İlkçağ ve Ortaçağ Felsefesi AKIŞ Giriş-Felsefe Nedir? Felsefeyi Tanımlamanın Zorluğu Felsefenin Üç Temel Boyutu Bilgelik Sevgisi Olarak Felsefe -Kurucu- Analitik –Eleştirel Felsefe ve Diğer Disiplinler Felsefenin Alt Disiplinleri Felsefe, Bilim, Din, Sanat Felsefenin Değeri Ortaklıklar ve Farklılıklar -Bireysel-Toplumsal İkinci Düzey Bir Etkinlik Olarak Genel Olarak İlk Çağ Felsefesi Felsefe Genel Olarak Ortaçağ Felsefesi GİRİŞ Günümüzün giderek karmaşıklaşan ve zorlaşan döneminde, hayatımızı anlamlandırma, sorumlu, duyarlı ve ilkeli bireyler olabilmek adına felsefeye daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. Önemli olan filozof adını verdiğimiz birtakım özel insanların görüşlerini öğrenmek değil, felsefe yapmayı, felsefece düşünmeyi öğrenmektir. Filozofların felsefenin belli alanlarında ortaya çıkan soru ve problemler üzerine nasıl düşündüklerini görmek önemlidir. Bu temel alanlar Metafizik, varlık, bilgi, bilim, din, siyaset, estetik, eğitim gibi alanlardır. FELSEFE NEDİR? Eski çağlardan beri bir şeyin ne olduğunu söylemenin en kolay yolu o şeyi tanımlamaktır. Ancak felsefenin tanımını yapmak çok da kolay değildir. Çünkü tanım yapan filozofun içinde yaşadığı kültür, tarihsel ve toplumsal koşullar dünyaya bakış tarzlarını etkiler. Bu durum da iki bin beş yüzyıllık felsefenin her filozofa göre farklı bir tanımının ortaya çıkmasına sebep olur. FELSEFEYİ TANIMLAMANIN ZORLUĞU Belirtildiği üzere felsefenin tanımı her dönemde ve filozofta farklılık göstermiştir. M.Ö 6. yy da felsefe varlığa ilişkin teorik bir araştırma olarak başlamıştır. Ancak aynı dönemde doğuda Hint-Çin-İran gibi Batıdakinden farklı olarak metafizikten ziyade etik ve siyaset üzerine yoğunlaşmıştır. Yine Antik Yunanda dinden kopuk yani seküler ve özerk bir felsefe varken, ortaçağda ve en az binyıllık sürede dini hakikatlere dönük Hristiyan ve İslam odaklı felsefe akımları ortaya çıkmıştır. Modern dönem de ise bilimin önemli ölçüde rol oynadığı bir felsefeyle karşılaşırız. İşte tüm bunlardan dolayı felsefeyi bir tanım üzerinden anlamak felsefenin ruhuna çok uygun düşmez. Çünkü tanım yapmak sınır çizmektir. Bu sınırlar da felsefeyi bir düşünme faaliyeti olmaktan çıkartıp, kemikleşmiş bir disipline indirger. Sokrates, Platon, Stoacılık, Epikürosçularda da görüldüğü gibi felsefe bir eleştiri ve sorgulama, karşılıklı tartışma etkinliğidir. Gerçekten önemli olan felsefi problemlere filozoflar tarafından getirilen çözümleri okumak ya da felsefe bilmek değildir. Önemli olan sorgulama, tartışma ve araştırmadır. Felsefe ancak düşünen ,sorgulayan, araştıran, felsefi soru ve problemlere kendi yanıtlarını vermeye çalışan insanların düşünce etkileşimleriyle kendini ortaya koyar. Felsefenin faaliyet elanı düşünmedir. BİLGELİK SEVGİSİ OLARAK FELSEFE Ancak yine de bir felsefe tanımını genel çerçevede şu şekilde görebiliriz. Antik Yunan’dan başlayarak bir düşünme faaliyeti, bir araştırma türüdür. Bu araştırmada aslolan merak ve şüphedir. Terimsel olarak Grekçe Philo-Sophia sözcüğüyle karşılanır. Phileo sevmek fiili anlamına gelir. Sophia sözcüğü ise bilgelik anlamındadır. Hikmet kavramını da karşılar. Bu sözcüklerden hareketle felsefe, bilgelik sevgisi veya hikmet arayışı olarak karşımıza çıkar. Bu tanımdan hareketle şöyle ifade edebiliriz. Hem pratik hem de teorik bir yanı olan, belli bir zihinsel olgunluğun yanında, sorgulayıcı bir tutumla sahip olunan bilgileri, anlamlı ve ilkeli bir hayat içerisinde ifade edebilmektir. Burada belli bir entelektüel tutum, her şeye dair sağlam bir