Download as pptx, pdf, or txt
Download as pptx, pdf, or txt
You are on page 1of 396

RUMİNANTLARDA BESLENMEYE

BAĞLI BOZUKLUKLAR

1.BESLENMEYE BAĞLI GENEL


BOZUKLUKLAR
STOMATİTİS

• Ağız mukozasının yangısı olarak bilinen stomatitis


aşırı tükrük salgısı ve kızarıklık ile karakterizdir.
Yangıya sebep olan çeşitli faktörler
bulunmaktadır.
• 1.Rumen sondasının uygulanması sırasın da
ortaya çıkan travmatik yaralar
• 2.yabancı cisimler
• 3.keskin metal cisimlerin yanlışlıkla verilmesi ile
oluşan dil yaraları
• Somatitis kimyasal maddelerin uygulanması sırasında
da oluşabilir. Formalin, asitler veya yakıcı soda kaba
yemlerin korunması için sıklıkla kullanılan kimyasal
maddelerdir. Yanak mukozasının enfeksiyonu veya
yangısı ile se arasıra karşılaşılmaktadır.
• Somatit vakalarına genellikle semptomatik tedavi
yapılır. Yabancı cisimler alındıktan sonra, gerek
görüldüğü taktirde antibiyotik, kortikosteroid ve
ağrıyı hafifletmek için nonsteroit
antienflomatuarilaçlar uygulanır. Bir çok vakada
stomatite yol açan etken uzaklaştırıldıktan sonra hızlı
bir iyileşme gözlenmektedir.
ÖZAFAGUS TIKANMASI

• Özafagus tıkanması, sığırlar yemlerini hızlı


tükettikleri ve tamamen çiğnemedikleri için
oldukça sık karşılaşılan bir problemdir.
ETİYOLOJİ

• Geviş getirme sırasında yem küçük partiküllere


ayrılır. Elma, patates, şalgam, şeker pancarı ve
hayvan pancarı genellikle büyük parçalar halinde
çiğnenmeden yutulmaktadır.
• Hayvan pancarı ve şeker pancarı gibi kök yemler
bütün halinde verilirse tıkanma oluşturma riski
azdır. Ancak bu kök yemler parcalanarak verilirse
çiğnenmeden yutulacağı için özafagusta
tıkanmalara sebep olabilmektedir.
• Elma ve patatesin genellikle parçalanmadan
verilmesi, kaygan ve yuvarlak bir yapıya sabip
olmaları nedeniyle tıkanma
oluşturabilmektedir. Yemlik alanları yeterli
değilse hayvanlar rekabetten dolayı patatesi
çiğnemeden yutabilmektedirler.
SEMPTOMLAR

• Tıkanmadan dolayı salgılanan tükürüğün


yutulamaması ve rumendeki gazın geğirme ile
çıkarılamaması sonucu tükrük salgısının
artması ve timpani görülen ilk belirtilerdir.
• Baş ileri doğru uzatılır ve yutkunma hareketi
gözlenir. Aşırı çiğneme hareketi ve larenkste
tükrük biriktiği için öksürükte görülebilir
• Rumen timpanisinin şiddeti tıkanmanın
oluştuğu süreye ve tıkanmaya sebep olan
nesnenin yapısına bağlıdır.
• Tıkanma elma patates gibi yuvarlak bir
nesneden kaynaklanıyorsa özafagus tamamen
tıkanır ve timpaniden dolayı ölüm görülebilir.
• Nesne düzensiz şekilli ise Rumen gazlarının bir
kısmı tıkanmaya rağmen çıkabilir ve timpani
kaynaklı ölüm engellenebilir
• Aşırı tükrük salgısı , timpani, başın ileri doğru
uzatılması ve verilen yemlerin bilinmesiyle
teşhis yapılabilir. Tıkanma genellikle üç şekilde
engellenebilir.
1. Özafagusun üstünde larenks boyunca
2. Göğüs bölgesine girişte
3. özafagusun göğüs kısmında
• Tıkanma genellikle larenks bölgesiyle göğse
giriş bölgesinde oluşmaktadır. Tıkanma
genellikle şişkinlik olarak göze çarpmakta
parpe edilmektedir.
• Özafagusun göğüs kısmında bir tıkanma varsa
veya şüphe ediliyorsa sondanın geçmesi
teşhise yardımcı olmaktadır. Ayırıcı tanıda
indigesyon ve primer timpaniyle karıştırılabilir.
• Öksürük olması ve dilin dışarı çıkarılması ile
karakterize bronşit tıkanma ile
karıştırılmamalıdır.
• Herhangi bir yerde tıkanma oluşur oluşmaz ya
palpasyonla ya da Rumen sondası ile teşhis
edilebilmektedir.
• Ancak kunduzda da aşırı tükrük salgısı olması
nedeniyle kunduzda görülen diğer belirtilerde
göz önünde tutulmalıdır.
TEDAVİ VE KORUNMA

• Tedaviye başlanır başlanmaz hayvan sakin bir


yere alınmalı ve herhangi bir uyarıdan
kaçınılmalıdır. Tedavide izlenilecek ilk yol
timpaninin şiddetinin azaltılmasıdır.
• Hayvan timpani nedeniyle huzursuz ise sol
sublunbar çukurdan kanülle gaz boşaltılarak
hayvanın rahatlaması sağlanamlıdır.
• Tıkanma özafagusun boyun bölgesinde ise
spazm çözücüler damar içi yolla kullanılabilir.
Spazm çözücüleri özafagusun düz kaslarının
gevşemesinin sağlamaktadır.
• Gevşemesini sağlamak için 5 dakika süre ile
beklenmelidir. Daha sonra bir yardımcıya
hayvanın başı tutturulup parmak yardımıyla
juguler oluğa basınç yapılarak tıkanmaya
neden olan nesnenin larenks bölgesine
haraket etmesi sağlanmaktadır.
• Yapılan bu işlem sonrasında çoğunlukla
nesnenin ağza gelmesi sağlanabilir. Tıkanma
özafagusun gögüs bölgesinde ise Rumen
sondasının kullanılmasıyla belirlenebilir.
• Sondanın haraket etmesiyle nesne rumene
yetebilir. Kök yemlerin parçalanarak ve
kesilerek verilmesi ile özafagus tıkanmasının
önüne geçebilir.
• Patates kullanıyorsa yemlik alanlarının yeteri
olması gerekmektedir.
ETİYOLOJİ

• Basit indigasyon, süt ineklerinde yeni bir


rasyona alıştırma dönemi uygulanmadan
geçirdiğinde gözlenmektedir.
• Taze ve nem içeriği yüksek otlar, donmuş,
bozulmuş yemeler, toprak ile bulaşır veya fazla
miktarda konsantre yemin birdenbire verilmesi
indigesyonun başlanmasına zemin
hazırlanmaktadır.
• Rumen florasınıbozan antibiyotiklerindüşük
miktarda kullanılması da basit indigesyona yol
açmaktadır.
• Süt ineği konsantre yemlerine 0.005mg/kg
KM düzeyinde katılan lincomycin basit
indigesyona sebep olarak süt verimini %50
kadar azaltmaktadır.
• Besideki hayvanların rasyonlarında monensin
sodyumun ilk sırasındada indesyon
gözlenebilmektedir.
SEMPTOM

• İlk olarak gözlenen semptomlar iştahın ve süt


veriminin azalmasıdır.
• Klinik olarak başka belirti gözlenmeksizin yem
tüketiminde yaklaşık %50 kadar azalma
oluşabilmektedir rektal ısı normaldir ve nabız
sayısı dakikada 80‘a çıkabilir.
• Sindirilmeyen, bozulmuş yada ekşiyen yemlerin
tüketilmesi rumendeki fermantasyon işlemlerini
aksatmakta Rumen pH’sını değiştirerek atoniye
sebep olmaktadır.
• Rumen kontraksiyonlarının sıklığı ve siddeti
azalmakta her 3-4 dakikada bir kontraksiyon
şekillenmektedir. Tinpani ve orta şiddette ishal
vardır.
• Sindirilmeyen selilozon sebep olduğu indigesyon
durumlarında dışkıda seliloz parçaları
bulunabilir.
• Basit indigesyonun teşhisi, klinik gözlemleri
dayanarak yapılmaktadır. Basit indigesyon;
abamasum deplasmanları, travmatikretikulitis,
özafagus lezyonları, süt hummasının erken
dönemleri ketozis gibi hastalıklar ile
karışabilmektedir.
• Hastalığın gelişiminin bilinmesi teşhisi
kolaylaştırmaktadır. Bütün sürü veya sürünün
belli bir kısmında iştahsızlık olması yemden
kaynaklanan bir problemin olabileceğini akla
getirmelidir.
TEDAVİ VE KORUNMA

• İndigesyon gözlenen hayanlar hastalığa neden


olan yemin rasyondan çıkarılması ve iyi kaliteli
ot verilmesi 2-3 gün içinde normale
dönmektedirler.
• Rumen 24 saatten daha uzun süre atonik
halde kalmış ise sağlıklı bir hayvandan alına
Rumen sıvısı verilebilir.
• Çoğunlukla sodyum bikarbonat ve magnezyum
karbonat içeren karışımlar Rumen pH’sını
değiştirmek ve iştahı uyarmak için
kullanılmakta ve aynı zamanda rumendeki
mikrobiyel sentez için temek olan vitaminleri
ve iz elementleri sağlamalıdır.
• Ani yem değişiklikleriyle sindirilmeyen,
çürümüş ve kokuşmuş yemlerin kullanımından
kaçınılmalıdır.
• Rasyonda değişiklik yapılacağı zaman Rumen
florası yeni yeme adapte edilmeli ve
indigesyonun önüne geçmek için değişiklik
derecede yapılmalıdır.
• Bu nedenle yeni yem önce küçük miktarlarda
rasyona girilmeli günlük olarak arttırılarak
tamamen yeni yeme geçirilmelidir.
RUMEN ASİDOZU

• Rumen, mikroorganizmalar yardımıyla


yemlerin sindirildiği bir fermantasyon
ortamıdır. Yemler rumende fiziksel parçalanma
ve mikrobiyel fermantasyon sayesinde
sindirilmektedir.
• Mikrobiyel sindirimde çeşitli bakteriler,
protozoalar ve aneorebik mantarlar rol
oynamaktadır.
• Mikrobiyel fermantasyon ürünü olarak oluşan
uçucu yağ asitleri(uya) rumenden, sentezlenen
mikrobiyel proteinler ise bağırsaklardan
aminoasit halinde emilerek organizmada
kullanılmaktadırlar.
• Ucucu yağ asitleri hayvanın enerji ihtiyacını
yaklaşık %80ini karşılamaktadır. Mikrobiyel
proteinler ince bağırsaklara gelen proteinlerin
%50-90 nını oluşturmaktadır.
• Rumen sıvısının 1 ml sinde 1010 bakteri
106protozoa ve 103 mantar bulunmaktadır.
Rumen ortamının aneorebikolması mıkrobiyel
populasyonun devamlılığı için gerekli
şartlardan biridir.
• Fermantasyon sonucunda ortaya çıkan
bikarbonat ile tükrükten gelen bikarbonat ve
fosfat sayesinde Rumen pH’sı 6.2-6.8 sırasında
korunmaktadır.
• Rumen ortamının ısısı ise 36-41 oC arasında
değişmektedir. Rumendeki
mikroorganizmaların gelişmesi Rumen
ortamına olduğu kadar yemden bulunan besin
maddelerinin tipine ve kullanılabilirliğine de
bağlıdır.
• Asidoz, Rumende asit üretiminin ve
emiliminin hızla artması sonucunda ortaya
çıkan beslenmeye bağlı bir bozukluktur.
ETİYOLOJİ

• Asidoz özellikle laktasyonun ilk aylarında


yüksek miktarda tane yem içeren rasyonların
tüketilmesine bağlı olarak ortaya
çıkmaktadır(şekil1.1)
• Kuru dönemde hayvanlara verilen kaba yem
içeriği dolayısıyla NDF içeriği yüksek, enerji
içeriği düşük rasyonlar Rumen ortamını iki
şekilde etkilemektedir:
1-rasyonda kolay fermente olan nişastanın
azalması sonucunda bakteri popülasyonu içinde
laktik asit üreten bakterilerin(streptococcus
bovis ve laktobasilli) ve laktik asidi asetik asit,
probiyonik asit ve uzun zincirli yağ asitlerine
dönüştüren bakterilerin (megaspheare elsdnii ve
selenomonas ruminantium) sayısı azalmaktadır.
• 2- Düşük enerjili rasyonlar Rumen
papillalarının uzunluğu ve uçucu yağ
asitlerlerinin emilim kapasitesini azaltmakta,
kuru dönemin ilk 7 haftasında emilim alanının
yaklaşık %50 si kaybolmaktadır.
• Doğumla birlikte ani olarak yüksek düzeyde
konsantre yeme geçilmesi ve laktik asidi
asetik, probiyonik ve uzun zincirli yağ asitlerini
dönüştüren bakterilerin saısının hızlı bir
şekilde artmaması sonucu rumende laktik asit
birikir etkili bir şekilde önleyen bakteri sayısına
konstre yemle beslemeye geçildikten 3-4 hafta
sonra ulaşılmaktadır.
• Laktik asit (pKa=3.86) , asetik asit (pKa =4.76),
probiyotik asit (pKa =4.87) ve bütürik asitten (pKa
=4.82) daha güçlü bir asittir. Bu nedenle laktik
asit asit Rumen pH’sı üzerine uçucu yağ
asitlerinde daha fazla etki eder, asetik,
probiyonik ve bütirik asitten daha yavaş emilir.
• Rasyona adapte olmamış hayvanın Rumen
epitelinin yavaş gelişmesi UYA’nın hızla
emilmesini engelleyerek rumen pH’sını
düşürmekte, protozoa ve bakterilerin ölmesine
yada inaktive olmasına yol açmaktadır.
• Laktik asit birikimi ve Rumen florasının ölmesi
nedeniyle salınan endotoksinler ve histamin
sistemik olarak emilerek tırnak duvarının
mikrovaskularitesini etkiler ve klinik laminitise
neden olur.
• Eğer emilen organik asitlerin miktarı karaciğer
ve diğer dokuların metobalize etme yeteneğini
aşarsa metobolik asidoz şekillenir.
• Asidoza neden olan faktörler aşağıda
verilmiştir:
1.Rasyonun Tipi: Rasyonda konsantre yem oranı
arttıkça rumende asit üretimi artmakta ve pH
düşmektedir. Kaba yemler bikarbonat içeren
tükrük salgısının teşvik edilmesini ve rumende
asetik asit üretiminin artmasını sağlar.
• Kaba yemlerde bulunan selüloz ve
hemiselüloz konsantre yemlerde bulunan
nişasta ve şekerlerden daha yavaş fermente
edilirler.(şekil1.2)
2.Tane Yem çeşidi: Rumende nişastanın glikoza
parçalanma oranı tane yem kaynağına ve
nişastanın tipine bağlı olarak değişiklik
göstermektedir.
• Buğday gibi bazı tane yem kaynakları veya
şlempeler gibi tane yem endüstrisi yan
ürünleri diğer kaynaklardan daha hızlı glikoza
dönüşmektedir.
3.Yemlerin İşlenme Metotları: Tane yemlerin ısı
ve basınç uygulanarak işlenmesi nişasta
granüllerinin parçalanmasına neden
olmaktadır.
• Konsantre yemlerin çok ince öğütülmesi de
partikül büyüklüğünün nişastanın mikrobiyel
sindirimi ve probiyotik asit üretimini arttırmak
pH’ın düşmesine sebep olmaktadır.
• Konsantre yemlerin partikül büyüklüğünün
küçük olması çiğneme aktivitesini dolayısıyla
tükrük salgısını ve rumende selüloz
yıkımlanmasını azaltarak pH’yı düşürmektedir
4.Rasyonun Nem İçeriği: Rasyonun nem
içeriğinin fazla olması tükrük üretimini
azaltacağı için pH’yı düşürmektedir.
• Nem içeriği yüksek olan silajın yedirilmesi
durumunda çiğneme ve ruminasyon süresi
azalmaktadır. Silaj ve fermente yemler
nedeniyle rasyonun nem içeriği %50’den fazla
olursa kuru madde tüketimi azalmaktadır.
5.Doymamış Yağ Asitlerince Zengin Yağların
İlave Edilmesi: Doymamış yağ asitleri selüloz
sindirilebildiğini azaltır ve Rumen pH’sının
düşürürler. Yağlı tohumlara öğütme ve e
kstruksiyon gibi işleme metotlarının
uygulanmasına neden olur.
6.Yemleme Metodu: Kaba ve konsantre
yemlerin ayrı olarak verilmesi ve yemlemenin
tek öğün halinde yapılması Rumen pH’sında
dalgalanmalara sebep olarak Rumen
fermentasyonunu bozmaktadır.(şekil1.3)
7.Ani Rasyon Değişiklikleri:
• Yüksek düzeyde selüloz içeren yemlerden
yüksek düzeyde kolay fermente olan
karbonhidratları içeren konsantre yemlereani
geçiş Rumen pH’sını düşmektedir.
• Yüksek miktarda nişasta ve şeker laktik asit
bakterilerinin üremesini teşvik etmektedir.
• Rumende kaba yemlerin fermentasyonu
oldukça yavaştır ve kaba yemle beslenen
hayvanlarda yüksek düzeyde konsantre yemle
beslemeye ani olarak geçildiğinde normal
Rumen florası bozulmakta ve asidoz meydana
gelebilmektedir.
8.Mikotoksinler: Bazı mikotoksinlerin de laktik
asit metobolizmasını değiştirerek asidoza
neden oldukları bildirilmektedir.
Asidoz Oluşum Mekanizması

• Nişasta Konsantrasyonu ve Glikoza Dönüşümü:


