerin ana
dillerinde İslamiyet’i öğrenebilmesine kapı aralayan hizmeti Elmalılı Hamdi Yazır sırtlamıştır.
LÂİKLİK
 Atatürk’ün ifadelerinde laiklik:

“Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir.


Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü demektir.”

* “Türkiye Cumhuriyeti'nde, herkes Allah'a, istediği gibi ibadet


eder. Hiç kimseye dinsel düşüncelerinden dolayı bir şey yapılamaz.
Türk Cumhuriyeti'nin resmî dini yoktur. Türkiye'de, bir kimsenin
düşüncesini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse
yoktur ve buna izin verilemez.”

* “Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiç kimse hiç
bir kimseyi, ne bir din, ne de bir mezhebi kabul etmeye zorlayabilir.
Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olamaz.”
LÂİKLİK
 Atatürk’te Lâiklik Anlayışı
 Atatürk’ün lâikliği kesinlikle dine karşı değildir.
 Din bir vicdan işidir.
 Herkes vicdanına uyup uymamakta özgürdür.
 Atatürk din gerçeğini inkâr etmez. Hattâ dinin değerini de belirtir.
 İslâm dinini, Atatürk çeşitli konuşmalarında "akla en uygun, en mükemmel din"
diyerek övmüştür.
 Atatürk’ün lâikliği dine karşı değildi; tersine O, dine sevgi ve saygı göstermektedir.
 Lâiklik tam bir inanç özgürlüğü ortamında, ulus ve devlet işlerini din işlerinden
ayırmaktan başka bir şey değildir.
 Atatürk din-devlet birliğinin sonunda dinin üstünlüğü ile bittiği gerçeğini açıkça
görmüştü. Vicdan işi olan din, kendi kalıplarını devletin ve bireyin üstüne geçirince
toplumsal gelişme duruyordu.
 Lâiklik yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması değildir. Bütün yurttaşların vicdan,
ibadet ve din özgürlüğü demektir.
 Dine saygının ve din-devlet işlerinin ayrılmasının doğal sonucu din adına siyasal
sömürü yapılmamasıdır.
 Lâiklikte herkes kendi vicdanının gereğini rahatça yerine getirmeli, kimse tarafından
rahatsız edilmemeli, din siyasete de karıştırılmamalıdır.

DEVRİMCİLİK - İNKILÂPÇILIK

 “Devrim” kelimesi Türkçe olup “yerleşik toplumsal düzeni köklü, hızlı ve geniş kapsamlı
olarak niteliksel değiştirme ve biçimlendirme eylemi” olarak açıklanmıştır.
 Fransızca “Rêvolution” ve İngilizce “Revolution” kelimelerinin karşılığı olan devrim,
sıklıkla “İnkılâp” kelimesiyle eş anlamlı kullanılmaktadır. Arapça -kalb- kökünden türetilen
inkılâp, “bir halden başka bir hale dönüşme, değişme” anlamına gelir. Aralarında Atatürk’ün
de yer aldığı çok sayıda devlet adamı, değişik zamanlarda hem devrim hem de inkılâp
kelimelerini kullanmışlardır.

 Yabancı kökenli kelimeler yerine aynı anlamda olduğu değerlendirilen Türkçe kökenli -
devrim- kelimesi kullanılarak, olayın özünden uzaklaşmak önlenir ve kelimelerin
tartışılması yerine “Atatürkçülük” veya “Atatürkçü Düşünce Sistemi”nin öne çıkarılması
sağlanır.

