Download as pptx, pdf, or txt
Download as pptx, pdf, or txt
You are on page 1of 39

FARUK NAFİZ

ÇAMLIBEL:
HAYATI,
EDEBİ KİŞİLİĞİ,
SANAT
ANLAYIŞI VE
ESERLERİ
YAŞAMI
Faruk Nafiz Çamlıbel, İstanbul’da 18 Mayıs
1898’de doğmuştur. Annesi tüccar Necati Bey’in
kızı Fatma Ruhiye Hanım, babası Orman
Bakanlığı memurlarından Süleyman Nazif
Bey’dir. İlköğrenimini Bakırköy Rüştiyesi’nde,
ortaöğrenimini Hadika-i Meşveret İdadisi’nde
sürdürmüştür. Üniversite eğitimi için önce tıp
fakültesine giren şair, bu okulun karakterine
uygun olmadığını görünce dördüncü sınıfta bu
okuldan ayrılmıştır. İleri gazetesinin yazı
işlerinde görev üstlenen Çamlıbel, Anadolu’yu
gezmiştir. Kurtuluş Savaşı sona erince de, 1922
yılında Ankara’ya geçmiştir. 1922-1924
yıllarında Kayseri Lisesi’nde edebiyat
öğretmenliği yapmıştır. Daha sonra Şark
Vilayetleri Tetkik Cemiyeti üyesi olması
1922-1946 yılları arasında Ankara Muallim
Mektebi, Ankara Kız Lisesi, İstanbul Kabataş
Lisesi ve Amerikan Kız Koleji’nde edebiyat
öğretmenliği görevini üstlenmiştir.1931’de Ankara
Kız Lisesi’nde coğrafya öğretmenliği yapan Azize Hanım
ile evlenmiştir. Bu evlilikten İsmet ve Yeliz adında iki
çocuğu dünyaya gelmiştir.Şiire tıp fakültesi
öğrencisiyken ilgi göstermeye başlamıştır. İlk
yazılarını Peyam-ı Edebi, Edebiyat-ı Umumiye,
Yeni Mecmua, Şair, Ümit, Büyük Mecmua, Nedim,
Edebi Mecmua, Yarın ve Temaşa dergilerinde
yayımlamıştır. Ustalık dönemi şiir ve yazıları ise,
Anadolu, Yavuz, Türk Yurdu, Güneş, Hayat,
Meşale, Anayurt, Muhit, Yedigün dergilerinde
okuyucuyla buluşmuştur. Son şiirleri Kubbe Altı
Akademi Mecmuası’nda “İsimsiz Kıtalar” adıyla
yayımlanmıştır. Karikatür ve Akbaba dergilerinde
Çamdeviren, Akıllı Ozan, Kalender, Deli Ozan
1933 yılında Kayseri Lisesi’nden
öğrencisi Behçet Kemal ile
birlikte yazdığı sözler, Cemal
Reşit Bey tarafından bestelendi
ve eser, cumhuriyetin 10. yıl
kutlamaları için düzenlenen marş
yarışmasını kazandı.

Yazarın tek romanı, 1936’da


yayımlanan “Yıldız
Yağmuru”dur. Bu romanında şair
Şuküfe Nihal Hanım’a aşkını
anlattığı düşünülür.
1946’da siyasete atıldı ve 1946'dan 27 Mayıs 1960'a
kadar Demokrat Parti İstanbul milletvekili olarak
TBMM’de görev yaptı.

27 Mayıs 1960 ihtilalinin ardından tüm milletvekilleri


ile birlikte kısa bir süre Yassıada'da, daha sonra da
Celâl Bayar ve diğer DP milletvekilleri ile birlikte
Kayseri Kapalı Cezaevi'nde tutuklu kaldı. 16 ay sonra
aklanarak serbest kaldı.

Serbest kaldıktan sonra siyasete dönmek istemedi.


Son yıllarını Arnavutköy’deki evinde geçirdi.
Yassıada’da arkadaşlarıyla birlikte yaşadığı baskıyı
“Zindan Duvarları” adlı bir şiir ile anlattı ve şiiri
kitap olarak yayınladı.
Eşinin ani ölümünün
ardından çıktığı Akdeniz
gezisi sırasında Samsun
vapurunda Kaş - Fethiye
arasında seyrederken 8
Kasım 1973 günü bir gezi
sırasında hayatını kaybetti.
Cenazesi, 11 kasım
1973’te Zincirlikuyu
Mezarlığı’na
defnedilmiştir.Öğretmenlik
yaptığı Kabataş Lisesi’nde
2005 yılında Faruk Nafiz
Çamlıbel adına bir müze
açılmıştır.
Fâruk Nâfiz, çocukluk ve gençlik yıllarında devletin
kötü günlerini yaşayan bir şâirdir. Bu devrin bedbaht
hayatını ve hastalıklı hassâsiyetini şiirlerine işlemesini
bilmiş, Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âtî edebî ekollerinin
dili ile ses vermiştir.