bakış, varlığın yapısına ve hayatın anlamına dair sağlam bir kavrayış içerir. FELSEFE VE DİĞER DİSİPLİNLER Felsefe hayatı ve toplumu anlamaya çalışırken aynı zamanda anlamlı kılmaya ve açıklamaya da çalışır. Yani gündelik dünyanın gelip geçiciliğinden farklı olarak görünüşlerin gerisindeki nihai gerçekliği ortaya koymaya çalışır. Bu noktada filozof gerçekliğin hakiki doğasıyla ilgili kesinliği arayan kimse olarak iş görür. Bu manada felsefe sadece neyin gerçek olduğunu değil, hangi açıklamanın temele alınacağını, dünyanın esası itibarıyla hangi yönlerinin gerçek ve kalıcı olduğunu kavramaya yönelir. İşte burada felsefenin açıklama ve anlamlı kılma yönündeki tavrında diğer bilimlerle ilişkisi ortaya çıkar. FELSEFE, BİLİM, DİN, SANAT İLİŞKİSİ İnsan varlık yapısı ve antropolojik özellikleriyle sadece hayatta kalmaya çalışan ve türünü salt doğal bir varlık değil en önemlisi de içinde yaşadığı dünyayı açıklamaya çalışan bir varlıktır. İnsan olup bitenlerin nedenlerini merak ettiği gibi, karşılaştığı durumları anlamlı kılan, onlara açıklama getirebilen de bir varlıktır. Dünyayı açıklama ve anlamlı kılma durumu temel olarak dört alan üzerinde ortaya çıkar. Felsefe, bilim, din ve sanat. Felsefe, bilim, din ve sanat farklı olsalar da ortaklıkları varlığı ve dünyayı anlamlı kılma tavırlarıdır. Bu tavır da görünenlerin ötesine geçilerek yapılabilir. Bilim dünyayı nesne ve yapılar üzerinden açıklayıp, akıl yoluyla keşfedilir olan birtakım yasalar yoluyla anlamlı hale getirir. Din ise bilimin düzeni doğaya içkin nedensel yasala üzerinden açıkladığı yerde, aşkın varlığın amaçlı ve yaratıcı eylemi yoluyla anlamlı kılar. Sanat, sanatçının duyguları, sınırsız hayal ve ifade gücüyle anlamlı hale getirir. Felsefe ise dünyayı görünüşlerin gerisindeki gerçekliğe ulaşmanın kendisine verdiği temsil ve açıklama imkanlarını kullanarak anlamlı hale getirir. FARKLILIKLAR Felsefe ve bilim tamamen rasyonel ve akli bir zemin üzerinde yükselir. Dinde ise ilahi bir kaynaktan alır. Temel tavır mutlak teslimiyettir. Sanatta da durum benzerdir. Sanatçının akıldan ziyade yaratıcı sezgiye ve hayal gücüne dayanır. Bilim yaklaşık olarak dört yüzyıl öncesine kadar akla dayalı yapısından dolayı felsefenin bir parçası iken yeni çağdan itibaren felsefeden kopmuş, başta doğa bilimleri olmak üzere bilimler felsefeden ayrılmıştır. Akıl temelinde felsefe ve bilim ortaktır. Ancak temel olarak üç açıdan farklılaşır. FARKLILIKLAR
Bilim de felsefe de varlığı konu alır. Ancak bilim varlığı
bilmeye ve açıklamaya çalışırken parçalar ve belli yönlerden ele alır. Mesela fizik varlığı hareket alanından, biyoloji canlılık açısından ele alır. Felsefe ise varlığı varlık olmak bakımından bütünsel olarak ele alır, Parçalamaz. FARKLILIKLAR Bilimler nesnel ölçütlerle, normlarla iş görürken felsefe öznel bir çabayı ele alır. Yani yöntemleri farklıdır. Bilimde deneysel yöntem, matematiksel açıklama, kanıtlama ve ispat vardır. (Doğa bilimlerinde kanıtlama, Formel bilimlerde ispat vardır.) Felsefe de ise kanıt ve ispattan ziyade filozof akıl yürütür. Bu durum da ispat ve kanıtlamadan ziyade gerekçelendirme ve haklılandırma işlemidir. Bu manada felsefede matematiksel bir teorem ya da fizik yasasıyla aynı düzeyde doğrular yoktur. Tam tersine pek çok konuda birbirlerinden farklılık gösteren çeşitli görüşler vardır. FARKLILIKLAR Bilimde ölçme ve yeni bir bilgi üretme arzusu sonrasında bunun gücü egemenken felsefe de çıkar gözetmeyen bizatihilik vardır. Felsefeyi çıkar gözetmeyen bir bilgi anlayışı harekete geçirir. İnsan