Adı Soyadı: Zeynep Ölmez Okul No: 200103 Bölümü: Türkçe Öğretmenliği Öğretim Üyesi: Şükran Oğuz

You might also like

Download as pptx, pdf, or txt
Download as pptx, pdf, or txt
You are on page 1of 51

TÜRK HALK EDEBİYATI

GÜZ DÖNEMİ ÖDEVİ

Adı Soyadı: Zeynep Ölmez


Okul No: 200103
Bölümü: Türkçe Öğretmenliği

Öğretim Üyesi: Şükran Oğuz


2-Yazılı Kaynaklar
Yazılı kaynaklar bir milletin geçmişinin kültürel
değerini aydınlatan, onunla bağ kurmalarını sağlayan,
kültürel unsurların köklerini aydınlatan bilgiler içeren
önemli eserlerdir. Bu eserler bugünle geçmiş arasında
köprü olmanın ötesinde meseleyi yalnızca günlük işler
olarak algılamaktan kurtararak geçmişle kurulacak
köklü bir bağın olacağına neden olacağını belirtir.
2.1 Çin Kaynaklar
 Hun, Gök-Türk, Uygur gibi başlıklarda toplanan bu bölümlerde söz konusu
Türk toplumlarının, devletlerinin ya da büyüklü küçüklü boylarının
öncelikle ortaya çıktıkları anlatılır. 840 yılında Büyük Uygur Kağanlığı’nın
yıkılmasından sonra Türk boylarının yavaş yavaş batıya göçü, arkasından
İslamiyeti kabul eden Türk devletlerinin ortaya çıkması ve İslam kültür
dairesine girilmesi neticesinde Çince kaynakların yerine Arapça ve Farsça
yazılmış eserler önem kazanmıştır. Ancak Türk tarihinin İslam öncesi
devrinde Orta Asya’nın muhteva açısından en zengin kaynakları Çin dilinde
yazılmıştır. Çinle yaptıkları münasebetlere özellikle büyük yer ayrılmıştır.
Sosyal hayatları; hükümdarların taşıdıkları unvanlar, teşkilatları,ölü gömme
gibi törenleri anlatılır.
2.2 Orhun ve Yenisey Yazıtları

 Orhun ve Yenisey yazıtları, Türklerin Türkçe yazılı tarihinin


başlangıcı kabul edilir. En önemli parçaları 8. ve 9. yüzyıla
tarihlendirilen bu yazıtlar Türk tarih ve kültürünün, dünya
görüşünün yansıdığı önemli metinlerdir. Yenisey yazıtları; Tanrıya
yakın ve kutsal mekanlar olarak düşünülen dağlarda kayaların
üzerlerine yazılmış olduğundan bahsedilmektedir. İlk yerli yazılı
kaynaklardan diğeri ise Orhun yazıtlarıdır. Orta Moğolistanda
Orhun Irmağının eski yatağı yakınında bulunduğu için bu adla
anılmıştır.
2.3 Eski Uygur Metinleri
 Eski Uygur Metinleri denildiğinde Uygur yazısı ile yazılmış, yazılış yılı belirlenebilen, en
eski metnin yazıldığı dönem olan 9. yüzyıldan başlatılarak yüzyıllarca altın devrini yaşamış,
en eski Türk kültürü dilini anlamak gerekir Uygur dili Orhun abidelerinden daha gelişmiş ve
zengin bir kültür yaratmıştır. Bahaaddin Ögel Uygurların, 4. yüzyılda yüksek bir kültüre
ulaşmış olduklarını, diğer Türklerden önce büyük kültürlerle temas kurduklarını ve bilgi,
kültür, ticaret gibi birçok yeni şeyler öğrendiklerini Çin kaynaklarının bize bildirdiğinden
söz etmektedir. Uygurlar çeviri ağırlıklı eserler oluştururlar. Bu eserlerin çoğu dini içerikli
metinler olduğunu ve bunlardan çoğunun Budizme ait metinler olduğunu söylemektedir.
Maniheizm’i ve Budizm’i benimseyen Uygur Türklerinden kalma nesir yazılarının çoğu bu
dinlerin kutsal metinlerinin tercümesidir. Bunların yanı sıra fal kitapları, sağlık ve hukukla
ilgili din dışı metinler, mektuplar ve şiirler de mevcuttur. Maytrisimit, Irk Bitig, Altun
Yaruk, Sekiz Yükmek Uygurlar arasında yayılmış olan Budizmi tanıtmak ve yaymak
amacıyla Çinceden çevrilmiş bir eserdir.
2.4 Tarih Kitapları

 Tarih yazıcılığı geçmişi aydınlatmaya yarayan önemli bir


gelenektir. Tarih kaynakları içlerinde; masal, mani, destan,
efsaneler ve atasözleri bulundurabilir.
2.4.1 Tarih-i Cihan Güşâ
 Alaaddin Ata Melik Muhammed Cüveyni tarafından yazılmış bir
eserdir. Eser, Moğol seferlerini geniş olarak anlatan önemli bir
eserdir. Cihan Fatihinin Tarihi anlamına gelen bu kitap, Moğollar ve
İlhanlılar devletinde önemli görevler üstlenmiş olan ünlü tarihçi ve
devlet adamı Alaaddin Ata Melik Cüveyni tarafından üç cilt olarak
Farsça yazılmıştır. Taşıdığı zengin ve doğru bilgilerin çoğunun,
yazarın bizzat şahidi olduğu olaylara dayanması ve başka kaynaklarda
bulunmaması yüzünden Moğollar, Harzemşahlar, İslamiliye tarihinin
birinci derecede önemli kitabı sayılmış günümüze kadar değerini
korumuş pek çok tarihçi tarafından kaynak olarak kullanılmıştır.
2.4.2 Tevârih-i Âl-i Selçuk

