Haklar Yükümlülükler Ve Vatandaşlık

You might also like

Download as pptx, pdf, or txt
Download as pptx, pdf, or txt
You are on page 1of 15

Thomas Paine Hayvan Hakları

Machiavelli
Yükümlülükler
Ahlaki Haklar
Cumhuriyetçilik Montesquieu Siyasi İtaat Yükümlülüğü
İnsan Hakları

Haklar, Yükümlülükler ve Vatandaşlık


Sözleşme Yükümlülüğü Rousseau
Çokkültürlülük
Will Kymlicka
Sosyal Vatandaşlık
Doğal Vazife
Charles Taylor
Aktif Vatandaşlık
John Locke
Haklar

Birey ve Devlet arasındaki ilişki hak ve sorumlulukların belirlenmesiyle tesis


olunur.
Modern dönem öncesi hak kavramı, soyluluk hakkı, ruhbanlık hakkı ve
kralların tanrısal haklarında olduğu şekilde güç ve imtiyazı ifade etmekteydi.
Günümüzde de evrensel hakların olduğunu beyan etmek zor olsa da hakların
dayandığı zemin ve kimlerin hangi haklara sahip olması gerektiği hususu da
tartışmalı bir noktada bulunmaktadır. Kim ‘insan’ olarak kabul edilebilir?
Hukuki ve Ahlaki Haklar ayrımı bulunmaktadır. Kadınlar ve etnik azınlıklar gibi belirli
Bazı haklar bir hukuk sistemi tarafından vaz edilip, güç gruplar özel haklara sahip midir? İnsan
desteğiyle uygulanmaktadır. dışındaki hayvan ve diğer varlıkların
Bazı haklar ise ahlaki ve felsefi iddialar barındırmaktadır. hakları var mıdır? Gibi sorular haklar
konusunda tartışmaları beraberinde
getirmektedir.
Hukuki ve Ahlaki Haklar
Hukuki haklar; kanunlarla tanınmış ve mahkemelerce takibi yapılan haklardır. Pek çok hukuki hak ahlaki kabul
edilmese de yıllarca yürürlükte kalabilmektedir. Örneğin 1992 yılına kadar İngiltere’de kocanın eşinin rızası olmadan
ilişkiye girmeye çalışması hukuki bir hak olarak yürürlükte kalmıştır. Wesley Hohfeld bu hakları Fundamental Legal
Conception adlı eserinde sınıflandırmaya çalışmıştır. Hohfeld’e göre hukuki haklar 4 kısma ayrılır;
1. Kişiye imtiyaz ve özgürlük sağlayan haklar
2. Kişinin diğer kişilerin saldırısından masun olma hakkı; karşılıklı yükümlülükler
3. Kanunen tanınmış güç ve yetkiler; evlenebilme ve oy verme hakkı vd.
4. Kişinin başkasının gücüne konu olmaktan muafiyet hakkı; çocuk, yaşlı ve engellilerin askerlikten muaf olması vd.
Ahlaki haklar hukuki bir içeriği olmayan sadece ahlaki iddialar şeklinde kendini gösteren haklardır. Birisine bir söz
verildiği zaman bu ahlaki haklara girmektedir. Söz verme ortada anlaşma, kontrat, sözleşme gibi hukuki bir
bağlayıcılığı olmadığı sürece ahlaki mülahazalarla yerine getirilmesi beklenmektedir. Dolayısıyla ahlaki hakların arka
planında kişinin belirli bir ahlaki veya dini sistem perspektifinden belli bir duruşa sahip olması gereken şeyleri ifade
etmektedir.
Faydacı felsefenin temsilcisi Jeremy Bentham ahlaki haklar görüşünü reddederek; ahlaki hakların hukuki hakların
yanlış bir usulle olması gereken şekilde tanımlanmasıyla ortaya çıktığını iddia eder. Öte yandan pek çok hukuki
haklar sistemi en azından teoride ahlaki değerle desteklenmektedir. Bknz; ABD Haklar Bildirgesi, BM Evrensel İnsan
Hakları Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi vd.
