Eğitim 1

You might also like

Download as pptx, pdf, or txt
Download as pptx, pdf, or txt
You are on page 1of 67

PROF. DR.

ASUDE
ÇOCUK PSİKOLOJİSİ BİLGİN
Gelişim
Bireyin doğum öncesinden başlayıp ölümüne kadar bedensel, zihinsel, duygusal,
sosyal, ahlaki ve cinsiyet gelişimi bakımından geçirdiği tüm değişim ve
gelişmelerdir.

Gelişim, kalıtım ve çevrenin birlikte etkileşiminin sonucu oluşmaktadır.


Gelişim Alanları
Fiziksel Özellikler
Zihinsel Özellikler
Duygusal Özellikler
Toplumsal Özellikler
Cinsel Özellikler
Gelişimin Temel Kavramları
Büyüme
Olgunlaşma
Hazırbulunuşluk
Öğrenme
Büyüme ya da Fiziksel Gelişim
Bireyin hem bedeninin hem de iç organlarının boy ve ağırlık yönünden artısına büyüme ya da
fiziksel gelişim denilmektedir.

Boyun uzaması,
Organların ağırlığının artması.
Olgunlaşma
Bireyin herhangi bir organının, o organın gerektirdiği işi yapabilecek düzeye erişmesidir.

Öğrenmenin olgunlaşma üzerinde etkisi bulunmamakta olup, kalıtım da etkili olmaktadır.


Hazırbulunuşluk ya da Hazır
Olma:
Bireyin, herhangi bir organının, gerektirdiği işi yapabilecek olgunluk düzeyine gelmesinin yanı sıra, o iş
için gerekli on bilgi, beceri ve tutuma da sahip olmasıdır.

Böylece öğrenme ve yeni bir davranış kazanma gerçekleşebilecektir.

Bireyin belli davranışları, belli dönemlerde kazanabilmesine kritik dönem denir. Birey belli bir
yaş evresinde, bir önceki evreye oranla belli davranışları kazanmaya hazır konumda bulunur.
Bu nedenle bireyin öğrenme yaşantılarını kritik dönemde diğer dönemlere göre daha hızlı
kazanabilir.
Örneğin; bir bebek yaşıtlarına göre daha erken doğmamışsa o bebeğin konuşmasıyla
ilgili kritik dönem 12 ay, 15 ay arasıdır. Bu bebeğin 36 ayda konuşmaya başlaması, o
bebeğin konuşmayla ilgili olarak kritik dönemin geçildiğini gösterir.
Öğrenme
Öğrenme Davranışta Bir Değişikliktir
Davranışın değişmesi, eskiden yapılmayan bir hareketin yapılması, bir görüş ve düşüncenin
benimsenmesi ya da bırakılması anlamına gelir. Bu değişiklik iyiye doğru olabileceği gibi kötüye doğru da
olabilir. Örneğin, bir çocuğun çok yalan söyleyen arkadaşına bakarak yalan söylemeye başlaması olumsuz
bir davranış değişikliği iken, araba kullanan birinin kırmızı ışıkta durması olumlu bir davranış değişikliğidir. 
Davranış Değişikliğinin Gözlenebilir Olması Gerekir
Öğrenmenin kendisi içsel (zihinsel) bir süreç olduğu için doğrudan gözlenmez. Gözlemlenen ancak bireyin
performansıdır (Performans, öğrenilenin gözlenebilir hale dönüşmesidir).
Bu değişikliğin olabildiğince devamlı ve kalıcı olması gerekir.
Davranış değişikliğinin eğitim-öğretim, tekrar ve yaşantılar (deneyimler) sonucu meydana gelmesi
gerekir. Yeni doğan bebeğin ağlaması öğrenilmiş bir davranış değilken, hemşireyi görünce ağlayan
bebeğin davranışı öğrenilmiştir.
Neler Öğrenme Değildir?
1- Geçici davranışlar öğrenme sayılmaz. Hastalık, sakatlanma, yorgunluk, uykusuzluk, ilaç alkol
ya da uyuşturucu gibi nedenlerle meydana gelen ve ortaya çıkmasına yol açan etken ortadan
kalktığında kaybolan davranış değişiklikleri öğrenme kabul edilmez.
2. Büyüme, olgunlaşma sonucu ortaya çıkan değişmeler de öğrenme sayılmaz. Örneğin,
yürüme, süt dişlerinin çıkması, ergenlikte sesin kalınlaşması öğrenme değildir. Olgunlaşmanın
kendisi öğrenme değildir fakat öğrenmenin ön koşuludur.
3. İçgüdü davranışları öğrenme sayılmaz. Örneğin, kuşların belli mevsimlerde göç etmesi, arıların bal
yapması gibi. 
4. Refleksler öğrenme değildir. Dıştan gelen bir uyarıcıya karşı meydana gelen istem dışı (otomatik),
basit, oldukça hızlı ve tutarlı bir tepki olan refleksler de öğrenme değildir. (Göz bebeğinin ışığa karşı
tepki vermesi gibi, tozlu bir ortamda hapşırma gibi) 
5. Kişiyi belli bir hedefe iten ihtiyaçlar nedeniyle ortaya çıkan, organizmanın yaşamasına ve neslin
devamına hizmet eden iç dürtüler (birincil güdüler) de öğrenme  sayılmaz. (Acıkan bir insanın
yiyeceğe yönelmesi gibi)
https://www.psikolojibilimi.gen.tr/ogrenmenin-tanimi-ogrenme-nedir-psikolojide-ogrenme/
Gelişimin Temel İlkeleri