 Osman Gazi Özgüdenli, Yazıcıoğlu Ali’nin Tevârih-i Âl-i Selçuk


adlı eserini II. Murad’ın isteği üzerine başlamış ve 840 yılında
tamamlamış olduğundan bahsetmektedir. Özgüdenli, bölümün
Oğuz boylarının sosyal yapısı ve eski Oğuz rivayetleri açısından
içerdiği bilgiler nedeniyle Türk kültür tarihi açısından önemlidir.
İslam öncesi Türk tarihinden Osmanlıların kuruluşuna kadar geçen
dönemin anlatıldığı eserdir.
2.4.3 Câmiü’t-Tevârih
 Mahmud Gazan’dan, Moğollar ve onların hanedanlığını, sonraları Âdem’den
Reşidüddin Hemedanî’nin yaşadığı döneme kadar olan tüm tarihi kayıtları
içeren kitaptır. Bazı bölümleri Farsça bazı bölümlerinin Moğolca yazılmış ve
daha sonra kısmen Arapça’ya çevrilmiş olan eserin iki ayrı versiyonu olduğu
söylenmektedir. 4 farklı ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm Ta’rikh-i
Gazani en kapsamlı birinci bölümdür. Cengiz Handan Mahmud Gaza’nın
ölümüne kadar olan dönemin Moğol tarihini içerir. İkinci bölüm Oğuz destanı
adıyla yayımlanmıştır. Üçüncü bölümde Shu’ab-i Panjganah ismindeki Arap,
Yahudi, Moğol,Frenk ve Çinlilerin soyağacı içerikli el yazısı İstanbulda
bulunmakta ve şu ana kadar hiç yayımlanmamıştır. Dördüncü bölüm Sunar
Al-akalim, bir coğrafi incelemedir ve günümüze kadar ulaşmamıştır.
2.4.4 Devâdârî‘nin Dürerü’t Ticân Gureru
Tevârîhî’l Ezmân''ı
 Fuad Köprülü, Ay Ben Devâdârî’nin 1309-1310 yılına kadar vuku
bulan olayları kaydettiği bu Arapça eserinin, Mısırda Melik Nasır
Muhammed Kalavun’a takdim edildiği söylenmektedir. 14. yüzyılda
yazılan bu eser Memlük Kıpçaklarına ait yaratılış efsanesini içermesi
bakımından ve Oğuzname ile ilgili bilgiler bulunduğundan önemli
bir eserdir. Ay Beg Devâdarî iki Arapça kitap yazmıştır. Bunlar tek
ciltlik Dürerü’t Ticân ve dokuz ciltlik Kenzü’d Dürer’dir. Dürerü’t
Ticân Oğuzname ile ilgili ilk bilgileri ihtiva etmesi ve 14. yüzyıla
meşhur bir Oğuzname nüshasının varlığını haber vermesi
bakımından önemli bir yazılı kaynaktır.
2.4.5 Âşık Paşaoğlu Tarihi( Tevârîh-i Âli
Osman)
 II. Beyazid zamanında ilk Osmanlı tarihleri olarak Tevârîhî-i Âli Osman adı
altında kuruluştan başlayan birçok anonim eserler yazılmış. Anonim tarihlerle
ilgili ilk ciddi çalışmayı Friedrich Giese‘nin yaptığını ve bu çalışmaları iki
gruba ayırmıştır. İlk gruba girenlerin eski Oğuznamelerde görüldüğü gibi
alplik, yiğitlik, cesaretlik temalarını işleyerek Cihat ruhunu canlı tutmaya
çalışmıştır. Bu eser sayesinde yer tasvirlerinin dönemin coğrafi özelliklerini
de öğrenmeye yardımcı oldu. Osmanlıdaki yaşama tarzını, geleneği
hakkındaki bilgiler de sosyal alandaki gelişmelerde bilgi sahibi olmaya
yardımcı olmuştur. Dönemine ışık tutan bu eser hakkında yaptıkları
çalışmalarda Yavuz ve Saraç, Türkçe kaleme alınmış ve Osmanlıyı konu
edinmiş İlk kronolojik eser olduğu ve orta tabaka halk arasında okunmak için
yazılmış bir halk destanı niteliği taşıdığı bilgisini vermektedirler.
2.4.6 Düstûrnâme(Düstûrnâme-i Enverî)

 Enveri, Fatih Sultan Mehmet devri şair ve tarihçilerindendir.


Veziriazam Mahmud Paşa’ya sunmak üzere yazdığı Düstûrnâme
adlı eserinin 19,20,21 ve 22. kitaplarını Osmanlı Tarihine
ayırmıştır. Bu eser üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde
Peygamberler ve Moğollara kadar İslam devletlerini, ikinci ve en
uzun bölümde Aydınoğlu Beyliğinin ve Umur Beyinin gazalarını,
üçüncü bölümde ise Osmanlı Devleti tarihinin 842 beyitte 1465
yılına kadar anlatıldığını ifade etmektedir. Düstûrname üzerine ilk
çalışmayı Mükrimin Halil Yınanç yapmıştır.
2.4.7 Gelibolulu Mustafa Âli’nin «Mevâidü’n
Nefâis fî Kavâidi’l Meclisi» i
 Eserin temelinde 16. yüzyıl Osmanlı sosyal hayatını, görgü
kurallarını, sosyal sınıfları, Osmanlı toplumunu en iyi şekilde
yansıtan bir eser olduğunu söylemektedir. Tarih, tasavvuf, sosyal
hayat ve ahlak, hattatlık ve diğer sanatlarla, edebiyatla ilgili değişik
konularda eser veren Gelibolulu Mustafa Âli’nin aynı zamanda
siyasetname ve layiha türünden olan bu eseri çok zengin bir içerik
arz eder. Bu eseri Türk folkloru bakımından önemli kılan bir başka
unsur Karacaoğlan şiir geleneğini ve meddahlık geleneğini
küçümseyen bir dille anlatıldığı kısmıdır.
2.4.8 Hasan Bayatî’nin Câm-ı Cem Âyîn'i