İnsan Hakları
Erken modern dönem kuramlarından olan doğal haklar teorisinden kaynağını bulan İnsan Hakları düşüncesi, siyasi gücü elinde tutan grupların bireylere nasıl
muamele edileceğinin sınırlarını belirleme girişimi sonucunda ortaya çıkmıştır.
Haklar, siyasi otoriteyi kontrol fonksiyonu altında tutma düşüncesinden dolayı kanundan önce oluşturulmalıdır zira kanunlar siyasi otorite tarafından
yapılmaktadır. Bu minvalde John Locke doğal hakları; yaşam, özgürlük ve mülkiyet hakkı olarak belirler. Thomas Jefferson bunlara; yaşam, özgürlük ve mutluluk
arayışı şeklinde bir tanımlama da bulunur. Erken dönem liberal düşünürler hakların tanrı tarafından verilmiş olmasından bunları doğal hak olarak kabul ederler.
20. YY’la birlikte doğal hak teorileri sekülerleşerek yerini insan hakları formuna bırakmıştır. İnsan hakları dediğimiz olgu kişinin insan olması nedeniyle sahip
olduğu hakları ifade etmektedir. Irk, din, cinsiyet ve sosyal sınıf gözetmeksizin tüm insanlığa ait olmaları iddiasıyla insan hakları evrensel olduğunu beyan
etmektedir.
İnsan hakları konusu insanın kim olduğu ve sahip olduğu hakların ne olduğu hususunda çeşitli soruları beraberinde getirmektedir. Örneğin; insan yaşamının ne
zaman başladığı ve bireyin hangi aşamada hak ve salahiyetler kazandığı hususu ciddi tartışmalar doğurmaktadır. Kürtaj ve embriyo meselesini el aldığımızda,
cenin aşaması da insan haklarına girmekte midir gibi sorular nedeniyle insan hakları konusu farklı görüşler doğurmaktadır.
Bir başka problemi de evrensellik mevzusu ve tüm insanları aynı ve eşit olup olmadıkları durumu oluşturmaktadır. Örneğin, kadınların bazı yönlerden
erkeklerden farklı haklara sahip olduğu iddiasına bakıldığında kadın haklarını savunmak bunun erkek esaslı başladığını ve kadınları da kapsayacak şekilde
genişlediğini göstermektedir. Toplumda eşit olmayan muameleleri telafi etmek için kadınların erkeklerden farklı haklara sahip olması yönündeki görüşler
kadınları sadece ev işleri yapmaya itecek sosyal teamülleri ortadan kaldırmayı ve onlara gerekli eğitimleri alarak kariyer yapma imkanı vermeyi
amaçlamaktadır. Fakat bu haklar tüm insanlığı kapsamadığı için sadece kadın haklarına mı girmektedir mevzusu bu konuda tartışma doğurmaktadır.
İnsan hakları konusu en çok faydacı filozoflar, Marksistler ve çokkültürlülüğü savunanlar tarafından eleştirilmektedir. Marksistlere göre mülkiyet hakkı sadece
burjuva sınıfını korumak için çıkartılmış haklar olarak görülürken, çokkültürlülüğü savunanlar insan hakları düşüncesinin hakim kültürel grubun değer ve
normlarının azınlık kültürlerin değer ve normlarından üstün olduğunu ifade eden etnosentrik (kavim merkezli) bir anlayışı yansıttığını belirtirler.
Hayvan Hakları ve Diğer Haklar
Ekolojizmin bir parçası olarak hayvan hakları ve hayvanların kurtuluşunu savunan
hareketler 20. yy’da ortaya çıkarak günümüzde giderek yaygınlaşmaktadır.
Hayvan hakları savunucuları hayvanların da insanlar gibi hakları olduğunu öne
sürmektedir. Hakları insanlara bir kere tanındıktan sonra onları hayvanları da
kapsayacak şekilde genişletmek bu hakkı savunanlara göre mümkündür.
