Saussure’ün en önemli yapıtı Genel Dilbilim Dersleri
dilbilimin dönüm noktası olmuştur. Bu yapıt, Saussure’ün derslerde anlattıklarından oluşmuştur. Derslerindeki görüşleri, derslere katılan öğrencilerin notlarından derlenerek Bally ve Sechehaye tarafından Cours de linguistique generale (Genel Dilbilim Dersleri) adıyla yayımlanmaktadır. Saussure’ün dilbilimdeki temel yaklaşımlarından biri, dilin bir sistem olarak ele alınmasıdır. Bu sistemdeki unsurlar arasındaki ilişkiler, dilin işleyişini anlamamıza olanak tanır. Saussure'ün ele aldığı ve Yapısalcılık okulunun temelini oluşturan ana kavramlar: Gösterge, dizge, dil ve söz, artzamanlılık- eşzamanlılık, töz ve biçim, dizim ve çağrışım Gösterge
Saussure göstergeyi açıklarken iki ögeden yola çıkar.
kavram ve işitim imgesidir. Bir dilsel gösterge bunların ikisinden oluşur. Biz "ağaç" dilsel göstergesinden söz ederken bunun iki ögesi olduğunu bilmeliyiz. Bunlardan ilki bu göstergenin işitim imgesi yani seslerin birleşiminden oluşan yönüdür. İkinci yönü ise kavram yönü yani klasik dil incelemelerindeki anlama denk gelen taşıdıkları, karşıladıklarıdır. Saussure , "Kavramla işitim imgesinin birleşimine gösterge diyoruz” dedikten sonra "bütünü belirtmek için gösterge sözcüğü kullanılmalı, kavram yerine gösterilen ve işitim imgesi yerine de gösteren terimleri benimsenmelidir:' açıklamasını yapar. Saussure sözcüğün yazıda gördüğümüz ve işittiğimiz biçimine gösteren, zihnimizde uyandırdığı kavram boyutuna gösterilen demekle yetinir. Saussure, göstergenin toplum tarafından değiştirilebileceğini ancak bireyin zorunlu olarak kullandığı için birey için değiştirilemez olduğunu savunuyor. Ona göre, gösterge sürdürdüğü sürece bozulmaya eğilimlidir. Gösterge, gösteren ve gösterilen olmak üzere iki boyutta incelenir, özellikle ses değişimleri gösteren boyutunda değişikliklere neden olur ve bu da anlamın değişmesine yol açar. Dizge
«Dil bir dizge oluşturur» diyen Saussure ancak bu dizgenin
karmaşık olduğunu, yalnızca mantıksal düşünceyle anlaşılabileceğini ve dili her gün kullananların bile bu konuda bilgisizlik içinde olduğunu savunur. Dil dizgesi ve satranç arasında bir paralellik kuran Saussure'ün karşılıklı ilişkiler, bağıntılar üzerinden ögeleri açıkladığı görülür. Dil kendi düzeni dışında düzen tanımayan bir dizgedir. Satranç oyunuyla yapılacak bir karşılaştırma bunu daha iyi kavramamızı sağlayacaktır. Satrançta iç olguyla dış olguyu birbirinden ayırmak görece olarak kolaydır. Oyunun İran'dan Avrupa'ya geçmiş olması bir dış özelliktir; buna karşılık, dizgeyi ve kuralları ilgilendiren ne varsa iç özelliktir. Tahta taşların yerine fildişi taşlar koyarsam, ortaya çıkan değişiklik dizgeyi ilgilendirmez. Ama taşların sayısını azaltır ya da çoğaltırsam bu değişiklik oyunun kurallarını da derinden etkiler. Taşların her oynatılışında dizge değişir, öbür konuma geçilir. Yani dizge anlıktır. İşte dil ve dil ögeleri de böyle bir durum sergiler. Her dil ögesi başka bir ögeye göre dizgede konumlanır. Ancak bir bütün olarak dil dizgesini oluştururlar . Ögeleri öteki ögelerden soyutlayarak doğru anlayamayız. Diğerleriyle birlikte ve dizge anlık olduğu için eş zamanlı olarak ele almalıyız. Satrançta nasıl bir taş oyundan çıkarılırsa oyunun yapısı bozuluyorsa, dilde de bir ögenin çıkması demek genel olarak yapının bozulması demektir. Bir dizgede tek başına alınan öğelerin bir anlamı yoktur; ancak dizgenin diğer öğeleriyle karşılıklı ilişkiler ve bağıntılar içinde bir anlam kazanırlar. Burada önemli olan öğelerin kendileri değil, öğeleri birleştiren ilişkiler ve bağıntılardır. Bir öğedeki önemli her değişiklik dizgenin tümünü değiştirir çünkü öğe ile dizge arasında bir bağ vardır. Dil ve söz