1. Gelişimde bireysel farklılıklar bulunmaktadır.


2. Gelişim kalıtım ve çevre etkileşiminin ürünüdür.
3. Gelişimde belirli yönelimler vardır:
a) Baştan ayağa doğrudur,
b) İçten dışa doğrudur.
c) Genelden özele doğrudur.
4. Gelişim aşamalı ve devamlı bir süreçtir.
5. Gelişim nöbetleşedir. Bir gelişim alanı hızlanınca diğerleri yavaşlar.
6. Gelişim yordanabilir bir sıra izler. Bu sıra evrenseldir.
7. Gelişimde kritik dönemler vardır.
8. Gelişim bir bütündür.
9. Gelişimde telafi yoktur.
Gelişimde bireysel farklar vardır:
7,8 milyar insanın yaşadığı gezegenimizde her insan, diğer insanlarla fiziksel, duygusal,
davranışsal, sosyal vb. alanlarda benzerliklere ve farklılıklara sahiptir. Bu benzerlik ve farklıklara
neden olan iki temel değişken kalıtım ve çevredir.
Kalıtım
Bu değişkenler arasında kalıtımsal özelliklerin ve bu özelliklerin değişimlerini inceleyen “genetik”
alanı kuşkusuz temel bir role sahiptir. Saç, göz, ten rengi, psikolojik ve fiziksel hastalıkları
etkileyen genetik faktörlerin yanı sıra, beslenme, bakım kalitesi, eğitim gibi “çevresel” faktörler de
insan gelişiminde çok önemlidir.
Çevre
İnsan doğum öncesinden başlayıp ölüme kadar devamlı olarak bir çevre içinde yaşamak zorundadır.
Bireyin iç çevresindeki hücreler, organlar, hormonlar devamlı bir enerji akımı içinde etkileşim
durumundadır.
Bireyin dış çevresinde ise oksijen, ısı, su gibi etmenlerle onu çevreleyen canlı ve cansız tüm varlıklar
bulunmaktadır.
 