tane yemlerdeki nişasta rumendeki
mikroorganizmalar tarafından glikoza
dönüştürülür. Rumendeki serbest glikoz üç
olumsuz etkiye sahiptir.
1. Yüksek miktardaki glikoz Rumen bakterilerinin
oldukça hızlı bir şekilde oluşmasını sağlar.
Sadece serbest glikozun varlığında etkili hale
gelebilen Streptococcus bovis laktik asidozun
en önemli nedeni olarak görülmektedir.
• Ayrıca laktik asit üreten Laktobasiller,
anapilaktik şok ve ani ölüme sebep olan
koliformlar ile tremin ve histamin üretimin
sebep olan aminoasitleri parçalayan
mikroorganizmalar Rumen asidozu
oluşumuna neden olmaktadırlar.
• Nişasta fermantasyonu ile direk ilişkili olan
diğer bakteriler de laktik asidin önemli
kaynaklarıdır.
2. Açığa çıkan glikoz sonucu rumende koliform
ve aminositleri dekarboksile eden
mikroorganizmalar çoğalarak endotoksin ve
amidlerin (histamin gibi) salınmasına veya
üretilmesine neden olurlar.
• Glikoz rumen içeriğinin ozmolalitesini
arttırmaktadır. Ozmolalitenin artması UYA emilimini
engelleyerek rumendeki asit birikimini
arttırmaktadır.
GLİKOLİZİS
• Rumen ortamındaki aneorebik mikroorganizmalar
serbest glikozu yıkılmayarak gelişimlerini
sağlamaktadırlar.
• Asidoz sırasında bu mikroorganizmaların sayısının
azalması ile glikolizis engellenmekte ve rumendeki
serbest glikoz konsantrasyonu artış göstermektedir
 Uçucu Yağ Asitlerinin Üretimi, Laktik Asit
Üretimi Ve Kullanımı: ruemendeki bakteriler
laktik asidi kullanılanlar veya laktik asit
üretenler olarak sınıflandırılmaktadır. Bu iki
grup bakteri arasındaki denge rumendeki
laktik asit birikimini etkilemektedir.
• Aneorebik şartlarda privük asit glikoliziste
kullanılar NAD’i yeniden laktik asit
konsantrasyonu 5 den daha az.
• Rumendeki laktik asit konsantrasyonu 40dan
fazla olduğu zaman şiddetli asidoz belirtileri
görülmektedir.
• Pirüvik asit çeşitli basamaklardan sonra
UYA’ya dönüşmektedir. UYA üretiminin hızlı
olaması, emilimin engellenmesi ya da
dilüsyonun azalması nedeniyle UYA fala
miktarda birikebilmektedir.
• Bazı çalışmalarda, laktik asit birikimi olamasa
bile rumen pH’sının 5’in altına düştüğü
gözlenmektedir.
• Bu durum laktik asit olmaksızın da toplam asit
bitikiminin asidoza kısmen de subklinik asidoza
neden olabileceği sonucunu ortaya
çıkartmaktadır.
 Rumen pHsının Baskılanmasın:rumen pHsının
düşmesiyle birlikteglikozve iyonize asitlerin
fazlalığından dolayı ozmatik basınç artmaktadır.
• Rumen ozmalalitesinin artması nedeniyle asitlik
ve dolayısıyla ozmolalite giderek artış
göstermektedir. Buna bağlı olarak uçucu yağ
asitlerinin pH etkilemektedir.
• Normal şartlarda rumene giren bikarbonatın
yaklaşık yarısı tükrükten, diğer yarısı ise emilen
iyonize asitler ile yer değiştirerek kandan
gelmektedir.
• Konsanatre yem tüketiminin artışına bağlı
olarak tükrük salgısının azalması nedeniyle
kandan daha fazla miktarda bi karbonat
rumene geçmek zorundadır.
• Bu durum kandaki bazların azalmasına,
solunum ve renal mekanizmayla yeterince
kompanze edilemediği taktirde ve metobalik
asidoz şekillenmesine sebep olur.
 Rumen Ozmolalitesi: rumen ozmolalitesi kaba
yemle besleme sırasında 240-265 mosm/I
konsantre yem besleme durumunda ise 280-
300mom/I arasında değişmektedir.
• Mineraller,UYA ve glikoz rumen sıvısındaki
temel eriyik maddelerdir. Kan ozmolalitesi ise
285-310 moms/I arasında değişmektedir.
• Rumen ozmolalitesi kan ozmolalitesinden
belirgin şekilde fazla olduğundan suya kandan
hızla rumene çekilmektedir.
• Suyun hızla çekilmesi sonucu rumende artan
ozmatik basınç ince barsak ve ya rumen
duvarında hasara neden olmaktadır.
• Rumendeki bu hasar nedeniyle
mikroorganızmalar kana serbest bir şekilde
geçmekte ve karaciğer apselerine yol
açmaktadır.
• Zamanla sindirim kanalının hasar gören
dokuları yenilenerek
kalınlaşmaktadır(hiperkeratozis veya
parakeratozis).
• Rumen duvarındaki kalınlaşmadan aylar hatta
yıllarca sonra bile uya emilimi normale
dönememektedir. Ayrıca 350 moms-nin
üzerindeki ozmatik basınç nişasta ve selilozun
bakteriyel sindirimine inhibe ederek rumen
içeriğinde durgunluğa neden olmaktadır.
• Rumendeki ozmotik basıncın artması
retikülorumen duvarını etkileyerek yem
tüketimini baskılamaktadır.
• Uçucu yağ asitleri postruminal olarak da
emilmektedir. Uçucu yağ asitlerinin
abomasumda birikmesi asitliği arttırarak
pretein ve mineral sindirimini azaltmaktadır.
• Sonuç olarak: öldürücü olmayan basit dereceli
asidoz uzun süreli etkilere sebep
olabilmektedir. Bu durum rumen asidozu tedavi
edilse bile hayvanların daha sonraki
verimlerimlerin optimumunaltında kalmasının
sebebini açıklamaktadır.
Asit Emilimi
• Laktik asit ve UYA rumen ve barsak epitelinden
pasif olarak emilmektedir. Çözümlenmemiş
formdaki organik asitlerin miktarı ve emilim
oranı pH düştükçe artmaktadır.
• Emilim sırasında bütirik asit rumen duvarında
enerji kaynağı olarak kısmen metebolize
edilmekte ve glikoz kısmen D-laktik asite
dönüştürülmektedir.
• Laktik ait ince barsaklarda üretilmekte ve
emilmektedir. Böylece karaciğerdeki toplam
asit birikimi artmaktadır.
Kanın pH Düzeyi
• Kan genellikle bikorbonat ile
tamponlanmaktadır. Kanın asit baz dengesi
solunum sistemi (karbondioksit salınımı), kas
aktivitesi (kaslar tarafından laktik asit üretimi)
ve böbrek fonksiyonları (asit veya amonyak
tuzların atılımı) ile düzenlenmektedir.
• Ruminant ve nonruminantlarda aşırı asit
üretimi veya asitlerin yetersiz taşınması
sonucu kanın asitliği artmaktadır.
• Solunum yetersizliğide kanda karbondioksit
birikmesine neden olmaktadır. Bu durum,
bikorbonatın böbreklerdeki tutmu yeterince
kompanze edilmediğinde kan pH’sı
düşmektedir.
• Metabolik bozukluklar surasında aşırı asit
üretimi veya emilimi, vücuttan bağlı bazların
kaybı (diyare ve böbrek hastaları gibi) veya
asitlerin birikimi pH’yı ve vücut sıvılarındaki
gibi bikarbonatı azaltmaktadır.
Kanın Ozmalalitesi
• Asidozda kanın ozmolalitesinin artmasının 2
nedeni bulunmaktadır.
1. Rumendeki yüksek ozmatik basınç plazmadan
rumene sıvıları çekmektedir. Bu durum
dehidrasyonun tipik semptomları olan kanın
ozmalalitesi ve tüketilen su miktarındaki artış
ile kan komponentlerinde yoğunlaşmaya
sebep olmaktadır.
2. Rumendeki asitlerin ve glikozun emilim oranları
metabolizma ve atılım oranlarındaki oranlarından
fazla olduğu zaman bu bileşikler kanda birikmekte
ve direkt olarak ozmolaliteyi arttırmaktadır.
• Kanın ozmolalitesinin laminitiste rol oynayıp
oynamadığı tam olarak tespit edilmemiştir. Ancak,
asidozda histamin konsantrasyonun ve tırnak
içindeki kan basıncının artışı nedeniyle
damarlarında hasar meydana gelerek tipik
laminitis ve tırnak bozukluklarının ortaya çıktığı
düşünülmektedir.
Asit Metabolizması ve Atılımı
• Uçucu yağ asitlerinin glikoz şeklinde
yapılanmaları veya 1. Derecede enerji kaynağı
olarak kullanılmaları nedeniyle kandaki miktarı
düşüktür. UYA’dan 10 kat daha güçlü bir asit
olduğu için laktik asit asidozun nedeni olarak
gözterilmektedir.
• D-laktik asidin L-laktik asit kadar hızlı ve yoğun
bir şekilde dokulardan metabolize edilmediği,
sadece böbreklerden atılım yoluyla kandan
ayrıldığı belirtilmiştir. Bununla birlikte son
yıllarda D-laktik asidin ruminant dokuları
tarafından metabolize edildiği tespit edilmiştir.
• Asidoz en basit şekilde akut ve suklinik asidoz
olarak sınıflandırılmaktadır (şekil 1.4).
• Klinik belirtilerin başlama hızı ve şiddeti
tüketilen yemin tabiatına ve miktarın abağlı
olarak değişmektedir.
Akut Asidoz (Laktik Asidoz)

• Akut asidoz genellikle tane yem, şeker pancarı,


şalgam, elma gibi kolay fermente olan veya
yüksek düzeyde nişasta sukroz, laktoz,
sakkaroz, fruktoz veya glikoz içeren yemlerin
fazla miktarda verilmesi veya kaza sonucu
tüketilmesiyle oluşmaktadır.
• Laktik asit ve uçucu yağ asitleri
konsantrasyonu belirgin şekilde artarak rumen
pH’sı 5’in altına düşer. Protozoa sayısı ise azalır.
• Akut asidoz sırasında sindirim kanalına gelen
kan miktarının azalması rumende asitlerin
emilimini azaltır.
• Rumen epitalinin uzun süre aside maruz
kalması hiperkeratoz ve parakeratoza neden
olarak organik asitlerin emilim kapasitesini
azaltır ve rumen pH’sı düşmeye devam eder.
• İlerleyen dönemlerde hayvanın fizyolojik
fonksiyonları önemli ölçüde bozularak
şekillenir.
Semptomlar

• Asidoza neden olan yem maddelerinin


tüketilmesinden 12-36 saat sonra klinik belirtiler
ortaya çıkmaktadır. Rumen mikroorganizmaların
tiaminin sentezinin azalması onucunda
bilinçsizce gezinme ve ayakta duramama
görülen ilk belirtilerdir.
• Rumendeki şişkinlik nedeniyle abdominal ağrı,
diş gıcırdatma, karnı tekmeleme, rumende gaz
seslerinin duyulması rumen haraketlerinde
azalma ve diyare gözlenebilir.
• Dehidrasyon 24-48 saat içerisinde ortaya çıkar.
Solunum sayısı ve kalp atışları artar, rektal ısı 1-
2 oC azalır. Şiddetli vakalarda hipokalsemiyi
andıracak şekilde hayvan yere uzanır ve 24-48
saat içinde ölüm şekillenebilir.
• Akut asidozda 40-60 gün sonra tırnaklarda
belirtiler (laminitis) ortaya çıkmaktadır. Akut
asidoz sonucuında şekillenen rumen
papillalarında ve barsak villuslarındaki
yıkımlanma sonucu besin maddelerinin emilimi
azalmakta ve yemden yararlanma düşmektedir.
• Besideki hayvanlarda ani polioensefalomasi, laminitis,
karaciğer apseleri malabsorbssiyon clostridial
enfeksiyonlar yem tüketiminin azalması ve ya durması
gibi şiddetli asidoza bağlı problemler gözlenebilir.
Subklinik Asidoz
• Subklinik asidoz, laktasyon başlangıcında enerji
yönünden zengin yemlere ani geçiş sonucunda
gözlenmekle birlikte yem tüketiminin yüksek olduğu
laktasyon ortasında ani yem değişikleri veya rasyon
konpasisyonundaki hatalı uygulamalar sonucundada
oluşmaktadır.
Semptomlar
• Subklinik asidozun semptomları belirgin değildir
ve genellikle hızlı seyreder en önemli klinik
bulgusu yem tüketiminin azalmasıdır.
• Süt veriminin azalması süt yağı oranının düşmesi,
yeterli enerji tüketimine rağmen vücut
kondüsyonun azalması, sebebi bilinmeyen ishal
olguları, laminitis, burundan kan gelmesi ve
abomasum bozuklukları subklinik semptomlarıdır.
Bu semptomlar haftalar hatta aylarca ortaya
çıkmayabilir.
• Burundan kan gelmesi, vena cava trombozu
nedeniyle görülmekte ve genellikle rumen
asidozu sırasında ortaya çıkmaktadır.
• Sürünün immun sisteminin baskı altında
olması ihtimali nedeniyle subklinik asidoz
bulunan hayvanlarda çoğu zaman metritis gibi
hastalıkların tedavilerinden sonuç
alınamamaktadır.
• Subklinik asidozu akut asidozda ayıran en
önemli farklılık subklinik asidozda rumende
laktik asit birikiminin olmamasıdır. Bu nedenle
laktik asidoz dendiği zaman akut asidoz akla
gelmelidir.
Metabolik asidoz
• Kandaki bikarbonat düzeyinin azalması sonucu
kanın tanpon derecesi azalır, kanın pH’sı 7nin
altına düşer ruemnde üretilen kısa zincirli
uçucu yağ asitleri yağ asitlerinden sadece
asidik asit periferal dolaşıma ulaşmaktadır.
• Bütirik asit rumen duvarında hidroksi bitürik
aside propiyonik asit ise karaciğerlerde glikoza
dönüşmektedir.
• Kronik metobolik asidozda doğum zamanında steroid
hormonların konsantransyonlarının etkilenmesi
sebebiyle uterusun düz kas kontraksiyonları
zayıflamakta ve güç doğum ihtimali artış
göstermektedir.
• Metebolik asidozda immun sistem baskılanmakta,
özellikle solunum sistemi ile ilgili hastalıklar başta
olmak üzere hastalıklara karşı direnç azalmaktadır.
(Şekil 1.5)
• Rumen asidozunun teşhisinde rumen pH’sı belirleyici
olmaktadır. Rumen pH’sı olmak üzere yemleme
zamanının büyük etkisi bulunmaktadır.
• Rumen pH’sı bir sürü içerisinde gügn farklı
zamanlarında ve farklı günlerinde değişiklik
göstermektedir. Bu nedenle çok sayıda
hayvandan pH’nın en düşük olduğu zaman
aralığında numune alınmaktadır.
• En düşük pH, kaba konsantre yemlerin aynı
olarak verildiği sürülerde yemlemeden sonraki
2-4 saat arasında, kaba konsantre yemlerin
toplam karışım olarak verildiği sürelerde ise 6-
8 saat arasında gerçekleşmektedir.
• Rumenosentez yoluyla rumen sıvısı direkt
olarak alınabilir. Rumenosentezde ön meme
lobunun dorsalinden rumene uzun bir iğne ile
girilerek şırınga yardımıyla sıvı alınmaktadır.
• Alınan rumen sıvısında pH’nın 5.5’in altında
olması akut asidoz olduğunun
gözstermektedir. Bu teknik asidozdan ziyade
bir sürüdeki supklinik asidozu teşhis etmek için
kullanılmaktadır. (Tablo 1.2)
Tedavi ve Koruma

• Rumen asidozunun tedavisinde temel


prensipler şunlardır;
 Rumende üretilen laktik asit miktarını azaltmak
 Sıvı-elektrolit kayıplarını gidermek ve kan
volümünde düzenliliği sağlamak
 Ön mide ve barsak hareketlerini normal
duruma getirmek
• İyi bir klinik muayene ve elde edilecek
laboratuar bulguları uygun tedaviye karar
vermede yol göstericidir.
• Hastalık teşhis edildikten sonra rumenotomi,
oral tedavi veya antiasitlerle sistemik tedavi
işlemlerinden birine karar verilmelidir.
• Dehidrasyon ve asidozu gidermek amacıyla
dengeli elektrolit solüsyonlar ile %5’lik sodyum
bikorbonat solüsyonu damar içi uygulanabilir.
• Hayvanlar 24 saatlik ihtiyaçlarını karşılayacak
şekilde 60l elektrolit sıvı verilebilir. Sodyum
bikarbonatın %5’lik solüsyonu 300 ml
düzeyinde yavaş yavaş enjekte edilerek
solunum hızının azalması sağlanabilir.
• Denetleyici olarak %30’luk kalsiyum
boroglukonat solüsyonu ve %40’lık dekstroz
solüsyonunda 400’er ml verilebilir.
• Hayvanın ayakta durabildiği akut vakalarda
magnezyum hidroksit, magnezyum karbonat
veya aliminyum hidroksit 1g/kg canlı ağırlık
dozunda 10 l ılık suda karıştırılarak ağızdan
içirilebilir.
• Vitamin B ve C kombinasyonlarının 30-50 ml
dozunda damar içi enjeksiyonu karaciğerde
laktik asidin detoksifikasyonuna yardımcı
olmaktadır.
• Şiddetli depresyon, vucüt ısısının düşmesi,
nabzın 110-130’un üstüne çıkması, rumen
pH’sını 5 veya daha düşük olması durumunda
rumenotomi yapılarak içerik boşaltılır.
• İçerik boşaltıldıktan sonra 10-20 l taze rumen
sıvısı ve bir miktar kuru ot rumen içerisine
verilir.
• Rumenotomi kadar etkili olmamakla birlikte
sonda aracılığıyla rumene su verilip sifon
yapılarak gastrid lavaj uygulamasıda yapılabilir.
Ancak şiddetli vakalarda 12-24 saat içerisinde
oluşan rumenitis durumunda rumenotomi
faydalı olmamaktadır.
• Son yıllarda rumen asidozu tedavisinde yaş
veya kuru mayada kullanılmaktadır. Mayaların
anaerobik ve selülolitik bakteri sayısını artırıcı
etkileri bulunmaktadır.
• Asidozun oluşum aşamalarına göre yapılabilecek
korunma tedbirleri başlıklar halinde aşağıda
verilmiştir.
 Rasyonda Nişasta ve Glikoz Kaynağının
Sınırlandırılması:
• Asidozu önlemek için nişasta tüketimini
azaltmak veya rasyonun kaba yem oranını
arttırmak uygulabilecek en yaygın yöntemler
olarak kabul edilmektedir. Kuru kaba yem
miktarlarının artması çiğneme süresi ve tükrük
miktarını arttırmaktadır.
• Çiğnemenin artması rumene giren tane yem
partiküllerinin büyüklüğünün azalmasına ve
fermantasyon oranının artmasına neden
olmaktadır. Ancak çiğneme süresinin ve
ruminasyonun artması tükrükten salınan
tampon maddelerin artışına sebep olarak
rumende asitliğin nötrolizasyonunu
sağlamaktadır.
 Glikolizisin Sınıflandırılması:
• Glikolizisin geciktiren iodoasetal, florit ve
metabisülfit gibi metabolik inhibitorlar rumen
asidozu riskini azaltmak amacıyla kullanılabilir.
 Laktik Asit Üretiminin ve Kullanımının Kontrolü:
• Normal rumen ortamını sağlamak için laktik asit
üreten ve üretilen laktik asidi uçucu yağ asitlerine
çeviren bakteriler arasında dengenin sağlanması
oldukça önemlidir. Laktik asidi kullanan
bakterileri artması rumen asidozu özelliklede
akut formdaki asidoz riskini azaltmaktadır.
• Laktik asit s.bovis ve Laktobacilliler antibiyotik
ve bakteriofajlar sayesinde kontrol altına
alınabilmektedir.
• İonofor antibiyotikler hidrojen üreten
mikroorganizmaları ve laktik asit üreten
gram(+) bakterileri inhibe etmekte yada öğün
başına düşen yem miktarını azaltarak etkilerini
göstermektedirler. Laktobacillusları inhibe
etmek için tetronasin monensinden daha etkili
bulunmuştur.
• Diopeptin kullanarak s.bovis seçici olarak
inhibe edilmekte asidoz ihtimali
azaltılabilmektedir.
• Asit birikimini önlemek için düşük pH’ye tolere
edebilen ve gram(-) bir bakteri olan
selonamolas rumunentium gibi laktik asit
kullanan mikroorganizmaların inakulasyonu
yapılabilir.
• Fumarik ve malik asit gibi organik asitler
S.rumunantium tarafından laktik asit
kullanımını uyarmaktadır. Bu organik asitlerden
özellikle malik asidin rasyona ilave edilmesiyle
tükrük salgısı uyarılmakta ve artan tükrük
salgısı rumen pHsı üzerine tampon etkisi
yaparak asidozun hafifletilmesinden faydalı
olunmaktadir.
• Besi şartlarında rasyona malik asit ilave
edilmesiyle maliyet hayvan başına maliyet
günde 0.09-0.19 dolar artmaktadır.
• Malik asit yerine yonca gibi malik asit içeriği
yüksek kaba yemlerde rasyona ilave edilebilir.
• Belirli rasyon şartlarında maya kültürlerinin
kullanılması da rumendeki laktik asit
kullanımını arttırmaktadır.
• Son yıllarda s.bovis ve Laktobasillilerde
üretilen aşıların kas içi uygulanması ile
tükrükten immun globilin G salgılanmasını
arttığı ve laktik asidoz riskinin azaldığı
belirlenmiştir.
 Rumen pH’sının Kontrolü:
• Rumen tükrük veya rasyonla gelen bikarbonat,
protein yapısında olmayan azotlu maddeler
veya proteinin parçalanmasından ortaya çıkan
amonyak gibi tampon madde miktarlarının
arttırılması rumen pH’sının azalmasını önlemeye
yardımcı olmaktadır.
• Anabilim Dalımızda yapılan bir araştırmada in
vitro ortamda sodyum bikarbonat ve
magnezyum oksidin rumen sıvı pH’sını arttırdığı
belirlenmişti.
 Asit Emiliminin Kontrolü:
• Kronik durumlarda metobolik asidoz riskini
azaltmak için asit emilim oranını azaltılması
gerekmektedir. Rasyon veya tükrükten yüksek
düzeyde bikarbonat gelmesi rumen
pH’Sınıartmasını ve laktik asit kullanımının
uyarılmasını sağlayarak asit emilimin azlatır.
• Rasyonda protein veya üre konsantrasyonun
yüksek olması nedeniyle rumende amonyak
konsantrasyonunun yükselmesi rumen pH’sını
ve tampon kapasitesini yükselmesine neden
olur(amonyak Uya’nın %10-15 ini nötralize
edebilir).
• Amonyağı dereceli olarak saran protein veya
NPN kaynakları üre veya bypass kaynaklardan
daha yararlıdır katyon/anyon dengesinin
artması da rumen pHWsının artmasında yararlı
olaktadır.
• Rasyonda uzun formda kaba yemlerin
bulunması veya rasyona slaframine ve
plocarpine gibi kimyasal bileşiklere ilave
edilmesine çiğneme ve ruminasyon zamnını
arttırarak asidoz insidensini azaltabilmektedir.
 Rumenosmolalitesinin Kontrolü:
• Rasyon düzenlemelerinin rumenosmolalitesi
üzerine etkisi fazla olamamaktadır. Tuz ve
mineral maddetüketiminin kısıtlanması
rumenozmolalitesini çok az azaltabilmektedir.
Bununla birlikte tükrük salgısını arttıran rasyon
uygulamalarıyla rumen ozmatik basıncı
yaklaşık 255 mOms ‘y düşmektedir.
 Kan pH’sının kontrolü:
• Rasyonun katyon-anyon dengesinin katyon
lehine değişmesi asidozu önlemeye yardımcı
olmaktadır.
• Rasyonda kullanılan bikarbonat ve karbonatlar
gibi tamponların rumenden CO2 olarak
kaybolma ihtimalinin bulunması nedeniyle
bunların yerine diğer katyonların kullanılması
daha fazla yarar sağlamaktadır.
• Karbonat ve bikarbonatların kullanılması daha
fazla yarar sağlamaktadır.
• Karbonat ve bikarbonatların CO2 olarak
kaybolması ilave edilen tampon maddelerin
pH’sı üzerine etkisini azlatır.
• Üre veya rumende yüksek oranda parçalanan
protein kaynaklarının fazla miktarda ilave
edilmesi katyon miktarını arttırabilmektedir.
• Rumenozmolalitesinin yükselmesini önlemek
için rumende korunan Ca ve Mg gibi Na ve K
gibi emilen katyonlar kullanılmalıdır. Ancak bu
katyonun aşırı miktarda kullanılması yem
tüketimini aşırı miktarda düşürmektedir.
 Kan ozmolalitesinin kontrolü:
• Rasyonda bütün halde mısır ve kaba partiküllü
kaba yemlerin yüksek düzeyde kullanılması
tükrük miktarı ile su tüketimini arttırarak
tambon etki oluşturur, rumen içeriğini dilüğe
ederek ozmolaliteyi düşürür.
• Rumen ozmolalitesisin azalması kandan
sıvıların ruemene akışını önleyerek kan
ozmolalitesinin artmasına neden olur.
• Genel olarak alınabilecek korunma
yöntemleri:
rasyonda en düşük selüloz %15-17, ADF%19-
21, NDF% 27-30 ve kaba yemden karşılana
NDF %21-22 oranında olmalıdır.
tane yemler kabaca örtülmelidir.
rasyonlar düzenlenirken baklagil kaba yemleri
ve proteince zengin yemler tane yemlerden
daha yüksek tampon kapasitesini sahip olduğu
için tercih edilmelidirler.
toplam rasyonun %7-10 kaba partiküllü
olmalıdır.
rasyonda selüloz miktarının çok düşük olduğu
durumlarda tampon maddeler ilave edilir. İdeal
bir tampon madde suda çözülebilmeli
pKadeğeri rumen sıvısının optimum fizyolojik
pH’sına yakın olmalıdır.
• Sodyum bi karbonat (pKa=6,25) bu ihtiyacı
karşılayabilen ve çoğunlukla ilave edilen
tampon etkili maddedir. Tek bir tampon
madde yerine çeşitli tampon maddelerin
kombinasyonlarınınkullanılması süt verimi,
sütün yağ içeriği ve kuru madde tüketimi
üzerine olumlu etki yapmaktadır.
yağlı tohumlardan günlük hayvan başın
sağlanacak yağ miktarı 0.5-1 kg ile
sınırlandırılmalıdır. Eğer yağ ektrakte edilmişse
veya serbes formda veriliyorsa bu miktar
günlük 0.25 kg olmalıdır.
yağlı tohumlardan günlük hayvan başın
sağlanacak yağ miktarı 0.5-1 kg ile
sınırlandırılmalıdır. Eğer yağ ektrakte edilmişse
veya serbes formda veriliyorsa bu miktar
günlük 0.25 kg olmalıdır.
• Eğer kaba ve konsantre yemler aynı olarak
verilecekse sabah yemlenmesinde ilk olarak
kaba yemlerin verilmesi rumende seliloz
tabakasının şekillenmesini ve rumenin tampon
kapasitesini artması sağlayarak asidoz riskini
azaltmaktadır.
• Konsantre yemler kaba yemlerdenayrı olarak
veriliyorsa her öğünde 3 kg ile sınırlı
tutulmalıdır
RUMENİTİS

