Sindirim Sistemi

You might also like

Download as pptx, pdf, or txt
Download as pptx, pdf, or txt
You are on page 1of 137

Sindirim Sistemi

Sindirim sistemi; besin maddelerinin çevreden


kan dolaşımına geçişini sağlar. Dolaşıma
geçmeden önce besin maddeleri kimyasal ve
mekanik yolla sindirilerek şekerler, aminoasitler
ve yağ asitleri gibi en küçük yapı taşlarına kadar
parçalanır. Daha sonra bağırsak epitelinden
emilerek kan dolaşımına geçerler.
Niçin yeriz?

Big Mac Menü: 2 sığır köftesi (genel


İçindeki besin maddelerinden istifade olarak proteinler ve triglyceride, or
etme; vücudun inşası, dokuların tamiri doğal yağ), özel sos (??), marul
ve normal durumunu devam ettirme, (selüloz, büyük ölçüde sindirilmez),
çalışma ve diğer işlerimiz için enerji peynir (tekrar protein ve trigliserid),
sağlama. turşu (selüloz, nişasta, soğan
(selüloz, nişasta) on susam
(nişasta)."
Bir Big Mag de tam olarak Bir 219 gram Big Mac :
sindirebileceğim hangi besin maddeleri 25 gram protein
vardır? ve bunlar nasıl sindirebilirim? 30 gram yağ
Akıllı sindirim sistemimiz halleder  47 gram karbonhidrat dan oluşur.
560 kalori alınır
Basitce, sindirim sistemi ağızdan anüse kadar çalışan bir
tüp. Temel görevi, tüpün duvar boyunca absorbe
edilemeyen büyük molekülleri (protein, yağ ve nişasta)
parçalayarak absorbe edilebilen küçük moleküllere
dönüştürmek ve bu küçük moleküllerin tüp duvarından
emilerek kan dolaşımına aktarılmasını sağlamaktır.

Big Mag gibi gıda maddelerinin parçalanması mekanik


ve enzimatik olayların kombinasyonu ile gerçekleştirilir.
Bu yıkımı gerçekleştirebilmesi için sindirim tüpü tükrük
bezleri, karaciğer ve pankreas gibi yardımcı sindirim
organlarına ihtiyaç duyar. Pankreas enzimleri olmasa
kısa sürede açlıktan ölürsünüz.
Sindirim sisteminde temel 3 olay
Sekresyon: Enzimler, mukus, iyon gibi madelerin lümene ve
hormonların kana salınımı

Absorbsiyon: Su, iyon ve besin maddelerinin bağırsak epitelinden


geçerek kana taşınması

Motilite: Bağırsak duvarındaki düz kasların kasılması içeriğin


parçalanması, karıştırılması ve ileriye doğru itilmesi

Herhangi bir iyi işletilen fabrika gibi, sindirim sisteminin düzgün


çalışması için sağlam kontrol sistemlerine gereksinim vardır: Sinirsel
ve hormonal kontrol.
Sindirim işlevinin kontrolü; merkezi sinir sitemi ve
adrenal bez gibi endokrin organların yanı sıra, kendi
içindeki sinir ve endokrin sistemden kaynaklanan
elektriksel ve hormonal mesajların kombinasyonu ile
yapılır. Bu sistemlerin farklı bölümleri sürekli
birbiriyle konuşurlar.
İlk bakışta, insan ve hayvanların sindirim sistemleri
benzerdir. Daha dikkatli incelendiğinde, yedikleri gıda
türüne göre sindirim sistemlerin farklılaşarak
özelleştiği görülür.
Bu farklılık karnivor (etobur) (kedi, köpek vs) ve
herbivor (otobur) (koyun, at v.s) arasında oldukça
belirgindir.
Herbivorlarda bitkisel kökenli selülozu sindirebilmek
için fermentasyon keseleri (ön mideler) bulunur.
Herbivor ve karnivorlar arasındaki köprü insan ve
domuz gibi omnivorlardır.
Sindirim Sistemi
Sindirim sistemi, sindirim
kanalı ve aksesuar sindirim
organlarından oluşur. Etoburlar
en basit sindirim sistemine
sahip hayvanlardır.
Diğer türler, hatta insanlar, daha
fazla ya da çok daha geniş bir
kalın bağırsaklara sahipken ve
sığır ve koyun gibi geviş getiren
hayvanların ise yiyeceklerin
mide ulaşmadan önce
uğradıkları büyük bir hacme
sahip ön mideleri vardır.
Sindirim Organları
Ağız: Gıda Maddeleri çiğnenerak mekanik olarak
parçalanır ve tükürük bir kayganlaştırıcı ve yumuşatıcı
olarak eklenir. Bazı türlerde, tükürük amilaz (nişasta
sindiren bir enzim) içer
Özofagus: Ağız ve mide arasındaki basit bir kanaldır,
peristaltik harekatlerle besinleri mideye aktarır.
Mide: Gerçek sindirim olayları başlar,gıda mide
salgılarıyla karıştırılır, sıvı hale getirilir, proteinlerin
enzimatik sindirimi başlar
İnce bağırsaklar; kimyasal enzimatik sindirimin son
aşamaları gerçekleşir, ve hemen hemen parçalanan bütün
besin maddeleri emilir.
Kalın bağırsaklar; boyutu hayvan türlerine göre
değişir, su emilir, bakteriyel fermentasyon
gerçekleşir. Atlarda çok büyük hacimlidir, selüloz
sindirimi için çok önemlidir.
Aksesorik sindirim organları
Karaciğer; vücudun metabolik aktivite merkezi -
sindirim sürecinde yağların sindirimi ve emilimi
için gerekli olan safra tuzlarını ince bağırsağa
boşaltır.
Pankreas; endokrin ve ekzokrin salgı yapar. Yağ,
karbonhidrat ve protein sindiriminde rol oynayan
enzimlerini ince bağırsağa boşaltır.
Tükrük bezleri;
Sindirim Kanalının Mikroanatomisi
Birkaç istisna dışında,
ağızdan anüse kadar
sindirim kanalı duvarı
dört temel katmandan
oluşur.
Seroza abdominal
boşlukta, kanala giden
kan ve sinirleri taşıyan
mezenteri oluşturur.
Muskuler katman sindirim kanalına hareket yeteneği
sağlar, iki kalın düz kas katmanından oluşur. Düz
kaslar dış katmanda uzunlamasına seyrederken iç
katmanda ise daireseldir.
Dairesel ve uzunlamasına düz kas kombinasyonu
sindirim kanalına kompleks herket etme imkanı
sağlar, bu sayede lümendeki içerik bir taraftan
sıkılırken diğertaraftan da ileriye doğru hareket
ettirilir.
Dairesel ve longitudinal düz kas katmanları arasında
bağırsak sinir sisteminin önemli bir kısmı olan
myenterik pleksüs yer alır
Submukoza, mukozanın hemen altında yer alır
kan ve lenf damarlarını içerir. Aynı zamanda
mukozanın sinirsel kontolünü sağlayan pleksüs
submukoza bulunur.
Tunika mukoza sindirim kanalı lümeninin en iç
tabakasıdır. Dört tabaka arasında yapı ve görevsel
açıdan en değişken olanıdır. Mukozayı örten epitel
hücreler lümenle direkt temas eder.
Epitelyal katman (lamina epitelya) kanalın değişik
bölgelerinde farklılık gösterir. Farklı bölgelerde
bulunan salgılama, absorbsiyon ve hormon üretimi
yapan çeşitli hücrelerde epitel hücrelere katkı
sağlar.
Epitelyumun yapısındaki belirgin farklılıklar aşağıda
fare sindirim kanalı mikroskopisinde görülüyor.

Epitelyumun altında lamina propriya; kan ve lenf


damarları ve lenf düğümlerini içerir. Lamina propriyanın
altında ise ince bir düz kas tabakası (lamina muskularis
mukoza) yer alır ki bu kas mukozaya hareket ve
katlanma yeteneği kazandırır.
Kedi duodenum
Sindirim Kanalında Mikroorganizmalar
Gastrointestinal sistemde karmaşık bir
mikrorganizma populasyonu yaşar. Farklı yaşam
tarzları ve yetenekleri temsil eden 500'den fazla farklı
bakteri türü yaşar. Bu durum yaş, sağlık ve bölgeye
göre değişir.
Sağlıklı bireylerde mide ve proksimal ince bağırsakta
mide asidinin bakterisidal etkisinden dolayı az sayıda
aerop ve fakültatif anaerob mikroorganizma bulunur.
Aklorhidrili hasatalarda (gastrik asit salgılanmasını
engelleyen bir genetik hastalık) , mide içeriğinin ml'de
10 000-100,000,000 gibi birçok mikroorganizmalar
olabilir.
Mide ve ince bağırsakların aksine kolon tam anlamıyla
anaerop bakterilerle doludur. Bu iki uç arasında geçiş
bölgesi olan ileum da hem aerop hemde anaerop
bakteriler yaşar.