evrenin yapı ve düzenini, yaşamın değer ve amacını, iyilik, güzellik ve adaletin anlamını bilerek dünyayı anlamlandırmak ister. İşte felsefe de bu isteği karşılama çabasıdır. Bunun yerini de hiçbir şey dolduramaz. İKİNCİ DÜZEY BİR ETKİNLİK OLARAK FELSEFE Bilim doğayı veya evrende karşımıza çıkan olguları açıklamaya çalışan birinci düzey bir etkinliktir. Felsefe ise ikinci düzey bir etkinliktir. Bunu da disiplinlerin yapılarını ve sınırlarını göstererek yapar. Mesela sanat güzellik üzerine yükselirken sadece güzelliğe bakar. Öznel mi nesmi diye bakmaz, güzelliğin ne olduğunu sormaz. Yani birinci düzey bir etkinliktir. Felsefe ise bilimler birinci düzey faaliyetlerini tamamladıktan sonra iş görür. Sorgulamak, bir şeyin neliğini ortaya koymak felsefenin işidir. Bu da ikinci düzey bir FELSEFENİN ÜÇ TEMEL BOYUTU Birinci boyut Bilgelik Sevgisi olarak Felsefe- Burada felsefenin eleştirelliği hakimdir. FELSEFENİN ÜÇ TEMEL BOYUTU İkinci boyut Dünyayı ve hayatı görünüşlerin ötesine geçerek anlamlandırma çabası-Kurucu/Bütünleştirici yapı hakimdir. FELSEFENİN ÜÇ TEMEL BOYUTU Üçüncü boyut İkinci düzey bir etkinlik olarak felsefe- Analitik/Çözümleyici bir yapı hakimdir. Felsefenin Kurucu/Bütünleştirici, Eleştirel, Analitik/Çözümleyici tavrı aslında felsefenin üç farklı formunu ortaya koyar. FELSEFENİN ÜÇ TEMEL BOYUTU Kurucu/Bütünleştirici boyut Thales’ten beri yaklaşık iki bin beş yüzyıllık süreçte çeşitli şekilllerde karşımıza çıkan klasik felsefeyi tanımlar. Platon, Aristoteles, Aquinalı Thomas, Farabi ,Descartes, Leibniz, Spinoza, Kant, Hegel gibi isimlerdir. Bunlar varlık, bilgi, değer ve «çok üzerindeki biri» ortaya koyan teoriler ortaya koyarlar. FELSEFENİN ÜÇ TEMEL BOYUTU Çözümleyici/Analitik boyutta ise klasik ya da metafiziksel felsefeye tepki olarak kuşatıcı sentezle üretmek yerine analizle sınırlar getirmek gerektiğini savunur. Bu yapı 20.yy da Anglo sakson dünyada etkili olmuştur. Analitik felsefe anlayışını oluşturur. Russell, Moore, Ryle, Wittgenstein gibi dil felsefecileridir. FELSEFENİN ÜÇ TEMEL BOYUTU Eleştirel boyut ise 20 yy. da Almanya ve Fransa’da ortaya çıkıp Kıta felsefesinde somutlaşır. Burada belirleyici tavır Hümanizme, özne merkezli modern metafizik anlayışına, ilerlemeci tarih tasavvuruna yönelik eleştiri olmuştur.Burada güçlü ve kuşatıcı bir pozitivizm ya da bilimcilik eleştirisi vardır.Arka planda da Nietzsche felsefesini görebiliriz. Heidegger, Sartre, Derrida, Foucault, Deleuze gibi isimleri sayabiliriz. FELSEFENİN ÜÇ TEMEL BOYUTU Toparlayacak olursak, 20. yy. a kadar Klasik felsefe anlayışı- Kuşatıcı boyut, 20.yy. ın ilk yarısında İngiltere’de idealizme tepkiyle çıkan Analitik felsefe ve sonrasında da eleştirel felsefe hakim olmuştur. FELSEFENİN ALT DALLARI Felsefenin pek çok konusu vardır. Ancak temelde 3 ana önemli alan söz konusudur. Varlık, Bilgi ve Değer. Varlık içerisinde Metafizik, ontoloji, din ve zihin felsefesi Bilgi içerisinde, epistemoloji, bilim ve dil felsefesi Değer içerinde de etik, siyaset, estetik, hukuk ve din felsefesi yer alır. FELSEFENİN ALT DALLARI Bu alanların yanında son zamanlarda yani hayatımızın giderek karmaşıklaşmasıyla beraber teknoloji felsefesi, çevre felsefesi ,spor felsefesi gibi alanlarla felsefenin alanı zenginleşmektedir. FELSEFENİN DEĞERİ Felsefenin doğrudan bir yararı söz konusu değildir zaten böyle bir amacı da yoktur. Ancak bireysel ve toplumsal olarak hayatın daha iyi ve anlamlı yaşanmasına dair farkındalık noktasında katkıları tartışılmazdır. Bu katkıları Biretsel ve Toplumsal olarak