 Müellif hakkında çok az bilgi vardır. Eserin de anlaşıldığına göre


Oğuzlar’ın Bayat boyundan olup uzun süre Tebriz’deki Dede Ömer
Ruşeni Dergahı’nda bulunmuş 1481 yılında Şam Hacılarıyla
birlikte Hicaz’a gitmiş orada yazdığı bir Farsça gazel
münasebetiyle Şehzade Cem ile tanışmıştır. Adını bu Şehzadeden
alan Câm-ı Cem Âyîn, müellifin yanında bulunduğunu söylediği
bir «Oğuzname» den Cem Sultanın emriyle özetlemiş ve ona ithaf
etmiş.
2.4.9 Şecere-i Terâkime

 Türklerin menşei ile ilgili bu eser Çağatay Han’ı Ebülgazi Bahadır


Han tarafından yazılmıştır. Ebülgazi Bahadır Han bu eserini
Türkmenlerin anlaması için Arapça ve Farsçadan uzak sade Türkçe
ile yazdığını belirtmiştir. Eserde Türkmenlere dair bilgiler
bulunmakta, Oğuz Han ve neslinden, Türk damga ve ongun
kuşlarından bahsedilmekte ve adeta bir Oğuzname metni
verilmektedir. Eserde Oğuz Han’ın doğumu, seferleri, çocuklarının
torunlarının adları, anlamları, Selçuklulara kadar olan bölüme
kadar uzunca bir tarihsel kronoloji ile anlatılır.
2.4.10 Şecere-i Türkî

 Ebulgazi Bahadır Han’ın 1663’te ölmesi ile yarım kalan daha sonra
oğlu Enûşe tarafından tamamlanan eserdir. Moğol ve Türk tarihi
için başlıca kaynaklardan birisi olarak kabul edilir. Türkün
soyağacı olarak günümüz Türkçesine tercüme edilen kitap
Oğuzlarda dahil olmak üzere tüm Türk boylarının kökeni, Eski Çağ
ve Orta Çağ tarihi tüm önemli hükümdarları, gelenek ve
görenekleri bazı önemli efsaneler üzerine kapsamlı bilgiler
verilmiştir.
2.4.11 Hannâme

 Hannâme İranlılar’ın Şehnâmesi’ne özenerek yazılmış bir eserdir.


Hannâme’nin Türk tarihine kaynaklık eden eserlerden olduğu
vurgulanmaktadır. Zeki Velidi Togan, 17. yüzyılda yazıya
geçirilmiş olan Hannâme’nin, Kimmerlerin Orta Asya’da bazı Türk
kavimleri, Hasarlar, Rak/Uğrak, Çiğil ve İlaklarla birlikte
yaşadıkları zamanı anlattığını, bize ancak 17. asırda Buharalı
İmamî adlı bir Özbek tarafından efsanelerle karışık bir şekilde
yazıldığı söylenmektedir. Bahaeddin Ögel, Hannâme’nin Türk
mitolojisi için taşıdığı önem üzerinde durmuştur.
2.4.12 Kâtip Çelebi’nin Eserleri
 Orhan Şaik Gökyay, Kâtip Çelebi’nin 17. yüzyılın Türk ilim dünyasında pozitif
ve hür düşünceyi temsil eden tarih, coğrafya ve bibliyografya alanlarında önemli
eserler vermiş bir Osmanlı bilgini söylemiştir. Gerek Osmanlı imparatorluğunda
gerekse Batı’da büyük ilgi uyandırdığını söylemektedir. Tarihten tıbba,
coğrafyadan astronomiye kadar çok geniş ilgi alanı olan Çelebi 23 eser yazmıştır.
Gökyay, Çelebi’nin yeni fikirler veya yenilikler peşinde olan bir düşünür
olmaktan çok yaşadığı dönemde veya daha önce ortaya çıkarak Osmanlı devlet ve
toplum düzenini sıkıntıya sokan meselelerle uğraştığını, bu meselelere çözümler
getirmeye çalıştığını, yaşadığı döneme şahitlik etmiş bir düşünür, sosyal ve
kültürel hayatla ilgili eserlerinin halk bilimcilerin faydalanabileceği önemli bir
kaynak durumunda olduğunu ifade etmektedir.
2.5 Seyahatnameler
2.5.1 Marco Polo Seyahatnamesi
 Geniş Asya topraklarında seyahat eden Marco Polo, Anadolu, İran,
Türkistan başta olmak üzere Türk illerine de uğramıştır. Yaklaşık
24 yıl süren seyahati sonrasında Cenevizlilere esir düşmüş,
seyahatnamesine bu esaretten bahsetmiştir. Marco Polo II Milione
adını verdiği seyahatnamesinde gördüğü yerleri sosyal, kültürel,
ekonomik vb. pek çok açıdan ayrıntılı olarak ele almıştır.
2.5.2 İbn Fadlan Seyahatnamesi

 Aliev, İbn Fadlan’ın 10. yüzyıl başında İdil Bulgar Hanlığına


Abbasi elçilik heyetinin katibi ve bu seferi anlatan seyahatnamenin
yazarı olduğunu söylemektedir. Ramazan Şeşen, İbni Fadlan’ın
seyahati sırasındaki hatıralarını aktardığı ve bu eserin Türk
tarihinin önemli kaynaklardan biri olduğunu ve birçok çalışmaya da
ilham verdiğini; elçiliği sırasında uğradığı Türk boylarını çok iyi
gözlemlediğini boyların kültürleri, yönetim şekli, dinleri, inanışları,
yaşayış tarzları ve adetleri ile ilgili değerli bilgiler verdiğini
söylemektedir
2.5.3 Ebu Dülef’in «Risâle» si

 Eserin yazarı hakkında fazla bilgi bulunmaktadır. Risâle adlı eserini


bir elçilik heyeti refakatinde gezdiği Ermeni; Rus ve Türk illerini
anlattığı notlar oluşmaktadır. Risâle’nin Türklerle ilgili bölümünü
Ramazan Şeşen tarafından Türkçeye çevirmiştir.
2.5.4 Mesudî’nin «Murûc ez- Zeheb» ı

 Mesudî’nin günümüze kadar ulaşan iki tane eseri vardır.