Mide Jejunum Ileum Colon

Bakteri/ her 0 - 103 0 - 104 105 - 108 1010 - 1012


gram
içerikte
pH 3.0 6.0-7.0 7.5 6.8-7.3
Gastrointestinal sistem, doğum sırasında sterildir, ancak
doğumdan birkaç saat sonra bakteri kolonizasyonu ince
bağırsakta başlayarak birkaç gün içinde kaudale doğru
ilerler. Çoğu durumda, "olgun" bir mikrobiyal flora, 3 ila
4 hafta sonra kurulur. Mikrobiyal flora; sindirim sistemi
yapı ve fonksiyonları üzerine çok önemli etkiler yapar.
Germ-free hayvanların bağırsaklarında epitelyal hücre
yenilenme oranı ve payer plakları azalır.
Bağısak lümenindeki bakteriler çeşitli sterol ve
steroidleri metabolize ederler; örneğin safra tuzu kolik
asidi deoksikolik aside çevirirler. Aynı zamanda ince
bağısaktaki bakteriler sex steroid metabolizmasında da
önemli rol oynarlar.
Sonuç olarak, kalınbağırsaklardaki mikroorganizmalar,
ince bağırsaklarda tam olarak sindirilmemiş ve emilmemiş
karbonhidrat, protein ve lipitleri sindirirler. Bu
fermentasyon, özelliklede selülozun sindirimi sığır ve at
gibi herbivorlar için çok önemlidir.
Herhangi bir hayvanın diyeti yüzlerce farklı moleküller
içerir, büyük makro moleküller içeren yutulmuş bir lokma
çok daha basit ve küçük moleküllere ayrılmadan kana
emilemez. Sofra şekeri (sakkaroz, sükroz) bile glukoz ve
fruktoza enzimatik olarak parçalanmadan kana emilemez.
Gıda maddelerinin sindiriminde en önemli enzimatik
reaksiyon hidrolizdir (Bir su molekülünün eklenmesiyle
kimyasal bağın kırılması).
Proteinler, peptid bağı ile birbirine bağlı amino asit
polimerleridir, zincir uzunlukları çok değişkendir.
Diyetsel proteinlere karbonhidrat ilave edilerek
glikoprotein, lipit ilave edilerek lipoproteinler
oluşturulur.
Çok kısa proteinler (uzunluğu genellikle 3 ila 10 amino
asit) peptit olarak adlandırılırlar. Proteinler emilmeden
önce amino asitlere kadar parçalanmalıdır. Peptit
bağlarını hidrolize eden, protein veya peptitleri amino
asitlere indirgeyen enzimlere proteaz veya peptidazlar
denir.
Lipitler (Yağlar)
Yağ asitleri, hayvan ve bitki dokularında az miktarlarda
bulunur, ancak, çok önemli kompleks lipitlerin yapı taşlarıdır.
Gerçek yağ asitleri, bir karboksil grubuyla sonlanan uzun bir
hidrokarbon zincirine sahiptir. Bütün yağ asitlerinin hemen
hepsi çift sayıda karbon ihtiva eder ve karbon sayıları 14-22
arasındadır.
Yağ asitleri karbon zinciri içerisinde çift bağ içeriyorsa
doymamış, içermiyorsa doymuş olarak adlandırılır. Çift bağ
içermeyen yağ asitlerini bol miktarda bulunduran lipitler katı
yağları (tere yağ), çift bağ içeren yağ asitlerini bol miktarda
bulunduran lipitler ise sıvı yağları (zeytin yağı vb)
oluştururlar. Doymamış yağ asitlerinden linoleik asit ve
araşidonik asit esansiyel yağ asitleridir
Linoleik yağ asitleri ailesine Omega-6, Linolenik yağ asitleri
ailesine de Omega-3 grubu yağ asitleri denmektedir.
Omega 3 yağ asitleri en çok balık eti, koyu yeşil yapraklı
sebzeler ve cevizde bulunmaktadır. Balık yağı; balık eti ve
karaciğerinden üretiliyor.
Fakat her balıkta omega 3 olacak diye bir kaide olmadığı
gibi en çok omega bulunduran balıklar da derin deniz
balıkları dediğimiz Somon, lüfer, hamsi,ton balığı, sardalya,
uskumru gibi balıklardır. Bazı balıklarda hiç omega
olmayabilir.
Ayrıca, 2-4 karbon moleküllü "kısa zincirli" ya da “uçucu
yağ asitleri” de vardır, bunlar ruminant beslenmesinde çok
önemlidirler. En önemlileri; asetik, bütirik ve proprionic
asitlerdir.
Hayvanların ve bitkilerin en çok yağ depolama formu
nötr yağ veya trigliseridlerdir, bu nedenle diyetle
alınan en önemli diyet lipidi nötr yağlar veya
trigliseritlerdir. Trigliserit; 3 molekül yağ asidi ile 1
molekül gliserin (gliserol) den oluşur.
Trigliseritler etkin olarak emilemezler, enzimatik
olarak pankreas lipazı tarafından 2 monogliserit ve 2
serbest yağ asitlerine yıkımlanır. Diğer lipazlar bir mol
trigliseridi gliserol ve 3 yağ asidine hidrolize ederler.
A triglyceride (triacylglycerol): tristearin
Karbonhidratlar
Karbonhidratların, basit şekerlerden büyük dallı
polimerlere kadar değişen çeşitli sınıflarlara ayrılırlar.
Monosakkaritler veya basit şekerler ya glukoz,
galaktoz ve fruktoz gibi hekzozlar (6 karbonlu) yada
riboz gibi pentozlar (5 karbonlu)dan kuruludur.
Bunlar daha ziyade kompleks karbonhidratların
yıkımlanması sonucu oluşurlar ve sindirim
kanalından emilerek kana geçerler.
Fruktoz: Meyve sekeri olarak ta bilinir. Monosakkaritler
içerisinde tatlılığı en yüksek olanıdır.
Birçok meyve %1-7 civarında fruktoz içerir. Meyvelerde
kuru maddenin % 3 kadarını balda ise % 40’nı olusturur.
Disasakkaritler, 2 monosakkaritten oluşur, bu
disakkaritler beslenme ve sindirimde çok önemlidir. Bunlar
Laktoz "milk sugar": glikoz + galaktoz… (sütte, %4.5). Çok
tatlı değil, Sakkarozun %16 sı kadar tatlıdır
Sakkaroz (sükroz) “sofra şekeri": glikoz + fruktoz (şeker
pancarı ve kamışında). Bal: Sakkaroz ve az miktarda
nisasta içerir. Arı invertaz ve amilaz salgıladığı için
sakkaroz ve nisastayı glukoz ve fruktoza parçalar
maltoz: glukoz + glukoz (maltoz serbest olarak doğada
bulunmaz, nişastanın yıkımı sonucu oluşur).
Maltoz nisastaya göre daha tatlı olduğu için arpa maltı gıda
endüstrisinde tatlandırma amaçlı kullanılmaktadır.
Marketlerde satılan ürünlerin çoğu maltoz içermekte ancak
“seker içermez” (sugar free) olarak pazarlanmaktadır.
Oligosasakkaritler; İkiden fazla monosakkarit
biriminden oluşan trisakkarid, tetrasakkarid,
pentasakkarid, hekzasakkarit gibi oligosakkaritler
tanımlanmıştır.
Polisakkaritler, genç hayvanlar hariç, diğer hayvanların
diyetinde en fazla bulunan karbonhidratlardır. Çok sayıda
monosakkaritlerden oluşan bileşiklerdir. Yapı taşları
glikoz, fruktoz,ksiloz ve arabinozdur.
Nişasta, selüloz, glikojen, inülin, hemislüloz, pektin ve
kitin.
Nişasta; glikozun bitkilerdeki depo formudur. Amiloz ve
amilopektinden oluşur. Amiloz, memeli sindirim
kanalında amilaz tarafından maltoz ve glikoza parçalanır.
Selüloz, yapıtaşı glikoz olan diğer önemli bir bitki
karbonhidratıdır. Bitki hücre duvarının önemli bir
bileşenidir.
Hiçbir hayvan enzimatik olarak selülozu sindirmez,
ancak sindirim kanalındaki mikroorganizmların
ürettiği selülaz enzimi tarafından sindirilebilir.
Glikojen, hayvansal nişasta olarak da tanımlanır. Yapı
taşı glikozdur.
Pektin, daha ziyade meyvelerde yaygın bir
polisakkaritir. Galaktoz, arabinoz ve galakturonik
asitlerin birleşmesiyle oluşur.
Diyetsel polisakkaritler : Yapı ve sindirimi
Herbivor ve omnivorların diyetinde bulunan
özellikle bitkisel kökenli polisakkaritler diyetin
önemli unsurlardır.
Nişasta: Amiloz + Amilopektin
Amilopektin, amilozdan daha büyük bir
moleküldür
Nişasta, bitki tohum ve yumrularında bulunan
temel karbonhidrattır (mısır, patates, prinç)
Nişasta 2 temel basamakta sindirilir:
İlk önce, amiloz ve amylopectin bazı türlerin
tükürük bezleri ve bütün hayvanlarda pankreas
tarafından salgılanan alpha-amilaz yoluyla üç farklı
oligosakkaritlere indirgenir: Nişasta
 maltoz (disakkarit)
 maltotrioz (trisakkarit),
alpha-limit dekstrinler
Amiloz Amilaz Maltoz, maltotrioz ve
Amilopektin alfa limit dektrinler
2.basamakta ince bağırsaktaki maltaz enzimi
tarafından maltoz, maltotriose ve limit dekstrin
glikoza hidrolize edilir. Daha sonra glukoz, sodyum
iyonları ile beraber ko-transport yoluyla ince bağırsak
enterositlerine taşınır.
Maltoz
Maltrioz maltaz Glikoz
Limitdekstrin
Diyetsel Lif: Selüloz ve hemiselüloz
Lif için çeşitli tanımlar ileri sürülmüştür: Yaygın olanı
bitki hücre duvarından türetilen ve memeliler
tarafından çok az sindirilebilen gıda parçası. Başka bir
deyişle, memeliler sıklıkla lif tüketirler ancak,
emilebilecek forma dönüştürmek için gerekli kendileri
enzimlerine sahip değillerdir.
Diğer yaygın bir tanım ise lif; gıda maddelerinin nişasta
olmayan polisakkarit bileşenidir.
Diyetteki lifi başlıca bitkisel kökenli selüloz ve
hemiselülozlar oluşturur. Diyette bulunan diğer bitkisel
polisakkaritler ise Pectin ve Pektik asit lerdir.
Selüloz glukoz moleküllerinin ᵝ- (1-4) bağlarıyla
bağlanmasından oluşmuş bir homopolimerdir. Bir
selüloz molekülündeki glukoz üniteleri sayısı 1000
ile 10.000 arasındadır. ᵝ bağları çok uzun düz zincir
olusması için uygundur. Bu nedenle selüloz
bitkilerde destek molekülü olarak görev yapar.
Hemiselüloz ksiloz, arabinoz ve mannoz gibi
çeşitli şekerlerden oluşan dallı bir yapıya sahip bir
heteropolimerdir.
Memelilerde selüloz ve hemiselülozu sindirebilecek
enzim olmadığı için bu maddeler ince bağırsaklardan
sindirilemeden geçerler.
Lifler, kalın bağırsaklarda yada ruminantların ön
midelerinde bulunan mikrobiyal kökenli selülaz ve
hemiselülaz enzimleri tarafından sindirilirler ki bu süreç
fermentasyon anılır. Fermantasyon absorbe edilebilir
monosakkaritleri ortaya çıkarmaz. Başlıca ürünleri,
kolayca emilebilen, enerji ve lipit sentezi içinkullanılan
“kısa zincirli uçucu yağ asitleri” (asetat, propiyonat,
bütirat) dir. Ayrıca laktat ve gazlar (H2, CO2, CH4) da
oluşur.
Böylece, fermantasyon kesesi yeterli büyüklükte (yani
otoburlardaki gibi) ise, diyet lifi önemli bir enerji kaynağı
olabilir.
Gastrointestinal İmmune Sistem
Gİ kanal lümeni vücudun dışıdır ve çok fazla
potansiyel patojenik mikroorganizmalar bulunur.
Mukozal sınırda çok güçlü bir immun sistemin
bulunması gerekir. Bu nedenle sindirim kanalı,
lenfositler, makrofajlar ve bağışıklık yanıtlarına katılan
diğer hücrelerle doludur.
Tüm diğer fonksiyonlarından başka, gastrointestinal
sistem bir lenfoid organdır ve bu lenfoid dokuda
kabaca dalaktaki kadar lenfosit bulunur. Bu hücreler
yerleştikleri yere göre 3 ana kısma ayrılır:
Sol üstte musküler katman,
Peyer plakları; bir çok sağ altta mukozal epitelyum

yönden lenf yumrularına


benzeyen lenf folikülleridir,
mukozada bulunur ve ince
bağısaklarda submukozaya
kadar uzanır. Yetişkinlerde
peyer plaklarında B
lenfositler çoğunluktadır.
Bağırsak kanalı boyunca
daha küçük lenf nodülleri
bulunabilir.