Saussure'ün yaptığı en ünlü ayrımlardan biri dil (langue) ve söz (parole)
ayrımıdır. "dilyetisine ilişkin incelemenin iki bölümü var: Bunlardan biri temel niteliklidir; özü bakımından toplumsal ve bireyden bağımsız olan dili ele alır; bu inceleme yalnızca anlıksaldır. Öbür bölüm ikincil bir önem taşır ve konusu, dilyetisinin bireysel yanı, daha açık bir deyişle, seslemeyi de kapsayan sözdür Saussure toplumsal dil ile bunun bireysel kullanımı olan sözü ayırır. Saussure, ikisinin birbirine zorunlu olduğunu belirtir. Bireyler konuşabilmek için toplumsal ve kurallaşmış olan dil boyutuna sahip olmalıdır. Tıpkı göstergede olduğu gibi nasıl gösteren ve gösterilen bir bütünlük sergiliyorsa, dil ve söz de benzer bir bütünlük sergiler. Dil toplum içinde her beyinde bulunan izler bütünü olarak yaşar. Söz ise beyindeki bu izler bütünün hayata yansıması, kullanımıdır. İletişimin başarılı olması bu iki boyutun bütünlüğüne bağlıdır. "Çocuklar çabuk buraya gelin!" cümlesini kuran bir anne bireysel bir kullanımda bulunur. Bu, söz boyutudur. Bu cümlenin karşı tarafça anlaşılması için ifade ettiklerinin toplumsal ve kurallaşmış dil boyutuna da uygun olması gerekir. Aksi takdirde anlaşma olmaz. Türkçe bilen ve böyle bir cümlenin dil boyutunda karşılığı olduğunu kavrayan çocuklar anneyi anlayacaktır. Aynı anne «palut garlıcasına debeye ganutmuş" diye seslenebilir. Bu yine söz boyutu olur. Ancak bu ifade toplumsal olan dil boyutuyla uyuşmayacak, sonuç olarak anlaşma gerçekleşmeyecektir. Özetleyecek olursak, dil soyut, toplumsal ve zihinseldir. Söz ise somut, bireysel ve kullanımla ilgilidir Art zamanlılık ve Eş zamanlılık
Saussure art zamanlılık için evrimsel dilbilgisi,
eş zamanlılık için dural dilbilgisi terimlerini de kullanır. Art zamanlılık, bir dilin geçmişten günümüze kadar olan evrimini ve değişimini inceleyen bir dilbilim bakış açısıdır. Bu bakış açısı, dildeki değişiklikleri, tarihsel süreç içindeki gelişimini ve evrimini ele alır. Örnek: Türkçe'de kullanılan bazı sözcüklerin tarih içindeki değişimi art zamanlılık bakış açısıyla incelenebilir. Örneğin, Osmanlı Türkçesi'ndeki bir sözcüğün günümüz Türkçesi'nde nasıl değişikliklere uğradığını anlamak art zamanlılık bakış açısını göstermektedir. Eş zamanlılık, bir dilin belirli bir an veya dönemdeki durumunu inceleyen bir dilbilim bakış açısıdır. Bu bakış açısı, dilde aynı anda var olan yapıları, normları ve özellikleri ele alır. Örnek: Türkçe'deki eş zamanlılık bakış açısıyla bir dilbilgisi kuralını inceleyelim. Günümüzde Türkçe'de kullanılan belirli bir dilbilgisi yapısını (örneğin, "dün" kelimesinin geçmiş zaman ifadesindeki kullanımı) ele alarak, bu dilbilgisi yapısının bugünkü Türkçe dil sistemi içindeki işleyişini anlamış oluruz. Kısacası, art zamanlılık dildeki değişimi zaman içinde izlerken, eş zamanlılık dilin belirli bir anındaki durumu anlamaya odaklanır. Bu iki bakış açısı, dilbilimcilerin hem dilin evrimini hem de mevcut durumunu daha iyi anlamalarına yardımcı olur. Töz ve biçim
Ferdinand de Saussure'ün "biçim" ve "töz" kavramları,