• Çoğunlukla rumen asidozunun sonucu olarak


çıkmaktadır.
• Rumende özellikle bütirik ve propiyonik asit
olmak üzere kısa zincirli yağ asitleri ile velaktik
asit düzeyinin artması ve rumen sıvısının
ozmolalitesindeki dalgalanmaların rumenitisin
gelişmesinde rol oynadığı kabul edilmektedir
• Parkeratosiz ve rumenitis arasındaki aşama net
olarak belirlenememektedir. Akut rumen
asidozunda laktik asit konstranrasyonunun
artması sonucunda oluşan parakeratosiz de
kısa zincirli yağ asitlerinin emilimi
etkilenmektedir.
• Rumenistisin mukoza lezyonları fusobacterium
necrophorum nadir olarakta acanobacterium
pyogenes bakterilerinin girişini
kolaylaştırmaktadır.
• Bu bakterilerinin karaciğere emboli yoluyla
yayılması apse şekillenmesine (karaciğer
apseleri) arasıra da posterior vena cava yoluyla
akciğer dolaşımına metastaz yaparak
bronşlardaki küçük arterlerde yırtılmalara
(caudal vena cava sendromu) sebeb olmaktadır.
• Klinik olarak hayvanlarda burundan kan gelmesi
veya burun çevresinde kanamalı, köpüklü salgı
ile karakterize haemoptysiz görülmektedir.
• Bu semtomların ortaya çıkması ile birlikte ölüm
kaçınılmaz olmaktadır.
RUMENPARAKERATOZİSİ

• Rumenparakeratozisi, rumen mukozdası


papillalarının sertleşmesi ve genişlemesiyle
karakterize bir bozukluktur. Paraketosiz
tamamen konsantre yemle beslenen sığırların
çoğunda gözlemlenmektedir.
Etiyoloji:
• Konsantre yeme bağı olarak rumen pH’sının
düşmesi ve laktik asit üretiminin artması
rumen mukozyolarında yangısal reaksiyonlara
sebep olmaktadır. Mukozyolardaki bu hasar
ülserasyon ve enfeksiyon sebebiyle mukozda
yapışmalara ve rumen duvarında apselerin
oluşmasına yol açmaktadır.
• Rumen papilyalaları genişleyip sertleşirler ve
yangısal reaksiyona tepki olarak bir araya gelip
kümleler oluştururlar.
• Parakeratozis, akut rumen asidozu sırasında
sekonder olarakta oluşmaktadır.
• Rumen mukozdasındaki hasar sonucunda
karaciğer apseleleri oluşabilir.
Semtomlar:
• Rumenparakeratozisinde herhangi bir semtom
ortaya çıkmayabilir.Rumen duvarı ve
karaciğerde apse şekillenmesi durumunda
hayvanlar iştah ve büyüme oranı azalmaktadır.
• Peritonit, septisemin ve bazen de endokardit
gibi koplikasyonlara da rastlanmaktadır.
• İştahsızlık ve büyüme oranındaki azalma pek
çok hastalığın belirtisi olduğu için teşhis
oldukça zordur.
• Sürüde hastalık ortaya çıktığı zaman otopsi
bulgusu olarak rumen duvarında ve
karaciğerde lezyonların görülmesi teşhisi
kolaylaştırmaktadır.
• Tedavi ve Koruma:
• İştahsızlık ve büyüme oranındaki azalma
rumen duvarında ve karaciğerde ciddi
hasarların olduğunu göstermekte ve tedaviden
sonuç alınmamaktadır. Ancak sürüdeki bazı
hayvanların otopsi sonuçları neticesinde
parakeratozis şüphesi varsa rasyona %10-20
oranında kapa yem ilave edilmesiyle hasarlar
önlenmekte ve hayvanlar kesim ağırlığına
ulaşabilmektedir.
KARACİĞER APSELERİ
• Karaciğer apseleri, bütün sığır ırklarında her
yaşta görünmekte ve büyük ekonomik
kayıplara yol açmaktadır.
• Bütün dünyada rastlanmasına rağmen en
yaygın olarak yoğun beslenme programı
uygulanan ABD, Kanada, Japonya ile Avrupa ve
Güney Amerika’daki besi sığırlarında
görülmektedir.
• Etiyoloji:
• Uygulanan beslenme programı ve kullanılan
rasyon indeksi etkileyen en önemli faktörlerdir.
Genellikle apselerin indeksi ve şiddeti
rasyondaki kaba yem düzeyi azaldıkça
artmaktadır.
• Yüksek düzeyde kaba yem kullanılması normal
rumen fermantasyonunu sağlamakta ve yem
tüketimindeki değişiklilkleri azaltmaktadır.
Bunun sonucunda da rumenitis insidense
azalmaktadır.
• Kaba yemin miktarının yanı sıra fiziksel
özellikleri de insidensin etkileyen bir etkendir.
• Kolay fermente olan tane yemler(buğday arpa)
nem içeriği yüksek mısır ve basınçla ezilmiş
mısır yem tüketiminde ve rumen pH’sında
dalgalanmalara sebep olarak asidoz rumenitis
ve karaciğer apseleri için ortam
hazırlamaktadır.
• Tane yemlerin işlenmesi özellikle de nişasta
granürlerinin jelatinazyonunun nişastanın
rumendeki fermantasyon oranının dolayısıyla
asidoz ve karaciğer apsesi ihtimali
arttırmaktadır.
• Karaciğer apseleri, rasyonun enerji
düzeyindeki ani artışlar, düzensiz ve yetersiz
yemlik alanları ile yemleme sıklığı ve sıklığın
miktarındaki düzensizliklere bağlı olarakta
gelişmektedir.
• Etçi ırklardan daha yüksektir. Hostein ırkı
hayvanların daha uzun süre yem yemesi ve
genellikle yem tüketimlerinin aynı ağırlıktaki
besi hayvanlarından daha yüksek olması
insidensi artırmaktadır (yaklaşık %12).
• Hostein ırkı hayvanlarda sindirim bozuklukları
ve ölüm oranı besi sığırlarından daha yüksektir.
• Oluşum Mekanızması:
• Fusobacterium necrobhorum karaciğer
apselerinin oluşumundaki temel bakteridir. Bu
bakteri aynı zamanda nekrotik laringitis
(buzağı difterisi), taban çürüğü ve sığırdaki
ayak apselerindeki temel patojendir.
• T.f. necrobhorum tek patojen olarak
çoğunluklada diğer anaerobik ve fakültatif
bakteri türleri ile birlikte bulunmaktadır.
• Bu bakteriler Açtinomyces pyogenes,
bacteroides, Clostridium, Pasteurella,
Peptostreptococcus, Staphylococcus ve
Streptococcus türleri ile identifiye edilmemiş
Gram-pozitif ve Gram-negatif bakteri türleridir.
• f. necrophorum, temel enerji kaynağı olarak
laktik asidi kullanmaktadır. Bu bakteri
memelilerin sindirim kanalında normalde
bulunmaktadır.
• Rumendeki F: necrophorum bakterilerinin
sayısı rasyonda kaba yem oranı azalıp
(7x105/g) tane yem oranı yükseldiği
(3-7x106/g) zaman artmaktadır. Rasyonda tane
yem miktarının artmasıyla F. Necrophorum
populasyonunun artması rumende laktik asit
kullanılabilirliğini artırmaktadır.
• Asidite ya da yabancı maddelerin (yemdeki
yabancı maddeler, sivri yem partikülleri, kıl)
rumen duvarına yapışması F. Necrophorum
kana geçmekte yada rumen duvarında
apselere sebep olmakta ve sonuçta kan
dolaşımında bakteriyel emboli
oluşturmaktadır.
• Kan dolaşımından bakteriler karaciğere
geçerek apse şekillendirmekte ve enfeksiyon
oluşturmaktadır (Şekil 1.6).
• Karaciğer apseleri, hayvanın performansını ve
karkas miktarını azaltarak büyük ekonomik
kayıplara yol açmaktadır. Karaciğerde apse
şekillenenhayvanlarda yem tüketimi, canlı
ağırlık, yemden yararlanma oranı ve karkas
yüzdesi azalmaktadır.
• Hayvanlar kesildikten sonrakarkasın yaklaşık
%2’sini oluşturan karaciğerin atılması da büyük
ekonomik kayıplara neden olmaktadır.
• Şiddetli karaciğer apsesi olan hayvanlarda
apsenin diyaframa ve çevredeki organlara
yapışması nedeniyle daha fazka karkasın
kesilip atılması gerekmektedir.
• Semptomlar
• Çok sayıda küçük ya da birkaç tane büyük
karaciğer apsesi bulunan sığırlarda genellikle
klinik belirti görülmemekte ve apseler
çoğunlukla kesimde tespit edilmektedir (Resim
1.1). bazen abdominal agrı görülmekte,
yüzeysel apselerinyırtılması veya caudal vena
cavanın perforasyonuve erozyonu etkenin
diğer organlara yayılmasına ve enfeksiyone
neden olarak ölüme yol açabilmektedir.
• Hematoloji ve karaciğer fonksiyon testleri
karaciğer apselerinin teşhisinde güvenilir
değildir. Küçük hayvanlarda apse bulunan
karaciğer bozukluklarının teşhisinde ultrason
tekniği kullanılmaktadır. Ancak besi sığırlarında
kullanımı sınırlıdır.
• Ultrason tüm karaciğeri özellikle de iç
organlara bakan sol yüzdeki ve akciğer, böbrek
gibi diğer organlarla çevrili lob kısımlarındaki
lezyonları göstermektedir.
• Korunma
 Antimikrobiyel Yem Katkıları:
• Besi hayvanlarında karaciğer apseleri
antimikrobiyel bileşiklerin kullanılmasıyla
kontrol altına alınabilmektedir.
• Genelde F. Necrophorum penisilin, tetrasiklin
ve makrolitlere duyarlıdır, fakat
aminoglikozitlere ve iyonofor antibiyotiklere
dayanıklıdır.
• Yeme antimikrobiyel bileşiklerin katılmasının yanı
sıra rumen fermentasyonundaki bozukluğuen aza
indirmek için yemlik ve yemleme stratejisinin
düzenlenmesi anahtar rol oynamaktadır.
• Hayvanların yüksek tane yem içeren rasyonlara
adaptasyonunu sağlamak, fazla veya az
beslemekten kaçınmak, yem tüketimini gün içine
yaymak, rasyonun kaba yem içeriğini artırmak,
karıştırılmış yemlerde kalite kontrolü yapmak,
taze ve temiz su sağlamak korunmada dikkat
edilmesi gereken faktörlerdendir
 Aşılama:
• Antimikrobiyel bileşikler karaciğerapsesi
insidensini azaltmakta fakat tamamen ortadan
kaldıramamaktadır. Bu nedenle uygun
aşılamanın yapılması gerekmektedir.
• Aşılama yemlerde antibiyotiklerin tedavi
düzeylerinin altında kullanılması ile ilgili halk
sağlığı problemlerini de azaltmaktadır. Ancak
uzun yıllar yapılan çalışmalar sonunda
karaciğer apselerine karşı etkili bir aşının ticari
olarak üretimindebaşarı sağlanamamıştır
• Löykotoksin karaciğer apselerinin
başlamasında temel virulens faktör olarak
düşünüldüğü için löykotoksine karşı immunite
sağlanması korunmada etkili olmaktadır.
DÜŞÜK SÜT YAĞI SENDROMU

• Trigliserit yapısında olan süt yağı vücuttaki yağ


depolarından veya rasyon kaynaklı uzun zincirli
yağ asitlerinden sentezlenmektedir.
• Ruminantlarda süt yağı asetik asit ve B-
hidroksibütirik asitten de novo sentez yoluyla
üretilmektedir.
Etiyoloji
 Süt yağı düzeyini etkileyen faktörler:
1.Yem ve Yemleme İle İlgili Faktörler:
• Normal besleme şartlarında rumende &65
asetik asit, %20 propiyonik asit ve %15 bütirik
asit oluşmaktadır.
• Uçucu yağ asitlerinin bu oranlarının korunması
normal süt yağı oluşumu için gereklidir.
• Kaba-konsantre yem oranı,kaba ve konsantre
yemlerin öğütülmesi veya
peletlenmesi,konsantre yemin
kompozisyonu,yemleme sıklığı,nem oranı
yüksek yeşil yemlerin verilmesi,rasyonda
doymamış yağ asitlerince zengin yağların
kullanılması ve rasyonda protein düzeyi gibi
faktörler düşük süt yağı sendromunun
oluşumunda yemleme ile ilgili faktörlerdir.
 Kaba-Konsantre Yem Oranı:
• Normal süt yağı oluşumu için genel bir kural
olarak rasyonun %50 veya daha fazla kaba
yemden oluşmalıdır.Aynı zamanda rasyonda en
az %17 ham selüloz,%28 NDF ve %21 ADF
bulunması gerekmektedir
• .Bununla birlikte hayvanın genetik potansiyeline
bağlı olmakla birlikte %60-65 kaba yem ve %17-
20 ham selüloz içeren rasyonların verilmesi süt
yağı düzeyinin artırılmasında etkili olmaktadır.
 Kaba Yemlerin Öğütülmesi veya Peletlenmesi:
• Kuru otun 0.6,silajın ise 1cm’den daha küçük
olması yemin rumenden daha hızlı geçmesine
ve rumenden fermantasyonunun değişmesine
yol açacağı için süt yağı oranını etkilemektedir.
• Yonca ve çayır kuru otlarının öğütülmesi veya
peletlenmesi uzun formdaki kaba yeme göre
yemin değerine yaklaşık %20 düşürmektedir
 Konsantre Yemlerin Öğütülmesi veya
Peletlenmesi:
• Konsantre yemlerin çok ince öğütülmesi veya
peletlenmesi süt yağını %0.1-0.2 düzeyinde
düşürmektedir.
• Pelet yem hayvanın hayvanın tane yem
tüketimini artırdığı için kaba:konsantre yem
oranı ve rumendeki fermantasyon dolayısıyla
süt yağı oranı etkilenmektedir.
 Konsantre Yemin Kompozisyonu:
• Karbonhidrat tipi,rumen fermantasyonunu ve
süt yağı düzeyini etkilemektedir.
• Nişasta,şekerler ve pektinin rasyonda %35’den
fazla olması rumen fermantasyonunu bozarak
süt yağını düşürmektedir.
 Yemleme Sıklığı:
• Öğün sayısının iki veya daha fazla olması
rumende sabit miktarda yemin sağlanmasına
ve normal rumen şartlarının korunmasına
yardımcı olur.
• Öğün sayısının azaltılması rumen pH sında
dalgalanmalara neden olmaktadır.
 Nem Oranı Yüksek Yemler:
• Meraya veya fazla miktarda yeşil ot verilen
hayvanlarda ham selülozun düşük olması
nedeniyle süt yağı azalmaktadır.
• Yeşil ot verilen hayvanlarda süt veriminin
artışına bağlı olarak süt yağı azalmaktadır.
 Doymamış Yağ Asitlerince Zengin Yağların
Kullanılması:
• Hayvanlara katı veya sıvı yağların verilmesi
rumen fermantasyonunu etkilemektedir.
• Genellikle iç yağı korunmuş yağlar ve bütün
halde pamuk tohumu süt yağı düzeyini
artırmaktadır.
• Bitkisel yağlar süt yağının baskılanmasına
neden olmaktadır.
• Yapılan çalişmalar trans yağ asitlerinin veya birden
fazla doymamış bağa sahip yağ asitlerinin (PUFA)
rasyonda yüksek düzeyde bulunmasının süt yağında
düşmeye neden olduğunu göstermektedir.Bu durum
bitkisel yağlardan bir veya birkaçının fazla miktarda
tüketilmesiyle ortaya çıkmaktadır.
• Rasyonda konsantre yemlerin veya eriyebilir
karbonhidratların fazla miktarda bulunması süt
yağındaki trans yağ assitlerinin oranını artırmaktadır.
• Rasyonda fazla miktarda yağ bulunması selülozun
sindirilme derecesini azaltmakta ve düşük süt yağı
sendromuna neden olmaktadır.
2.Laktasyon Dönemi:
• Süt yağı süt veriminin artışına bağlı olarak hızla
azalır.Laktasyon başlangıcındaki negatif enerji
dengesinin süt yağı oranını azalttığı tespit
edilmiştir.Bu nedenle laktaston başlangıcında
süt yağı yüzeyindeki azalmanın enerji
dengesinin bir göstergesi olabileceği
belirtilmiştir.
3.Mevsimsel Faktörler:
• Mevsimsel farklılıklar süt yağında bazı değişikliklere
neden olmaktadır.
• Çevre sıcaklığı yüksek olduğu zaman süt yağı
azalmakta sıcaklık azalmasıyla birlikte süt yağı artış
göstermektedir.Bu değişimler farklı mevsimlerde
kullanılan yemin çeşidine ve hayvanların yeme
alışkanlıklarındaki değişikliklere bağlıdır.
• Ham selüloz içeriği yüksek olan kaba yemler soğuk
havalarda daha fazla tüketilmektedir.Bu nedenle süt
yağı düzeyi kış aylarında yükselmekte ilkbahar ve
yaz aylarında düşmektedir
4.Genetik Farlılıklar:
• faktörüde süt yağını etkilemektedir.Jersey ve
Guernsey ırkı ineklerin sütü en yüksek,Shorthorn
ve Holstein ırkı ineklerin sütü ise en düşük süt
yağı oranına sahiptir.Bununla birlikte aynı ırk
içerisinde de süt yağında farklılıklar
oluşmaktadır.
5.Diğer Faktörler:
• Hayvanın sağlığı,yaşı,sağım farklılıkları ve
uygunsuz sağım teknikleri süt yağını etkileyen
diğer faktörlerdir.
Etiyolojisi Hakkında Teoriler
1.Rasyonda kaba/konsantre yem oranının düşük
olmasının memede yağ aistlerinin de novo
sentezi için temel madde olan asetik asit
miktarını dolayısıyla süt yağı miktarını
azaltacağı ileri sürülmüştür.
2.Yüksek düzeyde konsantre yemle besleme
sonucunda propiyonik asit oranı artış
göstermektedir.
• Anti-ketojenik etkiye sahip olduğu için
propiyonik asidin rumen sıvısında oranının
artması ile 3-hidroksibütirik asitin
kullanılabilirliği azalmaktadır.
• Süt yağındaki orta ve kısa zincirli yağ asitlerinin
taşıyıcısı olan 3-hidroksibütirik asidin
kullanılabilirliğinin kısıtlı olmasının süt yağını
baskıladığı düşünülmektedir.
3.Yüksek düzeyde konsantre yemle besleme rumende
propiyonik asit oranını arttırırken vitamin B12’nin
üretimini azaltmaktadır.
• Vitamin B12 propiyonik asitten glikoz
sentezlenmesinde bir basamak olan metilmalonil
CoA’nın süksinil CoA’ya dönüşümünde kofaktör olarak
görev yapmaktadır.
• Bu aşamada vitamin B12 üretiminin azalması metil
malik asit memede asetik asitten yağ asitlerinin
sentezini azaltmaktadır.
• Bu mekanizmanın süt yağı üretiminin baskılanmasına
neden olabileceği belirtilmektedir.
4.Yüksek düzeyde konsantre yem ve kısıtlı düzeyde
kaba yem yedirilmesi durumunda kandaki glikoz
konsantrasyonunun artması plazma insülin
aktivitesini artırmaktadır.
• İnsülin lipogenezisi sitimüle ederken lipolizisi
azalmaktadır.Bu neden insülin aktivitesinin artması
süt yağı yağ asitleri için gerekli olan plazma
trigliseritlerinin azalmasına neden olmaktadır.
• Plazma trigliseritleri süt yağı trigliseritlerinin %35-
80’ini oluşturmaktadır.Bu teori ‘glikojenik teori’
olarak adlandırılmaktadır.
5.Son 10 yılda yapılan çalışmalar süt yağındaki
azalamanın rumen uçucu yağ asitlerindeki
değişiklikten değil rumendeki
biyohidrojenasyon işlemlerindeki değişiklikten
kaynaklandığını göstermektedir.
Rumendeki biyohidrojenasyon ile rasyondaki
birden fazla doymamış bağa sahip yağ asitleri
(PUFA) rumen bakterileri tarafından
doyurulmaktadır
• Süt ineği rasyonlarında baskın olan PUFA bitki
lipitlerindeki linoleik (C-18:2) ve linolenik (C-
18:3) asittir.Ruminantların süt ve dokularının
bulunan yağ asitlerinin genellikle durmuşluk
oranının yüksek olması biyohidrojenerasyon
işleminden kaynaklanmaktadır.
• Rumende trigliseritlerin gliserol ve serbest yağ
asitlerine hidrolini takiben biyohidrojenasyon
yolları Şekil 1.7’de belirtilen basamaklarla
gerçekleşmektedir.
• Süt yağının baskılanması sonucunda sütteki tran-C-18:1
yağ asitleri artmaktadır.Kaba konsantre yem oranı
düşük rasyonda besleme durumunda tam olmayan
biyohidrojenarasyon gerçekleşmekte ve trans-C-18:1
yağ asidi izomerlerinde artış görülmektedir.
• Yapılan son çalışmalarında süt yağının baskılanmasında
toplam tran yağ asitlerinden ziyade trans izomerlerinin
anahtar rol oynadığı tespit edilmiştir.
• Süt yağının düşmesine sebep olabilecek rasyonla ilgili
bütün faktörler trans-10 C-18:1 yağ asitinin düzeyinde
artışa rol açmaktadır.
• Rasyonda selülozun yetersiz olması rumen pH’sının
düşmesine neden olmaktadır.Rumen ph’sının düşük
olması rumen biyohidrojenarasyonu sırasında
üretilen tran-10 yağ asitlerinin oranını
etkilemektedir ve trans 18:1 yağ asitlerinin stearik
aside dönüştürülmesini inhibe etmektedir.
• Rasyonda yeterli miktarda kaba yem bulunuyorsa
PUFA’nın yüksek miktarda ilave edilmesi süt yağının
azalmasına yol açmamaktadır.
• Süt yağında bulunan kısa zincirli yağ asitlerinin
çoğunun da (C<16) süt yağının baskılanması
sırasında azalması dikkat çekicidir.
Korunma
• Süt yağı yüzdesi ve miktarı, yem maddelerinin
seçimi ve uygun rasyon düzenlemeleriyle
değiştirilebilmektedir.
• Normal süt yağı düzeyinin sağlanması için
yapılabilecek rasyon düzenlemeleri aşağıda
verilmiştir:
1.Rasyonun PUFA ve selüloz içeriği süt yağı
açısındanoldukça önemlidir.
• Rumen pH’sını normal sınırlarda korumak için
etkin selüloz miktarının yeterli olması, trans
yağ asitlerine dönüşen PUFA’nın rasyondaki
miktarlarının kısıtlı tutulması süt yağının
normal sınırlarda kalmasını sağlamaktadır.
Kaba yemin toplam rasyondaki miktarı canlı
ağırlığının en az %1-1.5’u kadar olmalıdır.
Rasyondaki toplam yağ miktarı toplam rasyon
kuru maddesinin %6-7’sini geçmemelidir.
• Bütün pamuk tohumu ve soya hayvan başına
günde 2.5-3 kg düzeyinde sınırlı tutulmalıdır.İç
yağı ve korunmuş yağlar hayvan başına günde
0.5-1 kg düzeyinde verilmelidir.
2.Tane yem karışımı içindeki mısır oranı %50’den
fazla olmamalı veya toplam rasyon kuru
maddesinin yaklaşık %35’i kadar olmalıdır.
• Rasyondaki buğday oranı ise %25 veya daha az
olmalıdır.
3.Rumen fermentasyonunu optimumda
tutmak,rumen pH’sı ve süt yağının düşmesini
önlemek için nişasta,şekerler ve pektinin
rasyonda %35’den fazla olmaması
gerekmektedir.
4.Kaba ve konsantre yemler ayrı olarak verilmek
yerine karıştırılarak verilmelidir.
5.Yüksek düzeyde konsantre yem içeren
rasyonda tampon maddelerin ilave edilmesi
duodenumdan trans yağ asitlerinin akışını ve
sütteki trans yağ asitleri miktarını
azaltmakta,süt yağı yüzdesini artırmaktadır.
• Normal süt yağını sağlamak amacıyla sodyum
bikarbonat, sodyum sesquikarbonat,kalsiyum
karbonat veya magnezyum oksit gibi tampon
etkili maddeler kullanılmaktadır.
• Tampon etkili maddelerin rasyon kuru
maddesinin %0.6-0.8’i veya konsantre yemin
%1.2-1.6’sı düzeyinde kullanılması tavsiye
edilmektedir.
• Anabilim Dalımızda yapılan bir
araştırmada,laktasyonun başlangıç döneminde
yüksek düzeyde konsantre yem ihtiva eden
rasyona sodyum bikarbonat (%1) ve
magnezyum oksit (%0.5) ilavesinin süt yağını
artırdığı tespit edilmiştir.
• Tampon etkili maddeler rumen pH’sının 6-6.3
de korunmasını sağlamaktadırlar.Sodyum
bikarbonat ve sodyum sesquikarbonat günde
hayvan başına 120-250 g düzeyinde
verilebilmektedir.
• Sodyum bikarbonat ve sesquikarbonatın (2-3
kısım) magnezyum oksit (1 kısım) ile kombine
olarak kullanılması da tavsiye edilmektedir.
• Tampon etkili maddelerin kullanılması tavsiye
edilen durumlar şunlardır:
Süt yağının düşük olması
Laktasyonun başlangıç dönemi
Hızla fermante olan karbonhidratların
rasyonda yüksek düzeyde bulunması
Rasyonun NDF içeriğinin tavsiye edilen
düzeylerin altında olması
Öğün aralığının uzun olması
Fermante yemlerin özellikle de mısır silajının
temel kaba yem olarak kullanılması
Kaba ve konsantre yemlerin ayrı olarak
verilmesi
Rasyonun partikül büyüklüğünün çiğneme
aktivitesini azaltacak şekilde düşük olması
RUMEN ALKALOZU