İlk zamanlar şiirlerini olgun ve kuvvetli bir arûzla


Cenâb Şahabeddin'in tesirinde kalarak yazmış ve eski
şâirlerden Bâkî'nin sesi ile eserler vermiştir. Daha
sonra Yahya Kemâl gibi söylemekten hoşlanmıştır.
Fâruk Nâfiz, şiirlerinde,Tükçenin kudretini gösteren
şâirdir.O, şiirin asırların ötesinden süzülerek işlenen
Türkçeyle söylenmesi tarafındadır.Türkçe asıllı veya
milletimizin değer verdiği yabancı kelimeleri seçen
şâir, köklü bir dil zevkine sâhiptir.
Faruk Nafiz, bu devir şiirinde Servet-i Fünun
tesirinden kurtulmuş ve Yahya Kemal’den
etkilenmeye başlamıştır. Ancak, aşk en
önemli tema olma özelliğini kaybetmemiştir.
1922 yılından itibaren bireysel temalardan
uzaklaşıp topluma yönelmiştir. Bu sıralarda
ülkede Kurtuluş Savaşı kazanılmış, ülke
düşman işgalinden kurtarılmıştır. Anadolu,
doğal güzellikleri ve sıcak, misafirperver
insanlarıyla kaleme alınmamış bir destan
gibidir. Bunun farkına varan sanatçı, 1919-
1922 yılları arasında aruzun yanında hece
ölçüsüne de eserlerinde yer vermeye
başlamıştır. 1922 yılından sonra tamamen
heceye geçiş yapmış ve kendisini meşhur
eden şiirlerini bu ölçüyle kaleme almıştır.
O, millî şiirin vezin meselesi hâline getirilmesi,
arûzdan heceye göçün başladığı bir zamanda
beş hece şâirleri arasına katılmış, bilhassa
hecenin 7 + 7 = 14 vezninde güzel şiirler
söylemiştir. Fakat bunun yanında aruzu da
bırakmayan Fâruk Nâfiz, bu vezni Türk aruzu
hâline getiren Muallim Nâci,Mehmed Âkif,
Ahmed Hâşim ve Yahyâ Kemâl gibi, şâirleri tâkib
etmiş son usta şâirdir. Zâten Fâruk Nâfiz'in bu
durumu, Yahyâ Kemâl'in:

Bir lübbüdür, cihânde elezz-i lezâizin


Her mısra-ı güzîdesi Fârûk Nâfiz'in

beyti ile de takdir edilmiştir.


Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy,
Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon ile
birlikte Türk Edebiyat tarihinde biraz
tartışmalı olan “Beş Hececiler”’ adlı
grubun üyesidir.
BEŞ HECECİLER
• Hecenin beş şairi adıyla da anılan bu sanatçılar
milli edebiyat akımından etkilenmiş ve
şiirlerinde hece veznini kullanmışlardır.
• Şiirde sade ve özentisiz olmayı ve süsten uzak
olmayı tercih etmişlerdir.
• Beş hececiler şiire birinci dünya savaşı ve milli
mücadele döneminde başlamışlardır.
• Beş hececiler ilk şiirlerinde aruz veznini
kullanmışlar daha sonra heceye geçmişlerdir.
• Şiirde memleket sevgisi, yurdun güzellikleri,
kahramanlıklar ve yiğitlik gibi temaları
işlemişlerdir.
• Hece vezni ile serbest müstezat yazmayı da
denediler.
• Mısra kümelerinde dörtlük esasına bağlı
kalmadılar yeni yeni biçimler aradılar.
• Nesir cümlesini şiire aktardılar ve düzyazıdaki
İkinci meşrutiyet dönemindeki Milliyetçilik ve
Tük halkını bir araya toplama sürecinde ortaya
çıkmış; yurt sevgisini dile getiren hece
ölçüsüylüe şiirler yazarmışlardır. “Konuşulan
güzel Tükçeyi yazı diline geçirerek yeni ve
büyük davayı kazanan ve kazandıranlar” olarak
nitelendirilen Beş Hececiler; Ziya Gökalp ve
Ömer Seyfettin‘lerin başlattıkları “Yeni Lisan”
anlayışının etkisiyle, Osmanlıcadan arınan bir
dille şiir yazamaya yöneldiler. Ulus/ulusçuluk
bilincini süekli ön planda tutmuşlardır.
Beş Hececiler Hareketi, aruzla yazanlara bir
tepkiydi, biçimde ve içerikte sadeliği getirdi. Bu
işlevlerinden öte, bir rejimin sorunlarını da
tartışmaya yönelmişlerdir.
Edebiyat dünyasına aruzla yazdığı şiirle giren
Faruk Nafiz Çamlıbel Hecenin Beş Şairinden Biri
olarak ünlendi. Anadolu’ya geçmeden önce aşk
şiirleri yazan şair daha sonra memleketçi şiir
anlayışını benimsedi. Anayurt isimli haftalık bir
edebiyat dergisi çıkaran şair, aruzuda hece kadar
mükemmel şekilde kullanmıştır. Tatlı Sert isimli
kitabında, Akbaba ve karikatür dergilerinde
yayınlanan mizahi şiirlerini topladı.
Parnasçı deneyişlerden geçmiştir ve Yahya Kemal’i çok
benimsemiştir. Mısrada iç ve dış musikisinin güzel
örnekleri son şiirleri arasında bilhassa bulunmaktadır.
Mecazlar bakımından Faruk Nafiz fazla bir yenilik
getirmiş değildir. Çoğu şiirlerinde çıplak anlatımı tercih
eden bu şairin hayallerinde sonsuzluk, tasarlayışında fazla
bir derinlik olduğu söylenemez. Bol bol töre mecazları
kullanarak zekayı hoşlandıran buluşlarla yetinmiştir.
Çamlıbel, Yahya Kemal’in tesirinde çok
kalmakla beraber, hiçbir zaman sanatta
mükemmeliyetçilik gütmemiştir. Faruk Nafiz,
şiirlerini ustası gibi yıllarca olgunlaşsın diye
bekletmemiş, sıcak sıcak yayımlamıştır ve
dönemin heyecanını körüklemiştir.
Bağımsızlık mücadelesinden sonra, zafer
sarhoşluğu ile Anadolu toprakları, insanı,
tarihi ve yaşamı ile yeniden keşfedilirken,
sanatçı da Anadolu’dan yankı uyandıranlar
arasında yerini bulmuştur.
Nafiz, 19 Mayıs 1919’da başlayan Milli
Mücadeleyi büyük bir heyecan ve coşkuyla
karşılamış ve duygularını anlatmak için de “At”
şiirini yazmıştır
Cumhuriyetin ilan edilmesi, Çamlıbel’in sanat
anlayışının değişmeye başlamasına neden
olmuştur. Aslında bu değişimin başlangıcı daha
eskilere uzanmaktadır. 1922 yılında Kayseri
Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapmaya
başlaması bu değişimin temelini oluşturmaktadır.
Aynı sene İleri gazetesindeki görevinden dolayı
Ankara’ya gitmesi ve bu yolculukları sırasında
Anadolu’yu gezme imkânı bulması, ona daha önce
hiç bilmediği Anadolu coğrafyasını ve insanını
yakından tanıma olanağını vermiştir.
Nafiz’in duygu ve düşünce yapısının
şekillenmesinde büyük rol oynayan Anadolu
yaşayışı, “Han Duvarları” şiirinde can bulmuştur.
Çamlıbel, bu şiirini öğretmenliği sürdürmek için
Kayseri’den Ankara’ya giderken gördüklerinden
esinlenerek kaleme almıştır. Han Duvarları
şiirinden önce aruz ölçüsüyle yazdığı aşk şiirleriyle
Sanatçı, halkın yaşantılarından çıkardığı konuları yine
halkın söyleyiş ve nazım biçimleriyle dile getirir.
Yepyeni görüşler getiren ünlü "Sanat" şiiri, memleketçi
şiirin ilk bilinçli bildirisi kabul edilir. Batı etkilerine
kapalı, Türk halk şiirine açık bir tutum içindedir.

Şiirlerinde ele aldığı başlıca temalar aşk, hasret, tabiat,


ölüm, kahramanlık ve ihtirastır. 1918-1930 arasında
edebiyatın tek kuvvetli aşk şairi olarak tanınmıştır.
Duygu ve düşünceyi bir arada yürüten, romantik ve
realist konuları ve hayatları işleyen şiirleriyle ün
yapmıştır. Yolcu ile Arabacı şiirindeki yolcuyu ruha,
arabacıyı bedene benzettiği örneklerdeki gibi başarılı
teşbihleriyle tanınır.