Gelişimde Kalıtımsal Etkiler

Günümüzde bireyin özelliklerinde ve davranış farklılıklarında


kalıtım ve çevresel faktörlerin etkisinin olduğu kabul edilmektedir.
“Ebeveynlerden çocuğa biyolojik özellik aktarımı” (Gerrig ve
Zimbardo, 2014) olarak tanımlanan kalıtım, çevre ile birlikte
gelişime yön verir. Bireyin özelliklerinde ve davranışlarında “kalıtım
ya da çevrenin” hangisinin etkili olduğuna ilişkin tartışmalar devam
etmektedir.
19. yüzyılın ikinci yarısına kadar, insanlar kalıtım konusunda sadece
yüzeysel bir bilgiye sahipti. Antik dönemde, kanın pıhtılaşmama
durumunda ölümcül bir hastalık olan hemofilinin anneden oğula
geçtiği gözlemlenmişti. 18. yüzyıldan başlayarak insan kalıtımının
bilimsel açıdan ele alındığı görülmektedir. 
Fransız matematikçi ve filozof Pierre-Louis Maupertuis (1698-1759),
bir ailenin üyelerinin dört nesilden beri ellerindeki parmak sayısının
normalden daha fazla olduğunu saptamış, ayrıca albinizm
(insanların ciltlerinde, saçlarında ve gözlerinde pigment
bulunmaması durumu) olan kişilerin soy ağaçlarını oluşturmuştur.
Joseph Adams (1756-1818), yakın akrabalar arasındaki evliliklerin
genellikle sağlıksız çocukların dünyaya gelmesine neden olduğunu
belirtmiştir. 
Johann Gregor Mendel (1822-1884), kalıtımı sistematik bir şekilde araştırmaya başlamıştır
nsan özelliklerinin çoğu,“alel” olarak adlandırılan, biri anneden diğeri babadan alınan bir çift
gen tarafından etkilenir. Genler hakkında hiçbir şey bilmediği halde, 19. yüzyılda yaşamış bir
rahip olan Mendel’in, tek gen çiftli kalıtımın farklı özelliklere sahip bezelyeleri çaprazlama
yöntemiyle melezleştirmesi genetik bilimine çok büyük katkı sağlamıştır (Shaffer ve Kipp,
2014). 
Mendel, genlerin bir nesilden diğerine aktarıldığı temel ilkeyi özetlemiştir. Ona göre, dünyaya
gelecek bebek, her bir gen çiftinden birini anneden, diğerini ise babadan rastgele alır.
Ebeveynlerin cinsiyet hücreleri (yumurta ve sperm), genlerin her bir çiftinden sadece bir
tanesini taşırlar (Bukatko ve Daehler, 2004).
İnsanların bireysel özelikleri, beklenen veya öngörülebilir yollarla nesilden nesile taşınır.
Canlıların kalıtsal özelliklerini belirleyen gen yapısına genotip denir. Genotip, organizmaya
ebeveynlerden geçen genetik yapıdır (Gerrig ve Zimbardo,2014).
Bir fenotip ise (saç rengi, göz rengi gibi) dışarıdan görülebilen özelliklerdir (Van Gorp, 2008).
Genetik, kalıtsal özelliklerin ve bu özelliklerin değişimlerinin incelenmesidir.
Bir kız çocuğu dünyaya geldiğinde 2-3 milyon yumurtaya sahiptir. ergenlikte
bu sayı 300-400.000 gibi olur. Ancak üreme çağı boyunca kadınlarda
bu yumurtaların ortalama sadece 400 tanesi kullanılmaktadır. Çoğu
yumurta kullanılmamakta dejenere olarak kaybolmaktadır.
Bir erkek her defasında en az 40 milyon sperm üretmektedir. Şu halde
bir erkek ve kadın bir birleşmede minimumda:
2 milyon X 40 milyon= 80 milyon farklı genetik dizilim olasığında
çocuk sahibi olabilirler.
Kalıtımsal ilkeler
Saç rengi, göz rengi gibi belirli bir fenotipin ortaya çıkmasında bir genotipin
görevi nedir? Aslında bu sorunun tüm cevapları bilinmemektedir. Bununla
birlikte, baskın-çekinik genler, cinsiyete bağlı genler, genetik baskılanma ve
poligenetik olarak belirlenmiş özellikler olarak adlandırılan genetik ilkeler
keşfedilmiştir (Santrock, 2011).
Baskın-çekinik gen ilkesi
Mendel, “baskın (dominant)” adını verdiği bazı özelliklerin sonraki nesillerde
“çekinik (resesif)” adını verdiği özelliklere göre daha çok görüldüğünü
gözlemlemiştir. Bu ilkeye göre, ebeveynlerden birinin baskın genleri diğer
ebeveynin çekinik genlerini baskılayarak, çocuğun baskın geni aldığı
ebeveynine benzemesine neden olur (Shaffer ve Kipp, 2014).
Tablo 2.1: Baskın ve Çekinik Gen Özellikleri (Bukatko ve Daehler, 2004, s. 72)

BASKIN GEN ÖZELLİĞİ ÇEKİNİK GEN ÖZELLİĞİ

Kahverengi göz Gri, yeşil, mavi, ela göz

Kıvırcık saç Düz saç

Normal saç büyümesi Saç dökülmesi

Koyu renkli saç Açık renkli saç

Normal deri rengi Albinizm (Deride pigment olmaması)

Kalın dudak İnce dudak

Kemerli burun Düz burun

Ayrık kulak memesi Yapışık kulak memesi

Gamzeli yanak Gamzesiz yanak


Ayaktaki ikinci parmağın baş parmaktan Ayaktaki baş parmağın ikinci parmaktan
daha uzun olması daha uzun olması

Normal renk görme Renk körlüğü

Hipermetropluk Normal görme

Normal görme Doğuştan göz kataraktları

Retinoblastom (Göz kanseri) Normal göz gelişimi

Normal duyma Doğuştan sağırlık

A grubu kan 0 grubu kan

B grubu kan 0 grubu kan

Rh pozitif kan Rh negatif kan

Çift eklemler Normal eklemler

Kanın normal pıhtılaşması Hemofili


Cinsiyete bağlı genler ilkesi

Cinsiyete bağlı kalıtım, diğer 22 çift kromozomlardan ziyade cinsiyet krmozomlarında yer alan
genlerin özelliklerinden etkilenmektedir (Sigelman ve Rider, 2017). Erkeklerde sadece bir tane
X kromozomu bulunmaktadır. X kromozomunda değişen, hastalık yaratan bir gen varsa X
bağlantılı bir hastalık taşınabilir. Kadınlarda ise ikinci bir X kromozomu olduğu için, kadınların
X bağlantılı hastalığa sahip olmama olasılıkları yüksektir. Sonuç olarak, X bağlantılı hastalıkları
olan çoğu birey erkektir. Hemofili ve frajil-X sendromu, X bağlantılı kalıtım hastalıklarına örnek
olarak verilebilir (Santrock, 2011).
Genetik baskılanma ilkesi