• Rumen pH’sının 7.2’nin üzerine çıkması ile karakterize bir


bozukluktur.Pratikte rumen alkalozuna asidoza nazaran
daha az rastlanmaktadır.

Etiyoloji
1.Kolay eriyebilir karbonhidratlar bakımından fakir, ham
protein ve protein tabiatında olmayan azotlu bileşiklerce
zengin rasyonların verilmesi
2.Yüksek düzeyde amonyum tuzlarını içeren körpe otların
fazla miktarda verilmesi
3.Toprakla karışmış silajların kullanılması
4.Donmuş, bozulmuş yemlerin tüketilmesi
• Rumende proteinleri parçalayan bakterilerin
sayısı artar ve amonyak konsantrasyonu
yükselmeye başlar.
• Rasyonun kolay eriyebilir karbonhidratlar
yönünden fakir olması, mikrobiyel protein
sentezi için yeterli enerjinin sağlanamamasına
neden olarak mikrobiyel protein sentezini
azaltır.
• Rumen pH’sının yükselmesiyle birlikte amilolitik
ve sakkarolitik bakterilerin sayısı azalır.
• Laktik asit oluşumu geriler.Fazla miktarda NH3
salınımı rumen pH’sının 7.2’nin üzerine
çıkmasına sebep olur.
• Rumendeki fazla miktardaki amonyak emilerek
kanda amonyak konsantrasyonunun artmasına
yol açar.Kan pH’sı 7.5’in üzerine çıkar ve
metabolik alkoloz oluşur.
Semptomlar
• Rumen içeriğinin amonyak konsantrasyonunun
artmasına bağlı olarak rumen hareketleri azallır,
iştahsızlık ve timpani gözlenir.
• Amonyak emiliminin artmasına bağlı olarak
kanda ve sütte üre miktarı artar.Bazen amonyak
zehirlenmesi görülebilir.
• Rumende protein sentezinin azalmasına bağlı
olarak verim kayıpları ortaya çıkar, döl verimi
düşebilir.Akut ya da kronik metabolik alkaloz
oluşabilir.
Tedavi ve Koruma
• Rumen içeriği boşaltılır, rumene sulandırılmış
sirke verilir.Rasyonun protein ve enerji oranı
düzenlenir.
• Melas, posa gibi kolay fermante olan yem
maddeleri rasyona katılır.Hayvana
kokuşmuş,donmuş,bozuk yemler verilmez, üre
gibi NPN bileşikleri dikkatli bir şekilde kullanılır.
TİMPANİ
• Timpani, rumen ve retikulumda aşırı miktarda
gaz birikimiyle karakterize bir bozukluktur.
• Timpani serbest ve köpüklü timpani olarak
ikiye ayrılmaktadır.
• Serbest timpani, genellikle özofagustaki veya
rumenin kardia bölümündeki tıkanmadan
kaynaklanmaktadır.
• Tıkanma çoğunlukla patates,elma ve turp gibi
yiyeceklerin parçalanmadan verilmesi veya
hayvan tarafından tam olarak çiğnenmeden
yutulması sonucunda oluşmaktadır.
• Kronik pnömoni, şiddetli hastalıklar, ğögüs ve
karın boşluğundaki yangı ve apseler de serbest
timpaniye sebep olmaktadırlar (Ayrıntılı bilgi
“Özafagus Tıkanması’’ konusunda verilmiştir).
• Normal hayvanlarda rumen içeriği gaz, katı ve
sıvı tabakalar halinde bulunmaktadır (Şekil
1.8).Rumen içeriğindeki gaz normalde
kabarcıklar halinde oluşmakta ve rumenin
dorsal kesesinde birikmektedir.
• Köpüklü timpani, gaz, katı ve sıvı tabakanın
dispersiyon formunda bir arada bulunması
sonucunda ortaya çıkmaktadır.Köpüklü timpanı
vakalarında rumen içeriği ile karışım halinde
bulunan gaz geğirme ile atılamamaktadır.
• Merada otlayan hayvanlarda köpüklü timpani
bitkinin kompozisyonuna bağlı olarak
gelişmekte besi hayvanlarında ise mikrobiyel
orjinli olup tane yem tüketiminin yüksek
olmasından kaynaklanmaktadır.
• Ani ve hızlı gelişmesi ölüm oranının yüksek
olması nedeniyle serbest timpani üzerinde
daha çok durulmaktadır.Oysa timpani
vakalarının %90’ını köpüklü timpanı
oluşturmaktadır.
Besi Hayvanlarında Timpani

Etiyoloji
• Köpüklü timpani oluşumunda çok sayıda faktör
rol oynamaktadır.
• Besi hayvanlarında timpani idari şartlar ile
yeme hayvana ve mikrobiyel faktörlere bağlı
olarak gelişmektedir (Şekil 1.9).
 Tane Yemin Çeşidi:
• Tane yemin çeşidine bağlı olarak rumende
yıkılanma oranları farklılık
göstermektedir.Buğdayın yıkımlanma oranı ve
hızı arpa, sorgun ve mısıra göre daha fazladır.
• Arpa ve buğday nişastasının %80-90’ı rumende
yıkımlanırken bu oran sorgun ve mısır için %55-
70 arasında değişmektedir.
• Türkiye’nin değişik bölgelerinde yetiştirilen tane
yem kaynaklarının rumende yıkımlanma
dereceleri Tablo 1.3 de verilmiştir.
• Mısır ve sorgun gibi tane yemlerin
endospermindeki nişaşta granüllerinin proteinle
kablı olması yıkımlanma oranının azaltmaktadır.Bu
nedenle timpani vakaları daha çok buğday ile
beslenme sonucunda ortaya çıkmaktadır.
• Buğday ve arpanın çeşitleri arasında da rumen
fermentasyonu açısından farklılık bulunmakla
birlikte bu farklılıklar sorgun ve mısır çeşitlerine
göre daha azdır.
• Tane yemin yetiştiği ve yıl içindeki çevresel
faktörlerde timpani gelişiminde önemli rol
oynamaktadır
 Tane Yemin Miktarı:
• Tane yemler besi hayvanlarının rasyonlarında
temel enerji kaynağı olarak rol almaktadır.
• Tane yemler özellikle besinin bitiş döneminde
toplam rasyonun yaklaşık %90’ını oluştururken
kaba yemlerin oranı ise %10 seviyesine kadar
düşmektedir.
• Rasyonda %50’den fazla tane yem kullanılması
durumuna timpani riski artmaktadır.
 Yemin İşlenmesi:
• Öğütme, kırma, ezme veya buharla ezme gibi işleme
metotları uygulandığında tane yemlerin perikarp
tabakaları bozularak endosperm tabakası
mikroorganizmalar ile daha fazla temasa
geçmektedir.
• Tane yemlere uygulanan işlemler sonucunda partikül
büyüklüğünün azalması nişastanın mikrobiyel
enzimlerle karşılaştığı alanı artırmaktadır.Bunun
sonucunda organik asitler ile mukopolisakkaritlerin
üretimi artmakta, rumen pH’sı düşmekte ve sıvı
viskozitesi artış göstermektedir.(Şekil 1.10)
 Adaptasyon Dönemi:
• Timpani kaba yem ağırlıklı rasyonlardan
yüksek tane yem bulunan rasyonlara ani
geçişte oldukça sık görülmektedir.
• Kaba yemle besleme sonucunda rumende
baskın olan bakteri türleri tane yemle
beslemeye geçildiğinde değişmektedir.
(Ayrıntılı bilgi ‘Rumen Asidozu’ konusunda
verilmiştir)
 Mikrobiyolojik Faktörler:
• Rumende Streptococcus bovis tarafından
mukopolisakkaritlerin aşarı üretimi ve
bakterilerin ölümü ile ortaya çıkan
makromoleküller inatçı köpük şekillenmesine
ve rumen içeriğinin viskozitesinin artışına
sebep olmaktadır.
• Timpani vakalarında Streptococcus bovis’in
etkisi belirgin olmakla birlikte rumen sıvısında
çok sayıda mikroorganizma türü tespit
edilmiştir.
• Enerji içeriği yüksek rasyonlarla beslemede bu
bakteri türlerinin bir çoğu hücre içinde
karbonhidratları depo etmektedirler.
• Bu tür bakterilerin ölümü rumen içeriğini
viskozitesinde ilave bir artış sağlamaktadır.
• Timpanide rumen sıvısında S.bovis sayısı artış
göstermekle birlikte timpani oluşumu için bu
bakterinin sayısının artması şart değildir.
• S.bovis sayısındaki artışın asidozis vakalarında
da gözlenmesi asidozis ve timpaninin eş
zamanlı olarak oluşturdukları ihtimal
doğurmaktadır.
• Köpüklü timpani vakalarında rumen
protozoalarının fonksiyonları tam olarak
anlaşılamamıştır.
• Protozoaların bakteri ve nişasta granüllerini
depo etme özellikleri nedeniyle rumende
mukopolisakkaritlerin miktarının azaltılması ve
asit üretiminin geciktirilmesi açısından timpani
oluşumunu engellleyebilecekleri
düşünülmektedir.
 Hayvanın Fizyolojik Durumu:
• Hayvanlar arasında rumen anatomisi tükrük
üretimi, epinefrin salgısı ve iştahın farklılık
göstermesi timpani gelişimini etkilemektedir.
 Örneğin yem tüketiminin fazla olması
nedeniyle etçi ırklara göre Holstein ırkı
hayvanlarda timpani vakaları daha fazla
görülmektedir.
 Mevsim:
• Timpani vakalarının havanın ılık olduğu
dönemlerde artması hava değişimlerinin
timpani oluşumunda önemli bir neden
olduğunu göstermektedir.
• Timpani de ölüm oranı düşük de olsa
koruyucu önlemler, tedavi masrafları, ölümler
ve verimin azalması nedeniyle gerçekleşen
ekonomik kayıplar oldukça yüksek rakamlara
ulaşmaktadır.
Semptomlar
• Rumende mikrobiyel fermentasyon sonucunda
oluşan gaz miktarı yem tüketimine bağlı olarak
0.2-2l/dakika arasında değişmektedir.
• Köpüklü timpani vakalarında şişkinlik her zaman
gözlenmeyebilir fakat köpük retikülo-rumen
hacminin tamamını kaplamaktadır.
• Kardia köpükle kapandığı zaman ğegirme
engellenmekte ve rumende biriken gazın basıncı
70 mm Hg veya 9.34 kPa’nın üzerine
çıkmaktadır.
• Biriken gazın diyafram ve akciğerlere
uyguladığı basınç solunumu engellemekte ve
ölüme varan sonuçlar doğurmaktadır.
Korunma
• Rasyon ve yemleme sisteminde yapılan
düzenlemelere rağmen timpani insidensinin
azaltılmasında etkili bir uygulama henüz
geliştirilememiştir.
• Tüketilen tane yem çeşiti, tane yem işleme
metotları, kaba yem miktarı, yem katkı
maddeleri ve rasyona adaptasyon programları
üzerinde yapılacak düzenlemelerle timpani
vakalarında azalma sağlanabilmektedir.
 Tane Yemin Çeşidi:
• Timpanı oluşumunu önlemek için rasyona tek
tane yem kaynağı olarak yüksek oranda
buğday girilmemelidir.
 Tane Yemin İşlenme Metotları:
• Arpanın kabuğunun veya perikarp tabakasının
kabaca kırılması rumende yıkımlanmayı
azaltmak için oldukça etkili bir yöntemdir.
• Arpaya uygulanan ezme işleminde önce
rutubet oranının %15’e çıkarılması arpanın
kırılma ve toz haline gelmesini azaltmaktadır.
• Tane yemlere uygulanan işlemlerle sindirim
optimum düzeyde sağlanırken timpani riski de
mümkün olduğunca azaltılmalıdır.
• Ezilmiş arpa ile kıyaslandığında bütün arpa ile
besleme sonucunda da ara sıra köpüklü
timpani vakaları görülmektedir.Bu nedenle
tane yemin yapısından ziyade diğer faktörlerin
köpüklü timpani vakalarında daha önemli rol
oynadığı kabul edilmektedir.
• Buharla tabaka haline getirme, patlatma ve
mikronizasyon gibi ısı uygulaması içeren ileri
işleme metotlarıyla nişastanın jelatinizasyonu
sağlanmaktadır.
• Jelatinize olmuş nişasta mikroorganizma enzimleri
ile daha fazla temas etmektedir.Buharla tabaka
haline getirilmiş sorgumun öğütülmüş sorguma
göre rumende yıkımlanması yaklaşık 3 kat artış
göstermektedir.
• Kuru ısıtma işlemi ise nişasta ile protein arasında
kompleks oluşturarak nişastanın rumende
yıkımlanmasını azaltmaktadır.
• Buğdaya buharla ezme işleminden önce uygulanan
mikronizasyon olumsuz etkileri ortadan
kaldırmakta ve buğdayın rumende yıkımlanmasını
azaltmaktadır
Kaba Yem Çeşidi ve Miktarı:
• Yonca hariç diğer kaba yemlerin besi
rasyonlarında artan oranlarda kullanılması ile
timpani vakalarında azalma gözlenmektedir.
• Mısır silajının rasyondaki miktarının artmasıyla
birlikte rumende fermentasyon oranı azalmakta,
tükrük miktarı ve rumen pH’sı artış
göstermektedir.Ancak mısır ve sorguma dayalı
rasyonlarda %20’den fazla kaba yem kullanımı
sindirimin azalması nedeniyle büyümeyi
olumsuz yönde etkilemektedir.
• Arpa ve buğday gibi hızlı yıkımlanan tane
yemlerin bulunduğu rasyonlara kaba yem
ilavesi ise sindirim bozukluklarını azaltarak
performansı arttırmaktadır.
 Adaptasyon Dönemi :
• Yüksek oranda konsantre yemle beslemeye
geçişte mikrobiyel popülasyonun ayarlanması
ve stabilizasyonu için 14-21 günlük bir
alıştırma dönemi gereklidir.
• Yüksek oranda konsantre yem bulunan
rasyona geçmeden önce %30-40 kaba yem ve
%60-70 konsantre yem bulunan bir rasyonun
7-10 gün süreyle yedirilmesi rumen
mikroorganizmalarının adaptasyonunu
sağlamada en pratik yoldur.
• Eğer köpüklü timpani veya vakası gözlenmez
ise geçiş rasyonundaki kaba yem miktarı 2-4
günde bir %10 azalılarak arzu edilen konsantre
yem düzeyine ulaşılabilir.
• Uygun metotlarla işlenmiş tane yemlerin
kullanılmasıyla da 10 gün kadar kısa bir sürede
adaptasyon sağlanabilir.
• Bu tip bir programın başarısı yemleme sıklığı,
kaba yemin çeşidi ve kalitesi, tane yemin çeşidi
ve işleme metodu, hayvanın ırkı gibi çok sayıda
faktör tarafından etkilenmektedir.
 Yem Katkı Maddeleri:
• İyonofor Antibiyotikler: İyonofor
antibiyotikler laktik asit ve
mukopolisakkaritleri üreten S.bovis ve
Laktobacillus spp. gibi birçok bakteri türünü
kapsayan gram pozitif bakterilerin üremesini
engelleyen antibiyotikleridir.
• Aynı zamanda iyonofor antibiyotiklerin
timpaniyi önleyici özellikleri de bulunmaktadır.
• Timpani Önleyici ve Giderici Maddeler:
Pluronik deterjanlar yüzey gerilimini düşürerek
rumendeki köpük stabilitesini azaltan
maddelerdir.
• Merada gözlenen timpaniyi önlemede oldukça
etkili olan poloksalenin besi hayvanlarındaki
köpüklü timpaniyi azalttığı fakat tam olarak
gideremediği tespit edilmiştir.
• Normal çamaşır deterjanlarının ise gaz
gidermede etkisinin olmadığı belirlenmiştir.
• Ticari mineral karışımlar sadece meradaki timpani
vakalarında etkili olmaktadırlar.Besi rasyonlarına
%4 tuz ilave edilmesiyle köpüklü timpani
vakalarında azalma tespit edilmiştir.
• Tuzun bu etkisi yem tüketimini düşürmesi ve
rumenden sıvı geçişini artırmasına bağlanmaktadır.
• Piyasada bulunan mineral yağların rasyona %4-8
oranında katılmasıyla köpüklü timpani vakalarının
azaldığı, hayvansal yağın herhangi bir etkisinin
olmadığı, soya yağının ise köpüklü timpani
vakalarını arttırdığı tespit edilmiştir.
• Yüksek oranda tuz ve yağ bulunan rasyonların
hayvanın verim performansını olumsuz
etkilemesi nedeniyle koruyucu önlemler almak
daha mantıklı görülmektedir.
• Rasyona yağ ilavesi nişasta yıkımlanmasını
azda olsa düşürmektedir.
• Sindirimi olumsuz etkilemediği sürece yağ
ilavesinin asidoz ve köpüklü timpani
insidensini azaltacağı kabul edilmektedir.
• Blocar isimli preparat Yeni Zelenda’da çayır-
meralarda gözlenen timpani vakalarını azaltmada
uzun yıllardan beri kullanılmaktadır.
• Merada gözlenen timpani vakalarında su ile
hazırlanan şeklinin %100 etkili olduğu gözlenmiştir.
• Eksojen Enzim Preparatları: Eksojen enzim
preparatlarının kullanılması ile rumen içeriğinin
viskozitesinin azaltılabileceği belirlenmiştir.Aynı
zamanda bu preparatların ince barsaklarda besin
maddelerinin sindirimini artırmada da etkili
olabileceği düşünülmektedir
Baklagil Otlarından Kaynaklanan Timpani Vakaları

