Fenomenoloji

You might also like

Download as pptx, pdf, or txt
Download as pptx, pdf, or txt
You are on page 1of 6

Fenomenoloji

Husserl
Başta varoluşçu felsefe olmak üzere, çağdaş pek çok düşünce okulunu derinden etkileyen
fenomenolojinin kurucusu Edmund Husserl’dir (1859-1938). Filozof kariyeri boyunca
doğabilimlerinin bilimsel aklının, moral ve kültürel değer alanlarını egemenliği altına almaya
yönelik yayılmacı eğilimlerine karşı çıkan Husserl, kültürün tüm alanlarını kuşatacak yeni bir
felsefe anlayışının savunuculuğunu yapmıştır. Buna göre o, “bir yandan doğabilimlerinin nesnelci
gücünü, öznenin kurucu rolüne ilişkin bir kavrayışın zuhuruna engel olmaktan alıkoyarken, diğer
yandan da doğabilimlerini kendisine şiddetle ihtiyaç duyulan sağlam bir zemine oturtacak yepyeni
ve kesin bir felsefe oluşturmayı” amaçlar. (Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları 2009 s.651.)
Onun böyle bir amaç doğrultusunda, yani yeni bir felsefe inşa etme hedefi yönünde başlattığı
hareketin ilk durağında, bir kriz tespiti bulunur. Çünkü onu yeni bir felsefe olarak fenomenolojiyi
oluşturmaya sevk eden ilk ve en önemli şey, Batı kültürünün hakiki doğrultusunu yitirip gerçek
amacını kaybetmiş olduğu yönündeki derin ve sarsılmaz kanaati olmuştur. Bu kanaatini temel
felsefe eserlerinden biri olan Felsefe ve Avrupa İnsanının Krizi adlı kitabında açıklıkla ortaya
koyan Husserl, krizi felsefenin hedefinden sapması, gerçek amacından uzaklaşması diye ifade
eder. (Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları 2009 s.651.)
Heidegger
Husserl’in açtığı fenomenoloji yolundan gidenlerin en başında Martin Heidegger (1889-1976)
bulunur. Bunu doğrulayan pek çok şeyden biri de Heidegger’in, formel anlamda Husserl’in
öğrencisi olmasa da Freiburg Üniversitesi’ndeki hocalık kariyerinin ilk yıllarında üstat ile bir süre
fenomenoloji üzerinde çalıştıktan sonra, Husserl’in felsefede uzunca bir süreden beri aradığı
mirasçısını bulduğu inancına kapılıp, kürsüyü ve profesörlük kadrosunu Heidegger’e
bırakmasıdır. (Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları 2009 s.657.)
Heidegger’in fenomenolojik gelenek içinde yer almasına, bu geleneğin en önemli isimlerinden
biri olmasına rağmen, ilgilerinin baştan sona farklılık gösterdiği söylenebilir. Gerçekten de ilgileri
daha ziyade metafiziksel olan Heidegger, henüz bir teoloji öğrencisiyken, aynen Aristoteles gibi,
“varlığın çok farklı türden şeylere ve farklı anlamlarda yüklenmesinden hareket ederek, onun en
temel anlamının ne olduğu sorusu”yla ilgilenmişti. Onu fenomenolojik gelenek içine oturtan şey
de işte bu durumdu. Başka bir deyişle, onun düşüncesi veya yaklaşımını bütünüyle yeni ve özgün
hale getiren şey, fenomenolojik yöntemi varlık problemine uygulamasıydı. (Ahmet Cevizci,
Felsefe Tarihi, Say Yayınları 2009 s.657.)
Heidegger fenomenolojik epokhe sonucunda erişilen deneyimde, bizim kendimizi sadece
doğabilimcilerinin değil, fakat eski metafizikçilerin hatalı önkabul ve yanlış önyargılarından
kurtardığımızı ve varlığın bize kendisini ancak bundan sonra açımladığını söyler. Buradan da
anlaşılacağı üzere, Husserl’in fenomenolojisiyle Heidegger’in fenomenolojisi arasındaki en
önemli farklılık, onda araştırılacak, ele alınacak konunun ne olduğuyla ilgili bir farklılık olmak
durumundadır. Fenomenolojinin konusu Husserl’de, bireysel, saf bilincin varlığı da dâhil olmak
üzere, tek tek varlıklar iken, Heidegger’de varlığın kendisidir. Heidegger’in fenomenolojiyi bir
konudan ziyade bir yöntem olarak görmesinin ve fenomenolojisini bir tür “varlık fenomenolojisi”
şeklinde tanımlamasının nedeni budur. (Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları 2009 s.657.)

You might also like