Genetik baskılanma, anne veya babadan geçen bir genin farklı etkilerine bağlı olarak meydana
gelen kimyasal bir süreçtir ve gen çiftinin birini baskılar. Örneğin, genetik baskılanma sonucu,
anneden geçen gen aktif iken, babadan geçen gen aktif olmayabilir ya da tam tersi olabilir.
İnsan genlerinin yalnızca küçük bir yüzdesi genetik baskılanma sürecindedir, bu durum
gelişimin normal ve önemli bir yönüdür. Genetik baskılanma bozulduğunda bir büyüme
bozukluğu olan Beckwith-Wiedemann sendromu ve bir tür kanser türü olan Wilms tümörü
durumunda olduğu gibi gelişim olumsuz etkilenir (Santrock, 2011).
Çok genli kalıtım ilkesi

İnsanoğlunun en önemli özellikleri tek bir gen çiftinden değil, birden fazla çevresel faktörle
etkileşen çok genli kalıtımdan etkilenir (Sigelman ve Rider, 2017). Örneğin, boy, kilo, zeka, deri
rengi, mizaç ve kansere yatkınlık gibi özellikler, çok genli kalıtım sonucu ortaya çıkar. Belirli bir
özelliğe katkıda bulunan gen sayısı arttıkça olası fenotiplerin ve genotiplerin sayısı da hızla
artmaktadır. Boy, zeka veya diğer çok genli özelliklerin kaç tane gen çiftinden etkilendiğini tam
olarak bilinmemektedir (Shaffer ve Kipp, 2014).
Gelişim baştan ayağa doğrudur:
Gelişim içten dışa doğrudur:
Gelişim Ödevleri: Havinghurst
Kritik dönem kavramının öneminden hareketle Havighurst gelişim ödevleri kavramını
geliştirmiştir. Havighurst, bireylerin gelişimlerinin dönemler halinde gerçekleştiğini ve her
dönemde yerine getirilmesi gereken görevler ve kazanılması gereken özelliklerinin
bulunduğunu belirtmiştir. Her dönemin gerektirdiği gelişim görevleri kazanılmadığında, bir
sonraki dönemde kazandırılmaları zor olur. Havighurst bireylerin geçirdikleri yaşam dönemleri
ile bu dönemlerde yerine getirmeleri zorunlu olan gelişim görevlerini şöyle sıralamıştır:
Gelişim Dönemleri ve Görevleri
1. Doğum Öncesi (Prenatal dönem)
a) Ovum dönemi (Germinal dönem) - İlk 15 gün
b) Embriyo dönemi – 2 Hafta- 2 ay
c) Fetus dönemi- 3. aydan doğuma kadar
2. Doğum Sonrası (Postnatal dönem)
a) Yenidoğan dönemi (Neonatal dönem) 0-2ay
Homeostatik denge- yaşam dengesi
b) Bebeklik – 2 yaş sonuna kadar
C) İlk çocukluk- 2-6 yaş Dil gelişimi
d) Son çocukluk 6- 12 yaş Toplumsallaşma
e) Erinlik 12-13 yaş Cinsel gelişimin başlaması
f) Ergenlik 12-18 (20) Kişilik gelişimi
g) Gençlik 20-30 Toplumsal gelişim: İş ve eş seçimi
h) İlk yetişkinlik 30-45 Üretkenlik
J) Son yetişkinlik 45-65 Yaratıcılık ve yöneticilik
k) Yaşlılık 65+ Gerileme
Doğum Öncesi Dönem
Doğum öncesi gelişim döllenme ile başlar ve 266-280 gün devam ederek doğumla sonlanır.