Etiyoloji
• Mera otu yada yeşil ot tüketimi sonucunda
gözlenen köpüklü timpani sürünün genelinde
ortaya çıkan bir problemdir.
• Meraya çıkarılan hayvanlarda timpani
oluşumuna neden olan bir çok faktör
buşlunmaktadır.
• Genellikle selüloz oranı düşük protein oranı
yüksek, körpe yonca, ak üçgül, beyaz ve kırmızı
üçgül ve fiğ gibi mera otlarının tüketilmesi
sonucunda timpani gözlenmektedir.
• Yoncanın rumende yıkımlanma oranının ve
hızının yüksek olması, hızlı bir mikrobiyel
kolonizasyona uğraması, partikül
büyüklüğünün azalmasına, rumenden geçiş
hızının artmasına ve hayvanın fazla miktarda
yonca tüketmesine yol açmaktadır.
• Yoncanın rumende hızlı yıkımlanması ve
partikül büyüklüğünün azalması süt ineklerinin
verimlerini olumlu yönde etkilemekte fakat
timpani insidensini artırmaktadır.
• Yonca tüketimi sonucunda gözlenen köpüklü
timpani oluşumunda çözünebilir protein oranı
önemli rol oynamaktadır.
• Timpani riskinin en yüksek olduğu dönem
erken çiçeklenme dönemidir.Yoncanın
olgunlaşması ile birlikte çözünebilir protein
oranı düşmekte ve timpani riski azalmaktadır.
• Tam çiçeklenme veya çiçeklenme döneminden
sonra lignin düzeyi artmakta ve yoncanın
rumende yıkımlanma oranı azalmaktadır.
• Baklagil otlarında bulunan saponinlerin de timpani
oluşumuna etki ettikeleri düşünülmektedir.
• Saponinler bir steroid (C27) veya triterpenoid (C30)
çekirdeği ile bir veya birden fazla karbonhidrat dalı
olan glikosidik bileşiklerdir.
• Saponinler, düz kasların aktivitesini azaltarak
rumen ve retilulum konraksiyonlarını
engellemektedirler.Ayrıca protozoa sayısını,
proteinlerin yıkımlanma oranını ve barsaklara geçin
mikrobiyel protein oranı ile sindirimini
azaltmaktadırlar.
• Timpani oluşumunda köpüklenmeye yol açan
18S isminde bitkisel bir proteinin etkili olduğu
belirlenmiştir.
• Baklagil otlarında yüksek oranda bulunan 18S
proteininin timpani insidensini arttırdığı ve
yoncadaki oranın %4.5 ile %5.2 arasında
değiştiği tespit edilmiştir.
• Timpani oluşumunda daha az risk taşıyan
baklagil otlarında bu protein %1’den daha az
oranda bulunmaktadır.
• Sığır ve koyunların meraya çıkarıldığı ilk dönem
timpani gelişiminin oldukça sık gözlendiği bir
dönemdir.
• Otlama süresinin uzatılması, fazla miktarda
baklagil otu üretimi, meraya çıkarıldıklarında
hayvanların aç olması timpani oluşumunda
yardımcı faktörlerdir.
Semptomlar
• Timpani 15 dakika gibi kısa bir sürede gelişmekte
ve ölüme varan sonuçlar doğurabilmektedir.
• Hafif ve orta şiddetteki timpani vakalarında
otlama durmakta, iyileşme ise genellikle
kendiliğinden gerçekleşmektedir.
• Şiddetli vakalarda hayvanlarda abdominal sancı
belirtileri gözlenmektedir.Hayvanlar huzursuz
olup devamlı hareket halindedirler ve karınlarını
tekmelerler.
• Hayvanların sol tarafları gergin ve şişkin
olduğu görülebilir.İlerleyen durumlarda
abdominal boşluk oldukça gerginleşmiştir.
• Soluma hareketleri, sık sık ürinasyon ve
defekasyon gözlenmektedir.Son safhada ise
hayvanlar yere yatmakta, solunum yetersizliği
ve kalp bozuklukları nedeniyle ölüm
şekillenmektedir.
Tedavi ve Koruma
• Ölüm bir saat gibi kısa bir sürede
gerçekleşebileceği için timpani vakalarına
oldukça hızlı bir şekilde müdahale edilmelidir.
• Merada acil müdaheleler için 2-2.5 cm çapında
ve 2.5-3 m uzunluğunda kauçuk bir hortum,
köpük giderici bir preparat, trokar ve rumeni
delmek için keskin bir bıçak bulundurulmalıdır.
• Orta şiddetteki vakalara rumene sonda
uygulaması yapılabilir fakat köpüklenme olan
vakalarda sonda uygulaması yetersiz kalmaktadır.
• Köpük giderici bir preparatın kullanılması fazla
miktarda gazın sonda veya geğirme yolu ile
rumenden çıkmasını sağlar.Bu preparatlar sonda
veya intra ruminal enjeksiyon ile verilebilir.
• Köpük giderici ilaçların ağız yolu ile verilmesi
akciğerlere kaçma riskinden dolayı tavsiye
edilmemektedir.
• Şiddetli vakalarda rumenin sivri bir cisimle
delinmesi veya bıçak ile açılması erken
müdahele yapılmasını sağlamaktadır.
• Baklagil otlarının hızlı bir şekilde geliştiği
ilkbahar döneminde, yağışlı ve bulutlu
havalarda hayvanları meraya bırakılmadan
önce kuru ot, silaj veya taze çayır otuyla bir
miktar doyurulmalıdır.
• Donmuş veya çiğ düşmüş baklagil otlarının
bulunduğu meralarda çiğin kuruması
beklenmelidir.
• Yoncanın soldurulması da çözünebilir protein
oranını ve timpani oluşumunu azaltmaktadır.
• Timpaniyi önlemenin en etkili yollarından birisi
polokselen gibi köpüklenmeyi önleyici bir
maddenin kullanımıdır.
• Yeterli dozda polaksalen köpüklü timpaniye karşı
12 saate kadar koruma sağlayabilmektedir.
• Timpaniye karşı polokselen ile koruma pahalı
olsa da normal çayır otu ile beslemeyle
karşılaştırıldığında yonca ve üçgül alanlarında
beslemenin performansı artması polakselenin
bu olumsuz özelliğini ortadan kaldırmaktadır.
• Rumensin yonca ile besleme sonucunda
gözlenen timpani vakalarını önlemede etkili bir
preparattır.
• Rumensin peletlenmiş katkı maddeleri veya
mineral karışımı içinde hayvanlara
verilmektedir.Son yıllarda rumensinin rumene
bırakılan ve sabit olarak salınan bolleri
geliştirilmiştir.
• Rumensin saha şartlarında %80-90 etkili bulunmuş
olmakla birlikte timpani vakalarını tam olarak
önleyememektedir.
• Blocare 4511 isimli pluronik deterjan ve alkol
etoksilatın sudaki karışımı olan bir preparatın ise 6
saat süreyle timpani oluşumunu %100 etkinlikle
önlediği tespit edilmiştir.
• Özet olarak; merada gözlenen timpanı
vakalarından korunmak için aşağıdaki
kriterlere dikkat edilmelidir.
1. Baklagil otları ile otlatma ani olarak
yapılmamalı alıştırma dönemi
uygulanmalıdır.İlk gün 1 saat olan otlatma
süresi, üçüncü gün 4 saate çıkarılmalıdır.
2. Meraya çıkıştan sonra hayvanlar her iki saate
bir kontrol edilmelidir
3. Otlatmaya başlanacağı ilk gün hayvanları
tamamen doyurarak meraya göndermek
alıştırma için etkili bir metotdur.
4. Timpani oluşumu üzerine daha az etkisi olan
üçgül, korunga, ve fiğ gibi baklagiller tercih
edilmelidir.
5. Merada baklagil: çayır otu karışımlarının oranı
en fazla %50 olmalı hatta çayır otunun oranı
daha yüksek ayarlanmalıdır.
6. Poloksalen gibi sentetik suda çözünebilir ve
deterjan türü bir bileşik timpani ensidensini
azaltmada etkilidir.
• Poloksalen konsantre karışım veya pelet yem
içinde, kaba konsantre yem karışımı veya
tane yem üzerine dökülerek, tuzla karışım
halindeki melas blokuna karıştırılarak
yedirebilir.
7. Otlama sırasında hayvanlara yeterli su
sağlanmalıdır.
8. Kronik timpani bulunan hayvanlar sürüden
ayıklanmalıdır.
9. Baklagil otu ile çayır otu tohumu karışımları
meraların ıslahı için kullanılabilir.
• Özellikle yazın son dönemleri ile sonbahar
başlangıcında çayır otu ile baklagil otu
tohumlarının ekimi bir sonraki sene timpani
görülme riskini azaltmaktadır.
RETİKÜLOPERİTONİTİS TRAVMATİKA

• Travmatik retiküloperitonitis, özellikle ergin


sığırlarda gözlenen bir hastalıktır.Sığırların yem
yerken seçici davranmamaları, yemle birlikte
metal nesneleride almalarına neden olur.
• Kesimhane verilerine göre, sığırların %50’sinin
retikulumunda metal, odun yada taş gibi
yabancı nesnelerin olduğu tespit edilmiştir.
• Yemle birlikte alınan 5-10 cm uzunluğundaki
metal tel veya çiviler retikulumda birikir ve
rumen kontraksiyonları ile retikulum duvarına
nüfuz ederler.
• Hastalığın insidensi ülkelere göre farklılık
göstermektedir.İngiltere’de son 30 yıl içinde
yıllık insidens azalma göstererek %0.005
civarında seyrettiği bildirilmiştir.Ancak hastalık
bazı ülkelerde oldukça yaygın olarak
görülmekte ve yıllık %1-2 vakaya ulaşmaktadır.
Etiyoloji
• Hastalık çengel uçlu çitlerle korunan çiftliklerdeki
hatalı barındırma şartlarında sıklıkla ortaya
çıkmaktadır.
• İnsidensin ot yada saman balyalarının ip yerine telle
bağlanmasıyla ve tel çitlerin kullanılmasıyla arttığı
düşünülmektedir.
• Hastalık çivi, tel ve diğer metal nesnelerin hayvanların
bulunduğu alan içinde dikkatsizce bırakıldığı ve silaj
makineleri veya otu toplayan makineler tarafından
alındığı çiftliklerde hala ortaya çıkmaktadır.
 Hazırlayıcı Faktörler:
1. Anatomik Faktörler: Sığırlarda üst çenede ön
dişlerin olmaması, dilde torus adı verilen
çıkıntının bulunması, tat papillalarının dilin
köküne doğru yer alması, özafagusun çok
geniş, rumenin dört bölmeli, retikulumun
petekli yapıda olması, retikulumun diyaframa
ve kalbe 2-4 cm uzaklıkta bulunması
2. Fizyolojik ve Fizyopatolojik Faktörler:
yemlerin çok miktarda ve çiğnenmeden
yutulması, tükrük salgısının fazla miktarda
olması, geviş getirme, tekrarlayan gebelikler,
laktasyon döneminin uzun olması nedeniyle
özellikle iz mineraller olmak üzere mineral
madde yetersizlikleri.
3. Cinsiyet faktörü: İneklerde karın içi basıncının
artmasına neden olan gebelik ve
doğum,boğalarda ise aşım
 Yapıcı Faktörler:
1. Yabancı Cisimler: hastalığın meydana
gelmesinde değişik şekil ve sayıdaki yabancı
cisimler rol oynar.
2. Rumen-Retikulum Hareketler: Kabin sistol ve
diastol hareketlerine benzer olan rumen-
retikulumhareketleri yabancı cisimleri kalp
doğrultusunda hareket ettirirler.
3. Yabancı Cisimlerin Rumende Kalış Süreleri:
Yabancı cisimlerin rumende kalış süreleri iki
saatten on güne hatta iki aya kadar uzayabilir.
4. Rumen Ph’sı : Silaj ve konsantre yemle
beslenme sonucunda asidik hale gelen rumen
ph’sı yabancı cisimlerin eriyip sivri hale
gelmelerine neden olur.
5. Aşırı Hareketler: Timpani ve konstipasyon
sonucu şekillenen aşırı mide-bağırsak
hareketleri yabancı cisimlerin batmalarını
kolaylaştırır.
• Alınan metal nesneler retikulum pozisyonu ve
kütlesi nedeniyle retikulumun tabanında belli bir
süre kalır.
• Sadece 5-10 cm uzunluğundaki kısa sivri
nesneler retikulum ve rumen kontraksiyonlarının
etkisiyle retikulum nüfüz eder.
• Retikulum duvarına girdiğinde tel peritona
ulaşıncaya kadar nüfuz etmeye devam eder.
• Telle birlikte rumenden enfeksiyon geçerek lokal
yapışmalara ve adhezyonlara sebep olan
peritonitisi şekillendirir.
• Telin yönü ilerisine doğru ise diyafram ve perikardı
delebilir, pleuritis ve perikardit şekillenebilir.
• Telin yönü ileri sağa veya sola ise diyafram
etkilenmez,ancak çok sayıda apse içeren yapışmalarla
birlikte geniş çaplı bir peritonitis şekillenebilir.
• Peritonitis geniş bir alanda ise retikulum ve karaciğer
veya dalak arasında yapışmalar meydana gelir.
• Travmatik retiküloperitonitis sonucunda lokalize veya
yaygın peritonitis, karaciğer apseleri, dalak yangısı
veya perikarditis şekillenebilir.Bu sonuçlar bir kaç
hafta içerisinde sonuçlanır.
Semptomlar
• Hastalık genellikle ilerleme gösterir ve klinik
belirtiler akut safhasında subakut ve kronik
forma doğru ilerledikçe değişir.
• Akut safhada hayvan iştahsızdır ve süt verimi
azalmıştır.Yürürken hırıltı sesi duyulabilir ve ara
sıra hareket etmeye ve yatmaya karşı isteksizlik
görülebilir.
• Rektal ısıda yükselme, rumen
kontraksiyonlarında azalma, solunum
hareketlerinde ve nabızda artma belirlenebilir.
• Subakut safha birkaç hafta sürer ve orta
şiddette indigesyon belirtileri ile seyreder.
• Rumen hareketlerinde zayıflama, hafif şiddette
timpani ve dışkıda sindirilmemiş fibröz
maddeler gözlenir.Bazen akut safhadan hayvan
normale dönebilir.
• Genellikle perikarditis nedeniyle oluşan nüks
olayında hayvan hareket etmeye karşı
isteksizdir, bazen hırlama görülebilir fakat kalp
yetersizliği belirtileri belirgindir.
• Jugular nabız hissedilir derecede belirginleşir,
göğüs bölgesinde ödem ve akciğerlerin
auskültasyonunda konjesyon belirtileri
gözlenir.Kalbin auskültasyonu kalp sesleri
hafiflediği ve duyulması güçleştiği için bazen
zorlaşır.
Tedavi ve Koruma
• Travmatik retiküloperitonitis için çeşitli tedavi
metotları uygulanmaktadır ve bunlar operatif
veya koruyucu olarak sınıflandırılmaktadır.
• Hastalık akut veya subakut safhada teşhis
edilirse ve perikardit belirtileri yoksa operatif
tedavi önerilmektedir.
• Bazı durumlarda teşhis kesin değildir ve
rumenotomi teşhisi doğrulamak veya başka bir
teşhisi ortaya çıkarmak için gerekli olmaktadır.
• Rumenotominin ardından yabancı cisim
tarafından başlatılan peritonitisin yayılmasını
önlemek için 5 günlük antibiyotik tedavisi
yapılmalıdır.
• Koruyucu tedavi de hayvanın ön ayaklarının arka
ayaklarından 35-40 cm daha yukarıda tutarak 3
hafta süreyle hayvann hareketi kısıtlanır.
• Enfeksiyonu kontrol altına almak için parenteral
antibiyotik 5-7 gün süreyle uygulanır.Kalsiyum ve B
vitaminleri de uygulanabilir.
• Mıknatıs hap ve manyetik sondalar hem
profilakside hem de tedavide yaygın olarak
kullanılmaktadır.
• Özellikle mıknatıs hap kullanımı pratik öneme
sahiptir.Perikarditis varsa hayvan kesime sevk edilir.
• Korumada temel hedef yemleme sırasında tel
veya çivilerin ortamda bulunmasından
kaçınmaktır.
• Kaba yem ekipmanlarında metal dedektörlerin
kullanılması hayvan yemlerinde metal
nesnelerin bulunmasını engellemektedir.
OMAZUM KONSTİPASYONU

• Sığır ve koyunlarda görülür.Omazumun


genişlemesi, içeriğinin sertleşmesi,
kontraksiyonlarının azalması ve ağrı ile
karakterizedir (Resim 1.2).
• Omasum atonisi, omasum parezisi ve spazmı
olarakta bilinmektedir.
Etiyoloji
• Primer olarak; sindirilme derecesi düşük yem
maddelerinin fazla miktarda tüketilmesi,
rasyonun ham selüloz bakımından çok zengin
olması, ani rasyon değişiklikleri, donmuş ve
bozulmuş yemlerin verilmesi, vitamin ve iz
element eksiklikleri ile hayvanın uzun süre
susuz bırakılması sonucu ortaya çıkar.
• Saman, kavuz, pamuk tohumu kapçığı, ayçiçeği kabukları
gibi sindirilme derecesi düşük yemlerin çok ince (10
mm’nin altında) kıyılmış yada öğütülmüş olması
konstipasyon riskini arttırır.
• Omazum konstipasyonu pek çok hastalığın seyri
esnasında sekonder olarakta oluşur.
• Ön mide hareketlerinin azalmasına veya omasum ve ön
mide atonisine sebep olan genel hastalıklar (akut
karaciğer hastalıkları, süt humması ve ketozis ile sığır
vebası ve botilismus gibi hastalıklar) ve ön mide
hastalıkları (ön mide disfonksiyonları, travmatik
retiküloperitonitis) sırasında çeşitli derecelerde omasum
konstipasyonu şekillenebilir.
Semptomlar
• Yem tüketiminde, geviş getirmede, rumen
hareketlerinde azalma, durgunluk, ruminal
timpani ve buna bağlı olarak da gaz sancısı
görülür.
• En belirgin semptom konstipasyondur, dışkı az
miktarda, koyu renkli, pis kokulu ve genellikle
fibrinle kaplıdır.
• Dışkılama bir süre sonra durur.Genel durum
bozulur, ağır intoksikasyon belirtileri oluşabilir
ve hayvan kesime sevk edilir.
Tedavi ve Koruma
• Asıl hastalığın tedavisi yanında hayvana sürekli
su ve mümkünse bol yeşil ot verilir.Konsantre
yeme melas gibi kolay eriyebilir CHO ilavesi
yararlıdır.
• Hayvanlara ekmek ya da bira mayası içirilmesi,
parenteral yolla Ca ve B1 vitamini
uygulanması, sürgüt ilaç verilmesi tavsiye
edilirse de durumu düzeltmek çoğu zaman
zordur.
• Rasyonun dolgu maddesi miktarı yeterli
düzeyde olmalı, sindirilme derecesi zor kaba
yemlerin partikül büyüklüğü 20 mm’den küçük
olmamalıdır.
• Bu tür yem maddelerinin bir miktar melas
veya posa ile birlikte verilmesi uygundur.
ABOMASUM ÜLSERLERİ