Mesûdî’nin bu eserinde, özellikle bizzat gezip gördüğü Horasan,
Kuzey Afrika, Mısır, Şam civarı, Hazar çevresi, Çin, Hindistan gibi
yerler hakkında verdiği bilgilerin son derece değerli olduğunu
söylemektedir.
2.5.5 Rubruk Seyahatnamesi

 Misyonerlik yapmak üzere Moğol dünyasına Seyahate çıkan,


Fransa kralının emriyle görev alan tanınmış Seyyah Rubruk yazdığı
seyahatnameyle Moğolların ülkelerini, tarihlerini, sosyal
hayatlarını yaşadığı tecrübelere dayanarak aktarmıştır.
2.5.6 İbn Battuta Seyahatnamesi
 İbn Battuta; Mısır, Suriye, Arap yarımadası, Irak, İran, Doğu Afrika,
Anadolu, Karadeniz‘in kuzeyindeki Türk illeri, Türkistan, Hindistan,
Çin, Endülüs ve Sudan gibi ülkeleri dolaşarak 1356 yılında yazdığı
seyahatnamenin 14. yüzyıl Türk İslam dünyasının tarihi ve kültürü
açısından önemini vurgulamaktadır. Seyahatnamenin 1854 senesinde
C. Defremery- B. Sanguinitti tarafından yayımlandığı
söylenmektedir. İbn Battuta Marco Polo’dan daha geniş bir
coğrafyayı gezmiştir. Bu seyahatnamenin içinde Türk coğrafyasının
içinde bulunduğu halkın gündelik yaşamları, kıyafetleri ve adetleri
ile ilgili detaylar verilmiştir.
2.5.7 Evliya Çelebi Seyahatnamesi

 1630’lu yıllarda İstanbul‘dan başlayarak 1681’e kadar Osmanlı


Devleti topraklarında ve komşu ülkelerde yaptığı seyahatleri
anlattığı söylenmektedir. Seyahatname içindeki efsane metinleri
Karagöz, ortaoyunu, meddahlık ve aşıklık geleneği ile ilgili bilgi
bakımından son derece değerlidir. Günümüz Türkçesiyle Evliya
Çelebi Seyahatnamesi Yapı Kredi Yayınları tarafından 2003
yılından itibaren yayımlanmıştır.
2.5.8 Hans Dernachwam’ın « İstanbul ve
Anadolu‘ya Seyahat Günlüğü»
 Avusturalyalı bir asilzade olan Hans Dernachwam, Türkçeye İstanbul ve
Anadolu’ya Seyahat Günlüğü olarak çevrilen seyahatnamesini 1553-1555
yılları arasında Osmanlı İmparatorluğuna yaptığı seyahatin notları olarak
kaleme almıştır. Türk tarihinin önemli kaynaklarından birisi olan
seyahatnamelerin içinde sayyahların, tüccarların ve askerlerin gittikleri
yerlerin etnik yapısı, kültürel, siyasi, ekonomik ve askeri yönlerinin var
olması tarihin aydınlatılması, edebi ürünlerin yer alması da halk edebiyatı
çalışmaları hususunda yol göstericidir. Bu bakımdan sadece burada verilen
seyahatnameler değil Türk illerini, İslam coğrafyasının eserleri de Türk
tarihine, kültürüne ve halk edebiyatı çalışmalarına kaynaklık etmektedir.
2.6 Destan Kitapları- Küçük Destan Yazmaları-
Tekke Tasavvuf Kaynaklı Yazılı Eserler-Nâmeler
2.6.1 Batttalnâme
 Battalnâme; Anadolu sahası epik geleneğini temsil eden metinlerdir.
Battalnâme türünde pek çok yazma ve basma eser bulunmaktadır. Bu da
metnin toplum tarafından sevilen ve benimsenen bir anlatı olarak
dolabımda olduğunu göstermektedir. Battalnâme metinleri yalnızca yazılı
olarak dolaşımda değildir; meddahlar tarafından da kullanılmıştır.
Meddahların hikayeleri halk arasında anlatılması Battalnâme türünün sözlü
olarak da kuşaktan kuşağa aktarıldığını göstermektedir. Battalnâmelerin
halk arasındaki kullanımına bir örnek de halk şiirindeki kullanım alanları
dikkate alınarak verilebilir. Battalnâmeler elektronik kültür çağında da
kendilerine sinema perdesinde yer bulunmuşlardır.
2.6.2 Satuk Buğra Han Tezkeresi
 Satuk Buğra Han 10. yüzyılda ilk Müslüman hükümdar olduğu
varsayılan Karahanlı Devletinin başı olarak kabul edilir. Tezkirede
sadece Satuk Buğra Han’ın hayatını değil, üveysi oldukları kabul
edilen başkaca evliyaların da mankıbelerine yer verildiği
söylenmektedir. Orta Asya’da hâkim tasavvufi akım söylencelerin
Tezkire-i Üveysiye adı verilen eserlere dahil edildiği bir başka
ifadeyle Satuk Buğra Han’ın şöhretinden dolayı, tezkirenin adını da
zamanla Tezkire-i Üveysiye‘den Tezkire-i Satuk Buğra Han‘a
dönüşerek anlatının tezkirecilik geleneğiyle günümüze aktarıldığı
anlaşılmaktadır.
2.6.3 Danişmendname

 Bu eserin günümüze dek hiçbir nüshası ulaşmamıştır.


Danişmendname kültürüne ve medeniyet tarihimizin incelenmesi
açısından çok önemli bir eserdir. Anadolu‘nun coğrafi durumu ile
Türklerin gelenek, görenek, hayat tarzının incelenmesi konusunda
önemli bir kaynaktır. Dede Korkut Hikayeleri‘nin geçtiği
coğrafyaya yakın yerde ve Tokat’ta yazılmış olması da diğer
eserlerden değerli olmasını sağlamıştır.
2.6.4 Saltuknâme

 Sarı Saltuk 13. yüzyılın ikinci yarısı içinde popüler İslamın


Balkanlar’a girişine ve bunun sosyal tabanına teşkil eden bir Türk
iskânına adı karışan, gerçek hayatı menkıbelerle, efsanelerle iç içe
geçmiş bir şahsiyet olduğundan bahsedilir.
2.6.5 Cengizname

 Cengizname Cengiz Han soyunun efsanevi hayatlarını hikaye eder.