iki şekilde ele alabiliriz. BİREYSEL DÜZEYDE KATKILARI Sokrates’in « incelenmemiş, sorguya çekilmemiş bir hayatın yaşanmaya değer olmadığı» sözünden de hareketle mutluluk aracı ya da yaşamı anlamlandırma isteği uyandırır. Neyin bizim elimizde olup, neyin olmadığını görmemizi sağlar. Sartre’nin «insan kendisinde ne yaratıyorsa ondan ibarettir» sözünde de olduğu gibi karşılaştığımız sorunların üstersinden gelmek için ihtiyaç duyarız. BİREYSEL DÜZEYDE KATKILARI Yine Wittgentein’in de «felsefe şişenin içinde sıkışmış kalmış sineğin dışarı çıkabilmesi için yol gösterir.» Yani hayatta kapana kıstırılmışlık duygusundan kurtulmamız için yardım eder. Hayata dair her şeye Önyargısız yaklaşabilmemeizi sağlar. En önemlisi de insanın özgürleşmesine olanak sağlayan destekleyen bir alan olmasıdır. TOPLUMSAL DÜZEYDEKİ KATKILARI Bireysel düzlemde insanı alışkanlıkların cenderesinden kurtaran, bu şekilde özgürleştiren felsefe toplumsal olarak da katkılar sunar. Farklılıklara saygı göstermek ve hoşgörü ilkesi temel katkıdır. Çünkü bu ilkeler demokratik toplumsal gelişme ve ilerleme için zorunluluklardır. Bunu da gösteren felsefedir. İLKÇAĞ FELSEFESİNİN BAŞLANGICI İlkçağ felsefesinin kökleri Yunan mitolojisinin hikâyelerinde gizlidir. Örneğin, İlkçağ felsefesinin kurucuları Ionia düşünürlerinin doğa ve evren öğretilerinin temeli Hesiodos’un Kaos-Kosmos hikâyesinde kurulmuş, Homeros’un İlyada ve Odysseia destanında anlatılmıştır. Bu yüzden İlkçağ felsefesine Homeros ve Hesiodos’tan itibaren vakıf olmak, insan zihninin işleyiş şeklini ve gelişim basamaklarını en baştan kavramak demektir. Bu yüzden mitoloji öğrenilmeden, zihnin bir üst katmanına geçilemez ve insan zihninin felsefi düşünüşe ihtiyaç duymasının nedenleri anlaşılamaz. İlkçağ felsefesi temelde üç döneme ayrılır: I. Sokrates-Öncesi Dönem II. Platon ve Aristoteles Dönemi III. Aristoteles Sonrası Dönem ya da Hellenistik Dönem. Bu üç döneme bazen Yeni-Platoncu Dönem ve Geç Antikçağ Döneminin Hıristiyan Yazarları da dördündü bir dönem olarak eklenir. SOKRATES ÖNCESİ DÖNEM 1-MİLET OKULU Felsefe tarihinde Sokrates öncasinde ilk dönem Miletos Okulu olarak bilinen (İÖ 6. yüzyıl) okuldur. Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes’in doğayla ilgili gözleme dayalı bilgilerle örülü düşüncelerinden bina edilmiştir. Arkhe Probleme dönemin en önemli konusudur. SOKRATES ÖNCESİ DÖNEM/1-MİLET OKULU Felsefe tarihinde Sokrates öncesinde ilk dönem Miletos Okulu olarak bilinen (İÖ 6. yüzyıl) okuldur. Ancak öncesinde Yedi Bilge de bulunur. Platon’un Protagoras adlı diyaloğundaki Sokrates’in sözleriyle yedi bilgeleri tanırız. Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes’in doğayla ilgili gözleme dayalı bilgilerle örülü düşüncelerinden bina edilmiştir. Bu dönemde Homeros ve Hesiodos’tan farklı olarak doğayı mitolojik bir yaklaşımla değil, akılcı ve bilimsel bir yaklaşımla ele alıp incelemeye başlamış olmalarında ve bu konuda geleneğin verdiği cevaplarla yetinmeyip “evrenin ilk ilkesi nedir, yani arkhe nedir,” şeklindeki ilk felsefi soruya verdikleri yanıtlarda yatar. Onlar “tek olanı, bütün varlıkların değişmez maddi ilkesini” aramaya başlayarak Yunan felsefesinin doğumunu müjdelemişlerdir. SOKRATES ÖNCESİ DÖNEM- PYTHAGORAS Miletos Okulu’nun sorduğu “arkhe nedir” sorusu, su, apeiron ve hava olarak ilk yanıtlarını bulmuştu. Bu sorunun yanıtı, felsefe tarihinin en ilginç düşünürlerinden biri olan ve philosophia (felsefe) kelimesini ilk kez kullanan Samoslu Pythagoras’la birlikte daha soyut bir alana, sayıya