Köpek ileumunda peyer plakları


Lamina propriya lenfositleri: Mukozanın lamina propriyasında
dağınık yerleşmiş lenfositlerdir. Çoğunluğunu IgA salgılayan B
lenfositlerdir. these cells are IgA-secreting B cells.
Intraepitelyal lenfositler; epitelyumda bulunan hücrelerdir.
M hücreleri; Gİ immun sisteminin diğer bir bileşenide lenfoid
foliküller üstünde intestinal epitelyumdaki özelleşmiş
hücrelerdir.
Lümenden aldıkları altijenleri stoplazmalarından geçirdikten
sonra altlarında bulunan lenfoid hücrelere sunarak bir immun
yanıt veya tolerans başlatmaktır. M hücresinden antijeni alan
dendritik hücreler ve makrofajlar bunları T hücrelerine sunarlar.
Peyer plaklarında antijene maruz kalan T hücreleri, lamina
propriya ve epitelyuma göç ederek sitotoksik T hücrelerine
dönüşürler. Aynı zamanda bağırsak ve karaciğer kupfer
hücrelerinden lenfi direne eden lenf düğümleride vücudu
mikroorganizma istilasına karşı vücudun korunmasında önemli
rol oynar.
Sindirim sistem fonksiyonlarının kontrolü
Sindirim fonksiyonları endokrin ve sinir sistemi
tarafından düzenlenir. Birçok sindirimsel hastalıklar
bu kontrol sistemlerindeki aksamadan veya
bozukluktan kaynaklanır.
Enterik sinir sistemi; başlıca motilite, sekresyon ve
emilim ile ilişkili iyon taşıma ve gastrointestinal kan
akışı olmak üzere tüm sindirim süreçleri üzerinde
güçlü bir etkiye sahiptir.
Sindirim sistemi intrinsik ya da enterik sinir sistemi
olarak da adlandırılan kendi yerel sinir sistemi ile
donatılmış. Enterik sinir sisteminin büyüklüğü ve
karmaşıklığı büyük omurilik gibi çok sayıda nöron
içerir, büyük ve karmaşık yapısı vardır, omur ilik
(spinal kord) gibi çok sayıda nöron içerir.
Enterik sinir sistemi, sempatik ve parasempatik sinir
sistemleri ile birlikte otonom sinir sistemini
oluşturmaktadır.
 Enterik sinir sisteminin temel yapısını,
sindirim sistemi duvarına gömülü ve
yemek borusundan anüs kadar uzana iki
ağ veya pleksüsler oluşturur.

 1-Myenterik pleksüs; tunika muskulariste


longitudinal ve sirküler kaslar arasında
bulunur ve başlıca sindirim sistemi
motilitesi (hareketi) üzerine etki yapar.

 2-The submukozal plexus, (as its name


implies) submukozada gömülüdür. Asıl
görevi, lümen içindeki çevreyi algılama, Bir kedi duodenum
kesitinde pleksüsler
gastrointestinal kan akışını düzenleme ve
epitelyal hücrelerin fonksiyonunu kontrol
etmektir. Bu işlevleri, bu pleksüsün seyrek
olduğu özofagus gibi bölgelerde en az
düzeydedir.
Ayrıca, bu iki pleksüsten başka, seroza altında,
sirküler düz kaslar içinde ve mukozada ve minör
pleksüsler vardır.
Enterik pleksüslar üç tip nöron içerir.
1-Duyu nöronları, mukoza ve kastaki duyu
reseptörlerinden bilgileri alır. Mukozada, mekanik,
termal, ozmotik ve kimyasal uyaranlara karşı yanıt
oluşturan en az beş farklı duyu reseptörleri tespit
edilmiştir.
Luminal içeriğini “tadan” asit, glikoz ve amino asitler
duyarlı kemoreseptörlerinvarlığı belirlenmiştir. Duyu
reseptörleri kas gerilme ve uzamasına cevap verir.
Enterik duyusal nöronlar gastrointestinal duvarın
durumu ve bağırsak içeriği içeriği hakkında bilgi toplar.
2-Motor nöronlar; enterik pleksuslar içinde bulunan
motor nöronlar gastrointestinal motilite ve sekresyonu,
ve muhtemelen emilimini kontrol eder. Bu işlevleri
yerine getirirken, motor nöronlar düz kas, salgı
hücreleri (mukoza baş, parietal, enterositler, pankreas
ekzokrin hücreler) ve gastrointestinal endokrin
hücreler de dahil olmak üzere çok sayıda efektör
hücreler üzerine doğrudan etki yapar.
3-İnternöronlar; duyusal nöronlar ile motor nöronlar
arasındaki entegrasyonu sağlar.
Enterik nöronlardan salınan en önemli nörotransmitter
madde asetilkolindir. Genelde asetilkolin salan nöronlar
uyarıcıdır; düz kas kasılmasını uyarır, enterik hormon
salınımını ve bağısak salgısını artırır, kan damarlarını
genişletir.
Norepinefrin ise asetilkolinin tersi etki yapar.
Enterik sinir sistemi otomatik olarak bağımsız çalışırsa da
sindirim fonksiyonlarını yürütmede merkezi sinir sistemiyle
entegre çalışır. Merkezi sinir sistemi sindirim kanalı
dışından gelen uyarılara göre sindirim sistemini etkiler
(çekici besin görülmesi mide salgını uyarır)
Genel olarak, sempatik stimülasyon; gastrointestinal
sekresyon ve motor aktiviteyi inhibe eder,
gastrointestinal sfinkterlerin ve kan damarlarının
kontraksiyonuna neden olur. Tersine, parasempatik
uyaranlar genellikle bu sindirim faaliyetlerini uyarır.
Sindirim sistemi içinde sinirsel ara bağlantılardan
kaynaklanan önemli mesajların bazıları refleks olarak
adlandırılır, bunlar sağlam birer kontrol sistemleridir.
Gastrokolik refleks; midenin gerilmesi kolonun tahliyesini
uyarır.
 Enterogastrik refleks; ince bağırsakların gerilme ve
irritasyonu mide sekresyonu ve motor aktivitesini baskılar.
Defekasyon refleks; rektumda biriken dışkının rektumu
şişirmesi sonucu rektal duvarda gerilme reseptörlerinin
uyarılmasıyla başlatılır.
Doğumsal ve edinsel enterik sinir sisteminin yapı veya
işlev bozuklukları, sindirim sistemi hastalığı nedenleri
olarak kabul edilmektedir. Örnek; ince bağırsak motilite
bozuklukları, mide çıkışı tıkanıklıkları ve megakolon.
Enterik endokrin sistem
Sindirim fonksiyonlarını kontrol eden iki sistemden
diğeri de endokrin sistemdir. Bu sistemden salınan
hormonlar sindirim fonksiyonlarını düzenler.
Hormonlar kana salınan kimyasal habercilerdir ve hedef
hücrenin fonksiyonunu değiştirirler.
Belirli bir hormon için hedef hücre, o hormon için
reseptörü olan ve bu şekilde o hormona cevap verebilen
hücredir.
Birçok endokrin bezlerden üretilen hormonlar sindirim
sistemini etkiler, fakat en etkili kontrol, sindirim kanalı
içinde üretilen hormonlar tarafından yapılır
Gastrointestinal sistem, vücuttaki en büyük
endokrin organdır ve bu sistem içindeki endokrin
hücreler topluca enterik endokrin sistem olarak
adlandırılır. Üzerinde iyi çalışılmış 3 enterik hormon
vardır;
Gastrin; mideden salgılanır ve mide asit
sekresyonunun (HCl) kontrolünde önemli rol oynar.
Kolesistokinin; Pankreas enzimleri ve safra
salgılanmasını uyaran bir ince bağırsak hormonudur
Sekretin; Ince barsak epitel hücrelerinden salgılanan
bu hormon, pankreastan bikarbonat bakımından
zengin sıvılarının salgılanmasını uyarır.
Enterik endokrin sistem mide bağırsak kanalına
yayılmıştır: tek hormon salgılayan hücreler mide ve ince
bağırsak mukoza epitel hücrelerinin diğer tipleri arasında
dağılmış durumdadır.
Örneğin, mide epitel hücrelerinin çoğu mide lümenine
mukus, hidroklorik asit veya pepsinojen olarak
adlandırılan bir proenzyme salgılar. Bu mide epitel
hücrelerin arasında dağınık halde Gastrin hormonu
sentezleyip salgılayan G hücreleri bulunur. Bir hormon
olan gastrin mide lümenine değil kana salgılanır.
Benzer şekilde, enterik endokrin sistemi tarafından üretilen
diğer hormonlar ince bağırsak epitelyumu içindeki hücreler
tarafından sentezlenir ve salgılanır.
Tüm diğer endokrin hücreler gibi enterik endokrin
sistem hücreleri de sürekli olarak hormon salgılamazlar.
Aksine, bu hücreler oldukça spesifik uyaranlara yanıt
olarak hormonlarını salgılarlar ve bu uyaranlar
durduğunda ise hormon salgılamasını durdururlar.
Peki enterik endokrin sistemde hormon salgılayan
hücreleri uyaran nedir? Çoğu durumda bu uyaran
sindirim kanalı lümenindeki çevre değişikliğidir. Bu
hücreler epitelyumun bir parçası oldukları için uç
tarafları kümen içeriği ile temas halindedir ve bu durum
lümen içeriğinin bu hücreler tarafından tadılmasına
olanak verir. Bu şekilde sindirim fonksiyonlarını kontrol
altında tutarlar
Örnek;
Asidik mide içeriği mideden çıkıp ince bağırsağa geçer .-
İnce bağısaktaki asitler bağırsak epitelyumundaki
endokrin hücrelerden sekretin hormonu salınımını
uyarır. -Skretin, pankreastan bikarbonatca zengin bir
sıvının ince bağırsaklara salınmasını uyarır. Bikoarbonat
asidi nötralize eder, salgı için uyaran ortadan kalkar.
Yukarıda bahsedilen hormonların yanı sıra,
gastrointestinal sistem hücreleri, sindirim sistemi
motilitesi, kan akışı ve büyüme gibi süreçlerini etkileyen
diğer peptid düzenleyicileri salgılar
Başlıca Gastrointestinal Hormonlar
Yerleşimi Ana Etkisi Salınımı Uyaran
Hormon
Gastrin Mide antrumu, Mide asidi salgılanması, gatrik Midede peptit ve
duodenum mukozal büyüme aminoasitlerin
bulunması

