Ege Devlet

You might also like

Download as pptx, pdf, or txt
Download as pptx, pdf, or txt
You are on page 1of 21

Devlet - Platon

HAZIR LAYAN
EGE ÇAKMAK
NUMARA SINIF
29 10/A HSB
İÇİNDEKİLER
 Yunan Siyasal Ütopyası Özeti
 Üç Cevher Mitosu ve Mağara Benzetmesi
 Siyasal Rejimler
 En Kötü ve En İyi Yönetim Biçimleri
 Korku Ütopyaları
1 - Yunan Siyasal Ütopyası Özet
Yunan Siyasal Ütopyası Platon ve Aristoteles’in insan doğası ve toplum anlayışına odaklanmaktadır. Bu iki düşünürün insan
doğasını ve toplumu nasıl açıkladıklarına değinip, onların siyaset teorilerindeki yönetim anlayışlarında insan doğası ve
topluma dair çıkarımlarının yerinin ne olduğu tartışılmaktadır.

Buna göre Platon ve Aristoteles insanların doğaları gereği belli özelliklere sahip olduğu anlayışında ortaklaşmaktadırlar. Aynı
şekilde ikisi de insanların doğuştan getirmiş olduğu bazı yetenekler olduğuna ve bu yeteneklerin insanların almış oldukları
eğitimle geliştirilmesi gerektiği fikrinde aynı noktada bulunmaktadırlar. Diğer taraftan iki düşünüründe toplumu
gerekçelendirme biçimleri aynıdır. Hem Platon hem de Aristoteles, insanların kendilerine yeten bir varlık olmamalarından ve
bir başkasına gereksinim duymalarından dolayı toplum içinde yaşamak zorunda olduklarını düşünür. Platon ve Aristoteles
arasındaki farklılıklara bakılacak olursa; Aristoteles, Platon’un varsaydığı idealar dünyasından bahsetmez. Ayrıca her
insanın kendi içinde onu en iyiyi gerçekleştirmeye götüren bir ereğinin olduğunu söyler. Böylece insanların bir araya getirip
kurdukları devletin de iyi bir devlet olduğu fikrine ulaşır. Platon kendi düşünmüş olduğu devlet modelinde insanların
mayalarına göre toplumda iş yapmaları ve eğitim almalarını düşünürken, Aristoteles, doğrudan bazı insanların doğuştan
aklıyla her şeyi sezebilen bir varlık olduğu için yönetici, bazılarının ise doğuştan bedensel kuvvetlerinin olması nedeniyle
yönetilen olması gerektiğini düşünür.
. Adeimantos ve Glaukon ile aralarında geçen konuşmalar özellikle dikkat çekicidir. Glaukon’a göre, doğru dediğimiz kimseler, haksızlık
edemedikleri için doğru olmaya çalışanlardır ve bu kimseler doğru olmayı kendi istekleriyle yapmazlar. Buradan hareketle Glaukon, kanun
zoruyla insanın eşitlik ilkesini benimsemesi gerektiğini söylemeye mecbur kalır. Glaukon’a göre, birisi bir gücü eline geçirince, bu gücü ele
geçirmeden önce ister iyi, erdemli olsun; isterse kötü ve erdemsiz fark etmez, ikisi de aynı yolu izleyecektir.

“Bir doğru, bir de eğri adam alalım, ikisine de dilediklerini yapmak fırsatını verelim. Sonra da artlarına düşüp eğilimlerinin onları nereye
götüreceğine bakalım. Göreceğiz ki, doğrunun gittiği yer, eğrinin de gittiği yer olacak; çünkü kendinde olandan fazlasını istemek, bunu iyi bir
şey sayıp ardına düşmek, insanın doğuşunda olan bir şeydir. İşte, onu bundan alıkoyan, eşitlik saygısına götüren kanundur.
2 - Mağara Benzetmesi ve Üç Cevher
Mitosu
- Şimdi şunu düşün bakalım bir de: Uydurma varlıklar yapan, benzetmeci dediğimiz adam gerçekten anlamaz, yalnız görünüşü bilir değil mi?

- Evet.

-…

- Ressam, bir dizgin, bir de gemi çizdi diyelim. - Peki. - Ama bunları yapan saraçla demircidir. Dizginle gemin nasıl olacağını bilen ressam mıdır? Hatta
onları yapan saraçla demirci midir? Bundan anlayan daha çok dizginle gemi kullanmasını bilen, atlara bakan değil midir?