kaydı. Çünkü Pythagoras’a göre evrendeki her şeyin özü sayıdan, özellikle Bir’den (Monad) ibaretti. SOKRATES ÖNCESİ DÖNEM-HERAKLEITOS Miletos Okulu ve Pythagorascılar ana-maddenin mahiyetini sorgularken, “tekten coğulluk nasıl meydana gelir?” sorusunu genellikle ihmal ederler. Bu acıdan, hem Miletos Okulunda hem de Pythagorascı felsefede değişimin ve hareketin nasıl meydana geldiği sorusu yanıtsız kalır. Her ne kadar birbirlerinden çok farklı görüşler ortaya koysalar da Herakleitos ve Elea Okulu, değişim ve hareketin olanağına dair ortak bir ilgiyi içeren çalışmalarıyla İlkçağ felsefesinin daha önce hesabı verilmemiş bir sorusunu gündeme getirmiş olurlar. Boylece İlkcağ duşunce dunyasında materyalist Miletos Okulu ve formalist Pythagorascıların ardından hareket ve değişim sorununa odaklanan ücüncü bir düşünce geleneği baş gösterir. Herakleitos Ateş ya da Logos kuramıyla çok önemli bir yere sahiptir. SOKRATES ÖNCESİ DÖNEM-HERAKLEITOS Miletos Okulu ve Pythagorascılar ana-maddenin mahiyetini sorgularken, “tekten coğulluk nasıl meydana gelir?” sorusunu genellikle ihmal ederler. Bu acıdan, hem Miletos Okulunda hem de Pythagorascı felsefede değişimin ve hareketin nasıl meydana geldiği sorusu yanıtsız kalır. Her ne kadar birbirlerinden çok farklı görüşler ortaya koysalar da Herakleitos ve Elea Okulu, değişim ve hareketin olanağına dair ortak bir ilgiyi içeren çalışmalarıyla İlkçağ felsefesinin daha önce hesabı verilmemiş bir sorusunu gündeme getirmiş olurlar. Böylece İlkçağ düşünce dünyasında materyalist Miletos Okulu ve formalist Pythagorascıların ardından hareket ve değişim sorununa odaklanan üçüncü bir düşünce geleneği baş gösterir. Herakleitos Ateş ya da Logos kuramıyla çok önemli bir yere sahiptir. SOKRATES ÖNCESİ DÖNEM- PARMENİDES Bu düşünce geleneğine damgasını vuran tartışma, oluşu evrenin temeline yerleştiren Herakleitos ile hareketin imkânsızlığını mantığın olanakları dâhilinde kanıtlama uğraşı veren Parmenides arasındadır. Birbirini dışlayan düşünceler ortaya koysalar da bu iki filozofun düşüncesini bir arada incelemeyi mümkün kılan da hareket ve değişim sorununa yönelik bu ortak ilgileridir. Parmenides’in tüm felsefesi varlık ve varlığın doğasını bütün halinde anlamak üzerine kurulmuştur. Varlığın Bir, Bütün, doğmamış, sonsuz, sarsılmaz, tam, hareketsiz, eşsiz, sürekli ve sınırsız olduğunu bilmemiz gerektiğidir. Buna göre Parmenides Miletos Okulu’nun evrenbilim problemi yerine varlık problemini gündeme getirerek felsefeye yeni bir ivme kazandırmıştır. SOKRATES ÖNCESİ DÖNEM- EMPEDOKLES Empedokles dört unsur doktrininin yani -ateş hava, su ve toprak- yaratıcısıdır. Her şeyin temelinde bu dört unsur bulunur. Her şey bir değişimin ürünüdür. Sonsuz bir değişim vardır. Empedokles bu sonsuz bir değişim sürecinde bu unsurların - ateş hava, su ve toprak- Sevgi tarafından birleştirildiğini sonra da Nefret tarafından ayrıştırıldığını varsaymıştır. SOKRATES ÖNCESİ DÖNEM- ANAKSAGORAS Eski Miletliler temel varlığın bir, Empedokles dört, ve atomcu öğreti de varlıkların yapı taşlarının «nicelik» bakımından sayısız olduğunu öğretirken, Anaxagoras birbirinden «nitelik» bakımından farklı sayısız temel varlık bulunduğu düşüncesini ortaya atmış ve bunları da «tohumlar» ya da «çekirdekler» diye adlandırmıştır. Apeiron’dur. Empedokles'in hareketi açıklamak için kullandığı Sevgi ve Nefret'in yan maddi ve yan mistik güçleri Anaksagoras'ı tatmin etmemiştir. Anaksagoras değişime sebep olan şeyi Akıl'ın veya Nous'un eseri olabileceğini düşünüyordu. Bu güç ve akla, başka