Download as ppt, pdf, or txt
Download as ppt, pdf, or txt
You are on page 1of 18

HİCAZ BÖLGESİ

ve MEKKE

1
 Hicaz Bölgesi
 Hicaz, kuzeyde bugünkü Ürdün’den güneyde Asir’e kadar Kızıldeniz sahili
boyunca uzanan tarihî ve coğrafî bölgenin adıdır. Bu bölgede, Arabistan’ın
kuzeyinde ve güneyinde kurulmuş olan devletler ölçüsünde bir devlet
kurulmamıştır. Ancak burada da bazı önemli siyasî topluluklar bulunmuş ve
bunlar İslâmiyet'in ortaya çıkışına kadar devam etmişlerdir.
 Bölgenin üç önemli kenti Mekke, Yesrib (Medine) ve Tâif’tir.
 İslâm dini Mekke’de doğmuş, Medine’de gelişmiş ve oradan da bütün
Arabistan’a ve dünyaya yayılmıştır. Böylece Mekke bütün Müslümanların
ilgilendiği bir yer hâline gelmiştir.
 Hicaz bölgesi, bağımsızlığını koruyabilme konusunda daima şanslı olmuştur.
 Arabistan: Afrika, Avrupa ve Asyalıların ilgisini çekmiş ve bunların birbirleriyle
temas geçtikleri bir yer olmuştur. Buna rağmen yabancı istilâya uğramamıştır.
Bu durum Hicaz’ı kısmen dinî ve kültürel etkilere karşı da korumuş ve Hicaz’da
olabildiğince sade bir hayat süregelmiştir.
 Hicaz halkının bir kısmı şehirlerde, bir kısmı ise çölde göçebe olarak yaşıyordu.
Şehirliler geçimlerini ticaret ve tarımdan, bedevîler ise hayvancılıktan
sağlıyorlardı. Bedevîler, yağma ve çapul amaçlı baskınlar düzenlemekten de
geri durmuyorlardı.

2
3
 Hicaz’ı sömürge hâline getirmek için yapılmış olan tek girişim Osman b.
Huveyris’in girişimi olsa gerektir. Hıristiyanlık dinine bağlı olan bu şahıs,
Hicaz’da, merkezi Mekke olmak üzere Bizans’a bağlı bir devlet kurmak istiyordu.
 Jüstinyen ona bir taç vermiş ayrıca eline kendisini Mekke kralı tayin ettiğini
içeren bir de mektup vermişti. Ancak Mekkeliler kendisini, zehirlemek suretiyle
öldürdüler.
 Mekke
 Mekke her türlü tarımsal faaliyetten yoksun, Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle ‘ekinsiz
bir vadide’, çöllük, yüksek ve çıplak kayalar arasında bulunan bir yerde
kurulmuştur. “Rabbimiz, ben çocuklarımdan bazısını Beyt-i Haramının yanında,
ekinsiz bir vadiye yerleştirdim...” (İbrahim (XIV) / Ayet 37)
 Önemini, Kâbe’nin burada inşa edilmiş olmasına borçludur. Burada hayatı,
ancak ticarî faaliyetler ve kervancılık ile devam ettirmek mümkün olabilirdi.
Bunun da ön şartı hiç şüphesiz güvenlik konusudur.
 Mekke hem dinî hem de coğrafî nedenlerle, diğer bölgelere nazaran daima
güvenlik içerisinde olagelmiştir. Her şeyden önce Kâbe’nin burada bulunması,
Araplar arasında Mekke’nin daima saygı görmesini sağlamış ve hiçbir Arap
topluluğu oraya saldırmaya cesaret edememiştir. Öte yandan Mekke, dar
geçitlerden sonra varılabilen bir yerde bulunduğu için korunmaya elverişli idi.