Hayvanların durumunun iyileştirilmesi ve hayvan hakları düşüncesi arasında önemli
bir fark bulunmaktadır. Peter Singer, insanla aynı seviyede olduklarını iddia
etmeksizin hayvanların da acı çektiğini belirterek hayvanların durumunun
iyileştirilmesini savunmaktadır.
Tom Regan ise yaşama konu olan tüm yaratıkların haklara sahip olduğunu iddia
ederek insanları öldürmenin nasıl ahlaken savunulamaz bir davranış olduğu görüşü
hakimse aynı durumun hayvanlar için de geçerli olduğu savunmaktadır.
Yükümlülükler
Yükümlülük bir şekilde eylemde bulunma gerekliliği veya vazifesidir.
H. L. A. Hart bir şeyi yapma hususunda zorla yükümlülüğü olma ve ahlaki ödev olarak bir şeyi yapma
yükümlülüğü arasında ayrım yapmaktadır. Banka soygununda gişe görevlisinin eli silahlı birisine paraları
vermek zorunda kalışı birinci anlam içine girerken bu kişi ikinci anlamda hiçbir yükümlülük altına
girmemektedir.
Vergi ödemek hem hukuki hem ahlaki bir yükümlülükken sadece ahlaki yükümlülükler de bulunmaktadır.
Hak ve yükümlülükler bu yönüyle madalyonun iki yüzü gibidirler. Örneğin yaşama hakkının kabul edilmesi
devletin kamu düzenini ve şahıs güvenliğini güvence altına almasını zorunlu kılmaktadır. Bu yönüyle
haklar negatif ve pozitif olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Negatif haklar devlet gücünü sınırlama yükümlülüğü getirirken, pozitif haklar devlete ekonomik yaşamı
yönetme ve çok çeşitli sosyal hizmetler sunma vazifesini yüklemektedir.
Vatandaşlık hak ve yükümlülüklerin harmanlanmasından oluşarak devlet otoritesini tanıyıp kanunlara
uyulması gerektiğini ifade eden siyasi itaat yükümlülüğünü de barındırır.
Siyasi itaat yükümlülüğünü kategorik olarak reddeden tek siyasi düşünür grubunu anarşistler
oluşturmaktadır. Diğer düşünürler ise siyasi itaat yükümlülüğünün var olup olmaması konusu yerine onun
meşruiyeti için ileri sürülen gerekçelerle ilgilenmektedirler.
Sözleşme Yükümlülüğü
Sosyal sözleşme teorisi siyaset felsefesinin kendisi kadar eskiye dayanmaktadır. Bazı biçimleri Plato’nun eserlerinde
görülmektedir.
17. Ve 18. yy.’da Hobbes, Locke ve Rousseau gibi filozofların temel taşını oluşturan sosyal sözleşme modern dönemde de John
Rawls gibi kuramcıların eserlerinde yeniden tartışılır hale gelmiştir.
Sözleşme, iki veya daha fazla tarafında resmi anlaşmasıdır.
Sosyal sözleşme, vatandaşlar arasında veya vatandaşlar ile devlet arasında yapılan ve egemen gücün sağlayacağı faydalardan
yararlanma karşılığında devlet otoritesinin kabulü anlamına gelen anlaşmaya verilen isimdir.
Hobbes, Leviathan ile hükümetin nasıl davranması gerektiğine bakılmaksızın güvensizlik ve korku ortamının oluşmaması için
vatandaşların siyasi otoriteye mutlak itaat yükümlülüğü altında olması gerektiği savunmaktadır.
Locke, siyasi yükümlülüğün iki sözleşmeden kaynaklandığını belirtmektedir. İlk olan sosyal sözleşme toplumu kuran tüm
bireyler tarafından yapılmaktadır. İkinci sözleşme veya güven antlaşması vatandaşların doğal haklarını korumayı taahhüt eden
devlet ve toplum arasında yapılmaktadır. Vatandaşın devlete itaatin şartı devletin gerekli yükümlülükleri (yaşam, özgürlük ve
mülkiyet hakkı) yerine getirmesiyle sağlanmaktadır.