 * Günümüzde de bazı rejim karşıtı düşünce sahipleri, kelime oyunları çarpıtmacası


içindedir. Arapça “İnkılâp” yerine “İnkilap” kelimesini tercih ederek, “kelb”
kökünden türetilmiş “köpeklik” ifadesini kullanırlar. Bu gayretler, özellikle halkın dini
duygularını kullanarak, şeriat esaslarının geri getirilmesi arzusunun bir yansımasıdır.
DEVRİMCİLİK - İNKILÂPÇILIK

 Mustafa Kemal Atatürk’ün devrim anlayışı, ulusun en yüksek medeni ihtiyaçlara göre
ilerlemesini sağlayacak yeni oluşumlara açık olmayı ve büyümeyi sağlayacak şartların
oluşturulmasını hedeflemektedir. İhtilal mantığından çok ötede bir kavram olarak ifade
ettiği devrim, geri kalmışlığın çaresi olarak yürürlüğe girmişti. Tüm eserlerinin zaman
ve koşulların gerisinde kalmasını önleyecek bir deha örneği veren Atatürk, laiklik ve
demokratiklik yapısına ters düşmemek koşuluyla herşeyin yeni düzenlemelere açık
olmasını istemiştir.

 İnsan toplulukları devamlı gelişme halindedir. Güncel ihtiyaçlar toplumlara yeni bir
düzen getirir. Devrimciliğin devamlılığı toplum düzeninin gelişmeye açık olmasının
sonucudur. Türk Devrimi tutucu, dogmatik ve katı doktrinlere bağlı olmadığından
devamlı olarak devrim anlayışını içinde barındırır.

 Atatürk’ün devrimcilik anlayışının diğer bir önemli tarafı da devrimlerin


korunmasıdır. Devrimlerin korunması konusunda ısrarla duran Atatürk, yapılan
devrimlerin Türk halkı tarafından kıskançlıkla korunması gerektiğini belirtmiştir.
DEVRİMCİLİK - İNKILÂPÇILIK

 Atatürk’ün ifadelerinde devrimcilik-inkılâpçılık:


* “Uçurumun kenarında yıkık bir ülke... türlü düşmanlarla kanlı
boğuşmalar... yıllarca süren savaş... ondan sonra, içerde ve dışarıda saygı
ile tanınan yeni vatan, yeni toplum ve bunları başarmak için arasız
inkılâplar... İşte Türk genel inkılâbının bir kısa ifadesi..."

* “Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı


Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen yeni ve bütün anlam ve biçimiyle
uygar bir sosyal toplum hâline ulaştırmaktır. Devrimlerimizin asıl ilkesi
budur”

* “İnkılâbın hedefini kavramış olanlar daima onu koruyabilecek güçte


olacaklardır.”
 Türk İnkılâbı [Devrimi] Nasıl Korunur?
 Devrimi korumanın Atatürk'e göre başlıca üç yolu vardır:
 Her şeyden önce devrim, onu yapanlar ve yürütenlerce durmadan
kökleştirilmelidir.
 Devrimin getirdikleri toplumun her kesimine anlatılmalıdır. Özellikle devrime
karşı olanların aydınlatılmaları gerektir. Atatürk bu görevi aydınlara vermekle
onları devrimciler kadrosuna sokmak istemektedir. Devrimcilere düşen bu
görevin diğer bir yanı da tepki gösterenlerin olumsuz düşüncelerine karşılık
vermek, onları yanıtlamaktır.
 Nihayet devrimi korumak için başka önlemlere başvurmak yoluna da
gidilebilir.En ileri demokrasilerde bile rejimi korumak için sert tedbirlere
başvurulmuştur.
 Türk devrimini yapan, onu yaşatmak için gereken her türlü yola
başvurulmasını istemektedir. Bu
 yoldaki önlemler özellikle inandırıcılık ve caydırıcılık etkileri doğuracak
niteliklere sahip olmalıdır. Ancak bir hukuk devletinde, devrimi korumak için
alınacak önlemlerin mutlaka hukuka uygun biçimde düzenlenmesi gerektiği de
unutulmamalıdır.

 NOT : Sevgili arkadaşlar konularımız bu ünite ile
tamamlanmıştır. Yeni eklenen bu ünitenin (Atatürk
ideolojisi) iyice öğrenilmesi, kavranması ve
Atatürk’ün yapmış olduğu İnkılâplar ile
karşılaştırılması gerekir. Kısacası yapılan
İnkılâpların hangi ilkeler doğrultusunda yapıldığı
bilinmelidir. Örneğin Türk Tarih Kurumu
Milliyetçilik ilkesi doğrultusunda yapılmıştır. İyi
çalışmalar...

You might also like