Cengiznamede, anlatım esasına dayalı metinlerde rastlanan, ağaç,
kuş, mezarlık, sandık içinde suya bırakılma gibi İslamdan kaynaklı
dini ve Türk mitolojisinden kaynaklı motiflere rastlanmaktadır.
Tarih açısından önemli ve değerli kaynaklar arasında yer alan bu
metinler, dil tarihi açısından da son derece önemlidir.
2.6.6 Cenknâme
 Cenknâme, « kahramanca mücadele, çarpışma» anlamına gelen cenkleri
anlatan kitap anlamına gelmektedir. İsmet Çetin Cenknâmeleri, İslamiyetten
önce «alp» tipi çevresinde teşekkül eden destanlar ile dini unsurlarla
donatılmış «veli» tipinden de bazı unsurları bünyesinde taşıyan «gazi» tipi
çevresinde teşekkül eden dini destanlar olarak tanımlanmaktadır.
Abdulrahman Güzel Cenknâmeleri; Hz Ali’nin kahramanlıklarını halk
arasında dilden dile anlatılması ile ortaya çıkmış kahramanlık hikayeleri
olarak tanımlamıştır. Kaynağını Kur’an-ı Kerim, Hadiseler, İslam tarihi,
Arap ve Fars edebiyatlarından alan Cenknâmeler, Türk destan geleneğinin
özelliklerini yansıtması bakımından kültür kaynağı olarak görülmelidir.
2.6.7 Hamzanâme

 Hz Hamza‘nın cesaretinin, savaşçılığının ve güçlü şahsiyetinin,


şehit edilmesinden sonra Araplar arasında destanlaşmaya
başladığını ve kısa zamanda maddahların ve Türklerin dini bir
muhteva ile zenginleştirdiğini söyler. Geçtiği coğrafyaların etkisi
ile masalsı ve efsanevi özelliklere bürünen hikayeler, Türkler
arasında Hamzanâme adıyla meşhur olmuştur.
2.6.8 Hızırnâme

 Müellif ve eseri hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgi yoktur.


Yalnız Fuat Köprülü ve Abdülbaki Gölpınarlı‘nın kısaca
bahsettikleri eseri Vasfi Mahir Kocatürk Hızırnâme adıyla anarak
ondan uzun nakiller yapmıştır. Eseri «dini bir destan» olarak
nitelendirmiştir.
2.7 Divanü Lügati‘t Türk
 Divanû Lügati’t Türk, dil, tarih ve kültür açısından son derece zengin bir kaynaktır. Kaşgarlı Mahmud
tarafından 1072 yılında yazılmaya başlanmıştır. Türk dilinin ilk sözlüğü olan Divânü Lügati’t Türk, çeşitli
Türk boylarından derlenmiş bir ağızlar sözlüğü karakterini taşımaktadır. Eser yalnızca bir sözlük olmayıp
Türkçenin 11. yüzyıldaki dil özelliklerini belirten ses ve yapı bilgisine ışık tutan bir gramer kitabı; kişi, boy
ve yer yer adları kaynağı; Türk tarihine, coğrafyasına, mitolojisine, folklor ve halk edebiyatına dair zengin
bilgiler ihtiva eden, aynı zamanda dönemin tıbbı ve tedavi usulleri hakkında bilgi veren ansiklopedik bir eser
niteliği de taşımaktadır. Naciye Yıldız; bu eser incelendiğinde, madde başı, açıklama veya örnek olarak alınan
halk edebiyatı ürünlerini ve halk inançlarının, gelenek göreneklerle ilgili isim ve terimlerin bir kısmının, bazı
lehçelerde günümüzde aynı veya değişerek varlığını sürdürdüğünü, bunlarla ilgili kültür unsurlarının da gerek
edebiyatta gerekse gündelik hayatın içinde yer aldığının görüleceğini belirtir. Tüm bu özellikleri ile birlikte
bu eserin halk bilimi, halk edebiyatı ve kültür araştırmalarında son derece önemli bir yerde olduğu görülür.
2.8 Kutadgu Bilig
 Kutadgu Bilig 11. yüzyılda Balasagunlu Yusuf Has Hacip tarafından kaleme alınmıştır. Eser
Karahanlılar ailesinden olup Kaşar‘da saltanat süren Tabgaç Buğra Karahan Ebû Ali Hasan
bin Süleyman Arslan Karahan namına yazılmıştır. Bu eserin anlamı; Kutadgu: «saadet
veren» yahut «padişahlara lâyıh, şahane» manasına gelir. «Kut» kelimesi –Basmıl ve Uygur
hükümdarlarına verilen «İdukut» terkibinde görüldüğü gibi- « Haşmetmeab, şahane»
yerinde kullanılmıştır. İşte bu bakımdan kitabın ismi «saadet veren ilim» veya «padişahlara
layık ilim» anlamındadır. Kutadgu Bilig‘in isminden de anlaşıldığı gibi âdeta bir nevi
«siyasetnâme» olduğunu söyler. Bu eserde Yusuf Has Hacip insanın meleklerini «adalet,
devlet, akıl, kanâat» olmak üzere «Gündoğdu» adlı bir padişah «devlet»i, «Aytuldu»
isminde bir vezir «Akıl»ı, «Ögdülmüş» namında bir vezirin oğlu «kanâat»i, «Udgurmuş»
isminde vezirin kardeşi şeklinde yaşatır. Eserde ortaya konan topluluğun, idare edenlerle,
türlü iş ve meslek sahibi zümrelerden kurulduğunu söyler. Eserde halk edebiyatına dair pek
çok unsuru rastlanır.
2.9 Atabetü’l- Hakâyık