4
 Kabe’nin inşası ve önemi: Kâbe’nin ne zaman ve kimin tarafından inşa
edildiğine dair çeşitli dinî ve tarihî rivayetler vardır. Ancak, oğlu İsmail ile birlikte
Kabe’yi inşa eden Hz. İbrahim olduğu kabul ediliyor [Bakara (II) / 125-127; Âl-i
İmran (III) / 96].
 Hz. İbrahim’in yaptığı Kâbe kare plân üzerine kurulmuş tavansız sade bir yapıdır.
 Bu arada Hz. İsmail, Mekke’nin yerlileri olan Cürhümlülerden bir hanımla
evlenince arada bir akrabalık kurulmuştur.
 Adnanîlerin, Mekke’de hatırı sayılır ayrı bir topluluk hâline gelmesine rağmen,
yönetim halâ Cürhümlülerin elinde kalmaya devam ediyordu. Kâbe ve hac
hizmetlerini de onlar yürütüyorlardı.
 Ancak Cürhümlüler, görevlerini kötüye kullanmaya başladılar. Bu yüzden Kâbe’yi
ziyarete gelenlerin sayısında azalmalar oldu. Nihayet Ezd kabilesinin bir kolu
olup, daha önce Yemen’den göç ederek Mekke’ye gelip yerleşmiş olan
Huzâalıların başkanı Amr b. Sa’lebe, Cürhümlülere isyan etti. Günlerce süren bir
çatışmadan sonra yönetimi ele geçirdi.
 Savaşta tarafsız kalan İsmail oğullarına dokunmadılar. Bir süre sonra
Huzâalıların reisi olan Rebîa, durumunu meşrulaştırmak için, son Cürhüm reisi
Âmir’in kızıyla evlilik yapmıştır. Bu Rebîa, hac yönetimini düzene koymuş ve
hacıların güvenliği ile uğraşmıştır. Huzâalılar Kâbe muhafızlığını 300 sene kadar
ellerinde tutmayı başardılar.

5
6
 Son Huzâa Reisi Huleyl, kızını Kureyş kabilesinin başkanı olan Kusay (Hayatı:
400-480) ile evlendirdi. Ölmeden önce yerine damadı Kusay’ı vasiyet etti. Huzâa
kabilesi buna karşı çıktıysa da Kusay, muhaliflerin desteğini alarak Kâbe’ye
bakma ve Mekke’yi yönetme hakkını Huzâalılardan savaşarak aldı.
 Hicaz bölgesinde bir hükümdar yoktu. Başlarında çoğunlukla yaşça büyük,
malca zengin ve nüfuz bakımından halkın saydığı, şeyh veya emîr unvanını
taşıyan bir kişi başkan olarak bulunuyordu. Ancak bunların da diğer kimselere
göre özel bir ayrıcalıkları yoktu.
 Kusay’ın: Abdüddar, Abdümenaf, Abdüluzzâ ve Abdülkusay adında dört oğlu
vardı. Bunlardan Abdümenaf, Hz. Muhammed’in üçüncü kuşaktan dedesidir.
Kusay’ın ölümünden sonra onun görevlerini Abdüddar yürütmüştür.
 Böylece Mekke’de Kureyş’in egemenliği başlatmış oluyordu. Kusay, önce harap
durumda olan Kâbe’yi onarttı. Bu arada dağınık vaziyette olan kendi kabilesi
mensuplarını Kâbe’nin çevresine yerleştirdi.
 Kureyş kabilesi, Kusay’la birlikte bedevîlikten yerleşik hayata geçmiş oldu.
 Hicaz halkının, inşa edildiği andan itibaren, Kâbe’yi dinî kaidelere göre tavaf ve
ziyaret ederek hacı olmaya başladıklarını kesin olarak biliyoruz. Bu ziyaret
geleneği İslâmiyet'e kadar devam etmiş, ancak zamanla işe puta tapıcılık
âdetleri karışmış olduğu için ilk şeklinden hayli uzaklaşmış,