• Çeşitli sistemik hastalıklarda, abomasumun


mukozal yüzeyinde çok sayıda küçük ülserler
görülmektedir.
• Ancak abomasum ülserlerinin belirtileri
sistemik hastalıkların belirtileriyle
maskelendiği için nadiren teşhis
edilebilmektedir..
• Ergin sığırlarda peptik ülser sendromu sporadik
olarak ortaya çıkmaktadır.
• Abomasum ülserlerinin insidensi yüksektir,
perforasyon veya hemoraji şekillenene kadar pek
fazla olumsuz etki oluşturmamaktadır.
Etiyoloji
• Etiyolojisi kesin olarak bilinmemektedir.
• Abomasum deplasmanlarının etiyolojisinde
olduğu gibi aniden fazla miktarda konsantre
yemle beslemeye geçmenin ülserlere sebep
olduğu düşünülmektedir.
• Sığırların yeme özelliklerinin bir sonucu olarak
abomasumda fazla miktarda kum ve çakıl
birikebilmektedir.
• Deplasman vakalarında da ülserler
oluşmaktadır.
Semptomlar
• Hayvan iştahsızdır, süt verimi azalmıştır ve
hemoraji oluşan abomasum ülserlerinde dışkı
çok miktarda kan içermektedir.
• Orta şiddette kolik ve sağ ventral abdomende
ağrı vardır
• Şiddetli durumlarda hayvan anemiktir, nabız ertmıştır
ve perforasyon peritonitis ve akut karakterde
hemoraji nedeniyle ölüm oluşabilmektedir.
• Ülserler genellikle 2-6 cm çapında olup ara sırada 2
veya 3 tane şekillenebilmektedir (Resim 1.3).
• Omentumla çevrili bölgede perforason oluşmuşsa
ülser omentuma yapışarak iyice yerleşmektedir.Ülser
omentumu lateral bir noktada delerse abomasum
içeriği periton boşluğuna akar ve ölüm şekillenebilir.
• Ülser kan damarına hasar verdiği zaman hemorajiye,
hemorajinin devam etmeside hayvanın kan
kaybından ölmesine neden olur.
• Prognoz önemlidir, hayvan iyileşmiş gibi
görünse de hastalık tekrar ortaya çıkar.
• Abomasum ülserleri normal görünen
hayvanlarda da bulunabilir ve kendiliğindende
iyileşebilir fakat akut hemoraji ve perforasyon
nedeniyle belirtiler aniden ortaya çıkabilir.
• Kötü sonuçlara neden olmadığı sürece
abomasum ülserleri zararlı değildir.
• Hemoraji şekillendiği zaman sendrom teşhis
edilebilir.Perforasyon şekillenen abomasum
ülserlerinin teşhisi zordur.
• Omentuma yapışmanın olmadığı perforasyon
vakaları genellikle post-mortem bulgularda
tespit edilmektedir.
Tedavi ve Koruma
• Hemoraji olan ülserlerde hayvanın kesime
sevk edilmesi tavsiye edilmektedir.
• Abomasum deplasmanlarının önlenmesi için
önerilen tavsiyeler abomasum ülserleri içinde
geçerlidir.
LAMİNİTİS (FOUNDER)

• Laminitis (pododermatitis aseptic diffusa),


tırnağın koryum bölgesindeki kan akışının
bozulması nedeniyle dermal-epidermal birleşme
yerinde yıkımlanma meydana gelmektedir.
• Yıkımlanma laminaların ayrılmasına, kalitesiz
boynuz tırnak oluşumuna ve III. Falanksın yer
değiştirmesine neden olmaktadır.Bu durum
taban ülseri ve beyaz çizgi hastalığı gibi birçok
ayak hastalığına yol açmaktadır.
Etiyoloji
• Laminitisin etiyolojisinde pek çok faktörün rol
oynadığı düşünülmektedir.Sindirim sistemi ve
metabolizma bozuklukları hayvanları
laminitise yakın hale getirmektedir.
• Sert ve ıslak zeminler, yataklığın az olması,
uzun süre ayakta kalma veya uygunsuz
zeminlerde aşırı ekzersiz yapılması mekanik
olarak ayakta hasar oluşturarak laminitis
oluşumunu kolaylaştırmaktadır.
• Vücut kondisyonunun yüksek olması ayaklara fazla
yük binmesine ve ayak içi mekanik basıncın
artmasına neden olarak laminitise yol
açabilmektedir.
• Mastitis ve metritis gibi enfeksiyöz hastalıklarda
laminitiste hazırlayıcı faktörler olarak
görülmektedir.
• Kolay fermente olan karbonhidratların rasyonda
yoğun bir şekilde kullanılması sonucu oluşan asidoz
laminitisin en önemli sebepleri arasındadır(Ayrıntılı
bilgi ‘Rumen Asidozu’ konusunda verilmiştir).
• Laminitis vakalarının çoğu doğum sonrası ilk 3
ayda ortaya çıkmaktadır.Bu nedenle laminitis
yem tüketimini baskılayarak ketosis,
abomasum deplasmanları ve diğer metabolik
hastalıklara zemin hazırlamaktadır.
Semptomlar
• Hastalığın semptomları subklinik, akut,
subakut ve kronik olarak ortaya çıkmaktadır.
 Subklinik Laminitis:
• Çok yaygın olarak görülmektedir.Hayvanlarda
duruş ve yürüyüş bozukluğu gibi semptomlar
görülmediği için teşhisi zordur.
• En belirgin klinik bulgu; bounuz tırnak
kalitesinin bozulması, tabanın ağırlık taşıyan
yüzeylerinde hemoraji, sarımtırak renk
değişikliği ile karakterize bal mumu kıvamında
yumuşamadır.
 Akut Laminitis:
• Hastalık aniden ortaya çıkmaktadır.Ağrıya bağlı
olarak oluşan tipik bir topallık ve duruş
bozukluğu görülmektedir.
• Sırt kamburlaşmış, ön ekstremiteler
normalden daha geride, arka ekstremiteler
karın altında toplanmış halde tutulmaktadır.
• Birden fazla ayağında laminitis olan hayvanlar
yatmayı tercih etmektedirler.
• Omuz ekleminin arkasında ve kavram bölgesinde
kas titremeleri görülmektedir.
• Ayakların palpasyonunda sıcaklık ve şiddetli ağrı
dikkati çekmektedir.
 Subakut Laminitis:
• Üzerinden 10 günden fazla süre geçmiş olgular
subakut laminitis olarak tanımlanmaktadır.
• Koryumun dolaşım sisteminde bozulmalar ile
tabanda ve beyaz çizgide kırmızı-sarımtırak renk
dğişiklikleri belirgindir. Çoğunlukla topallık
görülmemektedir.
 Kronik Laminitis:
• Genel semptomlar gözlenmez. Kroner bant
düzensiz, pürüzlü ve sertleşmiştir, boynuz
tırnak ayrılamaları oluşur.
• Tırnaklar uzamış ve genişlemiştir. Ökçeler
birbirinden uzaklaşmış ve yükselmiş bi
görünümdedir.
• Taban yontulduğunda, boynuz tırnaktaki
yumuşama, hemoraji ve renk değişiklikleri
belirgin şekilde göze çarpar.
Tedavi ve Koruma
• Laminitisin özel bir tedavisi olmamakla birlikte
non-steroidal anti-enflamatuar ilaçlar ağrıyı
kontrol altına almak için kullanılabilmektedir.
• Ayaklardaki kan basınıcını azaltarak
konjesyona engel olmak amacıyla hayvandan
bir miktar kan almak faydalı olabilir.
• Pürgatif olarak 300-500 g magnezyum sülfat
birkaç litre suda eritilerek mide sondasıyla
verilmelidir.
• Hastalığın başlangıcında endotoksinlere ilişkin
oluşan vasokonstrüksiyonu önlemek için
vasodilatatör etkili ilaç uygulamaları faydalı
olmaktadır.
• Sürekli tırnak kesimi ile tırnaklardaki fazla
büyümenin önüne geçilebilmektedir.
• Ülser ve apseler bölgenin temizlenmesi ve
drenajıyla tedavi edilebilmektedir.
• Laminitis, rumen asidozu veya metritis ve
mastitis gibi doğum ile ilgili hastalıkların
kontrol altına alınmasıyla önlenebilmektedir.
 Yeterli Egzersizin Sağlanması:
• Egzersizin yeterli olması kan akışını artırarak,
ödem ve şişkinliği engellemektedir.
• Özellikle meraya çıkan düvelerde travma ve
mekanik hasara neden olan beton zeminlerde
çok fazla egzersiz yaptırılmamalıdır.
 Ahır Düzeni:
• Düveler ergin ineklerle bir arada tutulmamalı,
yeterli ve uygun yataklık sağlanmalı, ahır ve giriş
çıkışları rahat olmalıdır.
• Ahırın boyutları özellikle uzunluk, genişlik ve
hareket alanı bakımından barındırılan
hayvanların sayısına uygun olmalıdır.
• Kum, ahır tabanın kullanılabilcek ideal taban
materyalidir. Kumun içinde tabanın boynuz
tabakasına zarar verecek küçük taş taneleri
olmamalıdır.
• Lastik materyal de tabana serilebilir. Bu
materyal aşındırıcı özellikte olmamalı ve
hayvanın yatıp kalkarken dizine veya tarsal
eklemlerine zarar vermemelidir.
 Biotin:
• Tırnağın boynuz dokusu ve keratinin üretimi
için biotine ihtiyaç duyulmaktadır.
• Yıllardan beri domuz ve atlarda tırnak ve
toynak sağlığını iyileştirmek için rasyona biotin
ilavesi yapılmaktadır.
• Biotin, hem glikoneogenesis hemde yağ asiti
sentezinde önemli rol oynayan karboksilaz
enziminde kofaktör olarak görev yapmaktadır.
• Tırnak lezyonu olan sığırların tırnak dokularının
yağ asidi profillerinde de önemli farklılıklar
tespit edilmiştir.
• Bu nedenle biotinin intrasellüler matriksteki
lipitlerin kalite ve miktarını artırdığı dolayısıyla
membranların yapı ve fonksiyonunu
iyileştirdiği düşünülmektedir.
PİYETEN (FOOT-ROT)

• Piyeten, Türkiye’deki koyunlarda sıklıkla


rastlanan ve ekonomik açıdan önemi olan bir
hastalıktır.
Etiyoloji
• Koyunların toplu olarak yaşadıkları barınaklarda
hijyenik koşullara uyulmaması, özellikle ıslak,
kirli ve çamur altlıklar ile taşlı, çakıllı zeminler
hastalığın oluşumuna ortam hazırlamaktadır.
• Tırnakta meydana gelen aşırı uzama ve kırılma
ile çatlaklar Dichelobacter nodosus ve
Fusobacterium necrophorum bakterilerinin
canlı dokulara girişini kolaylaştırmaktadır.
• Piyetenin etiyolojisinde hatalı beslemenin
özelliklede kalsiyum, fosfor, çinko, bakır,
selenyum ve magnezyum gibi minarellerin
eksikliğinin veya dengesizliğinin de önemli role
sahip olduğu bilinmektedir.
• Rasyonda mineral madde yetersizliği veya
dengesizliği olduğunda, interdigital deri
bütünlüğü bozulmakta ve boynuz tırnak
yumuşamaktadır.
• Buna bağlı olarak hasatalık etkenleri ayağın canlı
dokusuna kolayca geçebilmekte ve aşırı boynuz
tırnak oluşumuna yol açabilmektedir.
• Piyeten bulunan koyunlardan alınan tırnak
numunelerinde Zn ve Cu düzeylerinin sağlıklı
koyunlardakinden önemli derecede düşük
olduğu belirlenmiştir.
Semptomlar
• Hastalık etkenlerinin 10-14 günlük inkübasyon
döneminden sonra semptomlar interdigital deride
yüzeysel bir yangı ile başlamaktadır.
• Hafif olgularda, interdigital bölgede hiperemi,
hiperkeratoz ve erozyon gelişmektedir. İlerleyen
dönemde tırnak düşmekte, koryum koranaryumda içi irin
dolu kabarcıklar belirmektedir.
• Zamanla bu kabarcıklar yırtılıp yerlerini üzerlerinde
peynir kıvamında pis kokulu madde bulunan ulkuslara
bırakmaktadır.
• Nekroz fleksor ve ekstensor tendolara, üçüncü falanksa
bazen de ayak eklemine ulaşabilir.
• Hayvanın topalladığı, iştahının azaldığı ve vücut ısısının
yükseldiği görülmektedir.
Tedavi ve Korunma
• Tedavi amacıyla antiseptik ve antibiyotik
uygulamaları yapılmaktadır.
• Çinko, ayağın kornu tabakasının sürekli ve kaliteli
olarak gelişmesi için gerekli olan bir mineraldir
• Sığır ve koyunlardaki ayak hastalıklarının
profilaksisinde yada tedavisinde çinko
preparatları oral yada lokal ayak banyosu şeklinde
yaygın olarak kullanılmaktadır.
• Hayvanlara koruyucu olarak aşı yapılmasından da
olumlu sonuçlar alınmaktadır.
BUZAĞILARIN SİNDİRİM SİSTEMİ BOZUKLUKLARI

• Buzağılarda özellikle ishal kaynaklı olmak üzere


çeşitli sindirim sistemi bozuklukları ve bu
bozukluklara bağlı ölümler önemli ekonomik
kayıplara neden olabilir.
• Sütten kesime kadar olan dönemde görülen
ölümlerin yaklaşık %52 ‘si ishallerden
kaynaklanmaktadır.
• Yeni doğmuş bir buzağı hayatının ilk günlerinde
birçok hastalık etkeniyle karşı karşıya
kalmaktadır.
• Buzağı ilk birkaç gün annesini emdikten sonra
süt ya da buzağı mamaları ile beslenmeye
geçilmektedir.
• Bu dönemde yem ve yemleme sistemlerindeki
ani değişikliklere immun sistemde oluşan
değişikliklerinde eşlik etmesi çok sayıda
enfeksiyöz hastalık ve beslenme bozukluğunun
görülmesine yol açar.
Buzağı İshalleri
• Yeni doğan bir buzağının vücudunda yaklaşık
%75 oranında su bulunmaktadır. Vücutta su
hücre dışı ve hücre içi olmak üzere iki havuzda
bulunmaktadır.
• Hücre dışı sıvı, kan plazması ve vasküler
sistemin dışında bulunan interstitial sıvıdan
oluşmaktadır.
• Genç ve sağlıklı bir buzağıda değişken olmakla
birlikte yaklaşık olarak %75 hücre içi su, %25
ise hücre dışı su bulunmaktadır.
• Suyun hücre membranlarından geçişini
ayarlayan ozmotik basınç vücut sıvılarında
bulunan çözünebilir iyonların (sodyum,
potasyum, klor, bikarbonat ve fosfat)
konsantrasyonlarıyla dengelenmektedir.
Buzağı İshallerine Yol Açan Faktörler:
1.Doğumun hijyenik olmayan çevre şartlarında
yapılması
2.Doğumdan sonraki ilk 24 saatte yetersiz
kolostrum tüketimi
3.Kalitesiz kolostrum ile besleme
4.Kalitesiz buzağı maması ile besleme
5.Kalabalık, havasız ve hijyenik olmayan
ortamlarda barındırma
• Buzağılarda genelde iki tip ishal görülmektedir.
1.Sekrotorik ishaller: Bakteriyel enfeksiyonlar sonucu
şekillenir. Dışkı sulu ve alkali bir özellikte olup hacmi
artmıştır.
2.Ozmotik İshaller: Bu tip ishaller genellikle
beslemeye bağlı olarak gerçekleşmektedir. Dışkı
ozmolalitesi barsaklardan emilmeyen moleküller
nedeniyle artış göstermektedir.
• Dışkıda sindirilmemiş laktoz oranı yüksek olup dışkı
pH ‘sı uçucu yağ asitlerine fermente olan laktoz
miktarı veya laktik asit düzeyine göre değişmektedir.
• Ozmotik ishaller emilim ve sindirim bozuklukları
sonucunda da oluşabilir. Dışkı hacmi sekrotorik
ishallere göre daha azdır. Bu tip ishaller
beslenmenin düzenlenmesi ile azaltılabilir veya
giderilebilir.
• İshallerin en genel belirtisi su oranının
artmasıdır.
• Dışkı ile atılan su sodyum, klor ve potasyum gibi
elektrolitlerin yanında enerji sağlayan besin
maddelerinin kaybına da sebep olmaktadır.
• Buzağı ishalleri hayati öneme sahip besin
maddelerinin dışkı ile atılması sebebiyle
fizyolojik açlık durumu olarak tarif edilmiştir.
• Sağlıklı buzağılarda tüketilen suyun yaklaşık %5
‘i dışkı ile kaybolurken ishalli hayvanlarda bu
oran %83 ‘e yükselmekte, plazma volümünün
%50 ‘si de bu yolla kaybolmaktadır.
• Buzağı ishalleri sonucunda gerçekleşen
ölümler enfeksiyon etkeninden ziyade sıvı ve
elektrolit kayıplarından kaynaklanmaktadır.
• Asidoz ishal vakalarında görülen en önemli
değişikliktir. Bikarbonat iyonlarının kaybı ve
kalın bağırsaklarda laktoz fermantasyonu
sonucunda üretilen asitlerin emilimi asidoza
yol açmaktadır.
• Hücre dışı sıvı kaybı (dehidrasyon) böbrek
fonksiyonlarını bozarak hidrojen iyonlarının
atılımını engellemektedir.
• Periferal hipoksiyi takiben laktik asit üretiminin
artması laktik asidin karaciğere girişinin ve
değerlendirilmesinin azalması laktik asidoz
gelişimine neden olmaktadır.
• Hayvanda solunum dolayısıyla CO2 atılımı
arttırılarak asidoz önlenmeye çalışılmaktadır.
• Kan pH ‘sındaki azalmaya bağlı olarak hücre içi
asidoz da görülmektedir.
• Hücre içine H+ iyonlarının geçişinin artması
hücre içi potasyum ve sodyum kaybına yol
açmakta ve plazma potasyum konsantrasyonu
artarak hiperkalemi durumunun gelişmesine
sebep olmaktadır.
• Akut ishal vakalarında ölüm aşırı potasyumun
kalp üzerine olan olumsuz etkisinden
(potasyum kardiotoksikozis)
kaynaklanmaktadır.
Tedavi
• İshal vakalarında öncelikle şok ve asidoza yol
açan sıvı kaybı giderilmeli, ilaçla tedaviye ise
daha sonra geçilmelidir.
• İshal vakalarında hiperkalemi geliştiği için tedavi
başlangıcında K+ fizyolojik seviyede tutulması
tavsiye edilmektedir.
• İshalin erken teşhisi yanında besin maddeleri ve
elektrolitleri içeren dengeli oral rehidrasyon
ürünlerinin erken dönemde kullanımı ve tedavi
şansı %95 ‘ten yüksek olmaktadır.
Abomasumda Sütün Pıhtılaşma Bozuklukları
ve Süt İle Beslemeden Kaynaklanan İshaller