Asil yabani kavramından etkilenen Rousseau ise adaletsizliklerin birey yerine toplum kaynaklı olduğunu iddia etmektedir.
Rousseau’ya göre devlet, şahısların bencil arzularını ifade eden kişisel irade yerine toplumun ortak çıkarlarını yansıtan genel
iradeye dayanmalıdır. Buna göre birey ancak ait toplumun bir üyesi olmaya rıza gösterdiği taktirde toplumun kurallarına ve
onun genel iradesine uymaya yükümlüdür. Genel irade sayesinde devlet, her bir üyenin gerçek çıkarına göre etmiş olur.
Doğal Vazife
Sosyal sözleşme teorilerinin tümü devlet otoritesine uymanın
rasyonel ve ahlaki temelleri bulunduğu ortak inancını
paylaşmaktadır.
Siyasi itaat yükümlülüğünü temellendirme konusunda sözleşme
teorilerine alternatif iki yaklaşım bulunmaktadır; Yunanca telostan
türemiş Teleolojik teoriler ve topluma üye olmayı doğal kabul
eden, bu durumu doğal vazife olarak gören teoriler. Doğal vazife
olarak görenlerin nezdinde siyasi itaat yükümlülüğü şahsın ahlaki
gerekçelerle yerine getirmek zorunda olduğu görev ve eylemleri
belirtmektedir.
Siyasi İtaat Yükümlülüğünün Sınırları
Siyasi itaat yükümlülüğünün sınırları aşıldığında vatandaşlar devlete itaat etme sorumluluğundan
azade olurlar.
Locke’a göre, siyasi itaat yükümlülüğü insan haklarına saygı şartına bağlıdır ve yönetenler bu
görevi yerine getirmediğinde yönetilenler bu duruma tepki gösterme ve otoritenin meşruiyetini
sorgulama hakkına sahiptirler.
Hobbes ve onun görüşünü savunanlar siyasi güce her türlü meydan okumanın düzenli yaşamı
tamamen yıkma riski taşıdığını vurgularlar. Joseph de Maistre siyasetin, efendilere iradi ve tam
boyun eğmeye dayandığını iddia eder.
Marksistler, burjuva devletinin sınıfları baskı altında tutma aracı olarak görürler ve proleteryanın
kuracağı gerçek devlet gelene kadar siyasi itaat yükümlülüğünü sömürünün devamı olarak mit ve
hileden ibaret olduğunu iddia ederler.
Anarşistler ise sosyal yükümlülük kavramını kabul etmekle birlikte siyasi itaat yükümlülüğünü
temelsiz bulmaktadırlar. Anarşistlere göre, devlet karşısında bireylerin onun otoritesini kabul etme
yükümlülüğü anlamsız bir durumdur.
Vatandaşlık ve Vatandaşlığın Unsurları
Vatandaş, siyasi bir topluluğun haklarla ve yükümlülüklerle donatılmış üyesine verilen isimdir.
Vatandaşlık, karşılıklı haklarla ve yükümlülüklerle birbirine bağlanmış birey ile devlet
arasındaki ilişkiyi temsil etmektedir.
Vatandaş ile vatandaş olmayanlar arasındaki ayrım vatandaşın sadece belirli bir zamanda değil
sürekli şekilde vatandaşı olduğu ülkenin devletiyle karşılıklı hak ve yükümlülüklere sahip
olmasından doğmaktadır. Vatandaş, oy verebilen, seçimlerde aday olabilen, askerlik ve devlet
hizmeti gibi vatandaş olmayanlara izin verilmeyen mesleklere girebilir. Bununla birlikte
vatandaşlık resmi statüyü belirlemekte, duygusal bağın olup olmadığını dikkate almamaktadır.