- Çok doğru.

Şimdi, insan denen yaratığı eğitimle aydınlanmış ve aydınlanmamış olarak düşün. Bunu şöyle bir benzetmeyle anlatayım: Yeraltında mağaramsı bir yer,
içinde insanlar. Önde boydan boya ışığa açılan bir giriş... İnsanlar çocukluklarından beri ayaklarından, boyunlarından zincire vurulmuş, bu mağarada
yaşıyorlar. Ne kımıldanabiliyor, ne de burunlarının ucundan başka bir yer görebiliyorlar. Öyle sıkı sıkıya bağlanmışlar ki, kafalarını bile oynatamıyorlar.
Yüksek bir yerde yakılmış bir ateş parıldıyor arkalarında.

Mahpuslarla ateş arasında dimdik bir yol var. Bu yol boyunca alçak bir duvar, hani şu kukla oynatanlar seyircilerle kendi arasına koydukları ve üstünde
marifetlerini gösterdikleri bölme var ya, onun gibi bir duvar… Bu alçak duvar arkasında insanlar düşün. Ellerinde türlü türlü araçlar, taştan, tahtadan
yapılmış, insana, hayvana ve daha başka şeylere benzer kuklalar taşıyorlar. Bu taşıdıkları şeyler, bölmenin üstünde görülüyor. Gelip geçen insanların
kimi konuşuyor, kimi susuyor.
Bazı insanlar karanlık bir mağaraya zincirlenmişlerdir ve bu insanlar başlarını sağa ve sola
çeviremezler sadece karşılarındakini görebilmektelerdir. Doğuştan beri bu mağarada bulunan
insanlar mağaranın girişinden yansıyan nesnelerin gölgelerini görür ve bunları gerçeklikleri olarak
algılarlar. Nihayet bir gün bu insanlardan bir tanesi zincirlerinden kurtulur ve mağarayı terk eder.
Mağarayı terk eden bu insan mağaranın dışında yeni bir gerçeklik ile tanışır ve duvarda gölgelerini
gördüğü nesnelerin gerçek olmadığının farkına varır. Bunu mağaradaki arkadaşları ile paylaşmak
üzere mağaraya geri döner. Mağaradaki arkadaşları ise mağaranın dışında farklı bir gerçeklik
olduğuna inanmazlar. Ve bu insanlara mağaranın dışındaki gerçekliği aktarabilmek de imkânsızdır.

Bir şekilde toplumdan daha meraklı olan bireyler, toplum ve kuralları dışındaki hayatı da
öğrenmek isterler. Ancak içinde yaşadıkları ortamın dışına çıktıkları zaman
bocalarlar. Sabırla yoluna devam eden birey, aslında içinde yaşadığı toplumun ve
kuralların yalnızca kendi gerçeklikleri olduğunu fark eder. Aslında gerçeklik, onlara
öğretilenden çok daha farklıdır.
3 - Siyasal Rejimler
-Doğrusu bu dört (kötü) devlet şekli neymiş, merak ediyorum.

-Bu merakım gidermek zor iş değil; çünkü belli adları var bu şekillerin. Söyleyeyim: Birinci ve en ünlüsü, Girit ve Lakedemonya’nın devlet şekli, değer
bakımından da İkincisi, oligarşi dediğimiz şekildir; bunun bozuk yanları saymakla bitmez. Sonra bunun karşıtı olan demokrasi gelir; ondan sonra da
hepsini bastıran zorbalık; devletin dördüncü ve en son hastalığı! Bunlardan apayrı bir başka devlet şekli biliyor musun? Babadan oğula geçen krallıklar;
satın alınan beylikler ve bunlara benzer şekiller, söylediklerimiz arasına girebilir... Yunanlılarda da, yabancılarda da bunların türlü türlüsüne rastlanır.

- Çok var, sahi... Hem bazıları ne kadar tuhaf

. - Kaç çeşit insan yaradılışı varsa, o kadar da devlet şekli olacak elbet. Devlet şekilleri meşe ormanlarından, gelir. Baştakiler arasına ayrılık girmesinden
doğar. Yönetenler arasında tam bir birlik varsa, ne kadar azlık da olsalar, zordur sarsman onları.
--Timokrasi--
Herkes bilir ki,bir toplumun düzenindeki her çeşit değişiklikler baştakilerden gelir.Baştakiler arasına ayrılık
girmesinden doğar.Yönetenler arasında tam bir birlik varsa,ne kadar azınlık da olsalar,zordur sarsman onları.