Doğum öncesi gelişim üç döneme ayrılır; germinal dönem, embriyonik dönem, fetal dönem
Germinal Dönem
Döllenmeden sonraki ilk iki hafta içinde yer alır. Döllenmiş yumurta bu dönemde zigot olarak
adlandırılır.
Hücre bölünmesi ve zigotun uterus (rahim) duvarına tutunması germinal dönemde gerçekleşir.
Embriyonik Dönem
Döllenmeden sonraki 2-8 hafta arasındaki dönemdir.
Bu dönemde hücrelerin farklılaşma hızı yoğunlaşır, destek sistemleri ve organlar oluşur.
Hücre kümesi artık embriyo adını alır. Burada canlı artık bir hücre yığını değildir. Organlar
oluşmaya başlamıştır ancak tüm canlıların embriyoları birbirine benzemektedir.
Embriyonun gelişen destek sistemleri amnion, göbek kordonu ve plasentadır.
Amnion; gelişmekte olan embriyonun yüzeceği içi temiz su dolu bir torba gibidir. Nem ve ısı
derecesi açısından olduğu kadar şok geçirmezlik açısından da kontrollü bir çevre sağlar. Göbek
kordonu ve plesenta aracılığıyla da anneden gereklş besin ve oksijeni sağlar.
Göbek kordonu; bebeği plasentaya bağlayan yaşam destek sistemidir. İki atar damar ve bir toplar
damardan oluşur.
Plasenta; içinde anne ve bebeğin küçük kan damarlarının sarmal olduğu disk biçiminde doku
grubundan oluşmuş yaşam destek sistemidir.
Fetal Dönem
2. aydan doğuma kadar (28.-40. haftalar) devam eden dönemdir. Burada artık canlı insan yavrusu
olma yolunda önemli adımlar atmaktadır.
Döllenmeden sonraki 3. ayda fetus yaklaşık 7,6 cm uzunluğunda ve 85 gr ağırlığındadır. Kollarını
ve bacaklarını hareket ettirir, ağzını açıp kapatabilir ve başını çevirebilir. Genital organları
kız/oğlan olarak tanımlanabilir.
4. ayın sonunda fetus yaklaşık 15 cm boyunda ve 113-198 gr. ağırlığındadır.
Yaklaşık bu dönemde bebeğin kol ve bacak hareketleri anne tarafından hissedilir.
5. ayda cilt yapılaşması biçimlenir, 6. ayın sonunda göz kapakları tamamen biçimlenir ve başı ince
bir saç tabakası kaplar. Yakalama refleksi vardır ve düzensiz solunum hareketleri ortaya çıkar.
Doğum öncesi gelişimin son iki ayında yağ dokuları gelişir. Kalp, böbrek gibi çeşitli organ
sistemleri çalışmaya başlar.
DOĞUM ÖNCESİ DÖNEMDE
TERATOLOJİ VE HASARLAR
 Teratojen “normalden farklı, anormal yapı oluşturan” anlamında kullanılır.
 Gebelikte teratojen madde “maruz kalınması durumunda bebekte yapısal bozukluklar yaratan
etken” anlamına gelir
Hasarın tipi ve şiddeti üç faktöre göre
değişir;
Doz
Genetik yatkınlık
Maruz kalma zamanı (Embriyonik
dönem fetal dönemden çok daha
kritiktir. Çünkü organlar henüz oluşum
aşamasındadır.)
TERATOJENLER VE ETKİLERİ

İlaç kullanımı; antibiyotik, antidepresanlar,


progestin ve sentetik östrojen gibi bazı hormonlar ve
akne ilacı Accutane…
Diyet hapları, yüksek düzeyde aspirin
 Kafein: günde 200gr ve fazlası kafein düşük yapma
tehlikesi yaratmaktadır.
 Alkol: Fetal Alkol Sendromu
 Yüz bozuklukları, kol, bacak,kalp hasarları, öğrenme
güçlüğü, zeka geriliği

 Nikotin: Kalp sorunları, DEHB (Dikkat eksikliği hiper


aktivite bozukluğu, Düşük doğum ağırlığı riski
 Çevresel tehlikeler: radyasyon, zehirli atıklar, kimyasal kirlenmeler (karbon monoksit, civa,
kurşun)
 Ayrıca düşük doğum ağırlığı, anemi, kalp hasarları, beyin hasarları, sarılık ve doğum sonrası
ölüm nedenleri olabilir.
 Annenin hastalıkları: kızamıkçık
 frengi (cilt hastalıkları ve körlük)
 genital herpes (1/3 oranında ölüm, kalanların 1/4ünde beyin hasarı)
 Diyabet
 HIV/AİDS
 HIV virüsü bebeğe üç yol ile bulaşır
1- gebelik sırasında plesenta ile
2- doğum sırasında annenin kan ve vücut sıvıları ile teması yoluyla
3- doğum sonrası emzirme ile
 Sağlık, beslenme ve psiko-sosyal gelişim arasındaki etkileşimsel ilişki ve

çevresel faktörlerin etkisi, doğum öncesinden itibaren bebek için önem


taşımaktadır.

 Bebek doğduğunda sinir sisteminin oluşumu tam olarak tamamlanmamıştır.

 Bebeğin sinir sisteminin devam eden gelişimi, çevreyle etkileşimi sonucu

gerçekleşmektedir. Özellikle, erken yasta bebeğin karşılaştığı uyarımların


niteliği ve çeşitliliği çok önemlidir.
ZAMAN ETKİSİ
 Gelişimde bazı önemli olayların belirli zaman aralıklarında önemli bir etkiye sahip oldukları,

ancak bu zaman aralıklarından daha önceki ve sonraki zaman aralıklarında aynı etkiye sahip
olmadıklarını ya da daha az bir etkiye sahip olduklarını söylenebilir.
KROMOZOM VE GENE
BAĞLI HASTALIKLAR
 Anne ve babadan gelen kromozomların kopyalanması sırasında, bazen ortaya çıkan hatalar,

kromozomal bozuklukların ortaya çıkmasına ve bu duruma bağlı gelişim bozukluklarının


oluşmasına neden olmaktadır.
DOWN SENDROMU (MONGOLİZM) (TRİZOMİ
21)