7
 Hac ziyaretleri Mekke halkına büyük ticarî menfaatler de sağlıyordu. Bunun için
bu ziyaretleri desteklemek ve insanların ilgisini artırmak Mekke’yi yönetenlerin
doğal görevleri durumunda idi.
 Bu görevler, belirli ailelere ait birer imtiyaz olarak kabul ediliyordu. Yöneticiler
arasında, zaman zaman yetkilerini kötüye kullananlar da çıkıyordu.
 Kâbe ile ilgili belli başlı görevler
 Hicabe ve Sidâne: Kâbe’nin yöneticilik görevidir. Kâbe’nin anahtarı bu şahısta
bulunur. Kabe’nin perdedarlığını yaparlar
 Sikâye: Hacılara su tedarik ve dağıtımı görevidir. Abdülmuttalib (Şeybe),
üzerinde bulunan sikâye görevini en iyi şekilde yerine getirmiştir.
 Rifâde: Yoksul hacılara yemek dağıtma görevi hakkında kullanılan bir terimdir.
 Nedve: Kusay, kapısı Kâbe’den tarafa bakan bir yerde Dârü’n-Nedve denilen bir
hükûmet binası yaptırdı. Kırk yaşına girmiş her Kureyşli bu meclisin üyesidir.
 Sifâret: Başka devlet veya kabileler ile yapılacak müzakereleri yürütmek üzere
görevlendirilen heyete başkanlık etme görevidir.
 Ukâb ve Kıyâde: Ukâb adlı sancağın korunması ve gerektiğinde dışarıya
çıkarılması görevidir. Buna benzer bir görev de ‘kıyâde’ (kumandanlık) görevidir.
 Îsâr ve Ezlâm: Îsâr bir kur’a çekme yönteminin adıdır. Kur’a çekmede kullanılan
oklara ise Ezlâm adı verilmiştir. Yolculuk veya muharebe gibi umumî bir işe
başlanacağı vakit bu yönteme başvurulurdu.

8
 Ayrıca borç veya ceza davalarıyla ilgilenen işnak, harp mühimmatının toplandığı
kubbe denilen bir çadır, savaş sırasında atlara nezaret eden eınne, anlaşmazlık
hâlinde hakemlik yapan hükûmet, Kâbe’nin çevresinde saygısızca davranışların
meydana gelmesini önleyen ımâre gibi görevler de var.
 Abdülmuttalib Zamanında Mekke
 Abdülmuttalib Zemzem sayesinde Mekkeliler arasında haklı bir üne
kavuşmuştur. Onun zamanındaki diğer önemli bir olay ise Fil Olayı’dır.
 Mekke, kurak ve yerleşmeye elverişsiz bir vadi üzerine kurulmuş olmasına
rağmen, Kâbe sayesinde Hicaz’ın en önemli bir dinî merkezi hâlinde idi.
İslâm'dan önceki devirlerde müşrik (putperest) Araplar tarafından da hac için
ziyaret ediliyordu.
 Habeş valisi sıfatıyla Yemen’i idare eden Ebrehe, Mekke’nin sahip olduğu bu
dinî ve ticarî üstünlüğe son vermek düşüncesiyle San’a kentinde, döneminin en
muhteşem kiliselerinden birini (el-Kulleys) yaptırmıştı.
 Kinane kabilesinden Mekkeli bir Arabın bu kiliseyi pislemesi üzerine Kâbe’yi
yıkmağa ant içti. Önünde savaş fillerinin de yer aldığı büyük bir ordu ile hareket
etti. Fil olayının Hz. Muhammed’in doğumundan bir veya birkaç yıl önce (M.
570) meydana geldiği hakkında bir görüş birliği vardır.
 Ebrehe, Mekke’nin doğusunda yer alan Tâif kentini de itaat altına aldıktan sonra
Mekke’ye 40 km. uzaklıktaki Muğammes denilen yere geldi.

9
 Mekkeliler, Abdülmuttalib’i yalnız ve desteksiz bıraktılar. Habeş ordusu,
Mekke’yi tam işgale hazırlandığı bir sırada, beklenmedik bir biçimde üzerlerine
bir kuş sürüsü geldi ve onları darmadağın etti.
 Fil Suresi’nin Mekke’de nazil olduğu biliniyor. Buna göre olay tarihinde çocuk
yaşta olan Mekkelilerin bir kısmı henüz hayatta olup, herhâlde olay hakkında
doğru bilgilere sahip bulunuyorlardı.
 Gerçek bir olay olmasına rağmen Fil hadisesinin oluş şekli konusundaki görüşler
arasında farklılıklar vardır.
 Mekke seferinden Yemen’e hüsranla dönen Ebrehe, kısa bir zaman sonra
orada vefat etmiştir.
 Yesrib (Medine)
 Yesrib, Mekke’nin 450 km. kadar kuzeyinde ve Kızıl Deniz’den 100 km. kadar
içeride bulunmaktadır. Verimli topraklara sahip olup tarım gelişmiştir.
 Kuruluş tarihi ve ilk sakinleri tam olarak bilinmemekle birlikte Amâlika kabilesi
tarafından kurulmuş olduğu kabul edilmektedir.
 Yahudi toplumunun buraya gelişi ise daha sonra olmuştur.
 Medine Yahudileri: M.Ö. VI. yüzyılda Babillilerin Kudüs’ü işgal etmesi üzerine,
bazı Yahudilerin güneye inerek Hicaz’ın kuzey bölgelerine ve bu arada Yesrib’e
yerleştikleri kabul edilmektedir.
 Yahudiler, buraya yerleştikten sonra Kuzey Arabistan ticaretini ellerine aldılar.