Kolesistokinin Duodenum, Pankreastan enzim salınımı ve İnce bağırsakta yağ


(CCK) jejunum safrakesesinin kasılma ve asitleri ve aminoasitlerin
boşalmasını uyarma bulunması

Sekretin Duodenum, Pankreastan su ve bikarbonatca İnce bağırsak lümeninde


jejunum zengin sıvı salınımı asidik pH

Grelin Midede, hipofiz İştahı ve büyüme hormonu Açlık


bezi, bağırsaklar, salınımını uyarır
böbrek, plasenta
v.b.
Motilin İnce bağırsak İnce bağırsak ve midede Tam bilinmiyor
sindirim arası motiliteyi uyarır

Gastrik inhibitor Mide salgı ve motilitesini inhibe


polipeptit eder, Glikoz aracılı insülin
salınmasını arttırır
Gastrointestinal motilite ve düz kaslar
Midemizden özellikle öğün aralarında çıkan garip
guruldama sesleri, sindirim kanalının oldukça kaslı yapıda
olduğunu ve bu kasların kasılma hareketi yaptıklarını
gösterir.
Sindirim borusunda 2 temel motilite tipi vardır: 1-İleri itme
2-Karıştırma
1-İleri itme; özellikle yemek borusu ve ince bağırsakta
görülen başlıca itici motilite tipi peristaltik hareketlerdir
(solucan vari hareketler). Bu hareketler, içeriğin kitle
şeklinde anüse doğru iletilmesine neden olur. Peristaltik
hareketler dairesel ve uzunlamasına kasların ardışık olarak
kasılmaları sonucu oluşur.
2-Karıştırma motiltesinin yaygın tipi segmentasyon
hareketleridir. Bu hareketler segment üzerinde farklı
bölgelerde ve aralıklı olarak oluşan dairesel kas
kasılmaları tarafından meydana getirilir ve içeriğin
ileri-geri karıştırılması işlemlerini yaparlar.
Özofagusun ilk bölümü dışında sindirim kanalındaki
bütün kaslar düz kastır.
Gİ düz kasların elektrofizyolojisi
Gastrointestinal kanalın düz kasları hemen hemen
devamlı bir elektriksel aktivite içindedir. Bu aktivite
genellikle 1- yavaş dalgalar, 2- sivri potansiyeller
olmak üzere iki dalga tipi şeklindedir.
Gastrointestinal kontraksiyonların çoğu ritmik olarak
ortaya çıkar ve bu ritma hemen tümüyle düz kas
membran potansiyelinde gelişen yavaş dalgaların
frekansı ile belirlenir
Yavaş dalgalar gerçek aksiyon potansiyeli olmayıp,
istirahat membran potansiyelinin dalga akımlarından
ibarettir. Şiddetleri 5-15 mili volt, frekansları ise insan
Gl kanalının çeşitli bölgelerinde 3-12/dak.arasındadır.
Mide korpusunda 3/dak. ile en az duodenumda ise
12/dak. ile en fazladır. İleumda 8-9/dak. kadardır.
Yavaş dalgaların nedeni bilinmemektedir.
Bu dalgaların kendileri genellikle kas kasılmalarına
neden olmazlar. Buna karşılık sivri potansiyellerin
doğmasını kontrol ederler ve sivri potansiyellerde kas
kasılmasına neden olurlar.
Sivri potansiyeller gerçek aksiyon potansiyelleri olup, Gl düz
kasların istirahat membran potansiyelleri yaklaşık -40 mV 'tan
daha yüksek olduğunda otomatik olarak ortaya çıkarlar (normal
istirahat membran potansiyelinin değeri -50 mV ile -60 mV
arasındadır).
Yavaş dalga potansiyelinin değeri -40 mV'tun üzerine çıktıkça sivri
potansiyellerin frekansı da artar.
Normal koşullarda Gl kanalda membran potansiyeli -56 mV
kadardır. Ancak çeşitli faktörler bunu değiştirebilir. Örneğin;
zarın gerilerek, asetilkolin veya parasempatik stimulasyonla
yada özgün intestinal hormonlarla uyarılması membran
potansiyelini daha pozitif değerlere yükselterek zarın depolarize
olmasına neden olurlar. Böylece kas lifleri daha kolay uyarılabilir
hale gelir.
Aksine zarın epinefrin ve norepinefrin yada uçlarından
norepinefrin salgılayan sempatik sinirlerle uyarılması membran
potansiyelini daha negatif değerlere düşürerek zarın
hiperpolarize olmasına neden olurlar. Buda kas lifini daha az
uyarılabilir duruma sokar.
Sindirilmiş gıda kitlesi incebağırsaklara girdiğinde sırayla;
-bağırsak duvarını gerer
-bu gerilme, bağırsak duvarındaki sinirleri gerilen taraftaki düz
kasalara nörotransmitter madde salınımını uyarır ve buradaki
kasaların membranları dahada depolarize olur.
Duyarlı hale gelmiş düz kasaların bu bölgesinden yavaş dalgalar
geçtiğinde sivri potansiyeller oluşur ve kontraksiyon ortaya çıkar.
Peristaltizm’in fizyolojisi
Peristaltizm, gıda maddelerini özefaguz ve ince
bağırsaktan anüse doğru iten düz kas kasılmalarının
özel bir şeklidir. Peristaltizm vagotomi veya
sempatektomi den etkilenmez, bu durum onun
intinsik sinir sistemi tarafından oluşturulduğunu
göstermektedir.
Barsak içeriğinin ilerlemesi barsağın bir parçasının
çıkarılması ve orijinal şekli ile yerine yeniden dikilmesi
ile bloke edilemez, ancak çıkarılan parça yerine
dikilmeden önce ters çevrilirse bloklanma gerçekleşir
Gerim çoğunlukla uyarının arkasındaki bölgede
sirküler kasılmaya, önünde ise gevşemeye neden olur.
Kasılma dalgası oral bölgeden kaudal bölgeye doğru
yayılır. Bu yayılma esnasında da lümen içeriği 2-25
cm/sn'lik bir hızla iletilir.
Persitaltizmin peristaltik refleks ile beraber anüse
doğru ilerlemesine "barsak kanunu" denir
Peristaltizm, bağırsak lümeninde gıda kitlesi tarafından uyarılan
enterik sinir sisteminde iki temel refleksin görülmesidir.
Mekaniksel gerilme veya mukozal irritasyon afferent enterik
nöronları uyarır.
Kolinerjik internöronlar ile sinaps yapan bu duyu nöronları
(efferent) iki farklı etki ortaya çıkarır:
İnternöronların bir grubu gıda kitlesi (bolus) üzerindeki motor
nöronları uyarır, asetil kolin ve P maddesi içerem bu nöronlar
bolus üzerindeki düz kasları kontraksiyona sevkederken diğer
grup internöronlarda bolus altındaki düz kasların gevşemesini
uyarır. Bu inhibitör internöronlar nörotransmitter olarak nitrik
oksit, VİP (vazoaktif intestinal peptit) ve ATP az kullanırlar.
Pregastrik sindirim
İnsan yada hayvanların sağlık durumu beslenmeyle
ilişkilidir, gıda alımı ise pregastrik fonksiyonların
normal olup olmamasına bağlıdır. Pregastrik
fonksiyonların çeşitli hasatlıklar sonucu bozulması
gıda alımını aksatabilmektedir.
Yetersiz gıda alımı kadar önemli olan diğer bir sorun
da gelişmiş ülkelerde, insan ve evcil hayvanlarda
görülen en yaygın beslenme hastalığı olan obezite dir.
Ne kadar yiyeceğimizi nasıl kontrol edeceğiz?
Gıda alımı ve vücut ağırlığının kontrolü
Vücut sürekli bir açlık durumundadır ve açlık durumu
aralıklarla yenen yemeklerle giderilir. Sürekli yeme
durumu ise mide bağırsak kanalında gıdaların
bulunması, gıda maddelerinin kana karışması ve diğer
faktörler tarafından periyodik olarak baskılanır. Bu
tokluk faktörleri kaybolunca yeme arzusu tekrar geri
gelir. Gıda alımında çeşitli faktörler rol oynar.
Merkezi Sinir Sisteminin rolü:
Lateral Hipotalamusta açlık merkezi bulunur, burası
hasara uğratılırsa hayvanda açlık ve kilo kaybı
görülürken ventromedial hipotalamusta ise tokluk
merkezi yer alır. Bu bölgedeki lezyon aşırı yeme ve
obeziteye neden olur.
Pregastrik faktörler
Çevresel şartlar gıda alımını önemli oranda etkiler. Isı.
Gıdanın görüntüsü; insanlar görüntüsüne göre bir
gıdadan hoşlanabilir yada hoşlanmaz. Balık şeklindeki
bir nesneye karşı kedi?
Gıdanın tadı yada kokusu; bütün türlerde çok önemli
Psikolojik faktörler; ruhsal durumlar
(korku,depresyon, sosyal ilişkiler)
Gastrointestinal ve absorbsiyon sonrası faktörler;
gastrointestinal kanalın doluluk derecesi sindirim
kanalından kaynaklanan en önemli sinyaldir. Dolu bir
mide ve bağırsak tokluk oluşturur (N.vagus yoluyla
hipotalamusa geri bildirim)
Ayrıca, enterik hormon kolesistokinin tokluk
oluştururken grelin ise iştahı uyarmaktadır. Leptin
hormonu (başlıca yağ hücrelerinden salınır) ise iştahı
keser, tokluk oluşturur.
Aminoasit ve glikoz gibi besin maddelerinin
emildikten sonra kanda konsantrasyonlarının artması
çeşitli hormonların kan konsantrasyonlarını artırır. Bu
değişimler açlık ve tokluk duyumlarıyla ilişkilidir.
Tad fizyolojisi
Tad duyusu bir hayvana yiyip içebileceği şeyleri
değerlendirme kabiliyeti kazandırır. Bu
değerlendirme, en temel düzeyde, besleyici
maddelerin yenmesi teşvik etmek ve potansiyel
zehirler veya toksinlerin tüketimini önlemek içindir.
 Hayvanlar, insanlar da dahil olmak üzere, tat
tercihlerini geliştirirler ve tat tercihi genellikle
vücudun ihtiyacı ile bağlantılı olarak değişir.
Benzer şekilde hayvanlarda gıda isteksizliği de gelişir,
özellikle belirli bir gıdayı yedikten sonra hasta olduysa.