Aristokrasi düzeninin bozulması sonucu ortaya çıkar. Monark veya aristokratların bilgelik ve doğruluktan
daha ziyade şan ve şöhrete önem vermesi, şan ve ün peşinde koşan askerlerin yönetim ele geçirmesiyle
kurulmuş olan yönetimdir. Bu tür yöneticiler sadece kendi menfaatlerini önemseyip ve yönetilenler üzerinde
şiddet yoluyla kendi zenginliklerini arttırmayı amaçlamışlardır. Platon, şan şeref arayan insanın karşısında
gösterdiği bu yönetim şekline Girit ve Lakedemonya devlet şekilleri örnek gösterir. Bu yönetim şekli, ideal
devletin bozulmasıyla, yani ruhun ya da devletin içindeki akla dayalı yanın, akıl dışı tarafından sürülüp
atılmasıyla ortaya çıkar. Bu yönetimde, iyilik ve kötülük birbirine karışmıştır. Varlık sahibi olmayı ölçü alan,
yoksulların yönetime hiç katılmadığı, para ve maddiyatın ön plana çıktığı ideal olmayan devlet
biçimlerindendir.
--Oligarşi--
Herkesin altınını biriktirdiği gizli çıkışın yok mu,timarşiyi yıkan işte budur.Para harcayacak türlü yerler bulurlar
ilkin.Rahatça harcayabilmek için de yasaları bozarlar,sonunda ne kendilerini sayar ne de kadınları.

Ara üzerine, zengin yurttaşların verdiği vergi nispeti üzerine kurulu bir yönetim
şeklidir. Gelir üzerine dayanan, zenginlerin yönettiği, yoksulların yönetime
katılmadığı, filozofların düşüncelerinin yönetime karışmadığı bir düzen olan
oligarşi, servet biriktirme arzusundan doğar. Ekonomik eşitsizliklerle toplum
parçalanmıştır bunun yanında, yönetici grubun birliği de zenginlik hırsı ile
dağılmıştır. Ezilen, hor görülen yurttaş kalabalığı, paranın gücüne dayanan bu
devleti şiddetle yıkarlar.[Bu da oligarşinin sonunu getirir.
Platon için devlette tek kişinin yönetiminin başında olmasını, mümkün değilse birden fazla kişinin
yönetiminin başında olması gerektiğini vurgular. Oligarşi ise yönetimin bir grup tarafından sağlandığı bir
yönetim biçimidir. Platon için oligarşi ideal devletin uzağındadır. Çünkü o devleti yönetim sanatına hiçbir
zaman zenginlerin sahip olamayacağını belirtir.
--Demokrasi--
Bu düzenin başındakiler, kudretlerini mala, mülke borçlu oldukları için, gençlerin hovardalıklarını, baba mallarını harcayıp tüketmelerini kanunlarla
önlemeye gitmezler; çünkü daha zengin, daha hatırı sayılır olmak için, bu hovardaları borçlandırıp mallarını ellerinden almak isterler…Bir devlette
yurttaşların hem zenginlik peşine düşmeleri, hem de ölçülü, tokgözlü olmaları mümkün müdür? Bu iki şeyden birini gözden çıkarmak şarttır değil mi? İşte
bu yüzden oligarşilerde devlet adamları, yurttaşların ölçüsüz para harcamalarına, israflarına göz yumarlar Sonunda da iyi soylu, yiğit kişileri beş parasız
bırakırlar.

Böylece toplumda bir sürü işsiz türemeye başlar. İçlerinde zehir taşıyan bu başıboş insanların kimi borca boğulmuştur, kimi yüzkarasına, kimi de her ikisine.
Mallarını ellerinden alanlara ve bütün yurttaşlara kin besler, gizli gizli toplanıp onlara kötülük etme yollarını ararlar

Bütün düşünceleri devleti yıkmak, düzeni değiştirmek olur. Bu mutsuz insanları görmezlikten gelen zenginlerse, borç verip faiz almaktan başka bir şey
düşünmezler. Zehirli iğneleri, yani paralarıyla darda kalan yurttaşları sokmaya devam ederler. Onlar sermayelerini büyüttükçe toplumda da yabanarıları ve
serseriler, çoğaldıkça çoğalır. Ateş istediği kadar bacayı sarsın, bu adamlar onu söndürmek için kıllarını kıpırdatmazlar. Ne demin söylediğim ilk çareye
başvurup herkesin malını dilediği gibi harcamasına engel olurlar, ne de yolsuzlukları önleyecek bir kanun korlar.