hiçbir şeyle karışmadığı ve başka hiçbir şeyle engellenmediği takdirde ancak Nous sahip olabilirdi. Demek oluyor ki, Anaksagoras'ın ayırt edici nitelikteki fikri maddeden farklı olan akıl kavrayışıdır. SOKRATES ÖNCESİ DÖNEM- DEMOKRİTOS Atom kavramı bilimsel tartışmaya ilk kez Leukippos ve Demokritos tarafından atılmıştır. Yok oluş ve çözülüş bir araya gelmiş atomların birbirinden ayrılması demektir. Atomlar yaratılmamışlardır ve hiç bir zaman bozulmazlar, sayılarıysa sonsuzdur. Onun dünyasında yalnızca madde vardır ve bu eski çağların klasik maddeci (materyalist) anlayışıdır. İlk materyalist filozof denilebilir. Bu anlaşılmadan tüm sonraki gelişmeler ve düşünceler anlaşılamaz. Demokritos’un etkisi ise hiç azalmayan kesintisiz bir çizgiyle gelerek çağımızın biliminin evren anlayışına bağlanmıştır. Belki de bu öğreti doruğuna çağımızın bilimiyle ulaşmıştır. SOKRATES ÖNCESİ DÖNEM- SOFİSTLER Sofistlerle birlikte “artık doğanın değil, insanın merkeze alındığı öğreti” merkeze alınmıştır. Bu düşünürlerden Protagoras ve Gorgias gibi ünlülerinin görüşleri ışığında genel olarak sofist hareketin karakteri üzerinde durulmuştur. Felsefeye “kuşkuyu” dahil etmişlerdir. Protogoras «İnsan her şeyin ölçüsüdür.» Gorgias «(Bilinecek) bir şey yoktur; olsa bile bilinemez; bilinse bile başkasına bildirilemez.” SOKRATES Sokrates, genel olarak felsefenin ve Batı felsefesinin, özel olarak da Antik Yunan felsefesinin, hiç kuşku yok ki en kilit ismidir. Nitekim Batı felsefesinin beşiği kabul edilen Antik Yunan felsefesi, bir bütün olarak onun ismiyle sınıflandırılır. Ondan önce yaşamış ve doğa felsefesiyle uğraşmış bütün filozoflara, Sokrates'ten önce gelenler anlamında Presokratikler adı verilir. Buna karşın, Sokrates'ten sonra gelen bütün Yunan filozofları, onun doğrudan ya da dolaylı olarak öğrencisi olma, ondan feyiz alma anlamında Sokratikler olarak geçer. Tarihin tanıdığı ilk ve en büyük sistemin kurucusu olan Platon, Sokrates'in öğrencisi; Antik Yunan felsefesinin son büyük filozofu olan Aristoteles ise Platon'un öğrencisi olmuştur. Sokrates, her türlü edinilmiş bilgiyi yadsıyan bir düşünceden yola çıkan yöntemiyle, yani diyalog sanatı ya da diyalektikle, insanlara, bilgiye sahip olduklarını sandıklarını, oysa sahip olmadıklarını kanıtlıyordu. SOKRATES Sokrates, ölçülü insan modelini ön plana çıkartan bir felsefi anlayışa sahiptir. Ondaki insan, ahlaki bir varlıktır ve kendi içinde bir düzene sahiptir. İnsanın gelişmesi de bu düzene uygun olmalıdır. Onun için insanın bu uyumlu yapısına en uygun eğitim metodu ise diyalog metodudur. Diyalog metodu; ironi ile başlamalı, soru-cevapla sürdürülmeli ve doğurtmaca buldurma-keşfetme ile bitirilmelidir. Yani Sokrates'in savunduğu felsefi düşünüş biçimi, insandaki doğal yapıları ortaya çıkartmaya yöneliktir. Onu “doğru bir yaşayış nedir, hangisidir?” sorusundan başkası ilgilendirmemiştir. Doğa felsefesiyle hiç uğraşmamıştır; kavramsal doğru’yu araması da yalnız ahlaki kaygılar yüzündendir PLATON Platon, en önemli ilk çağ felsefecilerinden biridir. Sokrates gibi önemli bir düşünürün öğrencisi, Aristoteles gibi bir başka büyük düşünürün ise öğretmeni olması itibariyle, ilk çağ felsefesinde önemli bir yere sahiptir. Tarihteki ilk akademik kurum olan Akademi’yi kurduğu için felsefi düşünceleri kurumsal bir şekilde yeni nesillere öğretilmiştir. Felsefî düşünceyi siyaset, ahlak, estetik, varlık ve bilgi felsefesi gibi alanlarda temellendiren Platon, kurduğu Akademi adlı kurumla bu düşüncelerin sistematik olarak derinleştirilmesini ve