Bu deneyimi insanlarda yaşar. Gıda tercihi yada
istemsizliğine Merkezi S.Sistemi aracılık eder.
Tükrük bezleri ve tükrük
Tükrük, tükrük bezlerinde üretilir ve salınır. Tükürük
bezlerinin temel salgı birimleri bir acini denilen hücre
kümeleridir. Bu hücreler, su, elektrolitler, mukus ve
enzimleri içeren bir sıvı salgılarlar.
Tükrükte bol miktarda bikarbonat iyonları vardır ve
bikarbonat iyonları ruminantlar açısından son derece
önemlidir, bu iyonlar fosfatlarla beraber ön midelerde
bol miktarda oluşan asidi nötürleştiren çok önemli
tampon maddelerdir.
Hayvanların çoğunda farklı salgılar üreten başlıca üç çift
tükrük bezi bulunur. Bezlerin yapıları ve salgıları farklıdır.
Parotis bezi: seröz (sulu) bir salgı yapar.
Submaksillar (mandibular)bez: seröz ve müköz karışımı
(seromüköz)bir salgı yapar
Sublingual bezler: müköz bir sıvı yapar
Müköz salgı berrak yapışkan ve sıvışıktır. Soğuk
algınlığında burundan gelen salgıya benzer. Seröz salgı ise
yapışkan ve su gibidir.
Tükrük salınımı otonom sinir sisteminin kontrolü
altındadır. Kuru bir köpek maması verilen bir köpek
ağırlıklı olarak seröz bir tükrük üretirken, et verildiğinde
ise daha çok müköz bir salgı yapar.
Tatmak, dokunmak, koklamak tükrük sekresyonunu
uyarır. Sinir uçları ağız boşluğunda dağılmış durumdadır.
Tükrüğün görevleri
Tükrüktek mukus sayesinde lokmanın kayganlığı
sağlanarak mukozaya zarar vermesi önlenir ve lokma kolay
yutulur.
Ağzı nemli tutar, tad goncalarını uyaran moleküller
için çözücü olarak hizmet eder, dudak ve dilin
hareketlerini kolaylaştırarak konuşmaya yardımcı olur.
Tükrük ağız hijyeni bakımından da önemlidir. Bir
yandan ağız boşluğunu yıkayarak temizlemeye
çalışırken diğer yandan da antibakteriyel etki gösterir.
Antibakteriyel etkiyi içinde bulunan "tiyosiyanat"
aracılığı ile yaptığı sanılmaktadır.
Bakterileri öldüren lizozimi içerir. Bu sayde ağızda
aşırı mikroorganizma üremesini önler.
Nişasta sindirmini başlatır. Parotis salgısında ayrıca
"pityalin" denilen bir enzim (-amilaz) bulunur ki
nişastayı maltoza parçalar. Amilaz karnivor ve sığır
tükrüğünde bulunmaz yada çok az bulunur.
Geviş getirenlerde rumen pH sının ve rumen
florasının düzenlenmesi
Ruminat tükrüğü oldukça fazla üre içerir, bu üre
protein sentezine çok önemli katkı sağlar
 Rumen sıvısının önemli kısmının kaynağı
tükrüktür
 Bazı maddelerin dışarı atılmasını sağlar(civa,
kurşun, kabakulak kuduz mikropları gibi)
 Evaporatif ısı kaybı. Köpeklerde ıslak dil önemli
ısı kaynağıdır. Fareler tükrüğünü vucuda yayarak
serinlerler)
 Bazı türlerde savunma fonksiyonu ( Örn. Lama)
Gıda alımı (prehensiyon): Hayvan türlerinde ağız
yoluyla gıda alımı bazı farklılıklar gösterir. At ve
keçilerde dudaklar gıda alımında önemli rol oynarken
sığır, kedi ve köpekler ise yiyeceklerini alırken dillerini
kullanırlar.
Çiğneme (mastikasyon): Ağıza alınan gıda
maddelerinin parçalanmasında ilk adımdır. Gıdalar
daha küçük yapılara bölünerek enzimlerin daha iyi
etkimesi için yüzey alanı artırılmış olur.
Tükrükle yumuşatılarak lokmanın olay yutulması
sağlanır.
Çiğneme iradi olarak yapılsa da büyük oranda refleks
bir olaydır. Ağızda gıda varlığı alt çene kasalarının
refleks inhibisyonuna neden olur, bu kaslar gevşer ve
çene düşer. Bu durum kasların kasılarak ağızın
kapanmasına neden olan gerilme refleskini doğurur.
Çiğneme sırasında dil ve daha az oranda da dişler ve
yanaklar gıdanın dişer arasında tutulmasında rol
oynar.
Çiğneme zor bir iştir ve çok enerji harcanır.
Sığırlar hayatlarının büyük bölümünü çiğneyerek geçiriler
ve çiğneme esnasında yüksek kaliteli yem enerji içeriğinin
yaklaşık % 10 harcanır. Bu rakam buğday samanı gibi
düşük kaliteli bir diyetle beslendiğinde harcanan enerji
%25 e kadar çıkar. Benzer durum atlar içinde geçerlidir.
Sakız çiğneme?
Sandalyeye oturtulan 7 kişi üzerinde yapılan bir
çalışmada, önce dinlenme halinde ve sonra dakikada 100
çiğneme yaptırılarak bazal metabolizmaları ölçüldüğünde
dinlenme sırasında bazal metabolizma hızı dakikada 58 +
11 kcal olarak ölçülürken 12 dakikalık çiğneme sırasında,
metabolizma hızı, dakikada 70 + 14 kcal’ye çıktığı
belirlenmiş (dinlenme durumuna göre yaklaşık% 20
oranında bir artış). Yani, sakız, bir kilo-kontrol stratejisi
olarak kullanılabilir mi?
Yeterli oranda çiğneyememe, hayvanlarda sindirim
hasatlıklarının en yaygın nedenlerindendir. Bu durum
genelde dişlerdeki bozukluklarla ilişkilidir. Atlarda dişer
uzar ve çiğneme zorlaştığından yem ıslatma,
koparamama görülür.
Yutma
Pregastrik sindirimde son aşama yutma (deglütasyon)
dır. Yutma karışık bir olaydır ve genellikle üç safhada
gerçekleşir.
İstemli safha, yutma olayını başlatır. Lokma dil ile
arkaya farinkse doğru sıkıştırılır. Diğer safhalar
istemsizdir otomatik olarak gerçekleşir.
Faringeal safha; Irade dışıdır. Lokma farenksten özafagusa
geçer, solunum geçici süre durur. burun boşluĞu ve yutak
kapatılır, farenks ve yutak kasları koordineli olarak kasılır.
Yutma sırasında ağızdan özafagusa giden yol yutakda
burundan larinkse giden yol ile kesişir.lokmanın larinkse
kaçmasını önlemek için larinks epiglottis ile
kapatılır.burun boşluğuna kaçmaması içinde yumuşak
damak çeşitli kas grupları ile kapatılır.lokma buradan
kayarak özafagusa iletilir.
Özofageal Safha: Özofagus esasen besini fariksten
mideye iletmekle görevlidir. Normalde özofagus iki tip
peristaltik hareket gösterir. Primer ve sekonder
peristaltizm. Primer peristaltizm esasen farinksten
başlayarak özofagusa yayılan peristaltik dalganın
devamıdır. Bu dalgalar besin kitlesini önüne katarak
aşağıya doğru götürürler.
Eğer primer dalga özofagusa girmiş olan besini mideye
geçiremezse, içerde kalan besinin özofagusu
gerdirmesiyle sekonder dalgalar oluşur. Bu dalgalar
primer olanların aynısıdır, tek farkı özofagusun
kendisinden başlamalarıdır. Sekonder peristaltizm
besinin hepsi mideye boşalıncaya kadar devam eder.
Farinks ile özofagusun 1/4 üst kısmının kasları iskelet kası
yapısındadır. Bu kısımlardaki peristaltik hareketler sadece
bu kaslara ait sinir uyarıları ile kontrol edilirler.
Özofagusun alt 2/3 kısmındaki kaslar düz kas
yapısındadırlar ve normal olarak vagus sinirinin kontrolu
altındadır.
GASTROÖZOFAGEAL SFİNKTERİN FONKSİYONU:
Özofagusun mide ile birleştiği yerin 2-5 cm yukarısında
kardia da sirküler kaslar bir sfinkter yapacak tarzda
sıkışmışlar ve hafifçe hipertrofiye olmuşlardır ve devamlı
tonik kasılma halindedirler. Ancak yutma ile ilgili bir
peristaltik dalga özofagusta aşağı doğru ilerlerken bu
sfinkteri gevşetir ve yutulan besinin kolayca mideye itilmesi
sağlanır. Nadiren gastroözafageal sfinkter yeterli bir şekilde
gevşeyemez ve "akalazya" denilen durum meydana gelir.
Akalazya; besinin özofagusta birikmesi ve özofagusun
yaygın olarak dilatasyona uğramasıdır. Bu durum alt
özofageal sfinkterin kasılmasının artması, yutma
esnasında sfinkterin tam gevşeyememesi ve yetersiz
özofageal peristaltizm ile karakterizedir.
Gastroözofageal sfinkterin başlıca fonksiyonu mide
içeriğinin özofagusun yukarı kısımlarına kaçmasını
(reflü) önlemektir. Mide içeriğinin asititesi yüksektir ve
birçok proteolitik enzim içerir. Özofagusun mukozası
(özofagusun 1/8 distal kısmı hariç) mide
sekresyonlarının sindirici etkisine uzun süre direnemez.
Bu sfinkterin tam kapanamaması
REFLUXOESOPHAGITIS (reflü) ye neden olur.
MİDE
Yutulan besinlerin kısa süreli depolandığı yer: Normalde
midenin korpus kısmında kasların tonusu az ve
kontraksiyonları zayıftır. Bu yüzden mide korpusu besin
doldukça lastik bir torba gibi dışarıya doğru
genişleyebilir ve 1-1,5 litre kadar besini rahatlıkla içine
alabilir. Bu sınıra kadar mide içi basıncı fazla artmaz
(plastisite)
Özellikle proteinlerin enzimatik sindirimi burada başlar
Mide düz kaslarının güçlü kasılmaları sonucu, gıda
maddeleri mide sıvıları ile karıştırılarak iyice ezilir ve
sıvılaştırılır.
Midede sıvılaştırılan gıdalar ince yavaş yavaş bağırsaklara
gönderilir.
Basit
mideliler(monogastrikler):insan,
kedi, köpek, at, domuz, kanatlı:mide
bezlerle kaplıdır(glandular mide)
Bileşik midelilerde(koyun, keçi, sığır corpus