İsraf yasağından sonra yurttaşları dürüst olmaya zorlayacak bir kanun. Gönül isteğiyle borç alıp verme işlerinde kanunlar borç vereni korumasaydı,
yurttaşlar paralarını tehlikeye atmaktan korkar, bu kadar yüzsüzce zengin olma yolunu tutmazlardı. Böylece toplumda da sözünü ettiğimiz kötülükler kolay
kolay doğmazdı. Oysa ki devletin başındakiler, anlattığım sebeplerle yurttaşları, yönettikleri insanları, bu çıkmaz duruma kendileri sokarlar. Kendilerine ve
çocuklarına gelince, gençler eğlenceye dalar, bedenlerini ve kafalarını işletmekten kalır, yumuşar, zevke de, acıya da dayanamaz olurlar. İşte bu kavgada
fakirler düşmanlarını yendiler mi, demokrasi kurulur Zenginlerin kimi öldürülür, kimi yurtdışına sürülür. Geri kalan yurttaşlar devleti ve devlet işlerini eşit
şartlarla paylaşırlar. Çok defa da işbaşına gelecekler kurayla seçilir.
Platon'a göre zengin sınıfın alabildiğine zengin olma isteği sonucu demokratik düzene geçilmiştir. Soylu ve cesur kişilerin birleşerek site
düzenini yıkması sonucunda demokrasi kurulmuştur. Böylece dileyenin dilediği gibi yaşadığı, herkesin kendisine bir düzen kurduğu bir "düzen
panayırı" ortaya çıkar ki, bu da düzensizliğin ayrı bir türüdür. Platon, demokrasiyi çekici, anarşik, eşit kadar eşitsize de bir türlü eşitlik veren
bir yönetim olarak görmektedir. Platon demokraside üç sınıftan bahseder: Oligarşideki yönetici sınıftan çok daha kalabalık olan yöneticiler,
zenginler ve küçük gelirli halktır. Yöneticilerin, zenginler ile diğer sınıf arasında denge kurma çabaları kutuplaşmayı engelleyememiştir.

Platon'a göre demokrasi yönetiminde özgürlük düşüncesinin her yere yayılmaması imkansızdır. Satın alınmış kadın, erkek köleler, kendilerini
satın almış kişiler kadar özgürlerdir. Sıradan bir insanın yönetimde yer alması Platon için büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Çünkü o her işin
ustası tarafından yapılmasını ısrarla savunmuştur. Oysa demokrasi, yönetimi bu işin ustaları denilecek az sayıda kişiye değil, halka yani
çoğunluğa bırakmaktadır. Çoğunluğun yönetimi Platon için asla doğru bir yönetim şekli değildir. O, bilgisiz ve tasasız devlet yönetme şekli
olarak gördüğü demokrasiyi, filozof-kral yönetimindeki aristokratik devlet ile değiştirmeyi önermektedir.
--Tiranlık--
Demokrasiyi yıkan da, onun en büyük değer saydığı, doymadan arzuladığı şey oldu,

-Nedir o?

- Özgürlük Bir demokrasi devletinde herkesin en güzel dediği şey odur Özgür doğan bir insan yalnız böyle bir devlette yaşayabilir, derler, duymuşsundur.

-Evet, sık sık duyduğumuz sözlerdir bunlar.

- İşte buna gelmek istiyordum ben de. Bu doymak bilmeyen, başka değerlen küçümseyen özgürlük isteği, demokrasinin değişmesin ve zorbalık yolunu
tutmasına sebep olur