10
 Roma-Bizans imparatorlarının Hristiyanlığı kabul etmesi de Suriye ve Filistin
bölgelerindeki Yahudilerin Hicaz’ın kuzeyine göç etmesine sebep olmuştur.
 Hicaz’ın kuzeyi Kurayza, Nadîr, Kaynuka ve diğer Yahudi kabilelerinin ülkesi
durumuna gelmiştir.
 Kelime anlamı olarak Kaynuka demirci, Nadîr toprak mahsullerindeki tazelik ve
Kureyza ise dericilerin deri tabaklarken kullandıkları bir bitki demektir.
 Evs ve Hazrec: Bu iki kabile Medine’ye: M.S. II. veya III. yüzyılda gelmişlerdir.
Gassanîler devletini de bunlar kurmuşlar, fakat Sa’lebe’nin oğlu Hârise,
babasının ölümünden sonra, başkanlık meselesinden ötürü gücenmiş ve
muhaliflerinden ayrılarak kendi taraftarlarıyla birlikte Hayber bölgesine inmiştir.
 Hârise’nin ölümünden sonra Evs ve Hazrec diye iki kabileye ayrılan adamları ise
daha güneye inerek Yesrib’e gelmişlerdir.
 Şehrin ticarî hayatı, eskiden olduğu gibi Yahudilerin elinde kalmaya devam etti.
 Evs ve Hazrec kabileleri arasında ise anlaşmazlık baş gösterdi. Yahudilerin de
körüklediği bu anlaşmazlık 120 yıldan fazla süren kardeş kavgasına sebep
olmuştur. Bu savaşların sonuncusu olup, Hazreclilerin yenilgisiyle neticelenen
Buâs Savaşı (Yevmü Buâs), hicretin arifesinde henüz sona ermiş bulunuyordu.
 Bu savaşta, görünüşe göre Kaynuka Yahudileri Hazreclileri, Nadîr ve Kureyza
Yahudileri ise Evslileri desteklemişlerdir.
 Hac mevsiminde Akabe’de Hz. Peygamber’le ilk defa görüşen 6 Hazreclinin,
Evslilere karşı, Kureyşlilerle bir ittifak arayışı içerisinde oldukları ileri sürülebilir.

11
 Hazrec kabilesinin önde gelenlerinden Abdullah b. Ubey, son savaşta tarafsız
kalmış ve bu tutumuyla Yesrib’de her iki kabilenin de sevgi ve güvenini
kazanmıştı. Herhâlde bu nedenlerle olsa gerek, savaş sona erince Hazrecliler
Abdullah b. Ubey’i kral yapmak isteyince Evsliler de buna rıza göstermişlerdi.
 Kabileler Arası Savaşlar
 Hicaz bölgesinde, merkezî bir hükûmetin ve bir hükümdarın bulunmaması
yüzünden kabileler ve hatta kişiler arasındaki anlaşmazlıkları çözmek kolay
olmuyor ve her kabile kendi hakkını kendisi korumaya kalkışıyordu.
 Bu ise önemli veya önemsiz birtakım nedenlerle çıkan çatışmaların yıllarca
sürmesine neden olabiliyordu. Bu tür savaşları ikiye ayırmak mümkündür.
 Eyyâmü’l-Arap
 Çoğu zaman malına veya canına zarar verilen kişiler, haklarını bizzat kendileri
alma yoluna giderler ve akrabaları da, bu uğurda ona yardımcı olurlardı. Bunun
doğal bir sonucu olarak çıkan kan davası, sosyal dayanışma kurumu gibi iş
görüyordu. Bu da kişiler arasındaki anlaşmazlıkların kabileler arasın büyük
savaşların çıkmasına sebep oluyordu.
 Anlaşmazlık konuları çoğunlukla otlaklar ve su kaynaklarıdır. Bu yüzden çıkmış
pek çok savaş bilinmektedir.