 Down sendromu Down sendromuna, 21 nolu kromozom trizomisi


(kromozomun normalde iki adet olması gerekirken 3 adet olması durumu)
neden olur. Down sendromu, 700 canlı doğumdan birinde görülür . Down
sendromu, yaklaşık 150 yıl önce ilk tanımlanan genetik bozuklukları
arasında yer alır. Down sendromlu bireyler, kısa beden yapısı, kas gücü
gevşekliği ya da yokluğu, kalp kusurları, hormon bezi kusurları, gevşek
kemik eklemleri, küçük bir ağız, zihin geriliği, bodur parmaklı eller,
alışılmışın dışında avuç içi çizgileri gibi yaklaşık altmış değişik semptomun
bazı bileşimlerini gösterirler. Derinin kıvrımlarındaki özellik gözlerde bir
Asyalı bakışına yol açtığı için Down sendromu “mongolizm” olarak
adlandırılmıştır (Gander ve Gardiner, 2004).
 Down sendromlu bireylerin 21. kromozomlarında annelerinin
yumurtasından gelen fazladan bir kromozom bulunmaktadır. Bunun nedeni
bilinmemekle birlikte, anne yaşının artmasıyla çocuğunda down sendromu
görülme olasılığının arttığı bilinmektedir. Anne 20’li yaşlarının sonunda ise,
çocuğunun down sendromlu olma riski 1/1000 iken, anne 40’lı yaşlarının
sonunda ise, çocuğunun down sendromlu olma riski 1/50 olmaktadır. Bir
kadının yumurtaları doğum öncesi dönemden itibaren yumurtalıklarında
olmasına rağmen, yumurtalar, yaşlanmanın bir parçası olarak zamanla ya da
X-ray ışınlarına maruz kalma gibi nedenlerle bozulabilir (Kail ve Cavanaugh,
2015).
 Down senndromlu çocuklarda yapılan erken müdahale çalışmalarının özellikle
ince motor, sosyal ve öz bakım becerilerinde gelişim sağladığı görülmüştür
(Guralnick, 1997). Down sendromlu çocuklar, tıbbi ilerlemeler sayesinde daha
önce geçmişte olduğundan daha fazla süre yaşamaktadırlar. Birçoğu 50, çok
azı ise 60 ile 80’li yaşlara kadar yaşamaktadır. Bununla birlikte, 40 yaşını
geçen bireylerin yarısından çoğu, demansın en yaygın biçimi olan Alzheimer
hastalığının semptomlarını (bulgu) göstermektedir (Berk, 2013).
 Edward sendromu (Trizomi 18)
 Edward sendromuna, 18 nolu kromozom trizomisi neden olur. Edward
sendromu 10.000 canlı doğumdan birinde, en çok kız bebeklerde görülür ve
iki yaşına kadar % 80-90 ölüm oranına neden olur.

Patau sendromu (Trizomi 13)

Patau sendromuna 13 nolu kromozom trizomisi neden olur. Patau sendromu,


20.000 canlı doğumdan birinde görülen, yarık damak, yarık dudak, doğuştan
kalp bozukluğu, polidaktili (normalde olması gerekenden daha fazla sayıda
doğuştan parmak) ve ciddi zihinsel gerilik görülen bir bozukluktur. Hayatın
ilk yılında ölüm oranı çok yüksektir
CİNSİYETE BAĞLI KROMOZOMAL ANORMALLİKLER

 Yenidoğan normalde ya bir X ve bir Y kromozomu ya da iki X kromozomuna sahiptir. İnsan


embriyolarının canlı olması için en az bir X kromozomu olması gerekir (Santrock, 2011).
Cinsiyete bağlı kromozomal anormallikler gelişimi olumsuz etkilemektedir. Aşağıda yer alan
bozukluklar cinsiyete bağlı kromozomal anormallikler arasında en yaygın görülenleridir.

 Klinefelter Sendromu: Klinefelter sendromu, yaklaşık 500-1000 doğumdan 1’inde görülen,