T. H. Marshall’a göre ilk gelişen vatandaşlık hak çeşidi bireyin özgürlüğü için zorunlu kabul
edilen sivil haklardır.
Derek Heater, vatandaşlık erdemi olarak isimlendirdiği anlayışla vatandaşların sorumluluk ve
yükümlülüklerle devletine ve yaşadığı topluma karşı gönül rızası ile bunları yerine getirmesi
gerektiğini (vergi vermek gibi) karşılığında da sosyal haklara sahip olduğunu belirmektedir.
Sosyal ve Aktif Vatandaşlık
Sosyal vatandaşlık düşüncesi T. H. Marshall’ın görüşlerine dayanmaktadır.
Marshall’a göre vatandaşlık toplumun tüm üyelerinin sahip olduğu evrensel
bir özelliktir ve bu nedenle eşit hak ve sorumlukları gerektirmektedir.
Sosyal vatandaşlık, vatandaşların sivil ve siyasi haklar yanında sosyal haklarla
da donatıldığını inancına dayanmaktadır. Sosyal statünün asgari zemini
toplumsal yaşama tam katılım olarak görülmektedir.
Aktif vatandaşlık düşüncesinin ise iki özelliği bulunmaktadır;
1. Vatandaşlar mümkün olduğunca kendi kendine yeterli olmaları ve devlete
bağımlılıktan kaçınılması gerektiğini
2. Hakların kazanılması gerektiğini iddia ederek de yükümlülüğün önemine
dikkat çekerler.
Cumhuriyetçilik
Cumhuriyetçi siyasi düşüncenin izleri Antik Roma Cumhuriyeti’ne kadar gitmektedir. Cicero’nun Republic’te
savunmuş olduğu karma devlet şekliyle ilk örnekleri meydana gelmiş ve Rönesans dönemi İtalya’sında şehir
devletlerinde siyasi istikrara karşı sivil özgürlüğü dengelemeye çalışarak tekrar gündeme gelmiştir.
Cumhuriyetçilik monarşiye karşıt olarak tanımlanmaktadır. Öte yandan cumhuriyet terimi sadece monarşinin
yokluğuna değil aynı zamanda kamusal alana ve halkın yönetimine de işaret etmektedir.
Cumhuriyetçiliğin ahlaki boyutu kamusal heyecan, onur ve vatanseverlik şeklinde anlaşılan yurttaşlık
erdeminde ifadesini bulmaktadır. Arendt’in belirttiği gibi cumhuriyetçilik kamusal faaliyetlerin özel
faaliyetlerden daha fazla vurgulanmasıdır.
Klasik cumhuriyetçilik monarşi, aristokrasi ve demokratik unsurların karışımını taşırken, modern demokratik
yönetim biçimlerindeki cumhuriyetçilik küçük bir topluluk yerine tüm ulusa mal edilerek yeniden
biçimlendirilmiştir.
Cumhuriyetçi siyaset teorisi bireyci liberalizme alternatif sunmakta ve sivil hümanizm modelini
benimseyerek kamusal sahayı yeniden kişilerin şahsi tamamlamalarının kaynağı olacak şekilde tesis etmeye
çalışmakta ve bunun sonucunda rasyonel tercih teorisi gibi siyaseti pazara indirgemeye çalışan girişimlere
karşı bir duruş sergilemektedir.
Anahtar Düşünürler
Niccolo Machiavelli: Roma Cumhuriyeti hayranlığından dolayı cumhuriyetçiliğin yeniden canlanmasına
yardımcı olmuştur. Cumhuriyetin halk ve soylular arasındaki gerilimi yok etmede en iyi yol olduğunu iddia
etmekte aynı zamanda siyasi istikrarın devamlılığı için vatanseverlik erdeminin önemine dikkat çekmiştir.
Machiavelli özgürlüğü, kendi kendine yönetme şeklinde tanımlamış, askeri ve siyasi katılımı insanın kendini
tamamlamasının en önemli yolu olarak görmüştür.