• Yeni doğmuş buzağılar henüz tam olarak


gelişmemiş bir sindirim sistemine sahip
değildirler.
• Pankreastandan salınan proteazlar ve lipazlar
süt proteinlerini ve yağını yıkımlarken,
duodenumdan sentezlenen laktaz ise süt şekeri
laktozu glikoz ve galaktoza yıkımlamaktadır.
• Nişastanın sindirimi yaklaşık 8 günlük yaşa
kadar sağlanamamaktadır. Süt karbonhidratları
dışındaki karbonhidrat kaynaklarının
sindirimini sağlayan maltaz, sükraz ve amilaz
gibi enzimlerin tam olarak aktive olmaları 3
haftalık yaşa kadar gerçekleşmemektedir.
• Yeni doğan bir buzağıda abomasumun hacmi
yaklaşık 1.5 litre kadardır. Doğumdan sonraki
ilk günlerde abomasum pH ‘sı nötre yakındır.
• Abomasumun nötr pH ‘sı içirilen kolostrumun
abomasumda pıhtılaşmasında direkt olarak
bağırsaklara geçmesini ve immunoglobülinlerin
barsaklardan emilmesini sağlamaktadır.
• Abomasumdan salınan renin enzimi pH 6.5’te
birkaç dakika içinde sütü pıhtılaştırmaktadır.
• İçeriğinde albumin ve globülin gibi proteinler,
mineraller ve laktoz bulunan süt pıhtısı 5-10
dakika sonra abomasumdan duodenuma
geçmektedir.
• Doğumdan yaklaşık 2-3 gün sonra abomasum
epitelindeki parietal hücrelerin sayısının
artarak hidroklorik asit salgılamaya
başlamaları abomasum pH’sının düşmesine
sebep olmaktadır.
• Hidroklorik asit pepsinojenin aktif pepsine
dönüşümünü sağlamaktadır. Pepsin ve reninin
sütü pıhtılaştırma ve süt kazeinini yıkımlama
özelliği bulunmaktadır.
• Pepsin en fazla pH 5.2 ‘de aktiftir ve daha fazla
protein çeşidini yıkımlama özelliğine sahiptir.
Ancak pepsinin bu özelliği yaklaşık 8-10 günlük
yaşa kadar tam olarak aktif olmadığı için bu
buzağının tam süt veya sütün yerini alabilecek
maddelerle beslenmesi zorunlu hale
gelmektedir.
• Süt pıhtısınının proteaz ve lipazlar tarafından
sindiriminin yaklaşık 6-8 saat sürmesi
nedeniyle buzağıların günde iki öğün halinde
beslenmesi tavsiye edilmektedir.
• Buzağıların anneleri ile birlikte kalması
durumunda günde 8-10 kez süt emmeleri
abomasumda çekirdek pıhtı oluşumunu
engellemektedir.
• Abomasumda yetersiz süt pıhtısı şekillenmesi ile
içilen süt direkt olarak duodenuma geçmekte ve
kazeinin sindirimi olumsuz yönde etkilenmektedir.
• Ayrıca ozmotik dengenin de bozulması daha
sonraki bağırsak bölmelerinde istenmeyen
bakteriyel fermantasyon ve ishal oluşumu için
uygun bir ortam sağlamaktadır.
• Benzer şekilde aşırı miktarda süt tüketimi (1.5
litreden fazla) veya aç olan buzağının annesini
emmesi sonucunda abomasumun sindirim
kapasitesi yetersiz kalmakta ve süt
duodenuma geçmektedir.
• Bu problem özellikle annesini emen ve süt
verimi fazla olan holstein ırkı süt ineklerinin
buzağıları için geçerlidir.
• Kova ile beslenmeye dayalı sistemlerde
abomasumda süt pıhtısı oluşum bozukluklarına
yol açan faktörler:
1.Satın alınan aç buzağıların ani beslenmesi, boynuz
köreltme ve benzeri işlemler gibi buzağıyı aşırı
duyarlı hale getiren stres faktörleri
2.Beslenme aralıklarının düzensiz olması
3.Mama miktarının yüksek veya düşük olması ya da
hazırlanan mamanın sıcaklığının ayarlanamaması
4.Abomasum yangıları
• Sindirim sistemi enzimlerinin aktivitesinin
tüketilen yem maddesine göre değişmesi
buzağıların tek tip buzağı maması ile
beslenmesini zorunlu kılmaktadır.
• Buzağı mamasının içeriğinde bulunan
maderdin ani olarak değiştirilmesi protein, yağ
ve karbonhidrat sindirimini olumsuz
etkileyerek barsakların son bölümlerinde
putrefikasyona yol açmakta malabsorpsiyon,
kötü kokulu ishal ve canlı ağırlık kaybına sebep
olmaktadır.
• Ayrıca bu şekilde besleme sonucunda E. coli ve
salmonella gibi patojen bakterilerin koloni
gelişimleri de artış göstermektedir.
• Düzensiz beslenmenin abomasum pH’sı
üzerine olan olumsuz etkisi buzağının
enfeksiyonlara karşı dirençsiz kalmasına da yol
açmaktadır.
• Beslenme yoluyla sindirim sistemine giren
enterik enfeksiyon etkenlerinin çoğu
abomasum pH’sı 4.5’den düşük olduğunda
ölmektedirler.
• Yeni doğmuş buzağılarda abomasum pH’sının 6.5
civarında bulunması hastalıkların gelişimini uygun
hale getirmektedir.
• Bu dönemde oluşabilecek hastalıklar kolostrumda
ve sütte bulunan yüzey-aktif antikorlar tarafından
önlemeye çalışılmaktadır. Sütten kesim aşamasına
yaklaşmış buzağılarda ise süt tüketiminden 6-8 saat
sonra abomasum boşalmakta ve pH 2’ye kadar
düşmektedir.
• Hayvan tekrar süt içtiğinde ise abomasum pH’sı
hızlı bir şekilde yükselerek nötre yaklaşmaktadır.
(pH 6.5)
• Tüketilen sütün miktarı ve yapısı pH’nın artış
süresinin ve devamlılığını etkilemektedir. Tam
sütün ılık olarak verilmesinden yaklaşık 3 saat
sonra abomasum pH’sı 4.2’nin aşağıya
düşmekte ve bakteriler ölmektedir.
• Süt veya mama ile tüketilen yağların yetersiz
sindirimi, yağlı dışkı ile perineal bölge ve
bacaklarda kıl dökülmelerine sebep
olmaktadır.
• Besin maddeleri emiliminin yetersiz olması
kondisyonu da olumsuz yönde etkilemektedir.
• Bu durumda bulunan buzağıların 2-3 gün süre
ile oral elektrolit solüsyonların içerilmesi ve
süt tüketiminin düzenlenmesi ile normale
döndükleri gözlenmektedir.
Buzağı Mamalarından (Süt İkame Yemleri)
Kaynaklanan Problemler
• Abomasumda pepsin-HCI sisteminin yeterince
gelişmemesi sebebiyle yeni doğan buzağılar 3-4
gün süre ile kolostrum veya süt ile beslenmek
zorundadırlar.
• Buzağı mamalarının çoğu yağsız süt tozundan
hazırlanmakta, değişik kaynaklardan katı veya
sıvı yağlar katılmaktadır.
• Süt gibi buzağı mamasının da abomasumda
pıhtı oluşturması arzu edilen bir özelliktir.
• Buzağı mamalarına katılan zayıf organik asitler (sitrik
ve fumarik asit) pH’yı düşürerek mamanın
dayanıklılığını artırmaktadır.
• Süt tozunun pH’sı yaklaşık 4.2 ye düşecek şekilde
asitleştirildiğinde raf ömrü uzamaktadır. Asitliğin
artırılması kazeinin pıhtılaşmasına sebep olduğu için
bu tip mamalarda asitliğe dayanıklı albumin ve
globülin gibi süt proteinlerinin kullanılması zorunlu
hale gelmektedir.
• İçeriğinde kazein bulunmayan bu tip mamalar
abomasumda pıhtı oluşturmamakta fakat herhangi
bir bozukluğa da yol açmamaktadırlar.
• İçeriğinde kazein bulunmaması nedeniyle
asitliği yüksek olan bu mamalar 3 haftalıktan
daha büyük buzağıların beslenmesinde
kullanılmalıdır.
• Yağsız süt tozunun aşırı ısıtılması kazeinin
denatüre olmasına sebep olmaktadır. Bu tip
mamalar abomasumda pıhtı oluşturmadan
duodenuma geçerek barsakların son
bölümlerine bakteriye putrefikasyon ve
ishallere yol açabilmektedir.
• Buzağı maması peynir altı suyu, ısıyla denatüre
edilmiş yağsız süt ya da süt dışındaki protein
kaynaklarına dayalı olarak hazırlanmış ise
pıhtılaşma gerçekleşmemektedir.
• Aynı zamanda alkali maddeler ve kalsiyum
seviyesinin düşüklüğü gibi faktörlerde
pıhtılaşmayı etkilemektedir.
• Sağlam bir pıhtı oluşumu, pıhtının abomasumda
sindirilmesiyle peptit ve yağ asitlerinin dereceli
olarak salınması açısından önemlidir.
• Sağlam pıhtı daha iyi sindirim ve daha az ishal
anlamına gelmektedir.
• Pıhtılaşmanın iyi olması mamanın
sindirilebilirliğinin de iyi olduğu anlamına
gelmemektedir.
• Yine de enfeksiyöz ve diğer olumsuz etkenlere
karşı pıhtı oluşumu arzu edilen bir özelliktir.
• Buzağı mamalarının kalitesinin ölçümünde “süt
pıhtılaşma testi” kullanılmaktadır.
• Bu test, reninin buzağı mamasında bulunan
kazeini pıhtılaştırması esasına dayanmaktadır.
Test 37 °C ‘de inkübe edilen numune üzerine
bir miktar konsantre renin solüsyonunun ilavesi
ile yapılmaktadır.
• Pıhtılaşma çok sayıda metot ile ölçülebilir. Bu
metotlardan biri karışımdan bir damla lam
üzerine konularak topaklanma derecesinin
tespiti ile yapılmaktadır.
• Karşılaştırma amacıyla tam yağlı inek sütü
kullanılabilir.
• Piyasada bulunan buzağı mamalarının çoğu özenle
hazırlanan ürünlerdir. Bu nedenle mama kullanımı
sırasında gözlenen hastalıklar genellikle besleme
hatalarından kaynaklanmaktadır.
 Mama Sıcaklığının Ayarlanması:
• Yağların iyi bir şekilde disperse olması için mama
hazırlandığında 45-50 °C sıcaklığa sahip olması ve
vücut ısısının biraz üzerine yaklaşık 42 °C gelinceye
kadar soğutulduktan sonra buzağılara içirilmesi
tavsiye edilmektedir.
• Mama sıcaklığının ayarlanmasında hatalara
sebebiyet vermemek için bir termometre
kullanılmalıdır.
• Sıcaklığı optimumdan aşağı olan buzağı maması
homojen karışmayarak protein ve mineraller
kovanın dibine çökmekte ve bu besin maddeleri
tüketilememektedir.
• Düşük sıcaklıkta hazırlanan buzağı mamalarında
yağlar iyice disperse olmadığından yüzeyde bir
tabaka oluşturmakta, hayvanın ağız ve burun
etrafına yapışarak sekonder alopacia’ye sebep
olmaktadır.
• Merkezi bir depodan borularla dağıtım
şeklindeki besleme sistemine sahip
işletmelerde mama son buzağıya varıncaya
kadar soğumakta ve alopacia’ye yol
açmaktadır.
• Mama sıcaklığının 6 °C düşük olması
abomasumda pıhtı oluşturma süresini iki kat
artırmaktadır. Mamanın pıhtılaşmadan
abomasumdan geçmesi mamanın besleyici
değerinin düşmesine ve ishallere sebep
olmaktadır.
• Mamanın aşırı ısıtılmasının herhangibir
olumsuz etkisi olmamakta fakat soğuyuncaya
kadar mamanın tüketimini engellemektedir.
 Mama Yoğunluğunun Ayarlanması:
• Mama hazırlanırken yoğunluğunun
ayarlanamaması bazı problemlere neden
olmaktadır.
• Günde iki öğün besleme yapılan sistemlerde
125 g, tek öğün yapılanlarda ise 150 g toz
halindeki mama 1 litre suya karıştırılarak
hazırlanmaktadır.
• Bu yoğunlukta abomasumda pıhtı oluşumu
optimum düzeydedir. Fazla oranda
sulandırılarak hazırlanmış mamaların pıhtı
oluşturmaları zayıftır.
• Ayrıca süt ile beslemeden hemen sonra
buzağıların fazla miktarda su içmelerine izin
verilmemesi önerilmektedir.
 Mamanın Karıştırılması:
• Buzağı mamaları ile besleme sonucunda
gelişen problemlerin çoğu iyi karışım
yapılmamasından kaynaklanmaktadır.
• El ile basitçe karıştırma yeterli olmamakta
karıştırma ile birlikte çırpma hareketleri de
yapılmalıdır.
• İyi bir karıştırma uygulanmadığı durumlarda
mama topak şeklinde kalmakta proteinli
kısımlar mamanın dibine çökmekte yağ ise üst
kısımda tabaka oluşturmaktadır.
• Araştırma sonuçları mama içinde bulunan
yağın %60’ının bu şekilde ziyan olduğunu
göstermektedir.
Özofagal Oluk Fonksiyon Bozukluğu

• Özofagal oluk rumenin dorsal kesesinin ön


duvarında başlayan ve özafagusun distal
sonundan rumino-omasal geçide kadar
uzanan musküler bir kanaldır.
• Buzağılarda özafagal oluk ile süt direkt olarak
abomasuma geçmektedir.
• Süt emme sırasında oluşan refleks bu
musküler oluğun bir boru şeklini olarak
kapanmasını ve sütün rumene uğramadan
doğrudan abomasuma geçmesini
sağlamaktadır.
• Hayvanın süt içmesinden önce özofagal oluğun
kapanması çok önemlidir. Özofagal oluğun
kapanması için hayvanıon süt içeceğini
hissetmesi gerekmektedir.
• Buzağılarda bu şartlanmanın sağlanması için süt
veya mama sıcaklığı, miktarı,yoğunluğu ve
lezzetinin her öğünde sabit olması ve beslemenin
günün aynı saatlerinde yapılması gerekmektedir.
• Yeni satın alınan buzağılar strese maruz kalmaları
nedeniyle özofagal oluğun tam olarak
kapanmama ihtimaline karşı ilk birkaç öğünde
elektrolit solüsyonlarla beslenmelidir.
• Yer değiştirme ve boynuz köreltme gibi stres
oluşturan uygulamalar besleme öncesi
yapılmamalıdır.
• Kaplarda bulunan emziklerin sütü veya mamayı yetersiz
miktarda akıtması da problem oluşturmaktadır.
• Hayvanın içemediği sütün önünde kalarak daha sonra
soğuk olarak içmesi durumunda özofagal oluk
kapanmakta ve süt rumene akmaktadır.
• Bakıcılar emme refleksi gelişmemiş buzağıların süt
içmeyi öğrenmeleri için parmak yada emzik
emdirmektedirler.
• Hayvanın isteksiz olarak süt içmesi özofagal oluğun
kapanmasını engellemektedir. Kova yüksekliği de önemli
bir faktördür. Kulübe tabanı ile süt kovasının altı
arasında ki mesafe en az 30 cm olmalıdır.
• Özofagal oluğun tam olarak kapanamaması
durumunda sütün rumene akması fermantasyonun
hızlı şekillenmesine yol açmaktadır.
• Bu durum 15-30 dk gibi kısa süre içinde akut bazen
de öldürücü timpani ve kolik oluşumuna sebep
olmaktadır.
• Kronik vakalarda ise normal rumen gelişimi
sağlanamamakta anormal fermantasyon ürünleri
barsaklara geçerek ishale yol açmaktadır. Bu
durumda oluşan kronik ağrı yem tüketimini
azaltmakta ve büyümeyi olumsuz yönde
etkilemektedir.
Ruminal Timpani
• Normal rumen fonksiyonları oldukça
kompleks işlemleri kapsamaktadır.
• Rumen fonksiyonlarının gelişimini bozan
herhangibir problem timpaniye yol
açmaktadır.
• Tüketilen yemlerle rumene giren bakteriler
yaklaşık 2 haftalık süre içinde anaerobik
fermantasyon şartlarını oluşturmaktadır.
• Katı formdaki yem maddeleri rumen gelişimini
teşvik etmelerine rağmen 12 haftalık yaşa kadar tam
bir gelişme oluşmamaktadır.
• Bu dönemde tüketilen katı yemlerin tipi rumen
papillalarının gelişimini etkilemektedir. Selülozca
zengin kaba yemlere oranla konsantre yemlerin
fazla miktarda tüketimi rumen pH ‘sını düşürmekte
ve asidoz şekillenmektedir.
• Bu durumda rumen papillalarını gelişimi olumsuz
etkilenerek rumen duvarında yangı ve ülserler
oluşmakta rumen duvarından geçen bakteriler
karaciğer apselerine sebep olmaktadır.
• Konsantre yeme özellikle yüksek nişastalı yem
maddelerine %10 – 15 oranında saman ilavesi
papilla gelişimini olumlu yönde etkilemektedir.
• Selülozu yıkımlayan bakterilerin faaliyetleri
asidik ortamlarda azaldığı veya durduğu için
kaba yem ilavesi sindirilme derecesini ve yem
tüketimini arttırmaktadır.
• Kuru otlarla beslenmenin yapılamadığı
şartlarda altlığın yedirilebilir kalitede saptan
sağlanması ve günlük olarak değiştirilmesi
tavsiye edilmektedir.
• Yeterli uzunluğa sahip kaba yemler geviş
getirmeye teşvik etmekte, tükrük salgısı
artırarak rumendeki asitliği azaltmaktadır.
• Damızlık düve olarak yetiştirilecek buzağıların
konsantre yem tüketimi kısıtlanmalı, erişkin
dönemlerde daha fazla yem tüketmelerini
sağlamak için rumenin hacmini artıran kaba
yemlerle beslenme yapılmalıdır.
Semptomlar
• Buzağıların süt veya konsantre yemlerle
beslenmesinden yaklaşık 15-30 dakika sonra
timpani gözlenmektedir.
• Hafif şiddetteki timpani vakalarında 3-4 saat
sonra kendiliğinden iyileşme şekillenebilir.
• Buzağılar tedirgin olup, kolik belirtilerinin
bulunduğu ve karınlarını tekmeledikleri
görülmektedir. Akut vakalarda ise çoğunlukla
ölüm gözlenmektedir.
Tedavi ve Korunma
• Sütten kesim öncesi ve sonrası timpani
vakalarının gelişimi benzerlik göstermektedir.
Tedavi timpaninin şiddetine göre belirlenmelidir.
• Akut timpani tercihen rumen sondası ile, rumen
sondası yoksa keskin delici bir cisimle rumen
duvarı delinerek giderilebilir. Oral antibiyotikler
özellikle penisilin türevleri laktobasillerin
üremesini durdurarak gaz üretimini
azaltmaktadır.
• Süt, mama ve fermantasyonu teşvik eden
yemlerin tüketimi durdurulmalı, 3-4 gün
süreyle elektrolit solüsyonlar verilmelidir.
• Süt ve katı maddelerin tüketimine bir hafta
sonra tekrar başlanmalıdır. İnatçı vakalarda ise
rumen fistülü açılması önerilmektedir.
• Timpani vakalarının gözlendiği işletmelerde
besleme ve idari faktörlere dikkat edilmelidir.
Konsantre yemler 2-3. haftadan itibaren düşük
miktarlarda yedirilmeye başlanmalıdır.
• Günde bir öğün sütle besleme yapılan
sistemlerde su tüketimine dikkat edilmeli,
hayvanların önünde devamlı taze su
bulundurulmalıdır.
• Su tüketiminin yetersiz olması konsantre yem
tüketimini de azaltmaktadır.
• Susuzluk sonrasında hayvanların aşırı su
tüketimi konsantre yemlerin hızlı bir şekilde
fermente olmasına ve timpaniye yol açmaktadır.
• Suyun hayvanların önünde devamlı olarak
bulunduğu işletmelerde, su içildiğinde özofagal
oluk refleksinin devreye girmemesi için su
tüketiminin programlanması gerekmektedir.
• Süt tüketildikten sonra kova hemen kaldırılarak
yerine konsantre yem bulunan kapların
konulması yem tüketimini teşvik ederken aşırı
su tüketimini engellemektedir.
• Bu uygulamada ara sıra timpani gözlenmesi
nedeniyle kuru yemlerin hızlı fermantasyonuna
neden olan aşırı su tüketiminin önüne geçmek
için süt ile beslemeden 2-3 saat sonra
hayvanlara su verilmesi tavsiye edilmektedir.
Rumen Kabızlığı
• Bu hastalık timpani vakalarının tersine kuru,
fibröz ve sindirilme derecesi düşük olan yem
maddelerinin tüketiminden bazen de su
tüketiminin yetersiz olmasından
kaynaklanmaktadır.
• Rasyonun büyük oranda kötü kaliteli kaba
yemlerden oluşması büyümeyi azaltmakta ve
rumen şişkin bir görünüm almaktadır.
• Buzağıların alt karın bölgesi gerginleşmiş
vaziyettedir. Rumen kontraksiyonları azalmıştır ve
palpasyonda hamurumsu kıvam hissedilmektedir.
Abomasum Ülseri
• Abomasum ülseri daha çok buzağı maması ile
besleme sonucunda oluşan ve çoğunlukla klinik
belirtileri gözlenmediği için postmortem
muayene ile teşhis edilebilen bir hastalıktır.
• Abomasum ülseri insidensinin sütten kesilmiş ve
kaba yemle beslenen hayvanlarda yüksek olduğu
tespit edilmiştir.
• Klinik vakaların çoğu kuru yem tüketiminin
başladığı 2-3 haftalık yaşta gözlenmektedir.
• Abomasum ülseri rumende yeterince sindirilmeyen
kötü kaliteli kuru ot veya saman gibi yem
maddelerinin tüketimi ile ortaya çıkmaktadır. Ayrıca
pika ve kronik hastalıklar sonucunda da ülser
gelişmektedir.
• Kıl tüketimi ile oluşan bezoarların da ülser
oluşumunda rol oynadığı belirtilmektedir.
Semptomlar
• Ülserlerin çoğu subklinik olarak gözlense de
bazı vakalarda hemoraji, melana ve anemi
şekillenmekte ve nadir olarak ölüm
görülmektedir.
Tedavi
• Abomasum ülserlerinde genelde semptomatik
tedavi uygulanmaktadır. Kaolin, magnezyum
oksit ve magnezyum silikat gibi antasitler
kullanılabilir.
• Abomasal atoniyi gidermek amacıyla
metaclopramide 0.5-1.0 mg / kg canlı ağırlık
dozunda uygulanabilir.
• Drenaj ve lavaj uygulamaları ile peritonitisten
şüphelenildiğinde antibiyotik uygulaması
önerilmektedir.
Abomasum Dilatasyonu
• Abomasal timpani olarak da bilinen bu hastalık,
buzağıların 2-3 haftalık yaşta katı maddeleri
tüketmeye başlamaları ile ortaya çıkmaktadır.
• Abomasum dilatasyonu bulunan hayvanlar durgun
bir görünüşte olup vücut ısıları normalden düşüktür.
Hayvanlar ayakta durmak istememekte ve sürekli
olmayan enteritis belirtileri göstermektedirler.
• Abomasum büyümüş, aşırı sıvı ve bazı vakalarda ise
gaz birikimi nedeniyle hayvanın sağ alt karın duvarı
gerginleşmiştir.
• Abomasum sıvı pH’sının normal abomasum
pH’sından (2-3) daha fazla olduğu (5-7) ve
koliform bakterilerin baskın olduğu
belirlenebilir.
• Tedavi olarak bilinen rumen sondası ile
abomasum direnajı yapılabilir. Abomasum
elektrolit solüsyonlarla 2-3 sefer yıkandıktan
sonra hayvana 24-48 saat süreyle elektrolit sıvı
içirilmesi önerilmektedir.
Sütten Kesim Sonrası Beslemeye Bağlı İshaller

• Buzağılarda sütten kesildikten sonra gri veya


kahverengi – sarı renkte ishal yaygın olarak
karşılaşılan bir durum değildir.
• Bu tip ishallerin görüldüğü bazı hayvanlarda
büyümenin önemli derecede etkilenmediği
tespit edilirken, bazılarında ise hayvanların
zayıfladığı hatta ishalin ölümle sonuçlandığı
görülmektedir.
Etiyoloji
• Etiyolojisinde çok sayıda faktörün etkili olduğu
düşünülmektedir.
• Sütten kesim öncesi rumen gelişiminin yetersiz
olması, sütten kesim sonrası alerjik bitkisel
proteinleri veya rumende yıkımlanma oranı düşük
proteinleri yüksek oranda içeren süt ineği
konsantre yemlerinin fazla miktarda tüketimi, tane
yemlerin çok ince öğütülmesi, kronik rumenitis
veya asidoza yol açan faktörler ve ani yem
değişikliklerinin bu tip ishallere sebep olduğu
düşünülmektedir.
• Peletlenmiş yemlerin aşırı miktarda tüketimi
de ishallere yol açabilmektedir.
Semptomlar
• Vücut ısısı hafif derecede artış göstermekte
veya değişmemekte, dışkıda ise belirgin bir
patojene rastlanılmamaktadır.
Tedavi ve Korunma
• Semptomatik tedavi bazen sonuç vermekle
birlikte hayvan büyüdükçe iyileşmenin
kendiliğinden gerçekleştiği de gözlenmektedir.
• Tüketilen konsantre yem miktarının günde 750
gram düzeyine düşürülmesi yaşın ilerlemesi ile
birlikte dereceli olarak ishal vakalarının
azaltılmasında etkili bir yöntemdir.
• İnatçı ishal vakalarında ise tekrar süt veya
mama ile beslenmeye geçilmesi önerilmektedir.
Kolik
• Kolik buzağılarda yaygın olarak görülen bir
hastalıktır.
• Kolik, özofagal oluk fonksiyon bozuklukları,
asidoz, ruminal timpani ve kabızlık, abomasum
ülser ve dilatasyonları gibi bozukluklarda
çoğunlukla gözlenmektedir.
ENTEROTOKSEMİ