dilbilimde anlam ve ifade arasındaki ilişkiyi açıklamak için kullanılan temel kavramlardır. Biçim, dilin dış yüzüdür; sesler, harfler ve sözcükler gibi gözlemlenebilir dilin fiziksel unsurlarını ifade eder. Biçim, bir sesin veya sembolün kendisi olarak algılanan dilin yüzey düzeyidir. Dilin yapı taşlarını oluşturan ses ve harfleri içerir. Örnek: Türkçe'deki "kitap"ın biçimsel olarak ifadesi, bu kelimenin içinde bulunan ses ve harflerdir: /k-i-t-a-p/. Töz, biçimin ötesinde anlamı temsil eder. Töz, bir sözcüğün taşıdığı anlam veya düşünceyi ifade eder. Dilin anlam katmanını temsil eden töz, sembolün içsel, soyut anlamını ifade eder. Örnek: "Kitap" sözcüğünün tözü, bu kelimenin taşıdığı soyut anlamdır, yani bir şeylerin yazıldığı, bilgi içeren bir nesne. "Kitap" sözcüğünün biçimi ses ve harflerden oluşurken, tözü bu sözcüğün temsil ettiği düşünce veya kavramdır. Saussure'e göre, dilin anlamı biçim ve töz arasındaki ilişkiden doğar. Biçim ile töz arasındaki bağlantı, bir sembolün (örneğin, sözcüğün veya sesin) biçimsel yüzeyi ile bu biçimin temsil ettiği anlam arasındaki ilişkidir. Saussure anlam (düşünce) ve sesi bölünemez, ayrılamaz iki öge olarak görür. Bunun için de bir benzetme kullanır: "Dil bir kâğıda da benzetilebilir: Düşünce kâğıdın ön yüzü, ses ise arka yüzüdür. Kâğıdın ön yüzünü kestiniz mi, ister istemez arka yüzünü de kesmiş olursunuz. Dilde de durum aynı: Ne ses düşünceden ayrılabilir ne de düşünce sesten. Dizim ve çağrışım
oluşturur. Dizimsel ilişkiler, bir dildeki sözcüklerin bir araya geldiği belirli bir sıralama ve düzenleme sistemini ifade eder. Dil, anlamın iletimi için sözcüklerin sıralı bir şekilde kullanılmasına dayanan bir çizgisel (lineer) sistemdir. Dilin çizgisellik özelliği ve dizimsel ilişkilerin bütün olarak açıklanması şu şekilde gerçekleşir:
Dil, birbiri ardına gelen seslerin, sözcüklerin ve cümlelerin
belirli bir sıra içinde ifade edildiği çizgisel bir sistemdir. (çizgisellik) Bu çizgisel yapı, dilin ifade edilme biçimini belirler. Sözcüklerin ve cümlelerin belirli bir sıralama içinde kullanılması, iletişimde anlamın doğru bir şekilde iletilmesini sağlar. Dizimsel ilişkiler, dilin çizgisel yapısının bir sonucudur. Dilin sözdizimi, yani sözcüklerin cümle içindeki sıralaması ve ilişkisi, dizimsel ilişkileri belirler. Sözcüklerin bir araya gelme sırası, cümlenin anlamını ve yapıyı belirler. Örnek: Türkçe'de "Ali elmayı yedi" ve "Elmayı Ali yedi" cümleleri arasındaki fark, dizimsel sıranın değişmesi nedeniyle anlamın da değişmesinden kaynaklanır. Çizgisel sıra, burada cümlenin anlamını belirleyen temel etkendir. Dilin çizgisel yapısı ve dizimsel ilişkiler, düşünceleri ve anlamları belirli bir sıralama içinde aktararak iletişimi mümkün kılar. Dilbilimciler, bu çizgisel yapının incelenmesi yoluyla dilin nasıl işlediğini ve anlamın nasıl oluştuğunu anlamaya çalışırlar. Çağrışımsal ilişki ise alternatiflere dair bir ilişki biçimidir: Ali elma yedi. Bu cümlede ögelerin her biri yerine geçebilecek ancak dizimde yer almayan ögeler çağrışımsal ögelerdir. Elma yerine, armut, ayva vb. meyveler de gelebilir. Ya da cümlenin öznesi Ahmet, Mehmet vb. de olabilir; işte bir dizimdeki ögenin çağrışım alanına göre ögeler çağrışımsal ilişkiyi oluşturur. Dizimsel ilişkide ögeler çizgisel olarak yapıda yer alır. Ancak çağrışımsal ilişkide ögeler yapıda yer almaz, bellekte uyanırlar. Bu iki ilişki biçimini çizmeye kalkarsak dizimsel ilişki yatay, çağrışımsal ilişki dikey bir nitelik sergiler