öğretilmesini sağladı. Platon, maddeci felsefeye karşı idealist felsefeyi savunmuş ve idealizmin temellerini atmıştır. PLATON Etkisi günümüze kadar gelen görüşleri, diyalog biçiminde yazılmış 30’dan fazla eserinde anlatılmıştır. Platon eserlerini diyalog biçiminde yazmıştır. Platon’un Devlet adlı yapıtının 7. Bölümündeki meşhur “mağara benzetmesi”, onun hem bilgi hem de varlık konusundaki düşüncelerini bir arada özetler. Söz konusu eserde Platon (Sokrates’in diliyle), eğitilmiş insan ile eğitilmemiş insan arasındaki farkı anlatırken, meşhur mağara benzetmesini geliştirir. Platon düşüncesinde “gerçek varlık” ile “oluş” (yahut maddi varlık) birbirinden farklıdır. Aslolan gerçek varlık yani «idealar»dır. ARISTOTELES Sadece Antikçağ’ı değil Hellenistik dönem ve Ortaçağ üzerinden modern dönemi de ciddi bir biçimde etkileyen Aristoteles düşünce tarihinin en önemli filozoflarından birisidir. Bu bakımdan günümüz post-modern düşünce çevresi için bile gözardı edilemeyen önemli bir kaynak durumundadır. Thales ile başlatılan felsefe tarihinde ilk olarak Platon’da sistemli bir yapı karşımıza çıkmakla birlikte tüm eserleri birbiriyle tutarlı bir bütün oluşturan Aristoteles ilk sistem filozofudur. İlgi alanları fizikten metafiziğe, dilden mantığa, ahlaktan siyasete, epistemolojiden ontolojiye, meteorolojiden biyoloji ve zoolojiye kadar geniş bir alanı kapsamaktadır. Eserlerinde görüşlerini temellendirirken kendisinden önceki düşünürlerin fikirlerini eleştirel bir biçimde gözden geçirip sergilemesi, açık ve net bir yazım üslubu benimsemesi sebebiyle günümüz akademik yaklaşımının da ARISTOTELES Aristoteles felsefe-bilim geleneğinin kurucusu olarak görülmektedir. Çünkü her alanda önemli bir filozof olduğu kadar ilk bilim insanı örneğini de teşkil etmektedir. Aristoteles’te sistematik düşünce net olarak görülür. Tüm fikirleri birbirlerinden beslenir. Mesela Aristoteles için devletin yönetim şeklinin ne olması gerektiği meselesinden önce onun varlığının nedeni ve amacı önem taşımaktadır. Bu amaç ise ahlak konusundaki görüşlerine dayanmakta, devleti insanın nihai mutluluğa erebileceği yer olarak görmektedir. Devletli olmayan bir insanın nihai mutluluğa ermesi mümkün değildir. İnsan siyasal bir hayvan (zoon politikon) olduğu için tek başına yaşaması mümkün değildir, dolayısıyla devlet insan için büyük bir önem taşımaktadır. STOACILIK Stoa felsefesinde karşımıza çıkan ilk önemli husus, bu çığırın düşünürlerinin felsefeyi açık ve net bir biçimde mantık, fizik ve ahlak olarak üçe ayırmalarıdır. Bu üç alan da birbiriyle sıkı bir biçimde bağlı olmakla birlikte nihai amaç ahlaktır. Bunu anlatmak için Stoalılar birçok örnek vermişlerdir. Bunlardan birisi felsefeyi verimli topraklara benzettikleri örnektir. Bu örnekte toprakları çevreleyen çit mantık, toprak ve ağaçlar fizik, meyveler ise ahlaktır. Stoalılar’ın ahlak anlayışını kavrayabilmek için ise doğa ve tanrı anlayışlarını incelemek gerekmektedir. Stoa’lıların metafiziği materyalist (maddeci) ve monist (tekçi) bir metafiziktir. Monist olmaları tek ilke olduğunu savundukları anlamına gelmekte, materyalist olmaları ise bu tek ilkenin maddi olduğunu düşündüklerini göstermektedir. Bu bakımdan Stoa için var olan tek şey PLOTINOS Antik Yunan felsefesinin son büyük temsilcisi olan Plotinos Yeni Platonculuğun kurucusudur. Bir pagan olmasına rağmen ortaya koyduğu görüşler hem Batı Ortaçağı’nın düşünce geleneklerini hem de Hıristiyan dogmalarını ciddi biçimde etkilemiştir. Önemli bir başka husus da onun Enneades (Dokuzluklar) isimli