• Clostridium perfringens bakterilerinin toksinleriyle


oluşan koyun, kuzu ve genç buzağılarda önemli
kayıplara yol açan bir hastalıktır.
Etiyoloji
• Toprak, dışkı ve hayvanların barsaklarında doğal
olarak düşük miktarlarda bulunan Clostridium
perfringes bakterileri aşırı yem tüketilmesi
durumunda sindirilmemiş nişasta ve diğer
karbonhidratlar sayesinde üreme ve gelişme için
uygun ortamı bulurlar
• Bakteriler tarafından üretilen toksin sindirim
kanalından emilerek ani ölümlere sebep olabilir.
• Sağlıklı ve büyüme hızı fazla olan kuzular
enterotoksemiye daha duyarlıdırlar. Koyun
yetiştiriciliği yapılan bütün bölgelerde hastalık
görülebilir.
• Her yaştaki koyunlar hastalıktan etkilenebilir.
Süt emen kuzularda Clostridium perfringes tip
C, sütten kesilmiş besi kuzularında ise
Clostridium perfringes tip B etkili olmaktadır.
• Ölüm oranı aşılanmış sürülerde ortalama %5-
10 kadardır, ancak bu oran %30’a kadar
yükselebilir.
• Konsantre yemlerin fazla miktarda verilmesi,
düzensiz yemleme ve yemlik alanlarının
yetersiz olması gibi sebepler enterotoksemi
riskini artırmaktadır.
• Aşırı süt tüketimi de hastalığın ortaya çıkışında
etkili olmaktadır.
• Bunun dışında barsak hareketlerinin
azalmasına sebep olan rumen pH’sının
artması, strese sebep olabilecek kötü bakım ve
besleme, ani rasyon değişiklikleri, hasat
sonrası tahıl tarlalarına hayvanların sürülmesi,
proteince zengin yemlerin fazla tüketilmesi ve
koksidiyoz hastalığın çıkışını hızlandırır.
Semptomlar
• Hastalık çok hızlı ilerlediği için klinik belirtilerin
ortaya çıkmasından sonraki 1-2 saat içinde
genellikle ölüm şekillenmektedir.
• Çoğunlukla kaslarda düzenli aralıklarla
kasılmalar ve konvülsiyonlar gözlenmektedir.
• Konvülsiyonlar baş, boyun ve bacaklara
yayılabilir. Bazı hayvanlarda ishal görülebilir.
Tedavi ve Korunma
• Hastalığın etkili bir tedavisi yoktur. Sindirim
kanalında bakterilerin hızla üremesini önlemek
ve üretilen toksini nötralize etmek hastalıktan
korunmada temel hedef olmalıdır.
• Kuzularda enterotoksemiyi önlemek için; süt
ve yemin düzenli aralıklarla verilmesine,
kuzuların farklı canlı ağırlık gruplarında
beslenmesine ve yemlik alanlarının yeterli
olmasına dikkat edilmelidir.
• Kuzulara konsantre yem düzeyi yüksek rasyonlar
(%50’den fazla) alıştırma döneminden sonra
verilmelidir.
• Özellikle rasyonun lezzetini yem maddelerinin rasyona
ani olarak girilmesinden kaçınılmalıdır. Hayvanların
önünde sürekli su bulunması yem tüketimindeki
dalgalanmaların önüne geçilmesi açısından önemlidir.
• Aşılama ile hayvanlar hastalıktan korunabilmektedir.
İlk kez aşılanacak koyunlar ile kuzulara 21 gün arayla
iki kez aşı uygulanır.
• Daha önce aşılanmış koyunların bir kez aşılanması
yeterlidir.
• Doğumdan 2-3 ay önce gebe ineklerin
aşılanması ile doğacak buzağılarda 3-5 haftalık
bağışıklık sağlanmaktadır.
• Kuzularda hastalık görüldüğü zaman rasyonun
kaba yem içeriğinin artırılması ve birkaç gün
süreyle yeme 200 g/ton düzeyinde
klortetrasiklin ilave edilmesi tavsiye
edilmektedir.
BOTULİSMUS

• Genellikle bütün hayvanlarda görülür. Özellikle


koyun, keçi, kanatlı ve domuzlarda ekonomik
kayıplara sebep olur.
• Clostridium botilinum toksinlerinin yem ve sularla
alınması sonucu sinirsel semptomlarla ortaya
çıkan bir hastalıktır.
• Bu bakteri toksini kobra yılanı zehirinden 10.000
kat ve sitriknin ile siyanitten 1.000.000 kat daha
öldürücüdür. Özellikle mineral yetersizliklerinin
yaygın olduğu bölgelerde sığırlarda sık rastlanır.
Etiyoloji
• Normal şartlarda toprakta ve sağlıklı
hayvanların sindirim sisteminde bulunan
Clostridium botulinum anaerob ve alkali
ortamda çoğalarak toksin oluşturur.
• Hayvansal protein ihtiva eden yem
maddelerinin depolanması sırasında ya da
silajın dış yüzeylerinde bulunan çürümüş
kısımlarda da toksin meydana gelebilir.
• Fosfor noksanlığı, yetersiz ve dengesiz
besleme, içinde toksin bulunan kokuşmuş
hayvan karkası, çürümüş çayır otu, tahıl tanesi,
silaj gibi bitkisel materyallerin, hayvansal
kökenli yem maddelerinin (kadavra unu, tavuk
gübresi) tüketilmesiyle ortaya çıkar.
Semptomlar
• Alınan toksinin miktarına göre değişmekle
birlikte yaklaşık 3 ile 7 gün sonra semptomlar
görülmeye başlar.
• Çok az miktarlarda toksin alınmış ise vücuttan
uzaklaştırılabilir. Hastalık, dil, çiğneme ve yutak
kaslarının felciyle başlamaktadır. İlerleyen
aşamalarda yutma refleksi tamamen kaybolur,
felç olmuş dil dışarı sarkar.
• Hareketle kontrol edilemez, kuyruk, anüs,
kulak ve göz kapaklarında felçler görülür.
Ölüm, akciğer ve kalp felçlerine bağlı olarak
şekillenir.
Tedavi ve Korunma
• Hayvan türü ve toksinin tipine göre değişik
miktarlarda antitoksin hayvanlara verilir.
• Donmuş, çürümüş, kokuşmuş hayvansal ve
bitkisel yemlerin hayvanlara yedirilmesinden
kaçınılmalıdır. Sığırlar çöplüklerden uzak
tutulmalıdır.
• Yemlere vitamin ve mineral ilavesi yapılmalıdır,
özellikle fosfor yetersizliği tespit edilen
bölgelerde fosforlu gübreler kullanılmalıdır.
• Sığır rasyonlarına girecek tavuk gübresinin ya
silolanması ya da yüksek ısılarda kurutulması
(150-180 °C) gerekir.
• Hazırlayıcı faktörleri tamamen ortadan
kaldırmak mümkün olmadığından hayvanların
aşılanması korunmada en iyi çözüm yoludur.
İDRAR TAŞLARI (ÜROLİTİASİS)

• İdrar taşları, cinsiyete bağlı olmaksızın


rasyonlarında hazırlayıcı faktörler bulunan
bütün hayvanlarda oluşmaktadır.
• Kapalı sistemde barındırılan ve süt ikame
yemleri veya sütten kesildikten sonra yüksek
düzeyde konsantre yemle beslenen
buzağılarda daha sık görülmektedir.
Etiyoloji
• İdrar taşları, organik veya inorganik kaynaklı
olarak şekillenirler. Organik kaynaklı olanlar
tortu şeklinde birikirler ve nadiren oluşurlar.
İnorganik olanlar ise daha yaygındır ve kristal
formda oluşurlar.
• Rasyonun kalsiyum ve fosfor bakımından
dengesiz olması bazı taşların şekillenmesinde
önemli bir faktördür.
• Kalsiyumun aşırı miktarda olması kalsiyum
karbonat veya kalsiyum okzalat taşlarının,
fosforun aşırı miktarda olması ise magnezyum
amonyumfosfat taşlarının oluşmasına neden
olmaktadır.
• Kapalı sistemde barındırılan hayvanlardaki
idrar taşlarının çoğu kalsiyum veya
magnezyum amonyumfosfat içermektedir.
• Silika bakımından zengin topraklarda yetişen
veya okzalat düzeyi yüksek kaba yemler ve su
tüketiminin az olması da taş şekillenmesine yol
açmaktadır.
• Vitamin A yetersizliği de merada veya kapalı
sistemde beslenen hayvanlarda hazırlayıcı bir
faktördür.
• İdrar taşı oluşumunda idrar pH’sının da etkisi
bulunmaktadır. İdrar pH’sı alkali olduğu zaman
fosfat ve karbonat taşları daha fazla
şekillenmektedir.
• İdrardaki mukoproteinler ile taşlar
bağlanmakta ve hayvanlar bitkilerdeki
östrojeni veya idrar taşı oluşumunu teşvik edici
maddeleri aldığı veya pelet yemle beslendiği
zaman taş oluşumu daha fazla olmaktadır.
• İdrar taşları genelde erkek hayvanlarda
görülmekte ve üretrada tıkanma olmadığı
sürece semptomlar ortaya çıkmamaktadır.
Semptomlar
• Üretranın kısmen veya tamamen tıkanması
durumunda semptomlar ortaya çıkmaktadır.
• Hayvanda sık sık idrar yapma isteği vardır
ancak idrar her seferinde küçük miktarlarda
yapılmakta ve çoğunlukla kan içermektedir.
• İdrar taşları üretranın herhangi bir yerinde
lokalize olmakta çoğunlukla da ischial bölge ile
birlikte penisin sigmoidal fleksurunda
oluşmaktadır.
• Şiddetli sancı durumunda karnını tekmeleme,
sendeleyerek yürüme gözlenir.
• Üretranın tamamen tıkalı olduğu durumlarda
üretra delinme veya idrar kesesinde yırtılma
şekillenebilmektedir.
• Bu durumda hayvanın abdominal ağrıdan
kurtulduğu ve rahatladığı gözlenir.
• İdrarın karın boşluğuna yayılması sonucu
toksemi ve üremi şekillenir. Hayvanda
iştahsızlık, uyuşukluk hali gözlenir ve ölümle
sonuçlanır.
• Teşhis hayvanın yetiştiği bölgeye, yemlene
şekline, hayvanın cinsiyetine ve semptomlara
göre yapılmaktadır.
• İdrar kesesinde yırtılma varsa sıvı abdominal
kaviteden aspire edilebilir. İdrar taşları
prepisyumda belirlenebilir.
Tedavi ve Korunma
• İdrar taşlarının operasyonla alınması tedavinin
temelini oluşturmaktadır. Ancak hayvanın
kesim dönemi yakınsa, delinme veya yırtılma
söz konusu değilse hayvan kesime sevk
edilebilir.
• Erken safhadaki vakaların tedavi şansı
yüksektir. Spazm çözücü ilaçların damar içi
veya kas içi enjeksiyonları da tedavide fayda
sağlamaktadır.
• Konsantre yemlerin rasyondan çekilmesi de tedaviye
katkıda bulunmaktadır.
• Su tüketimini artırmak için rasyonun tuz içeriği %3-4
kadar artırılabilir. Rasyona %20 oranında yonca ilave
edilmesi de yararlı olmaktadır. Kuzulara günde hayvan
başına 28 g, sığırlara ise 35 g amonyum klorür
verilebilir.
• Rasyondaki Ca:P oranının ayarlanması ile fosfatın
çökmesi ve taş oluşumu önlenebilmektedir.
Magnezyum düzeyi düşük tutulmalı, rasyona en fazla
200g/ton düzeyinde magnezyum oksit ilave
edilmelidir.
• Konsantre yemlerde tuzun en fazla %3
düzeyinde olması tavsiye edilmektedir. İdrarı
asitleştirmek amacıyla amonyum sülfat veya
fosforik asitin rasyona ilave edilmesi faydalı
olmaktadır.
• İdrar pH’sının düşmesi kristal bileşiklerin
erimesine neden olur. Merada beslenen
hayvanlarda içme suyuna tuz ilave edilmesi
idrardaki silisik asit konsantrasyonunu
azaltmakta ve silika taşlarının oluşumunu
önlemektedir.
• İdrar taşı vakalarının yoğun olarak görüldüğü
bölgelerde ve meralarda yeterli içme suyu
mutlaka sağlanmalıdır.
• Suyun donması, suda dışkı veya yabancı
faktörlerin bulunması su tüketimini azaltacağı
için suluklar kontrol edilmelidir.
• Kalsiyum:fosfor oranının uygun olması idrar
taşlarının önlemektedir. Oran yüksek
olduğunda bile tuz tüketimi yeterli ve iyi
kaliteli su sürekli veriliyorsa idrar taşları
önlenebilmektedir.
• Yüksek düzeyde potasyum ve fosforun
tüketiminden, tane sorgum ve şeker pancarı
posasının fazla miktarda tüketilmesinden
kaçınılmalıdır.
POLİOENSEFALOMALASİ
• Polioensefalomalasi (PEM), ruminantlarda
serebral korteksin nekrozu sonucu sinirsel
semptomlarla seyreden neuropatolojik bir
bozukluktur.
• Beyin (ensefalo) gri maddesinin (polio)
yumuşaması (malasi) bu bozukluğun
polioensefalomalasi olarak isimlendirilmesine
yol açmıştır.
Etiyoloji
• Polioensefalomalasi oluşumunda etkili
faktörler:
Tiamin Yetersizliği:
• Birçok hayvan türü tiamin (vitamin B1)
ihtiyacını rasyondan karşılamak zorundadır.
Oysa rumende sentezlenen tiaminin
ruminantların ihtiyacını karşıladığı kabul
edilmektedir.
• Rumende tiamini yıkımlayan tiaminazları
sentezleyen mikroorganizmaların sayısı, selüloz
düzeyi düşük rasyonların özellikle körpe otların
tüketilmesiyle artış göstermektedir.
• Tiaminazlar aynı zamanda tiamin
antagonistlerinin üretimini de teşvik etmektedir.
• Polioensefalomalasi görülen hayvanlarda sindirim
sisteminde tiaminazların düzeyi artarken
dokularda tiamin düzeyi önemli derecede
azalmaktadır.
• Rasyonda yüksek oranda sülfatların bulunması
durumunda duodenuma tiamin akışı
azalmakta ve kan tiamin düzeyi değişmektedir.
• Sülfatların indirgenmesinde ara ürün olarak
oluşan sülfitlerin rumendeki düzeyinin
artmasının tiamin yıkımlanması üzerinde etkili
olmadığı belirlenmiştir.
• Tiamin antagonistlerini içeren eğrelti otu gibi
bazı bitkilerin uzun süre tüketilmesi de
polioensefalomalasiye neden olabilmektedir.
Akut Kurşun Zehirlenmesi:
• Kurşun zehirlenmesi sonucunda da PEM
gözlenmektedir.
Su Tüketiminin Azalması-Sodyum
Zehirlenmesi:
• Sığırlarda su tüketiminin azalması veya suda
sodyum düzeyinin artması PEM’e yol
açabilmektedir.
Kükürt:
• Sülfat düzeyi yüksek suların ve kükürt düzeyi
yüksek yem maddelerinin tüketilmesi de
polioensefalomalasiye sebep olabilmektedir.
• Üre-melas bloku tüketen besi hayvanlarında
gözlenen polioensefalomalasiye melas içinde
yüksek düzeyde bulunan kükürtün yol açtığı
düşünülmektedir.
• Polioensefalomalasi yüksek oranda sülfat
bulunan rasyonlarla beslemeden yaklaşık 3-6
hafta sonra deneysel olarak oluşturulmaktadır.
• Polioensefalomalasi yapılan deneysel
çalışmaların birinde polioensefalomalasi
başlangıcında belirgin bir hidrojen sülfid (H2S)
kokusu hissedildiği belirtilmiş, rumen
sıvısındaki sülfid konsantrasyonunun
yüksekliğiyle PEM başlangıcı arasında pozitif
bir ilişkinin olduğu bildirilmiştir.
• Bir başka araştırmada ise koyunlara subletal dozda
sodyum sülfid verilmesi sonucunda PEM oluştuğu
ve PEM’in rumen şartlarının değişimi sonucunda
oluşabilen neurotoksinlerden ziyade direkt olarak
sülfid fazlalığından kaynaklandığı belirtilmiştir.
• Yüksek düzeyde sülfat tüketimi sonucu rumende
aşırı miktarda hidrojen sülfid (H2S) üretilmekte ve
emilerek toksik etki oluşturmaktadır. Ancak
hidrojen sülfid kaynaklı PEM vakalarında solunum
sisteminin en önemli giriş kapısı olduğu
söylenebilir.
• Geğirme yoluyla atmosfere bırakılan H2S’ün
hayvanlar tarafından solunması sonucunda
sistemik sülfid emilimi gerçekleşmektedir.
• Gübre ile açığa çıkan H2S’de PEM gelişimine
neden olmaktadır. Hidrojen sülfid hidrojen
siyanit benzeri etki göstererek hücre
solunumunu bozmaktadır.
• Hidrojen sülfid üretimini etkileyen faktörler:
a-Toplam Kükürt Tüketimi: NRC rasyondaki
kükürt düzeyinin %0.4 ‘ü geçmemesi
gerektiğini bildirmiştir. Sülfat içeriği yüksek su,
melas, kükürt ve amonyum sülfat katılmış
konsantre yemler PEM riskini artırmaktadır.
• Cruciferous familyasına ait kaba yemler ile
tahılların işlenmesi sonucunda ortaya çıkan
bazı yan ürünlerde de kükürt düzeyi yüksektir.
• Normal çevre sıcaklığında, suda sülfat
düzeyinin 2000 ppm olması durumunda bir
besi hayvanının su ve yem ile tükettiği kükürt
oranı %0.53 olarak gerçekleşmekte ve en fazla
%0.4 olması gereken kükürt düzeyini
geçmektedir.
• Yüksek çevre sıcaklığında ise artan su
tüketimine bağlı olarak kükürt tüketimi ve
PEM ihtimali artmaktadır.
b-Diğer Faktörler:
• Sülfat ilave edilmiş rasyonlar ile beslenme
sonucunda H2S üretimi artış göstermektedir.
Rumende H2S üretimi; tüketilen karbonhidrat
tipi, rumen pH’sı ve rasyon kaynaklı
metallerden etkilenmektedir.
• Karbonhidrat kaynağı ve miktarı rumen pH’sını
ve metabolizmasını etkilemektedir. Asidik
şartlar rumende üretilen ve geğirme yoluyla
atılan H2S miktarını artırmaktadır.
• Rasyon kaynaklı metallerden Mo, Cu ve S
çözülmeyen bakır-tiyomolibdatları
oluşturmaktadırlar. Cu, Zn ve Fe sülfitlerle
çözülmeyen tuzlar oluştumaktadır. Sülfit
oluşumu birçok mineralin emilimini
azaltmaktadır. Ayrıca molibden rumende sülfid
düzeyini baskılamaktadır.
Semptomlar
• En fazla sütten yeni kesilmiş buzağılar ile
besiye alınan genç sığırlarda gözlenmektedir.
• Hastalık başlangıcında kısa süreli ishalin
ardından sinirsel belirtiler ortaya çıkmaktadır.
Bundan sonra duyarsızlık ve iştahsızlık ile
birlikte kortikal körlük gibi semptomlar
belirginleşmektedir.
• Hastalığın ilerleyen dönemlerinde kaslarda
seğirme ve titremeler, aralıklı olarak gözlenen
opistotonuz daha sonra salivasyon, diş
gıcırdatma, sürekli yatma ve klonik
konvülsiyonlar gözlenmektedir.
• PEM’n teşhisi; hastalığın gelişimi, klinik
belirtileri ve parenteral tiamin uygulamasının
sonuçlarına göre yapılmaktadır.
• Akut kurşun zehirlenmesine bağlı
ensefalopatinin en genel belirtisi kortikal nekroz
şekillenmesidir. Kan ve dokudaki kurşun
seviyelerinin tespiti ile teşhis yapılmaktadır.
• Su yetersizliği-sodyum zehirlenmesi teşhisinde
plazma veya serebrospinal sıvıdaki Na
iyonlarının artışı dikkate alınmaktadır.
Tedavi ve Korunma
• Tiamin antagonistleri ya da tiamini yıkılmayan
maddelerin tüketilmesi sonucunda ortaya
çıkan PEM vakalarında yüksek dozda
parenteral tiamin uygulaması hastalığı
iyileştirmede etkili olmaktadır.
• Hastalığın erken dönemlerinde yüksek dozda
(10-15 mg/kg) tiamin hidroklorit veya B
kompleks vitaminlerinin intravenöz olarak
uygulanmasıyla 3-6 saatte iyileşme görülebilir.
• Tedaviye başlandığı gün aynı dozda tiamin
hidroklorit 4 saatte bir tekrarlandığı zaman
klinik olarak tam iyileşme sağlanmaktadır.
• Rumende veya kanda tiamin düzeyinin
azalmadığı bazı polioensefalomalasi
vakalarında tiamin uygulamaları sonucunda
spesifik olmayan olumlu etkiler
gözlenmektedir.
• Hastalığın ilerleyen dönemlerinde prognoz
kötüdür ve yoğun bir tedavi gerebilir.
• PEM’den korunmak için belirtilen ilaçların
profilaktik kullanımları uygulanabilir.
• Normal rumen fermentasyonunun sağlanması
için karbonhidrat kaynağını seçimine ve
miktarının ayarlanmasına özen gösterilmelidir.
• Rasyonda ve suda bulunan kükürt düzeyleri
kontrol edilmeli, Cu, Zn veFe gibi elementlerin
rasyondaki miktarları artırılmalıdır.
• Ayrıca rasyonda yeterli oranda molibden
bulunmamasına dikkat edilmelidir.

You might also like