Şiirin yanı sıra, yurt ve ulus sevgisini işlediği veya


toplumsal gerçeklere yöneldiği oyunlar da yazdı.
ÖZET OLARAK

• Beş Hececilerin en önemli ismidir.


• Aruz ölçüsüyle yazdığı ilk şiirlerden sonra daha çok
heceyi kullanmaya başlamıştır.
• Aruzu tamamıyla terk etmeyen şair her iki vezni de
usta­ca kullanmıştır. "Şarkın
Sultanları" ve "Gönülden Gönüle" şiirlerini
aruzla yazmıştır.
• “Sanat” adlı şiiriyle “memleketçi
edebiyat” anlayışının öncülüğünü yapmıştır. Bu
şiir, memleketçi şiirin ilk bilinçli bildirisi kabul
edilir.
• "Folklor" ve "Halk Edebiyatı" Faruk Nafiz
Çamlıbel'in sanatını süsleyen önemli unsurlardır.
• Hem bireysel duygularını hem de memleket
konularını şiirlerinde işlemiştir.
• Şiirlerindeki başlıca temalar aşk, hasret,
tabiat, ölüm, kahramanlık ve ihtirastır.
• Düş ile gerçeği kaynaştırdığı epik ve
lirik özellikteki şiir­ler yazmıştır.
• Realist-romantik özellikler taşır.
• “Han Duvarları” şiiri çok ünlüdür.
• Behçet Kemal Çağlar ile
birlikte Onuncu Yıl Marşı'nın sözlerini
yazmıştır. Bu marşla, Türk milletinin
bağımsızlık mücadelesini ve hedeflerini
anlatmıştır.
• Faruk Nafiz Çamlıbel, şiirlerinde "Çam
Deviren", "Akıllı Ozan", "Kalender"
ve "Deli Ozan" gibi takma adlar
kullanmıştır.
• Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nda
da etkili bir isimdir.
Alçıdan Heykel Han Duvarları
Allahaısmarladık Hayat
Ardında Koşma
Bağ Bozumu Kır Türküsü
Beşikten Mezara Kadar Kıskanç
Bizim Memleket Kızıma
Cennet ve Cehennem Kış Bahçeleri
Çoban Çeşmesi Naz
Dağlar Onu Bir Gün Görmedim
Davet Sana
Eriyen Adam Sen Nerdesin
Firari Serenat
Gençlik Son Aşık
Gizli Bakışlar Son Beklediğim
Gönül Suyun Üstünde Mısralar
Görmeden Taptığım Put İstanbul
Hamd U Sena Zafer Türküsü
Ali Ölümü Hatırlatan Kadın
Dün Bir Kadın Ağladı İstanbul
Atam Atatürk
Bayrak Altında Boğaziçi Şarkısı
Çanakkale Ebediyyet Yolunda
Kadın Koşma
Mehmetçike Kaside Mustafa Kemal
Rubailer Sanat
Senden Dönüş Veraset
Kızıl Saçlar At
İnancını Kaybetmiş Zümrelere Sesleniş Melek-ül-mevt
Yolcu ile Arabacı Yeni Kerem
Kelebek Eller
OYUN: (çoğu manzumdur)

Canavar (1925)
Özyurt (1932)
Akın (1932)
Kahraman (1933)
Yayla Kartalı (1945)

ROMAN:

Yıldız Yağmuru (1936)


HAN DUVARLARI
-Osmanzade Hamdi Bey'e-
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler..
.
ALLAHAISMARLADIK
Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git...
Bir yarın göçtüğünü,çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!

Yavrusunun yoluna dalan bir dul bakışı


Andırıyor ışıksız evinde pencereler.
Biraz yeşermek için beklesin artık kışı
Çağlayansız yamaçlar,suyu dinmiş dereler.

Bir sarı yaprak gibi düştü gönlüm yoluna,


Buğulu gözlerimden geçmediğin gün olmaz:
Benim kadar titremez hiç bir yiğit oğluna,
Hiç bir ana kızına bu kadar düşkün olmaz.

Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü,


Alnından öz kardeşim öpse ben irkilirim.
Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü,
Kimlerin rüyasına girdiğini bilirim.