yapıtından özetlenen bölümler ile Hıristiyan dogmalarının bir karışımı olan Theologia Aristotelis’in (Aristoteles’in Tanrıbilimi) İslam dünyasında Aristoteles’e ait olduğunun zannedilmesidir. Bu olgu İslam dünyasındaki Aristotelesçiliğin (Meşşai, Peripatetik) saf bir Aristotelesçilik olmasını engellemiştir. Ayrıca Plotinos’un “sudur teorisi” (emanatio) İslam düşünürleri üzerinde ciddi bir etki bırakmış, bu teori çerçevesinde önemli tartışmalar yaşanmıştır. Plotinos’un sistemi bir bütün olarak bu soru ve bu sorudan doğan başka yan soruları cevaplamaktadır. ORTAÇAĞ FELSEFESİ Orta Çağ felsefesi tarihsel dönem itibariyle ilkçağ felsefesinin bitiminden modern düşüncenin başlangıcına kadar olan dönemi kapsar. İ.S. 2. yüzyıldan 15. yüzyıl sonlarına; 16. yüzyıl başlarına, Rönesans'a kadar olan dönem olarak ele alınır. Ortaçağ Felsefesinde dört ayrı gelenek vardır. 1. Batı ya da Avrupa’da gelişip, Latince ifade edilmiş olan Hıristiyan felsefesi, 2. Doğuda İslam dünyasında zuhur etmiş ve Arap dilinde ifade edilmiş olan İslam felsefesi, 3. Sadece Hıristiyan ülkelerinde değil, fakat İslam dünyasının çok çeşitli bölgelerinde Musevi düşünürler tarafından İbranice ifade edilmiş olan Yahudi felsefesi ve 4. Hıristiyan Bizans İmparatorluğu içinde Grek diliyle ortaya konmuş olan Bizans felsefesi. ORTAÇAĞ FELSEFESİ Ortaçağ düşünürleri önemli olan biricik şeyin insanın doğaüstü varlık alanıyla, aşkın ve mutlak olarak yetkin varlıkla olan ilişkisi olduğunu öne sürmüşlerdir. Bu da, doğal olarak Ortaçağda felsefenin mahiyetini ve konu alanını baştan sona değiştirmiştir. Buna göre, antik Yunanda doğa bilimiyle sosyal bilimler hem kendi başlarına, hem de iyi ve mutlu bir yaşam amacı için sağlam araçlar olarak değer taşımaktaydılar. Oysa özellikle Hıristiyanlar için bunlar sadece yararsız değil, fakat bazen de zararlı ve hatta tehlikeli disiplinler olup çıkmışlardır. Yine, Yunanlı ahlâklılığı bir toplumsal etik içinde ve mutluluk amacını gözeterek ele alırken, Ortaçağda ahlâklılık dinin bir parçası haline gelmiştir. Dolayısıyla, Yunan’da etik zaman zaman kozmolojik olarak, zaman zaman da toplumsal bir zemin üzerinde temellendirilirken, Ortaçağda etik teolojik bir düzlemde temellenir. Nitekim bu dönemde davranış ya da insani eylem, amacına göre değil, fakat Tanrı‘nın emirlerine uygun düşmekliğine veya düşmemekliliğine göre değerlendirilir. ORTAÇAĞ FELSEFESİ İslam felsefesi ise, Batı'nın Patristik felsefenin ardından ağır bir "Karanlık Çağ"a girdiği skolastik felsefe sırasında, kültür tarihinde özellikle bilginin sadece korunmasına değil aynı zamanda yeni kazanımlarla zenginleşmesine önemli katkılarda bulunmuş; bu anlamda, antik felsefe ile 12. yüzyıl sonrası Skolastik Hıristiyan felsefesi arasında köprü görevi yerine getirmiş bir felsefe geleneği olarak ortaya çıkmıştır. İslam felsefesine Müslümanlar dışında da katkıda bulunanlar olduğu ve sadece Arap dilinde ifade edilmediği için çok genel bir biçimde, bir bütün olarak İslam kültüründen doğmuş olan felsefe geleneği diye tanımlanabilir.Temelde din ile felsefenin beraber nasıl değerlendirilebileceği tartışmalı olsa bile, İslam dünyasında felsefe ortaçağ batı dünyasından çok daha müsamahalı karşılanmıştır. Bunun bir nedeni İslam dininin temel esaslar dışında ferdi düşünceye serbestlik tanıması, imânî esasları alenen zedelememek şartıyla düşünceye verdiği özgürlük, diğer bir nedeni de akli ilimlerin gerek siyasi otoriteler gerekse dini otoriteler tarafından sürekli desteklenmiş olmasıdır. Teşekkürler... vildanturtul@hotmail.com