Montesquieu: Tiranlığa karşı direnebilmek için güçlerin ayrıştırılması yolu ile devletin güçlerinin bölünmesi
gerektiğine vurgu yapmaktadır. Güçler ayrımı devletin, yasama, yürütme ve yargı şeklinde üç ayrı şubeye
ayrılmasını savunmaktadır.
Thomas Paine: İngiliz olan Paine, monarşiye karşı çıkarak cumhuriyetçi mücadelenin savunucularından birisi
haline gelmiştir. Paine, liberal düşünce içerisinde bireyin hakları ile halkın egemenliğini harmanlayarak
radikal bir açılım yapmıştır. Sosyal devleti ve servetin yeniden dağıtılmasını öngören erken model eşitlikçilik
anlayışının ortaya çıkmasında etkili olmuştur.
Benjamin Constant: Anayasacılık savunusu ve özgürlük analizi ile öne çıkmıştır. Antik çağın özgürlük anlayışı
ile modern dönem özgürlük anlayışı arasında ayrımda bulunmuş ilkini doğrudan katılım ve kendi kendini
yönetim, ikincisini ise başkalarının hayatına müdehalede bulunmama ve özel haklar temsili üzerinden
açıklamıştır.
Çokkültürlülük
Çokkültürlülük temelde ırk ve dil çeşitliliklerinden ve etnik farklılıklardan
kaynaklanan toplumsal farklılıklara karşı pozitif bir yaklaşım içermektedir. Bu
yönüyle de siyasi bir doktrin olmaktan daha çok siyasi bir duruşu yansıtmaktadır.
Çokkültürlülük savunucuları farklılıkların, bireysel ve toplumsal biçimlerde her iki
tarafında lehine olacak iki tez öne sürmektedirler. Bireylerle ilgili olarak
çokkültürlülük, insanların dünya anlayışlarını, ahlaki inanç çerçevelerini ve şahsi
kimliklerini büyük ölçüde etkilemektedir.
Özellikle azınlık gruplar ve diasporalar kendilerine ait özel kültürlerin korunmasını
ve desteklenmesini beklemektedir. Çokkültürlülük topluma farklılığın faydalarını
sunmaktadır. Bireyler hem kendi kültürünü çokkültürlülük içerisinde daha iyi
kavramakta hem de diğer kültürlerle ilişkileriyle ortaya zenginlik, dinsel hoşgörü
ve saygı çıkarmasını hedeflenmektedir.
Anahtar Düşünürler
Charles Taylor: Taylar esasen ‘ben’in inşası meselesiyle ilgilenmektedir. Şekillendirilmiş
bireyler şeklinde tanımladığı komüniteryen kişi tasviri onun tanınma siyaseti lehine tavır
almasını sağlamıştır. Tanınma siyasetine göre bireyler diğer kişilerin pozitif tavırlarının objesi
olma ihtiyacını hissederler ve kültürler de kendilerine has özgün ve biricik özlere sahiptir.
Will Kymlicka: liberalizmi, topluluk ve kültürel üyelik düşüncesi ile uzlaştırmaya çalışan
Kymlicka’nın ileri sürdüğü çokkültürlü vatandaşlık düşüncesi kültürlerin değerli ve farklı
olmalarının yanında bireylere anlam, uyum, kimlik ve aidiyet kazandırdığını savunmaktadır.
Bhikhu Paresh: Kültürel farklılıklara yaklaşım konusunda çoğulcu bakış açısının savunusu
yapan Paresh’in çokkültürlülük anlayışı insan tabiatı ve kültür arasındaki diyalektik ilişkiye
dayanmaktadır. İnsan doğasının karmaşıklığı kültürlerin farklılığında kendisini göstermekte ve
tavır, davranış, yaşam tarzları ait olunan grup tarafından şekillenen insanlar kültür içinde inşa
olunmaktadırlar.

You might also like