gibi) glandular kısımdan önce kutan


mukozalı (bez yok)kısım vardır
Tek boşluklu mide fundus, korpus,
antrum ve pilorusdan oluşur
Midede emilim olmaz, ancak
aspirin, diğer non-steroidal anti-
infammatory ilaçlar ve ethanol
absorbe edilir
Midedeki salgı hücreleri
Mide yüzeyinde başlıca 4 tip salgı
hücreleri bulunur
1-Müköz hücreler veya goblet
hücreleri: Besin tarafından lokal
olarak uyarılan bu hücreler yüzeyi
kayganlaştırmak ve sindirilmekten
korumak amacı ile müküs
salgılarını doğrudan epitel
yüzeyine boşaltırlar
Müküs; su, elektrolitler ve birkaç glikoproteinden
oluşan koyu bir salgıdır. Müküs besinlerin
gastrointestinal kanal boyunca kolayca kaymalarını
sağlar ve ayrıca epiteli sıyrılmaya ve kimyasal etkilere
karşı korur.
2-Esas (şef, principal) hücreler: Pepsin ve prorennin
salgılarlar
3-Paryetal (oksintik)hücreler: HCL ve intrinsik faktör
(IF) salgılarlar
4-G hücreleri: Gastrin hormonu salgılarlar
Pariyetal hücreler, korpusta bol miktarda bulnurken
pilorusta bulunmaz
Mide asiti ve diğer asitler

Mide pH = 0.8; Portakal S.


Kan Amonyak
Pil asiti pH = 1 pH = 2
pH = 7.4 pH = 12

Midede asit solüsyonun pH'sı yaklaşık olarak 0.8 dir.


Bu pH da hidrojen iyon konsantrasyonu, arter kanındakinin
yaklaşık 3 milyon katıdır.
1L mide asiti üretmek için ~1500 kalori gerekir. 83
HCl nin görevleri
Lümendeki HCl asit
1-Pepsinojeni pepsine çevirmek
2-Pepsin için optimum pH'yı sağlamak
3-Prorennini rennine çevirir.
4-Mikropları öldürmek gibi önemli görevler yapar.
Pepsin
Esas hücreler tarafından salgılanan başlıca enzim
"pepsin" dir. Bu enzim hücre içinde pepsinojen halinde
yapılır. Pepsinojenin sindirici etkisi yoktur. Ancak besin
mide lümenine geçtiğinde orada bulunan hidroklorik
asitle temasa gelince hemen aktif pepsin haline döner.
Pepsin yüksek asit ortamda pH 1,8-3,5 arasında etki
gösteren proteolitik bir enzimdir. pH 5.0’ın yukarısında
proteolitik aktivitesi oldukça azalır ve kısa sürede inaktive
olur. Görülüyor ki protein sindirimi için HCl asit pepsin
kadar önemlidir.
Fonksiyonu: Protein sindirimi
Rennin (chymosin): Prinsipal hücrelerden prorennin
olarak bırakılır. Süt Kazeinini kalsiyum parakazeinat olarak
çöktürür. Pıhtılaşan sütün mideden geçişi yavaşlar ve
pepsinin etkimesi kolaylaşır (genç hayvanlarda). Rennin
salgılanması doğumdan birkaç gün sonra maksimuma
ulaşır.
Rennin ayrıca peynir yapımında da kullanılmaktadır.
(Rennet). Peynir, süt proteini kazeinin peynir mayası veya
peynir kültürü ile pıhtılaştırılması ve bu pıhtıdan peynir
suyunun ayrılmasıyla elde edilen fermente bir süt ürünüdür
IF (intrinsik faktör): Paryetal hücrelerden
salınır. Glukoprotein yapısındadır. Vitamin B12 nin
emilimini sağlar. Eksikliği insanlarda pernisiyöz
anemiye neden olur.
Memelilerde B12 vit, eritrositlerin olgunlaşması
için gereklidir. Koyun ve sığırlarda vit B12 nin
önemli bir komponenti olan kobalt eksikliği
anemiye neden olur.
Mide suyunda az miktarda başka enzimlerde bulunur.
Bunlar: Gastrik lipaz, amilaz ve üreaz'dır.Gastrik
Lipaz esasen bir tributinaz'dır ki tereyağındaki
tributine etki eder. Amilaz nişasta sindiriminde
etkili olabilir
Enterokromaffin benzeri
hücreler (EGF)
Nörorndokrin hücrelerdir,
gastrin hormonu tarafından
uyarıldığında cevap olarak
Hisatamin sentezler ve salar.
Gastrin G hücrelerinden
salındıktan sonra kanyoluyla
enterokromafin hücrelerine
gelir.
Histamin ve gastrin beraber
pariyetal hücrelerden HCl
salınımını düzenlerler.
Parietal hücreden HCl salınımı
Parietal hücre uyarılırsa asit salgılar. Bu hücrelerin
luminal membranında bulunan H+/K+ ATPaz veya
"proton pumpası” hidrojen iyonlarını mide lümenine
pompalar, aynızamanda potasyumda hücre içine
pompalanır. Bu potasyum tekrar potasyum
kanallarından hücre dışına sızar. Aşırı kusma,
potasyum ve hidrojen iyonlarının kaybına bağlı olarak
metabolik alkoloza neden olur. Hidrojen iyonları
lumene salgılanırken bikarbonat iyonları da hücrenin
diğer tarafından klor ile değiştirilerek kana salgılanır.
Gastrin, Histamin ce Asetil kolin asit
salgısını artırıken (+), somatostatin
asit salgsını bloke (-) eder.
Midede asit yoğunluğu artınca , bu
iyonlar mide duvarından somatostatin
salınımını uyarır. Somatosatin,
pariyetal hücrelerden asit, gastrin ve
histamin salgılanmasını inhibe eder.
HCl salınımını inhibe etmek
H2 reseptör antagonistleri: Histamin pariyetal
hücrede H2 reseptörlerine bağlanarak etki gösterir.
Cimetidine, famotidine, ranitidene
Proton pompa inhibitörleri: H+/K+ ATPaz (proton
pompası) lansoprazole, omeprazole, esomeprazole,
rabeprazole ve pantoprazole gibi ilaçlarla inhibe
edilerek asit salgısı baskılanır.
Karaciğer

Diyaframa bakan
Abdominal boşluğa
düz taraf
bakan taraf
Görevleri
A-Ekzokrin (sindirim) işlevler: -1-Yağların sindirim ve
emilimi için safra tuzları sentezler ve salgılar.
2-Duodenumdaki asidi nötralize etmek için bikarbonatca
zengin sıvı salgılar.
B- Endokrin işlevler: 1- Büyüme hormonuna yanıt olarak
insülin benzeri büyüme faktörlerini (IGF-I)salgılar
2-D vitaminin aktifleşmesine katkı sağlar.
3- Tiroksin’den (T4) triiyodotironin (T3) oluşturur
4-Reninin etkisiyle anjiyotensin I’e dönüşen
anjiyotensinojeni salgılar.
5-Hormonları metabolize eder.
6- İmmun yanıtta rol oynayan sitokinleri sentezler
C-Pıhtılaşma işlevleri:
1- protrombin ve fibrinojen de dahil plazma
pıhtılaşma faktörlerinin çoğunu sentezler
2- k vitaminin emilimi için safra tuzlarını sentezler
D- Plazma proteinlerinin sentezi: Plazma albuminini,
akut faz proteinlerini, lipoproteinleri, iz elementleri ve
diğer proteinleri sentezler ve salar.
E- Organik metabolizma:
1- Plazma glukozunu emilim döneminde glikojen ve
triaçilgliserol e çevirir.
2- Plazma aminoasitlerini yağ asitlerine çevirir
3-Triaçilgliserolü sentezler ve emilim döneminde
lipoproteinler olarak sentezler
4- Emilim sonrası dönemde glikojenden (glikojenoliz)
ve diğer kaynaklardan (glikoneogenez) gllukoz
sentezler ve kana salar
5- Açlık dönemlerinde yağ asitlerini keton cisimlerine
çevirir.
6-Protein katabolizmasının en önemli ürünü olan
üreyi sentezler ve kana salar.
F-Kolesterol metabolizması: 1- Kolesterolü sentezler ve
kana salgılar
2- Plazma kolesterolünü safraya salgılar.
3- Plazma kolesterolünü safra tuzlarına çevirir.
G- Boşaltım ve ayrıştırma fonksiyonları
1- bilirubinve diğersafra pigmentlerini safraya salgılar
2- Bir çok endojen ve iz metaller gibi yabancı organik
molekülleri safra yoluyla vücuttan atar.
3- Bir çok endojen yabancı organik molekülü değişime
uğratır
4- Eritrositleri parçalar.
Hepatik vasküler sistem
Karaciğere gelen kanın yaklaşık %75’i portal venden
gelen venöz kandır. Portal ven; yemek borusunun son
kısmı, mide, ince ve kalın bağırsaklar ile rektumun
büyük kısmı olmak üzere sindirim sistemine ait
organlardan ve dalaktan gelen besince zengin kanı
karaciğere taşır. Geriye kalan kanın %25 karaciğeri
besleyen hepatik arterden gelen arteriyel kan dır .
Hepatik kan hacmi ve depo işlevi
Normal durumda, toplam kan hacminin %10-15’i
karaciğerdedir. Kan kaybı olduğunda karaciğerde
depolanan bu kanı dolaşıma vererek hafif kanamaları
telafi etmeye çalışır.
Tersine, hızlı sıvı infüzyonları gibi, akut kan hacmi
artışlarına karşıda genişleyerek tampon görevi yapar.
Safra salgısı
Safra, karaciğer hücrelerinden safra kanaliküllerine
(çok sayıda küçük kanllara) salgılanır. Bu kanaliküller
birleşerek hepatik kanalı oluştur.