ek bir X kromozomu (XXY) ile doğan erkeklerde görülen kromozom anomalisidir. Klinefelter
sendromlu erkekler uzun kol ve bacaklara, bazen de büyük kulaklara ve uzun yüzlere
sahiptirler (Sigelman ve Rider, 2017). Klinefelter’in diğer türleri XXYY, XXXY ve
XXXXY’dir (Cummings, 2014). Ergenlik sonrası düşük testosteron düzeyi, kısırlık, küçük
testisler ve göğüs gelişimi en sık görülen problemlerdir. Zeka düzeyi ortalamadan biraz daha
düşük olup, çoğunda konuşma, dil problemleri ile zayıf okul başarısı görülmektedir.
ÇİFT Y SENDROMU (XYY): 
 Çift Y sendromlu bireyler erkektir ve uzun boylu olma eğilimindedir. Dış
görünüşleri normaldir (Hartl ve Jones, 1998). Çift Y sendromunun görülme
oranı 1/1000’dir. Çift Y sendromlu bireylerin zeka puanları normal XY
genotipli erkeklere göre ortalamanın bir miktar altındadır ve bu bireyler
kısırlık sorunu yaşamaktadırlar (Freberg, 2010). Bilim insanları bir dönem
bazı çift Y sendromlu erkeklerin fazladan Y kromozomlarının saldırganlık ve
şiddete katkıda bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Daha sonra yapılan
çalışmalarda, çift Y sendromlu erkeklerin diğer erkeklerden daha fazla suç
işlemedikleri görülmüştür (Santrock, 2011). Antisosyal ve suç davranışlarının
kromozom bozukluklarından ziyade düşük zeka puanı ile ilişkili olduğu ileri
sürülmüştür (Freberg, 2010).
FRAGILE X SENDROMU
 Frajil- X sendromu, X-kromozomu üzerinde bulunan FMR-1 adındaki gende oluşan

‘değişiklik’ (mutasyon) sonucunda ortaya çıkmaktadır.

 Erkeklerde daha sık olur ve daha sert seyreder. Geniş alın, büyük ve belirgin kulaklar ve

büyük çene gibi yüzde hafif deformasyon görülür. Ayrıca, zeka geriliği, öğrenme güçlüğü ve
otizm özellikleri görülmektedir.
TURNER SENDROMU
 Kadınların normal gelişme ve büyüme örüntüleri için iki X kromozomuna ihtiyaçları vardır
(Cummings, 2014). Turner sendromunda sadece bir cinsiyet kromozomu (X) bulunur ve bu
sendrom, 10.000 kadında 1 görülür. Bir X geni eksiktir ve kişi 45 kromozomludur.
 Turner sendromlu kadınların boyları kısa ve boyunları kalındır. Kısırlık problemlerinin yanı
sıra bazı vakalarda böbrek, kalp ve damar bozuklukları da görülmektedir. Uzaysal algılama
ve ince motor becerilerde problem görülmesine rağmen, zekada bir problem
bulunmamaktadır (Pasternak, 2005).
GENETİK BOZUKLUKLAR
 Genetik anormallikler düzensiz kromozom sayısının yanı sıra zararlı genler nedeniyle ortaya
çıkabilir. Birçoğu nadir olmakla birlikte, hemofili, kistik fibriyosis gibi 7.000’den fazla genetik
bozukluk tanımlanmıştır.

https://cdn-acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/19_20_Bahar/gelisim_psikolojisi/3/index.html
AKRABA EVLİLİĞİ
 Endogami olarak tanımlanan akraba evliliklerinin en önemli nedenleri;
aileye ait mal varlığının dağılmama istemi, aile bireyleri arasında bütünlüğü,
sevgi ve saygıyı koruma, büyüklerin istek ve sözlerinden çıkamamaktır.

 Akraba evliliği sağlıklı olmayan genlerin karşılaşarak frekanslarının


çakışması sonucu genetiksel hastalıkların ortaya çıkma ihtimalini
arttırmaktadır. Özellikle, kalıtımla gecen hastalıkların bulunduğu ailelerde,
akraba evliliğinin gerçekleştirilmemesi daha da önem kazanmaktadır.
ANNENİN BESLENMESİ
 Anne adayının dengeli ve yeterli beslenmesi, hem bebek için hem de anne sağlığı için önemli

bir faktördür.

 Özellikle son yıllarda, dengesiz ve yetersiz beslenmenin beyin gelişimini olumsuz etkilediği

üzerinde araştırma bulgularına çok sayıda rastlanmaktadır.


ANNE VE BABANIN KAN
UYUŞMAZLIĞI
 Kan hücrelerinin üzerindeki antijenlere göre, kan grupları belirlenmektedir. Antijenler, kan

hücre yüzeylerinde yer alan proteinler olup bağışıklık sisteminde cevaba yol açmaktadır. Rh
Faktörü kırmızı kan hücresinin (eritrosit) yüzeyinde yer alan bir protein tipidir.