Gözlerimi gün gibi kamaştıran yüzünü


Daha candan görürüm senden uzaklaşınca.
Sararırsın dönüşte görünce öksüzünü:
Bir gelinlik kız olur aşkım senin yaşınca.

Elimi
. beş yerinden dağladı beş parmağın,
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git.
Bir yarın göçtüğünü, bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!
ÇOBAN ÇEŞMESİ Vefasız Aslı'ya yol
Derinden derine ırmaklar gösteren bu, Kerem'in
ağlar, Uzaktan uzağa sazına cevap veren bu,
çoban çeşmesi, Ey suyun Kuruyan gözlere yaş
sesinden anlıyan bağlar, gönderen bu... Sızmadı
Ne söyler şu dağa çoban toprağa çoban çeşmesi.
çeşmesi. "Göynünü Leyla gelin oldu, Mecnun
Şirin'in aşkı sarınca Yol mezarda, Bir susuz yolcu
almış hayatın ufuklarınca, yok şimdi dağlarda,
O hızla dağları Ferhat Ateşten kızaran bir gül
yarınca Başlamış akmağa arar da, Gezer bağdan
çoban çeşmesi..." O bağa çoban çeşmesi, Ne
zaman başından aşkındı şair yaş döker, ne aşık
derdi, Mermeri oyardı, ağlar, Tarihe karıştı eski
taşı delerdi. Kaç yanık sevdalar. Beyhude
yolcuya soğuk su verdi. seslenir, beyhude çağlar,
Değdi kaç dudağa çoban Bir sola, bir sağa çoban
çeşmesi. çeşmesi...
FİRARİ

Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin


Sana kafir dediler, diş biledim Hak'ka bile
Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin
Kahpelendin de garez bağladım ahlaka bile.

Sana çirkin demedim ben, kafir demedim


Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin
Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim
Bu firar aklına nereden, ne zaman esti senin.

Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine


Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek.
Sen bir ahu gibi dağdan dağa kaçsan da yine
Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek.
AT
Bin gemle bağlanan yağız at şaha kalkıyor
Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor

Son macerayı dinlememiş varsa anlatın;


Ram etmek isteyenler o mağrur, asil atın

Beyhudedir, her uzvuna bir halka bulsa da;


Boştur, köpüklü ağzına gemler vurulsa da...

Coştukça böyle sel gibi bağrında hisleri


Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri!

Son şanlı mâcerâsını tarihe anlatın:


Zincir içinde bağlı duran kahraman atın

Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor


Asrın baş eğdi sandığı at şâha kalkıyor!
Kıskanç

Sakın bir söz söyleme..


Yüzüme bakma sakın.!Sesini
duyan olur, sana göz koyan
olur.Düşmanımdır seni kim
bulursa cana yakın,Annen
bile okşasa benim bağrım
kan olur..Dilerim Tanrı’dan ki,
sana açık kucaklarBir daha
kapanmadan kara toprakla
dolsun;Kan tükürsün adını
candan anan dudaklar,Sana
benim gözümle bakan gözler
kör olsun.!
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
Biz de Şeyhoğlu Satılmış
gibi çizdik duvara;
Nice yıl dillere destân
olacak nâmımızı.
Bu canım yurt, ona
gurbet, bize zindân oldu;
Geçtiler yanyana tarihe
serencâmımızı.
***
Bilmiyor gülmeyi
sâkinlerinin binde biri;
Bir vatan derdi birikmiş bir
avuçluk karada.
Kuşu hicran getirir,
dalgası hüsran götürür;
Mavi bir gözde elem
katresidir Yassıada.
***
SUDA HALKALAR