Safra
Safra başlıca; safra tuzları, lesitin (bir fosfolipit), bikarbonat
iyonları ve diğer tuzlar, kolesterol, safra pigmentleri ve az
miktarda diğer metabolik artıklar, iz elementlerden oluşur.
Safra tuzları ve lesitin: Karaciğerde sentezlenir ve bağırsaktaki
yağların çözülmesine , yağ ve yağda eriyen vitaminlerin
emilimine yardım eder. Safra tuzları (safra asitlerinin(kolikasit,
kenodeoksikolikasit, deoksikolik asit ve litokolik asit) tuz halleri)
yüzey gerilimini düşürür, fosfolipitler ve monogliseritlerle
konjuge olarak ince bağırsaktaki yağları sindirim ve emilim için
emülsiyon haline getirirler.
Safra tuzları, hidrofob ve gidrofil kısımlar içerdiğinden
“miseller”olarak adlandırılan silindirik diskler oluşturma
eğilimdedirler. Miçeller, lipitlerin çözeltide tutulmasında ve
lipitlerin epitel hücrelerin fırça kenarlarına taşınmasında önemli
görevleri vardır.
Bikarbonat iyonları: duedonumdaki asidi nötralize eder.
Diğer geriye kalan bileşenler ise karaciğerin kandan
uzaklaştırdığı ve safra yoluyla vücuttan attığı maddelerdir.
Sindirim fonksiyonları açısından en önemli bileşen safra
tuzlarıdır.
Yağlı besinlerin sindirimi sırasında safra ile ince bağırsağa
gelen safra tuzlarının çoğu ileumdan emilir. Emilen safra
tuzları portal venle karaciğere döner ve tekrar safra içine
salgılanır. Bağırsaktan karaciğere sonra tekrar bağırsağa
doğru olan safra döngüsüne “enterohepatik dolaşım” denir.
Safranın %5 emilemez ve dışkıyla atılır. Ancak kaybedilen
safra tuzunu karaciğer kolesterolden tekrar sentezler.
Safra kesesi alınan kişilerde yüksek miktarda yağlı gıdaların
sindirimi güç olur. Yağ oranı düşük gıdalar tavsiye edilir.
Safradaki kolesterolün yoğunluğu arttığında, kolesterol
sıvıda kritalize olarak safra taşlarını oluşturur. Safra
taşlarının %90 kolesterol geriye kalan %10 pigment
taşları oluşturur.
Safra pigmentleri yaşlanan veya hasara uğrayan
eritrositlerin karaciğer ve dalakta parçalanması sonucu
oluşan hemoglobinin “hem” kısmından oluşan
maddelerdir. En baskın pigment sarı renkli olan ve
safraya rengini veren bilirubin dir, biliverdin.
Bağırsak kanalından geçerken bazı safra pigmentleri
kan emilir ve daha sonra idrar la vücuttan atılır (idrara
sarı rengi verir). Bağırsak kanalına gelen bilirubinin bir
kısmı bakteriyel enzimlerle kahverengi sarı pigmentlere
dönüştürülür ki buda dışkıya rengini verir.
Yemek sırasında ve sonrasında safra salgısı maksimuma
ulaşır, bununla birlikte karaciğer her zaman safra salgılar.
Safra kanalının duedonuma girdiği yerde “düz kas
halkası”(oddi sfinkteri) bulunur Bu sfinkter kapandığında
karaciğerden salgılanan seyreltik salgı safra kesesinde
birikir ve burada NaCl ve suyun kana emilmesiyle safra
yoğunlaştırılır. At ve sıçanlarda safra kesesi yoktur.
Yağlı bir yemeğin yenmesini takiben Oddi sfinkteri gevşer,
safra kesesi kasılır ve safra doedonuma boşaltılır.
Doedonumda yağ bulunması bağırsak hormonlarından
KOLESİSTOKİNİN (CCK) salgılanır. Bu hormon safra
kesesinin kasar ve oddi sfinkterini ise gevşetir.
Kolesistokinin adı bu hormona safra kesesinin kasılmasını
sağladığı için verilmiştir. Kole: safra, sisto: kese, ve kinin:
hereket ettirme anlamına gelir.
Safra salgısı üzerine etkil diğer hormon sekretin dir.
Sekretin, duedonumdaki asit içeriğe yanıt olarak
salınır ve safra kanalından pankreasta olduğu gibi
bikoarbonatca zengin bir salgı yapımını uyarır.
Sarılık:Plazma düzeyi yükselen bilirubinin deri, sklera ve
müköz zarlarda sararmaya neden olması durumu.
Hemolitik ikterde eritrositler çok hızlı parçalanır,
karaciğer hücreleri oluşan bilirubini aynı hızda
salgılayamazlar. Böylece plazmada serbest (indirekt,
unkonjuge) bilirubin düzeyi normalin çok üstüne
çıkar ve plazma proteinine bağlanır .
Tıkanma sarılığı sıklıkla safra taşının veya tümörün
ortak safra kanalını tıkamasıyla ya da karaciğer
hastalıklarında hepatositlerin hasarlandığı durumlarda
oluşur. Oluşan direkt bilirubin kandan barsaklara
geçemez. Serbest bilirubin karaciğerde konjuge
bilirubine çevrilir ve safra kanalcıklarının yırtılması ile
kana ya da doğrudan lenf damarlarına geçer.
Yenidoğan (ilk 28 günlük süreç) sarılığı: Yenidoğanda
cilt ve gözaklarının (sklera) sarı bir renk almasıdır.
Zamanında doğan bebeklerin %60’ında; erken doğan
bebeklerin ise %80’inde yenidoğan sarılığı görülür.
Yenidoğan bebeklerde görülen sarılıkların çoğu
fizyolojik sarılıktır; yani belli bir tehlike sınırını aşmaz
ve bir iki haftada kendiliğinden geçer.
Yenidoğan sarılığı nasıl oluşur
Sarılık, bilirubin adı verilen, cilde sarı rengi veren bir
maddenin kandaki seviyesinin yükselmesi ve deride
birikmesi sonucu oluşur. Yenidoğan bebeklerin
kırmızı küre hücrelerinin hızlı bir şekilde
parçalanması neticesinde bilirubin maddesi ortaya
çıkar.
Doğumdan önce bebeğin bilirubinini annenin
karaciğeri temizler; doğumdan sonra ise bebeğin
karaciğerinin bilirubini temizleyebilecek kapasiteye
erişmesi birkaç gün alır; bu arada karaciğer tarafindan
yeterince atılamayan bilirubin artarak sarılığa neden
olur. Tay ve buzağılarda immun aracılı hemolitik
anemi daha yaygındır, bu durum sarılığa neden
olabilir.
Eğer bilirubin seviyesi yüksek ise bebek, fototerapi
denilen florasan ışığı altında ışık tedavisine tabi
tutulur (özel lambalar). Bu emilen fotonlar bilirubini
idrarda eriyebilecek bir şekle sokarak vücuttan
atılmasını sağlar.
Kan değişimi yapılır
Pankreas
Pankreas salgısı
Pankreas sıvısı sindirimde çok önemli enzimler içerir.
Pankreas sıvısı salgılanması esas olarak hormonal
denetim altındadır. Sekretin, pankreas kanallarından
HCO3- ca zengin, enzimce fakir , alkali derecesi
yüksek bol miktarda pankreas sıvısının salgılanmasına
yol açar.
Kolesistokinin (CCK) ise enzimce zengin ile
denetlenir.
Proteolitik enzimler inaktif formlarında salgılanır (bu durum pankreas
hücrelerini otosindirimden korur)ve doedonumdaki diğer enzimlerce aktive
edilir.
Diğer proteolitik olmayan enzimler (lipazi amilaz gibi) aktif halde salgılanır.
İnce bağırsaklar
Sindirimle küçükparçalara ayrılan besin maddeleri ince
bağırsak epitelinden emilirler, ancak herbivorlarda
uçucu yağ asitlerinin başlıca emilim yeri rumendir.
Duodenum
Jejenum: İnsanda ince bağırsağın %40’nı, hayvanlarda
yakaşık %90 oluşturur.
İleum:İnsanda ince bağırsağın %60, hayvanlarda
incebağırsağın son kısmı olarak nitelenir
İnce barsaklarda absorpsiyon mukoza tarafından
yapılır. Mukozada bir çok kıvrımlar bulunur ki bunlar
mukozanın absorpsiyon yüzeyini artırır. Duodenum ve
jejunumda özellikle iyi gelişmişlerdir.
İnce barsak mukozasının yüzeyinde lümene doğru
çıkıntı yapan 1 mm uzunluğunda ufak parmaksı
çıkıntılara "villus" denir.
Barsak epitel hücreleri fıçamsı kenarlar ile
karakterizedir. Fırçamsı kenarlar, yaklaşık olarak 1
mikron uzunluğunda ve her hücreden dışarıya doğru
uzanan yaklaşık 1000 "mikrovillus" dan ibarettir.
Bunlar barsak içeriği ile temasa edecek yüzey alanını
20 misli daha artırırlar. Katlamış mukoza, villus ve
mikrovilluslar bağırsak yüzeyini yaklaşık 600 kat
artırırlar
Enteroendokrin hücreler: Hormon salgılayan hücreler
Goblet hücreleri: ince bağırsak lümenine kayganlaştırıcı
mukus salgılarlar.
İnce barsak salgılarında, tripsini aktive eden
"enterokinaz" ve az miktarda da "amilaz" dan başka
hemen hemen hiç enzim bulunmaz. Bununla beraber
ince barsak mukozasındaki epitel hücreleri çok miktarda
sindirim emzimlerine sahiptirler ve besinleri
muhtemelen, absorbe edildikleri esnada sindirirler. Bu
enzimler: Polipeptidleri amino asitlere parçalayan birkaç
farklı "peptidaz", disakkaritleri monosakkaritlere ayıran
4 enzim, "sükraz,maltaz, izomaltaz ve laktaz", nötr
yağları gliserol ve yağ asitlerine parçalayan "barsak
lipazı"dır
İnce bağırsaklarda emilim
Bağırsak epitelinden iyon ve
moleküllerin emilimi 2 yolla
olur
1-Transsellüler yol
Parasellüler yol
Su gibi bazı moleküller her iki
yollada emilirken glukoz ve
aminoasitler gibi büyük
organik moleküller parasellüler
yoldan emilemezler, bu tip
moleküller taşıyı moleküller
aracılığı ile transsellüler yolla
Karbonhidratların emilimi
Diyette bulunan önemli karbonhidratlar, nişasta ve
laktoz ve sükroz gibi disakkaritlerdir.
Bütün karbonhidratlar esasen monosakkaritler
şeklinde absorbe edilirler.
Glikozun, karbonhidratlı besin maddelerimiz arasında
en fazla bulunan nişastanın son ürünü olması
nedeniyle, tüm karbonhidrat kolonisinin %80’inden
fazlasını oluşturur. Emilen monosakkaritlerin %
20’sini ise galaktoz ve fruktoz oluşturur. Galaktoz
sütten, fruktoz şeker kamışından kaynaklanır.
Monosakkaritlerin hemen hepsi, aktif transportla
emilir.
Maltaz ;maltozu 2 mol glukoza
Laktaz; lactozu glukoz ve galaktoza
Sukraz; sukrozu glukoz ve fruktoza ayırır.
Glukoz ve galaktoz epitel hücrelere Na+ bağımlı aktif
transport, fruktoz ise kolaylaştırılmuş difüzyon ile
taşınır. Bu monosakkaritler daha sonra epitel
hücrelerinin bazolateral membranında bulunan
taşıyıcılar (heksoz taşıyıcısı) ile kolaylaştırılmış
difüzyon yoluyla kana geçerler. Karbon hidratların çoğu
ince bağırsakların ilk %20 lik kısmında sindirilir ve
emilir.
Proteinlerin emilimi
Proteinler midede pepsin, ince bağırsakta ise
pankreastan salınan önemli proteazlar olan tripsin ve
kemotripsin ile peptit parçalarına ayrılırlar. Bu
parçalarda pankreastan gelen karboksipeptidazlar ve
ince bağırsaklardan salınan aminopeptidazlar ile serbest
amino asitlere kadar parçalanır ve ince bağırsaktan
emilir.
Serbest aminoasitler epitel hücrelerine , glukoz
emiliminde olduğu gibi sodyum bağımlı aktif transport
ile girer. Luminal membranda en az 4 çeşit Na bağımlı
amino asit taşıyıcısı bulunur. Porteinlerin sindirim ve
milimide ince bağırsakların üst kısımlarında
tamamlanır.
Çok az miktarda protein parçalanmadan bağırsak
epitelini geçip intersitisyel sıvıya ulaşabilir. Bu olay
endositoz ve ekzostoz ile gerçekleşir. Bu proteinlerin
emilim oranı bebeklerde erişkinlere göre daha fazladır
ve anne sütüne salgılanan antikorlar bebeklerde
emilebildiğinden kendi antikorlarını oluşturana kadar
pasif bağışıklık sağlanır.
İnsan ve kemirgenlerden farklı olarak, bir çok
hayvanda (sığır, at, domuz, koyun, keçi vb)
plasentadan yavruya antikor geçişi olmaz dolayısıyla
doğan yavruların kan dolaşımında antikor bulunmaz.
İlk birkaç günde alınan kolostrumda bulunan
antikorlar ince bağırsaklardan emilerek dolaşıma
karışırlar.(pasif bağışıklık)
Yağların emilimi
Diyetteki yağın çoğunu trigliseritler (nötral yağlar)
oluşturur.
Yağlar barsaktan başlıca yağ asitleri ve monogliseritler
halinde absorbe edilirler. Dolayısıyla, barsak lümeninde
yağ sindirimi sırasında açığa çıkan yağ asitleri epitel
hücresinin fırçamsı kenarındaki lipidlerde eriyerek
difüzyonla hücre içine geçerler ve endoplazmik
retikuluma ulaşırlar.
Endoplazmik retikulum yağ asitlerini, yine diffüzyonla
hücre içine geçmiş olan, gliserolle birleştirerek trigliserit
haline çevirir.
Pankreatik lipaz, trigliseridi iki serbest yağ asidi ve
monogliseride parçalar.
Trigliserit Lipaz monogliserit + 2 yağ asidi
Büyük yağ damlacıkları küçük damlacıklara bölünerek
yüzeyleri artırılır ve lipazın etkisi kolaylaşır. Yağ
damlacıklarının safra tuzları ve fosfolipitlerle
süspansiyon haline getirilmesine emülsifikasyon denir.
Safra tuzları, hidrofob ve hidrofil kısımlar
içerdiğinden “miseller”olarak adlandırılan
silindirik diskler oluşturma eğilimdedirler.
Miçeller, lipitlerin çözeltide tutulmasında ve
lipitlerin epitel hücrelerin fırça kenarlarına
taşınmasında önemli görevleri vardır.
Safra tuzlarının yardımıyla miçeller oluşmasaydı
yağların emilimi çok yavaş olurdu.
Miçeller: safra tuzları, yağ asitleri, monogliseritler ve
fosfolipitlerden oluşur. Ayrıca az miktarda yağda
eriyen vitaminler ve kolesterol de bulunur. Bu
miçellerin parçalanmasıyla daha fazla yağ asidi ve
monogliseridin difüzyon ile emilimi sağlanmaktadır.
Şilomikron oluşumu
Yağ asitleri ve monogliseritler lümen membranından
girselerde, hücreden intersitisyel alana salınanlar
trigiseritlerdir. Trigliserit sentezi düz endoplazmik
retikulumda gerçekleşir.
Endoplazmik retikulumda yeniden sentez edilen
trigliseriler endoplazmik retikulumun boruları
tarafından submukozadaki sıvıya 0.5 mikron çapında
ufak yağ damlacıkları halinde verilirler. Bu
ekstrasellüler yağ damlacıklarına şilomikron adı
verilir. Şilomikronlar, trigliseridlerle birlikte yağ
asitleri, monogliseritleri, ve diğer yağları da (fosfolipit,
kolesterol ve yağda çözünen vitaminleri) içerir.
Epitel hücreden salınan şilomikronlar, intestinal
lenfatik kapillerlere geçerler.