 Bu antijenik yapı ilk defa 1940 yılında “Rhesus” cinsi bir maymunda saptanmıştır. Rh

sisteminde ise eritrositlerin (alyuvarların) yüzeyinde bulunan Rhesus faktörü (Rh


faktörü) adı verilen bir proteinin varığına gore Rh Pozitif ya da Rh Negatifolarak
adlandırılır.
 Annenin kan grubu Rh( - ) ve babanın kan grubu Rh( + ) ise Rh uygunsuzluğu bir

diğer deyişle kan uyuşmazlığı söz konusudur. Bu durumda bebeğin, Rh( +) ya da


Rh(-) olması mümkündür. Eğer bebeğin kan grubu da Rh( +) olursa anne adayının
da kan grubu Rh( - ) olduğu için, ilk bebekte ortaya çıkmasa bile ikinci ve daha
sonraki hamilelikler de annede Rho( D ) antikorları oluşmaktadır. Bu antikorları
onlemek amacıyla doğumdan sonra Anti-D immune globulin (Rho GAM)
uygulanmaktadır.
ANNE ADAYININ GEÇİRDİĞİ
ENFEKSİYON HASTALIKLAR
 Anne adayının geçirdiği enfeksiyon hastalıklarından Kızamıkcık (Rubella),

Kabakukalak (Parotitis), Sarılık(Hepatitis), poliomyelit, suciceği, sitomegalovirus,


Sifiliz hastalıkları ilk sıraları almaktadır. Hamileliğin ilk üç ayında geçirilen
Kızamıkçık (Rubella), bebekte kalp hastalığı, gözde katarakt, sağırlık, diş
minesinde bozukluk, fiziksel ve zihinsel gelişme geriliğine neden olabilmektedir.
ANNENİN YAŞI
 Anne adayının yaşının ilerlemiş olması, doğacak bebekte anomali olma sansını arttırmaktadır.
İleri yaşta bebek sahibi olan annelerin Down Sendromlu çocuk dünyaya getirme olasılıkları
daha yüksektir.

 Ayrıca, anne adayının yasının ilerlemiş olması nedeniyle annede yaşla birlikte ortaya çıkan
hastalıkların görülme olasılığı artmaktadır.
RADYASYON
 Hamilelikleri sırasında röntgen ve radyum ısınlarından etkilenen anne adaylarının

bebeklerinde körlük, mikrosefali (beyinin küçük oluşu), anensefali( beyinin olmayışı), kafa
kemikleri kusurları, yarık damak kusurları oluşmaktadır.
ALKOL VE SİGARA
KULLANIMI
 Anne adayının alkol kullanması, doğacak bebeklerde fiziksel, zihinsel ve

davranış anomalilerine neden olmaktadır. Bu duruma “Fötal Alkol Sendromu”


denilmektedir.

 Erken doğum, gelişim yetersizlikleri nedeniyle düşük doğum, kilolu

bağışıklık sistemi, zayıf bebekler, kalp, eklem, kol ve bacak kusurları ve zeka
geriliklerine anneleri sigara içen ve alkol alan bebeklerde daha çok
rastlanmaktadır.
DOĞUM SIRASI FAKTÖRLER
 Doğum sırasında, bebeğin yeterli oksijen alamamasına “perinatal anoksiya” denilmektedir.
Bu durum, plasentanın erken ayrılması, bebeğin ters doğması, bebeğin boynuna kordon
dolanması ve uzun süren doğumlarda ortaya çıkmaktadır. Bebeğin uzunca bir süre oksijen
alamaması beyin hücrelerinde tahribata neden olmaktadır. Bu durum da beyin felcine,
epilepsiye, zeka geriliğine ve diğer bazı kusurlara neden olabilmektedir.
DOĞUM SONRASI
FAKTÖRLER
 Doğumdan hemen sonra anne ile bebek arasında oluşması beklenen bağlılık,
 Çocuğun beslenme düzeyi,
 Anne sevgisi veya yoksunluğu,
 Çevredeki uyarıcı zenginliği veya yoksunluğu,
 Çocuğun geçirdiği enfeksiyon hastalıklar,
 Yaşadığı duygusal şoklar,
 Kazalar.
 Arkadaş grupları
 Kitle iletişim araçları
BİREYİN GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Doğum Öncesi Faktörler Doğum Sırası Faktörler Doğum Sonrası Faktörler
Doğum sırasında bebeğin geçirdiği travmalar, Doğumdan hemen sonra anne ile bebek arasında
Kalıtım,
  oluşması beklenen bağlılık,
Kromozom ve gene bağlı hastalıklar ve özürler,
Bebeğin doğumunun sağlıksız koşullarda ve
Çocuğun beslenme düzeyi,
ehliyetsiz kişiler tarafından yaptırılması ve gerekli
Annenin yaşı,
önlemlerin alınmaması
Anne sevgisi veya yoksunluğu,
Annenin beslenme düzeyi,
Annenin kullandığı ilaçlar, Çevredeki uyarıcı zenginliği veya yoksunluğu,
Alkol ve sigara kullanımı
Çocuğun geçirdiği enfeksiyon hastalıklar,
Madde bağımlılığı,
Annenin radyasyona maruz Yaşadığı duygusal şoklar,
kalması,
Kazalar.
Anne ve babanın kan uyuşmazlığı,
Arkadaş grupları
Annenin geçirdiği enfeksiyon hastalıklar,
Kitle iletişim araçları
Annenin süreğen bir hastalığının olması,

Hamilelik toksemisi,
Annenin duygusal yaşantısı.

You might also like