 İslâmî Türk edebiyatında yazıya geçirilmiş ikinci eserdir. Bu eserin


nerde ve ne zaman kaleme alındığı bilinmemektedir. Edip Ahmet
Yükneki tarafından aruz ölçüsü ve dörtlüklerle Karahanlı Türkçesi
ile yazılan Atabetü’l Hakâyık, bilginin faydası, bilgisizliğin
zararları, dilin kötü sözlerden korunması, dünyanın dönekliği,
cömertliğin methi, hasisliğin yerilmesi, alçakgönüllülük ve kibir,
dünya malına düşkünlük, iyi huylar, devrin bozukluğu ve kitap
sahibinin özür beyanı gibi bölümlerin yer aldığı bir nasihat
kitabıdır.
2.10 Divân-ı Hikmet

 Divân-ı Hikmet, 12. yüzyılda Ahmet Yesevi tarafından dörtlüklerle


ve hece ölçüsüyle yazılmış dini, tasavvufi ve öğretici bir eserdir.
Dörtlüklerin her birine «hikmet» adı verilen ve başlıca gayesi,
İslam dinine yeni girmiş veya bu dini henüz kabul etmemiş
Türklere İslamiyet‘in esaslarını, Ehl-i sünnet akîdesini öğretmek,
Yeseviyye tarikatı müridlerine tasavvufun inceliklerini, tarikatın
âdâb ve erkânını telkin etmek olan ve sanat endişesinden uzak
didaktik bir üslupla yazılmış olan bu hikmetler Orta Asya ve
Anadolu’da yayılarak halkı derinden etkilemiştir
2.11 Codex Cumanicus
 Codex Cumanicus Kıpçakların konuşma dilinden derlenmiş bir eserdir. Bu
eser Kıpçak Türklerinden günümüze gelebilen tek eserdir. Bu eserin nerede,
ne zaman, hangi amaçla kaleme alındığı şimdiye kadar tespit edilmemiştir.
Eser iki bölümden oluşmaktadır, Latince Farsça ve Kumanca sözlükle
beraber isim, sıfat, fiil, zarf gibi Kumancaya ait gramer kaideleri ve
Kumanca dinden, ticarete, ev yapısından, zanaat ve esnaflara, zamanla
ilgili kelimelere dair geniş bir alanı kapsayan bu söz varlığı hazinesi
dolayısıyla Kuman-Kıpçakların yaşam biçimlerine dair bilgiler verdiğini,
ikinci bölümün Hristiyanlığa dair Türkçe metinleri ve 47 tane Kumanca
bilmeceyi içine aldığını, bunun da baş kısmında Kıpçakça Lâtince ve
Kıpçakça Almanca sözlük olduğunu aktarır.
2.12 Dede Korkut Kitabı
 Oğuzlar’ındestani hayatını anlatan on iki hikâyeden meydana gelen Dede Korkut Kitabı‘nın
Dresten, Vatikan ve Türkmen Sahra adıyla bilinen üç nüshası vardır. Hikayelerin başlıkları,
hikayeler ve manzum parçalar birbirinden ayrılmadan bir bütündür. Orhan Şair Gökyay Dede
Korkut hikayelerinin Türk ahlâk ve törenlerinin, inançlarının, kahramanlıklarının otantik olarak
anlatıldığı bir eser olarak niteler. Yazara göre Dede Korkut hikayeleri yazıya geçirilmeden çok
önceleri de sözlü kültürde yaşamıştır. Kitapta geçen Karacukdağ, Karşuyatan, Karadağ, Aladağ
gibi tarih ve coğrafya adlarının çoğu, bu hikayelerin Oğuzların Türkistan’dan ayrılmalarından
öncesine ait olduğunu göstermektedir. Dede Korkut hikayelerinin 16. yüzyılın ikinci yarısı yazıya
geçirildiği tahmin edilmektedir. Kitabın yazıldığı yer olarak da genellikle Akkoyunlar’ın hüküm
sürdüğü saha, yani bugünkü Kars ve Erzurum dolaylarındaki yerler kabul edilmektedir. Dede
Korkut kitabı halk yaşamı, toplumsal uygulamalar, halk edebiyatı unsurları içeren son derece
zengin hikayelerden oluşmaktadır. Destandan halk hikayesine geçiş metni olarak yorumlanan
Dede Korkut hikayeleri aynı zamanda göçer ve yerleşik hayata geçişin önemli unsurlarını da
barındırır.
2.13 Masal Kitapları ve Kaynakları
 Kuşaktan kuşağa çoğunlukla sözlü olarak yayıldığı düşünülen masallar tüm kültürlerde yaygın olarak görülür. Masal
kitapları arasında bilinen en eskileri Hint kökenlidir. Bunun dışında İran ve Arap kaynaklı masal kitapları da
bulunmaktadır. Saim Sakaoğlu, Masal Araştırmaları adlı kitabında G. Huet’in görüşlerine yer vermiş ve tarih öncesi
görüşe göre masalların kökünün Hint mitolojisinde aranması gerektiğine değişmiştir. Tutînâme olarak bilinen
Çakasapati Papağanın 70 Masalı da Türkçeye aktarılan masal kitaplarındandır. Ayrıca Namık Kemal de Tahür’ül
Mevlevi’nin Bahar-ı Daniş adlı eserini Türkçeye aktarmıştır. Bostan ve Gülistan adlı eser de Sadi’nin felsefi
görüşlerinin kısa öykülerle aktarılmış biçimidir. Ayrıca Bin Bir Gece Masalları da birçok defa Türkçeye çevrilmiştir.
Tanzimat edebiyatı dönemimde La Fontaine’den yapılan çeviriler öne çıkmıştır. Arap masallarının etkisiyle
Türkçeye çevrilen masal kitaplarından biri de Ferec ba’de Şidde adlı eseridir. Türkçeye ilk defa 16. yüzyılda çevrilir.
Fransa’da Jean La Fontaine alnını en önde gelenlerinden biridir. Kaynaklarını Aisopos ve Phedrus’ta bulabildiğimiz
La Fontaine‘i Türkçeye ilk çevirenler Şinasi, Ziya Paşa ve Recaizade Mahmud Ekrem’dir. Saim Sakaoğlu Masal
Araştırmaları adlı kitabında «Arap Masalları» bölümünde incelediği Binbir Gece Masalları‘nın masal alanının en
önemli külliyatı olduğunu ifade etmiş ve bin bir gece boyunca, sabahın ilk ışıkları doğuncaya kadar anlaşıldığını
belirtmiştir. Türkiye‘de masal araştırmaları tarihi çoğunlukla sözlü bir tür olarak kabul görmüş ve yazılı bir türe
dönüştürülmesi fikri üzerinde çok da fazla durulmamıştır. Tanzimat dönemi yazarlarından Ahmet Murat, Kıssadan
Hisse adlı eserinde efsane ve fıkralarında yanı sıra masallara da yer vermiştir.
2.14 Fıkra Kitapları