12
 Bu savaşlara Eyyâmü’l-Arap (Arapların Günleri) adı verilmektedir. Bedevîlerin
tarihi, bu yerel savaşlarla ilgili bilgi yığınından ibarettir. Bu savaşlardan en ünlüsü
olan Besûs Savaşı, M.S. V. asır sonlarına doğru Bekr ve Tağlib kabileleri arasında
çıkmıştır. Çıkış nedeni Bekr kabilesinden Besûs adlı yaşlı bir kadına ait bir dişi
devenin, Tağlib reisi tarafından yaralanmış olmasıdır. 40 yıl sürmüştür.
 Ficar Savaşları
 Araplar arasında savaşmanın haram sayıldığı bazı aylar vardı. Bu aylar: Zilkade,
Zilhicce ve Muharrem aylarıyla, umrenin yapıldığı Recep ayı idi.
 Bu aylar içerisinde, her ne sebeple olursa olsun adam öldürmek, gasp ve benzeri
hareketlerde bulunmak çok büyük günah olarak görülüyordu.
 Ficar Savaşları (Kutsalı çiğneme) diye bilinen bu savaşların en önemlisi, Kureyş
ve Kinâne ittifakıyla Hevâzin kabilesi arasında çıkan sonuncu ficar savaşıdır.
 Savaş nedeni, Kinâne kabilesinden birinin Hevazin ileri gelenlerinden birini
öldürmüş olmasıdır. Hz. Muhammed’in, henüz 14-15 yaşlarında bir çocukken,
amcalarıyla birlikte bizzat bu savaşta bulunduğu ve onlara ok yetiştirip ikmal
yaptığı rivayet edilmektedir .
 Haram aylar Müslümanlıktan sonra da kabul görmüş, ancak haklı nedenlere
dayanmak şartıyla savaşın yeri ve zamanı insanların takdirine bırakılmıştır.
Haksız yere savaşmak ve adam öldürmenin ise her zaman için günah olduğu
ifade edilmiştir.

13
 Hılfu’l-Fudûl
 Haram ayların dışında bir de ‘besl’ kurumu vardı ki, bu sayede Mekkeli bazı
aileler, diğer sekiz ayda da yağmalardan doğacak olan zararlara karşı
korunuyorlardı.
 Ficar savaşları yüzünden, Mekke’de bulunan yabancı ve koruyucusuz
kimseler için can ve mal güvenliği sağlanamaz hâle gelmişti. Yabancı
tüccarların mallarını ellerinden aldıkları hâlde bedelini ödemeyen yerliler
oluyordu. Bu tür haksızlıklara engel olmak ve böylece Mekke’ye tekrar eski
saygınlık ve güvenliğini kazandırmak amacıyla, Hılfu’l-Fudûl adıyla bir
cemiyet kuruldu.
 Bu cemiyetin kurulmasında en büyük pay sahibi olarak Hz. Muhammed’in
amcası ve Ebu Talib’in öz kardeşi olan Zübeyr’in adı geçmektedir. Âs b.
Vâil, Yemenli bir adamın malını alıp parasını ödemeyince ilk harekete geçen
Zübeyr olmuştur.
 Bu yemine katılanlar arasında, Hâşim oğulları, Abdülmuttalib oğulları, Zühre
oğulları ve Ebu Bekir’in bağlı bulunduğu Teym oğullarına bağlı kimseler
vardı. Bunlar Abdullah b. Cüd’ân’ın evinde toplandılar ve mazlumun hakkını
zalimden alıp sahibine iade edinceye kadar mazlumların yanında yer
alacaklarına dair ant içtiler. Bizzat Hz. Muhammed’in de, bu cemiyete üye
olduğu bilinmektedir.