Erguvan ile füsun ile deniz


parlaktı.
Aşkımız dalgalanırken suya
sessiz baktı:
Başı dönmüş gibi dalgın bu uzun
zemzemeden,
Anlıyordum, beni sevmişti o,
sevdim demeden.
CANAVAR TİYATRO ESERİ
ÖZETİ:
Ahmet , Zeynep’e aşıktır. Aşkı karşılıklıdır. Zeynep’de
Ahmet’i sever fakat sevdalarının üzerinde kara bulutlar
dolaşır. Ömer Zeynep’e aşık olur ve onu elde edebilmek
için elinden geleni yapar , tüm şartları zorlar. Zeynep’ten
yüz bulamayınca Zeynep’i kaçırır. Ahmet , Zeynep’in
kaçırıldığını duyduğu gibi sevdiği kızı kurtarmanın bir
yolunu arar ve peşlerine düşer. Uzun badirelerden sonra
Zeynep’e ulaşır ve onu kurtarır. Ahmet ve Zeynep iki aşık
kaçarlar çünkü Ömer ve adamları onların peşine düşmüştür.
Ömer ; Zeynep’i alma konusunda kararlıdır. Zeynep ve
Ahmet kaçarken Ömer’in onları tekrar ayıracağı ve
kavuşamayacaklarını düşünüp umutsuzluğa kapılırlar.
Ümitlerini yitirirler. Bunun üzerine Ahmet , Zeynep’i
öldürür. Sevdiğinin öcünü almak için de dağlara çıkar.
FARUK NAFİZ VE ŞÜKUFE NİHAL AŞKI
Döneminin önemli aydınlarından
Mithat Sadullah Sander ile ilk evliliğini yapan
Şükufe Nihal’e, bu arada kendisinden aruz dersleri
alan eşinin yakın arkadaşı ve aynı zamanda Cenap
Şehabettin’in kardeşi olan Osman Fahri adlı şair
ve ressam genç kendisine aşık olur. Lakin
güzelliğiyle döneminde adından çokça söz ettiren
Şükufe Nihal evli olmasının bilincinde olarak bu
aşka karşılık vermez.
Bunun üzerine Osman Fahri hem reddedilmiş birisi
olarak, hem de en yakın arkadaşının eşine aşık
olmuş birisi olarak bu durumu kendisine
yediremeyerek İstanbul’u terk eder
Otuz yaşlarında şiddetle kapıldığı aşktan yana
sevdiği kadından karşılık bulamayınca üzüntü ve
kederden buhranda olduğu bir gece tabancasını
şakağına dayayarak intihara teşebbüs eder ve
bitkisel hayata girer. Dört ay sonra da İstanbul’da
vefat eder.
Bu aşk Şükufe Nihal’de derin bir iz bırakır ve “
Yakut Kayalar” adındaki biyografik romanı
kaleme alır ki bu romanda Şükufe Nihal’ın bütün
yaşantısı bir şekilde kendi ağzından
anlatılmaktadır.
Bu hazin aşk hikayesi ölümle sonuçlandıktan sonra
Şükufe Nihal ikinci evliliğini kızının babası Ahmet
Hamdi Başar ile yapacak ancak yine mutlu
olamayacaktır. Bu kez karşısına bir başka şair
Faruk Nafiz Çamlıbel çıkacaktır. Aradığı ve
idealize ettiği sanatkar eş ve sevgiliyi ve dahi aşkı
bir türlü bulamayan ve ruhu yalnızlıklar ülkesine
sürüklenen bu hassas ve duygulu kadın, uzunca bir
aradan sonra Faruk Nafiz’i yarasına merhem gibi,
bir umut gibi görür ancak Faruk Nafiz’in defalarca
yaptığı evlilik teklifini de kabul etmez, zira kızına
üvey bir baba istemez.
Buna içerleyen Faruk Nafiz Çamlıbel, onu belki de
kıskandırmak için başka bir kadınla ani bir evlilik
yapar.
Bu Şükufe Nihal’i derinden yaralar ve bir daha
barışmazlar ölünceye kadar bu kırgınlık ve öfke
sürer. Ancak her ikisi bu aşkla birlikte
edebiyatımıza bir çok ölümsüz şiir ve eser
bırakırlar. Mesela Faruk Nafiz ”Yıldız
Yağmuru” adlı romanında Şükufe Nihal de
“Yalnız Dönüyorum” adlı romanında bu aşkı
anlatırlar.
Mesela Faruk Nafiz Çamlıbel
“Allahaısmarladık” adlı şiirini bu içli aşkı
bitirişi üzerine yazar
Şükufe Nihal Başar’a aşık olan diğer
şairlerimizden Nazım Hikmet ve
Ahmet Kutsi Tecer’i de zikretmeden geçmeyelim.
Zaten Faruk Nafiz’i kıskançlık krizlerine sokup
tayinini İstanbul’dan Ankara’ya aldıracak kadar
kızdıran unsurların bir diğer sebebi de sevdiği
kadının peşine düşen kalabalık bir hayran
kitlesinin varlığıdır.
Şükufe Nihal ikinci eşinden ayrıldığı demlerde
altmışlı yaşlarını sürmektedir. Ölümüne kadar da
dilinden ilk aşkı Osman Fahri’nin ismini
düşürmeyecektir. İlk ve hazin aşkı dilinde hayata
gözlerini yumacaktır.

You might also like