 Türk dilinin yazılı kaynaklarında fıkra ile ilgili ilk kayda Kaşgarlı Mahmud’un Divânü Lügâti't-Türk adlı
eserinde rastlanır. Kaşgarlı fıkra için «küg» ve «külüt»kelimelerini «halk arasında ortaya çıkıp insanları
güldüren şey; halk arasında gülünç olan nesne.» şeklinde açıklamıştır. 16. yüzyılda «latife» sözü fıkra
karşılığında kullanılan edebî bir terim hâline gelmiştir. Bu devirde fıkraların toplanıp yazıldığı mecmualara
«Letâif»denilmektedir. Türk fıkralarında içinde geçmişten günümüze kadar gelen en çok derlenip yazıya
geçirilen fıkraların başında Nasreddin Hoca ile ilgili olanlar gelir. Nasreddin Hoca fıkralarının resimli ilk
baskısının, Letâif-i Nasreddin adıyla 1299 yılında Mehmed Tevfik tarafından yapıldığını, Nasreddin
Hoca’dan söz eden eski kaynaklardan birisinin de Güvahi’nin 1527 yılında yazdığı Pendname olduğunu ve
burada Hocaya ait iki fıkra bulunduğu söylenmektedir. Nasreddin Hoca ile ilgili Anadolu sahasında pek çok
çalışma yapılmıştır. Nasreddin Hoca fıkraları 11. yüzyıldan sonra yazılı kaynaklara geçmiş 16. yüzyılda ise
Hocanın fıkraları derlenmiş ve yazma kitapları hâline getirilmiştir. Türkiye kütüphanelerinde ve özel
kitaplıklarda pek çok Nasreddin Hoca fıkraları yazması olduğunu ifade ederek bunlardan önemli
olanlarının dokuzu hakkında bilgi verir. Nasreddin Hoca fıkraları 17. yüzyıldan itibaren Batı dünyası
tarafından da tanınmaya başlamıştır. Almayada da Nasreddin Hoca konusunda birçok bilim insanı çalışmış
ve birçok Türkçe Nasreddin Hoca kitabını Almancaya tercüme etmişlerdir.
2.15 Atasözü Kitapları
 Atasözleri 20. yüzyıla kadar « mesel, durub-u emsal, darb-ı mesel» şeklinde kullanılmıştır.
Çeşitli dönemlerde ve çeşitli bölgelerde «ata sözleri, aralar sözleri, atalar sözü, büyükler
sözü, darb-ı mesel, deme, demece, deyiş, mesel, meşhur, ulular sözü» olarak kullanılan bu
türün ilk örneklerine Orhun Yazılarında rastlanmaktadır. Bu yazıtlarda geçen atasözleri
üzerine ilk kez Ahmet Caferoğlu çalışmalar yapmıştır. Atasözlerinin bilinen ilk derleyicisi
Kaşgârlı Mahmut’tur. Dîvânu lugâti’t-Türk‘te yer alan atasözleri bizzat Kâşgarlı Mahmud
tarafından sav adı ile verilmekte, bunlar «şu sayfa dahi gelmiştir» şeklinde cümlelere bağlı
olarak kelimelerin Arapça açıklamalarının arkasından tanık olarak gösterilmektedir. Aynı
yüzyılda Kutadgu Bilig’i ile Yûsuf Has Hacib ve Atebetü’l- hakâyık’ı ile Edip Ahmed
Yüknekî de atasözlerini nazım sahasına sokan ilk edebiyatçılarımızdandır. Tanzimat
Dönemi ile birlikte atasözü derlemeleri hız kazanmaya başlar. Şinasi, Durub-u Emsal-î
Osmaniyye’sinde birçok atasözü ve deyimi derleyerek yayınlamıştır.
2.16 Şairnameler