14
 Düzenli bir mahkemenin bulunmadığı bir ortamda Hılfu’l-Fudûl’un önemi
büyüktür. Mekkelilerin iftihar kaynağı olan bu cemiyet, aralarına yeni üyeler
kabul etmediği için, mevcut üyelerinin ölümüyle birlikte tarihe karışmıştır.
 Ticarî Hayat
 Mekkeliler, şehirlerinin sahip bulunduğu dinî ve coğrafî konumu iyi
değerlendirmişler ve orayı M. VI. yüzyıldan itibaren Habeşistan, Suriye ve
Yemen arasında önemli bir ticarî merkez hâline getirmişlerdir.
 Bölgedeki ticarî faaliyetler, Kâbe’ye yapılan hac ve umre ziyaretlerinin yapıldığı
aylarda daha da yoğunlaşıyordu.
 Haram aylar uygulamasının, hiç olmazsa yılın belirli zamanlarında, güvenliği
sağlama konusunda önemli bir yeri vardı.
 Haram aylara ilâveten Kâbe’nin de bir dokunulmazlığı vardı. Dolayısıyla bu
aylar süresince bütün kervanlar güven içerisinde Mekke’ye gelip
gidebiliyorlardı. Bedevîler de bu sayede değiş-tokuş etmek amacıyla bu aylar
içinde şehirlere gelebiliyorlar ve bu arada yerleşik olanların inanışlarından
etkilenerek Kâbe’deki dinî tatbikata da katılıyorlardı.
 Kâbe ve diğer kutsal yerlerin ziyaretiyle ilgili olarak yeni panayırlar oluşmuştu.
Bu panayırların en ünlüsü Tâif ile Nahle arasında bulunan Ukaz panayırı idi.
Söz konusu panayırlara katılan kimseler en ufak bir kötülüğe maruz
kalmıyordu. Haram ayların şartlarına bütün kabileler özen gösteriyordu.

15
 Hicaz’daki ticarî faaliyetlerin yanı sıra Mekkeli Kureyşliler yazın Suriye’ye, kışın
Yemen’e olmak üzere yılda iki kez uzak memleketlere kervan çıkarıyorlardı.
 Kureyşlilerin bu seferlerine Kur’an-ı Kerim’de de işaret edilmektedir. Hatta
Abdümenaf’ın dört oğlu ticaret için Suriye, Habeşistan, Yemen ve İran’a kervan
gönderirlerdi.
 İslâmdan önce Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in de İran, Suriye ve Yemen
pazarlarına gidip geldikleri bilinmektedir.
 Muaviye’nin babası Ebu Süfyan’ın Suriye’de ticarethaneleri ve anbarları vardı.
 Bir ticaret kervanında eşyaları taşıyan hayvanların sayısı 2500’e kadar çıkabilir,
tüccar, kılavuz ve muhafız olmak üzere insan sayısı ise 100 ile 300 arasında
değişirdi.
 Kadınların da bu ticarî faaliyetlerle ilgilendikleri anlaşılmaktadır. Hz.
Peygamber’in ilk eşleri Hz. Hatice bu kadınlardan birisidir.
 Tâif şehri de Hicaz’ın önemli şehirlerinden biridir ve Yemen’le sıkı ilişkisi vardır.
İklim bakımından Mekke’den daha iyiydi. Bağcılık, arıcılık ve zeytincilik
konusunda da haklı bir üne sahipti. Mekkelilerin kervan ticaretine de ortak
oluyorlardı.
 Tâif’in ayırt edici özelliklerinden biri de tahıl üretimi ve tüketimidir. Çünkü diğer
bölgelerdeki Araplar süt ve hurma ile yetiniyorlardı.

16
17
 Cidde limanı deniz ticareti için bir ara istasyon vazifesi görmüştür.
 Orta Arabistan, yabancılar için geçilmesi âdeta imkânsız olan bir yerdi.
Mekkeliler bu durumu kendi lehlerine iyi değerlendirmişler ve Güney-Kuzey
ticaretini kendi tekellerine alarak bundan büyük kazançlar sağlamışlardır.
 Cariye ve esir ticareti de Kureyşlilerin başlıca ticaret faaliyetleri arasında yer
almaktaydı.

18

You might also like