When large numbers of chylomicrons are being


absorbed, the lymph draining from the small intestine
appears milky and the lymphatics are easy to see. In
the image, of abdominal contents from a coyote, the
fine white lines (arrows) are intestinal lymphatics
packed with chylomicrons. That lymph passes through
mesenteric lymph nodes (LN) and then into larger
lymphatics.
Suyun emilimi
Her gün gastrointestinal yoldan absorbe edilmesi
gereken toplam sıvı miktarı, alınan sıvı (1.5 litre kadar)
ile çeşitli gastrointestinal bezler tarafından salgılanan
sıvının (7.5 litre) toplamına eşittir.
Yaklaşık 9 litre olan bu sıvının 8- 8.5 litresi ince
barsaklardan absorbe olur. Geri kalan 0.5 -1 litresi,
ileoçekal valvülden geçerek kolona girer
Su intestinal mukozadan tamamen diffüzyon yoluyla
emilir. Diffüzyon bildiğimiz osmoz olayı ile meydana
gelir. Kimus dilue olduğu zaman, su intestinal
mukozada bulunan villuslardan kana osmoz yoluyla
geçer
İyonların emilimi
Hergün 20-30 gr. Na+ intestinal sekresyonlar ile sağlanır, 4-
5 gr. Na+ alınır, 25-35 gr. Na+ incebarsaklardan absorbe
edilir. Bu miktar vücuttaki Na+ un 1/7'ni oluşturur.
Na+ absorpsiyonunda esas mekanizma, Na+ un epitel
hücresinden intersellüler aralıklara aktif transportudur.
Aldosteron sodyum emilimini büyük oranda artırır.
İncebarsakların üst kısmında klorun transportu tamamen
pasif diffüzyonla oluşur.
Ca++ ve Fe++ iyonları aktif olarak absorbe edilirler.
 Kalsiyum absorpsiyonunu kontrol eden önemli bir faktör, paratroid
bezler tarafından salgılanan paratiroid hormondur. Hormonun
varlığında absorpsiyon hızı artar. Ayrıca D vitaminide kalsiyum
absorpsiyonunu artırır.
KALIN BARSAKTA ABSORPSİYON VE FEÇESİN
OLUŞUMU
Günde ileoçekal valvülden kalın barsaklara 400-500 ml.
kadar kimus geçer. İçindeki su ve elektrolitlerin çoğu
kolonda absorbe edilir ve feçes halinde atılacak 80-100 ml
kadar bir kısmı kalır.
Bakteri faaliyeti sonucu meydana gelen diğer maddeler
arasında K vitamini, B kompeks vitaminleri (B12 , B1, B2 )
bulunur. Ayrıca kolon gazları oluşur
K vitamini özellikle önemlidir. Bilindiği gibi kan
pıhtılaşmasında önemli görevler yapar.
ORTALAMA BİR DİYETTE FEÇESİN YAKLAŞIK
BİLEŞİMİ
BİLEŞEN TOPLAM AĞIRLIĞIN % Sİ
Su 75
Katı maddeler 25
TOPLAM KATILARIN % Sİ
Selüloz ve diğer Değişken
sindirilmeyen lifler
Bakteriler 30
İnorganik maddeler (en 15
çok kalsiyum ve fosfatlar)
Yağ ve yağ ürünleri 5

You might also like