 Halk şairlerinin genellikle on birli hece ölçüsüyle kaleme aldıkları


kendi dönemlerinin veya kendilerinden önceki şairlerin
mahlaslarına ve bazı özelliklerine yer verdikleri şiirlere şairnâme
adı verilmektedir. Abdulselam Arvas da benzer bir ifadeyle
şairnâmeleri âşık edebiyatının bir parçası olarak görür ve
tezkirelere benzetir, ancak hiçbir zaman tezkireler kadar detaylı
olmadığını ifade etmektedir.
2.17 Cönkler ve Mecmualar
 Cönk kelimesinin kökeni hakkında farklı görüşler olsa da anlamına dair bilgilerde «dikdörtgen
şeklinde büyük, altı düz, yelkenli Çin kıyı ticaret gemilerinin adı» gibi açıklamalar öne çıkmaktadır.
Cönk kelimesinin kökeni ve Türk kültürü ile olan ilişkisine dair tespit ve değerlendirmelerle
beraber edebi bir terim olarak yapılan tanımlardan cönklerin aşağıdan yukarıya doğru açılan, şekil
benzerliğinden ötürü halk tarafından sığır dana dili olarak adlandırılan, içerisine koşmaların,
semaîlerin, destanların, manilerin, bilmecelerin, yaşanılan döneme ait tarihi olayların, hastalıklarla
tedavi yollarının, duaların, büyüklerin ve buna benzer halk kültürünü yansıtan birçok bilginin
yazılarak kayıt altına alındığı el yazması defterler olduğu anlaşılmaktadır. Cönklerin şekil ve
muhteva yönünden sahip olduğu farklılıklara ilişkin tespit ve değerlendirmeler onların şahsî beğeni,
zevk ve ihtiyaçların karşılanmasına hizmet eden hususî defterler olduğunu göstermektedir. Hasan
Âmid, Ferheng-i Âmidî'sinde, cönk kelimesini « içinde türlü türlü şiirler ve konular yazılı bulunan
büyük defter» şeklinde ifade ettikten sonra «keşfî» ve «sefine» anlamları bulunduğunu söylemiştir.
Cönkler için «Türk kültürünün sağlam kilometre taşları, kırkambar kitapları» ifadelerini kullanan
Şükrü Elçin « Cönkler, halk kültürünün; mecmualar, klasik kültürümüzün mahsulleridir.
2.18 Menâkıpnameler
 Menakıpnamelerin ortaya çıkış sürecinde, halk arasında sözlü
anlatılar şekilde yayılan «menakıp» lar bir araya getirilmiş ve yazıya
geçirilmişlerdir. «Menakıp» kelime anlamı itibariyle « övülecek iş,
hareket ve meziyetler» i ifade eder. Kaynaklara bakıldığında Ocak’ın
aktarımıyla evliya menkıbelerinin şu özelliklere sahip olduğu görülür:
kahramanlara gerçek ve mukaddes kişilerdir. Olayların belirli yer ve
zamanı vardır. Gerçek olduklarına inanılır. Yarı mukkaddestirler. Bir
doğma gibi kabul edilirler. Konu edindikleri Velî hayattayken yahut
öldükten sonra meydana gelirler. Biçim olarak son derece kısa ve
sade bir anlatıma sahiptirler.
2.19 Mesneviler

 Mesnevi, özellikle Arap, Fars ve klasik edebiyatımızda her beyitin


kendi arasında kafiyelenmesiyle oluşan aruz ölçüsü ile yazılan bir
şiir biçimi olarak bilinir. Mesnevi, edebiyat terimi olarak nazım
şeklinin yanı sıra nazım şekliyle yazılmış kitapların ve özellikle
Mevlâna Celâleddin-i Rumî’nin ünlü eseri Mesnevî-i Ma’nevî’nin
ismi olmuştur.
2.20 Surnâmeler
 Hem yazılı hem de görsel anlamda önemli birer kaynak olan surnameler bugüne kadar halk
bilimcilerin yeterince dikkatini çekmemiştir. Sözlükte «düğün,ziyafet, şenlik» anlamına
gelen Farsça sûr kelimesiyle «mektup, yazılı belge» manasındaki nâmenin birleşmesinden
oluşmuştur. Osmanlı döneminde padişah çocuklarının doğum ve sünnet törenleriyle padişah
kızlarının düğün törenlerini anlatan manzum, mensur ya da manzum-mensur karışık yazılan
eserler genel olarak bu adı taşır. Surnâmelerin bilinen ilk örnekleri, III. Murad’ın oğlu III.
Mehmed’in 990’da yapılan sünnet töreni için Âlî Mustafa Efendi‘nin ve İntizâmî’nin
yazdığı eserdir. Surnâmaler Osmanlı sarayının ve toplumun belirli günlerindeki hayatını,
zevk ve eğlence anlayışını, kıyafetlerini, törenlerini, mûsikisini, oyun ve eğlence şekillerini,
dönemin geleneklerini anlatması bakımından kültür tarihi, sosyoloji ve halk bilimi açısından
kaynak değeri taşımaktadır. Surnâmeler aracılığıyla görsel ve yazılı olarak günümüze ulaşan
eğlence kültürüne ve geleneksel kutlamalara dair pek çok unsur, uygulamalı halk bilimi
bağlamında yeniden ele alınıp günümüze uyarlanabilir.
2.21 Fetvalar

 Fetvalar gündelik yaşamla ilgili de olabildiği gibi halk edebiyatı


konusunda bilgi alınabilecek kaynaklar olarak görülebilir. Metin
And, Osmanlı döneminde halk her türlü konuyu şeyhülislama veya
müftülere sorulduğun, Şeyhülislamların bir sanat sahibi olmanın
öneminden fakir ve yetimlere yardım edilmesine kadar bir çok
konuda fetva verdiklerini belirtir.
2.22 Falnameler
 Fal bakma, İslam ve Divan edebiyatında birçok eserin konusu olmuştur. Antik
medeniyetlerin ve Batlamyus adı verilen inançlara dayanan astrolojik düşünceler
İslam edebiyatına İslami kisvelere bürünerek girmiş, müneccimlik, remilcilik,
falcılık gibi gelecekten haberdar olabilmek amaçlı birtakım meslekler ortaya çıkmış
ve bu uğraşları içeren eserler yazılmıştır. Falın her bir çeşidine göre düzenlenen
eserler yıldızname,tefe’ülname, hurşitname, ihtilacname, kıyafetname, kehanetname
adlarıyla da bilinirler. Falnameler çoğunlukla manzum yazılırlar. Nesir halinde
yazılanlara genellikle “yıldızname” denir. Türk edebiyatında Cem Sultan’ın
Divan’ında yer alan Fal-ı Reyhan-ı Sultan Cem adlı kur’a falı meşhurdur. Türkiye’de
fal bakma geleneği ve falnamelerle ilgili pek çok yayın yapılmıştır. Ayşe Duvarcı’nın
“Türkiye’de Falcılık Geleneği ve Bu Konuda İki Eser” ve Sennur Sezer’in
“Osmanlı’da Fal ve Falname adlı eserleri kayda değerdir.
Kaynakça:

 Türk Halk Edebiyatı Grafiker Yayınları Ankara 2021


 https://islamansiklopedisi.org.tr/falname
 https://www.turkedebiyati.org/forum/konular/580-menakipname

You might also like