Demokrasinin yarattığı aşırılık ve kaos ortamında menfaatlerini korumaya çalışan zenginler yeniden oligarşiyi kurmaya çalışmışlardır, buna karşılık
halkın onlara karşı mücadele vermesi için içlerinden birisine olağanüstü yetkiler vererek tiranlık sisteminin ortaya çıkmasına yol açmışlardır. Tiran, halkı
baş kaldırmaması için vergilerle ezerek yoksullaştırmıştır. Şiddet üzerine kurulu olan iktidar, halkın hep korku içinde yaşamasına neden olmuştur. Tiran,
devlette kötüyü hâkim kılmıştır.
Platon'a göre nasıl aklın denetimindeki aristokratik devlet, yönetimlerin en iyisi ve en mutlusu ise, aynı şekilde hırs ve arzunun kölesi olan tiranın
yönettiği devlette, yönetimlerin en kötüsü ve en mutsuz olunanıdır. Platon'a göre tiran, mutlak iktidarını felsefe lehinde kullanacak olursa ya kendisi
filozof-kral olur, yahutta filozof-kralı dinlerse, aranılan devleti kurmakta öteki resimlerden daha yararlı olabilir. Platon, tiranlıktan sonra bir yönetim
tarzı belirtmemekle beraber eğer tiranlar ıslah edilebilirlerse ideal devlete geçişin çok hızlı olabileceğini savunmuştur.
En Kötü ve En İyi Yönetim Biçimleri Nelerdir? Neden?
Bence en kötü yönetim sistemi, büyük çapta düşünürsek, demokrasidir. Çünkü demokrasi işleyiş bakımından her insanı birbirine denk görür. Bu ilk
bakışta ‘olması gereken’ görüş olarak gözükse de her insan farklı olduğu için her insan aynı değil ve aynı haklara sahip olmaları daha iyi olan insanları
yere zincirlemek ve onları bitik, umutsuz insanlarla aynı kefeye koymaktır. Bu durumda da demokrasi ve demokratik haklar kimsenin hakkını
yemediğini söylese de sadece herkesi belirli, etkisiz ve düpedüz bir standarda bağlayıp kimsenin bir ötekisinin önüne geçmesine izin vermez. Demokrasi
kadar kötü olabilecek ikinci en kötü yönetim biçimi ise tiranlıktır.
En iyi yönetim biçimi ise bana göre Monarşi ’dir. Çünkü diğer yönetim biçimlerinde herkes herkese bağlı olduğu için hesap sorulacak insan bulması
düpedüz imkansızdır. Monarşi ’de bir ailenin kendi koyduğu kurallara bağlı bir geçiş süreci ile birlikte sağladığı;

Devlette süreklilik ve bireysel politikalar yerine sadece devlet politikaları güdülmesi.

Devletin üst kademesinde rüşvet ve yolsuzluk olaylarının hiç ile minimum arası olması.

Devlet yönetmek için yetişmiş insanların devleti yönetmesi; çiftçilerin ya da bakkalların değil.

Geçmişten günümüze ulusal bir gurur.

Popüler olduğu kadar da otoriter bir figür oy oranının düşmesini dert etmeden alınması gereken zor kararları yumuşatmadan uygulayabilmesi.
Gelecekte Hangi Yönetim Biçimleri Oluşabilir?
Gelecekteki yönetim biçimleri bence ara yolu bulmaktan çok ya aşırı derecede özgürlükçü ya da aşırı derecede otoriter olacaktır. Bunun sebebi de
küresel çapta insanların düşüncelerinde radikalleşmesi ve artan baskı sonucu insanların fikir değiştirmemek de ve taviz vermemekte
inatlaşmasıdır. Bunun yanı sıra bence gelecekteki modeller geçmişteki gibi kabileler şekline dönebilir ya da birden başlı devlet yönetimine
geçebilir.

Var olan yönetim biçimlerindense Monarşi kimi ülkelerde tekrardan ortaya çıkabilir; Oligarşi de aşırı kapitalist ülkelerde son demokratik
ilkeleri de yok edip kendi sistemini tam anlamıyla yerleştirmiş olabilir.
4- Korku Ütopyası Nedir?
Günümüzde de ütopyalar yazılmaktadır. Ancak bunların ortak bir niteliği vardır, o da toplumları gelecekte bekleyen tehlikeleri göstermektir. Bu tehlike,
bir yandan makineleşen bir toplumda insanın duygu, düşünce ve değer sistemleri ile yok olup gitmesidir. Öte yandan, insan özgürlüklerinin, demokratik
hakların kurulacak bir despotik devlet tarafından yok edilmesidir. Bu ütopyaların amacı, insanları bu türden tehlikeler için önceden uyarmaktadır.

Distopyalar, özellikle 1918-1962 yılları arasında yazılmıştı. Yirminci yüzyıl karamsar beklentilerin çağı olduğundan, yazarlarına distopyalar
yazdırılmıştır.

Mükemmellik; distopya için temel oluşturur. Düzen kaygısını insancıl değerlerin üstünde tutmak, ve mükemmel pesinde katılaşmak, bir ütopyanın
korkunç bir baskı rejimine, bir yeryüzü cehennemine dönüşmesine neden olur. Bunları sağlayan iki temel öge de; bürokrasi ve teknolojidir.

You might also like